• Sonuç bulunamadı

ÜNİTE SOSYAL HİZMET TARİHİ İÇİNDEKİLER HEDEFLER İSLAM DÜNYASI NDA SOSYAL HİZMET KURUMLARI

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "ÜNİTE SOSYAL HİZMET TARİHİ İÇİNDEKİLER HEDEFLER İSLAM DÜNYASI NDA SOSYAL HİZMET KURUMLARI"

Copied!
24
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

İÇİND EKİLE R

• Bir Sosyal Yardımlaşma Kurumu Olarak Zekât

• Zekât Kurumundan Yararlanacak Sosyal Kesim

• Zekât Kurumuna Bağlı Sosyal Koruma Modelleri

• Bir Sosyal Dayanışma Kurumu Olarak Sadaka

• İslam Tarihinde İlk Sosyal Kardeşlik Paktı

• Bir Sosyal Hizmet Kurumu Olarak Vakıf

HEDE FL ER

• Bu üniteyi çalıştıktan sonra:

• Zekât ve sosyal yardımlaşma ilişkisini kavrayabilecek,

• Sadaka ve toplumsal dayanışma ilişkisini anlayabilecek,

• Vakıf ve Sosyal Toplum İlişkisini değerlendirebilecek,

• İslami Sosyal Kurumların Bütüncül Etkilerini görebileceksiniz.

ÜNİTE

3

HİZMET KURUMLARI

SOSYAL HİZMET TARİHİ

ÜNİTE

6

(2)

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 2 Zekât, bedenle değil

mal ile yapıldığı için, hem sosyal hem ekonomik hem de manevi (uhrevi) amaçlı

bir eylemdir.

Zekât, bugünün sosyal politika araçlarından kabul edilen “kamusal

sosyal yardım” veya

“(şartlı) vatandaşlık geliri” uygulamalarına

benzemektedir.

GİRİŞ

Hz. Peygamber’in halifeleri, İslam’ın temel kitabı olan Kur’an ve onun pratik yansıması olan sünnetten yola çıkarak, kendi çağlarında bir ilk olarak sosyal koruma sistemleri geliştirmişlerdir. İslam tarihinde sosyal koruma sistemlerinin mali yönden uygulanabilirliğini sağlayan kurumların başında zekât önemli bir yer tutmaktadır. Sosyo-ekonomik bir kavram olan zekât, zenginin malından

(gelirinden) muhtaç kişilere bir hak olarak aktarılan bir sosyal transfer türüdür.

Asgari bir hayat seviyesinin altında olan yoksullara zenginler tarafından genelde devlet eliyle verilen zekât, ilke olarak nakdi veya ayni bir destektir. Bugünün kamusal sosyal yardım uygulamalarına benzemesi açısından zekât, toplumsal yardımlaşmanın en önemli araçlarındandır. Zorunlu sadaka olarak kabul edilen zekâtın yanında gönüllü sadaka türleri de sosyal dayanışmanın sağlanmasına yardımcı olmaktadır. Toplumsal gelişmenin bir parçası olan isteğe bağlı karşılıklı maddi yardımlaşmaların ötesinde sadakanın kişisel davranışsal etkileri de dikkat çekicidir. Şöyle ki; topluma ve insanlığa fayda sağlayan bütün olumlu eylemler, İslam dini açısından “iyilikte bulunmak” kategorisinde değerlendirildiği için, hem sadaka hem de sevap olarak kabul edilmektedir. İslam toplumlarında iyilikte bulunma kültürünün yaygınlaşması vakıf kurumu aracılığıyla daha da hız

kazanmıştır. Vakıf kurumu aracılığıyla varlıklı Müslümanlar, kendi hür iradeleriyle ve maddi karşılık beklemeksizin mallarını veya gelirlerini sosyal hizmet alanlarında kullanmışlardır. İnsanları vakıf kurmaya sevk eden unsurların başında bu dünyada sahip olunan her şeyin insana ahiret hayatını kazanmak için verildiği ve kişinin vakıf yoluyla iyilikte bulunarak Allah’a yaklaşabileceği inancı gelmektedir. İslam tarihinde sosyal hizmet amaçlı ilk vakfı kuran Hz. Peygamber’dir. Bu bağlamda bu bölümde tarihsel gelişim sürecinde zekât, sadaka ve vakıf olmak üzere üç sosyal kurumun özellikleri ayrıntılı bir şekilde tanıtılacaktır.

BİR SOSYAL YARDIMLAŞMA KURUMU OLARAK ZEKÂT

Sözlükte "artma", “çoğalma”, "bereket", "temizlik", “saflık”, “duruluk”,

“arıtma” ve "arınma" manalarına gelen zekât kelimesi, Kur’an’da 34 yerde anılmaktadır. Zekât, İslam fıkıh ıstılahı (terimi) olarak, "şartlarına uygun olarak, zekâta tabi mallardan bir miktarını hak sahibine Allah rızası için temlik etmek"

anlamına gelmektedir. Zekât, namaz ve oruç gibi İslam’ın beş şartından birisidir (farz-ı ayin). Ancak bu ibadet türü, bedenle değil mal (kazanç-gelir-vergi) ile yapıldığı için, hem sosyal hem ekonomik hem de manevi (uhrevi) amaçlı bir eylemdir. Hicretin ikinci senesinde farz kılınan zekât, Kur’an’da değişik surelerde çoğu zaman namaz ile birlikte anılmaktadır (Kur’an, Bakara:43, 83, 110; Nûr:56;

Müzzemmil:20; Nisâ:77).

Modern bir dille ifade etmek gerekirse zekât, bugünün sosyal politika

araçlarından kabul edilen “kamusal sosyal yardım” veya “(şartlı) vatandaşlık geliri”

uygulamalarına benzemektedir. Zekât vermek, Müslüman zenginler için dini bir vecibedir. İslam tarihinde zekât kurumu, daha çok devlet aracılığı ile işletilmiştir.

(3)

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 3 İslam literatüründe

temel insani ihtiyaçlar (Havaic-i Asliye), bir

kimsenin hayatı boyunca ihtiyaç duyduğu bir takım

şeyler olarak tanımlanmaktadır.

Zenginden fakire doğru gerçekleşen bu sosyal transfer sayesinde, toplumda sosyal adalet de sağlanabilmiştir. Zekât, İslam'ın beş şartından birisidir. Dolayısıyla yerine getirilmesi bakımından mecburi bir nitelik taşıması açısından, mali ibadet veya daha modern bir yaklaşımla sosyal vergi olarak da tanımlanabilir. Zekât, muhtaçlar açısından sabit bir hak iken, mükellefler açısından bir vergi niteliğindedir.

Günümüzde zekât, hiçbir kanuni zorunluluk ve resmiyeti olmayan fakat sivil alanda sosyal yardımlaşma aracı olarak halen işlev görmekte olan önemli bir unsurdur.

Sosyal Yardım ve Hizmetlerin Finansman Kaynağı Olarak Zekât

Zekât, belli bir zamanda değil, takvim yılının dolduğu zamanda ödenmektedir.

Ancak, zekât vermekle yükümlü olan kişinin belirli bir miktarda mala (gelire) sahip olması gerekmektedir. Bu asgari mal birikimine veya gelir seviyesine “nisab”

denilmektedir. Bir başka ifadeyle, ihtiyaç fazlası mal ve gelir, zekâta tabi

tutulmaktadır. Hayatın idamesi için gerekli olan mal ve gelir, bu anlamda kapsam dışı bırakılmakta ve öncelikle tasarruf edilen miktar üzerinden zekât alınmaktadır.

Nisap miktarları ve bu miktarlardan ne oranda zekât verileceğini, İslam dini belirlemiştir. Ancak, İslam tarihinde farklı zamanlarda, özellikle çağın ve toplumun sosyo-ekonomik yapısına ve ihtiyacına göre farklı nisap miktarlarının ve oranlarının da belirlendiği olmuştur. Genelde cinsi ne olursa olsun, ticaret maksadı ile alınıp satılan tüm malların zekâtı, nisaba ulaştıkları takdirde, % 2.5'tir. Asgari zekât oranları, mükellefin sosyal ve ekonomik durumuna göre belirlendiği gibi, insan emeğine göre de ayarlanmaktadır. Örneğin zirai mahsuller, doğal sulamada % 10, aletli sulamada % 5, define ve madenler ise % 20 oranında zekâta tabi

tutulmaktadır.

Müslüman toplumlarda varlıklı kişiler, sosyal görevlerini ifa etmek ve aracı kamusal kurum olarak devlete zekât vermek mecburiyetindedir. Nitekim bir devlet başkanı sıfatıyla Hz. Peygamber, "Zayıfların istekleri konusunda bana yardım ediniz.

Çünkü siz ancak zayıflarınızla rızıklanıyor ve Allah'tan yardım görüyorsunuz" (Ebu Davud, Cihad:70). demek suretiyle zayıfları sosyal koruma kapsamına almanın hem dünyevi, hem de uhrevi faydalarını dile getirmektedir. Dolayısıyla zayıflara destek olmak ve sosyal adalete katkı sağlamak inancıyla devlete zekât vermek (veya sivil alanda gönüllü olarak sadakada bulunmak), Allah'ın yardımına ve onun vereceği rızka bir vesiledir. Bu ayetten ayrıca, rızık kaynağının ve dolayısıyla elde edilen mal ve mülkün gerçek sahibinin Allah’ın olduğunu da anlamaktayız.

Asgari Hayat Standardının Bir Ölçüsü Olarak Zekât

Asgari hayat standardı; kişinin, hayatını insanlık haysiyetine yaraşır bir biçimde devam ettirebilmesi, gelecek endişesi duymadan yaşayabilmesi, temel insani ihtiyaçlarını malından-mülkünden veya çalışarak karşılayabilecek seviyede elde ettiği geliridir. İslam literatüründe de temel insani ihtiyaçlar (Havaic-i Asliye), bir kimsenin hayatı boyunca ihtiyaç duyduğu bir takım şeyler olarak

tanımlanmaktadır. Asgari düzeyde de olsa bir takım şeylerin sayesinde geçimini temin eden kişi, başkalarından bağımsız olarak hayatını devam ettirebilecektir. Bir başka ifadeyle; İslam’da, temel ihtiyaçlarını karşılayamayanlar yoksul sayılmakta ve

(4)

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 4 dolayısıyla zekâttan yararlanabilme hakkına sahip olmaktadır. Diğer taraftan Havaic-i Asliye’nin üzerinde bir mala veya gelire sahip olanlar, zengin sayıldıkları için zekâta tabi tutulmaktadır. Bu durumda zekâttan yararlanma veya zekât verme noktasında asli ve zaruri ihtiyaçların varlığı önem kazanmaktadır.

