• Sonuç bulunamadı

Sayı: 48 - Aralık 2021

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "Sayı: 48 - Aralık 2021"

Copied!
79
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Aralıkta Vuslata Ermiş İki Şah - Tahir Ceyhun Yıldız

Aşk Eri Hz. Mevlânâ (k.s) Neden Şiir Yazdı?

- Mehmet Dumlupınar Mevlânâ ve Hoşgörü

- Dr. Özgül Köse

Mevlânâ’nın Güzel İnsan Modeli

- Prof. Dr. Kenan Ören

“İnsanların çoğu, bedenlerinin ölümünden korkarlar.

Asıl korkulması gereken husus, kalplerin ölümüdür.”

Hazreti Mevlânâ

Sayı: 48 - Aralık 2021 ISSN: 2636 - 7521

(2)
(3)

İmtiyaz Sahibi ve Genel Yayın Yönetmeni

Ahmet Hamdi Köksal

Editör

Canan Karahan Köksal

Yayın Kurulu

Selman Devecioğlu Tahir Ceyhun Yıldız Abdullah Sezer Emrullah Atabey Esra Sırma

Nilgün Köksalan Gülden Bayraktar

Arka Kapak Zühal Yücel

Sosyal Medya Tasarımı Fatma Betül Altay

Dergi Grafik-Mizanpaj Yaşar Aydıner

E-posta

iletisim@dilhane.net

www.dilhane.net dilhanenet

dilhane_net dilhanedergisi

Bismillah…

Hayırlar feth ola. Şerler def ola. Gönüller şad ola…

Dilhâne’mizin yeni sayısı herkes için hayırlara vesile ola…

Dilhâne’miz bu ay Hz. Mevlânâ Celâled- din-i Rûmî (k.s) ile konuk oluyor gönül sofralarınıza… 17 Aralık 1273’te vuslat-ı Rahman’a eren Hz. Mevlânâ’yı anmak ve anlamak üzere Dilhâne’miz dopdolu bir şekilde ‘merhaba’ diyor okurlarına…

“Peygamber değil ama kitabı var.” diye methedilen Hz. Mevlânâ, vefâtı için şeb-i arûs der, yani düğün gecesi… Ibn Atâullah el İskenderî (k.s)’nin ‘Tâcü’l-Arûs’ isimli eseri de Türkçeye ‘Düğün Tacı/Gelin Tacı’

şeklinde çevrilmiştir. Arûs, esasında gelin demektir ve cezbeli tasavvuf erleri, ıstılahen ‘düğün’ için kullanmıştır.

Düğün, dünya macerasında iki sevenin iki sevgilinin birbirine kavuşmasıdır. Hz.

Mevlânâ ‘arûs’ diyerek Mevlâ’sına ‘kavuş- mayı’ bir düğün mesabesinde görmüştür.

Nitekim Hazret, meşhur beyitlerinde şöyle der:

“Öldüğüm gün tabutum yürüyünce Bende bu dünya derdi var sanma!

Bana ağlama; ‘Yazık, yazık! Vah, vah!’

deme!

Şeytanın tuzağına düşersen vah vahın sırası o zamandır.

Yazık yazık, asıl o zaman denir!

Cenazemi gördüğün zaman "El-firak, el-firak!" deme!

Benim buluşmam asıl o zamandır.”

Beni mezara koyunca elvedâ demeğe kalkışma!

Mezar cennet topluluğunun perdesidir.

Mezar hapis görünür amma,

Aslında canın hapisten kurtuluşudur.”

Ölmeyi düğün, mezarı candan kurtuluş gören için ölmekten bahsedilebilir mi?

Âşıkâna vuslattır ölüm, sadıkâna düğündür ölüm, tevhîd ehli matlûbana eğlencedir ölüm… Konya’nın ve dahi cümle Anadolu’nun mânevi sahiplerinden Reisü’l-Uşşâk Hz. Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî (k.s)’nin şeb-i arûsunun 748. yıl dönümü mübârek olsun!

Biz de Dilhâne’mizde Hz. Mevlânâ’dan himmet taleb ederek O’nun ölümünü değil, yaşıyor olduğunu ve Hayy (c.c) olanın tecellisiyle kıyamete dek âşıkların ve sevdalıların gönlünde yaşadığını konu edinmek arzusunda olduk.

Biliriz ki; Mevlânâlar ölmez, Şemsler ölmez, Hacı Bektaş-ı Velîler, Yûnuslar, Hacı Bayram-ı Velîler, Emir Sultanlar, Akşemseddinler ölmez, Hüsameddin Uşşâkîler, Aziz Mahmud Hüdayîler ölmez, İmam-ı Rabbânîler, Mevlâna Halidler ölmez. Vedûd ve Vehhâb (c.c) olanın mestaneleri ölmez, âşıklar ölmez! Zira bu mestaneler ‘ölmeden önce ölme’nin sırrına ermiş, varlık libasından tecerrüd etmiş, âb-ı hayat suyunu kana kana içmiş gönül sultanlarıdırlar.

Sözlerimize Hz. Yûnus’un beyitiyle nokta koyalım:

“Ten fanidir, can ölmez, çün gitti geri gelmez

Ölür ise ten ölür, canlar ölesi değil”

Bir sonraki sayıda görüşmek üzere, kalın sağlıcakla…

Tahir Ceyhun Yıldız

Dilhâne Yayın Kurulu Üyesi

gırıs YAZISI

(4)

İÇİNDEKİLER

Abdurrahim Tacettinoğlu – Senfoni………...7

Prof. Dr. Kenan Ören - Mevlânâ’nın Güzel İnsan Modeli………...8

Bestami Yazgan - Soylu Düş………...11

Dr. Özgül Köse - Mevlânâ ve Hoşgörü………...12

Cihat Barış – Dilruba...15

Salih Zeki Meriç - Gönül Dağımızın Zirvesi...16

Osman Deniz - Boşluğun Acısı...18

Selman Devecioğlu - Mevlânâ’nın Mesnevisindeki Görme Engellilere Yönelik Hikâyeler Bizlere Ne Anlatıyor?...19

Gülden Bayraktar - Göğsüme Mayaladığın O Şiirin Adıyla………...22

Mehmet Dumlupınar - Aşk Eri Hz. Mevlânâ (k.s) Neden Şiir Yazdı?………...…...23

Muhammed Burak Tunay - Belirtisiz Maske………...26

Mustafa Uçurum - Mevlânâ Gibi………...27

Nilüfer Zontul Aktaş - Ey Aşk………...29

Yusuf Duru - Oğluma Öğütler!...30

Gamze Atamulu Çon - Umutsuzluk Utansın Umudundan………...32

Elif Sönmezışık - Bir Çeki Düzen Meselesi………...33

Onur Kaya – Yokmuşsun………...36

Emrah Topcu - Nahivci ile Gemicinin Hikâyesi (Mesnevi’den)………...37

Songül Özel - Diriliş Eri Ölmez Ki………...39

Serdar Üstündağ - Aşk ve Sarmaşık………...40

Muharrem Öztürk - Etme Dost………...43

Kübra Seydioğlu - Mevlânâ’nın Mesnevi’sinden İnsan Ruhunun Derinliklerine………...44

