• Sonuç bulunamadı

EMO 47. Olağan Genel Kurulu na Hazırlanıyoruz Gücümüz Birliğimizdir

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "EMO 47. Olağan Genel Kurulu na Hazırlanıyoruz Gücümüz Birliğimizdir"

Copied!
28
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)
(2)
(3)

>

1954 TMMOB

ELEKTRİK MÜHENDİSLERİ ODASI

İZMİR ŞUBESİ BÜLTENİ YIL : 32 SAYI : 363 AĞUSTOS 2020

Elektrik Mühendisleri Odası İzmir Şubesi Adına

Sahibi

Şebnem SEÇKİN UĞURLU Sorumlu Yazı İşleri

Müdürü

Hacer ŞEKERCİ ÖZTURA Yayın Komisyonu

İsmail KAYA H. Avni GÜNDÜZ

Mehmet GÜZEL Hacer ŞEKERCİ ÖZTURA

Gülter Gülden KÖKTÜRK Mahir ULUTAŞ Egemen AKKUŞ

Eren İPEK Olkan AKÇAY Mehmet PAKDİL

Elif KILIÇ Yayına Hazırlayan Kamer TÜRKYILMAZ GÜNER

Kahraman YAPICI Yönetim Yeri EMO İzmir Şubesi

Kazım Dirik Mah.

Üniversite Cad. 374/1 Sk.

No:1 Bornova-İZMİR Tel: 0.232. 489 34 35 Faks : 0.232. 445 49 49

izmir@emo.org.tr http://izmir.emo.org.tr

Yayın Türü Yerel Süreli Yayın Ayda bir yayınlanır

Baskı

Altındağ Grafik Matbaacılık Tel/Faks: 0232 457 58 33

Baskı Tarihi 13.07.2020 Basım Adedi

500

EMO İzmir Şubesi Bülteni'nde yayınlanan her türlü haber ve yazı izin almak koşulu ile kullanılabilir. Yayınlanan yazı- lardan yazarları sorumludur.

EMO İzmir Şubesi üyelerine ücretsiz yollanır.

Şebnem Seçkin Uğurlu EMO İzmir Şubesi Yönetim Kurulu Başkanı

başyazı

Salgın nedeniyle ertelenen Elektrik Mühendisleri Odası (EMO) 47. Olağan Genel Kurulu’nu, 22-23 Ağustos 2020 tarihlerinde Ankara’da gerçekleştireceğiz. Salgın önlemleri nedeniyle bir güne sığdıracağımız Genel Kurul çalışmaları kapsamında mesleğimizin geleceğini yakından ilgilendiren önemli konuları karara bağlayarak, 47. Dönem çalışmalarını yürütecek meslektaşlarımızı seçeceğiz. Şube delegelerimizin de katkılarıyla 47. Olağan Genel Kurul’da, 2 yıllık çalışma dönemini planlayarak, mesleğin önemli sorunlarına çözüm yolları geliştireceğiz. Odamızın en üst düzey karar organı olan Genel Kurul’un çalışmalarını bitirmesiyle, her iki yılda bir gerçekleştirdiğimiz, Şubelerimizden başlayan bu demokratik süreç de tamamlanmış olacak.

TMMOB ve Odalarımız kurulduklarından bu yana merkezi ve yerel yönetimlerle işbirlikleri geliştirdikleri gibi raporları ve uyarılarıyla hatalı uygulamaların düzeltmesine de katkı sağlamaktadır. Kalkınma, sağlıklı ekonomik büyüme ve kentleşme için çaba sarf eden örgütlerimiz, bir sonraki seçimi kazanmaya odaklanan merkezi ve yerel politikacılar tarafından zaman zaman engel olarak tanımlanmaktadır. 1954 yılından bu yana defalarca kanun değişikliği hazırlığı yapılmış ancak Anayasa’nın meslek örgütlerine verdiği hak ve yetkiler nedeniyle bu değişiklikler hayata geçirilememiştir. AKP iktidarları döneminde ise TMMOB Kanunu’na yönelik olarak 2011, 2012, 2013, 2015, 2016, 2017 ve 2018 yıllarında değişiklik tasarıları hazırlanmasına rağmen yasalaştırılamamıştır.

Bu değişiklik tekliflerinin odağındaki en önemli konulardan biri seçim sisteminin değiştirerek, “nispi temsil” adı altında, Genel Kurullarda varlık gösteremeyen adayları yönetimlere taşıma arayışıdır. Bugün EMO ve bağlı Şubeleri tüm üyelere açık seçimler sonunda oluşan öz yönetimlerle idare edilmektedir.

Şubelerimizde seçimler, her üyenin aday olabildiği, en çok oy alan adayların yönetimlerde görev üstlendiği bir yöntemle yapılmaktadır. Nispi temsil adı altında bu demokratik işleyiş, listelerin yarışacağı, listelerin aldığı oy oranına göre yönetimlerden sandalye alacağı bir yapıya dönüştürmek istemektedirler. Bu yöntem çok düşük oy alan adayın, kendinden 3-4 kat oy alan başka bir listedeki adayın yerine seçilmesine yol açacaktır.

Ülkenin en huzurlu seçim süreci, adayların değil listelerin oylandığı, partiler oylanarak milletvekillerinin seçilmesine benzer bir siyasi sürece dönüştürmek istemektedir.

Odamız ve Şubeleri üyenin öz yönetimiyle idare edildiği gibi, mesleki kurallarda yapılan değişiklikler de dahil olmak üzere tüm çalışmalar uzun erimli, geniş katılımlı tartışmalar ve karar alma süreçleri sonunda hayata geçmektedir. En basit faaliyetimiz bile Şube komisyonlarında başlayarak, yüzlerce meslektaşın görüş ve önerileriyle şekillenmekte, yine onların katkıları ve emeğiyle hayata geçmektedir. Özetle mesleki mevzuat da bizzat üyenin kendisi tarafından geliştirilmekte, Genel Kurul’da karar altına alınarak, uygulanmaktadır.

Örgütlerimiz düşünülenin aksine sadece üyesine dönük hizmetler veren yapılanmalar değildir. Aynı zamanda mesleğin kamu yarına yürütülmesi için kurallar oluşturan, mesleki denetim uygulamalarıyla bu kuralları yaşama geçiren örgütlerdir. Meslek örgütleri, Anayasal düzen gereği, kamu idaresinin parçasıdır ve mesleğin kamu yararına yürütülmesinden sorumludurlar. Odaların güç kaybetmesi; mesleğin güç kaybetmesine, mesleki norm ve kurulların silikleşmesine neden olacaktır.

Elektrik, elektronik ve biyomedikal mühendisleri olarak; mesleğe ve örgütümüzün demokratik işleyişine sahip çıkarak, Genel Kurulu çalışmalarıyla; ülkemizin kalkınmasına, örgütümüzün gelişmesine katkı sağlamayı hedefliyoruz. Örgütümüz önümüzdeki çalışma döneminde, AKP iktidarlarının neo-liberal ekonomi politikalarıyla yarattığı tahribatı tersine döndürmeye odaklanacaktır. “Ucuzlaştırılmış” emek yoğun, rant temelli, betonlaşmaya dayalı bu ekonomik modelden, bilgi yoğun bir ekonomik modele geçilmesi için hep birlikte mücadele edeceğiz.

Yaşasın EMO!

Yaşasın TMMOB!

EMO 47. Olağan Genel Kurulu’na Hazırlanıyoruz…

Gücümüz Birliğimizdir

(4)

> şubeden haberler

EMO İzmir Şubesi’nin, elektrik, elektrik elektronik, haberleşme ve biyomedikal mühendisliği bölümle- rinde öğrenim gören öğrenci üyele- rin stajlarına yönelik desteği Covid 19 pandemisi nedeniyle bu yıl çevri- miçi olarak gerçekleştiriliyor.

Bilindiği üzere, tüm dünyada ol- duğu gibi ülkemizde de Covid-19 Pandemisi nedeniyle bir çok alanda hizmetler durdurulmuş veya azaltıl- mış olduğundan dolayı yaz dönemin-

de Şubemiz tarafından ilgili kurum/

kuruluş/firmalar nezdinde yeterli sa- yıda staj kontenjanı oluşturulamadı.

Bu duruma ilişkin olarak EMO İzmir Şubesi tarafından meslek alanımızın birçok uzmanlık konusunu içinde ba- rındıran EMO İzmir Şubesi Online Staj Programı hazırlanarak staja gereksi- nim duyan öğrencilerin yararlanması- na olanak sağlanıyor.

Staj Programı kapsamında öğ- rencilere alanında uzman Oda üye- leri tarafından Temmuz-Ağustos

ayları arasında dört hafta boyun- ca "Yapı Tesis Süreci", "Endüstriyel Otomasyon", "Bina Otomasyonu", "Bilgi ve İletişim", "YG Şalt Malzemeleri ve Enerji İletimi" "Veri Kabloları,

"Korozyon", "Biyomedikal ve Tıp Elektroniği", "Enerji", "Enerji Dağıtımı",

"Enerji Verimliliği" , "Aydınlatma",

"Yenilenebilir Enerji", "Bilgi Güvenliği"

ve "Endüstriyel Bakım" üst başlıkları altında 16 güne yayılan 20 seminer çevrimiçi olarak gerçekleştirilmeye başlandı.

EMO İzmir Şubesi Çevrimiçi Staj Programı Başladı

6731 sicil nolu üyemiz Mehmet Celal Nasırlıoğlu 9 Temmuz 2020 tarihinde aramızdan ayrıldı.

1948 yılı Diyarbakır doğumlu Nasırlıoğlu İDMMA Elektrik Mühendisliği Bölümünden 1977 yılında mezun olmuştu. Mehmet Celal Nasırlıoğlu uzun yıllardır serbest müşavir mü- hendis olarak görev yapmaktaydı.

Nasırlıoğlu'nun ailesine, sevenlerine ve EMO camiasına başsağlığı dileriz.