Refah gelişimine bağlı olarak değişebilen temel ihtiyaçların kapsamına genelde şunlar girmektedir (Erkal, 1998:43):

 Gerekli gıda maddeleri

 Mesken

 Giyilecek elbiseler

 Borç karşılığı kadar mal

 Sanat ve meslek aletleri

 Ev eşyası

 Binek (ulaşım aracı)

Bu temel ihtiyaçlara sahip olan insanlar, hayatlarını idame ettirebilecek, özgürlüklerini ve bağımsızlıklarını koruyabileceklerdir. Temel ihtiyaçlarından fazlasına sahip olan zenginler ise, “Bir de senden hayır olarak ne harcayacaklarını sorarlar. De ki: İhtiyacınızdan artanı infak ediniz” (Kur’an: Bakar:219) ayeti gereğince ihtiyaçlarından fazlasını vermek mecburiyetindedirler.

İslam dini, zekât kurumu aracılığıyla, temel ihtiyaçlardan yola çıkarak asgari hayat standardını 14 asır önce belirlemiştir. Bir zenginlik sınırı olan asgari hayat standardı, İslam literatüründe “Nisab” olarak tanımlanmaktadır. Buna göre nisabın üstünde gelir ve serveti olanlardan, zekât alınmakta, nisabın altında gelir ve servet sahiplerini zekâttan muaf tutmaktadır. Nisab, en geniş ifadeyle, en küçük bir ailenin bir yıllık masraflarının karşılığıdır. Dolayısıyla zekâta tabi mallarda aranan şartlardan biri de, o malın üzerinden bir kameri yılın geçmiş olmasıdır. Bir kameri yıl geçmedikçe, o maldan zekâtın alınamayacağı bizzat Hz. Peygamber tarafından belirtilmiştir (Erkan, 1998:45).

ZEKÂT KURUMUNDAN YARARLANACAK SOSYAL KESİM

Zekâttan yararlanabilecek (muhtaç) kişiler, aynı zamanda İslami sosyal

hizmetlerin koruma altına almak istediği sosyal gruplardan oluşmaktadır. Kur’an’da korunmaya muhtaç veya desteklenmesi gereken sosyal gruplar sırasıyla şu şekilde belirlenmektedir: (Kur’an, Tövbe:60):

1- Fakirler (Yoksullar): Geliri, ihtiyaçlarını karşılamayan yardıma muhtaç kişiler. Bir başka ifadeyle nisaba malik olmamakla beraber bir şeylere sahip olduğu halde çalışan veya çalışamayan yoksullardır.

2- Miskinler: Geliri veya malı hiç olmayan yoksullar, kronik hastalık, özürlülük veya yaşlılıktan dolayı bakıma muhtaç kişilerdir. Hz. Ömer’e göre yardıma muhtaç gayr-i müslim de miskinler kapsamına girmektedir.

Hz. Ömer, bir yerde: miskin: malı olmayan değil, kazanç yeri bulunmayan (işsizdir) demektedir. Dolayısıyla işsizler de zekât fonundan yararlanabilmektedir. Hz. Ömer, fakiri İslam’ın, miskini de ehl-i kitabın yoksulu olarak tefsir etmiş ve ihtiyacından dolayı kendisine zekâttan pay

(5)

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 5 (vatandaşlık geliri) verilen gayr-i müslim vatandaşlardan cizye alınmayacağını hükme bağlamıştır (Belazürî, 1987:177).

3- Amiller: Zekât işlerinde çalıştırılan, zekât toplayan ve(ya) dağıtan devlet memurları. Hz. Peygamber döneminden itibaren zekât, amiller vasıtasıyla toplanmıştır. Dolayısıyla zekâtta toplama ve dağıtım (sosyal transfer) işi, (sosyal) devletin (bir kamu kuruluşunun) kontrolü ve idaresi altında yapılmaktadır.

4- Müellefe-i Kulub: Kalpleri kazanılacak kimselerdir. İslam tarihinde bu sosyal kesim, imanlarının zayıflığını gidermek veya olası kötülüklerini önlemek ya da kendi kavimleri içindeki seçkin konumları sebebiyle kalplerini kazanmak maksadıyla Hz. Peygamber’in ve diğer halifelerin zekâttan pay verdiği kimselerdir. İmam Şafii‘ye göre gayr-i müslimlere zekâttan bir pay vermenin caiz olmadığı, onlardan gönlü kazanılmak istenenlere fey gelirlerinden verilebileceğini söyler ve Hz. Peygamber’in de Müslüman olmayanlara zekâttan değil fey gelirleri ya da kendi şahsi mallarından verdiğini iddia etmektedir. Şafii Mezhebi’ndeki hakim görüş de bu yöndedir (Şafii, 1993:97).

5- Mükateb Köle: Boyunduruktan kurtarılması gereken köle ve cariyelerdir.

Azat edilmesi gereken köleler, sömürge altında olup kurtarılması gereken insanlar ve(ya) esirlerdir. Mükateb, hür olabilmesi için efendisi ile bir bedel karşılığı anlaşan köleye zekât verilmesidir. Zekât, efendisi tarafından özgürlüğüne kavuşması için kölesine verileceği gibi, bir kişi malının zekâtı ile başkasının kölesini veya cariyesini satın alarak, onların özgürlüğüne kavuşmalarına yardımcı olabilmektedir (Erkal, 1998:167). İslam’ın doğuşundan önce kölelik hemen her yerde yaygındı. İnsanlar zorla kaçırılıp köleleştirilmekte, borçlu borcundan, suçlu da suçundan dolayı köle yapılmaktaydı. İslam, hür insanların bu ve benzeri yöntemlerle köleleştirilmesine karşı çıktığı gibi kölelerin özgürlüklerine kavuşabilmelerinin yollarını da göstermiştir. Kur’an’da köle azadı teşvik edilmektedir:

Emevi halifelerinden Ömer bin Abdülaziz döneminde zekâta muhtaç kimse kalmadığı için, zekât mallarıyla köleler satın alınmış ve azat edilmiştir (Köse, 2010:89).

6- Borçlular (Garimin): Nisap miktarından fazla mala sahip olmayan değişik bireysel veya toplumsal risklerin tahakkuku neticesinde borca düşmüş kişilerdir. Gerek kendi ihtiyacı, gerekse toplumun menfaati için (kefil olmak, ara bulmak için diyet vermek vb) borçlananlar, zekâttan yararlanabilmektedir. Bu bağlamda sosyal hizmet alanlarında faaliyet gösterip bu hizmetlerinden dolayı borçlananların borçları zekât fonundan giderilebilmektedir. Yoksulluk sebebiyle veya doğal afet sonucunda malını kaybeden ve borçlanmış olan kişilerin mağduriyetleri de zekât

"Allah'ın size vermiş olduğu maldan siz de onlara (özgürlüğüne kavuşmak isteyen kölelere) veriniz" (Kur’an, Nur:33).

(6)

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6 Halife Ömer bin

Abdülaziz döneminde borçlu hale gelen bütün insanların borçları zekât fonundan ödenmiştir.

Zekât; toplumları, hem fakirliğin hem de zenginliğin meydana getirebileceği sosyal ve manevi tehlikelerinden kurtarmak için önemli

bir fonksiyon icra etmektedir.

gelirlerinden giderilmektedir (Erkal, 1998:169). Halife Ömer bin Abdülaziz döneminde din ayrımı yapılmaksızın sefahat ve israf dışında borçlu hale gelen bütün insanların borçları zekât fonundan ödenmiştir. Halife, valilerine halkın temel ihtiyaçları olan araç ve gereçlere bakılmaksızın onların borçlu oldukları takdirde borçlarının ödenmesi konusunda yardımcı olunmasını emretmiştir (Köse, 2010:87-90).

7- Allah Yolunda Mücadele Edenler: Sözlükte “Allah yolunda” anlamına gelen

“fi sebilillah” kavramının dar ve geniş olmak üzere iki açılımı vardır: ilki Allah’ın rızasına uygun olarak yapılan her türlü hayırlı iş, diğeri cihada (yurt savunmasına) katılma. Bir başka deyişle; devlete, topluma, bilime veya dine özel hizmette bulunmuş kişiler veya bu sosyal kesimin geride bıraktığı aile fertleri, zekât fonundan yararlanabilmektedir. Bunların başında gaziler, şahit yakınları, hacılar, öğrenciler, dullar, yetimler gelmektedir.

8- Parasız Gurbetçiler-Yolda Kalmışlar (İbnü’s Sebil): Sözlükte “yol oğlu”

anlamına gelen “İbnu’s Sebil”, yolcu veya yola çıkmış bir insandır. Terim olarak “İbnu’s Sebil”, genel görüşe göre memleketinde malı olan fakat kendisi başka bir yerde bulunan ve orada bir şeyi olmayan kimsedir (Erkal, 1998:173). Gittikleri yerlerde parasız kalan yolcuların yanında meşru sebeplerden dolayı vatanlarını terk edip evsiz barksız kalan muhtaç göçmenler de bu kategoride değerlendirilmektedir.

Kur’an (Allah), zekâtın dağıtımı konusunda devlet yöneticilerinin insafına ve keyfiliğine bırakmayacak bir biçimde açıklık getirmektedir. Buna göre sekiz sosyal grubun dışındaki kesimlerin zekâttan yararlanmaları mümkün değildir.

