• Sonuç bulunamadı

RİZE TEVFİK İLERİ ANADOLU LİSESİ. Şimal Şimal. Rize Tevfik İleri Anadolu Lisesi Okul Dergisi

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "RİZE TEVFİK İLERİ ANADOLU LİSESİ. Şimal Şimal. Rize Tevfik İleri Anadolu Lisesi Okul Dergisi"

Copied!
70
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Şimal 2019

Şimal Rize Tevfik İleri Anadolu Lisesi Okul Dergisi

2019

RİZE TEVFİK İLERİ ANADOLU LİSESİ

(2)

Şimal 2019

Rize Tevfik İleri Anadolu Lisesi Yayın Organı

Yıl: 7 Sayı: 7 21 Mayıs 2019

Sahibi

Rize Tevfik İleri Anadolu Lisesi Adına

Necmettin YAŞAR Okul Müdürü

Genel Yayın Yönetmeni Ömer KURTULUŞ

Yazı Kurulu İsa YILMAZ Sadık DAL Elif ARDIÇ

Yayın Kurulu Cansu TÜRÜT Cansu KIZILTUNÇ

Ebru AKTAŞ Bahar ÇAKAR

Ebrar VARLI Çağla Nurşah KARSLI

Gözde LEVEND Çağlanur SEMEN Ali Baran GÜNEŞ Mustafa ŞANAL Bilge HERVENİK Ayşenur SANDIKÇI

Sedef BİLİCİ

Dergi Tasarımı Ömer KURTULUŞ

İçindekiler:

1. İstasyon / Hikaye ….………..………. 3

2. Şehit / Hikâye ……….………. 8

3. Vatan /şiir …………..………..… 12

4. Koşsam / Şiir ………..………. 13

5. Unutulmuş Çocukluk / Şiir ………..…13

6. Siyahım / Şiir ….………….………. 14

7. Maktül / Hikâye ………. 15

8. Yedi Tepe İstanbul /Şiir ………. 16

9. Yağmur / Hikâye ………..………. 17

10. Gece, Hatıralar / Şiir ………..………. 22

11. Savaş / Şiir ……… 22

12. Siyah Maske / şiir …….……… 23

13. Atatürk / Şiir ………..……….……… 24

14. Atamız / Şiir ………. 24

15. Bir Ben / Şiir ………….……….……….. 25

16. Dere Kenarları / Şiir ……… 25

17. Annem / Şiir………..……… 26

18. Anne / Şiir ………. 26

19. Dalgalar / Şiir ……….…………..………. 27

20. Bekliyorum / Şiir ……….. 27

21. Dünyaya Bir Daha Gelirsem / Şiir……..……… 28

22. Haberler, Etkinlikler ………..…… 29

23. İdam/ Hikâye ………. 40

24. Sığınak / Şiir ……….……….. 43

25. Yalnız Yolculuk / Hikâye ……… 44

26. Hiç / Ebru Aktaş ……….……. 51

27. Anne / Şiir ……….….. 54

28. Ağlamak / Lunapark ………..………….. 55

29. Ya Resulallah/ Mektup ………..……… 56

30. Bir Cümle / Hikâye ……… 57

31. Gözünü Kapamayacak Kadar Güzel / Hikâye ……… 58

32. En Büyük Korku / Hikâye……… 60

33. Yalnızca Biri Kalabilir / Hikaye ……… 63

34. Anket ………..………. 65

35. Yazma Hevesi / Anı ……… 69 36.

(3)

Şimal 2019

istasyon

Her zamanki gibi en güzel takım elbisesini giymiş, gazeteci şapkasını takmış, bir elinde gazete bir elinde şemsiye yine aynı yerdeydi. Tren istasyonuna girdiğinde önce kenarda duran orta yaşlı simit satıcısına, daha sonra girişte yere oturmuş sokak müzisyenine selam verdi. İsimlerini hatırlamıyordu. Hiçbir zaman onlara isimleriyle seslenmemişti ki… Zaten onlar da bunu kabullenmişti. Her gün tekrar tekrar tanışıyorlardı.

Bazen kendi ismini bile unutuyordu. 72 yıllık hayatında sadece bir anını unutmuyordu. Onu yıllardır buraya getiren o anıydı. Sanki istasyona gelince her şey düzelecek gibiydi onun için. Oğlu ne kadar gerçeği söylese de yaşlı adam asla umudunu kesmiyordu ya da sadece ona kalan tek anıya tutunuyordu.

Sene 1987

‘’Artık çıkmamız gerek kızım, haydi Gönül! Bak babanla abin bekliyor aşağıda.’’ diye ona seslenen annesini işiten küçük kız, kırmızı şapkasını başına geçirip merdivenlerden aşağı inmeye başladı. Mutluydu, ilk defa trene binecekti. Babası ona söz vermişti. Şimdi de küçük kalbi heyecandan uçuyordu.

‘’Geldim anne, babam da bizimle gelse keşke. İkna edelim de gelsin, lütfen anne. Hem teyzemleri görmüş olur o da.’’

Perihan Hanım bir yandan küçük kızın montunu giydirmeye çalışırken diğer yandan kızına cevap veriyordu.

‘’Babanın işleri var kızım, o bizi istasyona bırakacak. İki hafta sonra da aynı yerden alacak. Hem teyzenin kızlarıyla oyun oynarsın sen, sıkılmazsın hiç. Çabucak geçer iki hafta.’’ diyerek kızını ikna etmeye çalıştı. O sırada

(4)

Şimal 2019

dışarıdan korna sesi gelmeye başladı. Küçük kız sayesinde geç kalmışlardı. Aceleyle Gönül’ün elinden tutup dışarı çıkardı. Evin kapısını kilitleyip oğlunun ve kocasının içinde bulunduğu arabaya doğru dikkatle yürümeye başladı.

Ankara’nın kışı yine sert geçiyordu. Yerlerde buz olmasa da kar vardı ve yerinde duramayan kızı yüzünden düşebilirlerdi. Kocası arabadan inip Gönül’ü kucağına aldı. Arka koltuğa oğlunun yanına bıraktı. Daha sonra Perihan Hanım’a merdivenlerden inebilmesi için yardım etti. Arabanın ön kapısını açıp geçmesini sağladı.

Tren, 18.00’ de hareket edecekti. Yirmi dakikada istasyona gidebilirlerdi.

‘’Babacığım, sen de gelsen?’’ dedi küçük kız. Arka koltukta abisiyle beraber oturuyordu. Ali Bey bu sözlerin geleceğini biliyormuş gibi gülümsedi. Kızına söz verdiğinden beri onlarla gelmesi için yalvarıyordu. Fakat kendisi bir avukattı ve işlerini ayarlayamamıştı. Karısını ve çocuklarını trene yerleştirip tekrar işlerinin başına dönecekti.

‘’ Kızım, işlerimin olduğunu söyledim sana. Hem iki hafta zaten, çok uzun değil. Gelince işten izin alırım. Hep beraber bir yerlere gideriz.’’

Aslında Ali Bey gitmelerini istemiyordu, fakat kızına söz vermişti bir kere. Perihan Hanım’ın karnına bakıp gülümsedi ve karısının elini tuttu. Tek güvencesi Perihan’ın kendine ve çocuklarına canı pahasına dikkat edecek olmasına olan inancıydı.

Küçük kız aldığı cevapla şımararak kıkırdamaya başladı. Küçük dişleriyle gülümseyerek babasını onayladı. Yirmi dakikalık yol Ufuk’la Gönül’ün şarkı söylemeleriyle, Ali Bey’in karısına tembihleriyle geçti.

İstasyona geldiklerinde trenin kalkışına on beş dakika vardı. Ali Bey arabanın bagajından eşyaları çıkardı, ailesini bir banka oturttu ve trene gidip eşyaları ailesinin seyahat edeceği vagona bıraktı. Geri döndü ve hep birlikte tren saatinin gelmesini beklediler. Trenin kalkacağını söyleyen sesi duyduklarında Ali Bey önce kızına sarıldı.

‘’Beni çok özle tamam mı? Gelince koskocaman sarılmanı istiyorum Gönül’üm.’’ diyerek yanakların öptü küçük kızın.

‘’Çok özleyeceğim ve gelince de sımsıkı sarılacağım babacığım.’’ diyerek tekrar babasına sarıldı. Ali Bey dizlerinin üzerinden kalkarak oğlu Ufuk’ un yanına geldi.

‘’Gidip geldiğinde çok istediğin okuma kitaplarından birini daha alırız, tamam mı oğlum?’’ diyerek sarıldı oğluna.

Ufuk çok istediği kitapların alınacağını duyunca babasını sevinçle onaylayıp sarıldı babasına. Trenin kalkmasına az bir vakit kalmıştı. Ali Bey, Perihan Hanım’ın önüne geldi. Karısına sımsıkı sarılıp:

‘’Kendine çok dikkat et, çocuklarımıza da düğmemize de dikkat et. Bir şey olursa ara, haber et. Allah’a emanet olun.’’ diyerek eşinin şakağından öptü. Doğacak olan çocuklarına ‘düğme’ demişlerdi bir kere, öyle de kalmıştı.

Perihan Hanım:

‘’ Sen de dikkat Ali’m, yemeğini aksatma sakın. Çok çalışıp kendini de yorma. Allah’ a emanet ol.’’ dedi. Ali Bey tebessüm edip onları trene bindirdi. Tren hareket etmeye başlayınca bir süre yavaşça giden trenin yanında yürüdü ve ailesine el salladı. Eşi de çocukları da camda ona el sallıyorlardı.

Tren gözden kaybolduğunda istasyondan çıkıp arabasına bindi ve arabasını evine doğru sürdü.

***

(5)

Şimal 2019

Evin kapısını açıp içeriye girdiğinde karısının çıkmadan sıktığı parfüm kokusu burnuna geldi. Tebessüm etti adam, karısından da çocuklarında da hiç ayrı kalmamıştı. İlk defa ayrılık girmişti aralarına.

