• Sonuç bulunamadı

β-talasemi majör hastalarında koagulasyon profili

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2023

Share "β-talasemi majör hastalarında koagulasyon profili"

Copied!
1
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

GİRİŞ VE AMAÇ

β-Talasemi daha çok Akdeniz ve Ortadoğuda görülen ancak tüm dünyada yaygın olan bir hastalıktır. Esas olarak anemi, hepatosplenomegali, büyüme geriliği, ikter ve osteoid değişikliklerin görüldüğü ve genellikle yaşamın ilk yıllarında tanı konulan ciddi bir hastalıktır. Hemoglobinopatiler içinde talasemi;

otozomal resesif geçiş gösteren, hemoglobinin globin zincirlerinden bir ya da bir kaçının sentez hızında azalma veya hiç sentez edilememesi ile karakterize heterojen bir hastalık grubudur.

Türkiye hastalığın sık görüldüğü kuşak içinde yer almaktadır. Tedavi edilmeyecek olursa hastaların yaşam kalitesini ileri derecede bozan ve hızla ölümle sonuçlanan bir hastalık olan talasemi majörün tedavisinde son 30 yıl içerisinde oldukça önemli gelişmeler olmuştur. İlk başlarda tedavide hastalara transfüzyonlar ancak derin anemileri geliştiğinde uygulanırken sonraki yıllarda düzenli transfüzyonlar yapılmaya başlanmış, böylece anemi ve hipoksiye bağlı komplikasyonlar azaltılmıştır. Tedavide desferroksamin ile şelasyon tedavisinin uygulamaya girmesi ile transfüzyonlara ve artmış demir emilimine bağlı oluşan vücuttaki demir yükünün azaltılması gündeme gelmiştir. Talasemi hakkında bilgiler arttıkça transfüzyon öncesi hemoglobinin değerlerini 10.5-11 g/dl’nin üzerinde tutmayı amaçlayan rejimlerin kullanılmasıyla inefektif eritropoezin önlenmesi mümkün olmuştur. Hastalığın fizyopatolojisi anlaşıldıkça buna bağlı olarak başlayan kemik iliği nakli ile başarılı sonuçlar alınmaktadır.

Hipertransfüzyon rejimleri ve etkin demir şelasyonu gibi modern tedavi yöntemlerinin tam olarak uygulandığı hastaların yaşam süreleri uzamış, adolesan ve hatta erişkin yaşa gelmelerine olanak sağlanmıştır. Yaşam sürelerindeki bu uzamanın nedeni yeni tedavi yaklaşımları ile komplikasyonlara bağlı mortalitenin azalmasıdır. Sonuç olarak hastalığın gidişi sırasında başlıca kronik demir birikimine bağlı endokrin organlara, kalbe ve karaciğere ait komplikasyonlarla karşılaşılmaktadır.Bunlardan koagulasyon bozuklukları ve bunun sonucunda oluşabilecek tromboemboli Talaseminin önemli komplikasyonlarından biridir.

(2)

Bu çalışmada amaç; Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Hematoloji Bölümü’nde takip edilen beta talasemi majörlü hastalarda , hastaların koagulasyon sistemi ile ilgili patolojileri saptamaktır. Hastalarımızda daha sonra görülebilecek tromboembolik komplikasyonları önceden belirleyip daha sonra yapılacak takip ve tedavilerde hastaların en az hasarla atlatmalarını sağlamak amacıyla bir klavuz oluşturmaktır.

(3)

GENEL BİLGİLER

1 Hematopoez ve Kemik İliği

Hematopoez kan yapımını tanımlar. Eski Yunanca’da kan anlamına gelen haima ile yapmak anlamına gelen poiein kelimelerinin birleşimi ile meydana gelmiştir. Bir erişkinde ortalama olarak kemik iliğinde her gün ~5x10¹¹hücre üretilmektedir. Kan hücrelerinin üretimi oldukça sıkı bir mekanizma ile kontrol edilir (1).

Hematopoez birinci trimesterde yolk salk’ta başlar ve sonrasında karaciğer ve dalağa geçer. İkinci trimesterde hematopoezden sorumlu en önemli organ karaciğerdir. Kemik iliğinin hematopoezde baskın rol oynaması ancak üçüncü trimesterde olur. Doğumda ise kan üretiminin çoğu kemik iliğinde gerçekleşmektedir kemik iliğinde kan üretilmesine intramedüller hematopoez denir.

Fakat doğumdan sonra kemik iliğinde hehangi bir hastalık nedeni ile kan üretimi yapılamıyorsa karaciğer ve dalak kan üretim işini yeniden yapabilir buna extramedüller hematopoez denir (1).

Bebeklik ve çocukluk çağında hemen her kemikte aktif hematopoeze ait bulgular vardır. Yaş arttıkça hematopoetik olarak aktif olan kırmızı kemik iliğinin yerini yağ dokusundan oluşan ve kan üretiminde etkisiz olan sarı ilik alır.

Erişkinlerde hematopoez proksimal uzun kemikler ve aksiyal iskelet kemiklerinde olur (1).

Embriyoda ilk yapılan kan hücreleri eritrositlerdir. İlk eritrositler çok büyük ve çekirdeklidir. Çapları 200 mikronu bulur. Eritrosit yapımını kök hücrelerini stimüle eden ve primitif pluripotent bir glikoprotein olan eritropoetin hormonu tarafından uyarılır. Eritropoetin böbreklerin juksta glomerüler aparatında ve az miktardada karaciğer ve kemik iliğinde üretilir. Eritropoetinin etkisi kan üretimi karaciğerde yapılmaya başlandığında görülür (2).

Eritrositlerin ana hücresi kök hücredir. Kök hücreden ilk olarak “bazofil eritroblastlar oluşur” ve hemoglobin sentezi başlar. Hemoglobin arttıkça eritroblastlar bazofil olmaktan çıkar, stoplazmadaki bazofil materyal ile kırmızı renkteki hemoglobinin karışımı, eritroblastın boyanma özelliğinde değişikliğe neden olur ve

“polikromatofil” oluşur. Daha sonra çekirdeği dahada küçülmüş ve sitoplazmasının hemoglobin içeriği artmış olan, yeni bir hücre tipi “normoblast” ortaya çıkar .

(4)

Piknotik hale gelen çekirdek hücre dışına atılır. Çekirdeği atılmış normoblastlarda kalan RNA artıkları supravital boyalarla boyanabilir. Bu genç eritrositlere

“retikülosit” denir. Retikülositlerin ömrü 48 saattir. Bu sürenin 24 saati kemik iliğinde, ikinci 24 saati periferik kanda geçer. Kemik iliğindeki çekirdekli eritrositlerin aktif protein sentezi gibi metabolik fonksiyonları vardır. Çekirdek hücreden atıldıktan sonra eritrosit bir çok metabolik yeteneğini yitirir, fakat çekirdeğin kaybı onun daha iyi oksijen taşımasını sağlar (2).

Kemik içindeki medüller boşluklar içinde vasküler alanlar (sinüsler), hematopoetik hücreler ve çeşitli fonksiyonları olan özel stromal hücreler yer alır. Tüm bu hücreler birbirleri ile ilişki içerisinde karmaşık bir mikroçevre oluştururlar.

Hematopoetik kordonlar (parenkim); kemik iliğinin ekstravasküler kısmını oluşturur ve kan üretiminden sorumludur. Sinüsler (damarsal alanlar); kemik iliği içinde özel endotelyal hücrelerle örtülü damarsal yapılardır. Endotel sayesinde immatür hücrelerin zamanından önce dolaşıma geçmesi engellenir. Bazal laminanın bütünlük göstermemesi olgun hücrelerin sinüs duvarlarından geçişine izin verir. Stromal hücreler; kemik iliğinin destek dokularını oluştururlar. Bunlardan bazıları hematopoetik büyüme faktörleri salgılarlar. Örneğin; adventisyal (retiküler) hücreler;

kemik iliğinin retikülin çatısını üreten farklılaşmış fibroblastlardır. Makrofajlar;

hematopoetik büyüme faktörleri salgılarlar, hemoglobin üretimi için demir saklarlar ve hücresel artıkları fagosite ederek temizlik görevi yaparlar. Adipositler; yağ depolayan enerji hücreleridir. Eritropoezden sorumlu eritroid hücreler sinüs duvarına en yakın ve daha çok eritroid adalar şeklinde yerleşim gösterirler. Eritroid adalar genellikle makrofaj etrafına çevresel yerleşimli eritroblastlardan oluşan hücresel yapılardır.

Olgunlaşmasını tamamlayan eritroblastlar çekirdeklerini kemik iliği içinde bırakarak sitoplazmik kısımlarını sinüs içine verip retikülosit’i oluştururlar. Retikülositler 24-72 saat içinde olgun eritrositler halini alarak 120 günlük yaşamlarına başlarlar (1,3).

Miyelopoezden sorumlu miyeloid hücreler olgunlaşma süreci içinde venöz sinüslerden uzak hematopoetik hücre gruplarının derin kısımlarında yerleşim gösterirler ve metamiyelosit evresine geldikleri dönemde sinüs duvarına doğru yaklaşarak olgun nötrofilleri dolaşıma verirler. Megakaryositler, sinüs duvarına yakın yerleşim gösterirler ve stoplazmik içeriklerini sinüs içine doğru endotel hücre aralıklarından bırakarak trombositlerin oluşumunu sağlarlar. Megakaryositlerin stoplazmalarından ayrılan 2-3 mikron çaplarında düzensiz kenarlı granüllü yapılar

(5)

trombositler şeklinde periferik dolaşıma geçerler. Erişkinlerin iliğinde damarsal ve hematopoetik yapılar dışında yağ hücreleri, fibroblastlar ve nöral uzantılar da bulunur.

Normosellüler bir kemik iliği içinde %50’ye yakın yağ bulunabilmekte ve ilikte adiposit veya preadiposit adı altında büyük yapısal hücreler olarak yer almaktadır.