Dr. Nilgün Köksalan – Çocukluğum………...46

Tahir Ceyhun Yıldız - Aralıkta Vuslata Ermiş İki Şah………...47

İlhan Bahçeci - Bu Çağ………...50

İdris Kartal - Sızıdan Ağrıya, Ağrıdan Migrene Dönüşen Kronikleşmiş Bir Hastalığın Kitabı Kudüs… Ey Kudüs………...51

Mehmet Emin Kurnaz - Bir Yanımız………...54

Şeyma Yılmaz Cebeci - Bakırı Altın Eden Nedir?...55

Yasemin Kapusuz - Yol Senfonisi………...57

Esra Yavuz - Çeşmeler Sadece Su İhtiyacımızı Gidermek İçin Miydi?...58

Mümine Yıldız – İrşad………...61

Arzu Gülsoy - Şeb-i Yeldâ………...62

Sümeyye Kübra Doğan – Karanlık………...……...64

Hümeyra Yıldırım Yalçın - Mevlânâ ve Tolstoy………...65

Taha Yasin Tuncer – Anlatabilmeliydim………...67

Sena Topaloğlu - Dirilişi Diriltebilmek………...68

Mustafa Özçelik - Mehmet Âkif’i Anmak ve Anlamak………...70

Ender Ekim - Maddenin Sıvı Hali; İnsan………...72

Büşra Cansız - Kıbrıs Semalarında Bir Cengiz………...74

Havva Dokur - Kadın Cinayetleri Üzerinden Kaygı ve Korku İnşâsı………...76

Ayşe Genç – Gece………...78

(5)

“Müslüman, islamı öyle sağ ve diri, canlı yaşa ki, seni öldürmeye gelen sende dirilsin.”

Sezai Karakoç

Şair, yazar, mütefekkir A. Sezai Karakoç’a

Allah’tan rahmet dileriz.

(6)
(7)

7

Senfoni

Abdurrahim Tacettinoğlu / Twitter: @SairMahfi Ziyan olan kelimeler şiirimde

Kalbimde herkese karşı küdûret Yâr kim ağyâr kim meçhul Herkes artık bir hiç kes Kalbimde tek ses "artık bes"

Göz pınarları alınmış leş Dans etmeyi bırak

Tek başıma mı ağlayacağım Öyleyse beni yalnız bırak Bugün çocukluğum üstümde Ağlak ürkek alıngan çocukluğum Bana tükenmiş bir kalem verin Yanmış bir kağıt ve bozuk süt Ardından saklambaç oynayalım Ben saklanayım ve beni bulmayın

Bulanın bahtı kararır diye efsane uyduralım Sûrur maskesi takalım

Gussamızı görmesin kimse

Umursamalı mıyız bu gece ölenleri

Yoksa ateş etrafında şarkılar mı söylemeliyiz İçimize attıklarımızı boğmalı mı, kusmalı mı?

Hırsız hırsız mı, yoksa hırsız polis mi?

Kimin altı dolu, kimin boş?

Kim âgâh, kim cahil?

Ayağını yere vur

Ve bu oyunun bittiğini söyle İradem sâkiden medet

Temennim bitmeyen sermestlik Dünya âsiyab

Ve ben alttayım Kimin umrunda!

Şiir

(8)

M

evlânâ, cihanşümul bir anlayışın ve akımın öncüsüdür. Bunun böyle olduğunu o meşhur çağrısından anlıyoruz:

Gel, gel, ne olursan ol yine gel, İster kafir, ister mecusi, İster puta tapan ol yine gel,

Bizim dergâhımız, ümitsizlik dergâhı değildir,

Yüz kere tövbeni bozmuş olsan da yine gel...

Şu toprağa sevgiden başka bir tohum ekmeyiz,

Şu tertemiz tarlaya sevgiden başka bir tohum ekmeyiz biz...

benlikten sıyrılıp ariflerin safına katılmalarını ve önceki kötü adetlerini terk ederek gelmelerini vurgulamıştır.

Tövbeni bozmuşsan yine gel tövbe et ve dergâhımıza katıl mesajını

vermiştir. Yoksa gel ve kötü adetlerini içimizde devam ettir, dememiştir. Yani kısacası kötü insan olmayı bırak;

ariflerin safına katılarak iyi insan ol, demek istemiştir.

Mevlânâ, gerek kendi fiiliyatında olsun, gerekse günümüze kadar ulaşan güzel sözlerinde olsun bir insana; bilhassa Müslüman’a mükemmel olmanın ölçütlerini ve Mademki sen bensin, ben de senim,

niceye şu senlik benlik...

Ölümümüzden sonra mezarımızı yerde aramayınız!

Bizim mezarımız âriflerin gönüllerindedir.

Mevlânâ bu cihanşümul çağrıyı yaparken, adeta fiiliyle de vurgulamış;

sema ritüelinde bir ayağı sabitken, bir ayağı cihanı işaretlemiştir. Yani tıpkı pergel gibi, bir ayağı sabitken, diğer ayağı kâinatı işaret etmiş ve bütün insanlığı kucaklamıştır. Ancak burada yanlış anlaşılmasın; insanlığı

kucaklarken ve davet ederken,

ümitsizlikten, vuruculuktan, senlik ve

Prof. Dr. Kenan Ören

Mevlânâ’nın Güzel ınsan Modeli

Fotoğraf: Halil İbrahim Kurucan

(9)

sırlarını çok veciz ifadelerle dile getirmiştir. Şimdi çeşitli alanlarda kişisel gelişimin ölçütlerini ve mükemmel insan olmanın sırlarını Mevlânâ hazretlerinden öğrenmeye çalışalım.

• Her şeyden Önce Dürüstlük: Mevlânâ Hazretlerinin kişisel mükemmellik modelinde dürüstlük ön plandadır.

Bunu “Ya olduğun gibi görün; ya da göründüğün gibi ol,” sözüyle dile getirmiştir. Yani insanın “samimi”

olması gerektiğini ve ne ise ona göre davranması gerektiğini vurgulamıştır.

İkiyüzlü insanların bir şeyleri başarsa da hiçbir öneminin olmadığına işaret etmiştir. Asıl başarılı insanın samimi insan olduğunu vurgulamıştır.