Zekât Kurumunun Sosyal Hedefleri

Zekât’ın yoksulların maddi güvenliğini sağlamaya dönük hedefinin yanında farklı amaçları da vardır. Aslında zekât kurumu, geniş anlamda İslam’ın sosyal hedeflerinin gerçekleştirilmesinde bir araçtır. Dolayısıyla zekât; toplumları, yerine göre hem fakirliğin hem de zenginliğin meydana getirebileceği sosyal ve manevi tehlikelerinden kurtarmak için önemli bir fonksiyon icra etmektedir. Zenginlerden belirli bir pay zekât (sosyal vergi) alarak, onlara sosyal sorumluluk duygusunu aşılayarak toplumda kardeşlik, sosyal dayanışma ve kaynaşma bilincini geliştirmek istemektedir. Zekât kurumunun dolaylı ve(ya) dolaysız olarak sağladığı sosyal faydalarını, toplumsal hedefler açısından tek tek görelim (Seyyar, 2010b):

Zenginlerin Sosyal Sorumluluk Bilincine Ulaşmaları

Yoksullara ve alt gelir gruplarına (devlet eliyle) zekât vermek suretiyle, toplumsal refah ve sosyal adalet sağlanabilmektedir. Zenginden alınmasını ve yoksula dağıtılmasını öngören bir dağıtım sistemi olarak zekât kurumu, yoksulluğu ortadan kaldırmayı amaçlayarak her vatandaşa refah fırsatı tanımaktadır. Zekât kurumu aracılığıyla aslında zengin insanlara maddi güçleri nispetinde zorunluluk esasları çerçevesinde sosyal sorumluluk duygusu da verilmek istenmektedir.

Nitekim Hz. Peygamber, “Servet bir Müslüman için ne güzel arkadaştır. Yeter ki, o

(7)

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 7 Kur’an, zimmi

statüsünde olan gayr-i müslimlere de

sadakanın verilebileceğini ifade

etmektedir.

servetinden fakire, yetime ve yolcuya vermiş olsun” (Ahmet b. Hanbel, 1982:21) diyerek, sosyal sorumluluk bilincine sahip olan zenginleri açıkça övmektedir.

Yoksullukla Mücadele ve Sosyal Adalet

Zekât kurumu, kamusal sosyal transferleri ön planda tuttuğu için, mal ve mülkün (gelirlerin) sadece bazı kişilerin elinde toplanmasına fırsat vermemektedir.

Kur’an, servetin ve ekonomik gücün insanlar üzerinde bir sömürü aracı olarak kullanılmasını tasvip etmemektedir. Ayet, bu konuda ihtarda bulunmaktadır:

İslam tarihinde Müslümanlar tarafından oluşturulan birçok devlet modelinde, zekât gelirlerinin bütünü kamusal sosyal transferlere dönüştürülmüş ve yoksulların yararına işletilmiştir. Bir başka ifadeyle zekât kurumu, yoksulların ve muhtaçların sosyo-ekonomik durumlarını iyileştirerek, hem yoksullukla mücadelede, hem de sosyal adaleti ve dengeyi sağlamada önemli bir işlev görmektedir.

Yoksulluk Kültürüne Karşı Mücadele

İslami sosyal hizmetler, diğer profan (dünyevi) sosyal hizmet modellerinden farklı olarak sosyal riskleri farklı değerlendirmektedir. İslami sosyal hizmetlere göre; azdıran ve sosyal sorumluluk duygusunu körelten zenginlik ne kadar tehlikeli ise Yaratan’a karşı kulluk görevini ifa etmeyi unutturan ve kişiyi isyana sevk eden yoksulluk ve sefalet de o kadar tehlikelidir. İslami sosyal hizmetler, her iki durumu hem sosyal hem de manevi risk boyutuyla ele almaktadır. Çünkü her iki durumda da insana yaratılış gayesini (fıtratı) unutturmaya müsait bir psiko-sosyal ortam mevcuttur. Bu iki taraflı tehlikeyi ortadan kaldırabilmek için hem fakirlerin sefaletten kurtulmaları ve genel olarak sosyal güvenlik kapsamına alınmaları hem de zenginlerin malından ve servetinden belirli bir oranın, sosyal adaletin tesisi için sarf edilmesi gerekmektedir. Maddi yoksulluğun, kişiyi küfre (manevi karanlığa), sapkınlığa yani; yoksulluk kültürüne götürebileceğini ve fitnelere (toplumsal çalkantılara) sebebiyet verebileceğini bizzat Hz. Peygamber dillendirmiştir. Nitekim bir seferinde Hz. Peygamber, “Allah’ım, fakirlikten ve küfürden Sana sığınırım” diye dua edince, bir adam; “İkisini birbirine denk mi kabul ediyorsun?” mealinde bir soru yöneltti. Bunun üzerine Hz. Peygamber, “evet” cevabını verdi. Dualarında ise Hz.

Peygamber, muhtemelen maddi ve manevi olumsuz yönlerini ve sonuçlarını düşünerek, fakirlikten Allah’a sığınmıştır.

HZ. PEYGAMBER DÖNEMİNDE ZEKÂT KURUMUNA BAĞLI SOSYAL KORUMA MODELİNİN OLUŞTURULMASI

Kur’an, sadece Müslüman vatandaşlara değil, zimmi statüsünde olan gayr-i müslimlere de genel anlamda sadakanın, dar anlamda zekâtın verilebileceğini ifade etmektedir. Gayr-i müslimlere sadakayı mubah kılmak üzere inen ayet, (muhtaç)

“Ta ki mal, sizden zenginler arasında dönen bir servet olmasın” (Kur’an, Haşr:7).

(8)

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 8 Müslümanlar,

kurdukları devletlerde herkesi sosyal güvenlik

kapsamına alacak evrensel sosyal

modeller geliştirmişlerdir.

“Ey Peygamber! Onları (gayr-i müslimleri) hidayete erdirmek senin üzerine bir borç değildir. Zira; ancak Allah dilediğini hidayete erdirir. Hayır olarak ne harcamada (sadakada) bulunursanız, bu kendi faydanızadır. Yapacağınız hayırları (sadakaları) ancak Allah’ın rızasını kazanmak için yapmalısınız. Çünkü yapacağınız her iyilik, size olduğu gibi geri dönecek ve size asla haksızlık yapılmayacaktır” (Kur’an, Bakara:272).

insanlar arasında ayrımın yapılmasını tasvip etmemektedir (Kurtubi, 1967:337).

İlgili ayet şu sosyal mesajı vermektedir:

Taberi, bu ayete şöyle bir yorum getirmektedir: Ey Muhammed! Müslüman olmayanların İslam’a girmek suretiyle hidayet bulmaları senin üzerine borç değil ki sadakaların verilmesine engel oluyorsun ve ihtiyaçları olur da hiç değilse o yolla İslam’a girerler diye sadakalardan onlara bir şey vermiyorsun. Yarattıklarından dilediğinin İslam’a girerek, hidayet bulmasını sağlayacak sadece O’dur. Bu sebeple onlara verilecek sadakayı engelleme (Taberi, t.y.:94).

Ayetin iniş (nüzul) sebebi ile ilgili olarak şunlar ifade edilmektedir:

Müslümanlar, yoksul zimmilere tasaddukta-infakta (maddi destekte)

bulunuyorlardı. Fakir Müslümanların sayısı arttığında Hz. Peygamber, “Sadece kendi dindaşlarına tasaddukta bulunun” şeklinde bir tavsiyede bulunmuş ancak bu tavsiye karşısından ilgili ayet inmiştir. Bu ihtar mahiyetindeki ilahi mesaj üzerine Hz. Peygamber, zengin ve varlıklı Müslümanlara, diğer din mensuplarına da tasaddukta bulunmalarını söyledi. Hz. Peygamber, bu ayetin inmesiyle birlikte bir yahudi ailesine tasaddukta bulunmuştur. Üstelik bu aileye yapılan gelir desteği, Hz.

Peygamberin vefatından sonra da devam etmiştir. Hz. Peygamber, bununla da yetinmeyip, sadaka (zekât) ve ganimetten kendi hissesine düşen paydan Müslüman olmayan yoksullara da vermiş ve bunun için tahsisatta bulunmuştur (Köse, 2009:54-55). Müslümanlar, kurdukları devletlerde bu yönde hareket etmişler ve herkesi sosyal güvenlik kapsamına alacak evrensel sosyal modeller geliştirmişlerdir.

Hz. Ebu Bekir’in Uyguladığı Vatandaşlık Geliri Modeli

Vatandaşlık geliri modeli, tarihte ilk kez asrı-saadet’te uygulanmıştır. İslam’ın ilk halifesi Hz. Ebu Bekir, yukarıda bahsi geçen ayetin yanında son Peygamber Hz.

Muhammed’in sünnetine uyarak, beytü'l-mal'a gelen malı; hür, köle, yoksul, zengin, erkek, kadın demeden insanlar arasında şartsız ve eşit olarak dağıtmıştır.

Kendisine, başta Hz. Ömer olmak üzere bazıları, "Bu malı insanlar arasında eşit olarak dağıttın. Hâlbuki bu insanlar arasında (maddi ve manevi yönden) üstün olanlar, iyi geçmişi bulunanlar ve ilk Müslümanlar var" şeklinde uyarıda bulunduklarında, "Ben, bunları hepinizden iyi biliyorum; fakat bunların (manevi derecelerin) sevabı Allah'a aittir. Bu mal ise, (herkesin hakkı olan) geçim aracı ve dünya maaşıdır. Bunda eşitlik yolunu tutmak, ayırım yolunu tutmaktan daha hayırlıdır" cevabını vermiştir (Ebu Yusuf, 1973:83-84).

Hicretin 14. yılına (miladî 635) kadar, zekât ve sadakalardan finanse edilen beytül-mal’dan (devletin sosyal fonundan) hak sahibi insanlara, eşit miktarlarda

(9)

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 9 Hz. Ömer döneminde

gayr-i müslim zimmiler zekât kaynaklı vatandaşlık gelirinden

yararlanabilmiştir.

maddi destek sağlanırdı. Bunun dışında başka kaynaklardan da ilave ödemeler yapılırdı. Mesela savaşlarda elde edilen ganimetlerin beşte dördü mücahitler arasında dağıtılırdı. Ancak geri kalan kısım ise başta yardıma muhtaçlar olmak üzere diğer hak sahiplerine de dağıtılırdı. Dağıtımda sadece kişilerin evli olup olmadıklarına bakılırdı. Evli olanlara, bekârlara göre iki misli verilirdi. Dağıtımda diğer sosyo-kültürel özellikler dikkate alınmazdı. Böylece Hz. Ebu Bekir; din, dil, ırk ve cinsiyet ayırımı yapmaksızın, iktisadi kaynakların dağıtımında genelde toplumun bütün fertlerine eşit davranmıştır.