Kemik iliğinde hematopoetik hücreler dışında yer alan adventisyel hücreler, sinüsler, adipositler, fibroblastlar ve sinir hücreleri kemik iliğinde mikroçevre adını verdiğimiz ortamı oluştururlar. Kemik iliği mikroçevresinin hematopoetik aktivitenin devamını sağlayan temel uyaranlara kaynak teşkil ettiği düşünülmektedir (3).

2. Aneminin Tanımı ve Sınıflandırılması

Anemi, hemoglobinin yaş ve cinse göre normal kabul edilen değerlerin altına inmesidir. Tablo 1’de normal kırmızı küre değerleri görülmektedir. Anemiden söz edildiğinde hemoglobin ve hematokritin burada görülen değerlerin altında olması gerekmektedir (4).

Tablo 1:Normal eritrosit değerleri (4)

Anemiler morfolojik ve etiyopatogenetik olarak sınıflandırılır. Pratikte anemilerin tanısı ve etiyolojisinin tespitinde eritrosit morfolojisinin büyük önemi vardır (4,5).

(6)

A –Morfolojik Sınıflama

Anemiler ortalama eritrosit hacmine (OEH=MCV) dayanılarak üç morfolojik tipe ayrılır (4,6).

I. Normositik Anemiler

Normositik anemilerde OEH normal sınırlar içindedir (OEH: 80-100 fL).

Normositik anemi nedenleri:

- Akut kanama anemisi

- Hemolitik anemiler (Talasemi’ler hariç) - Aplastik anemi

- Saf kırmızı seri aplazisi

-Kemik iliğini infiltre eden hastalıklar (lösemiler, lenfomalar, multipl myeloma, myelofibroz, kanser metastazları vb.)

- Endokrin hastalıklar - Böbrek yetmezliği - Karaciğer hastalıkları - Kronik hastalık anemisi - Protein malnütrisyonu - Skorbüt

II. Mikrositik Anemiler

Mikrositik anemilerde OEH azalmıştır. (OEH < 80 fL). Mikrositik anemiler genellikle hipokromiktir.

Mikrositik anemi nedenleri:

- Demir eksikliği anemisi - Talasemi’ler

- Sideroblastik anemiler - Kurşun zehirlenmesi

- Kronik hastalıklar anemisi (bazen) III. Makrositik Anemiler

Makrositik anemilerde OEH artmıştır. (OEH > 100 fL). Makrositik anemiler megaloblastik anemiler ve non-megaloblastik makrositik anemiler omak üzere ikiye ayrılır.

1- Megaloblastik anemiler

(7)

Bu anemilerde kemik iliği megaloblastik özellik gösterir. Çevresel kanda görülen makrositlerin çoğunluğu ovaldir (makroovalosit).

Megaloblastik anemi nedenleri:

- B12 vitamini eksikliğine bağlı anemiler - Folik asit eksikliğine bağlı anemiler

- Diğerleri

2- Nonmegaloblastik makrositik anemiler

Bu anemilerde kemik iliğinde normoblastik tipte bir eritropoez vardır. Çevresel kanda görülen makrositler yuvarlaktır. Nonmegaloblastik makrositik anemiye yol açan hastalıklar çoğu kez normositik anemiye neden olurlar. Burada saptanan makrositoz genellikle hafiftir.

Nonmegaloblastik makrositik anemi nedenleri:

- Akut kanama - Hemolitik anemiler

- Lösemiler (özellikle akut lösemiler ) - Myelodisplastik sendromlar

- Karaciğer hastalıkları - Aplastik anemi

- Kemik iliğini infiltre eden hastalıklar (lenfomalar, multipl myeloma, myelofibroz, kanser metastazları vb).

- Alkolizm - Hipotiroidi - Skorbüt

B –Etyopatogenetik Sınıflandırma Anemiler etiyopatogenetik olarak da üçe ayrılır.

I-Kan Kaybı - Akut, kronik kanama

II. Eritrosit Yapımında Azalma 1- Hemoglobin sentezinde bozukluk

- Demir eksikliği anemisi - Talasemi’ler

(8)

- Sideroblastik anemi - Kurşun zehirlenmesi

2- DNA sentezinde bozukluk (megaloblastik anemiler) - B12 vitamini eksikliğine bağlı anemiler

- Folik asit eksikliğine bağlı anemiler - Diğerleri

3- Pluripotent kök hücrede bozukluk - Aplastik anemi

- Lösemi

- Myelodisplastik sendromlar 4 - Eritroid kök hücrede bozukluk - Saf kırmızı seri aplazisi

- Kronik böbrek yetmezliği anemisi - Endokrin hastalıklarda görülen anemiler - Konjenital diseritropoetik anemiler 5- Eritropoetik regülasyonda bozukluk - Düşük oksijen affiniteli hemoglobinopatiler 6- Bilinmeyen ya da multipl mekanizmalar - Kronik hastalıklar anemisi

- Kemik iliği infiltrasyonuna bağlı anemiler

- Nutrisyonel eksikliklere bağlı anemiler (demir, B12 vitamini ve folik asit eksikliği dışında)

III. Eritrosit Yıkımında Artma (Hemolitik Anemiler)

- Eritrosit içindeki bozukluklara bağlı hemolitik anemiler (intrakorpüsküler hemolitik anemiler)

- Eritrosit dışındaki bozukluklara bağlı hemolitik anemiler (ekstrakorpüsküler hemolitik anemiler)

Gerek eritrosit içi bozukluklara ve gerekse eritrosit dışı bozukluklara bağlı hemolitik anemiler de alt tiplere ayrılır.

3. İnsan Hemoglobinlerinin Yapı, Fonksiyon ve Sentezleri

Hemoglobin globin ve hem’den oluşan 64400 dalton ağırlığında tetramer bir yapıdır. İki çift farklı polipeptid zinciri ve dört molekül hem’den oluşur. Bu tetrameri

(9)

oluşturan polipeptid zincirleri özgül aminoasitlerden meydana gelir. Aminoasitlerin sıralanması primer yapıyı, aminoasitlerin aralarında hidrojen bağlarıyla heliksler biçiminde düzenlenmesi sekonder yapıyı oluşturur. Polipeptid zincirlerin katlanarak üç boyutlu bir forma ulaşmasıyla tersiyer yapı ortaya çıkar. Dört polipeptid zincirinin birleşerek oluşturduğu tek bir molekül ise quartner yapıyı meydana getirir. Globüler hemoglobin molekülünün kompleks yapısındaki hem molekülü tüm insan hemoglobin tiplerinde aynıdır ve hidrofobik bir ortam oluşturan hem cepleri içerisinde bulunur.

Oksijenin kanda taşınması O2’nin hemoglobinle reversibl kombinasyonlar yapmasıyla sağlanır (7).

Erişkin hemoglobininin yaklaşık %97’sini hemoglobin A (α2β2), %3 ise minör erişkin hemoglobini HbA2 (α2δ2) ve fetal hemoglobin olan HbF (α2γ2) oluşturur (8, 9).

α zinciri 141 aminoasit, β ve diğer insan hemoglobinlerinden HbA2 ve HbF’in yapısına giren δ ve γ zincirleri ise 146 aminoasit içermektedir. Embriyonik gelişimde tanımlanan hemoglobinler Hb Gower I (ζ2ε2), Hb Gower II (α2ε2) ve hemoglobin Portland (ζ2 γ2)’dır (8,9).

Tablo 2: Hemoglobin tipleri (7)

Embriyonik hemoglobinler yolk salk’ta büyük ve küçük çekirdekli eritrositler içerisinde bulunurlar ve gebeliğin 20’inci haftasına kadar görülürler. Eritropoezin karaciğerde başlamasıyla fetal eritrositler üretilmeye başlar. Eritrosit içindeki hemoglobinin konfigürasyonu, gebeliğin devrelerine bağlı olarak değişkenlik gösterir.

(10)

Hemoglobin konfigürasyonu içindeki bu değişiklik α ve β gen kümelerindeki bazı aktivasyon ve inaktivasyonlara bağlı olarak oluşur. Globin gen transkripsiyonundaki mekanizma henüz tam olarak bilinmemektedir. Gebeliğin erken devrelerinde Hb Portland (ζ2γ2), Hb Gower I (ζ2ε2) ve Hb Gower II (α2ε2), dominant olan embriyonik hemoglobinlerdir. Fakat, çok az miktarlarda HbF ve HbA da vardır. Gebeliğin 10-11.

haftalarında eritropoezin karaciğer ve dalakta başlaması ile embriyonik Hb’ler azalarak kaybolur ve HbF (α2γ2) yapımı başlar. HbF’in gamma zincirinin 136.

pozisyonunda Alanin içeriyorsa Aγ veya Glisin içeriyorsa Gγ olmak üzere iki farklı gamma zinciri vardır. Gγ / Aγ oranı doğumda 3/1 iken doğumdan yaklaşık beş aysonra 2/3’e iner (8,9).

Hb iki ayrı kromozomdaki iki ayrı gen kümesi tarafından sentez edilmektedir. α gen 16. kromozomun kısa kolunda, non α kümesi ise 11. kromozomun kısa kolunda yer almaktadır. Alfa gen kümesinde iki α globin geni, tek psödo beta, tek bir zeta geni vardır. Non α gen (β gen kümesi); genin 5΄ bölgesinden yani proksimalden distale doğru birer adet olmak üzere embriyonik epsilon geni, Gγ ve Aγ fetal genleri, psödobeta, delta ve beta genlerini içerir. Her bir globin geninde 3 ekson ve 2 intron bulunmaktadır. Globin zincirini şifreleyen dizilerin olduğu gen bölgelerine ekson, proteine dönüşmeyen dizileri içeren bölgelere intron denilmektedir (8).

Her bir globin sentez edileceği zaman geni oluşturan DNA dizisinden enzimatik olarak nükleer RNA kopyalanır, bu olaya transkripsiyon denir. Her bir globin geninde

“enhancer” adı verilen DNA dizileri genlerin aktivasyonunu sağlayarak transkripsiyonu başlatırlar ve genlerin 5΄ ve 3΄ bölgelerinde intronlar içinde yer alırlar.