Elektrik Mühendisleri Odası (EMO) Ankara Şubesi Kurucu Heyet Üyesi olan, Genel Merkez ve şube yönetim kurullarında uzun yıllar birçok görev üstlenerek oda çalışmalarına önemli katkılar yapan, meslektaşımız, mücadele ve yol arkadaşımız Necati İpek 15 Temmuz 2020 tarihinde aramızdan ayrıldı.

Necati İpek, 1952 yılında Çankırı-Kurşunlu`da doğdu. Karadeniz Teknik Üniversitesi Makina ve Elektrik Fakültesi Elektrik Mühendisliği Bölümü`nden 1974 yılında mezun oldu.

EMO Ankara Şubesi Kurucu Heyet Üyesi, 1.Dönem Denetleme Kurulu Üyesi, 14. Dönem EMO Ankara Şubesi Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı ve 17. Dönem EMO Ankara Şubesi Yönetim Kurulu Başkanı, EMO 30. ve 31. Dönem Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı, EMO Onur Kurulu, Denetleme Kurulu üyeliği, EMO Enerji Birimi Koordinatörlüğü görevlerini yü- rüttü. İpek’in ailesine, sevenlerine ve EMO camiasına başsağlığı diliyoruz.

12038 sicil nolu üyemiz Aziz Uçar 5 Ağustos 2020 tarihinde aramızdan ayrıldı.

1959 yılında İnebolu'da doğan Aziz Uçar, Hacettepe Üniversitesi Elektrik Mühendisliği Bölümünden 1983 yılında mezun olmuştu.

Uzun yıllar demir çelik sektöründe çalışan Aziz Uçar, proje ve taahhüt konusunda çalış- malarda bulunmaktaydı.

Uçar'ın ailesine, sevenlerine ve EMO camiasına başsağlığı dileriz..

Mehmet Celal Nasırlıoğlu

Aziz Uçar

Necati İpek

Yitirdiklerimiz...

(5)

>

şubeden haberler

TMMOB İzmir İl Koordinasyon Kurulu tarafından Denizcilik ve Kabotaj Bayramı’nda her yıl gerçekleştirilen karton tekne yarışı, bu yıl salgın ne- deniyle düzenlenemedi. Denizcilik ve Kabotaj Bayramı dolayısıyla denize indirilen sembolik karton tekney- le “Meslek Odalarına Dokunma” ve

“Baroya Dokunma” mesajı verildi.

Her yıl 1 Temmuz’da Denizcilik ve Kabotaj Bayramı’nda İzmir Körfezi’nde kartondan tekne yarışı düzenleyen TMMOB İzmir İl Koordinasyon Kurulu, bu yıl yarışı pandemi dolayısıyla ger- çekleştiremezken, bir basın açıklaması yapılarak denizde sembolik olarak bir karton tekne yüzdürüldü.

TMMOB İzmir İl Koordinasyon Kurulu Sekreteri Melih Yalçın, yaptığı açıklamada karton tekne yarışı ile de- nizin ve doğanın önemine vurgu yap- manın amaçlandığını ifade ederek, “Bu yıl yarışmanın 12’ncisi düzenlenecekti ancak pandemi koşulları nedeniyle biz bu yıl yarışı yapamıyoruz. Yarış yapma- yacağız ama bugün karton tekne yarı- şından vazgeçmediğimizi ve bu konu- da topluma vereceğimiz mesajlardan

da vazgeçmeyeceğimizi belirtmek için temsili olarak kartondan tekne yaptık ve burada yüzdüreceğiz. Son yıllarda çokça artan ve özellikle doğal yaşam alanlarında yapılan rant projelerine dikkat çekmeye çalışıyoruz” diye ko- nuştu.

Yaşam alanları için verilen müca- delede her zaman baroların desteğini aldıklarını dile getiren Yalçın, “Baro ve tüm meslek odalarına yönelik hü- kümet kanadından hem sözlü hem

de yasayla yapılacak tüm saldırılara karşı olduğumuzu buradan belirterek Denizcilik ve Kabotaj Bayramı’nı kut- luyoruz” dedi.

Açıklamanın ardından denize in- dirilerek yüzdürülen karton tekne üzerine meslek odalarının ve baronun seçim yasalarında yapılmak istenen değişikliğe dikkat çekmek amacıy- la “Meslek Odalarına Dokunma” ve

“Baroya Dokunma” mesajları yer aldı

Kabotaj Bayramı’nda Dokunma Mesajı

Asansör ve yürüyen merdiven sektörüne yönelik 1993 yılından itiba- ren birçok kez etkinlik düzenleyen TMMOB Elektrik Mühendisleri Odası ve TMMOB Makina Mühendisleri Odası adına İzmir Şubeleri yürütücülüğünde gelenekselleşen Asansör Sempozyumu, 10. kez 15-17 Ekim 2020 tarihlerinde İzmir’de MMO Tepekule Kongre ve Sergi Merkezi’nde gerçekleştirilecektir.

1993 yılından beri sektörün tüm paydaşlarının yer aldığı ilk ve tek bu- luşma noktası olan Asansör Sempozyumu bu yıl 12. Uluslararası Asansör ve Asansör Teknolojileri Fuarı - INELEX ile birlikte düzenlenecektir.

Ülkemizde asansör alanındaki teknolojik yeniliklerin, uygulamaların ve bilginin paylaşıldığı en önemli platform olan, Asansör Sempozyumu’na aşa- ğıda sıralanan konularda bildiri sunarak; atölye çalışması ve kurs düzenle- yerek; konferans, söyleşi, açık oturum ve panel konuları önererek katkı ve katılımda bulunmanızı bekliyoruz.

X. Asansör Sempozyumu

(6)

> güncel

EÜAŞ’ın Ekim-Aralık 2019 döne- minde kWh başına 34,86 kuruş ola- rak uyguladığı toptan satış tarifesini, Ocak 2020’de 27,56 kuruşa, Nisan 2020’de 22,83 kuruşa, 1 Temmuz’dan itibaren ise 13,20 kuruşa düşürdü- ğü bilgisine yer verilen açıklamada,

“Sonuç olarak 2020’nin başından bu yana tarifede yapılan indirim oranı yüzde 62’ye ulaşmıştır” denildi. Bu in- dirimlerin, Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu’nun (EPDK) kararlarıyla tüke- ticiye yansıtılmadığına vurgu yapılan açıklamada, “Dağıtım şirketlerinin içinde bulunduğu ekonomik krize çözüm bu yöntemle bulunmuş gö- rünmektedir. EÜAŞ’ın satışını yaptığı elektrik bedelleri indirilerek, dağıtım şirketlerine kâr transferi sağlanmakta- dır. Kamu şirketi olan EÜAŞ’ın 2019’da kendi santrallarından elde ettiği 59,3 milyar kWh enerjinin yanında, di- ğer santrallarından 52.9 milyar kWh enerji alımı yaparak, özel dağıtım ve perakende şirketlerine toptan satış gerçekleştirdiği bilgisine yer verilen açıklamada, şöyle denildi:

“EÜAŞ Elektrik Piyasası Dengeleme ve Uzlaştırma Yönetmeliği kapsa- mında yaptığı faaliyetleriyle fiyatları

paçallayarak kamu yararına faaliyet yürütmektedir. Ancak uygulama bu şe- kilde yapılmamıştır. Yılbaşından yana, bir yandan EÜAŞ tarafından, dağıtım şirketlerine ve tedarik şirketlerine yapılan satışlarda uygulanan fiyat sü- rekli aşağıya çekilirken, diğer yandan YEKDEM fiyatları yükseltilmiştir. EPDK tarafından onaylanan ve 1 Temmuz 2020 tarihinden itibaren uygulanan elektrik tarifeleri, dağıtım bedeli da- hil sanayi için 65,69 kr/kWh; ticaret- haneler için 75,70 kr/kWh; meskenler 57,28 kr/kWh; şehit aileleri ve muha- rip malul gaziler için 27,47 kr/kWh;

tarımsal sulama için 66,62 kr/kWh ve aydınlatma için 70,21 kr/kWh iken, EÜAŞ’ın dağıtım şirketlerine teknik ve teknik olmayan kayıp enerji satışları ile görevli tedarik şirketlerine elekt- riği 13,20 kr/kWh bedelle veriyor ol- ması garip bir tezat oluşturmaktadır.”

“Şirketlerin Borcunu Kamu Ödüyor”

Koronavirüs salgını nedeniyle yurttaşların olağanüstü ekonomik sorunlar yaşadığına vurgu yapılan açıklamada, “Şirketler için böyle bir indirim yapılabiliyorken, halkın gö- zardı edilmesi, kamu yararı ilkesiyle

bağdaşmamaktadır” ifadelerine yer verildi. Salgın döneminde indirim ya da faturaları ötelemesi de yapılmadı- ğına vurgu yapılan açıklamada, şöyle denildi:

“Elektriğe zam yapılmayacağı- nı müjde olarak sunan Bakanlık ikili politikalar izlemektedir. Kamu eliyle elektrik şirketleri sübvanse edilmek- te, elektriği daha ucuza alan şirketler kârlarını artırmakta, milyarlarca do- lara ulaşan borçlarını da bir anlamda kamu üstlenmektedir.”

EMO’nun itirazlarına rağmen alım garantileri verilerek, plansız yatırımlar nedeniyle elektrik üretiminde arz faz- lası meydana geldiğine vurgu yapılan açıklama şu ifadelerle tamamladı:

“Türkiye, sorunları çözmekten zi- yade, soruna sorun katan, sorunu bü- yüten ve bu sorunlardan kendisine yeni imkanlar yaratmaya çalışan bir anlayışla yönetilmeye çalışılmaktadır.

Kamu kaynaklarının, sermaye çevreleri için değil, zor durumdaki halkın yararı için kullanılması gerektiğinin altını bir kez daha çiziyor, söz konusu indirimin tüm tüketicilerin faturalarına yansıtıl- masını istiyoruz.”

