"Dışarıda çöp topladığımız zaman o süs köpeklerinin değeri bizimkinden yüksek. Karşıdan gelen adam [bizden]
iğreniyor. Bakmaktan bile iğreniyor. Hani burada benim bir yaşam savaşı, yaşam mücadelesi verdiğimi bilmiyor.”
19. yüzyıl büyük endüstri kentlerindeki işçilerin yoksulluğunun yerini günümüzde işçi olmayan kent içi yoksul sınıflar almıştır. Genel olarak baktığımızda, kent içi yoksul sınıflar 19. yy’da fabrikada çalışan işçi figürünün aksine, belirli bir işi olmayan, enformel sektörle bağlantılı bir şekilde hayatını idame ettiren ve yaşamlarını dönüştürme
olanaklarından yoksun bir kesimdir. Bu yeni yoksulluk deneyimi ekonomik yoksulluğun yanında kendini şiddetle hissettiren bir toplumsal dışlanmayı da içinde barındırır.
Günümüzde kent içi yoksullar, kentin gündelik hayatına katılamayan çeşitli etnik ya da marjinal gruplardır.
(Romanlar, Kürtler, Travestiler vb.) Hayatlarını çöp konteynırlarından kağıt, karton, plastik, çam, alüminyum gibi, geri dönüştürülebilir atıkları toplayarak idame ettiren sokak toplayıcıları da kentin gündelik yaşamından
dışlanmaktadır.
Beyoğlu bölgesinde sokak toplayıcıları gece geç saatlere kadar çalışmaktadırlar. Bu, Beyoğlu bölgesinde çöpün dışarıya çıkma saatleriyle ilişkidir. Beyoğlu, iş yerlerinin (mağaza, büfe, bar) geç kapanması ve aynı zamanda eğlence mekanlarının çok olduğu bir bölge olmasından dolayı yoğun olarak çöp üretmektedir. Dolayısıyla bu durum
toplayıcıların çalışılacak saat aralıklarını belirlerken çalışma saatlerinin de uzun olması sonucunu doğurmaktadır.
Sabahtan işe koyulan toplayıcılar, gece üç ya dört gibi yataklarına uzanırlar.
Toplayıcıların Beyoğlu bölgesinde çalışma yerleri dağınıktır. çöpün çıkma gününe göre her gün farklı yerlere gidilmektedir. İşin organizasyonu farklı günlerde nereden ne çıktığı belirlenerek yapılmaktadır ve toplayıcılar buna göre iş bölgelerini seçmektedirler. Ahmet adlı toplayıcı bunu şöyle dile getirmektedir:
“Mesela bugün [çöp] Kulaksız‘da ise oraya gidiyoz. Beşiktaş ise basıyoz, oraya gidiyoz saat üç’e dört’e kadar. Sabah, öğle toplayıp geliyoz. Yaşam böyle abi."
Belirli bölgelerdeki çöp alındıktan sonra torbanın dolmaması halinde diğer semtlere gidilmektedir. Okmeydanı, Karaköy, Eminönü, Dolapdere, Kurtuluş, Şişli, Osmanbey gibi semtler Beyoğlu’ndaki toplayıcıların gittiği yerler arasındadır.
Sokak toplayıcılığının bedenen ağır oluşunun ötesinde toplayıcılara en zor gelen yanı diğer insanların onlara yaklaşımıdır. Toplayıcılar sokakta karşı karşıya geldikleri kişilerin kendilerini görmezden geldiklerini veya onlara kötü gözle baktıklarını dile getirmişlerdir. Toplayıcılardan biri karşı karşıya kaldığı bu durumdan hissettiklerini şöyle aktarıyor:
“Dışarıda çöp topladığımız zaman o süs köpeklerinin değeri bizimkinden yüksek. Karşıdan gelen adam [bizden]
iğreniyor. Bakmaktan bile adam iğreniyor. Hani burada benim bir yaşam savaşı, yaşam mücadelesi verdiğimi bilmiyor.”
Bunların dışında toplayıcılar gün içinde farklı sorunlarla da karşı karşıya gelmektedirler. Bunlar arasında yaşamsal olan toplayıcıların belediyeyle yaşadıkları sorunlardır.
Toplayıcılar, belediye görevlilerince (çoğunlukla zabıtalar tarafından) çeşitli yollarla engellenmektedirler.
Görüldükleri yerlerde arabaları alınmakta, depoları kapatılmakta, kimi zaman da yakılmaktadır.
Kadın bir toplayıcı arabasına el koymak isteyen zabıta görevlileriyle yaşadığı diyaloğu şöyle aktarmaktadır:
“Kardeşim dedim [zabıtaya] onu yapmıycaz, bunu yapmıycaz, ne yapcaz? Orospuluk mu yapalım, hırsızlık mı yapalım, karı mı satalım, ne yapalım? Sen dedim, bana bir yol göster, ben o zaman onu yapayım..."
Toplayıcılardan bazıları yaptıkları işi “pis bir iş” olarak görmektedirler. “çöpe düşmek” deyimiyle işlerini
nitelemektedirler. çöpe düşmek, bir nevi “kötü yola düşmek”tir onlar için; ama aynı zamanda içinde oldukları bu kötü durum, ironik olarak kötü yola düşmemek için tutunulan son bir umuttur da.
27/06/2007
www.fotoroportaj.org
fotoğraflar ve yazı: Ali Saltan