• İnsanlara “Ümit” Aşılayan Sözleri:

“Ümitsizlik diyarına gitme, ümitler var.

Karanlığa varma, güneşler var.”

Mevlânâ hazretleri, bu sözleriyle kişi- sel gelişimin en önemli basamak- larından biri olan “ümitli olma ve özgüven sahibi olma” düsturunu vurgulamıştır. Ümitsiz insan, kendisi karamsarlığa düşeceği gibi, çevresindekileri de olumsuz bir şekilde etkiler ve motivasyonu bozulur.

• Mevlânâ’nın “Beyin Fırtınası” Modeli:

Mevlânâ çeşitli söylemlerinde

“istişare” veya “şûra” odaklı olunmasını tavsiye etmiştir. Bu sözlerinin içinde

“Danışmak, insana anlayış ve akıl verir; akıllar da akıllara yardım eder,” ifadesi hem istişareye hem de günümüzde çok dillendirilen bir söylemle “beyin fırtınası”na işaret etmiştir. Aslında bu söylem “sosyal

yasının kapısını olumlu açarsa içindekilerin güzelliğini yansıtmış olur.

Yok eğer diliyle olumsuz ve ağza alınmayacak argo ve boş sözler sarf ederse, iç dünyasının da keşmekeş ve müşevveş olduğunu ele verir. Bu durumu “Sohbet vardır, keskin bir kılıca benzer; bostanı, ekini kış gibi kesip biçer. Sohbet vardır, ilkbahar gibidir. Her tarafı yapar, sayısız meyveler verir,” sözüyle de perçinler.

Sevgi ve Muhabbet Sevdalısı Olmak:

Mevlânâ Hazretlerinin en önemli özelliklerinden biri de insanlara sevgi ve muhabbet aşılamaktır. Zaten bunu en meşhur sözüyle; yani “Gel Kim Olursan Ol Yine Gel” ifadesiyle vurgular. Ayrıca “Biz pergel gibiyiz. Bir ayağımız din üzerinde sağlamca durur, öteki ayağımız yetmiş iki milleti dolaşır.” sözüyle de önce Allah sevgisinin esas alındığını; sonra da kucağını tüm insanlığa açtığını dile getirir. İşte bu hoşgörü ve sevgi selidir ki, Mevlânâ Hazretlerini “Küresel Gönül Dostu” yapmıştır.

Saygıya Dayalı Kişisel Gelişim Prensibi:

Mevlânâ Hazretlerinde insan çok önemlidir. Tıpkı Yunus Emre’nin

“Yaratılanı hoş gör; Yaratandan ötürü”

ve “Bir tek gönül yıktın ise o kıldığın namaz değil” özdeyişlerinde olduğu gibi, Mevlânâ’da da saygıya ve hoşgörüye dayalı bir insan modeli vardır. “Hürmet eden, hürmet görür.

Şeker getiren badem şekerlemesi yer.

Temiz şeyler, temizler içindir; sevgiliyi hoş tut, hoşluk gör” diyerek, saygı ve hoşgörüye dayalı bir anlayışı aşılar.

sermaye” sisteminin en önemli bir alt faktörüdür. Sosyal sermayede bilgi paylaşılarak çoğaltılır; sorunlar paylaşılarak azaltılır. Bu da istişare, beyin fırtınası, danışma gibi sistemler- le sağlanır.

Mütevazı ve Mülayim İnsan Modeli:

Mevlânâ’nın mükemmel insan mode- line uygun özelliklerden biri de insanın tevazu sahibi olması ve yumuşak huylu olmasıdır. Bu sözünü “Baharların tesiriyle taş yeşerir mi? Toprak ol ki renk renk çiçekler bitiresin,”sözüyle vurgular. Yani taş gibi katı olma, toprak gibi yumuşak huylu ol ki, etrafında da senin gibi yumuşak huylu ve çiçek gibi insanlar bulunsun.

Diksiyonu Güzel ve Anlamlı Konuşma Sanatı:

Mevlânâ Hazretleri, insanın konuş- madan önce sözlerini çok iyi tartması gerektiğine işaret eder. İnsanın boğazı dokuz boğumdan oluşur. Konuşmadan önce, ne konuşacağını bu boğumlarda süzmesi gerekir. Anlamsız ve boş sözlerin isabetsiz ve sonuçsuz olacağını ve konuşan kişiyi zor durum- da bırakacağını ifade eder.

Bunu “Mânâsız söz, su üstüne yazılan yazıdır. Ondan vefa umarsan iki elini ısırarak dönersin,” sözüyle dile getirmiştir. Ayrıca “Âdemoğlu, dilinin altında gizlidir. Bu dil, can kapısına perdedir. Bir rüzgâr esti de kapıyı kaldırdı mı, evin içinde ne varsa görünür,” ,” sözüyle de “Dervişin fikri neyse zikri odur,” sözüne atıfta bulunur. Yani insanın içsel dünyasını ele veren dildir. Eğer diliyle iç dün-

9

(10)

Düşünceye Dayalı Bir Kişisel Gelişim Anlayışı:

Mevlânâ, düşünceyi çok önemsemiş ve düşünce konusunda oldukça fazla beyin fırtınası yapmıştır. Zira insan düşünen bir varlık olarak,

hayvanlardan ayrılan bir özelliğe sahiptir. Düşünen insan hem kendi iç yolculuğunda, hem de Yaratanı tanıma yolculuğunda önemli mesafeler kat edebilir. Düşünmeyen insan bunu yapamaz ve hayvandan ayrılan özelliğini atıl kılar. Bu bağlamda Mevlânâ düşünceyle ilgili şunları söylemiştir: “Ey kardeş! Sen ancak bir düşünceden ibaretsin. Ondan başka neyin varsa, kemiktir, ettir. Eğer düşüncen, manevi varlığın gül ise, sen de gül bahçesisin; diken isen küllüğe atılacak odun gibisin.”

“Ey benim canım efendim, sen düşünceyi, fikri bir adam farz et.

Çünkü insan, düşünceyle insan sayılır, değerlenir, canlanır.”

Mevlânâ Hazretlerinin kişisel güzel insan profilini anlatmak için kitap yazmak gerekir. Bu kadar dar bir çerçevede onun prensiplerini ve

“İnsan Yetiştirme Sanatı”nı anlatmaya kelimeler kifayet edemez. Ancak birkaç önemli sözünde onun söylediği her sözde çok hikmetlerin olduğuna ve insanı yücelten, onu eğiten ve doğruluğa, güzelliğe yönelten dolu dolu anlamlar var olduğunu vurgulamakla yetinebiliriz.

Yukarıdaki sözleri bu bağlamda değerlendirmek gerekir.

Mevlânâ Hazretleri, insanın konuşmadan önce sözlerini çok iyi tartması gerektiğine işaret eder.