Elektrik Mühendisleri Odası (EMO) 46. Dönem Yönetim Kurulu, 8 Temmuz 2020 yaptığı açıklamada, kamu şirketi Elektrik Üretim A.Ş.’nin (EÜAŞ) dağıtım şirketlerine uyguladığı “teknik ve teknik olmayan kayıp enerji” tarifesinde 2020’nin başından buyana yaptığı yüzde 62’lik indirimin, tüketici faturalarına yansıtılmadığını açıkladı. Dağıtım şirketlerinin bu yolla sübvanse edildiğine dikkat çekilen açıklamada, indirimin tüm tüketici faturalarına yansıtılması istendi.

Enerji Şirketlerinin Borçlarını Yurttaşlar Ödüyor…

ŞİRKETLERE

İNDİRİM, HALKA

"ZAM YOK" MÜJDE

(7)

>

güncel

TMMOB’dan Yönetim Kurulu Başkanı Emin Koramaz imzasıyla ya- pılan açıklamada, havai fişek fabrika- sında yaşanan patlamanın 7 işçinin hayatını kaybettiği ve yüzlerce işçi- nin yaralandığı hatırlatılarak, ailelere başsağlığı, yaralanan işçilere ise acil şifalar dilendi. Aynı fabrikada 2009 yılından bu yana beş patlama gerçek- leşmesine rağmen, üretimin sürdü- rüldüğüne vurgu yapılan açıklamada, şöyle denildi:

“Fabrikada yaşanan patlamaya ilişkin raporumuz, bölgede bulu- nan TMMOB birimlerinin ve TMMOB Kocaeli İl Koordinasyon Kurulumuzun incelemelerinin ardından kamuoyu ile paylaşılacaktır. Ülkemizde günde orta- lama 5 işçi iş cinayetlerinde hayatını kaybediyor. İşyerlerinde işçi sağlığı ve güvenliğini sağlamakla yükümlü olan, işverenlerin ifadesinin alınması gerekliliği bile hissedilmezken, hemen her olayda, iş güvenliği uzmanları tu- tuklanıyor.”

Daha cenazeler kaldırılmadan iş- veren için “moral yemeği” düzenlen- diğini gösteren fotoğrafların sosyal medyada paylaşıldığına değinilen açıklamada, konuya ilişkin mevzuat değişiklikleri şöyle değerlendirildi:

“Ülkemizde çalışma yaşamı özel- likle, 4857 sayılı İş Kanunu, 6331 sayılı İş Sağlığı Güvenliği Kanunu, 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu ve 5510 sayı- lı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu ile düzenlenmiştir.

2012 yılında kabul edildiği halde bazı maddeleri halen yürürlüğe girmemiş olan 6331 sayılı İş Sağlığı Güvenliği Kanunu’nu kabul edildiği günlerde siyasi iktidar, ‘iş sağlığı güvenliğinde yeni dönem’ olarak duyurmuştu, ancak yeni dönemde işçi ölümleri azalmıyor, artıyor.”

Sorunun sisteminden kaynaklan- dığı ve yeni düzenleme yapılmadan çözülemeyeceğine vurgu yapılan açık- lamada, şöyle denildi:

“Sessiz kaldıkça, iş kazası, ölüm- ler olağanmış gibi ya da iş kazaları- nı önleme sorumluluğu iş güvenliği uzmanının yetkisindeymiş gibi dav- randıkça iş kazaları önlenemez. 6331 sayılı yasanın TBMM’de görüşülmeye başladığı dönemden beri söylediğimiz gibi, ‘böyle gitmeyeceğini’ anlamak zo- rundayız. Önlem alma yetkisi olmayan iş güvenliği uzmanlarını iş cinayetle- rinden sorumlu tutmak, çöpü halının altına süpürmektir. İş kazaları ‘kader’

değildir, ölümler işin ‘fıtratında’ yoktur.

Ölümler işyerlerinde meydana geliyor, işverenlere ‘neden oldu’ sorusu bile sorulmuyor. Çalışma yaşamını düzen- lemek, iş sağlığı güvenliğini sağlamak yükümlülüğünde olan kamu otoritesi ise sadece süreci izliyor.”

Sadece ‘çok ölümlü’ iş cinayetini konuşarak, ölümleri önleyemiyoruz.

Ölümlerin tek nedeni, gördüğümüz, söylediğimiz teknik neden değildir.

Ölümün nedenini bazen uygun ol- mayan iskele, bazen yalıtkan olma- yan elektrik kablosu, bazen patlayıcı maddelerin depolanmasındaki sıkın- tılar, patlayıcı madde imal edilen iş- yerlerindeki binaların özellikleri olarak görsek de, tüm bunlar bir so- nuçtur. Sorun sistemdedir: 4857 sa- yılı İş Kanunu, 6331 sayılı İş Sağlığı Güvenliği Kanunu, 5510 sayılı İş Sağlığı Güvenliği Kanunu, 6356 sayı- lı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu başta olmak üzere çalışma yaşamına ilişkin tüm düzenlemelerin yeniden ele alınarak, insana yaraşır yapılması zorunludur.”

Açıklama, çalışma yaşamına ilişkin tüm düzenlemelerin yeniden değer- lendirilmesi çağrısıyla tamamlandı.

“Havai Fişek Faciası”

Sonrası İş Güvenliği Çağrısı Yenilendi

Sakarya Hendek'te havai fişek fabrikasında yaşanan patlamanın ardından 7 Temmuz 2020 tarihinde yazılı bir basın açıklaması yapan TMMOB, iş güvenliğine ilişkin tüm düzenlemeler gözden geçirilmesi çağırısı yaptı. Sorunun sistem- den kaynaklanmasına rağmen iş güvenliği uzmanlarının günah keçisi haline getirildiğine vurgu yapılan açıklamada,

“Çalışma yaşamını düzenlemek, iş sağlığı güvenliğini sağlamak yükümlülüğünde olan kamu otoritesi ise sadece süreci izliyor” denildi.

(8)

> güncel

Alternatif Bilişim Derneği`nden Av.

Faruk Çevik, sosyal medya düzenle- mesi ile sansürün büyüyeceğini, esas amacın muhalefeti susturmak olduğu- nu belirterek, "Bu yasa kamu yararına aykırı ve yasanın sonuçları yurttaşlar için baskıdan başka bir şey getirme- yecek" diye konuştu.

Bu düzenleme ile çıkartılan içerik- lere VPN yoluyla dahi ulaşılamayaca- ğını söyleyen Çevik, "Türkiye`de zaten ne zaman güncel muhalefetten tepki toplayan bir olay olsa ağ daralttırıl- ması uygulanmaktadır. Onlar sosyal medyayı kapatmayacaklarını söylü- yorlar ancak bu ortamlara bir şekilde girişimiz engellenecek ve baskılana- cak" dedi.

Tüketici Hakları Derneği adına ko- nuşan Turhan Çakar da, "Bu kamu ya- rarına aykırı bir düzenlemedir. Zaten bu yasanın düzenlenme şekli de an- tidemokratir. Toplumun gerçekleri öğrenme hakkı engellenecektir. Bu düzenlemenin ortadan kaldırılmasını istiyoruz" diye konuştu.

Açıklamaya, CHP Eskişehir Milletvekili Utku Çakırözer, Bilgisayar Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu Başkanı Hülya Küçükaras ve EMO Yönetim Kurulu Üyesi Ömürhan Avni Soysal da katıldı.

"Yolsuzlukların unutturulması hedef- leniyor"

Açıklama sırasında "İnternet ya- şamdır söndürülemez", "Susma haykır sansüre hayır" sloganları atıldı. Grup, düzenlemenin içeriğine dair bilgilen- dirici broşürler de dağıttı. Broşürde,

düzenlemeye ilişkin şu bilgiler verildi:

1- Sosyal medya şirketleri Türkiye`de resmi temsilci bulundur- mak zorunda kalacak: Türkiye`den günlük erişimi 1 milyondan fazla olan sosyal ağ sağlayıcıların Türkiye`de resmi temsilci bulundurmaları zorun- lu olacak. Resmi temsilci bulundurma- yanlara kademeli olarak yüksek para cezaları kesilecek ve %90`a kadar bant genişliği daraltma cezası uygulanacak.

Yani fiilen erişilemez hale getirilecek.

2- Türkiye‘den bağlanan kullanıcı- ların verilerinin Türkiye‘de tutulması gerekecek: Türkiye`den günlük erişimi 1 milyondan fazla olan sosyal medya ağ sağlayıcılarının Türkiye`deki kul- lanıcılarının verilerini Türkiye`de tut- ması gerekecek. Bu sayede yetkililer istedikleri kullanıcının bilgilerine (IP adresi, kimliği, adresi, bağlantı saati vb.) istedikleri zaman erişebilecek.

3- Sosyal medya şirketlerine ki- şisel başvuruda bulunmak mümkün olacak: Kişilik haklarını ilgilendiren durumlarda şirketlere bireysel baş- vuru yapılabilecek ve başvuruların 48 saat içerisinde yanıtlanması gereke-

cek. Yürütülmesi neredeyse olanaksız olan bu süreç, yine sosyal medya ser- vislerinin Türkiye`deki etkinliklerini durdurmalarına yol açacak.

4-Yasa kapsamında "erişim engelleme"sinin yanı sıra "içerik çı- karma" da uygulamaya alınacak: 5651 sayılı yasa kapsamında sansür "eri- şim engelleme" yöntemi ile yapılıyor, Türkiye`den ilgili içeriğe erişim engel- lense de tüm dünyadan yine erişile- bilir/görüntülenebilir oluyordu. Yeni düzenleme ile içeriğin tamamen çıka- rılması isteniyor; bu sayede tüm eski defterlerin kapatılması, tüm yolsuzluk ve hukuksuzlukların unutturulması hedefleniyor.