Hz. Ömer’in Uyguladığı Vatandaşlık Geliri Modeli

Halife Hz. Ömer döneminde fetihler genişledikçe, ganimet, zekât malları ve fey gibi diğer vergi gelirleri de hayli artmaya başlamıştır. Hz. Ömer, artan devlet gelirlerini yerli yerinde harcamak, hak sahiplerine temel ihtiyaçlarının ötesinde refah temin edici bir gelir bağlamak maksadıyla hicri 15 (miladi 636) yılında şura meclisini toplatmıştı. İstişarenin sonucunda Hz. Ebu Bekir’in uygulamalarından farklı olarak vatandaşlık gelirine bazı özel hususiyetlerin yerine getirilmiş olması şartına bağlı olarak bir de refah payı eklenmesi öngörülmüştür (Seyyar, 2010a:52- 60).

Hz. Ömer, refah payı ilaveli vatandaşlık geliri modeli ile hem bütün vatandaşları asgari seviyede de olsa gelir güvencesi kapsamına almış, hem de topluma, dine veya devlete üstün hizmetlerde bulunmuş olanlara ayrıca bir mükâfatta bulunmuştur. Hz. Ömer, kamu gelirlerini dağıtırken, muhtaç olan herkese temel gelir desteğinde bulunarak, sosyal adaleti de koruyabilmiştir.

Bununla birlikte Hz. Ömer savaşlara katılmış mücahitlere (gazilere), İslam dinine giren ilk Müslümanlara, Hz. Peygamber’e yakın veya dine üstün hizmette

bulunmuş olanlara, pozitif ayrımcılık uygulayarak, özel durumlarına uygun belli bir tasnif ve tertibe göre daha yüksek miktarlarda bir gelir bağlamıştır (Kurucan- Mercan, 2005:134-135).

Hiç kimsenin refah düzeyini ve hayat kalitesini azaltmadan, belirli bir sosyal kesimin refahını artırmaya yönelik uygulamalar (Pareto Optimum), aslında artan sosyal refahın bir göstergesidir. Hz. Ömer’in, refah destekli vatandaşlık geliri ekseninde geliştirmek istediği dağıtım politikaları konusundaki şu sözleri ibret vericidir: "Kendinden başka ilah olmayan Allah'a yemin olsun ki, şu devlet malında herkesin bir hakkı vardır. Ben de bu konuda, ancak sizin gibi biriyim. Fakat Allah'ın Kitabı’ndaki ve Resulullah’ın nazarındaki yerlerinize göre dağıtımda bulunacak, kişi ve İslam'daki mihneti, kişi ve İslam'daki önceliği, kişi ve İslam'daki zenginliği, kişi ve ihtiyacını göz önünde bulunduracağım". Kendisine, Hz. Ebu Bekir gibi kamu

gelirlerini eşit dağıtması gerektiği yönündeki telkinlere "Resul-u Ekrem'e karşı savaşanla, yanında savaşanı bir tutmam" diye cevap vermiştir (İbn Sa'd, t.y.:296, 299).

Hz. Ömer döneminde de gayr-i müslim zimmiler zekât kaynaklı vatandaşlık gelirinden yararlanabilmiştir. Mesela Hz. Ömer, Dımaşk bölgesindeki Cabiye’ye yaptığı gezi esnasında yolda uğradığı bazı yerlerde cüzzam hastalığına yakalanmış

(10)

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 10 Sadaka, yaratılanlara

sadakat (doğruluk) ve merhamet gösterme

durumudur.

Hıristiyanlara rastlamış ve onlara zekât gelirlerinden verilmesi ve yiyecek temin edilmesi konusunda ilgililere talimat vermiştir (Ebu Yusuf, 1302:122).

Hz. Ömer, bazı siyasi sebeplere bağlı olarak önemli bulduğu bazı gayr-i müslim zimmileri “müellefe-i kulûb” kapsamına alarak, normal asgari vatandaşlık gelirinin (çok) üstünde bir gelir bağlamıştır. Mesela o günkü Arap dünyasının en güçlü hicivcilerinden olan ve bütün değerlere karşı olumsuz sözler sarf eden Hutay isminde bir gayr-i müslime, “Müslümanları hicvetmemesi” şartıyla 3.000 dirhem gibi hatırı sayılır bir gelir bağlamıştır (Köse, 2006:13-50).

Hz. Ömer, halifeliğin sonlarına doğru refah merkezli vatandaşlık geliri modelinin bir takım sosyo-ekonomik mahzurlar doğurabileceğini düşünmeye başlamıştır. Sayıları az da olsa devletten yüksek seviyede vatandaşlık geliri alan bazı Müslümanlar, bu yolla sermayelerini kat kat artırabilmekteydi. Bu da gelir dağılımındaki adaleti belirli bir oranda bozabilirdi. Gerçi Hz. Ömer döneminde yaşayan zengin Müslümanlar, zekâtın (zorunlu sadaka) dışında bol bol infakta (gönüllü sadakada) bulunarak, toplumsal boyutuyla (sivil alanda) yeniden gelir dağılımı üzerinde olumlu katkılarda bulunmuştur. Ancak infak yoluyla elde edilen sosyal adalet (ikincil gelir dağılımı), daha çok gönüllülük esasına dayanıyordu ve bunun sürekli olarak sağlanması da Müslümanların takva, züht gibi manevi ve ahlaki duyarlılığının yüksek olmasına bağlı idi.

Bütün yoksullar gözetiliyor ve o zamanki zengin Müslümanlar da ellerinden geldiğince infakta bulunmuşlarsa da Hz. Ömer, bu uygulamanın uzun vadede bazı sosyal riskler doğurabileceğini hissederek, endişelerini şu şekilde dile getirme ihtiyacı duymuştu. "Eğer gelecek yıla kalırsam, insanların baştakiyle sondakini birleştirecek ve hepsini bir yapacağım". Hz. Ömer bu sözleriyle büyük bir ihtimalle vatandaşlık geliriyle birlikte uygulanan artı refah payı ödemelerinden vazgeçip bunun yerine alt gelir gruplarının lehine olan miktarı artırılmış eşit bir vatandaşlık geliri ödemeyi düşünmekteydi. Fakat Hz. Ömer'in bunu yapmaya ömrü

yetmemiştir (Ebu Yusuf; 1973:89). Halife Hz. Osman, mal ve gelir taksiminde Hz.

Ömer'in siyasetini takip ettiyse de, halefi Hz. Ali, yine Hz. Ebu Bekir'in uygulamasına dönmüştür.

BİR SOSYAL DAYANIŞMA KURUMU OLARAK SADAKA

Sadaka, en geniş anlamıyla Allah'a kulluk konusunda yaratılanlara ve özellikle insanlara sadakat (doğruluk) ve merhamet gösterme durumudur. Allah rızası için gönüllü olarak yoksullara ve muhtaçlara maddi desteğin dışında yapılan her türlü hayır ve iyilik de sadakadır (infâk fî-sebilillah). İslam tarihinde ilk dönemlerde sadaka ve zekât adeta aynı anlamda kullanılmıştır. Bunun için geniş anlamda sadaka kavramı, ifası bakımından mecburi nitelik taşıyan hem zekât ve fitre, hem de nafile (gönüllü) sadakalar için kullanılmıştır. Dar anlamda sadaka kavramı ise daha sonra, ifası bakımından mecburi olmayan sadakalar için kullanılmıştır. Bunlar, isteğe bağlı olarak yapılan mali yardımlar ve sosyal içerikli tutum ve davranışlardır.

Dolayısıyla, her zekât ve fitre, sadaka olduğu halde her sadaka, zekât ve fitre değildir. Bugün; sadaka kelimesi, daha çok gönüllü olarak yapılan hayırlar ve maddi

(11)

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 11 Hz. Peygamber’in sosyal

mesajları, manevi ödüller de içermektedir.

Sosyal dayanışma, yardımlaşma anlamında

olabileceği gibi moral verme, teselli etme gibi

manevi bir destek de olabilmektedir.

“Ey insanlar, kazandıklarınızın ve yerden sizin için çıkardığımız nimetlerin iyilerinden (Allah için) verin, kendiniz (utandığınızdan ve iğrendiğinizden dolayı) göz yummadan alamayacağınız kötü şeyleri sadaka vermeye kalkmayın...”

(Kur’an, Bakara:267).

yardımlar için kullanılmakta ve zekâttan ayrı olarak değerlendirilmektedir. Zekâtın oranı ve muafiyeti (nisabı) bellidir, halbuki gönüllü sadakaların miktarı, tamamen sadakayı veren kişinin arzusuna bağlıdır. Kur’an’da beş yerde geçen sadakanın miktarı ve ödeme zamanı konusunda kesin hükümler yoktur. İslam tarihinde mecburi sadakaların (zekâtın), yoksulların ihtiyacını gidermemesi gibi durumlarda gönüllü sadakaların da zorunlu hale getirildiği görülmüştür (Seyyar-Genç,

2010:595).

Kur’an, bir taraftan toplumsal dayanışma noktasında insanları teşvik etmekte, diğer taraftan da nasıl bir anlayışla sadaka verilmesi gerektiği noktasında kişilere sosyal ahlak açısından uyarıda bulunmaktadır.

Hz. Peygamber, sadaka kültürünün yayınlaşmasına yönelik olarak toplumun değişik üyelerine iyilikte bulunmayı teşvik etmektedir. Toplumda sosyal barışın sağlanması, insanlarla iyi geçinmekten geçtiğini çok iyi bilen Hz. Peygamber, iyilik duygusunun geliştirilmesine yönelik sosyal mesajlar vermektedir. İyilik yapma duygusunu geliştiren kişiler ve özellikle yöneticiler, sosyal duyarlılık bilinçlerini de başarılı bir şekilde pratiğe dönüştürebilecektir. Böyle kişiler, özellikle muhtaçların yardımına seve seve koşacak, iyilik ve yardım etmekten de manevi haz alacaktır. Bu bağlamda Hz. Peygamber’in sosyal mesajları, manevi ödüller de içermektedir.

Sevgi toplumunun temel esaslarından olan sosyal dayanışma ve iyilikte bulunma ile ilgili bazı hadisler şunlardır (Ebu Davud, 2009):

“Her iyilik sadakadır”, “Her kim bir iyilik yaparsa ona, ondan yedi yüze kadar sevap yazılır”, “...İyilik kişiyi cennete götürür...”, “Bir kimse kardeşine yardım ettiği sürece, aynı şekilde Allah da o kimsenin yardımında olur”, “İyilik güzel ahlaktan ibarettir”, “Kardeşini güler yüzle karşılama dahi olsa hiçbir iyiliği küçük görme”.