İnsanın boğazı dokuz boğumdan oluşur.

Konuşmadan önce, ne konuşacağını bu boğumlarda süzmesi gerekir. Anlamsız ve boş

sözlerin isabetsiz ve sonuçsuz olacağını ve konuşan kişiyi zor durumda bırakacağını ifade

eder.

(11)

Soylu Düş

Bestami Yazgan / Twitter: @bestamiyazgan Diriliş yolunda bir soylu düştü,

Yüreğini ümmet ile bölüştü.

Bire binler veren tohum misali Sezai Karakoç toprağa düştü.

11

Şiir

(12)

Instagram: @ozgulmasalterapi

Dr. Özgül Köse

Mevlânâ bu dünyadaki yaşamımızı bir yolculuğa benzetir; yaratılışımızla başlayan ve yaratana döneceğimiz bir yolculuk. Yolda karşılaşılanların da sınavımız olduğunu hatırlatır. Bunu Mesnevi’de anlattığı hikayelerinde ve bu hikayeler hakkında yaptığı yorum- larında farklı şekillerle ve örneklerle anlatmıştır ama ben en çok kuş benzetmelerini seviyorum; bizler kanatları olan kuşlarız, uçarak ve arayarak yiyecek bulabiliriz ama bizleri yakalamak için kurulan tuzaklardaki yemlere ve daneler meylederiz, daneye ve yeme odaklanan tuzağı göremez.

üstatların hoş görüsüne sığınıyorum…

Hoşgörü sözcüğü genel olarak anlayış, saygı, mazur görme, medeni olma, kabul etme, rahatsız olmama, farklılıklara ve farklı görüşlere sınır koymama, farklılıklara olumsuz tepki göstermeme ve karşıt fikirlerin karşılıklı anlayış içerisinde tartışıl- ması gibi çok geniş bir yelpazeyi içerir.

Genel anlamda kabul edebilme tavrının ağır basmasıdır ancak gözü kapalı olarak her şeye katlanmak tavrından da ince bir çizgiyle ayrılır.

Mevlânâ ve Hosgörü Y

azıma bir itirafla başlamak

istiyorum; Mevlânâ ve hoşgörü konusun- da yazmak beni hem çok heyecan- landırdı hem de tedirgin etti. Heyecan- landım çünkü sizler gibi kendisine hayranım, tedirgin oldum çünkü O’nun hakkında sürç-i lisan etmek istemem.

O yüzden yazımdaki değerlendirmeleri- min ve yorumlarımın Mevlânâ’nın bakış açısıyla hoşgörünün, hoş görmenin, hoş görebilmenin bendeki yansımaları olduğunu ifade ederek başlamak istiyorum; kendilerinin ve bu konudaki

Fotoğraf: Halil İbrahim Kurucan

(13)

13

Kendi kendime bunun sebebini düşündüm. Bunca hikâyeye, nasihate, uyarıya, yaşanmışlıklara, bilgiye rağmen nedendir daneye olan düşkün- lüğümüz? Sizlerin de bildiği gibi bu da

yaratılışımızdan; yaratılış fıtratımızdan. İyiye, doğruya, barışa,

hayra dönük yaşamak kadar, bunların tersi yönünde davranma potansiyeliyle yaratıldık ve sınavımız da irademize malik olduğumuz yaşlarımızla, bu çizgide başlıyor. Kendimize malik olduğumuz dönemde başlıyor esas yolculuğumuz. Yani soyut düşüncenin olgunlaşmaya başladığı buluğ çağı dönemimizde; kendimizi fark edebi- leceğimiz, anlayabileceğimiz dönem- de. Konuyu buraya neden getirdim?

Hoşgörü, kendimiz dışındakileri kabul edebilme tavrı değil miydi? Kendimizle ne ilgisi var? Mevlânâ, benim anladığım manada başkalarını hoş görebilmeyi kendini tanımakla bir tutuyor çünkü.

Bunu sizlere Mesnevi’de yer alan “Bir Nahiv Alimi İle Bir Gemicinin Hikayesi”

aracılığıyla açıklamak istiyorum:

Bir nahiv alimi bir gemiye bindi.

Gemiciye dönerek; “Hiç nahiv okudun mu?” diye sordu. Gemici “Okumadım”

cevabını verince; “Ömrünün yarısı heder olmuş” dedi. Gemicinin bu sözden kalbi kırıldı ve kızdı ise de o sırada cevap vermedi. Rüzgar gemiyi bir girdaba sürükleyince, gemici yüksek sesle nahivciye: ”Hoca söyle bakalım, yüzme bilir misin?” sualinde bulundu. Nahvi: “Ey hoş yüzlü ve güzel sözlü gemici; bilmem” deyince “Ey nahvi, ömrünün tamamı heder oldu.

Çünkü bu gemi girdaplarda batacak- tır.” Cevabını verdi.

Mesnevi’de bu hikâyenin devamında Mevlânâ’nın şu yorumu yer almaktadır;

“Malum olsun ki burada “nahiv” değil,

“mahiv” lazımdır. Sen de mahvoldunsa, tehlikelerden çekinmeksizin suya dal.

Denizin suyu ölüyü suda taşır. Diri olan denizin elinden nasıl kurtulur? Sen beşeriyet vasıflarından ölürsen esrar denizi seni başında gezdirir. Dünyada sen cihanın allamesi idin. Şimdi o cihanın faniliğini gör. Ey büyük dost; fıkıhın mevhumunu, nahvin maksudunu ve sarfın tebdilini tevazu ve alçakgönüllülükte bulursun.”

Burada benim anladığım kadarıyla ölmek, egomuzu ve kendimize dönük benlik algımızı kontrol edebilmektir.

Kendimizi iyi, olumlu, haklı, yeterli algılama eğilimindeyizdir. Olumsuz ve onaylanmayan yönlerimizi, yetersiz- liklerimizi görmezden geliriz çoğun- lukla. Kendimize dönük olumlu bir algı oluşturabilmek için başkalarını kıyas olarak kullanırız; terazide tartının ayarıyla kendi lehimize oynarız. Ama bunun bir diğer sonucu, terazide başkalarını eksik tartmaktır; onları

yetersiz, haksız, olumsuz algılamaktır.

Terazinin dengesini tutturabilmek için ise tevazu ve alçak gönüllülük gerekir;

benliğimizden, egomuzdan vazgeçebil- mek gerekir, bir nevi mahvolmayı göze alabilmek gerekir. Kendi benliği, egosu ön planda olan kişi kendi girdabından çıkamaz, hırsları, nefsi onun ayağına dolanır; girdabın içinde boğar.

Söylemesi kolay da çoğumuzun bildiği gibi yapması zor; kendi benliğimizin dışına çıkabilmek.