5-Yasa önerisinde "unutulma hakkı"ndan söz edilmiyor: Unutulma hakkı; içeriğin haber değeri, haberin geleceğe ışık tutması, içeriğin tarihsel bir veri olması, talepte bulunan kişinin siyasetçi ya da ünlü olması, haberin gerçeklere dayanması gibi ölçütlerle değerlendirilir. Oysa yasa önerisine göre kişilik hakkının ihlali gerekçe gösterilerek hiçbir ölçüt olmadan her türlü içerik arama motorlarından sil- dirilebilecek.

Sosyal Medyaya Dokunma

Elektrik Mühendisleri Odası’nın (EMO) da içinde yer aldığı Bilgisayar Mühendisleri Odası, Alternatif Bilişim Derneği, Linux Kullanıcıları Derneği gibi meslek kuruluşları ve kitle örgütlerinden oluşan İnternet Yaşamdır Platformu, Meclis gündeminde olan sosyal medya düzenlemesine karşı, 28 Temmuz 2020 tarihinde Ankara Kuğulu Park’ta basın açıklaması gerçekleştirdi.

Düzenleme ile sosyal medyada oluşan muhalefetin bastırılması ve kontrol edilemeyenlerin susturulmasının amaçlandığı belirti- len açıklamada, İnternet’e büyük bir sansür getirecek olan düzenlemenin geri çekilmesi istendi.

(9)

>

kitap tanıtımı

Günümüzde herkesin duy- duğu veya bil- diği Big Brother (Büyük Birader) ,

"düşünce polisi",

“Tele ekran” gibi kavramları da George Orwell 1948 yılında yazdığı “1984” adlı eseri ile günümüze kazandırmıştır.

Bireyselliğin yok edildiği, zihnin kontrol altına alındığı, insanların makineleşmiş kitlelere dönüştürül- düğü totaliter bir dünya düzeni, ro- manda inanılmaz bir hayal gücüyle, en ince ayrıntısına kadar kurgulan- mıştır. Geçmişte ve günümüzde dün- ya sahnesinde tezgâhlanan oyunlar düşünüldüğünde, distopik olduğu kadar gerçekçi bir romandır 1984.

Güncelliğini hiçbir zaman yitirmeyen bir başyapıttır; yalnızca yarına değil, bugüne de ilişkin bir uyarı çığlığıdır.

Romanın distopik dünyasında to- taliter bir merkezi tek partinin yöne- timinde korku, propaganda ve beyin yıkama ile halk ve hayatı manipüle edilmektedir. Roman daha sonra ünle- necek Büyük Birader ve Düşünce Polisi gibi kavramları içermektedir.

1984 bir distopya, bir kabus, karan- lık bir dünya. İnsan bu kadar da olmaz diyebiliyor bazen.

Halk Parti’nin ve Big Brother’ın yönetiminde yoğun bir manipülasyon ve propoganda baskısı altındadır.Halk bilgiyi devletin yayın organlarından almaktadır ama bilgi partinin istediği şekle getirilerek insanlara hap gibi ve- rilmektedir. Yeri gelince geçmişte ya-

şanmış olaylar dahi Part’nin çıkarı gö- zetilerek değiştirilmektedir. İnsanlar günün her saati gözetlenir ve attıkları her adım izlenir.

Parti kendi yönetimi altında hal- kın yaşam koşullarının daha önceki dönemlerden çok daha iyi olduğunu iddia etmektedir. Medyanın da gücünü elinde tuttuğu için kimse aksini savu- namaz.

Partiye koşulsuz itaat esastır.

1984, bir parti çalışanı olan Winston’un yaşadıkları ve Julia etra- fında ilerler.

Son derece rahatsız edici ve sonla- ra doğru iç bunaltıcı bir roman .

Karakterlerin yaşadığı içsel ilişki- leri ve parti yönetiminin zorbalıklarını çok iyi yansıtır.

Bugün tartışılan devletlerin bi- reyleri izlemesi, gözetlemesi ve takip etmesi gibi yöntemlerin 1948 yılında George Orwell tarafından öngörüle- bildiğini görmek, insanlığın gelişimi- nin pek de sürpriz içermediğini doğ- rular. Geçmişi denetim altında tutan, geleceği de denetim altında tutar;

şimdiyi denetim altında tutan, geçmişi de denetim altında tutar.

Geçmiş, günü gününe, nerdeyse dakikası dakikasına güncelleniyordu.

Günün gereksinimleriyle çelişen tüm haber ve görüşler kayıtlardan silini- yordu.

Her an Teleekrandan yayınlanan istatistiklere göre, kâğıt üzerinde bol keseden bot üretilirken, halkın yalına- yak dolaştığıydı.(bugünün aynısı)

Bağlılık, düşünmemek demektir, düşünmeye gerek duymamak demek- tir. Bağlılık bilinçsizliktir.

Geçmiş silinmekle kalmıyor, si-

lindiği de unutuluyor, sonunda yalan gerçek olup çıkıyordu.

İnsanları kontrol için değişik yöntemlere başvuran Parti’nin kul- landığı üç cümle ile Orwell , aslında totaliter rejimlerin amaçlarını özetler.

Birbiriyle çelişen bu üç söz ,

SAVAŞ BARIŞTIR, ÖZGÜRLÜK KÖLELİKTİR, BİLGİSİZLİK KUVVETTİR.

Bu üç söz mantıken çelişiyor gibi görünse de aslında çelişmediği anla- şılmaktadır.

Sağduyudan yoksun bir halkın to- taliter rejime güç vereceği ima edil- mektedir.

Vatandaşları üzerinde mutlak ha- kimiyet kurmak isteyen totaliter re- jimlerin başvurduğu bir yöntem de onların hafızalarına müdahalenin yöntemlerini araştırmaktır. Bu yöndeki en etkili yöntem de muhakkak ki geç- mişe dair kesin olan yazılı kaynaklar- la oynamaktır.

101 numaralı odadaki şey Dünya’nın en kötü şeyidir. İsterseniz öldürün diye yalvarılan bir yer. Beni bırakın ona yapın. Büyük Birader’e kar- şı gerçekte neler duyuyorsun ? Nefret ediyorum ondan .

Büyük Birader’i sevmelisin , O’na boyun eğmek yeterli değil , sevmeli- sin onu. Ve Birgün affedilir.

Kestane Ağacı Kahvesinde her za- manki köşesinde oturmuş önündeki kadehe dalmış gitmişti.

Karşı duvardaki tele ekranda ken- disin izleyen yüze bakıyordu. Altında BÜYÜK BİRADER’İN GÖZÜ ÜSTÜNDE yazıyordu.

Sonunda Winston zafere ulaşmış- tı. Büyük Birader’i çok seviyordu. Ve Roman Biter .

1984

"72 Yıl Öncesinden..."

Elk. Müh. İsmail Kaya ismailkozlukaya@gmail.com

(10)

>

1609 yılında Kutsal Roma impara- toru, 2. Rudolf, “Kraliyet Fermanı” adı verilen bir belgeyi yayımladı. Amacı Katolik ve Protestan toplulukların arasındaki gerginlikleri azaltmaktı.

Bohemya topraklarında katolikler dı- şında protestanların da ibadethane kurabilme hakkını ve dinsel özgürlük- lerini tanıyordu. 2. Rudolf sonrasında tahta çıkacak olan 2. Ferdinand da, bu fermanı tanıyacağına söz verdi ancak kendisi sıkı bir katolikti ve sözünden döndü. Protestanların ibadethane aç- mayı planladığı topraklara el koyup katoliklere devredince Bohemya’da ipler koptu, büyük protestan isyanla- rı çıktı. 1618 yılında birkaç soylunun önderliğinde bir grup isyancı, Prag Kalesi’ni basıp, imparatorun üç tem- silcisini pencereden aşağıya atınca;

insanlık tarihinin korkunç bir perdesi açılmış oldu. 15 metre yükseklikten düşen temsilciler kaderin bir cilvesi olarak hayatta kaldılar; katoliklere göre ilahi bir koruma, protestanlara göreyse gübre yığınının üzerine düş- meleri sonucu. Ama imparatorun tem- silcileri hayatta kalsa da, 8 milyondan fazla insanın ölümüne yol açan 30 yıl savaşlarının fitili ateşlenmiş oldu. Bu trajedi bir bilim insanının hayatını da şekillendirdi. Otto von Guericke, ta- rihin ilk elektrik makinasının mucidi olacaktı.

1602 yılında bugün Almanya’da bulunan Magdeburg kentinde do- ğan Guericke, toprak sahibi bir ai- lenin oğluydu. 15 yaşına kadar özel öğretmenler tarafından yetiştirildi.

Ardından Leipzig Üniversitesine fel- sefe ve hukuk okumaya gitti. Ancak 1620 yılında 30 Yıl Savaşlarının şehri tehdit etmesinden korkan ailesi, Jena Üniversitesi’ne gitmesini sağladı.

1622 yılında da Leiden Ünivesitesi’ne gidip matematik, fizik ve tahkimat mühendisliği üzerine öğrenim gördü.

Ardından dilbilgisini ve genel kül- türünü güçlendirmek için Fransa ve İngiltere’yi iki yıl boyunca dolaştı.

1626 yılına geldiğimizde doğduğu kente geri döndü. Ailesi toprak sahibi olduğu ve dedesi de zamanında ken- tin başkanı olduğu için politik kariyere sahip olması işten bile değildi. Hemen şehir konseyine üye oldu. Ayrıca ev- lendi ve 3 çocuk sahibi oldu. Zengin, eğitimli ve parlak bir gelecek sahibi genç bir adam olarak hayat güzel gö- rünüyordu. En azından 5 yıl için.

Magdeburg, Almanya’nın en büyük şehirlerinden biriydi ve protestan- dı. Katolik İmparator 2. Ferdinand’ın hedefindeydi çünkü kentin yöneticisi Christian William, süregiden savaş- ta Danimarka ile ittifak kurmuştu ve savaşa girmişti. Ancak savaşı kay- bedip İsveç’e kaçmış, ardından yine protestan olan İsveç kralı sayesin- de Magdeburga’a geri dönmüştü. 2.