Sadaka Türleri

Görüldüğü gibi İslami sosyal hizmetler, Allah rızası için yoksullara ve muhtaçlara yapılan her türlü hayır ve iyiliği sadaka olarak tanımlamaktadır.

Özellikle gönüllü sadakalar, bir toplumda kardeşliğin ve sosyal dayanışmanın tesisinde önemli bir rolü vardır. İslam dini, mal ve parayı tasadduk etmenin yanında, sadakanın kapsamını ve özellikle sosyal ahlak alanını çok geniş tutmaktadır. Dolayısıyla sosyal dayanışma, yardımlaşma anlamında maddi ve parasal bir yardım olabileceği gibi moral verme, teselli etme gibi manevi bir destek de olabilmektedir. Değişik insan gruplarıyla iyi geçinmenin yol ve yöntemlerini öğreten bu tür hadisler, insanda iyilikseverlik ve yardımseverlik duygularını aşılamaya yönelik bir sosyal bilinç oluşturmaktadır. Maddi destekten ziyade sosyal sorumluluk bilinci ve ahlakı kapsamına girebilecek bazı sadaka türleri şunlardır:

(12)

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 12 Sadakanın birçok

çeşidini, zengin olmayan insanlar da

yerine getirebilme şansına sahip

olmaktadır.

1- İki kişinin arasında adaletle hükmetmek

2- Özürlü veya yaşlı insanlara günlük hayatlarında yardımcı olmak 3- Gönül alıcı güzel ve yumuşak bir söz sarf etmek

4- Tebessüm etmek 5- Bir ağaç dikmek 6- Hayvanları korumak

7- Bir kimseye yol veya adres tarif etmek

8- Aile fertlerinin, akrabalarının ve(ya) komşularının ihtiyaçlarını karşılamak 9- Gelip geçenlere eziyet veren şeyleri yoldan gidermek

Sadakanın birçok çeşidini, zengin olmayan insanlar da yerine getirebilme şansına sahip olmaktadır. Nitekim Hz. Peygamber, bir hadislerinde buna işaret etmektedir:

“Âmâya rehberlik etmen, sağır ve dilsize anlayacakları bir şekilde anlatman, ihtiyacı olanın ihtiyacını gidermesi için ona rehberlik etmen, derman arayan dertliye yardım için koşuşturman, koluna girip güçsüze yardım etmen, konuşmakta güçlük çekenin meramını ifade edivermen, bütün bunlar sadaka çeşitlerindendir...”

(Ahmed b.Hanbel, 1982:154).

Hz. Peygamber, eğitim - öğretim faaliyetine Mekke’de başladığı zaman, tek Allah’a iman etmenin yanında imanın da bir sosyal sorumluluk taşıdığını sürekli olarak hatırlatmıştır. Buna göre; iman esasları ile sosyal yükümlülükler birbiriyle sımsıkı bağlıdır. Hz. Peygamber sosyal boyutlu bir imanı ön planda tutarak, kişilere sadaka kültürünü aşılamak istemiştir. Hz. Peygamber, sosyal hayatta başkalarıyla paylaşımı esas alan ve toplumun üyelerine de bu yönde yönlendirici ilkeler

koymuştur. Bir taraftan “Komşusu aç iken, tıka basa karnını doyuran kimse (gerçek) mümin değildir” demek suretiyle sosyal sorumluluk duygularını geliştirmek istemiş diğer taraftan da “Servet bir Müslüman için ne güzel arkadaştır. Yeter ki, o

servetinden yoksula, yetime ve yolcuya vermiş olsun” diyerek sosyal dayanışmanın yollarını göstermiştir (Ahmed b. Hanbel, 1982:21). Dolayısıyla insanların acı ve ıstıraplarını paylaşmak, dertlerine deva olmaya çalışmak ve bu yolla Allah’ın rızasını kazanmak, hem Hz. Peygamber’in sosyal sünnetini yerine getirmek hem de

sadakada bulunmak anlamlarına gelmektir.

Sadaka-i Cariye

Hz. Peygamber, devam etmesi bakımından sürekli ecir (sevap) getiren sadaka türlerini (Sadaka-i Câriye) de önemsemiştir. Hz. Peygamber bununla ilgili olarak şunların altını çizmiştir: "İnsanoğlu öldüğü zaman bütün amelleri kesilir. Ancak devam eden sadaka (sadaka-i cariye), kendisinden faydalanılan ilim ve kendisine hayır dua eden salih bir evlat bırakanlarınki kesilmez." Bazı hadisçiler "sadaka-i cariyeyi", vakıf ile tefsir etmiş ve sadaka devam ettiği müddetçe sevabının da devam edeceğine hüküm vermişlerdir. Somut olarak sadaka-i cariye kapsamına;

yol, köprü, çeşme, mescit, muhtaçlar için aşevi, bakım merkezi, rehabilitasyon merkezi, mesken, fabrika ve hastane gibi sosyal hizmet kuruluşları da girmektedir.

İnsanlar, bu gibi yerlerden yararlandığı sürece, bunları yaptıranlar, yapılmasına

(13)

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 13 Hz. Peygamber,

toplumsal dayanışma ve yardımlaşma konusunu "aynı geminin yolcuları"

misalinden anlatmaktadır

sebep olanlar, yol gösterenler ve destek olanlar, gerek sağlıklarında, gerekse vefatlarından sonra ecir almaya devam etmektedir (Seyyar-Genç, 2010:595).

ASR-I SAADETTE SOSYAL KARDEŞLİK PAKTI VE İSAR TOPLUMUNUN OLUŞTURULMASI

Hz. Peygamber, sosyal dayanışmanın önemine vurgu yapmak gayesiyle iki katlı bir gemi misalini vermektedir. Üst kattaki varlıklı kişiler ve yöneticiler, alttaki yoksullarla (dezavantajlı sosyal gruplarla) ilgilenmedikleri için yoksullar

kendilerince bir çözüm arayışına girmektedir. Ancak bu tek taraflı çaba, her iki gruba da zarar vereceği için toplumsal felakete yol açmaktadır. Hz. Peygamber, toplumsal dayanışma ve yardımlaşma konusunu "aynı geminin yolcuları"

misalinden hareketle şu şekilde anlatmaktadır:

“Allah’ın sınırlarını gözetenler ile bu sınırları çiğneyenler, bir gemiyi paylaşanlara benzer: Gemi konusunda kura çektiler. Kimisine geminin üstü, kimisine de altı düştü. Geminin alt bölümünde bulunanlar, sudan almak istedikleri zaman, yukarıdakilerin yanına uğruyorlardı. Alttakiler 'Biz payımıza düşen ambarda bir delik açsak, kendimize de, onlara da zarar vermemiş oluruz' dediler. Şayet bu üsttekiler alttakileri bu dilekleriyle baş başa bıraksalardı, hepsi yok olurdu. Fakat onların ellerini tutarlarsa, hem kendileri kurtulur, hem de onlar kurtulur" (Ahmed bin Hanbel, 273).

Hz. Peygamber, bir taraftan “Üstteki el (veren el), alttaki elden (alan el) daha hayırlıdır” (Ebû Dâvûd, 2009:28,39) demek suretiyle sivil sosyal dayanışmanın önemine vurgu yapmakta diğer taraftan da “Sadakanın en hayırlısı vereni fakirleştirmeyecek, alan kimseyi tekrar istemekten caydıracak miktarda olanıdır”

(Buhari, Zekât, 18) diyerek sadaka kültürünün temel esaslarını belirlemektedir.

Sosyal Sünnetin hedeflerinden belki de en önemlisi ileri seviyede sosyal bir toplum meydana getirmektir. Bunun için de toplumun üyelerinde bireysel fedakârlık duygularının en üst seviyede olması gerekmektedir. Bir başka ifadeyle sosyal toplum inşasında isar (altrüzim) bilincinin varlığı şarttır. Sözlük anlamı açısından altrüizm, “bir şeyi veya bir kimseyi diğerine üstün tutma ve tercih etmektir”. Batı literatüründe geçen altrüizm kavramı, tam olarak isar tutum ve davranışı yansıtamamaktadır. Çünkü altrüizm anlayışında karşılık görme yönü de bulunmaktadır. Aynı şekilde karşılık görmek üzere başkalarına faydalı olacak davranışlar da, karşılıklı özgecilik (reciprocal altruism) olarak kabul edilmektedir.

İslami sosyal hizmetlerde ise altrüizm, daha çok isar (diğergâmlık veya fedakârlığın en ileri derecesi) terimi ile açıklanmaktadır. Sosyal boyutuyla “isar”ın oluşmasında etkin faktörlerin başında Allah ve kul sevgisine bağlı saygı, merhamet, şefkat, duyarlılık, cömertlik, fedakârlık, sağduyu, sosyalleşme ve cemaatleşme ihtiyacı gelmektedir. İsar kültürünün özellikleri kısaca şunlardır (Seyyar-Genç, 2010:371- 372):

1- Cömertliğin zirve noktası ve fedakârlığın en yüce derecesi.

2- Başkalarının ihtiyacını görüp gözetmek ve bunu kendi ihtiyacının önüne geçirerek yapmak.

(14)

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 14 İslam tarihinde isar

örnekleri çoktur.

3- Kendisinin de muhtaç olduğu bir konuda, başkasının ihtiyacını karşılamayı tercih etmek ve onun menfaatini sağlamaya öncelik vermek

4- Kendilerinin aşırı bir ihtiyaçları olsa bile diğer insanları, Allah rızasını kazanmak dileği ile öz canlarından fazla üstün tutmak

5- Gönülde ortaya çıkan şefkat ve merhamet hissinin bir tezahürü olarak fakirlikten korkmaksızın, Allah rızası için başkalarına cömertçe yardım edebilme fazileti

Sosyal içerikli özellikleri tahlil edildiğinde isar odaklı eylem biçiminin, cömertlikten ve fedakârlıktan da daha ileri bir haslet olduğu söylenebilir. Çünkü diğergamlıkta ve cömertlikte, kendine lazım olmayanı veya kendine ait olanın ancak bir kısmını vermek varken, isarda hem kendine lazım olanı hem de kendine ait olanı bütünüyle vermek vardır.

Birbirlerini büyük bir güçten (Yaratandan) kaynaklanan sevgi ile seven ve birbirlerine her hususta azami derecede yardımcı olan bir toplumun inşası her ne kadar ütopik gibi görünse de İslam tarihinde isar örnekleri çoktur. Mesela Asr-ı Saadet’te ensarın (Medineli Müslüman topluluk), Mekke'den Medine'ye hicret (göç) etmek mecburiyetinde kalan muhtaç Müslümanlara (Muhacirun), Hz.