Mevlânâ bu durumu ruhun bedenden ayrışması olarak izah ediyor. Bu fiziki bir ayrışmayı da kapsar mı? Bu alana girecek bilgim olmadığı için haddimi aşmak istemiyorum. Ben yine daha önce de izah ettiğim üzere kendi anladığım şekliyle sizlerle paylaşmak istiyorum; bu konuda ruhun bedenden ayrışması mecazi bir ayrışmadır. Kendi bedeninin dışına çıkabilmek kendi sınırlarının dışına çıkabilmek demek- tir. Kişileri ve olayları öğrenilmiş, onaylanmış, kabul edilmiş sınır- larımızın dışında daha geniş bir pers- pektiften görebilmek, hissedebilmek, idrak edebilmek demektir. Ancak bu şekilde kendimizi kendi sınırlarımız dışında da görebiliriz. Başkalarını kendi oluşturduğumuz sınırlar, etiketler, tanımlar dışında anlayabili- riz, onları dışarıdan değil içlerinden görebiliriz, dışlarındaki kabuğu, kabı değil içlerindeki özü fark edebiliriz.

Bunu yapabilmek gerçekten zordur.

Çünkü yaşamı kaplar olarak algılarız, idrak ederiz. Kendi bedenimiz benliğimizin kabıdır, içinde canlılığımızı ve ruhumuzu taşır. Bir şeye çok sinirlendiğimizde, anlamaya ve idrak etmeye çalışmadan yani hoş

Mevlânâ bu dünyadaki yaşamımızı bir yolculuğa benzetir; yaratılışımızla başlayan ve yaratana döneceğimiz bir

yolculuk. Yolda karşılaşılanların da sınavımız olduğunu hatırlatır. Bunu Mesnevi’de anlattığı hikayelerinde ve

bu hikayeler hakkında yaptığı yorumlarında farklı şekillerle ve örneklerle anlatmıştır ama ben en çok

kuş benzetmelerini seviyorum; bizler kanatları olan kuşlarız, uçarak ve arayarak yiyecek bulabiliriz ama bizleri

yakalamak için kurulan tuzaklardaki yemlere ve daneler meylederiz, daneye

ve yeme odaklanan tuzağı göremez.

(14)

göremeden ani ve kontrolsüz tepkile- rimizi ifade etmek için kullandığımız

“Ateş püskürmek” tabiri aslında kap metaforuna bir gönderme içerir; tıpkı durgun bir tepenin ateş püskürerek yanardağa dönüşmesi gibi. Evimiz ailemizin kabı, arkadaşlarımız sosyal ilişkilerimizin kabı, tuttuğumuz takım, iş yerimiz, tercih ettiğimiz market vb.

içinde bulunduğumuz her durum bir kabın içi ya da başka bir kabın dışıdır.

İçinde ya da dışında olduğumuz kaplar sadece bizim konumumuzu belirlemez aynı zamanda hayata ya da olgulara karşı tutumumuzu da belirler.

Mevlânâ’nın ruhun bedenden ayrışması ile başlayan izahatları aslın- da ana rahminden mezara olan yolcu- luğumuzla örtüşür; bir kaptan diğer kaba olan nihai yolculuğumuz.

Bu yüzden Mevlânâ’ya göre hoşgörülü olabilmek, hoş görebilmek için önce kendimizi görebilmeli, kendi sınır- larımızı görebilmeli, kendi sınırlarımızı eritebilmeli yani mahvolmayı göze alabilmeli, kendi sınırlarımızın dışına çıkabilecek tevazuda olabilmeliyiz…

Sözlerimi kendilerine ait şu dörtlükle noktalamak istiyorum:

“Taş yeşermez geçmiş olsa da Nevba- har,Toprak ol da bak nasıl güller açar.

Taş gibi idin çok gönül kırdın yeter, Toprak ol üstünde hoş güller biter.”

(Hazreti Mevlânâ) Yaşamdaki en büyük ve önemli

kaplardan birisi de içinde yaşadığımız kültürdür. Her kültür bizi bir kalıba sokar ve buyurduğu tutum ve davranışlarla korunaklı ya da dışlayan bir kap oluşturur. Yaşadığımız kültürü içselleştiririz, diğerlerini dışlayabiliriz.

Bu tutum yaşamımızdaki dengeyi koruyabilmek için refleks bir yaklaşımdır. Çünkü herhangi bir sosyal, fiziksel ya da ruhsal dengesiz- lik yaşadığımızda mümkün olan en kısa zamanda acıdan kaçınmak ve alıştığımız dengeye dönmek için çabalarız. Oysa ki yaşamımızın her evresinde bir durumdan ötekine fiziksel, duygusal ve ruhsal bir dönüşüm yaşarız. İçimizdeki umut hep bu dönüşümü bekler. Dönüşüm hayatın merkezindedir.

(15)

15

Dilruba

Cihat Barış / Twitter: @cih4t_b4ris

Kiminledir rabıtası dilruba perçeminin Kirpiklerinden kaç urgan sarkıtırsın Kurban etmeye teşne

İskâna yol verir mi

Cennete giriş kapısı gönlün Yola çıkmalık incir mevsimi Ve başlamalık bir şiire

Ruhumun penceresini aralasın Çiğdemler, yaseminler…

Güneş gören penceresinde evlerin Sükûtu hitama erdirirken gülceler İçimdeki ağacın gölgesi

Her dile bir tercüman Issız çöllere yağmur Düşsüz rüyalara ilham Dile nakşolur kıyıları kalbin Birikir nabzımda istasyonlar Geceyle sabahın ifrazında Her günü mahşer eyleme Her günü yeni bir perva

Kiminledir rabıtası dilruba perçeminin Kirpiklerinden kaç urgan sarkıtırsın Razıyım kurban et beni sevgilim

Şiir

(16)

H

azreti Mevlânâ, gönül dağımızın en zirvesi. İslâm’ın kendisinde tecessüm ettiği büyük şahsiyet. Sâdi, yüzyıllar geçse de tesirini devam ettirerek, derinlikte ve samimiyetle söyleyen çok az insandan biri. Aşk yangınını gül bahçesine çeviren ve gönül dağının eteklerinde her meşrepten insana muhabbet dağıtan bir sevgi abidesi.

Bazı kavramlar vardır ki, onları belli insanlarla birlikte düşünürüz. O kelimeler, o insanlarla anlam bulur.

Mevlânâ denildiği zaman, aşk, firak,

Şüphesiz Mevlânâ büyük bir Allah dostu idi. Rabbimiz ‘’Allah dostlarına ne korku ne hüzün yoktur’’ diyor. O da hayatını yaşarken insanı merkeze alan bir tebliğ üslubu ile bir muhabbet çağlayanı gibi Anadolu’yu sulamaya, feyz ırmağı gibi akmıştır.