Ferdinand tüm bu olaylar karşısında şehirden vergi istedi ancak halk öde- meyi reddedince Magdeburg kuşat- ması başladı.

1631 yılında Guericke kuşatmadan önce şehirden kaçtı. 40 bin kişilik bir ordu 2 ay boyunca Magdeburg’u ku- şatma altında tuttuktan sonra ağır top

atışıyla şehre girdiler. Katolik güçleri, şehri savunanları yerlerinden çıkar- mak için binalarda yerel yangınlar çı- karmak isterken kontrolü kaybettiler ve alevler tüm şehri esir aldı. O tarihte şehirde bulunan 1900 kadar binanın yaklaşık 1700’ü yangında yok oldu.

Ayrıca şehir tamamen zaptedilince ka- tolik güçlerinin askerlerine, hizmetleri karşılığında almaları gereken ödeme- leri karşılığında, şehri yağmalama izin verildi. Sağ kalan şehir halkının sahip olduğu her şey ele geçirildi ve her yerde sağ kalanlara karşı tecavüzler ve işkenceler yapıldı.

Sonunda Katolik güçlerinin gene- rali yağmaya son verilmesini emretti.

Sonuçlar korkunçtu; 25 bin nüfus- lu şehirde sadece 5 bin kişi hayatta kalmıştı. Ölenlerin büyük kısmı çıkan yangında yanarak veya boğularak öl- müştü. 14 gün boyunca hastalık ihti- maline karşın cesetler toplanıp Elbe nehrine atıldı. Katolik dünyasının li- deri Papa 8. Urban, generale gönder- diği mektupla onu şöyle kutlamıştı

“Muzaffer ellerinizi günahkarların kanlarıyla yıkadınız.”

Bir yıl sonrasında yapılan sayımda şehirde artık sadece 449 kişinin ika- met ettiği ortaya çıktı. Yapılan yıkım ve halka verilen zarar öyle büyüktü ki, tamamen yok etmek anlamında “mag- deburglaştırmak” adında bir deyim ortaya çıkmıştı.

Guericke, şehre geri döndü ama tüm malvarlığı şehirle birlikte yok olmuştu ve ailesiyle birlikte beş pa- rasız kalmışlardı. Guericke bu nokta-

Elektrik Makinası Mucidi : Otto von Guericke

Elk. Müh. Mustafa Büçkün buckunmustafa@gmail.com

elektrik hikayeleri

(11)

>

da hayatını kazanmak için biracılık yapmaya başladı ve bir işletme kurdu.

Dahası, o güne kadar sahip olduğu tüm eğitimi ve entelektüel birikimi, doğduğu şehrin yeniden inşası için kullanmaya başladı.

Kendi kendine akademik çalışma- larını sürdüren Guericke, yağma sıra- sında şehri yok eden yangın yüzünden, yangınla mücadele konusunda çalış- maya başladı. Yangınları hızlı ve etkili biçimde söndürmek için su pompaları ile ilgili çalışmaları sırasında, havanın da bir pompa ile emilebileceği fikrine vardı. Bu düşünce zinciri kendisini ilk vakum pompasının mucidi yapacaktı.

Guericke bu çalışmalarıyla Aristo’nun doğada vakumun yani boş- luğun olamayacağına dair olan fikrini de çürütüyordu. 1654 yılında yaptı- ğı bir deneyle içindeki hava çekilen bir kabın vakum sebebiyle parçala- nacağını gösterdi. Ayrıca imparator 3. Ferdinand’a yaptığı bir gösteride meşhur Magdeburg Küreleri’ni tanıt- tı. Magdeburg küreleri 50 cm çapın- da, bakırdan imal iki yarım küreydi.

Küreler arasında bir sızdırmazlık contası ve bir tanesinde de içindeki havayı emmek için bir vana vardı. İki yarım küre birleştirilip, içindeki hava çekildiği zaman iki yarım küreyi birbi- rinden ayırmak çok büyük bir güç ge- rektiyordu. Yaptığı deneyin görkemi de buradan geliyordu; her iki taraftan kü- releri halatlarla çeken toplam 16 atın gücü, küreleri birbirinden ayırmaya yetmiyordu. Küreleri bir arada tutan dünyanın atmosferinin basıncıydı ve bu çok büyük bir güçtü. Böylece ha- vanın bir ağırlığı olması gerektiğine dair ilk bilimsel çıkarımlardan birini yapılmış oluyordu.

Guercike’nin vakum ve atmosfer üzerindeki çalışmaları onun, evreni açıklama yolundaki fikirlerine de il- ham oluyordu. Nesnelerin maddi ve tinsel potansiyelleri olduğunu düşü-

nüyordu. Atmosferin, bugün yerçekimi olarak bildiğimiz nesneleri yeryüzüne çeken kuvvetin kaynağı olduğunu dü- şünerek buna olağan potansiyel di- yordu. Bunun yanı sıra düşen nesne- nin yeryüzeyinden sekmesine sebep olan bir etki daha olmalıydı. Bu tinsel potansiyele kozmik potansiyel adını vermişti ve bunu göstermek için bir icat yaptı: Dünyanın ilk elektrostatik üretecini; yani ilk elektrik makinasını.

1663 yılında yaptığı üreteç; sül- fürden imal bir küre ve demir bir çubuktan oluşuyordu. Küreyi demir çubuğa geçirerek yataklayıp; elle çevirmeye başladığı zaman oluşan statik yüklenme ile statik elektrik üre- tebiliyordu. Dönen küreye elini süren Guericke, statik elektrik sayesinde, ufak tefek yüklü nesneleri çekebiliyor veya itebiliyordu. Guericke, William Gilbert’in De Magnete adlı kitabından ve dünyanın manyetik alanı fikrinden haberdardı. Kendi sülfür küresi elekt- rik bilimi için değil kozmoloji ile ilgi- liydi. Dünyanın da elektriksel çekimi olduğunu düşünüyordu ve dünya mo- delini, çekme ve itme kuvvetlerini, yani kozmik potansiyelini yaptığı sülfür küre ile gösteriyordu. Elbette bugün, Guericke’in fikrinin doğru olmadığını biliyoruz ancak yaptığı elektrostatik üreteç, başkalarına ilham olacaktı.

Guericke’den sonra Newton, sül- für yerine cam kullanılmasını önerdi ve kendi laboratuar asistanı Francis Hauksbee, 1706 yılında bu önermey- le yeni bir elektrostatik üreteç yaptı.

1730 yılında George Mathiass Bose, izolasyonlu bir iletken ekleyerek mev- cut tasarımı daha yüksek seviyede sta- tik yük biriktirecek şekilde geliştirdi.

Ardından çarklar yardımıyla çevrilen cam küreler, iletken fırçalar ve benze- ri gelişmeler elektrostatik üreteçlere eklenmeye başladı. Bu düzenekler, sonunda 1745 yılında Leyden Şişesi denen ve elektriğin ilk defa depo-

lanmasına olanak sağlayan buluşun üretilmesini sağladı. Leyden Şişesi elektrik biliminin gelişimine büyük katkı sağlayarak pil ve kapasitör tek- nolojilerinin öncüsü olacaktı. Gelişen elektrostatik üreteçler ise bugün mil- yonlarca volt üretebilme kapasiteleri ile parçacık hızlandırıcılarda kullanı- lan ekipmanlar olarak görev alıyorlar.

Guericke’e dönecek olursak; va- kum ve kozmoloji dışında, istihkam mühendisi olarak şehrin yeniden in- şasında görev aldı ve yönetici olarak da şehrin sözcülüğünü yaptı. Yıllarca Magdeburg şehri için çalıştıktan son- ra emekliye ayrıldı ve 1681 yılında şe- hirde veba salgını çıkınca Hamburg!a oğlunun yanına taşındı. 1686 yılında burada hayata gözlerini yumdu. Naaşı Magdeburg’a taşındı. 1993 yılında şe- hirde açılan üniversiteye adı verildi.

30 yıl savaşları ise 1648 yılın- da sona erdi. Savaşın sonucu ola- rak Kutsal Roma İmparatorluğu’nun merkezi gücü ve Katolik Kilisesi’nin avrupadaki etkisi zayıfladı. Tüm avru- pada otonom güçler yükselmeye baş- ladı. Yöneten ve yönetilen arasındaki ilişki ilk defa yönetilen adına değiş- ti. Sınırları içinde devletlerin kendi dinlerini ve egemenliklerini koruma hakkı oldu. Böylece dini çatışmaları zayıflattı ve dünyanın daha seküler bir yer haline gelmesinin önü açıldı.

Bu gelişme, avrupada aklı ve mantığı düşünce dünyasının temeline oturtan aydınlanma çağına giden ilk adım oldu.

Tabi bunlar, yaklaşık sekiz milyon kişinin ölümünün, harabe haline ge- len şehirlerin, büyük sefaletlerin ve korkunç acıların sonucunda gerçek- leşebildi.

Eğer daha fazla elektrik hikaye- si istiyorsanız; Youtube’da “Elektrik Hikayeleri” kanalına abone olabilir- siniz.

elektrik hikayeleri

(12)

> güncel

Üç gün süren Sempozyum prog- ramımızda; Dünyada ve Türkiye`de Enerji Görünümü, Enerji Politikaları, Enerjide Dönüşüm, Enerjinin Toplumsal Maliyeti, Enerjide Demokratik Yönetim, Enerji ve Ekoloji, Doğanın Metalaşması ve Mücadele Örnekleri ve Enerji Savaşları başlık- ları altında sunumlar gerçekleştiril- miştir. Tüm panel ve oturumların so- nunda yer alan soru cevap bölümüyle Sempozyum izleyicilerinin de görüş ve önerilerini dile getirebilmesi sağ- lanmıştır. Türkiye`de görünen odur ki enerji yatırımlarında gereksinimlere değil, altyapı işlemlerinden kısa süre- de elde edilebilir sermaye getirisine göre karar verilmektedir. Ülkenin ge- leceğini rehin alan fahiş alım garanti- leri vererek ülkenin ihtiyacı olmayan, katma değeri düşük, riskli, doğayı tahrip eden enerji yatırımlarını teşvik etmektedir.