Arabanın anahtarlarını kahverengi zigon sehpanın üzerine bıraktı. Siyah kabanını portmantoya kızının ve oğlunun yağmurluklarının yanına astı. Evin sessizliğe gömülmesiyle üzerine çöken huzursuzlukla giysilerini değiştirdi. Daha sonra salona geçip yemek masasının üzerinde bulunan evraklarını aldı. Koltuğa yerleşip davalar üzerinde çalışmaya başladı.

Yaklaşık iki saat kadar çalıştıktan sonra yemek yemek için mutfağa gitti. Buzdolabını açıp içi sarma dolu tencereyi çıkardı. Dün akşam birlikte yapmışlardı. Perihan Hanım, içini hazırlamış; Ali Bey, sarmıştı sarmaları.

Tencereyi ocağın üzerine bırakıp ısınması için altını yaktı. Salona geçip içeriyi toplayacakken telefon çaldı.

Elindekileri bırakıp telefonu açtı.

‘’Alo?’’ diye cevapladı. Karşı taraftan nefes nefese kalmış bir adamın sesi duyuldu.

‘’Ali Abi, benim Enver. İstasyondayım ben, bir haber geldi az önce. Abi, yengeyle çocukların bulunduğu tren başka bir trenle çarpışmış.’’ dedi. Ali Bey elinde telefon öylece dinledi. Bir şey olmamıştı, kaza olmuştu. Tamam, ama ölüm haberi yoktu. Yaşıyorlardı yani. İçinden böyle düşünüyordu. Ailesi hakkında kötü bir şey düşünse gerçekten öyle olacakmış gibi hissediyordu.

‘’Enver, ölü yok değil mi? Ne zaman geri dönecekler, başladılar mı tahliyeye?’’ diye sordu bir umut.

‘’Abi, ölen var. Liste geldi az önce…’’ diye devam ederken Ali sözünü kesti genç adamın.

‘’İsimleri yok orada biliyorum Enver. İstasyona gelirim ben, alıp eve getiririm Perihan’ı. Gönül’ümü de, Ufuk’u da, düğmeyi de. Belki erken doğar hem, sen gördün değil mi fotoğrafını? Ben hemen anladım, Perihan’ıma benzeyecek diye. Perihan ne gülmüştü o gün, yansılanım fotoğrafından nasıl anlarsın diye? Bak erken geliyorlar şimdi, Ufuk’a söz verdiğim kitabı almalıyım. Gönül de çok istiyordu trene binmek ama olsun. N’apalım? Kaza işte. Bir şey olmamış sonuçta değil mi Enver? Söylesene oğlum!’’

‘’ Abi, bir dur! Ufuk iyi, bir şey olmadı. Getiriyorlar istasyona yolda. Ama Ali Abi, Perihan Yengeyle Gönül…işte listedeler.’’ dedi telefonun ucundaki ses.

Tam o sırada az önce listede adları olmasın diye bir umut sımsıkı tuttuğu telefon ahizesi elinden yere düştü.

Gözyaşları süzülmeye başladı yanaklarından. İnanamıyordu olanlara. Daha üç saat önce beraberdiler, sarılmıştı onlara.

Telefondan Enver’in sesini duyduğunda kendine gelir gibi oldu ve telefonu alıp:

‘’Geliyorum istasyona.’’ deyip kapattı telefonu. Üzerine garip bir sakinlik çökmüştü. Yanaklarında yaşlar, gözleri dolu dolu mutfağa gidip ocağın altını kapattı. Yatak odasına gidip üzerini değiştirdi. Üç saat önce astığı kabanını üzerine geçirdi. Arabanın anahtarlarını alıp ayakkabılarını giydi. Evi kilitleyip arabaya doğru yürüdü.

On beş dakika sonra istasyonun önündeydi. Arabadan indikten sonra girişe doğru yürümeye başladı. Etraf çok kalabalıktı, herkes ailesi için gelmişti. Ali, gözlerini etrafta gezdirerek Enver’i aradı. Enver de onu uzaktan görmüş olsa gerek fark edilmek için kolunu havaya kaldırıp salladı. Ali, Enver’in ve birkaç istasyon görevlisinin bulunduğu yere hızlıca yürüdü.

(6)

Şimal 2019

‘’Enver, telefonda söylediğin…’’ diye söze başlamak istedi ama devam edemedi.

‘’Abi, başın sağ olsun. Ufuk iyi, 1 saate gelirler.’’ dedi Enver. Ali, gözlerinde yaşlarla gördüğü ilk banka çöktü.

Ölmüştüler; eşi, kızı ve daha doğmamış bebeği. Ufuk iyiydi, sadece küçük bir teselliydi bu ona.

O bankta ne kadar oturdu, bilmiyordu. Etrafındaki insanlar azaldı, Enver evine döndü. İstasyon görevlilerinden sadece bir tanesi kaldı. Adam ise öylece oturdu. 32 sene boyunca her gün yapacağı gibi hep aynı banka oturdu ve onları bekledi.

‘’Ali Amca, bak yine gelmişsin. Ne konuştuk dün? Ufuk’u arayacağım. Gelsin, alsın seni. Helak oldun buralarda, gelme daha.’’

Ali Bey bu sözleri duymazdan gelerek:

‘’Ne kadar var trenin gelmesine? Perihan’la kızım, gelecekler. Geç kalmayayım diye erken geldim.’’ dedi.

İstasyon görevlisi, pes ederek:

‘’Yakındır gelmesi Ali Amca.’’ dedi ve işinin başına döndü. Ali Bey aldığı cevaptan memnun bir şekilde tebessüm etti ve gazetesini açtı. Yaklaşık bir saat sonra uzaktan ona seslenildiğini duydu. Gazetesini indirip ona seslenen kişiye baktı.

‘’ Baba! Dün söyledim sana, kaç defa söyledim? Gelme daha, bekleme onları. Yok onlar, gittiler.’’ diye sesini yükseltti oğlu Ufuk. Gözleri dolmuştu her ikisinin de. Ali Bey, duymamış gibi yaparak karşıya dikti gözlerini. Ufuk da yanında oturdu babasının. İç çekerek:

‘’ Neden böyle yapıyorsun baba?’’ dedi. Ali Bey gözleri dolu dolu:

‘’ Ben bir şey yapmıyorum, annenle kız kardeşini bekliyorum.’’ diyerek inatla Ufuk’tan yana dönmedi. Ufuk tekrar parlayarak:

‘’Baba, annemle Gönül öldüler. Gözümün önünde öldüler benim. Anla artık, kabullen.’’ dedi. Gözlerinden yaşlar akmaya başlamıştı. Yaşlı adam dayanamayarak:

‘’Ben bilmiyor muyum? Tamam, öldüler. Ama bir umut oğlum. Bir umut belki annen gülümseyerek şu trenden çıkar diye geliyorum. Belki Gönül, o küçük bedeniyle kollarıma koşar diye bekliyorum. Bugün oldu o kaza. 32 yıl önce bugün, sizi ben buraya getirdim. Çok mutluydunuz, ilk defa trene binecektiniz. O günün akşamı aldım ben haberi. Sen tesellim oldun sadece. Çok görmeyin bana bunu, her gün geleyim. Yine bir umut bekleyeyim Perihan’ımla kızımı.’’ dedi oğlunun gözlerine bakarak. İkisinin de gözlerinden yaşlar akmaya başlamıştı.

‘’Tamam baba, gel. Bekle annemleri. Ama şimdi eve gidelim geç oldu. Belki yarın gelirler. Tamam mı?’’ dedi.

Yaşlı adam, oğlunun kendisini anladığını umarak onayladı. İstasyondan çıkıp arabaya bindiler.

Ertesi gün, Ali Bey yine geldi istasyona. Oğlu iş çıkışında onu yine alıp eve götürdü. Hiç kimse bir şey söylemiyordu artık. Sanki gerçekten yolcu bekliyordu ve gerçekten gelecekti o yolcular.

Ali Bey; kalp krizinden vefat edinceye kadar o istasyonda, yolcularını bekledi.

(7)

Şimal 2019

Siyah araçların arkasından gelen ambulans tüm köye ilan etmişti acı haberi. Bir ocağa ateş düşmüştü ve o ateş tüm kalpleri cayır cayır yakacaktı.

Tüm köyden ağlama sesleri doluyordu kulaklara. Araçların yaklaştığı ev ise feryat figan... Avluya toplanan ev halkı daha subaylar araçtan inmeden anladılar ateşin onlara ait olduğunu.

"Kahraman Demir'in babası Hulusi Demir siz misiniz?"

Başını sallamakla yetindi.

"Başımız sağ olsun. Oğlunuz şehit oldu."

Son bir umut subayın ağızından çıkan kelimelerin gerçek olmamasını diledi yaşlı adam. Gözlerini yumdu, ellerini tutan subayın ellerini sıkıca kavradı. Gözünden sicim gibi yaşlar, ağızından ise tek bir kelime döküldü:

"Oğlum!"

Anne, acılı haberi subayın da teyit etmesiyle beraber yürekten bir çığlık savurdu. Birden eli ayağı kesildi ve yere -oğlunun altında yatacağı toprağa- düştü. Sanki çığlıkla birlikte oğlunu da ondan almışlardı. Seneler boyu gözü gibi baktığı oğlunun şehit olduğunu öğrenmek tarifsiz acıydı onun için.

Kahraman'ın eşi, gün boyu içinde oluşan huzursuzluğun sebebini bulmuştu fakat elbette ki bulmak istemezdi. Ağlıyor, bağırıyor, inanmak istemiyordu. Arada bir ne olduğunu anlamayan beş yaşındaki oğluna bakıyor, yetim kaldığını düşündükçe acısı katlanıyordu. Sakinleşmesini söyleyen insanların sesini duyuyor ama anlamıyor. Ne diye sakin olacakmış ki? Aynı yastığa başını koyduğu hayat yoldaşı, bir düşman kurşunuyla ölüme gitmişti. Kimse ondan sakin olmasını bekleyemezdi. Son hatırladığı şey koluna giren iğnenin bıraktığı sızıydı.