Mevlânâ, çağdaşlarına ilham olduğu gibi, yüzyıllar sonra gelen, her döne- min aklı selim insanlarına da ilham kaynağı olmuştur. Bir insan, hayatı nasıl yaşamalı diye bir soru sorulsa ve onun cevabı da: ‘’Mevlânâ gibi olmalı’’

dense eksik bir söz söylenmiş olmaz.

Anadolu'nun manevi direklerinden olan Mevlânâ, iyi bir âlim, edebiyatçı ve mütefekkir idi. İlm-i siyaseti bilen, mantık ve felsefe okumuş ama hepsin- den önemlisi, yüreğinden peygamber aşkına ummanlar gibi taşıyan bir toplum bilimcisiydi.

O, hayatını bir misafir edası ile yaşadığı bu dünyada, bir ağacın altında gölgelenip sonra yoluna devam eden bir yolcu gibiydi. Yaşadığı bu aziz topraklara, ebedi sevgi tohumları ekti ve gitti. İnsanını seven, toprağını seven, dilini, dinini seven ve tabii olarak hepsinin üstünde Rabbini seven büyük bir zahitti.

Hayatı bir muhabbet felsefesi ile yaşayan Mevlânâ'nın vuslatı da bir muhabbet kervanı ile göç şeklinde olmalıydı. Onun için vefatını bir düğün gecesi olarak vasıflandırmıştı. Gerçek vuslat hep zihin dünyamızda belirir. Bu

kelimelerdeki derin mânâlar, bir yönüyle Mevlânâ'nın imtihânı olmuşlardır. Hayatı mânevi bir irşadla geçen büyük veli ‘’Ben Kur’ân’ın ben- desi, Hazreti Peygamber’in kulu, kölesiyim’’ diyerek aslında yaşamının gayesini ve istikametini ortaya koymuş oluyor.

‘’Benden, bundan başka bir şey nakleden olursa, o sözden de ondan da şikayetçiyim” derken kendi tarafını da belirlemiş oluyor.

Instagram: @salihzekimeric

GÖNÜL DAĞIMIZIN ZİRVESİ

Salih Zeki Meriç

(17)

17

yüklerinden kurtulma ve ebedi muhab- betle hemhâl olma olarak Şeb-i Arus diye isimlendirmişti. Bir insanın vefatını mutlak gecesi veya düğün gecesi olarak yaşayabilmesi için hayatını bu düğün gecesine hazır edebilecek bir şuurda yaşaması gerek- mektedir. Mevlânâ bizim gök kubbemiz de parlayan kutup yıldızımızdır.

Şüphesiz Mevlânâ büyük bir Allah dostu idi.

Rabbimiz ‘’Allah dostlarına ne korku ne hüzün yoktur’’ diyor. O da hayatını yaşarken insanı merkeze alan bir tebliğ üslubu ile bir muhabbet çağlayanı gibi Anadolu’yu sulamaya, feyz ırmağı

gibi akmıştır.

(18)

Boşluğun Acısı

Osman Deniz / Twitter:@osmandeniz2258 Bir boşluğun acısı kemirirken yüreği

Şimdi her gülümseyiş sürgündür gözlerimden Gün gelir düşlerim de terk eder gözlerimi Her aşk bir gurbettir aslında sevgiliden Kıyımda yitip giden bir göl yaşar uzakta Boğulmuştur yüreğim isterken gölde ayı Ateşle söndürülmüş susuzluğum dudakta Gecenin hüznü her gün çoğaltırken acıyı Süslemiştir gözleri olmayacak hayaller İçimde bir esinti bu dünyadan olmayan Ağırlığını hiçin taşımıştır omuzlar Savurmuştur külleri ateşleri harlayan Küllendikçe bu aşktan alev alır soluğum Bir mermerin göğsünde nabzı atar kalbimin Takvimi kanatırken sensiz geçen günlerim Hüzünle savrulur yıllar kucağına ölümün

Son nefesten bir önce soluklandım seninle Küllerimin içinde son ateş can çekişen Kaç mevsim kaldı ki şu ömürden geriye Bir kefendir örtecek düşlerimi gözümden Geriye kapandı yolum öteye yolculuk var Şimdi son bir kez çalan kampanadır yüreğim Sonbahar yaprağı gibi savruldu hatıralar Bir gün örtünce toprak unutulur gözlerim O adını sakladım her an ben şu göğsüme Bir mezar taşına nasıl kazınmışsa bir isim Gün gelir düşmez gölgem şu toprağın üstüne Aynalarda bir soluk hatıra kalır yüzüm Ağacın sıcaklığı terk etmiştir ahşabı Sükûtla seslenir acı artık dudaklarımdan Aşkla yazılmış adım acının künyesine

Her bir anın elinden yorgun düşmüştür zaman

Şiir

(19)

H

azreti Mevlânâ’nın yazdığı Mesnevi kitabı bilgilendirici, yol gösterici olması hasebiyle şüphesiz hepimizin özümse- yerek okuması gereken, kitaplığımızın da en ön raflarında olmalıdır dediğimiz bir kaynaktır. Ciddi anlamda üniversite yıllarında okumaya başladığım Mesnevi, içeriğinde bulunan ifadeler yönünden beni hayli şaşırtmış, bilhassa engellilere yönelik hikâyeler benim Hazreti Mevlânâ’ya karşı merakımı arttırmıştı.

Derinlemesine inceleyince anladım ki, ifade edilen engellilik kavramı, biz

Burada kör derviş yalnız bulunuyor Duvarda da Mushaf asılı duruyor. Ben, ev sahibine bunun sebebini soracak kadar sersem ve bunak değilim. Acaba sorsam mı? Hayır, susayım, sabredeyim de muradıma ereyim” Bu merak ve sıkıntı içinde birkaç gün sabretti, sonunda iş aydınlandı. Çünkü sabır, ferah ve neşenin anahtarıdır.

Kör adam misafir şeyhe dedi ki; “Ey insan bedeninin ne büyük bir sanat eseri olduğunu bilmeyen kişi! Bu hâli, Allah’ın yaratma gücü ve kudreti için çok mu okuyuculara farklı çıkarımlarda bulun-

mamızı sağlıyor. Bu hikâyelerden, körlükle ilgili olan birkaçına değinmek istiyorum.

“Bir şeyh kör bir adamın evine misafir oldu. Bu fakir misafir kör adamın evinde bir Mushaf gördü.

Her iki zahid bir kaç gün beraber bulundu- lar. Şeyh kendi kendine “Burada Mushaf’ın ne işi var; bu derviş kör?” dedi.

Bu düşünce ile aklı karıştı. Burada bu kör dervişten başka kimse de yok” diyordu.