Enerji artık bir insan hakkıdır, bu sebeple enerjinin temini, tüm aşama- larıyla kamusal hizmet niteliğinde olmalıdır.

Elektrik enerjisinin üretim, iletim, dağıtım ve tüketim dâhil olmak üzere, kamu yararını başat olarak gözeten, demokratik katılımcı ve denetlenebi- lir bir işleyiş şeması oluşturulmalıdır.

Türkiye‘de 80‘li yıllarda ilk adım- ları atılan neoliberal dönüşümün

enerji alanındaki izdüşümü, özellikle 2000`lerden sonra üretimden dağıtı- ma kadar enerjinin tüm alanlarının, özelleştirme ve serbestleştirme uygu- lamalarıyla biçimlendirilmesi olmuş- tur. Enerji bu dönemden sonra kamu hizmeti niteliğini yitirmiş ve ticari bir metaya dönüştürülmüştür. Uygulanan politikalar sonucunda dışa bağımlılık artmış, kamusal denetim kaybolmuş, parçalı yapı sebebiyle ortaya çıkan plansızlık kaynak israfına sebep ol- muştur.

Toplumsal cinsiyet eşitsizlikleri ve kadınlar üzerindeki tahakküm ile doğa üzerindeki tahakküm arasında düzenli bir bağ vardır. Son yıllarda tüm dün- yada olduğu gibi Türkiye`nin de dört bir yanında, doğanın, tarım, kültür ve yaşam alanlarının enerji yatırımla- rına feda edilmesine karşı yükselen ekolojik mücadelelerde kadınların ön planda olmasının sebebi de budur.

Fosil kaynak kullanımının toplum- sal maliyeti çok yüksektir: İnsanların yaşam süresinin kısalmasına, yaşam kalitesinin bozulmasına, beden ve ruh sağlığının olumsuz etkilenmesine, denizlerin ısınmasına, sel, fırtına, ya- ğış düzensizlikleri ve iklim değişiklik- lerine, kuraklığa, eşitsizliklerde artışa, enerji yoksulluğu ve yoksunluğuna yol açmaktadır. Bu yüzden tükenmelerini beklemeden, kesin bir şekilde fosil ya-

kıtlardan vazgeçilmesi gerekmektedir.

Kömür santrallerine alım garantileri verilmemeli, düşük karbon emisyon- lu yatırımlar dışındakilere verilen teşvikler durdurulmalıdır. İşletmede olan fosil yakıtlı enerji santrallerinin bir plan çerçevesinde tasfiye edilmesi sağlanmalıdır.

Enerjinin geleceği otonom, mikro ya da akıllı şebekeler ile düşük karbon emisyonlu enerji kaynaklarındadır.

Enerjinin etkin ve verimli kullanımı sağlanmalı, enerji depolama teknolo- jilerindeki AR-GE çalışmaları destek- lenmeli, yenilenebilir enerjiye yönelik akademik çalışmalar geliştirilmelidir.

Çıkış amacı dışa bağımlığı azalt- ma ve yenilenebilir kaynakları artırma olarak ifade edilen mekanizmalarla bugün, küresel finansa bağlı olan dö- viz kurları ile alım garantileri veril- mektedir. Küresel para piyasalarının eline bırakılan sistem neredeyse bir çeşit "enerji borsası" gibi çalışır hale gelmiştir.

Türkiye`deki nükleer santral pro- jelerinin anlaşmaları incelendiğinde, pahalı ve uzun süreli alım garantile- riyle elektrik fiyatlarında yükselmeye yol açacakları ve iddia edilenin aksi- ne dışa bağımlılığı artıran nitelikte oldukları görülmektedir. Kurulması planlanan hiçbir yerde çevre halkı- nın onayı bulunmamaktadır. Ayrıca TMMOB adına Elektrik Mühendisleri Odası (EMO) tarafından “Enerji, Ekoloji ve

Toplumsal Barış” adı altında Diyarbakır’da 5-6-7 Aralık 2019 tarihlerinde gerçekleştiri- len TMMOB 12. Enerji Sempozyumu’nun Sonuç Bildirgesi yayımlandı. Enerjiye erişimin temel bir insan hakkı olduğu ifade edilen bildirgede, kamusal hizmet vurgusu yapıldı.

TMMOB 12. Enerji Sempozyumu Sonuç Bildirgesi Yayımlandı…

"ENERJİ, EKOLOJİ VE TOPLUMSAL BARIŞ"

(13)

>

güncel

nükleer santralleri denetleyecek ve güvenliği sağlayacak mekanizmalara ilişkin geliştirilmiş bir politika da gö- rülmemektedir. Nükleer santraller bir kaza halinde, yüksek oranda ölümcül sonuçlara, yüz yıllarca süren çevre fe- laketine ve küresel düzeyde yıkıma yol açmaktadırlar. Nükleer enerji santral- lerinin atık depolaması ya da bertaraf edilmesine ilişkin sorunlar da ortada durmaktadır.

Türkiye bir an önce bütün nükle- er santral projelerini durdurmalı ve nükleer enerji politikalarına son ver- melidir.

Enerji yatırımları planlanırken do- ğanın, tarihin ve sosyal yapının tahrip edilmemesi, kültürel varlıkların korun- ması ve yerel halkın kabul etmediği projelerin hayata geçirilmemesi ge- rekmektedir.

TMMOB 12. Enerji Sempozyu-

mu`nun "Enerji, Ekoloji ve Toplumsal Barış" başlığında Diyarbakır`da ger- çekleştirilmesindeki bir amaç da,

"enerji savaşları" kavramı yerine ener- jiyi, ekoloji ve barış kavramlarıyla ele alacak bir tartışma ortamı yaratabil- mekti.

Sonuç bildirgesi linki:

http://www.emo.org.tr/genel/biz- den_detay.php?kod=131959

İkinci dünya savaşı sürerken ABD tarafından, Japonya`nın Hiroşima ve Nagazaki kentlerine atılan atom bom- balarıyla insanlık tarihinin en acıma- sız saldırısı düzenlenmiş, yüz binlerce insan katledilmiştir. Kapitalizmin yok etme hırsıyla ürettiği; dünyanın en büyük kitle kırım ve çevre yıkım si- lahıyla savaş kazanılmış, insanlık ise kaybetmiştir. Aradan geçen 75 yıla rağmen katliamın acısı unutulmamış- tır.

Gelişmiş ülkelerin nükleer başlıklı füzelere sahip olmasını gerekçe gös- tererek silahlanma konusunda çalış- malar yürütüldüğü, bizzat AK Partili Cumhurbaşkanı tarafından kamuoyu- na duyurulmuştur.

Nükleer güce sahip olmayı ulu- sal bir itibar meselesine dönüştüren siyasi iktidar, milli güvenlik ve ener- ji ihtiyacı bahanesiyle, yarattığı çok yönlü tehlikelere rağmen, nükleer silahlara geçiş birikimi oluşturduğu kabul edilen; Mersin Akkuyu`da, Sinop İnceburun`da kurulması planlanan

Hiroşima'nın Yıldönümünde Nükleer Tehlikeye Hayır

santrallar ile olası nükleer silah üre- timine kapı aralamıştır.

Kapitalizmin sömürü hırsıyla, ulu- sal çıkarlar konusunda her an kar- şı karşıya gelebileceğimiz Akkuyu Nükleer Güç Santralı ve kurulması planlanan diğer nükleer santralları inşa ederek faaliyete geçirecek ya- bancı ülkelerle, ulusal güvenliğimiz tehditlere açık hale getirilmiş, santral- larda yaşanacak olası bir kaza ya da düzenlenecek bir saldırı sonucunda kaybedilecek hayatlar, ulusal kaynak- lar dikkate alınmamıştır.

Bizler; Ülkemizde yaşanan derin krize rağmen, yoksulluğun önlenemez bir hızla büyüdüğü bir ortamda; insan- lar ve diğer canlılarla birlikte doğayı yok etme pahasına, etkileri yüzyıllar süren nükleer teknolojilerin hayatla- rımıza sokulmasını kabul etmiyoruz.

Bilim insanlarının, çevre örgütleri- nin görüş ve önerilerini dikkate alma- yan, ülke menfaatleriyle uyuşmayan, ülkemizi büyük bir çıkmazın içine sokacak santral ve silah yatırımları

yerine; halkın ve giderek yok olmaya yüz tutan doğanın çözüm bekleyen sorunlarıyla yüzleşerek, kamu odaklı çözümler geliştirilmesini istiyoruz.

Ülkemiz yönetiminin, 7 Temmuz 2017`de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu`nda dünya ülkelerinin ezici çoğunluğuyla onaylanan "Nükleer Silahların Yasaklanması Anlaşması"nı bir an önce imzalamasını ve TBMM`den de kabul edilerek geçiril- mesini istiyoruz.

Hayatlarımızdan nükleer santral- lar, nükleer silahlar çıkartılana, yurdu- muzda ve dünyada insanlığın evrensel ideali olan; barış, adalet, eşitlik ve öz- gürlük sağlanana kadar, tüm canlıla- rıyla birlikte doğayı yok etmeyi göze alan bu sömürücü üretim anlayışına karşı mücadelemizi sürdüreceğimizi, geleceğimize sahip çıkmaya devam edeceğimizi ilan ediyoruz.

Nükleer Santrallara ve Silahlara Hayır!

Nükleere İnat, Yaşasın Hayat!