β gen kümesindeki önemli enhancer aktivitesi olan LAR (Locus activating region) epsilon geninin 6-18 kilobaz ön kısmında yer almaktadır. Aynı globin geni üzerindeki regülatuar DNA dizilerine “cis” etkili elementler denir. Cis etkili elementler biyolojik etkilerini “trans” etkili faktörlerle etkileşerek gösterirler. Globin genleri üzerindeki bu özel dizilere nükleer DNA bağlayıcı proteinler bağlanarak transkripsiyon başlatılır veya inhibe edilir. Globin genlerinin promotor ve enhancer bölgelerine bağlanan bir çok transkripsiyon faktörü tanımlanmıştır, ancak bu proteinlerden çoğu nonspesifik etkilidir ve bir çok sayıda başka genleri de aktive etmektedirler. Yalnızca NF-1 (GF-1) eritroid spesifik bir transkripsiyon faktördür. Transkripsiyon sonucu meydana gelen RNA’ya heterojen nükleer RNA (hnRNA) denilmektedir. Heterojen nükleer mRNA’nın intron ve eksonları vardır. Olgun mRNA oluşması için intronlar kesilerek

(11)

diziden koparılır ve eksonlar 20 yapışma denilen olay ile birbirlerine yapışır (splicing).

Yapışma olayı başlamadan önce mRNA’da genin 5΄ kısmı metilasyona uğrayarak modifiye olur. Metilasyonun olduğu yere CAP yeri, bu olaya da CAPPING adı verilir.

İntronların diziden çıkartılıp kısaltılması işlemine processing denir. Eksonların 5΄

kısmına (donör) verici yeri, 3΄ kısmına alıcı (acceptor) yeri denilir. Eksonların birleşmesi sırasında, intronlar enzimatik olarak kesilip çıkartıldığı zaman verici ve alıcı yerler yapışarak olgun mRNA oluşmaktadır. Eksonun verici kısmı içinde G (guanine) veya T (thymin) yani GT dizisi bulunmaktadır. Eksonun alıcı kısmı içinde ise A (adenine) veya G (guanine) yani AG dizisi bulunmaktadır. GT ve AG nükleotidlerinde olan değişiklikler (mutasyon) anormal ekson yapışmasına neden olur ve sonuçta meydana gelen matür mRNA’da anormalliğe neden olur. GT ve AG dizileri globin genleri içerisinde birçok kere tekrarlanmalarına karşın, RNA intronlarının dizinden çıkarılması sırasında kulanılmazlar. Bu nedenle bunlara saklı yerler yani kriptik yerler denir. Bu kriptik yerler bazı mutasyonlar sonucunda aktive olup ekson birleşmesi fonksiyonu görebilirler. Oluşan RNA’nın fonksiyonu anormal olur ve talasemiye neden olur (8).

RNA intronlarının dizinden çıartılarak kısaltılması olayından sonra RNA şifreleme dizisinin 3΄ kısmına uyan DNA parçasında transkripsiyon devam eder ve bu kısımda bulunan (conserved sequence) korunmuş dizi RNA transkripsiyonunu keser ve genin 3΄ kısmında adenozinlerin birbirlerine eklenerek poli A dizisi denilen bir zincirin oluşmasını sağlar. Yeteri kadar adenozin yapıldıktan sonra Poli A yapımı kesilir. Kesilme işlemi için Poliadenilasyon sinyali denen sinyale gerek duyulduğu düşünülmektedir. Poli A dizisi nükleustan stoplazmaya mRNA alınması ve stoplazmadaki mRNA’nın stabil olmasında önemlidir. Oluşan mRNA hücre stoplazmasındaki poliribozomlar üzerine yerleşerek, transfer RNA’nın şifrelendiği aminoasitlerin belirli bir sıra ile birbirlerine bağlanmasını sağlar ve polipeptid zinciri oluşur. RNA’lar yardımı ile DNA’daki bilgilerin protein şekline dönüştürülmesi işlemine translasyon adı verilmektedir (8).

(12)

TALASEMİLER

En yaygın tek gen hastalığı olan talasemi kalıtsal hemoglobin (Hb) sentez bozukluklarının bir üyesi olup erişkin hemoglobin yapısındaki globinin bir ya da daha fazla zincirinin azalmasıyla karakterizedir. Talasemi, gelişmekte olan birçok ülkede sağlık problemlerinin başında gelmektedir (10).

1. Epidemiyoloji

Talasemiler başta Akdeniz bölgesi olmak üzere Ortadoğu ve Hindistan dahil Güneydoğu Asya’ya kadar uzanan bölgede yaygın olarak görülmektedir. Bu ülkelerin çoğunda farklı talasemi ve yapısal hemoglobin çeşitleri için gen sıklığı yüksektir (11). Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre, dünyadaki taşıyıcılık oranı %5.1 olup ülkelere ve ülkeler içindeki farklı yerleşim birimlerine göre değişiklik göstermektedir.

Örnegin İtalya'nın kuzeyi ve orta kesimlerinde bu oran %0.5-2 arasında değişirken, güney Sardunya'da %30'ları bulabilmektedir.

Taşıyıcılık, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nde %15'lerde, Azerbaycan'da %6.3, Bulgaristan’ın kuzeydoğu bölgesinde %30' civarındadır (12). α-talasemiler Asya ve Akdeniz çevresi ve Afrika toplumlarında sıktır.Hemoglobin H hastalığı en çok Asya’da, daha az Akdeniz toplumlarında ve nadiren Afrika kökenli Amerikalılarda görülür. α-talasemilerin delesyon olan ve delesyon olmayan çeşitleri hem Akdeniz hemda Asya toplumlarında (%5-15 gen sıklıgı) yüksek sıklıkta görülse de Akdeniz toplumlarında Asya toplumlarından daha yaygındır (13).

2. Türkiyedeki Beta Talasemi Sıklık ve Dağılımı

Ülkemizde bu konuda ilk çalışma Tavat ve Frank tarafından 1941’de bildirilmiş, ancak 1950’den sonra üzerinde daha çalışma yapılmıştır (14,15). Türkiye’de β-talasemi taşıyıcılığı 1971’de Çavdar

(13)

tarafından %2 olarak bildirilmiştir .Daha sonraki çalışmalarda taşıyıcılığın farklı bölgelerde %3.4-11 arasında değiştiği gösterilmiştir (16,17). Türkiye’nin de içinde bulunduğu tüm Akdeniz ülkelerinde önemli bir hastalıktır . Ülkemizde genel taşıyıcılık oranı % 2.1 olup Sağlık Bakanlığı ve Ulusal Hemoglobinopati Konseyi'nin (UHK) verilerine göre; Marmara, Ege ve Akdeniz bölgelerindeki 16 merkezde, toplam 377.339 sağlıklı kişinin taranması ile son beş yılda belirlenen oranlar % 0.7-13.1 arasındadır.

Türkiye'deki yapılan beta talasemi taşıyıcılık sıklığı ile ilgili yapılan çalışmanın sonuçları tablo 3’te gösterilmiştir (18).Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, İtalya ve Yunanistan da son 10 yılda yapılan toplum taramaları etkili olmuştur. Bu taramalarda evlilik öncesi taşıyıcıların belirlenmesi, genetik danışmanlık, toplumun bilgilendirilmesi ve prenatal tanı uygulamaları yapılmış böylelikle talasemili hasta çocuk doğumunu büyük ölçüde azaltmışlardır.

Türkiye’de akraba evliliklerinin sık olması , doğum hızının yüksek olması, kayıt sisteminin yetersizliği, prenatal tanı uygulanan bebek sayısının düşük olması , eğitim ve bilgilendirme çalışmalarının yetersiz olması ve talasemi ile ilgili gereken yönetmeliklerin Sağlık Bakanlığı tarafından henüz çıkarılmış olması nedenleri ile talasemili doğumlar istenilen düzeyde önlenebilmiş değildir.Fakat son yıllarda, hekimler ve Sağlık Bakanlığı ile ilgili çalışmalar ciddi bir ilerleme kazanmıştır. UHK, 2000 yılında kurulmuş, 2002 yılında Hemoglobinopati Kontrol Programı ile Tanı ve Tedavi Merkezleri Yönetmeliği yayınlanmıştır. Bu yönetmelikle Türkiye genelindeki talasemi ve diğer hemoglobinopatilerle ilgili organizasyonları düzenler (12).

Tablo 3:Ülkemizdeki Beta Talasemi Taşıyıcılığı (18)

(14)

3.Hemoglobinin Genetik Kontrolü

Bütün insan hemoglobinleri oksijenin bağlanmasında görev alan demiri içeren hem ile birlikte iki farklı globin zincir çiftinden olusur.

Embriyonik hemoglobin ζ zinciri ve ε zincirlerine ( ζ-2 ε-2); fetal yaşamın başından sonuna kadar sentezi devam eden ve doğumdan sonra azalan fetal hemoglobin α- zinciri ve γ- zincirlerine ( α-2 γ-2) sahiptir. Erişkinler ise daha çok hemoglobin A ( α2ß2) ve daha az hemoglobin A2’ye (α2 δ2) sahiptir.α benzeri zincirler - ve ζ-16.

kromozomun kısa kolu üzerindeki genlerle kontrol edilir ve ε ,γ , δ ve ß zincirlerini kontrol eden genler ε, γ,δ , ß düzeninde 11.

kromozomun üzerinde bağlantılı küme oluşturur.α ve γ genlerinin her ikisi kopyalanır. Onların etrafında globin genleri ve kromozom bölgelerinden oluşan DNA sekansı saptanmıştır. Her gen 3 kodon bölgesinden (ekson) ve 2 kodlamayan bölgeden (intron) olusur.