(8)

Şimal 2019

Ağlaşan topluluğu gördükçe ayakları geri geri gidiyordu. Annesine ne yapmışlardı? Babaannesi niye öyle bağırıyordu? Bu kalabalık neden ağlıyordu? Anlamıyor, çok korkuyordu. Durmadan babasının adı geçiyor ağlayan insanların ağızından. Ne çok özlemişti babasını. Demek ki kalabalık da özlemişti. Sahi babası neredeydi?

***

Şehit Kahraman Demir'in naaşı sel gibi akan kalabalığın omuzlarında son kez evine getiriliyordu. Avlunun ortasına bırakılan tabutun etrafını insanlar sarmış, ağlaşıyorlardı. Tabutun kapağını şehidin yüzü gözükecek şekilde açtılar. Açtılar ya annesi, eşi, babası ve diğer tüm sevdikleri, o nurlu yüzü görmeye doyamadılar.

"Kahraman'ım, benim canım oğlum, nasıl aldılar seni benden? Nasıl ayırdılar? Benim bakmaya doyamadığım yüzünü şimdi nasıl toprağa vereceğim ben, oğlum! Hadi kalk 'Ben geldim anne.' de. Hadi oğlum bak ne haldeyiz, üzme bizi, kalk gel hadi! "

Annesi ağıtlar yakıyor, yanan yüreğinin acısını gözyaşlarıyla söndürmeye çalışıyordu. Ama nafileydi. Ne bu akan gözyaşları oğlunu geri getirecekti ne de bu yakarışlar.

Tabuta kapanıp ağlayan eşi Sevda, güçlükle başını kaldırıp eşine son kez doya doya baktı. Konuşmak istiyordu, haykırmak, boğazları parçalanana kadar haykırmak fakat boğazında oluşan düğüm buna müsaade etmiyordu artık.

Günler boyu gözüne uyku girmemişti. Geceyi gün edip Kahraman'ı beklemişti. Hâlâ kabullenememişti öldüğünü. Ama şimdi kocasının tabutu o kadar gerçekti ki ve içinde sevdiği adam yatıyordu. Bu gerçek içindeki ufak umutları da yıkıyordu. Yapabildiği tek şeyi, elinden gelen tek şeyi yapıyordu artık. Ağlıyordu.

Güçlü kalmaya çalışan baba ve insanlar son bir güçle tabutu sırtladılar. Usulca süzülen gözyaşları eşliğinde oğlunu mezara taşıyordu. Ne kadar üzülse de bir yanı gururluydu. Oğlu şehitlik mertebesine erişmişti. O, artık şehit babasıydı.

***

Birden bastıran yağmur eşliğinde çamura dönen toprağı kürekliyorlardı. Şehidin tüm yakınları mezarın açılmasına yardımcı olmak için küreği kullanma işinde sıraya girdiler. Ayakta duramayan anne ve Sevda bir yere oturmuş ağıt yakıyorlardı. Sonunda mezar açıldı ve naaşı toprağa verildi. Gözyaşlarını tutamayan baba oğlunun üzerine ilk toprağı attı. Bembeyaz kefeni kahverengi toprakla boyanmıştı. Bu anı ölene dek unutamayacağından o kadar emindi ki. Mezarın başında duramayacağını anlayınca küreği bir başkasına devretti. Öylece birbiri ardını takip eden topraklardan sonra mezarı kapattılar.

Yağmur yağmaktan usanmış olacak ki yerini gökkuşağına bıraktı. Kalabalık dağıldı fakat yakınları terk edemediler Kahraman'ı. Kulaklar, oğlunun başında dualar okuyan annedeydi. Arada gözyaşları dua kitabını düşse bile devam etti. Baba kendi kendine sessizce konuşuyor, ağlıyordu ve aradan tek bir ses duyuluyordu:

"Vatan sağ olsun."

(9)

Şimal 2019

***

Eli titreyerek deftere uzandı. Kahraman'ı defnedeli iki hafta olmuş fakat hâlâ eşine ait olan o kitabı açamamıştı. Açarsa gerçekle tekrar yüzleşmekten korkuyordu. Odaya giren oğlu düşüncelerini böldü.

Kendini toplayıp oğluna döndü.

"Anne!"

Sesindeki hüzne hâkim olmaya çalışsa da başaramayacağını biliyordu fakat yine de denedi.

"Efendim, oğlum."

"Ne yapıyorsun burada?"

Verecek cevap bulamadı. Sadece gözleri mavi deftere ilişti. Yanına oturan oğlu, annesine baktı ve büyük bir olgunlukla defteri aldı, açtı ve ondan okumasını istedi. Hâlâ daha titremekte olan elleri oğlunun bu davranışı karşısında güç buldu. Sıkıca defteri kavradı ve pür dikkat onu izleyen oğluna baktıktan sonra okumaya başladı.

"Buraya gelirken arkamda bıraktığım yaşlı gözleri unuttuğum bir an bile olmuyor. En çok da elim silah tutarken düşmanla burun buruna geldiğim anlarda. Yüreğim öyle delice çarpıyor ki korkudan değil ama.

Aklıma düşüyor Sevda'mın gözleri, annemin sözleri, Ali'min "baba" deyişi, babamın nasihatleri... Daha önümde uzun bir zaman var bunlara kavuşmak için. Zor ama sabrediyorum."

Kalbinde tarif edemeyeceği türden acıları sadece gözyaşlarıyla dışa vurabiliyordu Sevda. Oğlunun başını okşayıp öptü. Kahraman'ın da zamanında yaptığı gibi...

Defter Kahraman'ın bu şekilde küçük küçük yazılarıyla doluydu. Yedi ayını bir deftere sığdırmıştı acılarıyla özlemleriyle birlikte.

Yanlarına gelen Hulusi ve eşi hemen anlamışlardı olan biteni. Oturup dikkatlice Sevda'yı dinliyorlardı.

Kahraman'ın kendilerinden de bahsettiğinden emindiler.

Dedesinin kucağına oturan Ali, babasına olan özleminin ne denli arttığını hissedebiliyordu. Sessiz bir şekilde dinlemeyi tercih ediyor, bunu ise annesini üzmemek için yapıyordu.

"Uzun bir zaman sonra bu defteri elime zor alabildim. Yazmak iyi geliyor fakat buralar biraz karışık. Sınır bölgesinde dört gündür bir çatışma hâkim. Ne zaman biter, bilemiyorum. Aileme de haber yollayamadım.

Umarım endişelenmemişlerdir."

Hatırlıyordu o zamanları Sevda. Haber alamayınca kaç gece gözüne uyku girmemişti. Ama eninde sonunda eve haber ulaştırmayı başarmıştı eşi.

(10)

Şimal 2019

"Zaman sanki akmıyor da geriye sarıyor. Her günüm aynı stres, aynı yorgunluk, aynı özlem... Kafamın içinde hem silah sesleri hem Ali'nin sesleri... Hasret ne acımasız öyle, yokluğun boşluğunda seni esir alan. Ama vuslat güzelse çekilen çilenin adı dahi olmaz."

O gün akşama kadar tüm defteri okudular. Herkesin gözleri yaşlı, kalpleri buruk...

***

Aylar sonra maddi sıkıntılar yüzünden Sevda annesinin yanına yerleşti. Her ne kadar Kahraman'ın ailesi Ali ile Sevda'yı yanına almak isteseler bile durumları buna yetmedi.

Her gün ona evlenmesini söyleyen annesinin ısrarlarından usanmıştı artık. Böyle bir şeyin olmasını kesinlikle istemiyordu. Kahraman ölse bile onu hâlâ seviyordu. Sevgisine ve ona ihanet etmek en son isteyeceği şeydi.

Annesini baskısına komşuların kötü tutumu da eklenince iş içinden çıkılmaz bir hale dönüşüyordu.

***

Duvağının ardından olan biteni çaresizce izliyordu. Birbiriyle selamlaşan insanlar, masalarda oturup dedikodu yapanlar, ortada karşılıklı oynayanlar... Annesi ise halinden memnun bir şekilde ellerini kavuşturmuş oturuyordu. Emeline ulaşmıştı, uzun uğraşlar sonucu kızını zorla da olsa ikna etmeyi başarmıştı. Kızı, köyün varlıklı bir ailesine gelin gidiyordu. Bu durumun elbette ki ona getireceği türlü yararları vardı. Köyde saygınlığı artacak ve belki de tarlası olacaktı.

Bu noktaya nasıl gelmişti? Bir sene öncesine kadar Kahraman vardı hayatında şimdi ise yanında oturan bu adam da neyin nesi? Adı Adnan. Bildiği şeyler zengin olması -bu kısım sadece annesini yakından ilgileniyordu- ve çocukluktan beri Sevda'yı deliler gibi sevmesi. Tek tesellisi de buydu ya. Sevda'yı seviyordu, oğluna da iyi davranırdı.

Mecbur bırakılmışlığın ifadesi yüzünden okunur bir şekilde gözleriyle Ali'yi arıyordu. Oğlunu biraz olsun tanıyorsa evden çıkmamıştır. Bu durumu ona anlatmak sandığından da zor olmuştu. Daha babasının yokluğuna alışamayan çocuk, babasının yerini almak isteyen birinin varlığına nasıl alışsın ki? Annesine kızgındı. Babasını istiyordu o, bir başkasını değil. Oğlunu anlıyordu ama elinden bir şey gelmiyordu.

***

Aylar birbirini devirirken zaman, su olup insan ömründen usulca akıyordu. Mevsimler değişti, artık o kasetli hava yerini cıvıl cıvıl ilkbahara bıraktı. Sevda'nın geçen bu zaman boyunca düşünecek çok zamanı oldu.

Ali'yle arasını düzeltti. Oğluna durumu sebepleriyle açıklamak zor olmuştu. Kimseyi kötülemeden kırıp dökmeden halledebildiğine seviniyordu. Oğlu yaşıtlarına göre olgun bir çocuktu. Sonunda annesine hak vermiş, babasının ölümünü kabullenmişti. Ama biliyordu ki ne olursa olsun Ali'nin içinde bir şeyler hep eksik kalacaktı aynı kendisinde olduğu gibi.