Nükleer Karşıtı Platform (NKP), Hiroşima ve Nagazaki’ye atom bombası atılmasının 75. yıl dönümünde basın açıklaması yaptı. Açıklamada, “İnsanlığın ve evrenin geleceği, dünya barışı için nükleer silahların yasaklanmasının, tüm dünyanın silahlardan arındırılmasının; barış, kardeşlik, dayanışma içinde silahsız, nükleersiz bir dünya kurulmasının mümkün olduğunu hatırlatıyoruz” denildi. “Nükleer Silahların Yasaklanması Anlaşması”na dikkat çekilen açıklamada, Ülkemiz yönetimi tarafından, Anlaşma’nın imzalanarak hayata geçirilmesi istendi.

(14)
(15)
(16)

>

Türkiye şiddetle mücadelede bir miktar yol almış iyi bir yola evrili- yorken, ne yazık ki, son yıllarda ka- dın haklarının gasp edilmesine yö- nelik hamleler giderek artmaktadır.

"Kadın hakları ihlalleri, şiddet, kal- kınma hedefleri açısından kadınların çok geride olmaları gibi pek çok sorun devam ediyorken; muktedirlerin ak- tif olan kadın hareketine destek verip güçlendirmesi beklenirken, aksine sarsılan erkek hegemonyasını yeniden güçlendirmek ve kadın hareketini pasi- fize etmek için kollarını sıvamış bir tu- tum sergilediği gözlemlenmektedir. Bu kez de; ‘kadına karşı şiddet ve ayrım- cılığı yasaklayan’ İstanbul Sözleşmesi;

yerli ve milli olmadığı bahanesiyle he-

İstanbul Sözleşmesi Yaşatır

def alınmaya başlanılmıştır.

İstanbul Sözleşmesinden kısaca bahsedelim;

Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi, bilinen adıyla İstanbul Sözleşmesi, kadına karşı şiddet ve aile içi şiddet konularında temel standart- ları ve devletlerin bu konudaki yüküm- lülüklerini belirleyen bir uluslararası insan hakları sözleşmesidir.[1]

Sözleşme Avrupa Konseyi tara- fından desteklenmektedir ve Avrupa Devletleri'ni hukukî olarak bağlar.

Sözleşmenin dört temel ilkesi; kadına yönelik her türlü şiddetin ve ev içi şid- detin önlenmesi, şiddet mağdurlarının

korunması, suçların kovuşturulması, suçluların cezalandırılması ve kadına karşı şiddet ile mücadele alanında bü- tüncül, eş güdümlü ve etkili işbirliği içeren politikaların hayata geçirilmesi- dir. Kadına karşı şiddeti bir insan hakkı ihlali ve ayrımcılık türü olarak tanımla- yan, bağlayıcı nitelikte ilk uluslararası düzenlemedir.[2]

11 Mayıs 2011'de İstanbul'da imzaya açılmış olması nedeniyle kı- saca "İstanbul Sözleşmesi" olarak bi- linir. 2014 yılında yürürlüğe girmiştir.

Temmuz 2020 itibariyle 46 ülke ve Avrupa Birliği tarafından imzalanmış, imzacı ülkelerin 32'sinde onaylan- mıştır.[3] 12 Mart 2012'de ilk imzacı Türkiye olmuştur.

Uluslararası hukukta kadına karşı şiddeti ya da ayrımcılığı yasaklayan pek çok uluslararası düzenleme bulunmak- la birlikte, İstanbul Sözleşmesi kapsamı ve oluşturduğu denetim mekanizması sayesinde diğer düzenlemelerden ay- rılmaktadır.[2] Her şeyden önce ka- dına karşı şiddeti bir insan hakkı ihlali ve ayrımcılık türü olarak tanımlayan ilk bağlayıcı nitelikte uluslararası düzen- lemedir.[2] Ayrıca mağdurun hakları- nın korunmasına yönelik tedbirlerin,

"cinsel yönelim" ve "toplumsal cinsiyet kimliği" ne olursa olsun ayrımcılık gö- zetilmeden alınmasını garanti eden

kadın

Elk. Elo. Müh. Birgül Aktaş

EMO İzmir Şubesi Kadın Mühendisler Komisyonu birgul.aktas@hotmail.com

(17)

>

ilk uluslararası sözleşme, İstanbul Sözleşmesidir.

2006-2008 arasında Sözleşme'yi kaleme almak üzere sekiz uluslarara- sı uzmanın yer aldığı bir görev gücü oluşturulmuştur, bu uzmanlardan biri de Prof. Dr. Feride Acar’dır. Prof. Acar daha sonra Türkiye adına Sözleşme müzakerelerinin yapıldığı CAHVİO’da (2009-11) görev yapar ve sözleşmenin yürürlüğe girmesiyle GREVİO’ya seçilir ve ilk başkan olarak uygulamaya ilişkin Sözleşmenin alt yapısının geliştirilme- sine katkıda bulunur.

İmzacı ülkelerin sözleşme kap- samında vermiş oldukları taahhütler, bağımsız uzmanlar grubu olan ve kı- saca GREVIO olarak bilinen "Kadınlara Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddete Karşı Eylem Uzmanlar Grubu" tarafından izlenmekte ve denetlenmektedir.

GREVIO, ilk ülke değerlendirmelerine 2016 yılında başlamıştır. Başkanlığını 2015-2019 arasında Feride Acar sür- dürmüştür.[4]

27 Kasım 2006’da İspanya’nın ev sahipliğinde Madrid’de kampanyanın tanıtım toplantısında “şiddet mağdur- larının korunması ve desteklenmesi”

panelindeki dört konuşmacıdan biri Devlet Bakanı Nimet Çubukçu’dur.

Aynı toplantıda BM raportörü ola- rak ‘şiddetin önlenmesinde tutum de- ğişikliği’ panelinin açılış konuşmasını Prof. Dr. Yakın Ertürk yapar. Madrid toplantısına Türkiye’den çeşitli parti- lere mensup milletvekilleri de katılır.

2011’de İstanbul’da imzaya açılan Sözleşme bu şehirden ismini alarak kısaca İstanbul Sözleşmesi olarak anı- lır oldu ve Sözleşmeye ilk taraf olan ülke Türkiye oldu.[4] Görüldüğü gibi İstanbul Sözleşmesi fazlasıyla “milli ve yerli”dir.

Kadın hakları, çocuk hakları, in- san hakları evrenseldir, yerli ve mil- li olma hususu söz konusu olamaz.

Geleneklerimizde var diye insan onu-

runa yakışmayan hukuksuz bir yapıya doğru evrilecek miyiz. Kaldı ki; ‘ka- dına şiddeti reva gören bir tutum’ bu topraklarda çok az yer edinebilmiş, Anadolunun büyük bir kesminde gele- nekselleşmemiştir.

Şiddetsiz bir yaşamı kadına uygun görmeyen bir grup düşkün; mirastan kız kardeşlerinden daha fazla pay is- tiyor, boşanırken kadınlarla mal payla- şımı yapmak istemiyor, kız çocuklarına küçük yaşta evlilik adı altında tecavüz etmek istiyor, insanlara cinsel yönelim ve toplumsal cinsiyet kimliği sebebiyle her türlü ayrımcılık ve şiddeti reva gö- rüyor olabilir, peki biz buna müsaade mi edeceğiz.

Ne yazık ki arkasına muktedirlerin desteğini de alan düşkün insan olarak tanımlayabileceğimiz bir grup radikal- ler kendi hukuksuzluklarını milli ve yerli diye topluma dayatma çabasına girmiştir. Kadın ve çocuk hakları üze- rinden siyasi pazarlık yapılmaz.

Şiddetle mücadelede, bir taraf- tan kadınları doğurganlık ve annelik rollerine indirgeyerek eril yapı güç- lendirilirken, diğer taraftan da, erkeğe elektronik kelepçe takma gibi geçici ve çözümleyici olmayan yöntemler gün- deme getirilmektedir.

Bu kez çanları kadınlar için çalma-

ya başlamış olabilirler ama kadın artık eski kadın değildir.

Artık kadın künyesine namus yazılı eski Adiloş Bebe değildir, engerek ve çiyanları tanıyarak büyümüş, ekmeği- ne göz koyanlarla, adalet için savaşa- cak Adile Kadın olmuştur. Engerek ve çiyanlara destek verenler korksun. [5]

Yetersiz kimselerin son barınağıdır şiddet, kadına şiddete hayır diyoruz.

İstanbul Sözleşmesi Yaşatır.

Kaynakça

1. "Signatures and ratifications".

Avrupa Konseyi.

2. [https://www.academia.

edu/26026845/Karadag_Y._2014_

Istanbul_Sozlesmesi_Yururlukte_

Kadina_Siddete_Son_ATAUM_e- bulten_6_71_1_3}

3. "Chart of signatures and ratifi- cations of Treaty 210". coe.int. Avrupa Konseyi. https://www.evrensel.net/ha- ber/328136/turkiye-ovundugu-istanbul- sozlesmesine-ne-kadar-uydu

4. "No: 261, 22 Eylül 2015, AK İstanbul Sözleşmesi'nin Denetim Organı GREVIO'nun Başkanlığına, Prof. Dr. Ayşe Feride Acar Oybirliğiyle Seçilmesi Hk".

Mfa.gov.tr sitesi,

5.‘Diyarbekir Kalesinden Notlar ve Adiloş Bebe’ Şiiri (Ahmed Arif)

kadın

(18)

> kadın

EMO Kadın Komisyonu, İstanbul Sözleşmesi’nin kadınların yaşam hakkının güvencesi olduğunu vurgu yaparak, “Aile yapısını bozuyor diye sözleşmeye karşı çıkmak, hane için- deki şiddetin meşrulaştırması de- mektir” uyarısında bulundu.