19

Twitter: @devecioluselman SELMAN devecioglu

Mevlânâ’nın Mesnevisindeki Görme Engellilere Yönelik Hikâyeler Bizlere Ne Anlatıyor?

Fotoğraf: Halil İbrahim Kurucan

(20)

görüyorsun da şaşırıyorsun? Ben Allah’a yalvardım da “Ey kendinden yardım dilenen Rabbim!” dedim” Bir kimse canına ne kadar düşkünse, ben de Kur’an okumaya öylesine düşkünüm. Hafız da değilim, okuyacağım zaman gözlerime kesintisiz bir nur ver. Rabbim Mushaf’ı elime aldığım zaman gözlerimi bana ver de ayetlerini apaçık, duraklamadan, yanlışsız okuyabi- leyim!” Allah’tan bana bir ses, bir nida geldi. “Ey Kur’an âşığı! Ey ibadet eden, iyi işler yapan, insanlara yararlı olan, ey her zahmette, her dertte bizden ümidini kesmeyen kulum... “Ne zaman Kur’an okumayı istersen yahut dinî kitapları okumayı dilersen, Ey üstün varlık, kitabı eline alınca onu rahat okuman için gözle- rini, yani görme yeteneğini sana vereceğim.” Dediği gibi de yaptı. Okumak için Kur’an’ı açtığım zaman görme yetime sahip oluyordum.

Bu hikâyede gözleri görmeyen bir kişinin Kur’an okumayı çok istemesine bağlı olarak Allah’a yalvarıp görme yeteneğini o an geri vermesini arzu etmesi ve isteğine kavuşması, engelli bireyin sınırlılıklarına rağmen istek, azim, çaba, eğitim, dua vb. durumlarla içinde bulunduğu hâli belli ölçüde aşarak kendini ifade edebilme gücünü elde edebileceğinin dolaylı bir şekilde anlatılması söz konusudur.

Genelde engelli birey, gerek çevresinin olumsuz tutum ve davranışları gerekse kendi yetersizliği sonucu oluşan zorluk- lar sebebiyle sahip olduğu sınırlılıkları aşacak gücü hissetmeyebilir. İçinde bulunduğu hâli kendine engel görüp yapabileceği hatta herkesi hayrete düşürecek şekilde beklenenden öte davranabilme imkânını ortaya koyamaya- bilir.

Örneğin görme engelli bir öğretmen var, derslere giriyor, fakat sınıf yöneti- minde düşük performans gösteriyor, engeli olmayan bir öğretmende okulda öğrencilere karşı sergilediği yöneti- miyle başarısız tutumuyla okul idaresince ve velilerce kabul görmüyor. Fakat görme engelli öğret- menin başarısızlığı engeline bağlanıyor, görme engelli oluşu eleşti- riliyor.

İki kör hikâyesinde ise;

“Kör bir dilenci vardı ki o “Ey insanlar, ben de iki türlü körlük var. Bana iki kat acımanız lazım. Adamın biri; “Biz senin bir körlüğünü görüyoruz. Öbür körlüğün nedir? Bir de onu göster” dedi.

Dilenci dedi ki; “Sesim çirkin ve kötü.

Kötü sesli oluşla, körlük iki kat artmada.

Çirkin sesim gam kaynağı oluyor yani sesim herkesi sinirlendiriyor. Benim kötü ve çirkin sesim yüzünden halkın bana karşı duyduğu acıma hissi azalıyor. Çirkin sesim nereye ulaşıyorsa, nereye gidiyorsa öfke doğuruyor, Gam veriyor, kin uyandırıyor. İki körlüğe iki kat acıyın, böyle bir yere sığmayan, yeri yurdu olma- yan bu fakiri gönlünüze sığdırın.

Onun bu şikâyeti üzerine sesinin çirkin- liği azaldı. Yani unutuldu. Herkes, bütün halk ona acımaya başladı. O fakir sırrını söyleyince, gönül sesinin güzelliği onun çirkin sesini güzelleştirdi.

Bir adamın gönlünün sesi de çirkin olursa, yani kötü ahlaklı olursa, kendini beğenirse, kendi kusurlarını görüp, onları itiraf etmezse, o zaman üç körlük bir araya gelir. (Ahlakı kötü, kör, sözü çirkin) Bu üç körlük ömrü boyunca devam eder Diğer bir hikâye de ise; “Bir köpek

köyde kör bir dilenciyi gördü, üstüne saldırdı, hırkasını yırttı. Kör, köpeğe dedi ki; “Şu anda senin arkadaşların, dağda av peşinde koşmadalar. Senin cinsinden olanlar, dağda yabani eşek tutmada, sense köyde kör bir adamı yakalama- dasın.” Mesnevi’deki bu hikâyede toplumda kişinin, esas görev ve sorumluluklarını bırakıp kendisini ilgilendirmeyen veya ilgilendirmemesi gereken şeylerle meşgul olmasının gereksizliği hatırlatılarak temel görev ve sorumlulukların yerine getiril- mesinin gerektiği üzerinde durulmuş ve bunun varlıklar arasındaki ilişkiyi daha anlamlı ve olumlu yönde kılacağı vurgulanmıştır. Engelli birey açısından ise bu hikâye toplumda engelliye karşı bazı insanların yapmaları gerekenleri, asli görev ve sorumluluklarını unutup onun yerine engellinin fiziksel görünüşü, özür durumuyla ilgilenip gereksiz, olumsuz tutum ve davranışlar sergilediğinin farkına varılmasını sağlayıcı niteliktedir.

Hazreti Mevlânâ’nın yazdığı Mesnevi kitabı bilgilendirici, yol

gösterici olması hasebiyle şüphesiz hepimizin özümseyerek

okuması gereken, kitaplığımızın da en ön raflarında olmalıdır dediğimiz bir kaynaktır. Ciddi anlamda üniversite yıllarında okumaya başladığım Mesnevi,

içeriğinde bulunan ifadeler yönünden beni hayli şaşırtmış,

bilhassa engellilere yönelik hikâyeler benim Hazreti Mevlânâ’ya karşı merakımı

arttırmıştı.

(21)

gider de, onu merhametten uzaklaştırır.

Kimse ona acımaz.

Bir başka hikâye ise;

Sebe şehri, çok büyük bir şehirdi.

Öylesine büyüktü ki, büyüklüğü bir tepsi kadardı. Bu ulu ve büyük şehir, çok uzun olmasının yanında, çok da sağlamdı.

Ama sağlamlığı bir soğan kadardı.

Sebe şehrinde sayısız insan ve diğer canlılar yaşardı. Fakat hepsi üç kişiden ibaretti. Onlardan biri kör, biri sağır, diğeri de çıplaktı.