Geçen zaman içerisinde Adnan'ı tanıma fırsatı buldu. Sandığından daha iyi bir insandı. Fakat Adnan'ın da artık insanların söylemlerine canı sıkılıyor, onları dert ediyordu. "Adnan nasıl olur da dul kalmış bir kadınla

(11)

Şimal 2019

evlenir?" Herkesin ağızından aynı laf. Bütün köyün meselesi haline gelmişlerdi. Bu yüzden Sevda da köyde dolaşamaz olmuştu. Ne zaman sokağa çıksa arkasında kadınların fısıltısı vardı. Nereye giderse gitsin bu fısıltı onu takip ediyordu. Ne kadar duymamaya çalışsa da insanların bakışları bunu mümkün kılmıyordu.

Hatta bir gün Adnan eve bu yüzden sinirli geldi. Ne olduğunu tahmin eden Sevda çekinerek ona ne olduğunu sordu. Bir az olsun sakinleşmeye çalışan Adnan'ın yanına oturdu, elini tuttu ve gözlerinin içine baktı. Adnan yüzünde oluşan hafif şaşkınlığı gizleyemedi.

"En kısa zamanda bu köyden gidiyoruz."

"Neden? Ne oldu birden?"

"Birden değil uzun zamandır tüm köy bizi konuşuyormuş. Bugün de kahvehanede yan masadaki konuşmada adım geçerken öğrendim. Adamla kavga ettik."

Olanları dinleyen Sevda hiç şaşırmayınca Adnan garipsedi.

"Ne o Sevda, yoksa sana da mı yapıyorlardı?"

"E.. evet, hem de Allah'ın her günü."

Dayanamamıştı artık. Eşine olanların hepsini anlattı. Adnan bu durumdan daha da rahatsız olmuştu.

Aklında tek bir düşünce vardı: Köyü terk etmek. Şehre gidip kendilerine daha güzel huzurlu bir yaşam kurmak Adnan'ın elindeydi. Sevda da bu düşünceye sıcak bakıyordu. Çok bunalmıştı ve artık tahammül edemiyordu söylenenlere. Bu kararı uygulamakta tez davranıp birkaç ay sonra İstanbul'a gittiler.

Köydekilerin ağızları Adnan, Sevda ve Ali'nin gidişlerinden sonra bir nebze olsun durmuştu.

İstanbul'da bir ev satın aldılar, Ali'yi okula yazdırdılar. Adnan'ın ilk geldiklerinde açtığı dükkân gün geçtikçe büyüyordu. Sevda, evde kalmasına rağmen sık sık yeni edindiği arkadaşlarıyla buluşuyordu. İstanbul büyük şehirdi, köyden sonra onlara âdeta cennet gibi gelmişti. Her şeyden önce burada insanlar giydiğine, yediğine, içtiğine karışmıyordu. Rahattı. Çabuk ayak uydurmuşlardı İstanbul'a. Adnan sayesinde hemen şehrin nezih ortamlarında bulunma imkânları olmuştu. Ali'nin buradaki bir okulda eğitime başlamasına da çok seviniyordu Sevda. Oğlunu ve kedisini köyden çekip kurtardığı için Adnan'a minnettardı. Sayesinde hiç yaşamadıkları şeyler yaşadılar ve en önemlisi kendilerini geliştirdiler.

***

Mavi Mercedes köyün bomboş yollarında tozunu attıra attıra gidiyordu. Uzun bir yolculuğun ardından köylerine geri dönmüşlerdi. Dört yıldır hiç uğramamışlardı buraya. Sonunda akrabalarının ısrarlarına dayanamayıp ziyarete geldiler.

Tüm köy halkı meraklı bakışlarla arabaya bakıyordu. Arabadan inecek kişinin belediye reisi olduğuna dair dedikodular daha şimdiden yayılmıştı. Kapı aralandı ve dışarıya doğru çok şık ayakkabılı biri adım attı.

(12)

Şimal 2019

Arabadan inen Adnan'ı gören insanlar, ilk şaşkınlıklarını ardından Sevda ve Ali'yi görmeleriyle beraber ikinci şaşkınlıklarını yaşadılar. Sevda çok değişmişti. Şehirli kadınlar gibi şık giyimli ve tertemizdi. Ali görmeyeli büyümüş, yakışıklı bir çocuk olmuştu. Eski hallerinden eser yoktu. Âdeta bambaşka biriydiler.

zamanında arkasından konuşan insanların önünde dimdik durmuş olmanın gururuyla Adnan'ın annesinin elini öptü. Şaşkın gözlere aldırış etmeden Ali'yi de öpmesi için yönlendirdi. Adnan da ailesiyle kucaklaştıktan sonra eve girdiler.

***

Kabristanlığa girdiklerinde Ali koşar adım babasına koştu. Geçen süre boyunca ayrı kalmak ona daha fazla özlem duymasına neden olmuştu. Mezarı gördüğünde "Baba!" sözcüğüyle birlikte yaşlar gözüne hücum etmeye başladı.

"Baba, bak ben geldim. Döndüm, eskisi gibi beraberiz bak! Sen yokken ben okula başladım, biliyor musun?

Bak, bu da karnem. Hepsi beş. Merak etme baba, çok çalışıyorum. Okumayı, yazmayı öğrendim. Hatta sana bir mektup bile yazdım. Sen okuyamazsan ben sana okurum. Baba, seni çok özledim ben. Artık gelemeyeceğini söyledi annem. Ama rüyalarıma gelebilirmişsin. Rüyalarımda beni görmeye gelir misin baba? "

Elindeki mektubu toprağın üzerine yavaşça bıraktı. Onun yerine avucunu toprakla doldurdu. Daha fazla dayanamayıp mezara kapanıp hıçkıra hıçkıra ağladı.

Oğlunun başında yaşlı gözlerle olanları izleyen Sevda, yüreğinin oracıkta parçalandığını hissetti. Kahraman'ı o da çok özlemişti. Keşke bir mucize olsaydı ve Kahraman yanı başlarında belirseydi. Fakat yanına gelen Adnan bunun gerçek olamayacağını anlamasına yetti. Karısını teselli etmek isteyen Adnan eliyle omzuna dokundu. Başı yavaşça Adnan’ın omzunda yer bulurken eli de yaklaşık bir ay sonra yanlarında olacak olan bebeğine gitti.

VATAN

Her toprağında şehidimden bir damla kan, Üstündeki kandır seni vatan kılan.

Asaletin bellidir ay yıldızlı bayrağından, Her zerresi yiğitlik kokan vatan.

Çağlanur Semen

Her toprağında şehidimden bir damla kan, Üstündeki kandır seni vatan kılan.

Asaletin bellidir ay yıldızlı bayrağından,

Her zerresi yiğitlik kokan vatan.

(13)

Şimal 2019

koşsam

koşsam, hayatım hiç var olmamışçasına koşsam, katledilmiş ruhuma inat koşsam, ayaklarımdaki cam kırıklarına inat yine koşsam, belki de tekrardan mavi kelebekler kanat çırpabilirdi etrafımda.

koşsam, zorluklara göğüs gerebilmek adına koşsam, yalnızlığıma inat elimde ayna ile koşsam, düşsem fakat yine koşsam, belki de tekrardan canlanabilirdi ruhum o zaman.

Merve Çepni

UNUTULMUŞ ÇOCUKLUK

Akşam ezanlarında kalan Oyunun sonu

Sokak aralarındaki salıncak Gelmeyecek hiç pamuk kış...

Şeker ve çocuk

Sabah ezanlarında biten Oyunun sonu

Masaüstündeki oyun Çıkmayacak hiç dışarı Sanal ve çocuk.

Sedef Bilici

(14)

Şimal 2019

Siyahım

Umutsuz yazılmış bir mektup gibiyim, Bol gözyaşlı, ağrılı ve çaresiz.

Bir kara trenin en tenha vagonundayım, Terkedilmiş, sessiz ve yalnız.

Yağmur yağıyor dışarıda, içimse seller içinde.

Titriyor ellerim kalbimin kırılmış köşelerinde.

Kafam allak bullak yeterince.

Gidiyorum, en çokta kendimden hislice.

Vazgeçiyorum en çokta özlemekten.

Korkuyorum sensizlikten, senden.

Yürüyorum ölüme adım adım.

Yanımda değilsin benim Siyahım.

Gelmek istiyorum yanına ama gelemiyorum Nede güzel demiş şair,

Tüm yelkenlerim yırtıldı ama

Hala rüzgârdan medet umuyorum.

Aleyna Karaali

(15)

Şimal 2019

Sizlere bir maktulün satır aralarına sıkışmış ruhundan sesleniyorum. Hayatın anlamını aramak şüphesiz cinayetlerin en fecisidir. Ben de hayatımın anlamını ararken sıkıştığım bu satır aralarından kurtulmaya çalıştıkça daha da dibe çekiliyorum. Esasen o sabaha kadar hiç böyle bir arayışa girme ihtiyacı hissetmemiştim. Her zamanki gibi tam vaktinde çıkmıştım evden. Şayet bir problem olmazsa vapura yetişecek ve çalıştığım danışmanlık şirketine gidecektim. Şu zamana kadar farkına varamadığım yegâne gerçek ise hayatımın bütünüyle büyük bir problem oluşuydu. Telaştan olsa gerek elimdeki evrak dosyasını düşürdüm. Eğilip dosyayı aldığımda vapuru, yakınındaki simitçiyi fark ettim. Hava yağmurluydu. Fakat o elindeki şemsiyesi ile gayet mutlu bir şekilde bağırıyor, işini yapıyor, geçenlere tebessüm ediyordu. O an, işte tam o an şu soruyu sordum kendime. Değer mi? O adam yağmurun altında soğuğa rağmen tebessüm edebiliyorken ben neden masa başı işime gittiğim halde mutsuzdum, tebessüm edemiyordum. Bunun elbette ki tek bir cevabı vardı. Yaptığım işi sevmiyordum. O halde sevdiğim işi yapmıyorsam ne için çalışıyordum ki? Refah içinde yaşamak ve hayat standartlarımı yüksek tutmak için mi? Cidden bunca yılımı böylesi saçma ve olağan bir hedef için mi tüketmiştim? İşte o an şunu idrak ettim: Beni istediğim bir hayatı yaşamaya mahkûm etmeye kimsenin hakkı yoktu. Hiç kimsenin. Hatta kendimin bile. Vapura binmekten vazgeçip bulunduğum yöne aksi istikamette ilerlemeye başladım. Aklımdaki fikri uygulamaya geçirmek için artık daha fazla beklemeyecektim. Yarım saatlik bir yürüyüş sonrası bankaya vardım. Kısa süreli bir bekleyişin ardından benimle ilgilenen kadına banka hesabımdaki bütün birikimi çekmek istediğimi söyledim. Biraz şaşırır gibi olsa da istediğimi yerine getirdi. Bir süre sonra bütün birikimim elimdeydi. Bütün emeğim, bütün mutsuzluklarım, bütün mutluluklarım… Mutluluk. Kişiden kişiye, şehirden şehre değişen belki de dünyanın en göreceli kavramı. Tüm dünyayı kapsayacak kadar derinken tüm dünyayı anlamsızlaştırabilecek kadar güçlü bir kelime. Aslında mutluluk kelimesinin köklerine indiğimiz zaman insanlar üzerinde bıraktığı en güzel etki, şüphesiz dudaklara yerleştirdiği sıcacık tebessümlerdir. Tüm evreni ısıtabilecek kadar sıcak, tüm evrende barış tohumlarını yeniden yeşertebilecek kadar samimi ve içten.