Globin geni kopyalandıgı zaman haberci RNA olarak adlandırılan molekülün ayna görüntüsü özel genin DNA’sının bir kolundan

(15)

kopyalanır. Kırmızı hücre öncüsünün çekirdeğin içinde intron sekansları uzaklaştırılır ve ekson sekansları globin zincir üretiminde kalıp olmak için doğru şekilde bir araya gelir. Bu oluşan molekül mavi kopya olarak rol aldığı sitoplazma içine hareket eder ki onun sayesinde uygun aminoasidler son globin zincirini oluşturmak için bir araya dizilir. Erişkin kırmızı hücrelerde α ve ß zincirleri son hemoglobin molekülünü oluşturmak için hem ile birlikte bu yolla birleşerek sentezlenir. Bunlar uygun miktarlarda üretilen globin zincirlerini düzenleyen DNA bölgeleri ile kontrol edilir. Talasemiler bu karmaşık basamaklardan bir ya da daha fazlasını tutan gen delesyonu ya da mutasyonlardan kaynaklanır (19).

4. Tanımlar ve Sınıflamalar

Talasemiler yetersiz üretilen özel globin zincire göre α, ß, δß ve γδ ß talasemiler olarak sınıflandırılır. α ve ß talasemiler şu ana kadar en önemlileri olarak görülmektedir.

α-Talasemi: Azalmış α-globin sentezi (α+-talasemi) ya da α- globin sentezinin olmaması (α0-talasemi)

β-Talasemi: Azalmış β-globin sentezi (β+-talasemi) ya da β- globin sentezinin olmaması (β0-talasemi)

δβ-Talasemi: Hem δ- hem de β-globin sentezinde azalma ya da hem δ- hem de β-globin sentezinin olmaması

Herediter persistan fetal hemoglobin: Bu durumda, fetal hemoglobinin fazla miktarda sentezi erişkin yaşamda devam eder.

Bu durum klinik olarak hastalığa sebep olmaz (13). Çoğu toplumda talasemi yaygındır, hemoglobin S, C ve E gibi yapısal hemoglobin çeşitleri için genler de yaygındır. Bu tipin en önemli hastalıkları orak hücreli talasemi ve hemoglobin E talasemidir. Talasemilerin önemli tiplerinin çoğu otozomal resesif olarak geçiş gösterir. Semptomu olmayan taşıyıcılar dörtte bir oranında hasta çocuğa sahip olur (13,19).

4.1.α -Talasemi

(16)

α-talaseminin en yaygın türleri normal insanlarda 16.

kromozomun iki kopyasından α- globin gen lokusunun bir, iki, üç ya da dördünün tamamının delesyonundan kaynaklanır. Analog türler gen delesyonu içermez ancak onun yerine bir ya da daha fazla gen kopyasının fonksiyonunu bozan mutasyonlardan dolayı oluşur. Ek olarak delesyon ve nondelesyon türlerinin her ikisinin mevcut olduğu mikst sendromlar da görülmüştür. Bunlar günümüzde araştırmaların ilgi alanını oluşturmaktadır. Klasik α-talaseminin tipleri etkilenen gen sayısıyla tanımlanır. α-talasemi 2’de (sessiz taşıyıcı) dört allelden birisinde delesyon vardır. Asemptomatiktir fakat taşıyıcı olarak geçiş gösterir ki diğer ebeveynden ilave α-talasemi allelinin nesilden nesile aktarılması ile şiddeti artabilir. α-talasemi 1 aynı kromozomdan α- globin geninin iki ilişkili kopyasının delesyonundan kaynaklanır. Hafif anemi ile birlikte yaymada hafif hipokromi ve mikrositik değişikler görülür ve yüksek Hb A2 olmadan ve ekseri daha az dramatik değişikliklerle β-talasemi taşıyıcılığına benzer (13).

4.2. Hemoglobin H Hastalığı

Bu bir ebeveynden α-talasemi 1 ve diğer ebevenyden α-talasemi 2’nin kalıtımını içerir bunun için dört α-globin allelinden üçü eksiktir.

Yalnız küçük miktarda Hb A oluşur. Fazla β-zincirleri stabil olmayan hemoglobin gibi davranan erişkin tipi anormal hemoglobin Hb H(β4)’de birikir. Bu hastalarda infeksiyonlar, ilaçlar ve diğer oksidan streslerle artan orta-ağır derecede hemolitik anemi görülür. Serbest β-zincirleri serbest α-zincirlerine göre daha çözünürdür. Bunun için eritroblast öncülleri çoğunlukla kemik iliğinde gelişmelerini sürdürür bu durum şiddetli β-talasemiden farklıdır. Onlar yaşamlarını sürdürebilir (13).

4.3. Hb Barts Olan Hidrops Fetalis (γ4)

Bu globin genlerinin tamamen yokluğuna ve bu yüzden fetal ve erişkin hemoglobin sentezinin hiç olmamasına yol açan her iki

(17)

ebeveynden α-talasemi 2 kromozomunun kalıtımını kapsar. γ zincirlerinden olusan Hb Barts birikir. Hb Barts orta derecede çözünmez. En önemlisi, Hb Barts hemoglobine oldukça yüksek ilgi gösterir bu karbonmonoksit zehirlenmesindekine benzer. Dokuya oksijen dağıtımı yoktur. Bebeklerde konjestif kalp yetmezliği (hidrops) gelişir ve genellikle doğmadan ölür. Erken gebelik sırasında maternal morbidite ve artmış polihidroamnioz oranı vardır (13).

4.4. Afrika Toplumlarında α-Talasemi

Çeşitli Afrika toplumlarının %10-30’unda bir α-globin allelinde delesyon oluşur ve α-talasemi 2 taşıyıcılığı oldukça sıktır. α-talasemi 2 şiddetini hafifçe azaltmak için orak sendromlarıyla birbirini etkilemeye eğilimlidir. α-talasemi 2’nin homozigot durumu da yaygındır fakat α-talasemi 1 kromozomu bu toplumda oldukça azdır, bu yüzden Hb H hastalığı ve hidrops çok nadirdir (13).

4.5. Hb Constant Spring İle Birlikte α-Talasemi

α-globin geninin sonlanma kodonu translasyonundaki mutasyondan kaynaklanır. Constant spring genler α-talasemi geni gibi davranır. Hb Constant Spring Asya toplumlarında yaygındır ve α- talasemi ile birlikte sık görülür. α-talasemi geni olduğu için α- talasemi ile birbirini etkiler. Hb Constant Spring her zaman aynı kromozom üzerindeki normal α alleli ile ilişkili olduğu için hidrops fetalis oluşmaz (13).

4.6. α-Talasemilerde Teşhis

α-talasemi taşıyıcılığı hafif anemi olan ya da anemi olmayan hastalarda mikrositoz ile fark edilir ve fazla sayıda hedef hücreleri ve anizositozu olan hipokrom mikrositik anemi ile karakterizedir. α- talasemi 2 taşıyıcılığı semptom ve laboratuar bulguları bakımından tamamen sessiz olabilir. Hemoglobin H hastalığı olan hastalar bazen yenidoğan sarılığı bazende hemolizle gelir çünkü α-globin gen eksikliği fetal hayatta tanımlanır. Yenidoğanlar yüksek Hb Barts

(18)

düzeylerine sahiptir ve hemoliz bulgularıyla mikrositik anemisi olan erişkin kopyalarına benzer. Hb H moleküler hibridizasyon teknolojisiyle kolaylıkla tespit edilebilir. DNA incelemeleri ya da globin sentez değerlendirmesi fetüste teşhisi doğrulayabilir. Hidrops fetalis teşhisi Rh ya da ABO immun uyuşmazlığı yokluğunda hidropik bebeğin varlığıyla ve elektroforezle Hb Barts’ın üstünlüğüne ek olarak karakteristik hipokromik mikrositik yayma bulgularıyla kolaylıkla konulabilir (13).

5. β-Talasemiler

Çeşitli etnik gruplarda β-talaseminin 50’ye yakın türü açıklanmıştır ve her biri gen klonlama yöntemleri kullanılarak tanınan spesifik mutasyonlarıyla tanımlanmıştır.Bunlar her yerde olabilir fakat özellikle Akdeniz, Asya ve Afrika toplumlarında yaygındır. Klinik şiddeti çok heterojendir. Tek β-globin geni β-zincir anormalliklerinin basit mendelian karakter olarak kalıtıldığı anlamına gelir. Hastalar ya heterozigot (β-talasemi trait) ya da homozigot (β- talasemi intermedia ya da β-talasemi majör) olur. β-talasemi majörün yaşam için transfüzyon gerektirmesine rağmen β-talasemi intermedia hastaları transfüzyonsuz yaşayabilirler (13).

5.1. β-Talasemilerin Patofizyolojisi

11. kromozomdaki beta geninde çeşitli ve çok sayıda genetik mutasyonlar sonucu, beta globin zincir yapısının azalması veya hiç olmaması ile beta talasemi major hastalığı meydana gelmektedir.

Mutasyon tipi nasıl olursa olursa olsun tamamı aynı fizyopatolojik mekanizmayı paylaşmakta ve bu fizyopatolojik mekanizma ile klinik bulguların içiçe geçtiği görülmektedir (18).

Beta globin zincirinin eksikliği veya yokluğu, karşılık olarak gama ve delta zinciri artışı ile Hb A2 ve Hb F‘in artmasına yol açar.

Fakat Hb A2 ve Hb F ne kadar artsada, beta zincir eksikliğini yeteri kadar tamamlayamaz ve asıl hemoglobin olan Hb A1'in eksikliği

(19)

gelişir. Globinin üretimindeki defekt nedeni ile , globinle bağlanmamış hem ara ürünlerinin, aminolevulinikasid sentetaz enzimi üzerine feed back inhibisyonu, hemoglobinin yetersiz yapılmasına katkıda bulunur. Sonuçta hipokrom mikrositer bir anemi gelişir. Beta talasemi majörde fizyopatolojiyi etkileyen başka bir nedende , alfa ve beta globin altünitelerinin sentezindeki dengesizliktir. Beta globin eksikliği nedeniyle eşlenmemiş alfa globin altüniteleri birikerek, çökerek, hemolizlere neden olurlar. α zincirlerinin oksijen taşıma yeteneği olmadıgı gibi çozünürlükleri azdır. Hücrede çökerek yarattığı agregatlar, eritrosit membran ve organellerinde harabiyete ve erken hücre yıkımına neden olmaktadır (18).