EMO Kadın Komisyonu’nun 28 Temmuz 2020 tarihinde gerçekleş- tirdiği basın açıklamasında İstanbul Sözleşmesi’nin iktidara yakın çevre- ler tarafından tartışmaya açıldığı- na dikkat çekilerek, Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi’nin 5 temel hede- fine şöyle özetlendi:

“1-Kadınları her türlü şiddete kar- şı korumak ve kadına karşı şiddeti ve aile içi şiddeti önlemek, kovuşturmak ve ortadan kaldırmak;

2-Kadına karşı her türlü ayrımcı- lığın ortadan kaldırılmasına katkıda bulunmak ve kadınları güçlendirmek, kadınlarla erkekler arasında eşitliği yaygınlaştırmak;

3-Kadına karşı şiddet ve aile içi şiddetin tüm mağdurlarının korun- ması ve bunlara yardım edilmesi için kapsamlı bir çerçeve, politika ve ted- birler tasarlamak;

4-Kadına karşı şiddeti ve aile içi şiddeti ortadan kaldırma amacıyla uluslararası işbirliğini yaygınlaştır- mak;

5-Kadına karşı şiddet ve aile içi şiddetin ortadan kaldırılması için bü- tüncül bir yaklaşımın benimsenmesi maksadıyla kuruluşların ve kolluk kuvvetleri birimlerinin birbiriyle etkili bir biçimde işbirliği yapmalarına des- tek ve yardım sağlamak.”

Türkiye’nin ilk imzacısı olduğu sözleşmenin 1 Ağustos 2014’te yü- rürlüğe girdiğinin hatırlatıldığı açık- lamada, sözleşmenin taraf devletlere

“şiddeti önle”, “mağduru koru”, “faili yargıla” ve “önleyecek politikalar ge- liştir” şeklinde özetlenebilecek 4 te- mel yükümlülük getirdiğine yer veril- di. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun rapora göre; 2019 yılında 474, 2020 yılının ilk yarısın- da ise 155 kadının katledildiğini hatırlatan açıklama, “Bir cins-kıyıma doğru giden bu süreci durdurmak için 6284 Sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun ve İstanbul Sözleşmesi en önemli yasal güvencelerimiz” denildi.

Düzenlemelere rağmen kadına yöne- lik şiddetin önlenemediğine vurgu ya- pılan açıklamada, şöyle denildi:

“İstanbul Sözleşmesi, 2011 yılın- da, bugün sözleşmeyi tartışmaya açan ve o gün de iktidar olan mevcut ikti- darın ve mecliste yer alan partilerin hepsinin oyları ile oybirliğiyle kabul edilmiştir. Hazırlanmasında ve imza- lanmasında Türkiye kadın mücadele-

sinin büyük emeği vardır. Ancak şimdi bir grup tarafından hedef haline ge- tirilmiştir. İstanbul Sözleşmesi’ni tar- tışmaya açmak, kadınların erkekler ta- rafından katledilmesine göz yummak demektir. Maddelerinde açıkça; kültür, töre, din, gelenek veya sözde ‘namus’

gibi kavramların şiddet eylemine ge- rekçe olamayacağını belirten sözleş- meden, ‘toplumun örf adet geleneğini bozuyor’ diye çıkmak istemek, bu ge- rekçelerle gerçekleştirilen şiddetin meşru olduğunu savunmak demektir.”

Sözleşmeden çıkmanın hane için- de şiddeti meşrulaştıracağına vurgu yapılan açıklamada, “Katledilen, teca- vüze uğrayan, yok sayılan, taciz edilen, şiddet gören, çocuk yaşta evlendirilen, son sözleri ‘ölmek istemiyorum’ olan, kendi kanıyla ‘kurtuldum’ yazan ka- dınlar; cinsel yönelimleri nedeniyle ayrımcılığa uğrayan, homofobik trans- fobik nefrete ve şiddete maruz kalan LGBTİler; toplumsal cinsiyet eşitsizliği nedeniyle okuyamayan, çalışamayan, düşük ücrete mahkum edilen, hane içinde emeği görülmeyen, hakları gasp edilen milyonlar varken, diyoruz ki;

eril saltanatınızı ve ataerkil sistemi- nizi kabul etmiyoruz” ifadelerine yer verildi. Açıklama “İstanbul Sözleşmesi kadınların yaşam hakkının güvencesi- dir ve tartışmaya açılamaz” ifadeleriy- le tamamlandı.

İstanbul Sözleşmesi

Yaşatır

(19)

>

güncel

TMMOB’dan Yönetim Kurulu Başkanı Emin Koramaz imzasıyla 10 Temmuz 2020 tarihinde yapılan basın açıklamasında, sular altında kalan ve

“betonla” güzelleştirilmeye çalışılan Hasankeyf’in yalnızca bir antik kent olmadığına vurgu yapılarak, şu bilgi- lere yer verildi:

“Ilısu Barajı nedeniyle sular altın- da kalan Batman’daki Hasankeyf, 12 bin yıllık geçmişiyle dünyanın ilk yer- leşim yerlerinden olan ve tüm insanlık tarihine ışık tutan; Neolitik dönem in- sanlarından Asurlulara, Eyyübilerden Bizanslılara, Sasanilerden Osmanlılara, bir çok farklı topluluğa ev sahipli- ği yapmış ve hepsinin kültürünü bir şekilde bünyesinde barındırmış olan medeniyet tarihini gözler önüne seren bir kentti. Son nefesini verdi. Binlerce yıldır ayakta duran kent, bir baraj uğ- runa sonsuza dek yok oldu.”

Hasankeyf ve bölgesinin 1981 yı- lında bütünüyle SİT alanı ilan edildi-

ğine dikkat çekilen açıklamada, buna rağmen ilçeden 90 km uzaklıkta bu- lunan baraj ve hidroelektrik santralin temelinin 2006 yılında atıldığına vur- gu yapılarak, şöyle denildi:

“Başta Birliğimiz ve bağlı odala- rımız olmak üzere, bölge sakinlerinin, demokratik kitle örgütlerinin, sivil toplum kuruluşlarının, hatta dünya kamuoyunun çabaları sonuç vermedi.

Sembolik birkaç tarihi eser bölgeden taşındı; yöre halkı zorunlu kamulaş- tırma ile başka bir alana yerleşmeye zorlandı. Ayrıca resmi bilgilere göre 210 mağaraya dolgu yapıldı ve büyük kaya kütleleri patlayıcılar ile patlatıla- rak bölgenin tüm morfolojisi katledil- di. Vadi ekosistemi dönüşü olmayacak şekilde yerle bir edildi.

Şimdi Hasankeyf’in betonla kap- lanmış, ‘tamamen sıfır kilometre’ hale getirilmiş yeni hali devletin resmi ajansı kanalıyla insanlara ‘turizm cen- neti’ olarak lanse edilmeye çalışılıyor.

12 bin yılık kültürel değerimizin sular altında kalmasından sonra ortaya çı- kan yeni görüntü duyarlı her insanın canını yakarken; tarihi, kültürel, eko- lojik ve estetik hiçbir değer taşımayan

‘Yeni’ Hasankeyf”in, sembolik olarak taşınan tarihi eserleriyle birlikte zi- yarete açıldığı basınla paylaşıldı.

Binlerce yıllık yaşanmışlığın üstüne suyu boca edince güzel görüneceği düşünülüyor olmalı…

Konunun gündeme geldiği 2000’li yılların başından itibaren gerek alan- larda, gerekse hukuki olarak yılma- dan verdiğimiz mücadele, ne yazık ki sonuçsuz kalmıştır. Yapılan baraj ve hidroelektrik santral ile 12 bin yıldır yaşayan tüm canlı ve cansız doğal, kültürel, tarihi varlıklara karşı insanlık suçu işlenmiştir. Tüm bunların üzeri- ne ‘Hasankeyf’in yeni yüzü’ denilerek paylaşılan görüntüler dehşet vericidir.

Bu tabir kamuoyunun aklıyla alay et- mektir. Tarih bu suçu affetmeyecektir.”

Hasankeyf’te Kültürel Mirasa Karşı İnsanlık Suçu İşlendi….

TARİH BU SUÇU AFFETMEYECEKTİR!

TMMOB, kamuoyunun itirazlarına rağmen yapılan Ilısu Barajı nedeniyle sular altında kalan 12 bin yıllık Hasankeyf'in yeni görüntülerinin “turizm cenneti” başlığı altından yayımlanmasına tepki gösterdi. Sembolik birkaç eserin taşındığının hatırlatıldığı açıklamada, dolgular ve büyük kaya kütlelerin patlatılması nedeniyle bölgenin morfolojisinin değiştirildiği ve vadi ekosisteminin dönüşü olmayacak şekilde tahrip edildiğine vurgu yapıldı.

Referanslar

Benzer Belgeler

Ege kıyılarından yürüyen ve yeni yılı Diyarbakır'da "barış ve kardeş- lik" dilekleriyle karşılayan "Barışa Yürüyorum İnisiyatifi" üyeleri, TMMOB

sindeki birim fiyatlara uygun olup olmadığı denetlenir. c) Etierin teslim alınmasında daha çok dikkatli davranılması gerekir. Etierin taze olduklarını.. gösteren

*İşyeri Sahibi’nin/işyerindeki telefon hatları adına tahsisli olan Abone’nin, Ülke genelinde kendisine tahsisli telefon hattı sayısının (ev adresinde kurulu telefon

Kurumumuz’un Uygulama kapsamındaki Kurumumuz Çalışanı hattının yararlandığı Teklif kapsamında ödeyeceği katkı bedeli tutarını ve Kurumumuz hatlarına

Uygulama kapsamı dışında kalan bir tarifeye veya Uygulama kapsamındaki diğer Teklifler’e geçmek istememiz, işbu Taahhütname hükümlerini ihlal etmemiz,

1) İdare, sitenin su tüketimini ölçmek amacıyla konulan kontrol sayacının okuması ile ferdi abonelik yapılması sonucu konulan sayaçların aylık okumalarının toplamını

yarıiletkende egemen olan yük taşıyıcıları; çoğunluk taşıyıcıları p-tipi yarıiletkende delikler, n-tipi yarıiletkende de elektronlardır. rafale de messages, f; İng.

Tür ki ye bu ra da da em per ya list le rin plan la rý nýn pe þin - den tam bir sü rük len me i çin de.. Tür ki ye bu ra da da em per ya list le rin plan la rý nýn pe