Çocukluğumdan beri en büyük hayalim bir kitap-kafe açmaktı. İçine tüm edebiyat sevgimi aşılayabileceğim, orada oturanlara kendini evlerinde hissettiren bir yer. Fakat gelecek kaygısı yüzünden bu hayalimin hep uzağında yaşadım. Şimdi ise bu sabah yaşadığım aydınlanma sayesinde çocukluk hayalimin sadece bir adım ötesindeydim. Ve işin daha da güzel olan kısmı şuydu ki, hayalimi geçmişimle harmanlayacak ve yeni açacağım kafeye “Maktul” ismini verecektim. Hayatını ve hayallerini yaşamaya

MAKTÜL

Gözde Levend

(16)

Şimal 2019

cesaret edemeyen herkesin şerefine bu hayalimi tüm maktullere ithaf edecektim. Gözüm gayri ihtiyari kolumdaki saate ilişti. Fakat artık saatle bir işim yoktu.

Bütün işlerimi halletmem yaklaşık bir hafta kadar sürmüştü. Çalıştığım danışmanlık şirketinden ayrılmış, kendime Moda’da bir mekân kiralamış ve “Maktul” için gerekli başvuruları yapmıştım. Şimdi bu satırları en büyük hayalimin içinde otururken kaleme alıyorum. Hayatımda yaptığım belki de en delice şeydi bu ama beni bana ben gibi hissettiren yegâne şeydi. Şimdi tek bir hedefim var. “Maktul”e gelen insanlara da hayallerinin peşinden koşmayı öğretmek… Çocukluğumdan bu yana doğruluğunu savunduğum pek çok şey şekil değiştirdi kafamda. Ama bir söz yerini hala koruyor ve hep korumaya devam edecek. “Bu koca evrende, hayatının anlamını arayan ve bulamayan herkes bir maktuldür. Ve faili meçhul bir cinayete kurban gitmiş demektir.”

Ya İstanbul beni alır, Ya ben İstanbul’u dedi.

İstanbul’a sevdasını, Böylece dile getirdi.

Yedi tepe yedi inci, Yedi ceddim gibi şehir.

Seni nasıl anlatsın ki, Hangi şair hangi şiir.

Her yerinde ayrı bir renk, Her semtinde ayrı ahenk.

Başka bir şehir var mıdır?

Senin güzelliğine denk.

İki yaka yedi tepe,

Ne güzelsin gündüz gece.

Fatih Sultan Mehmet Han’a, Rahmetle minnet binlerce.

Yedi Tepe İstanbul

Gözde Levend

(17)

Şimal 2019

Bazen aradığın şey tam da gözünün önündedir Lakin ne kadar ararsan ara onu göremezsin…

Arabaya gidene kadar sırılsıklam oldum, havada ürpertici bir soğuk vardı, yine yağmurluydu, her zaman ki gibi arabama bindim ve motoru çalıştırdım. Sağanak yağmur iyice şiddetlenmişti, silecekler son seviye çalışmasına rağmen yağmura yetişemiyordu, ilerlemeye başlamıştım, son bir buçuk senede yaşananlar yüzünden insanlar artık gerekmedikçe sokağa çıkmamaya başlamıştı, yol uzundu ama neredeyse bomboştu, şehir gittikçe ruhunu kaybediyordu. Güneşli havalarda parklarda çocuk sesleri gelmiyor, kar yağınca sokaklarda kartopu savaşı yapılmıyor, 12 sinden küçükler bakkala dahi gönderilmiyordu ve bir dedektif olarak bu durumu çok üstüme alınıyordum. Eve gitmeden önce marketten birkaç eksiği almam gerekiyordu.

Artık müdavimi olduğum süpermarkete girdim, 10 senedir bu şehirdeyim ve değişmeyen nadir yerlerden birisi de bu markettir. Sahibi hâlâ değişmemiş, hâlâ kasiyer almayı reddederek kasiyerlik yapmaktadır. Mike Amca inatçılığıyla kızını geçtim, bazen beni bile bunaltabiliyordu. Marketindeki kremalı gofretler favorimdi.

Bir şeye odaklanırken gerçekten çok yardımcı oluyordu. Enerji düzeyi yüksekti. O gofreti getirtmesi için Mike’ı ikna etmem 2 haftamı aldı. Huysuz adam getirmemekte direniyordu. Nedeni ise gofretin fiyatındaki düzensiz artış… Neymiş efendim? Güvenilmez malmış. Zar zor da olsa ikna etmeyi başarıp getirttim. Bir de kızı var Mike Amca’nın… İsmi Elena… Arada sırada gelir, babasına yardım eder, mal sayımı yapar ve tedarik isterdi. Ama asıl mesleği savcı… Babasına çok sadık bir kız… Bunca senedir onunla yaşıyor. Evlenmek dahi evlenmiyor. Gerçi evlense muhtemelen Mike ondan sonra 7 gün daha ancak dayanır. İyi kalpli bir kız.

Eksikleri alıp ödemeyi yaptıktan sonra biraz muhabbete daldık. Politika ve ekonomiden konuşurken Elena çıkageldi. Benim de birkaç zamandır Elena da olan ve benim istediğim bir dosyayı rica etmem için daha iyi bir zamanlama olamazdı. Elena ile ben iş gereği arkadaşız. Bazı davalarda yardımını aldığım oldu. Bu süpermarketi ve babasını da Elena sayesinde tanımıştım zaten. Merhabalaştık ve ben hemen vaktini almadan Yağmur dosyasının bir kopyasını alıp alamayacağımı sordum ve o da: “Tabi ki yarın ofisime gelirsen verebilirim fakat sormadan duramayacağım ne için?” dedi. Ben de: “Davaya ben atandım, dosyaları tek tek gözden geçirmem gerek, önceki dedektiflerin atladıkları bir yer olabilir, işimi şansa bırakamam, gerçekten bu durum sinirlerimi çok bozuyor, şehri gitgide kaybediyoruz, dayanılmaz bir durum.” dedim. Elena da bana: “Umarım biliyorsundur 1,5 sene içerisinde hangi dedektif bu davaya atanırsa atansın ya bıraktı ya da öldürüldü, hiç korkmuyor musun?” dedi. Ben de: “Henüz bir şey yaşamadığım için hayır ama uzun vade için şuanda bir şey diyemeyeceğim.” dedim ve kafamı hafif aşağı indirerek vedalaşıp arabaya geçtim. Eve geldim, eşyaları yerlerine yerleştirdikten sonra duş alıp temiz ve sıcak kıyafetlerimi giyip yemek hazırlamaya başladım. Gerçekten çok acıkmıştım ve ayrıca bu gece güzel bir keyif yapmak istiyordum çünkü davayı çözene kadar keyifli geçecek tek gecem muhtemelen bu… Ve çözeceğime olan inancım tam… Diğer seçenekleri düşünmüyorum bile! Yemeğimi hazırladım ve televizyonun karşısına geçtim, haberleri

yağmur yunus mert bakır

(18)

Şimal 2019

seyrediyordum, her zaman ki gibi politika başta geliyordu. Sıkılmıştım artık… Yemeğim bitene kadar izledim ve bitince televizyonu kapattım, ortalığı topladım, kitap okumaya başladım. Bu gece bitirirsem çok güzel olurdu çünkü kitabın sonunu gerçekten çok merak ediyorum. Davayla uğraşırken bir de aklıma kitabın sonu gibi dikkat dağıtıcı bir unsur olması kabul edilemezdi. Kitabı bitirdim ve bitmiş kitaplar koleksiyonuma bir yenisini ekledim. Kitap okumayı seven bir kişiyim ve bitmiş kitaplarımı saklamak bir ayrı hoşuma gider, saklamanın çok iyi bir hobi olduğunu söyleyemem çünkü çok yer kaplıyor. Bir dolabım tamamen kitapla dolu ve gerçekten temizliği çok zor oluyor. Saat gittikçe ilerlemesine rağmen yağmur kesilmemişti ve canım gittikçe daha da sıkılıyordu. En son yağmur sesi eşliğinde uyuma kararı aldım, gece boyunca aldığım en iyi karardı. Muhtemelen yattıktan ne kadar süre sonra uyuduğumu hatırlamıyorum ama alarmla uyandım.

Saat 7 idi, kalktım, elimi yüzümü yıkayıp dişlerimi fırçaladım ve kıyafetlerimi giyip 1900 modası paltomla dışarı çıktım. Bence bütün dedektifler bu paltolardan giymeli çünkü insana ayrı bir hava katıyor ve deşarj için birebir bir kıyafet… Adeta havaya giriyorum bu paltoyu giyince. Arabaya bindim, her yer sırılsıklamdı ama yağmur yağmıyordu, henüz… Hava kapalıydı, yine işten önce fırına uğrayıp birkaç simit ve benzeri alıp tekrar arabaya bindim ve işe gittim. Masamda otururken sabah çayıyla beraber simitlerimden atıştırdım ve davaya atanmak için gerekli yasal işlemleri tamamladım. Artık dava için dosyaların gelmesi dışında hiçbir şey yapmama gerek kalmadı.