Eşlenmemiş alfa zincirlerinin oluşturduğu inklüzyonların (Hemikromlar) hemolizdeki etkisi;

1-Kemik iliğinde eritroid prekürsörlerin ölümüne ve inefektif eritropoeze neden olurlar. Homozigot durumda kemik iliği normoblastlarının % 15-30'dan fazlası yıkımdan kurtulamamaktadır.

İnklüzyonlar eritroid kök hücrelerin çekirdekleri içinde bile görülmektedir. Talasemik normoblastların azalmış DNA sentezi ve hücrelerin çoğunun G2 fazında ve duraklamış olması inefektif eritropoezi çok iyi açıklayan çalışmalardır. Gelişen hücrelerin intramedüller yıkımı yüzünden dolaşımdaki hücrelerde ölçülen beta/alfa globin sentez oranı, hastalığın ağırlık derecesi ile tam olarak orantılı değildir. Çünkü globin dengesizliğinin fazla olduğu hücreler dolaşıma geçemeden yıkılmaktadırlar (18).

İnefektif eritropoez yüzünden periferik kanda retikülosit sayısı artar. Kemik iliğinde eritroid aktivitenin aşırı artışı sonucu kemik iliği genişler ve karaciğer ile dalakta eritrosit yapımı devam eder. Böylece dalak ve karaciğer büyür. Hemoglobin yapımında azalma sonucu eritrositlerde hipokromi ve mikrositoz, anizositoz, hemolitik anemi yüzünden polikromazi, poikilositoz, inefektif eritropoez nedeniyle periferik yaymada normoblastlar görülür (20,21).

(20)

2- Olgunlaşmasını tamamlayarak dolaşıma çıkabilen eritrositler hem inklüzyonlardan dolayı hem de alfa zincirlerinin oluşturduğu serbest oksijen radikallerinden dolayı yıkıma uğramaktadır (18).

Bu safhada beta talasemi majörde fenotipi belirleyen nedenleri göz önüne alırsak, hücrenin proteolitik enzimlerinin aktivitesi ve gamma zincir sentezleme özelliğinin oldukça önemli olduğunu görebiliriz.Hücrede ne kadar az serbest α zinciri kalırsa, patolojik olaylar o kadar az olacaktır.

Çökmüş fazla α globin zincirleri eritrosit hücresinde hem membranda, hemde organellerde bazı olaylara neden olurlar bunlar;

Eritrosit membranı çift katlı bir lipid zardan ve onun altında onu destekleyen iskelet proteinlerinden yapılmıştır. Bu iskelet proteinleri spektrin (alfa ve beta), protein 4.1, protein 3, aktin ve glukoforinlerdir. α ve β talasemide bu yapılarda değişiklikler olur. α - talasemide (Hb H hastalıgı) β- 4 tetramerin çözünürlüğü daha fazladır ve daha az yoğunlukta inklüzyonlar oluşturur. Bu hemikromlar protein 3'ün bağlanma bölgesine bağlanarak spektrin-ankirin- protein 3 ilişkisini bozarlar (18).

β-talasemide ise biriken ve çöken α 4 tetramerleri, β-globin agregatları, protein 4.1'in bazı aminoasitlerinin oksidasyonuna neden olarak, fonksiyonel ve yapısal anormalliğine yol açarlar. Bunun sonucu olarak normalde spektrinin, aktine bağlanmasını arttıran protein 4.1 işlevini yapamaz. Spektrin-aktin-protein 4.1 ilişkisi bozulur.

Eşleşmemiş alfa zincirlerinin hem direkt ilişkisi, hem oluşturduğu oksidatif hasar nedeniyle eritrosit membranının antijenik yapısında değişiklikler olmaktadır. Bu antijenik yapı değişikliği otoreaktif IgG antikorları oluşumuna neden olmaktadır. IgG antikorları antigalaktosit ile reaksiyona girer ve eritrositlerin retiküloendotelyal sistemde yıkımı artar (18).

Oksijen radikalleri, oksidatif stres sonucu oluşan, oksijenden türeyen moleküllerdir. Bu serbest radikallerin oluşumuna neden olan,

(21)

intra ve ekstrasellüler olaylara da oksidatif stres denilmektedir. Bu serbest radikallerin başlıcaları, superoksit (O2), hidrojen peroksit (H2O2), hidroksil radikal (OH), lipid peroksitleri’dir. Bunların en önemlisi ve en fazla hasar verici, hidroksil radikaldir. Bunlar etkilediği maddelerden elektron alan ve bu maddenin dengesini bozan radikallerdir. Talasemik eritrositlerin oksidatif streslere duyarlılığı artmıştır. Serbest radikallerle oluşan oksidatif hasar, lipid peroksidasyonu ve demir toksisitesi ile belirlenmiştir. Talasemide oksidatif hasarı ayrıca kolaylaştıran mekanizmalar multifaktöryeldir.

Bunlar :

1- Eşleşmemiş alfa globin zincirleri 2- Non hemoglobin demiri

3- Hücre içinde Hb'nin düşük oluşu.

Serbest, eşleşmemiş, stabil olmayan globin subünitleri superoksit ve hidroksil radikal oluştururlar. Bunlar oksidatif olayların zincirini başlatırlar. Önce methemoglobin oluşur, sonra geri dönüşümlü ve dönüşümsüz hemikromlar çökerler ve membranın çeşitli komponentleri ile ilişkiye girerler. Hem ve globülini parçalarlar.

Hemin yıkımı ile açığa çıkan serbest demir (Fe2++, + H2O2 - Fe+++

+ OH . + OH-) çok güçlü şekilde okside radikal oluşumuna yol açmaktadır (18).

Demirin yol açtığı okside radikal oluşumuna Fenton reaksiyonu denir. Burada oluşan ve çok toksik olan hidroksil radikal, eritrosit oksidatif hasarında çok önemli bir rol oynar.

Membran iskeletinde bozulma ile deformabilitede azalma, rijiditede artma, membran lipidlerinde peroksidasyon, antijenik değişme ile eritrositlerde erken yaşlanma, katyon değişiminde bozulma ile hücre içi K+ kaybı gibi hadiselere neden olur. Talasemik hastalarda ferritin ve hemosiderin halinde biriken demirden daha önemli olarak, plazma proteinlerine gevşek olarak bağlanmış, düşük moleküler ağırlıklı demir kompleksleri vardır. Demir gibi bir metalin varlığı ve oksijenden zengin eritrosit içi çevre birlikte oksijen radikali

(22)

yaratmak için uygun bir ortam oluşturmaktadır. Demirin yol açtığı fenton reaksiyonu ile oluşan OHֿ radikali lipid peroksidasyonunun en önemli nedenlerinden biridir. Lipid peroksidasyonu tüm hücreleri ve organelleri etkilemekte, bir kere başladıktan sonra da, bir antioksidan devreye girmez ise, zincirleme devam etmektedir.

Talasemik eritrositlerde bu oksidatif hasar çok önemlidir (18).

Talasemik eritrositlerde fazlaca okside oldukları için membran fosfolipidlerinden fosfotidil etanolaminin ve çoklu doymamış yağasitlerinin azaldığı gösterilmiştir. Ayrıca talasemideki karaciğer hasarıda, serumda fosfolipid, kolesterol ve çoklu doymamış yağ asitlerinin azalmasına neden olmaktadır. Membran lipidlerinin peroksidatif harabiyetinin başka bir göstergesi, çoklu doymamış yağ asitlerinin oksidasyonu sonucu oluşan, bir yıkım ürünü olan malondialdehidin artışıdır.

Serbest radikallerin membran fosfolipidleri üzerindeki etkisini sonlandırmada rol alan ve doğal antioksidan olan α-tokaferolün serum düzeyi, talasemik hastalarda çok düşük olduğu görülmüştür.

Bu eksiklik fazlaca tüketime bağlı olabilir. Oral olarak sürekli alfa tokaferolün alınması, serum alfa tokaferol düzeyini arttırıp, malondialdehid konsantrasyonunu azaltmaktadır, fakat transfüzyon ihtiyacında bir değişiklik yapmamaktadır. Bunun nedeni α-tokaferol sadece membran lipidlerinin peroksidasyonunu önlemekte, oksijen radikallerinin diğer hücre komponentleri üzerine olan etkisini önleyememektedir.

İnsan vucudunda oksijen radikallerini ortadan kaldırmak için farklı ve kompleks mekanizmalar gelişmiştir. Bu antioksidan sistemler in vivo ve in vitro sistemler olarak iki gruba ayrılabilir.

Talasemide antioksidanların incelendiği çalışmalarda α-tokaferolün ve A vitamininin düşük olduğu, bununla beraber süperoksid dismutaz ve glutatyon peroksidazın yükseldiği görülmüştür.

(23)

Tüm bu hadiseler sonucunda talasemik eritrositlerin, normal eritrositlere göre makrofajlar tarafından 22 kat daha fazla fagosite edildiği görülmüştür.

Talasemide serbest radikal hasarının azda olsa önlenmesi üç şekilde olabilmektedir. Demirin desferroksamin ile şelasyonu ve çinko histidin gibi demirle yarışmalı bir metal kullanılarak, redokmetilin spesifik bölgeden çıkarılmaya çalışılması ile kısmen sağlanabilir. α- tokaferol kullanılmasının da yararlı olduğu bilinmektedir.

Beta talasemi majörde fizyopatoloji ile klinik birbiriyle içiçedir.

Özetle beta talasemi majörde kliniğin ciddiyeti:

1-Hücrenin proteolitik kapasitesine (α zincirlerinin temizlenmesi) 2- Kemik iliği hücrelerinin γ/ α sentez durumuna (γ/α oranı arttıkça serbest α zincir havuzu daralır)

3- Antioksidanların oksidatif hasarı önleme kapasitesine

4- Oluşan serbest radikallerin hasar vermesini önlemeye bağlıdır (18).