Peygamber tarafından kurulan kardeşlik bağı sayesinde sergiledikleri iyilikleri ve cömertlikleri bir örnek olarak gösterilebilir. Müslümanlar, Mekke döneminde 13 yıl boyunca hem sosyo-ekonomik hem de dini özgürlükler açısından çok sıkıntılı bir dönem geçirmişlerdi. Hicretten sonra başlayan Medine hayatı ise Müslümanlara yaşama ve inanç özgürlüğü getirdi ise de ekonomik refah sağlayamamıştır. Hicret edenler; Mekke’de evini, bağını, bahçesini, iş yerini topyekûn her şeyini bırakarak yeni bir hayata başlamışlardır. Hicretle birlikte Medine’de âdeta nüfus patlaması olmuştur. Kısa bir süre sonra da savaşlar başlamıştır. Yerli halkın zor hayat

mücadelesine, bir o kadar işsiz güçsüz, evsiz barksız göçmen ilave edilmiştir. Üstelik Müslümanlar arasında zengin olanların sayısı da o dönemlerde çok az idi (Yardım, 1998:442).

Dolaysıyla yoksullukla mücadele noktasında toplum nezdinde sosyal

dayanışma açılımlarına ihtiyaç vardı. Hz. Peygamber, Medine’ye gelmesinden beş ay sonra, zor durumda kalan muhacirlerin durumlarını iyileştirmeye yönelik olarak muhacirlerle ensar arasında bir kardeşlik anlaşmasının yapılmasını önerdi. Sosyal kardeşlik çerçevesinde 186 muhacir ailesi aynı sayıdaki ensar ailesinin yanına yerleştirilebildi. Muhacirler, manevi kardeşlik sorumluluğun bir gereği olarak ensara değişik işlerde beden gücüyle destek oldular. Bu durum, hicri 7. yılda Hayber’in ele geçirilmesine kadar devam etmiştir (Yeniçeri, 1989: 364).

Kur’an’da (Haşr:9), bütün mal varlıklarını Mekke’de bırakarak, Medine’ye göç etmek mecburiyetinde kalan başta Hz. Peygamber olmak üzere bütün muhacirleri şefkatle kucaklayıp mal varlıklarını onlarla paylaşan ensar, övgüyle anılmakta ve onların şahsında Müslüman bir toplumda olması gereken bazı sosyal özelliklere temas edilmektedir.

(15)

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 15 Vakıf, sosyal dayanışma

ve başkalarına iyilik yapma duygusunu

hukuki statüye kavuşturan bir sosyal

kurumdur.

Hayırsever zenginler, vakıflar kurmak suretiyle sosyal yardımlaşmada devletlerin mali yükünü

hafifletmişlerdir.

BİR SOSYAL HİZMET KURUMU OLARAK VAKIF

Vakıf müessesi, tüm İslam âleminde yüzyıllarca yaşamış ve hayatın günlük olayları ile sıkı sıkıya ilgilenmiş ekonomik ve sosyal yaşayış üzerinde derin etkiler yapmış bir kurumdur. Bu kurum, İslam medeniyetinde ve İslam yaşantısı üzerinde önemli bir yere sahiptir (Köprülü, 1954).

Vakıf kelimesi Arapça “durdurmak, alıkoymak, hapsetmek” anlamlarında kullanılan Arapça “vakf” kökünden gelmektedir. Terim olarak vakıf, Allah'ın rızasını kazanmak ve ahirette karşılığını sadece O'ndan beklemek amacıyla bir malı veya mülkü; satılmamak kaydıyla, bir hayır işine yani sosyal faydası olan bir yatırıma bırakmak ve bağışlamaktır. Vakıf, sosyal dayanışma ve başkalarına iyilik yapma duygusunu hukuki statüye kavuşturan ve ona devamlılık kazandıran tüzel kişiliğe sahip bir sosyal kurumdur. Dolayısıyla İslam hukuku açısından vakıf; faydaları ve elde edilen gelirleri, (muhtaç) insanlara ait olmak üzere, Allah’a adanan ve zaman süresiyle sınır koymaksızın temlik ve temellükten (kendine mülk edinmekten) hapis ve men edilen maldır (Seyyar-Genç, 2010:822).

Genel kabul görmüş bir yaklaşımla vakıf, (varlıklı) bir insanın veya ailenin sahip olduğu malı veya geliri kendi isteği ve hür iradesiyle belirli amaç ve şartlara göre toplumun kullanımına ve faydalanmasına, herhangi bir maddi karşılık

beklemeksizin tahsis etmesidir. İnsanların ve toplumun sosyal hizmetine sunulan bu mal ve gelirler bir örgütsel yapı içinde şekillenerek kurum olarak varlığını nesiller boyu sürdürmüştür (Erdoğmuş, 1990:93).

İnsanları vakıf kurmaya sevk eden unsurların başında dünya hayatının geçici olduğu, insan ömrünün bir gün gelip biteceği, bu dünyada sahip olunan her şeyin insana ahiret hayatını kazanmak için verildiği inancı gelmektedir. Vakıflar aracılığı ile mülkün sahibinin Allah olduğu, zenginliğin bu dünyaya mahsus bir imtihan vesilesi olduğu belirtilmektedir. Bu bağlamda vakfın meşruiyetinde yatan asıl sebep, kişinin vakıf yoluyla tasaddukta-iyilikte bulunarak Allah’a yaklaşma gayesidir. Bu düşünce ile Müslüman toplumların üyeleri, birbirleriye yakınlaşma ihtiyacı duymuştur. Dolayısıyla vakıf kurumuna ve kültürüne ilgi gösteren Müslüman toplumların sosyo-kültürel yapısı, dengeli bir şekilde gelişebilmiştir (Öztürk, 1995:20).

Maddi bir karşılık beklemeden başkalarına sosyal yardımda bulunmak ve değişik ihtiyaçları karşılamak adına sosyal hizmet götürmek gibi sosyal paylaşmanın bir ürünü olan vakıf kurumu, İslam tarihinde toplumların sosyal barış içinde birlikte yaşamalarını sağlamıştır. Özellikle hayırsever zenginler, bir sosyal politika aktörü gibi davranarak, başkaları için vakıflar kurmak suretiyle sosyal yardımlaşmada devletlerin mali yükünü hafifletmişlerdir. İslami yardımlaşma prensibinin bir sonucu olarak ortaya çıkmış olan vakıflar, İslam ülkelerinin tamamında sayılamayacak kadar çok sayıda ve önemli hizmetler ifa etmiştir. Kısacası vakıf kurumu, dünyevi hiçbir karşılık beklemeden iyilik yapma, yardımlaşmada bulunma ve her alandaki güzel davranma duygularının sosyal hayata somut olarak

yansıtılmış şeklidir.

(16)

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 16 İnfak sosyal duyarlı bir

insanın, gelirinin bir kısmını, muhtaç insanlara gönülden

dağıtmasıdır.

Kökü İslam hukukuna dayanan vakıf kurumu, İslam tarihinde Emeviler zamanında hız kazanmıştır. Nitekim hicri 88 yılında Emevi Halifesi Abdulmelik oğlu Velid, Şam’da Ümeyye Cami için ilk defa köy ve mezraları gelir getiren birer kaynak olarak vakfetmiştir. Abbasi Devleti’nde ise vakıflar daha fazla gelişme kaydetmiştir.

Büyük Selçuklu, Anadolu Selçukluları ve Osmanlılarda bu seyir artarak devam etmiştir. Mescitler, camiler, kervansaraylar, tekkeler, medreseler, mektepler, köprüler, sulama kanal ve yolları, darüşşifalar (hastaneler), yetimhaneler, imaretler ve külliyeler, hep vakıflar sayesinde sosyal hayata hizmet etmişlerdir. Vakıflar, tüm İslam âleminde yüzyıllarca yaşamış ve hayatın günlük sosyal sorunların çözümüne varıncaya kadar ekonomik ve sosyal yaşayış üzerinde kalıcı sonuçlar sağlamıştır.

(Kazıcı, 1985:54-55).

Vakıf Kurumunun Temel Dayanakları

Vakıf kurumu, İslam kültürüyle adeta özdeşleşmiş bir kurumdur. İslam'dan önce de semavi dinlerin etkileriyle, çeşitli kültürlerde -fazlaca yaygın olmasa da- vakfı andıran kurumların bulunduğu bilinmektedir. Zira İslam'dan önceki semavi dinlerde de, insanlardaki yardımlaşma duyguları başta olmak üzere, tüm canlılara faydalı olma istek ve duygularının gelişmesine yönelik esaslar mevcuttu. Ancak özellikle hukuki statüsü ve bu hukuki statünün sonucu olarak ulaşılan sosyal hizmet yelpazesinin zenginliği açısından İslam toplumlarında ortaya çıkan vakıflar, İslam kültürünün bir ürünüdür (Gözübenli, 2003).

İslam’ın kutsal kitabı Kur’an’da vakıf kelimesi, direkt olarak geçmese de Kur’an’da sosyal dayanışma ve yardımlaşmayı emreden birçok ayet bulunmaktadır.

Dolayısıyla Kur’an’da vakfın doğuşuna sebep olan hükümler fazlasıyla mevcuttur.

Örneğin ZEKÂT, SADAKA terimlerinin dışında İNFAK, MAUN, KARZ-I HASEN ve BİRR gibi terimler, vakıflar yoluyla sosyal hizmet alanlarında aktif olmayı teşvik

etmektedir. Sosyal hizmet hedefli bu terimlere kısaca değerlendirelim:

a) İnfak: Lügatçe infak; nafaka vermek, beslemek, geçindirmek, harcayıp tüketmek, sarf etmek, harcamak, geçim masraflarını karşılamak, para veya malı elden çıkarmak, yardım etmek veya akrabalarından ya da diğer insanlardan fakir ve muhtaç olanların geçimini sağlamak” gibi anlamlara gelmektedir. Bir sosyal terim olarak infak ise, kendisine Yaratan tarafından verilen nimetlere şükretmek niyeti ile sosyal duyarlı bir insanın, gelirinin (malının) bir kısmını, muhtaç insanlara (fakirlere, miskinlere vb.) gönülden dağıtmasıdır. İslam anlayışına göre; insanın sahip olduğu servetin asıl sahibi Allah’tır. O’nun emanet olarak verdiği bu servetten başkalarına cömertçe infakta bulunmak, bir şükür ifadesidir.