Mesai çıkış saatine yakın önceki dedektiflerin kanıtlara bağlı olarak hazırladığı dosyayı alıp Elena’nın ofisine gittim ve gerekli dosyaları alıp yola koyuldum. Yolda markete uğramayı unutmayıp gerekli şeyleri aldım ve eve geçtim. Dünden kalan yemekleri ısıttım ve yerken bir yandan dosyalara göz gezdirmeye başladım.

Önceki dedektiflerin gözden detay kaçırma hissime iyi ki güvenmişim çünkü daha şimdiden 1-2 tane yazılmamış detay gördüm. Bütün kurbanlar öldükten sonra ciğerleri patlamış. Fakat bu nasıl mümkün olabilir ki? Bir insan öldükten sonra nefes alır mı? Çünkü şu duruma göre almış gibi gözüküyor… Lakin adli tıp kurbanın öldükten sonra ciğerlerinin patladığını söylüyor ama nasıl patlatıldı ise… Muamma… Ne ile patlatıldı diye sormayacağım çünkü su olduğu açıkça belli… Birkaç maddeye daha göz attım fakat bir türlü bazı şeyler doğru gelmedi. En iyisi davayı sıfırdan tasarlamaktı. Tamamen kendim tasarlamalıydım ve en ufak detayı bile kaçırmamalıyım ama bu gece değil çünkü enerjim tükenmişti, uyudum. Dedektiflikte en sevdiğim olay ise bir dava üzerindeyken iş başı yapmanın gerek olmamasıdır. Tabi ki ofise uğraman gerekir ama bunun sabahın 7’ si olmasına gerek yoktur, kalktım güzel bir kahvaltı yaptım. Hava yağmurluydu, dosyaları aldım ve işe koyuldum. Olay 2017 senesinin Şubat ayında meydana gelmiş. 26 yaşındaki bir kadın ölü bulunmuş. Kadının üzerinde ne bir not ne de bir parmak izi… Hiçbir şey bulunamamış. Gerçekten çok ilginç… Aynı, filmlerden fırlama gibi 0 kanıt… Kadının kaçırıldığı saat 13 Şubat 2017 saat 22.41… Kaçırılan araba bir Mercedes Vito… Plakası TL890… Araç kaçırılma eyleminden 2 gün sonra boş bir arazide yakılmış olarak bulunuyor. Kanıtları yok etmenin en iyi yolu muhtemelen… Fakat olay yeri inceleme araçta bozuk bir parmak izi buluyor. Parmak izi sistemde tanıtılmaya yetecek kadar net değil fakat kaçırılan şahıs Sara Stephan ile %60 oranında bir eşleşme var. Yani büyük ihtimalle ona aittir çünkü katilimiz işinin ehli gözüküyor. Sara’nın tırnakları arasında deri örneği bile bulunamadı. Eğer boğuşma olduysa mutlaka Sara kendini savunmaya çalışırdı. Kendini öylece verecek hali yok ya… Bu noktada bir detay var. Büyük ihtimalle katilimiz bir bayıltıcı veya onun benzeri bir uyuşturucu kullanmış, fakat ne kullandıysa dozunu uygun vermiş çünkü kanında yüksek düzey yatıştırıcıya rastlanmadı. Yani katilimiz her kimse tıp eğitimi almış olma ihtimali çok yüksek… Ayrıca kaçırılma anının güvenlik kayıtlarını izlediğimde Sara bir anda kendini bırakıyor,

(19)

Şimal 2019

yani yatıştırıcı direk olarak ana damara enjekte edilmiş olabilir. Enjekte edildiği noktaya bağlı olarak ortalama 1-4 dakika içerisinde bayıltmak mümkün. Bayılttıktan sonra kendi gizlenme yerine götürüp boynunu kırarak öldürmüş. İşte, burada büyük bir detay daha yakaladım. Bir insan boynunu kırmak için en azından 250 LBS (113 kg) değerinde bir kuvvet uygulamak gerekir ve bu katilimizin erkek olma ihtimalini çok arttırıyor tabi ki doğru teknikle kadınlarda kırabilirler fakat bunun için üst düzey askeri eğitim gerekir.

Erkekler için gerekmez demiyorum fakat erkek olma ihtimalini güçlendiriyor. Sara’nın boynunu kırdıktan sonra ciğerlerini patlatıp boş bir araziye bırakmış. Fakat orada telefonunun GPS’ ini açarak vücudu bulmamızı istemiş. Burada bir detay daha var. Katilimiz her kimse bilişim teknolojileri hakkında ortalama üstünde bir bilgiye sahip… Çünkü dönemimiz akıllı telefonlarının GPS sistemi telefon kapansa dahi çalışabiliyorken katil telefonun GPS’ ini kapatmış ve sonra tekrar açmış. Bu telefonu veya GPS sistemini yok etmediği bilgisayar yöntemiyle kapatıp açtığını gösteriyor. Arkasında özellikleriyle ilgili büyük ipuçları bırakmasına rağmen parmak izi, saç teli, doku örneği veya ayak izi gibi şeyler bırakmamakta büyük özen göstermiş. Diğer kurbanlara baktığımda hepsi de öldürüldükten sonra suyla ciğerleri patlatılmış Alina M., Beth W., Thomas T., Micheal H., Ashley A. Fakat bu kişilerde bir farklılık var. Çünkü bunlardan hiçbiri kaçırılmadı. Sara dışında… Bunlar kendi istekleriyle yürüdüler, sonra hepsi farklı bir araca binip bir daha dönmemek üzere gittiler. Burada büyük bir manipülasyon var. Bunca insan kendi istekleriyle gitmiş olmalılar. Yaş gereği gerekli olgunluğu kazandıklarını düşünüyorum. Yani kandıramazsın bu insanları… Bu durumda katilimize yeni bir özellik kazandırıyor, katilimiz kimse hem bilişim hem tıp hem de psikoloji bilgisine sahip… İlk düşüncem tıp okuyup doktorasını psikoloji üstüne yapmış olabileceği oldu, tabi daha kesin değil. Gözüme bir detay daha ilişti. Sara dışında bütün kurbanların bindiği araçlar bulunamadı.

Plakalar ise kayıtlı değil… Yani bu araçlar hala kullanılabilir bir durumda… Bu da katilimizin Sara cinayetinde bir hata yaptığını ve hatasını gizlemek için aracı yaktığına işaret ediyor. Yani ne yapıp edip bu araç üzerine odaklanmam gerek. Şimdi ofise geçip önce adli tabiple sonra ise bir psikiyatrist ile görüşmem gerek…

Öncelikle adli tabipten ciğerlerini patlatırken bunu nasıl yaptığını öğrenmem gerek. Psikiyatrist ise katilin şu ana kadar arkasında bıraktığı izler hep karakteristik analizde kullanılabilecek özellikler… Bu yüzden bizim hep kullandığımız psikiyatriste bir uğrasam iyi olacak. O bana birkaç bilgi verebilir. Evden çıktım, hava yağmurluydu. Her zamanki gibi arabaya bindim ve öncelikle ofise gittim, orada adli tabip Dr. Steven’ı buldum ve ona: “Dava üzerinde bir ilerleme kaydettim ve bir konuda yardımına ihtiyacım var, biraz yardım fena olmazdı.” dedim o da: “Zevkle, nedir kaydettiğin bu ilerleme? Açıkçası 1,5 senedir bu davada pek bir şey bulunamadı, daha doğrusu katil izin vermedi, kim davaya atandıysa ya bıraktı ya da öldürüldü, korkmuyorsun herhalde?” dedi ve ben de: “Bunu soran ikinci insansın, hayır korkmuyorum, bu davayı çözeceğime olan inancım tam fakat dediğim gibi yardımına çok ihtiyacım var. Bütün kurbanlar öldürüldükten sonra boğulmuş. Peki, bu nasıl mümkün olabilir, bir insan öldükten sonra nefes almaz ki nasıl ciğerlerine su verilmiş?” Dr. Steven: “Hemen morgda inceleyelim benimle gel.” dedi ve yola koyulduk morga indikten sonra araştırmaya başladık ve Doktor bir şey bulduğuna dair beni çağırdı: “Bak burada ağzından soluk borusuna kadar yara izleri var. Su bir boru ile direk soluk borusuna verilmiş ve patlayana kadar boru orada tutulmuş. Patlayınca çekilmiş ve bırakılmış ceset üzerinde başka hiçbir şey yapılmamış ve bulunması için bize GPS ile işaret göndermiş. Şimdi seni biraz daha bekleteceğim. Diğer kurbanlara da aynısı mı yapılmış, öğreneceğim, Lütfen biraz bekle.” dedi. Ben de bekledim yarım saat kadar, sonra tekrar çağırdı ve: “Evet, söylediğin gibi diğer bütün kurbanlarda aynı şekilde boğulmuş hatta boğuldukları suyu bile buldum saf su!” dedi. Fakat aklıma takılan bir şey vardı ve sordum: “Bu kadar saf suyu nerden bulmuş olabilir ki?” dedim. Ve Stevens da: “Nerdeyse haftanın 3 günü istisnasız yağmur yağıyor, bir kova alıp

(20)

Şimal 2019

balkonuna koysa birkaç günde toplar.” dedi ve hemen aklıma bir şey geldi: “O zaman senden bir isteğim daha olacak, bu suları analiz et bakalım, içinde ne kadar kükürt ve azot var. Eğer sanayi bölgesinden toplanmış ise fazlaca nitrik ve sülfürik asit olacaktır, analiz edip hemen bana dön. Benim Dr. Lecter’ a gitmem gerek, şimdiden teşekkür ederim.” dedim ve yola koyuldum.