5.2. β-Talaseminin Klinik Bulguları ve Teşhisi 5.2.1.β-Talasemi Taşıyıcılığı

β-Globin genlerinden birinin sağlıklı, diğerinin bozuk olduğu durumlar β-talasemi minör veya β-talasemi taşıyıcılığı olarak adlandırılır. Bunlar klinik olarak semptom vermezler. Mikrositoz, hipokromi, eliptositoz ve target hücrelerin bulunması tipiktir. β- talasemi taşıyıcılığı hafif anemisi olan hastada belirgin hipokromi ve mikrositoz ile tespit edilebilir. Osmotik frajilite azalmıştır. Eritrosit sayısı (RBC) yüksek, ortalama eritrosit volümü (MCV), ortalama eritrosit hemoglobini (MCH) düşüktür. Talasemi taşıyıcıları demir eksikliği anemisiyle karıştırılabilir. Serum demir, transferin satürasyonu, ferritin tayini ayırıcı tanıda kullanılır. β-talasemi taşıyıcılığında demir, demir bağlama kapasitesi ve ferritin normaldir.

Hb elektroforezinde Hb A2, Hb F veya her ikisinde artışın gösterilmesi ile tanıya gidilir. Genellikle, β-talasemi taşıyıcılığı olan

(24)

hastalarda MCV 75’ten daha küçüktür ve hematokrit 30’dan büyüktür. Tersine, demir eksikliği olan hastalarda nadiren hematokrit 30’un altına düşene kadar MCV 75’in altındadır. Bu prensibin kantitatif hesabı Mentzer indeksidir (MCV/RBC). MCV/RBC 13’ten büyükse demir eksikliği ile uyumludur. 13’den küçükse β-talasemi taşıyıcılığı ile daha uyumludur. Vakaların %70-80’inde yalnız yayma ve kan sayımından tanı konulabilir. β-talaseminin klasik şekillerinde hemoglobin elektroforezi ile genellikle yüksek Hb A2 düzeyi gösterilir ve tanıyı doğrulayan iyi bir göstergedir. Yüksek Hb A2 birikiminin asıl nedeni bilinmemektedir. Ancak normal Hb A2 düzeyinin β-talasemi taşıyıcılığını dışlamaz. δβ-talasemi daha az yaygın fakat nadir olmayan bir durumdur, yüksek Hb F’e (çoğunlukla %5-10 civarında) eşlik eder fakat Hb A2 normal veya düşüktür. Hb Lepore gibi talaseminin diğer nadir şekilleri de ayırıcı tanıda önemlidir.

Güneydoğu Asya toplumlarında Hb E (_26 glu lys) oldukça yaygındır (%10-20 gen sıklığı). Hb E eritroblastların çekirdeğindeki mRNA öncüllerinin metabolizmasını etkiler. Hb E bu toplumdaki talaseminin çok yaygın görülen hafif bir şeklidir. Homozigot Hb E ve Hb E triat mikrositoz ile seyreder ancak asemptomatiktir. Hb E ve β-talasemi birlikte kalıtılması (Hb E β-thalasemi) da yaygındır çünkü bu toplumda β-talaseminin sıklığı yüksektir. Bu kombinasyon β-talasemi intermedia ya da β-talasemi majör fenotipine neden olur. Hb E rutin elektroforetik jellerde HbA2 gibi göç eder fakat ekseri Hb A2 için görülen miktarların üzerinde mevcuttur (Hb E %15-30, Hb A2 %1-7) (13,20,22).

5.2.2.Talasemi İntermedia

Talasemi majörden klinik olarak daha hafiftir. Transfüzyon yapılmadan hemoglobin değeri 6 g/dl civarındadır. Fakat splenomegali, kemik deformiteleri , kemik ağrıları, büyüme gelişme geriliği, kronik ülserler görülebilir. Talasemi intermediada vakaların bir bölümü 10-12 g/dl Hb düzeyleri ile erişkin yaşa kadar her hangi bir bulgu vermeyebilir (20,22,23).

(25)

5.2.3 β-Talasemi Majör

Her iki β-globin geni bozuk olduğunda tanımlanan homozigot talasemi durumudur. Çocuklar doğumda normaldir. Genellikle ilk yıllarda anemi gelişir ve büyüme geriliği, ateş, ishal ve diğer bulgularla ortaya çıkarlar. Vakaların çoğu yaşamın ilk yıllarında transfüzyona ihtiyaç duyarlar. Transfüzyon yapılmayan çocuklarda klasik yüz görünümü olan frontal çıkıklık, burun kökü basıklığı, maksilla ve üst dişlerde öne doğru çıkıklık belirir . Radyolojik icelemelerde uzun ve yassı kemiklerde medüller kavitede genişleme, kortikal incelme, kısa kemiklerde tübüler, kaba görünüm görülür.

Özellikle kafatası kemiklerinde fırçamsı görünüm görülebilir.

Ekstramedüller hematopoez yüzünden hepatosplenomegali, periferik lenfadenopati görülür. Hipertrofiye kemik iliği tarafından folat kullanımı artışı sonucu folik asid eksikliği gelişir. İnfeksiyon ve kanamaya eğilim artmıştır. Yeterli şelasyon almayan çocuklarda puberte yaşlarında demir birikimine bağlı çok sayıda endokrin sorun ortaya çıkar. Vakalar genellikle araya giren infeksiyonlar ve kalp yetmezliği sonucu 30-40 yaşlarında kaybedilmektedir.

Talasemi majörlü hastaların laboratuar bulgularında; eritrosit sayısı, MCV, MCH, ortalama eritrosit hemoglobin konsantrasyon (MCHC) değerlerinde azalma, periferik yaymada ağır hipokromi, mikrositoz, poikilositoz, anizositoz, normoblast, bazofilik stipling ve target hücreleri dikkati çekmektedir. Hemoglobin elektroforezinde;

Hb F hakimiyeti ve değişik düzeylerde Hb A2 ve Hb A düzeyleri saptanmaktadır (20,22-24).

6. β-Talasemi Majörde Tedavi 6.1. Hipertransfüzyon Uygulaması

Hipertransfüzyon uygulaması transfüzyon öncesi hemoglobini 10.5-11 g/dl arasında tutmak için kullanılmaktadır. Transfüzyon sonrası hemoglobin haftada 1 g düştüğü için 3-4 haftada bir 15 cc/kg eritrosit süspansiyonunun transfüzyonu gerekmektedir. Talasemi

(26)

majörlü hastalarda transfüzyon tedavisine teşhis konulduktan sonra ve Hb düzeyi 7 g/dl altına düştüğünde başlanır. Hipertransfüzyon sonucu büyüme ve gelişme artar, ekstramedüller hematopoez azalır, yüz ve iskelet anormallikleri azalır, bağırsaktan aşırı demir emilimi azalır, splenomegali ve hipersplenizm gelişmesi azalır, komplikasyonlar azalır ya da daha geç ortaya çıkmaktadır (21).

6.2. Orta Transfüzyon Rejimi

Tanımlanmış pek çok transfüzyon rejimi olmakla birlikte orta transfüzyon rejimi en uygun rejim olarak kabul edilmektedir. Bu rejime göre transfüzyon öncesi hemoglobin degeri 9.5 g/dl olmalıdır.

Hemoglobinin 9.5 g/dl’nin üzerinde tutulması kemik iliğini inhibe etmekte ve ayrıca fazla demir yüklenmesini önlemektedir.

Transfüzyon sonrası hemoglobin düzeyi transfüzyondan en az 30 dakika sonra bakılmalıdır ve hemoglobin düzeyi 15.5 g/dl’nin üzerine çıkmamalıdır. Fazla kan transfüzyonu viskozitesiyi arttırmakta, doku oksijenasyonunu azaltmakta ve tromboz riskini artırmaktadır.

Ortalama hemoglobin düzeyi 12 g/dl olmalıdır. (Ortalama hemoglobin düzeyi transfüzyon öncesi ve sonrası hemoglobin değerlerinin toplanıp ikiye bölünmesi ile hesaplanmaktadır.) Transfüzyondan sonra hemoglobin yaklaşık haftada 1g/dl düşmektedir. Buna göre transfüzyon aralıkları 2-4 hafta olarak ayarlanabilmektedir. Kanın hemotokritine göre verilecek eritrosit süspansiyonunun miktarının hesaplanabileceği tablolar geliştirilmiştir. Bu tablolara ulaşılamazsa yaklaşık olarak 15-20 ml/kg eritrosit süspansiyonu 2-4 saatte verilmelidir. Veriliş hızı 5 ml/kg/saati geçmemelidir.Antikor oluşumu ve allerjik reaksiyonları önlemek için eritrosit süspansiyonu lökosit filtresi kullanılarak verilmelidir (25).

6.3. Şelasyon Tedavisi

Şelasyon tedavisinin amaçları hücre içindeki aşırı demiri uzaklaştırmak, hücre dışındaki serbest demiri bağlamak ve negatif demir dengesi sağlamaktır. Şelasyon tedavisine ferritin düzeyi 1000

(27)

ng/ml den daha fazla olduğunda başlanması gerekir. Desferoksamin 40-60 mg/kg/gün haftada 5 gece 8-10 saat süreyle elektronik pompalar aracılığıyla cilt altına infüze edilir. Demir yükü çok yüksek olan seçilmiş vakalarda desferoksamin 100 mg/kg/gün gibi yüksek dozlarda damar yoluyla verilebilir. Amaç serum ferritin düzeyini 1000 ng/ml’ye yakın tutmaktır. Ferritin düzeyi her 3-6 ayda bir ölçülmelidir.

Desferoksamin verilmesine bağlı komplikasyonlar Tablo 4’te gösterilmiştir.

Tablo 4: Desferroksamin komplikasyonları (21)

Desferoksamin uzun süre ya da yüksek dozda verildiğinde ya da yeterli aşırı demir yükü olmadan desferoksamin verildiginde toksik etkiler daha fazla görülür. Ayrıca, verilen desferoksamin miktarına göre atılabilir demir yetersiz olduğunda desferoksamin toksisitesi artabilir (21).

Desferoksamin dışında Deferiprone oral kullanılan aktif demir şelatörüdür. Yapılan çalışmalarda uzun süren defepiron tedavisi ile hastalarda serum ferritin ve karaciğer demir konsantrasyonunda stabilite veya azalma görülmüştür (26).

Desferrithiocin güçlü bir aktif demir şelatörüdür Fe+3 yüksek affinite gösterir.