İslam hukukunda infakın kapsamı geniş tutulmaktadır. Aile reisinin bakmakla yükümlü olduğu kimselere harcama yapmasını kapsadığı gibi (eşi, çocukları, erkek ve kız kardeşleri, amcası, amcasının çocukları vs.) fakir ve muhtaçlara yapılan yardımları da kapsamaktadır. Dolayısıyla infak, farz olan zekâtı ve gönüllü olarak yapılan her türlü harcama (sadaka) ve hayrı da içermektedir. Gönüllü infak kapsamında her türlü hayır hizmetlerini daha sistemli bir şekilde ifa edebilmek için Müslümanlar

(17)

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 17 Karz-ı hasen”, menfaat

düşünmeden, hayırsever bir kişinin, ihtiyaç içinde olanlara

borç vermesidir.

“… Ve sana, hangi şeyi infak edeceklerini soruyorlar. De ki:

‘İhtiyaçlarınızdan fazlasını (helal ve güzel olan şeyleri) veriniz’ “ (Kur’an, Bakara:219).

“Maun’u vermeyenlerin vay haline” (Kur’an, Maun:1-7).

değişik sosyal hizmet alanlarında vakıf eserleri meydana getirmişlerdir.

Kur’an, infakta bulunma yöntemini de göstermektedir.

b) Maun: Maun, kelime olarak “eve lazım olan şeyler”, “ev eşyası”, “ufak tefek ihtiyaçlar” ve “malın zekâtı” anlamlarına gelmektedir. Terim olarak maun, kişiler arası her türlü sosyal yardımlaşmadır.. İslam terminolojisinde maun, imanın bir gereği olarak kardeşliği ve sosyal dayanışmayı pekiştirmek maksadıyla mal ve menfaat paylaşımı biçiminde gerçekleşen bir sosyal yardımlaşma biçimidir. Bir başka ifadeyle maun, malın farz olan zekâtını hak sahibi muhtaçlara vermenin yanında, günlük hayatta kullanılan ev eşyasını ve ihtiyaç duyulan diğer araç-gereçleri, ödünç olarak ihtiyaç sahiplerinin hizmetine sunmaktır. Kur’an’da bir surenin adı Maun ismini taşımaktadır. Burada sosyal hayatta yapılan faydalı işlerin ahirette karşılığının alınacağına, toplumda sosyal dayanışma ve yardımlaşmanın bu anlayış doğrultusuna yapılması gerektiğine vurgu yapılmaktadır. Maun suresinde maun’un sosyal ve ahlaki önemi ve manevi cezası şu şekilde ifade edilmektedir:

Geçmişte Müslümanlar, kişilerin değişik sosyal ihtiyaçlarını karşılayan vakıflar kurmuşlardır. Halife Ömer bin Abdülaziz döneminde şehir

merkezlerinde yoksullar için aşevleri kurulmuş, sosyal konutlar inşa edilmiş ve yoksulların hayat kalitesinin artırılmasına yönelik kendilerine günlük ihtiyaçlarını karşılamaları için ev eşyaları temin edilmiştir (Köse, 2010: 91).

c) Karz-ı Hasen: Güzel borç anlamına gelen “karz-ı hasen”, menfaat düşünmeden, imkânı olan hayırsever bir kişinin, darda kalmış ve ihtiyaç içinde olanlara borç vermesidir. Karz-ı Hasen; varlıklı bir kişinin, hiçbir maddi menfaat düşüncesi gözetmeksizin, sırf Allah rızası için iyi niyetli ve dinin emirlerine uygun olarak özellikle muhtaç bir insana ödünç vermesidir. İslam toplumunun fertleri arasında karşılıklı yardımlaşma ve dayanışmayı sağlamaya yönelik gönüllü sosyal yardımlaşma kurumlarından biri olan karz-ı hasen uygulamaları gereğince, birine ödünç olarak verilen şey (nakit para, ölçülebilir, tartılabilir ve sayılabilir bir mal), faiz şüphesine yer bırakmayacak biçimde, miktarında herhangi bir değişiklik yapmaksızın aynen geri alınır. Ancak, borçlunun geri ödeme gücü yok ise, borcu ya ertelenir ya da en güzeli geri ödemesi için ısrarcı bir tutum sergilenmez ve bundan gönüllü olarak vazgeçilip verilen şeyin iadesi istenmez. Bu durumda karz-ı-hasen, sadaka hükmü kazanmaktadır.

(18)

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 18 Birr, Allah’a

inanmak...ve maldan seve seve yetimlere, yoksullara...vermektir

“Gerçek birr, Allah’a inanmak...ve maldan seve seve yetimlere, yoksullara...vermektir” (Kur’an, el-Bakara:177).

Muhtaç birine, ödünç bir şey verilirken borç veren kişinin, bunu göz önünde bulundurması gerekmektedir. Hatta bunu yaparken borç yerine sadaka da verebilir. Ancak, ihtiyaç sahibinin bundan incinebileceğini düşünerek, bazen ödünç olarak vermek, sosyal ahlak ve kişinin şahsiyetini ve haysiyetini korumak açısından daha isabetli olur. Nitekim İslam Peygamberi, "Bir şeyi ödünç vermek, onu sadaka olarak vermekten hayırlıdır" demiştir. Karz-ı Hasen, sadece fertten ferde yapılan bir davranış ve borç verme biçimi olmayıp, devletçe veya kişilerce meydana getirilecek vakıf veya fonlardan, müteşebbisler için verilen faizsiz kredileri de kapsamaktadır (Seyyar, 2008:253). Halife Ömer bin Abdülaziz döneminde zimmet ehlinden (gayr-i müslimlerden) olup da mali durumu iyi olmayanlara da arazilerini işleyebilecek kadar ödünç para verilmiştir (Köse, 2010:88).

d) Birr: Birr; hayırda genişlik, güzel davranış ve iyilikte bulunmaktır. Birr, Müslümanların, Allah’a karşı kulluk görevlerini yerine getirmenin ötesinde sosyal hayatta gerek kendi aralarında gerekse diğer dinlere mensup insanlara karşı güzellik ve adaletle davranmalarıdır. Her insana ve özellikle muhtaçlara iyilikte bulunmak, salih ameller (hayırlı hizmetler) bağlamında olduğu için birrdir. Daha geniş bir ifadeyle; kişilerin vicdanına hükmeden tasavvur ile kişilerin sosyal hayatını düzenleyen eylemler, Kur’an’ın önerdiği ölçüler dahilinde birleşmesi ile birr gerçekleşmektedir. Bu bağlamda hakkaniyet ölçülerini ve sevgiyi esas alan Müslüman toplumlarında kişiler arası iyilikte bulunma örnekleri çoktur. Kur’an; “iyilik etti, iyi davrandı, hayırda bol ve geniş oldu” anlamlarında “Berra”

kelimesini değişik şekillerde ve bağlamlarda kullanmaktadır (Kur’an, el- Mümtehine:8. Ali İmran:193). Hz. Peygamber “birr” nedir sorusuna şu ayetle cevap vermiştir: “Birr, yüzünüzü doğu ve batı yönüne çevirmeniz değildir; fakat -birr- Allah'a, ahiret gününe, meleklere, kitaplara ve nebilere iman eden, sevdiği halde malı yakınlara, yetimlere, miskinlere, yolda kalmışa, dilenenlere ve boyunduruk altındakilere infak eden, namazı kılan ve zekâtı veren, sözleştiklerinde ahdini yerine getirenler, zorluk hali, zarar anları ve güçlük zamanında sabredenlerdir. Onlardır sadık olanlar ve onlardır müttaki olanlar" (Kur’an, Bakara:117). Ayetten de anlaşılacağı üzere, birr hem imanı hem de bütün sosyal içerikli eylemleri içine almaktadır. Burada birr, sosyal eylemden ziyade bu eylemleri gerçekleştiren bir kişi olarak sunulmaktadır. Ayrıca birr kapsamına sadakat (doğruluk) ve takva da girmektedir. İyilikte bulunabilmek için kişinin, hem kendine karşı manevi sorumluluklarını hem de toplumun değişik sosyal kesimlerine karşı yükümlülüklerini yerine getirmesi gerekmektedir. Kur’an iyilik kavramına böyle geniş bir anlam vermektedir.

(19)

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 19 Hz. Peygamber,

Medine’de şahsi mülkü olan Fedek arazisini

vasiyet yoluyla yoksullara vakfetmiştir.

"Sevdiğinizden infak etmedikçe birr’e erişemezsiniz" (Kur’an, Âli İmrân:92).

“Birr ve takva konusunda yardımlaşın. Ama günah (zulüm) ve düşmanlık (haddi aşma) üzere yardımlaşmayın” (Kur’an, Maide:2).

Birr ile ilgili diğer ayetler de, yukarıdaki ayetlerin bazı yönlerini açıklayıcı niteliktedir. Söz gelimi infak ederken kişinin sevdiği şeyden vermesi de birr’in özelliklerinden.

Sevap ve ibadet olan bir fiile vesile olması açısından birr kapsamına girebilecek bütün eylemlerin vakıf yoluyla yapılması, Müslümanlarca isabetli bulunmuştur. İslam hukukuna göre vakıfların asıl amacı toplumsal fayda (hayır) sağlaması ve kişiye sevap kazandırmasıdır. Zaten vakfın meşruiyetinde yatan asıl sebep de, sosyal alanlarında hayırlı hizmetlerde bulunarak Allah’a yaklaşma gayesidir. Kur’an’da, özel hukuk tüzel kişiliklerinin, vakıf türünden olsun şahıs topluluğu (dernek) türünden olsun, “amaç” yönünden her zaman iyilik yoluyla sevap kazanma ve Allah’a yakın olmak arzusu vardır (Ertunç, 2007). Kur’an, bu tarz iyilikleri takva (Allah’a karşı gelmekten sakınma) boyutuyla ele almaktadır.

Birr, bu yönüyle İslam’ın sosyal dayanışma ruhunu idrak ederek, nefsin bencilliğinden kurtulmak, kendi ihtiyacı olan nesneleri bile daha fazla ihtiyacı olana infak edebilmek demektir. Şu halde birr kelimesi ile özellikle vakıflara ve şahıs topluluklarına (derneklere) işaret edilmiştir (Hatemi, 1996).