Dr. Lecter’ın ofisine geldim ve kapısını çaldım, beni içeri buyur etti. İçeri girdim ve: “Dr. Lecter, merhabalar, bu yağmur dosyasına atandım. Belki biliyorsunuzdur ve yardımınıza ihtiyacım var.” dedim ve o da: “Evet, duydum. Açıkçası biraz şaşırdım, bu gerçek cesaret ister, tebrik ederim ne konuda yardımıma ihtiyacın var?” dedi ben de: “Katilimiz arkasında birçok karakteristik iz bırakmış: Tıp eğitimi almış, manipülasyon yeteneği çok yüksek ve bilişim teknolojisi hakkında bilgi sahibi biri… Sizin de yardımınızla onu yakalayabileceğimize olan inancım tam. Katilimiz her kimse bu özellikleri yanında bir kurbanını kaçırmış fakat bunu yaparken kurbanı bayıltarak bir araca almış, o araç da kaçırılmadan 2 gün sonra boş bir arazide bulunmuş. Araçta bulunabilen tek kanıt bozulmuş bir parmak izi lakin bu parmak izi sistemde aratılamayacak kadar bozuk. Adli tabip parmak izini biraz kurcalayıp parmak izinin kurban Sara S.’a ait olduğunu söylüyor yani katilimiz ayrıca arkasında hiç kanıt bırakmıyor ve bu olaydan sonra diğer hiçbir kurbanını kaçırmadı. Hepsi telefonlarından kafasını kaldırmayarak belli bir süre yürüdü ve bir araca binerek geri gelmemek üzere uzaklaştılar. Bu belli bir süre ise yaklaşık olarak 4-6 dakika arasında ve bu süre hiç sekmiyor, bütün kurbanlar için aynı… Karakter analizi gerçekten işime yarayabilir.” dedim. Dr. Lecter ise:

“Evet, dediklerinden yola çıkarak karakter analizini zevkle yaparım fakat bir nokta var, dikkatimi şimdiden çekti. Katil eğer bir hata yapmasa aracı neden yaksın, o araçta bir hata yaptı. Diğer kurbanlarını da kaçırarak değil manipülasyonla kendine yönlendirdiği de apaçık ortada. Yani kaçırma olayında bir hata yaptı ve hatasını gizlemek için aracı yaktı, sonrasında ise aynı hatayı tekrar yapmamak için zorla alıkoyma yerine, manipülasyonu tercih etti. Bu katilin şiddet eğilimi olmadığını gösteriyor. Hımm, ben karakter analizini yapıp seni hemen arayacağım, telefonumu bekle.” dedi. Ben de teşekkür ettim ve şu ana kadar çıkardığım detay ve analizlerin kopyasını bir dosya halinde ona bırakarak ayrıldım. Eve geçtim ve yemeğimi yedim, sonrasında olay üzerinde düşünürken Dr. Lecter’dan beklediğim telefon geldi, telefonu hemen açtım ve Dr.

Lecter direk söze girdi: “Karakter analizini yaptım ve şimdi dikkatlice beni dinlemeni istiyorum. Katilin kesinlikle tıp eğitim geçmişi var, psikoloji üstüne doktora yapmış olması çok büyük ihtimal lakin bir yerde ikimiz de yanlış bir yorumda bulunduk. Katilin aracı yakmasının sebebi hata yapmış olmasından değil, tam olarak bunu düşünmemiz için yaptığını kesin olarak söyleyebilirim. Fakat bir eylemini de aracı yakarak örtbas ettiği kesin. Onun ne olduğu konusunda bir şey söyleyemeyeceğim fakat senin bunu bulacağına inancım tam. Bu adam yakalanmak istiyor Aaron fakat yeterli şovu hissetmedikçe ortaya çıkmayacaktır.

Onu bulmak kaçınılmaz fakat bulmak için çok sağlam bir gösteri yapman gerekiyor. Bu ruh hastasını bul ve yakala!” dedi ve ben de: “Teşekkür ederim Dr. Lecter… Görüşmek üzere… Kendinize dikkat edin.” diyerek telefonu kapattım ve uyumak için odama geçtim.

Sabah kalktığımda Adli Tabip Dr. Stevens’ın mesajını gördüm. Mesajda: “Merhaba Aaron, istediğin su analizlerini yaptım ve suda çok az miktarda da olsa H2SO4 (Sülfirik Asit)ve HNO3 (Nitrik Asit) buldum fakat bu izler yeni değil, oldukça eski asidik izler. Yani aradığın yer eski bir sanayi bölgesi... Bunu göz önünde bulundurarak durumu değerlendir. İyi günler diliyorum…” dedi ve hemen ofise geçerek son durumu dosyama kaydettim. Sonrasında harita üzerinden artık kullanılmayan sanayi bölgelerini işaretledim,

(21)

Şimal 2019

adamımız her kimse su toplama işini 1500 km2’lik bu 3 bölge içinde bir yerde yapıyor olmalı, hemen ekibi toplayıp bu alanlara gitmem gerek fakat işimi şansa bırakamam çünkü bu kadar dikkatli bir adamın elbette bir kaçış planı olmalı. S.W.A.T ekipleriyle hızlı bir gir, yakala ve çık yapmamız gerekiyor, dedim kafamda.

Hemen ofise doğru yola koyuldum. Ofise gelince ise korkunç bir haberle adeta yıkıldım, adli tabip Dr.

Stevens ve Psikiyatr Dr. Lecter kaçırılmış ve katil arkasında tehditkâr bir not bırakmış notta: “Hâlâ birleştiremediğin parçalar var dedektif, onları bulmadan almaya gelirsen arkadaşların bir daha evlerine dönemez, parçaları birleştirdikten sonra beni yakalayabilirsin. Parçaları birleştirdiğini nasıl anlayacağımı düşünme, ben anlarım, ayrıca 3 bölge konusunda eşzamanlı 3 operasyon yapmak yasak, yoksa ceza alırsın, hiç denemeye kalkışma, yoksa anlarım, aynı diğerlerini anladığım gibi…” yazıyor…

Notu okuduktan sonra hemen eve çekildim ve bulamadığım parçayı düşünmeye başladım. Bulamadığım kısmın arabanın yakılması olduğu şüphesiz fakat orda bulmam gereken şey nedir? Katilin yerini onlar olmadan saptadım fakat eşzamanlı operasyon yaparsam yine öldüreceğini yazıyor. Ne yapmam gerektiğini gerçekten bilmiyordum, düşünmeye başladım 3 sanayi bölgesinden birisi zamanında araba yedek parçaları üreten bir fabrika, birisi kağıt fabrikası, sonuncusu ise çeşitli güçlü pompalar ve benzeri sanayi ürünlerinin üretildiği bir fabrika. Dediğim anda duraksadım ve ölü bedenlerin ciğerlerini patlatırken kullanılan su pompaları aklıma geldi ve arkadaşlarımı tuttuğu yerin o fabrika olduğunu düşündüm. Kayıp parçayı bulmuş muydum? diye düşünüyordum. Fakat o anda bunun çok kolaya kaçtığını düşünerek düşüncemden vazgeçtim. Sonuçta eski bir fabrika içinde su pompası bulunma ihtimali ne kadardır ki, diye düşünürken artık iyice kendimi kaybetmeye başlamıştım, ta ki ampul yanana kadar. Katilimizin tıp ve psikoloji üstündeki uzmanlıklarına o kadar kafa yormuştum ki bilişim teknolojisi yeteneklerini unutmuşum. Aracı yakmasındaki sebebin yaptığı bir eylemi örtbas etmek için olduğuna Dr. Lecter ile hemfikirdik. Hemen ofise geçtim ve kanıt odasında aracı incelemeye başladım. Tahmin ettiğim gibi araçta navigasyon için kullanılan GPS sistemi yoktu, yanmamıştı, bildiğimiz araba yakılırken içinden alınmıştı. Bilgi işleme gittim ve bu detayı söyleyerek bir şey yapıp yapamayacağımı sordum, onlar da arama emriyle Mercedes’in GPS sistemine girip kontrol edebileceklerini söylediler. Hemen Elena’yı arayarak arama emri istedim, fax olarak gönderince bilgi işlem Mercedes’in GPS sistemine sızarak aracın seri numarasına ait GPS sistemini arattılar. Tam da tahmin ettiğim gibi GPS sistemi aktif ve çalışır halde bulunuyor fakat şu anda Pekin de gözüküyor. Dünyanın öbür ucunda!

Karamsarlık içimi tekrardan kapladığı sırada bilgi işlemdekiler: “Eskiden bulunduğu konumları takip ederek katilin yerini hâlâ saptayabiliriz fakat biraz zamana ihtiyacımız var.” dediler ve beklemeye başladım.

Sonrasında ise bilgi işlemdeki sorumlu: “Katilimiz bu sisteme bir şifreleme koymuş, şifreyi kırmam çok zamanımı alır en az 6 saat ne yapalım?” dedi ve bendeki karamsarlık tekrar beni ele geçirecekken duraksadım ve şifrenin kaç haneli olduğunu sordum. Üç haneli cevabını alınca şifrenin onun takıntılı olduğu bir sayı olabileceğini düşünerek kafamı kurcalamaya başladım. Aklıma katilin Sara’dan sonra kaçırdığı kişilerin arabalara istisnasız 4 dakika ya da 6 dakika içinde bindiklerini hatırladım. Kişilerin yürüme hızlarını güvenlik kayıtlarından kontrol ettim. Thomas T.’in tam olarak bir erkeğin ortalama yürümesi gereken hızda yürüdüğünü gördüm ve o hızla 4 dakikada araca binmiş olmasına dayanarak şifrenin 240 olarak denemesini istedim ve GPS’e girdik. İzini takip ederek katilin konumunu belirledik ve o an resmen şoka girdim çünkü bulduğumuz konum o 3 eski sanayi bölgesinden hiçbiri değildi. Tam da evimin karşısındaki inşaatın bodrum katındaydı. İnşaat yıllar önce durmuş olmasından dolayı kimse orayla ilgilenmiyordu ve bu yüzden de rahatça girip orada konaklayabildi. Hemen S.W.A.T ekipleriyle baskını düzenledik, adamımızı yakaladık ve arkadaşlarımı kurtardık. Katilin ismi Jailson T. yüksek oranla erkek dediğim katilin erkek çıkması ayrıca

(22)

Şimal 2019

22 hoşuma gitti ama merak ettiğim yığınla şey vardı. Sorgusuna katıldım ve hemen her şeyi itiraf etti. GPS sistemini bunca zamandır gelen dedektiflerin telefon, bilgisayar, araba ve benzeri cihazlarına sızmak için kullanmış ve bunca zamandır ben de dâhil olmak üzere bütün dedektiflerin hareketlerini izlemiş. Bunu yaparken de Mercedes’in sunucularından daha iyi bir saklanma yeri olmazdı tabi… Fakat eylemlerini beğendiği tek dedektif benmişim. O yüzden beni manipüle etmeyip devam etmeme izin vermiş. Araca parmak izini bilerek bırakmış, hata yaptığından şüphelenmemiz için. Peki, bunlar ne için diye sorulduğunda ise zamanında beyin ölümüne yakın bir vaka yaşadığını ve bu yüzden kısmı beyin hasarının olduğunu öğrendik. Sorgudan çıkmadan hemen önce bana seslenerek şunları sarf etti: “Unutma dedektif, bazen aradığın şey tam da gözünün önündedir lakin ne kadar ararsan ara, onu göremezsin bunu iyice benimse.