Yapılan çalışmalarda karaciğer demir konsantrasyonunda ve ferritin düzeyinde düşme görülmüştür. Ancak toksik etkileri nedeniyle kullanılmamakta daha az toksik etkili analoglarının geliştirilmesi çalışmalarına devam edilmektedir (26).

(28)

Hydroxybenzyl-etilendiamin-diacetic asit; desferroksamine alternatif olabilecek IV kullanılan güçlü bir demir şelatörüdür. Yapılan hayvan deneylerinde desferroksamin den yaklaşık iki kat fazla daha etkili bir şelatör olduğu görülmüştür.Aynı zamanda farklı bir aileden olduğu için desferroksamin alerjisinde kullanılabileceği düşünülen ve hala çalışmaları devam eden yeni bir moleküldür (26).

Piridoksal isonicotinoyl hydrazone etkili bir demir şelatörü olmakla birlikte aynı zamanda toksik oksijen radikallerinin güçlü bir inhibitörü olduğu gösterilmiştir (26).

GT56-252 başka bir demir şelatörüdür gaita ile atılır ve talasemik hastalarda etkili olabileceği yönünde çalışmalar vardır klinik kullanım için çalışmalar devam etmektedir (26).

40SD02 (CHF1540) demir şelasyonu için geliştirilmiş modifiye nişasta polimeridir. Gönullü talasemi hastalarında kullanılmış şelasyon ve tolerabilitesi etkin bulunmuştur. Kullanımı için çalışmalar devam etmektedir (26).

ICL670 kronik demir yüklenmesi tedavisinde oral kullanım için geliştirilmiş ve talasemi hastalarında kullanılan yeni jenerasyon şelatörlerdendir (26).

6.4. Splenektomi

Splenektomi hipersplenizm olan hastalarda transfüzyon ihtiyacını azaltır ve genellikle hipersplenizme bağlı transfüzyon ihtiyacı arttığında adolesanlarda uygulanır. Splenektomiden 2 hafta önce polivalan pnömokok ve meningokok aşısı verilmesi gerekir. Hastaya önceden Hemophilus influenza aşısı yapılmamışsa yapılmalıdır.

Splenektomiyi takiben infeksiyon riskini azaltmak için koruyucu olarak penisilin 250 mg 2 dozda verilir. Splenektomi endikasyonları tablo 5’te gösterilmiştir (21).

Tablo 5: Splenektomi endikasyonları (21)

(29)

6.5. Destek Tedavisi

1. Folik asid hipertransfüzyon yapılan hastalarda gerekmez, transfüzyon yapılmayan talasemi intermedia olan hastalarda günlük 1 mg ağızdan verilir.

2. Hepatit B aşısının bütün hastalara yapılması gerekir.

3. Konjestif kalp yetmezliği varsa dijital ve diüretikler verilmelidir.

4. Endikasyon varsa tiroksin, büyüme hormonu, östrojen, testosteron gibi hormonlar

yerine konulmalıdır.

5. Safra taşı varsa kolesistektomi yapılmalıdır.

6.Koryon villüs örneklemesi ya da amniosentez yapılarak genetik inceleme ve antenatal teşhis yapılması gerekir.

7. Osteoporoz varsa tedavi edilmelidir. Osteoporoz tedavisinde kalsitonin ve

bifosfonatlar yer almaktadır (21).

6.6. Kemik İliği Nakli

Transfüzyon ve şelasyon gibi klasik yöntemlerdeki gelişmelere rağmen bugün için beta talasemili hastalarda tek kesin tedavi yöntemi allogenik kök hücre transplantasyonudur. Kemik iliği, insan lökosit antijeni (HLA) uyumlu kardeşten alındığında kür sağlanabilir.

Hepatomegali, hemosideroz ve nakil öncesi karaciğer portal fibroz derecesi büyükse seyir kötüdür. Sonuçlar birkaç kez transfüzyon yapılan ve komplikasyonu olmayan 3 yaşından küçük çocuklarda daha iyidir. Başarı oranı %58-91 arasında bildirilmektedir. Başarı düzenli şelasyon uygulanan, karaciğer 3 cm'den küçük ve fibrozisi olmayan olgularda daha yüksektir. Kemik iliği transplantasyonunun HLA tam uyumlu kardeşten yapılması yeğlenir. Graft versus host hastalığı küçük hastalarda daha az sıklıkla ortaya çıkmaktadır.

Transplantasyon sonrası dönemde hastanın demir yükü dikkatle izlenmelidir. Transfüzyon almamasına rağmen transplantasyon

(30)

sonrası dönemde serum ferritini uzun süre yüksek kalmakta ve komplikasyonlara neden olabilmektedir (21,27).

6.7. Yeni Tedavi Yaklaşımları

Fetal hemoglobin yapımının arttırılması için Hb F arttıran ajanların kullanımı, defektif genler yerine somatik gen tedavi yaklaşımları deneysel aşamalarda olan tedavi yaklaşımlarıdır (24).

7. β-Talasemi Majörlü Hastalarda Rutin Kontroller 7.1. Düzenli Transfüzyon Alan Hastaların İzlenmesi a. Eritrosit fenotipi (Transfüzyondan önce).

b. Öykü, aylık fizik muayene.

c. Transfüzyon öncesi ve sonrası tam kan sayımı ölçümü ve kaydı.

d. Yılda iki kez indirekt antiglobulin tarama testi .

e. Her 3 ayda bir serum aspartat aminotransferaz ve alanin aminotransferaz,

bilirubin, gamma glutamil transferaz, laktat dehidrogenaz, alkalen fosfataz,

albümin, total protein ve ferritin düzeyleri.

f. Hepatit A ve B paneli (aşıdan önce).

g. Yıllık Hepatit C antikoru (eğer antikor pozitifse polimeraz zincir reaksiyonu ile

HCV RNA tayini).

h. Yıllık protrombin zamanı ve parsiyel tromboplastin zamanı.

i. Transfüzyondan 5 yıl sonra (veya hepatomegali varsa) karaciğer biyopsisi.

7.2. Kardiyak İzlem (Transfüzyondan 5 Yıl Sonra) a. Yıllık elektrokardiyografi, ekokardiyogram.

b. 12 yaşın üstündeki hastalarda 24 saatlik Holter monitorizasyonu.

c. Kardiyoloji konsültasyonu, 18 yaşın üzerindeki hastalarda magnetik rezonans

(31)

görüntüleme, stres testi.

7.3. Endokrin ve Osteoporoz İzlemi

a. Yıllık TSH, serbest T4, parathormon, kalsiyum, inorganik fosfor, büyüme

hormonu düzeyleri.

b. Yıllık glukoz tolerans testi.

c. 12 yaşın üstündeki hastalarda gonadotropin ve östradiol (veya testosteron)

düzeyleri.

d. Yıllık kemik mineral dansitesi, kemik yaşı, 24 saatlik idrar kalsiyum, kreatinin,

hidroksiprolin ölçümleri.

e. Yılda iki kez serum kalsiyum, inorganik fosfor, alkalen fosfataz, 1.25- dihidroksivitamin D düzeyleri (28).

8. Talaseminin Önlenmesi

Önemli talasemilerin hepsi için taşıyıcı durumlar tanımlanabilir ve prenatal teşhis yöntemleri ile tespit edilebilir (29). Hastalık özellikle yaygınsa antenatal klinik izlemde toplum düzeyinde kontrol programları taramayı gerektirir. Uygun ırktaki her kadının eritrosit değerlerini ayrıntılı gösteren standart kan sayımıyla talasemi için taranması gerekir.

Talasemilerin farklı şekilleri için önemli taşıyıcı durumlar düşük MCHC ve MCV düzeylerine eşlik eder. Bu durumda hastaların takibinde hemoglobin A2 konsantrasyonu ölçülür çünkü ß- talasemilerin yaygın formlarının tamamında yükselir. Hemoglobin A2 konsantrasyonu normal olan talasemi taşıyıcının kan tablosu α°

talasemi (–/ αα) için taşıyıcı durumu gösterebilir.

Homozigot α+ talasemi (-α /-α ) ya da ß talaseminin nadir formunun taşıyıcısı hemoglobin A2 konsantrasyonu normaldir. Bu olasılıkların ayırt edilmesi için uzman bir laboratuarın yardımını almak gereklidir. Anne gebeliğinde α° talasemi için taşıyıcı ise Bart's hidrops fetalis sendromu için risk vardır.α+ talasemi için homozigot

(32)

olan annenin gebeliğinde takip kötü ise daha hafif durum, hemoglobin H hastalığı olur. Normal hemoglobin A2 konsantrasyonu olan ß talaseminin formları ciddi fenotipe neden olan diğer talasemi genleriyle birbirini etkileyebilir. Bir kadına bir kez talasemi taşıyıcısı olarak teşhis konuldugu zaman eşinin test edilmesi gerekir ve eşler genetik konsültasyon için gönderilmelidir. Eşler prenatal teşhisi isterlerse bu mümkün olduğu kadar erken yapılmalıdır. Erken prenatal teşhis, fetal kan örneklemesi, koryon villüs biyopsisi ve globin genlerinin direkt analizi sayesinde gerçekleştirilir (30).

Tecrübeli merkezlerde hata oranı %1’in altındadır. Bu hataların çoğu maternal dokuyla fetal DNA’nın kontaminasyonu ya da DNA analizindeki teknik sorunlardan kaynaklanmaktadır (31). Hastalığın yaygın görüldüğü Kıbrıs ve Sardunya gibi ülkelerde bu yaklaşımın uygulanması hastalıklı doğan çocuk sayısını büyük oranda azaltmıştır (30). Sonuç olarak, hastalığın önlenmesinde genetik danışma ile toplumun eğitimi, riskli çiftlerin uygun testlerle araştırılması, mutasyonların tespit edilmesi ve doğum öncesi tanı esas noktalardır (20,32,33).

9. β-Talasemi Majörün Komplikasyonları

Talasemi majördeki komplikasyonlar yetersiz tedavi, demir birikimi veya transfüzyonlara bağlı olarak gerçekleşmektedir (21).