Hz. Peygamber’in Vakıfların Kurulmasını Teşvik Etmesi

Hz. Peygamberin bizzat kendisinin de vakıf yoluyla muhtaçlara sosyal destekte bulunmuş olması, maddi durumu yerinde olan ashabının (yol arkadaşlarının) onu takiben böyle eserler meydana getirmesine vesile olmuştur. Hz. Peygamber, Medine’de şahsi mülkü olan Fedek arazisini vasiyet yoluyla yoksullara vakfetmiştir.

Vakfettiği bahçesine Hz. Ebubekir nezaret etmiştir. Böylece ilk İslami vakıf, Hicretin birinci asrında Hz. Peygamber tarafından kurulmuştur. Buna takiben Hz. Ömer de, Hayber fethinden sonra kendisine tashih edilen hurmalığını Hz. Peygamber’le danıştıktan sonra vakfetmiştir (Çataltepe, 1990:17).

Hz. Osman ve birçok sahabe de ‘vakıf’ tesis etmiştir. İslam dünyasında vakıf müessesesi, hicretin birinci asrında kurulmuş statüsünü tamamlamış ve vakıf tesisine büyük hız vermiştir.

(20)

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 20

Ö ze t

•İslam toplumlarında özellikle; kimsesiz ve yoksul insanlar, devletin sosyal koruma kapsamına alınmışlardır. İslam tarihinde ortaya çıkan birçok devlet, kendi idaresi altında yaşayan fertlerin sosyal haklarını hiçbir dini veya etnik ayrımcılık

yapmaksızın koruma altına almıştır. Devletlerin başında olan halifeler, sosyal koruma sistemlerini genelde zekât gibi özel sosyal vergi kaynaklarıyla

geliştirebilmişlerdir. Bunun bir sonucu olarak örneğin Emevi halifesi Ömer bin Abdülaziz döneminde yoksulluk sorunu bütünüyle çözülebilmiş olduğu gibi daha önceden zekât gelirleriyle geçinen insanlar kısa bir zaman sonra zekât verecek hale gelebilmiştir. Diğer taraftan Hz. Peygamber’in sosyal içerikli mesajları da sivil alanda gönüllü yardımlaşma geleneğinin (sadaka kültürünün) yerleşmesine katkı sağlamıştır. "Zenginlerinden alıp fakirlerine vermeyen bir ümmeti Allah nasıl iflah eder ?" sözü bile sosyal dayanışma toplumunun oluşturulmasına yönelik manevi ihtar anlamındadır. Geçmişte Müslüman topluluklar, "...ve kendilerine verdiğimiz rızıktan Allah rızası için verirler" (Kur’an, Bakara:3) ayetinden de anlaşılacağı üzere “sadaka kültürü” ile toplumsal hayatta maddi ve manevi dayanışmayı teşvik ederek, sosyal barışı ve ilerlemeyi gerçekleştirebilmişlerdir. Zenginlerin ve güçlülerin, muhtaçları ve yoksulları minnet altında bırakmamaları ve sosyal barışı zedelememeleri yönünde de Kur’an ciddi ikazlar yapmaktadır. "Ey iman edenler!

Başa kakmak ve eziyet etmek suretiyle sadakalarınızı boşa çıkarmayınız"

(Bakara:264). Sadaka uygulamalarının daha sistemli ve devamlı olabilmesi için, birçok zengin Müslüman, sosyal hizmetlerini vakıf yoluyla adeta

ebedileştirebilmiştir. İslam topluluklarında sosyal hizmetlerin bu kadar etkin olabilmesi, zengin Müslümanların ruh dünyalarındaki manevi sorumluluk duygusunun yüksek olması ile yakından ilgilidir. Sosyal Sünnet, maddi refahla birlikte ortaya çıkabilecek dünyevileşme eğilimininin önüne varlıklı kişilere yüklediği manevi ve sosyal sorumluluk duygularıyla geçebilmiştir. Sosyal Sünnet;

çalışmanın, para kazanmanın ve toplumsal refahın önemine vurgu yaparken, zenginleşme sürecindeki sosyal ve manevi riskleri de hatırlatmakta ve kişilere amaçlar ile araçlar arasındaki ilişkiyi karıştırmadan hayatın asıl gayesini korumalarını tavsiye etmektedir. Sosyal Sünnete göre; dünyada yaşamanın gayesi, hem yoklukta hem de varlıkta Allah’a olan kulluk borcunu kendi özel şartları içinde yerine getirmekle birlikte hem yoksulluğu hem de zenginliği bir imtihan olarak görmektir. Bu kulluk şuuruyla, toplumun her bir üyesi, kendine ait dünyevi ve uhrevi sorumluluklarını yerine getirerek, her iki dünyada esenliğe kavuşabilecektir. Sosyal Sünnetin etkisi altında kalan toplumlar, geçmişte en ideal sosyal koruma sistemlerini geliştirebilmişlerdir.

(21)

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 21

Değerlendirme sorularını sistemde ilgili ünite başlığı altında yer alan “bölüm sonu testi”

bölümünde etkileşimli olarak

cevaplayabilirsiniz.

DEĞERLENDİRME SORULARI

1. Ticaret maksadı ile alınıp satılan tüm malların zekât oranı kaçtır?

a) % 2.5 b) % 5 c) % 7.5 d) % 10 e) % 20

2. Zekât ödemeyi gerektiren asgari hayat standardının bir başka adı nedir?

a) Sadaka

b) Sadaka-i cariye c) Öşür

d) Nisab

e) Havaic-i Asliye

3. Aşağıda belirlenen sosyal kesimlerden hangisi zekâttan yararlanamaz?

a) Yoksullar b) Amiller c) Köleler d) Borçlular e) Varlıklı insanlar

4. Aşağıdakilerden hangisi zekât kurumunun sosyal hedeflerinden değildir?

a) Zenginlere sosyal ve manevi sorumluluk bilinci vermek b) Yoksullukla mücadele etmek

c) Sosyal adaleti tesis etmek

d) Yoksulluk kültürüyle mücadele etmek e) Zenginlerin refah seviyesini artırmak

5. Aşağıdakilerden hangisi Hz. Ebu Bekir ile Hz. Ömer’in uyguladığı vatandaşlık geliri modelinin ortak özelliğini yansıtmaktadır?

a) Her iki modelde de din ayrımı yapılmaksızın herkese vatandaşlık geliri bağlanmıştır

b) Her iki modelde de bazı kesimlere refah paylı vatandaşlık geliri ödenmektedir

c) Her iki modelde de herkese eşit miktarda vatandaşlık geliri ödenmektedir d) Her iki modelde de sadece yoksullara gelir bağlanmaktadır

e) Her iki modelin finansman kaynağı zekât dışı vergi gelirleridir

(22)

Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 22 6. Aşağıdakilerden hangisi sadaka kavramını doğru açıklamamaktadır?

a) Allah'a kulluk konusunda yaratılanlara sadakat gösterme durumudur b) Allah rızası için gönüllü olarak muhtaçlara yapılan her türlü iyiliktir c) Her zekât, sadaka olduğu hâlde, her sadaka, zekât değildir

d) Her sadaka, zekât olduğu hâlde her zekât sadaka değildir

e) Zorunlu olmadan yapılan ve sosyal faydası olan her türlü eylemdir 7. Aşağıdakilerden hangisi sadaka türüne girmemektedir?

a) Özürlü veya yaşlı insanlara günlük hayatlarında yardımcı olmak b) Güzel ve yumuşak söz sarf etmek

c) Bir kimseye yol veya adres tarif etmek d) Uyumak ve eğlenmek

e) Gelip geçenlere eziyet veren şeyleri yoldan uzaklaştırmak 8. Aşağıdakilerden hangisi isar kavramını doğru yansıtmamaktadır?

a) Fazlasıyla cömertlik göstermek

b) Allah rızası için başkalarına cömertçe yardım edebilme fazileti c) Fedakârlıktan sakınmak ve kendini düşünmek

d) Kendisinin de muhtaç olduğu bir konuda, başkasının ihtiyacını karşılamayı tercih etmek

e) Başkalarını kendi hayatlarından daha fazla üstün tutmak 9. Mekke'den Medine'ye hicret etmek mecburiyetinde kalan muhtaç

Müslümanları sosyal koruma altına alan Medineli Müslüman topluluğun adı nedir?

a) Aramiler b) Kureyşliler c) Enbiya d) Ensar e) Ekabir

10. Halife Ömer bin Abdülaziz döneminde mali durumu iyi olmayanlara verilen ödünç para uygulamasının bir başka adı nedir?

a) Karz-ı Hasen b) Zekât c) Sadaka d) Birr e) Nafaka

Cevap Anahtarı: 1.A, 2.D, 3.E, 4.E, 5.A, 6.D, 7.D, 8.C, 9.D, 10.A

Referanslar

Benzer Belgeler

* Nikahta kadının rızası, veli izni ve denklik meselesi * Çok kadınla evlilik. * Evlilikte kadının hak ve yükümlülükleri * Kadının evliliği sona

•Birinci basamak sağlık hizmetlerinin toplumun katılımını sağlayacak şekilde bireylerin yaşadıkları ve çalıştıkları yerlerde koruyucu, tanı koyucu, tedavi

•Bilinmektedir ki psikiyatri tedavi kurumlarında psikiyatrik sosyal hizmetin etkinliği, kurumun özellikleri ve kurumun verdiği hizmetin özellikleri, kurumda yerleşmiş

Yine de ister kamu isterse gönüllü bir kuruluş olsun çalışılan örgütlerin tümünde sosyal hizmet uzmanlarının, mesleğin sosyal adalet misyonuna hizmet eden

kaynaklanmaktadır, belirlenmelidir. •Aracılık etme; sosyal çalışmacı mümkün oldukça yaşlı bireyi evinde alıştığı yaşam alanında tutmaya, yatılı bir kuruma

2- Sosyal hizmet uygulamalarının, hükümlü veya tutuklu bulunan annesinin yanında kalan 0-6 yaş çocuklara yönelik amacı; ceza infaz kurumu dışında

Hitit tapınaklarının en önemli demirbaşları arasında bulunan ve hayvan biçimli içki kabı ya da kurban kabı olarak nitelendirilen BIBRU’lar, Tanrı ve tanrıçalar

解釋;然而,「急性壓力」常常會導致體重減輕,例如有些人在遭遇家人突然生病住院