Benden sana bir hediye…” dedi. Ben de odadan çıkıp yavaşça uzaklaştım. Eve döndüm. Uykusuzluğun ve rehavetin verdiği sarhoşlukla yatağa düşüp uyudum. Ertesi sabah kalktığımda ise bütün haber kanallarında katilin ve benim ismim geziniyordu. Sanırım ünlü olmuştum, çözülemeyen vakayı çözerek hem kendimi hem meslektaşlarımı hem de şehir vatandaşlarını rahatlatarak derin bir nefes almalarını sağlayan gururla ofise doğru yola koyuldum.

Elif Naz

GECE

Sessiz ve loş bir sokak

Gömleğinin yakasında uçsuz bir yalnızlık Üşüşmüş sokak lambasına sinekler

Bense tıknaz gölgemi seyrediyorum

HATIRALAR

O çok eskilerde kalmış kokular Üstü tozlanmış fotoğraflar

Bir an bile olsa beni çocukluğuma götürür Unutmak istemediğim hatıralar

SAVAŞ

Çocukların kanlı çığlığı Yıkılıp giden hayaller

Acıya gömülmüş bedenlerde Yeşeren umut filizleri

Bir kurşunla sona erer

(23)

Şimal 2019

Denizde büyümüştüm ben;

Dalgalarını kızarak dindirmeye çalıştığım, Sakinliğinde sarıp sarmaladığım,

Denizde büyümüştüm ben.

Benzerdik biz birbirimize,

Sinirlenince kıyıya vururduk öfkemizi, Üzgünken durgunlaşır, susardık sadece, Takardık siyah maskelerimizi.

O mavi değildi, bense mutlu.

O sonsuz değildi, bense ölümsüz.

O gökyüzünden alırdı maviliğini, Bense siyahtan alırdım kişiliğimi.

Siya h M ask e

Bilge

Hervenik

Sonsuzluğa Kavuşan Siyah

Görünen bütün renkler, Bir kişiliği temsil ediyordu.

Siyahlara bürünen bir beden, Siyaha ait olan bir ruh gibi.

Her koşulda dışlanırdı siyah,

İstenmezdi diğer renkler arasında.

Çünkü onlara göre siyah,

Mutsuzluğun ve yasın temsiliydi.

Gökkuşağı da dışlardı onu,

İstemezdi bedeninde görünmesini, Kaybolurdu siyah yeryüzünde,

Gökte kaybolan gökkuşağının mavisi.

Mavi, sonsuzluğun rengiydi;

Siyah ise ruhumun.

Kavuşmalıydı bu iki renk,

İhtiyacı vardı sonsuzluğa ruhumun.

(24)

Şimal 2019

Atamızı rahmetle anıyoruz…

ATATÜRK

Mavi gözlü dev adam, sana sesleniyorum!

Gözlerinin mavisi huzur, saçların cennet…

Bakışın gökyüzü, liderliğin izzet, Emanet ettin bize koca bir millet.

İzmir’in dağlarında çiçekler açtırdın, Buruk yüreklere güller saçtırdın.

Yolum karanlık, fikirlerin ışık, Mavi gözlü dev adam, Atatürk...

Çağlanur Semen

ATAMIZ

Denizin en derininden mavi gözleri Elinde meşale parlayan bir asırı Gölge olmuş gövdesiyle evlatlarına Düşün öyle bir kahraman Atamız.

Doğrul tüm düşüncelerinle ona, Çalış elinden geldiğince daha fazla.

Tüm minnet duygun ile çabala, Düşün öyle bir kahraman Atamız.

Ecrin Şimşek

(25)

Şimal 2019

BİR BEN

Hayli içline kapanık, Bir hayli sessiz, Bir BEN!

Beklemenin değil de,

Özlemenin gölgesinde kalan, Bir BEN!

Gezegenleri bol olan, Herkesler de yaşamayan, Bir BEN!

Kalabalıkların içerinde, Ömrü boyunca dinlemeyi sevecek olan

Bir BEN!

Ve uzun bir yol olacaksa, Sürekli yürüyecek olan,

Bir BEN! Ayşenur Sandıkçı

DERE KENARLARI

Derenin çığlıklar attığı Dere kenarları

Şehrin sesini kıstıran Dere kenarları

Balıkçının bereketlendiği

İneklerin pınarı

Çiçeklerin renk aldığı Dere kenarları

Dumanın beyaz gelinliği

Giydirdiği yerdir dere kenarları..

Sedef Bilici

(26)

Şimal 2019

Kim korkar ki geceden, Ve zifiri karanlıktan,

Tüm dünyamı aydınlatan, Annem var benim.

Yalnızlığıma eş, Karanlığıma ışık, Sevdama sahip,

Bir annem var benim.

Ne olursa olsun,

Beni sarıp sarmalayan, Ve asla bırakmayan, Bir annem var benim

Annem

Bedirhan temiz

Anne

Doğduğundan beri yanındaydı senin Büyüttü besledi seni

Unutma şu güne nasıl geldiğine Unutma annenin ne çileler çektiğini

Ağlardın gece boyunca

Ondan başkası yoktu yanında Hemen alırdı seni kucağına

Alırdı bir yastık sallardı seni ayağında

Bir bakmışsın başlamışsın okula Hep yanındaydı derdinde sıkıntında Okutup adam etti seni

Bin bir türlü zorluklarla

Kalkmışsın bir sabah yine Şaşırmışsın etrafın sessizliğine Artık annen yok yanında

Şimdi sadece ağlayabilirsin mezarı başında

Süleyman Meral

(27)

Şimal 2019

Dalgalar

Dalgalar vurur kıyıya Aldırış etmez kimseler Sessizce geri giderler Neler var içinde neler

Kimisi döker derdini Kimi söyler sevincini Kimi özler sevdiğini Hepsi koşar denizlere

Ayırmadan dinler herkesi Bazen sessizlerin sesi Kimsesizlerin kimsesi Sonsuzluğun deryasıdır

Duygu Kösoğlu

Bekliyorum

Her zaman oturduğumuz banka geldim, Sade kahvelerimizi aldım gelirken,

Bir de liseden beri paylaştığımız hayatı yanıma aldım, Yani albümümüzü.

Bekliyorum seni her zaman ki gibi.

Dalmışım gitmişim denize, Bilirsin birini hatırladım mı?

Gelir boğazı izlerim.

İki elimde soğuyan kahvelerimiz, Ayaklarımın üstünde anılarımız, Yine her zaman ki yerde,

Bekliyorum, bekliyorum…

Dilara Yıldız

(28)

Şimal 2019

Dünyaya Bir daha Gelirsem

Eğer tekrar gelirsek Dünya’ ya Kendime birkaç sözüm olacak Sakın bağlanma koltuğa

Gözlerini büyük, küçük ekranlara

Yeşilliklerde yürü yürüyebildiğin kadar Gözlerini mavilerde kaybet

Çek çekebildiğin kadar yaşamı içine Tüm benliğinle hisset hayatı

Bir yaz akşamı ateşin etrafında Yalnızlığı dinle

Gökte kayan yıldızla dilek tut Sen gerçekleştir o dileği

Yeni yerler keşfet Yeni tatlar tat Yeni insanlar tanı Yeni ne varsa yaşa

Ağla ama sonra gül

Hep gül kahkahalar at hayata Hayat ne ki?

Birimizden alınır birimize verilir.

Dilara Yıldız

Referanslar

Benzer Belgeler

Erkeklerin oynadığı oyuncaklar ise, kızlarınkilere göre daha fazla çeşitlilik göstermekle birlikte sonuçlar, araştırmanın çalışma grubunda yer alan

Son yıllarını, müzik çalışmalarından çok ‘idari ve adli meıciler’ önünde geçiren Rahmi Saltuk, ge­ rek müzik, gerekse müziksiz yaşamıyla ilgili soh­ betimize

Serasker Rıza Paşa, Evkaf Nazırının yalısiyle beraber, Ab­ dullah beyin yalısını da satın almış ve bunların yerinde geniş cepheli, orta kısmı

Cahit A rf a, Fransa’nın en büyük bilim nişanı olan "Commandeur Des Palme Academiques”, Ankara Büyükelçisi ı François DopfTer tarafından verildi.

Aşağıdaki sayıların (sırasını değiştirmeden) aralarına sadece +, -, x veya / sembollerini koyarak ve istediğiniz kadar parantez kullanarak 100 elde edebilir

Rausc- hecker liderliğinde yürütülen bir diğer güncel çalışmaya göre ise doğuştan kör olan kişilerin görme duyusuyla ilgili be- yin bölgelerinin bazı

Bugün çoğu kansere yönelik çok sayıda bağışıklık kontrol noktası tedavisi denemesi yapılıyor ve yeni kontrol noktası proteinleri hedef olarak sınanıyor. Yüz yıldan

ve Kadriye Tugay’m kayınpederleri, Mürüvvet Tür ve Necdet Tugay’m amcaları, Hayrettin, Esat, Hidayet ve Cemile Tugay’m