Talasemi majörde görülen komplikasyonlar (21,34,35).

1. Hematolojik I. Hiperbilirubinemi

II. Hipersplenizme bağlı pansitopeni III. Koagulasyon kusurları

IV. Fonksiyonel aspleni

V. Kan transfüzyonlarına immun/allerjik reaksiyonlar VI. Lenfoid hiperplazi

2. Kardiyak I. Aritmi

(33)

II. Kalp yetersizliği III. Perikardit

3. Hepatik

I. Pigment safra taşları

II. Siroz ve protein sentezinde azalma III. B ve/veya C hepatiti

IV. Diger viral hepatitler (HDV, HEV, HGV) 4. İnfeksiyonlar

I. HIV II. Malarya 5. Endokrin

I. Bozulmuş glukoz toleransı ve diyabetes mellitus II. Hipotiroidi

III. Hipoparatiroidi

IV. Cinsel gelişmede gecikme V. Büyüme geriliği/boy kısalığı VI. Adrenal yetmezlik

6. Kemik değişiklikleri I. Osteoporoz

II. Spinal deformiteler III. Patolojik fraktürler

IV. Kraniyofasial deformite/dental problemler V. Sinovit ve/veya artrit

7. Diğer

I. Vitamin ve mineral eksiklikleri a. Askorbik asid

b. E vitamini c. B12 vitamini d. A vitamini e. Çinko

f. Magnezyum II. Dermatolojik

(34)

a. Hiperpigmentasyon b. Bacak ülserleri c. Folikulit

III. Akciğer komplikasyonları IV. Nöromiyopati

V. Sekonder gut

VI. Psikolojik problemler

VII. Psödoksantoma elastikum benzeri sendrom

9.1. Hematolojik Komplikasyonlar

Dalak defektif kan hücrelerini ve yabancı partikülleri temizlemek için filtre görevini yapar. Beta talasemide anormal eritrositlerin dalağın retiküloendotelyal elementlerine maruziyeti sonucunda dalak giderek büyür. Bu durumu, çocukların yaşamın erken döneminden itibaren düzenli kan alması destekler. Splenektomiden sonra yalnız periferik kanda inklüzyon taşıyan eritrositler dalağın önemini gösterir.

Ekstramedüller hematopoez splenomegaliye katkıda bulunabilir. Splenomegali sonucunda karında rahatsızlık hissi, anemi, trombositopeni ve nötropeni gelişebilir.

Dalak beta talasemi majörün ağır şeklinde ekstramedüller hematopoezin yeridir.

Splenomegaliyle büyüme geriliği olan hastalarda splenektomi sonrası büyümenin hızlandığı gösterilmiştir. Yetersiz transfüzyon yapılan şiddetli beta talasemi majör hastalarında veya talasemi intermediada hepatomegali gelişmektedir. Splenektomiden sonra özellikle yetersiz kan transfüzyonu yapılanlarda da hepatomegali gözlenmiştir.

Hipersplenizm genellikle erken ve düzenli kan transfüzyonu yapılanlarda engellenebilir ve hastaların çoğu splenektomi gerektirmeden adolesan döneme ulaşır.

Plazma volüm genişlemesi özellikle yetersiz kan transfüzyonu yapılan beta talasemi majörlü hastalarda yaygın bir bulgudur. Bu durum aneminin kötüleşmesine ve miyokard yükünün artmasına yol açar. Tamamen splenomegaliye bağlı değildir ve splenektomiden sonra her zaman normale dönmez. Bunun vasküler şant olarak rol oynayan genişlemiş kemik iliğinden kaynaklandığı düşünülmektedir (36).

9.2. Kardiak Komplikasyonlar

Kardiyak hemosiderozis ve buna bağlı olarak gelişen ritm bozuklukları ve tedaviye dirençli kalp yetmezliği talasemi majörlü

(35)

hastalarda ölüm sebeplerinin başında gelmektedir (37,38). Kronik anemi, aşırı demir yükü, pulmoner hastalıklar, miyokardit, perikardit ve birçok olası diğer faktörler etiyolojide yer almaktadır. Transfüzyon az yapılan hastalarda, anemiye bağlı ortaya çıkan hipoksiye ikincil değişiklikler gözlenmektedir. Bunlar arasında artmış sol ventrikül kasılması, yüksek kardiyak atım hacmi, sol ventrikül hipertrofisi, venriküllerde genişleme, derin anemisi olanlarda konjestif kalp yetmezliği bulguları yer almaktadır. Otopsilerde yapılan patolojik incelmelerde, 100 ünitenin üzerinde transfüzyon alanlarda kalpte ciddi miktarda demir birikimi olduğu gösterilmiştir. Demir birikimi öncelikle ventriküler miyokardda, daha sonra atriyal miyokardda ve en son olarak iletim sisteminde olmaktadır. Kardiyak tutulumun derecesi lif başına biriken demir miktarına ve tutulan lif sayısına bağlıdır. Kalpte demir birikmesi hipertrofiye, genişlemeye ve miyokardiyal fibrozise yol açmaktadır. Talaseminin kardiyolojik komplikasyonları aneminin ve demir yüklenmesinin etkilerine kısıtlı değildir. Talasemili hastaların bazıları miyokardite ve kronik pulmoner hipertansiyona bağlı sağ kalp yüklenmesine eğilimlidir. Splenektomi yapılan hastalarda pulmoner hipertansiyon riskinin artmış olduğu gösterilmiştir. Beta talasemi majörlü çocuklar nükseden perikardit ataklarına eğilimlidir. Kardiyak hastalık yetersiz transfüzyon yapılan ve yetersiz şelasyon tedavisi alan, yetersiz şelasyon ile birlikte yüksek hemoglobin düzeyini sürdüren ve özellikle de hepatik demir konsantrasyonu 15 mg/g üzerinde olan 15 yaşından büyük hastalarda beklenmesi gerekmektedir (36). Genellikle diğer organlarda belirgin demir birikimi olmadan kalbe ait klinik bulgular ortaya çıkmamaktadır (39,40). Klinik bulgu verdikten sonra ise kalpte geri dönüşümsüz değişiklikler oluştuğu için hastalar kısa sürede kaybedilmektedir. Kalp yetmezliği gelişen hastaların yarısından fazlasında yetmezlik geliştikten sonra beklenen yaşam süresi 3 aydan azdır ve üçte biri ölür. Tanının subklinik evrede konulması oldukça değerli olacaktır. Bu nedenle 10 yaşını geçmiş tüm

(36)

hastalarda düzenli aralıklarla telekardiyografi, ekokardiyografi, 24 saatlik ekokardiyografi monitorizasyonu ve egzersiz radyonüklid sineanjiografi ile kardiyak durum de ğerlendirilmelidir.

Ekokardiyografi miyokardda demir yüklenmesini göstermede yararlıdır. Miyokard dokusundaki demirin görüntülenmesinde magnetik rezonans görüntülemenin yararlı olduğu da bildirilmiştir.

Hastanın transfüzyon sayısı, seri serum ferritin düzeyleri, şelasyon tedavisine uyum ve hepatik demir konsantrasyonu ile birlikte değerlendirildiğinde miyokard tutulumu hakkında oldukça belirleyici bilgi sağlar. Fonksiyon bozukluğu saptanan hastalarda daha yoğun şelasyon tedavisi ile kalp fonksiyonlarında düzelme sağlanabilecektir (41,42).

9.3. Hepatik Komplikasyonlar

Talasemi majörlü genç erişkinlerde karaciğer hastalığı morbidite ve mortalitenin yaygın sebeplerinden birisidir. Karaciğer hastalığının oluşumunda transfüzyon ve artmış demir, kollajen ve gerekirse hepatit antijenini saptamak için özel boyalarla boyanmalıdır.

Hepatit B virüsü (HBV) esas olarak kanla bulaştığı için, transfüzyon bağımlı talasemik çocuklar risk altındadır. Günümüzde HBV infeksiyonunun sıklığı, tarama ve aşılama yapılabilen ülkelerde düşük olsa bile önlem alınmayan bazı ülkelerde halen HBV hepatiti sık görülmektedir. Kronik aktif hepatit tanısı anormal karaciğer fonksiyon testleri, özellikle yüksek transaminaz düzeyi, karaciğer biyopsisindeki görünüm, erken evrede HBe antijeni ve geç evrede anti-HBe antikoru varlığı ile konabilmektedir.

Talasemi majörlü hastalarda hepatit C virüs (HCV) prevalansı Kıbrıslı Türklerde %11.7, Malezya ve Çin’de %30 ve İtalya’da %75 civarında bildirilmiştir (36). HCV infeksiyonu bakımından talasemi majörlü hastalar büyük risk altındadır. HCV infeksiyonu genellikle sarılık bulgusu vermediği için ekseri yüksek serum transaminaz düzeylerinin taramada tespiti ile saptanır. Viremi HCV-RNA ile

Referanslar

Benzer Belgeler

ekonomik demokrasi uy- gulamalcrı da, layik toplum düzeni ve layik düşünüş biçimi sayesin­ de olduğu kadar, Atatürk'ün devletçilik uygulamasının ürünü

I will argue that given the political nature of the public sphere, all those examples reduce the need for politicization of religious arguments, which is

Team Sports Individual Sports.. E) Write “indoor” or “outdoor”. very noisy in class yesterday. at home the whole weekend. at the shopping mall last night. at the school yesterday.

Çok değerli bir oyuncu, Türk tiyatrosu için büyük bir kayıp.. KENAN IŞIK: Geleneğin temsilcisi, oyuncu sülalenin

Ticaret unvanı, işletme sahibi gerçek ya da tüzel taciri diğerlerinden ayırdığı halde, işletme adı 19 Alan adlarının marka olarak tescil edilebilmesi için alan adının

Ultimately, big data stimulates research collaboration through data sharing and using developed computational tools to disseminate data, enabling primary research

葛根 四兩 麻黃 三兩,去節 桂枝 二兩 芍藥 二兩 甘草 二兩,炙 生 薑 三兩,切 大棗 十二枚,擘。.

[r]