Bir gün üçü bir aradayken kör: "Bakın şu taraftan atlı askerler geliyor. Hangi milletten, kaç kişi olduklarını görüyorum"

dedi.

Sağır: "Evet evet, ben de seslerini duyu- yorum, gizli açık ne konuşuyorlarsa işitiyorum" dedi.

Çıplak: "Eğer buraya gelirlerse şu uzun eteğimden keserler diye korkuyorum" diye söyledi.

Kör: "İşte yaklaştılar, haydi bizlere zarar- ları dokunmadan kaçalım" diye arkadaşlarını uyarınca,

Sağır: "Evet, gürültüleri iyice yaklaştı"

dedi.

Çıplak: "Haydi onlar bizi soymadan uzaklaşalım buralardan" diyerek harekete geçtiler.

Birlikte panik hâlinde şehri terk ederek, bir köye sığındılar. Karınları iyice acıkmıştı. O köyde, çok semiz bir kuş buldular. Fakat kuşun zerre kadar eti yoktu. O kuşu, oturup yediler. Karnı doymuş filler gibi şiştiler. Şişman- ladılar. Âdeta birer fil gibi irileştiler.

Dünyaya sığmayacak bir duruma geldi- ler. Daha sonra, o kocaman gövdeleriyle bir kapı çatlağından geçerek kayboldu-

Mevlânâ’mız birçok hikâyeyle haki- kati gözümüzün önüne sermiş, görmeyen gözlere, farkındalıkları mana içinde manayı vererek ortaya koymayı bilmiştir. Mesnevi’de körlükle ilgili kullanılan cümleler ve hikâyeler fazla olsa da biz bu beş hikâyeyi ve muhtevasını zikretmek istedik.

Kaynakça:

1) Kula Naci, Mesnevi’de Bedensel Engelli Örneklerinin Yer Aldığı Hikâyeler ve Engellil- erin Sorunlarıyla Baş Etmesinin Rolü. Akade- mik Araştırmalar Dergisi, 2007-3, Konya.

2) Vakkasoğlu V., 2013, Aşk Çağlayanı Mevlânâ, 36 baskı, Nesil yayınları.

3) Zeren M., Mesnevi’de Geçen Bütün Hikâye- ler, İstanbul, Semerkand Yayıncılık.

4) Baydın, M. (2008), Mevlânâ’dan Öyküler, Ankara: Tutku Yayınevi

5) Güzel, Ahmet, Mevlânâ’nın Çağımıza Tesirleri, İstem (10 Aralık 2007), 169-190.

lar. Bu hikâyedeki sağır; hayattan çok şey isteyen, gözü doymayan, başkalarının ölümünü duyup kendi ölümünü düşün- meyen insandır. Uzağı gören kör de, hırs sahibi insanı temsil eder. Hırs sahibi insanlar kendi ayıplarını görmez, başka- larındaki kıl kadar hatayı araştırıp, ortaya dökerler. Çıplak ise, gözü dünyadan başka bir şey görmeyenlerin durumuna örnektir. Dünyaya çıplak gelip, çıplak gideceğini bilen insan, nasıl olur da dünyevî kaygılarla kendini helâk eder?

Dünya hayatı bir rüyadan ibaret olduğu gibi, dünyada servet sahibi olmak, rüyada define bulmaya benzer.

Mesnevimizde üzerinde duracağımız son hikâyemiz de;

Vaktiyle Hintliler bir fili karanlık bir ahıra koyup halka göstermek istediler.

Bir sürü insan hayvanı görmek için gelip ahırın kapısına dayandı. Ama ahır, göz gözü görmeyecek kadar karanlık olduğu için, hiçbir şey göre- mediler ve elleriyle fili yoklamaya başladılar. Biri eline hortumunu ele geçirdi, "Bu bir borudur" dedi. Başka biri kulağını ele geçirdi" Fil bir yelpa- zeye benziyor" dedi. Bir başkası bacağından tutarak," Bu bir direk olmalı" dedi bu hayvan. Bir başkası da sırtına dokunarak " Padişahın tahtına benzetti garibi! Herkes neresini elleyip ne sandıysa hayvanı, tanımı da ona göre oldu. Her birinin görüşleri farklı olduğundan sözleri de farklı oldu. Bir

“a” derken öbürü “b” diyordu. Herkesin elinde bir ışık olsaydı. Her sözde bunca ayrılık olmazdı Duygu gözü ancak avuca, ancak köpüğe benzer, Avuç bir fili nasıl kavrayabilsin? Denize bakan göz başkadır, Köpüğe bakan gözden.

Köpüğün gözüyle değil denizin gözüyle bak sen!

21

(22)

Göğsüme Mayaladığın O Şiirin Adıyla

Gülden Bayraktar / Instagram: @gulden_bayraktar_

Rabbim, Sırrımı bilenim İçimi görenim

Annemden ilk emdiğim süt kadar ak kalabilseydim keşke Beceremedim

Göklere talip olup tenhalarda kanatlarımı kestim Rabbim,

Ferahlığım Tövbem Gizli zikrim

Göğsüme mayaladığın o şiirin adıyla diliyorum senden Elleri kınalı gelinler gibi süsle beni

Düğün kur bana

Göğünde kuşların uçtuğu o meydanda Yeşil örtüler örtsün üzerime Rabialar

Şahitlik etsin sözüme adı dost diye anılanlar Rabbim,

İncinen yanım

Kesilen şah damarım Ben İsmail’in değilim

Nefsimi sana teslim edemedim Göğsüme mayaladığın o şiirin hatrına Senden gelecek bir müjdeye talibim Çokça bağışlanma

Bembeyaz bir libas dilerim

Şiir

(23)

23

Hazretleri de ümmetin derdiyle dert- lenmiş bir mürşid-i kâmildir. Öğrenci okutmasıyla, müridanı yetiştirmesiyle, halka hitabıyla hep insanların hida- yetini dert edinmiştir. Mevlânâ Hazret- leri şiirlerini ben şairim şiir yazmalıyım derdiyle yazmamıştır. Hazret şiirlerini Rabbani bir ilhamla yazmıştır. İnsan- lara kurtuluş reçetesi olsun diye mesne- visini kaleme almıştır. Mesnevi ki Kur’an’ın tefsiri mesabesindedir. Mübarek o kadar incedir ki “Ben şiirlerimi yanıma gelenlerin canı sıkılmasın diye söylerim”

der. Hatta bir süre şiir söylemeyi bırak- tığını söylemesi üzerine “Yanıma gelenler şiir söylememi arzu ediyorlar” der.

ları halka hizmetin Hakk’a hizmet olduğunun bilincindedirler. İnsanlık ne kadar düzgün olursa onlar o kadar mutlu olurlar. Ne kadar dalalete düşerlerse onlar o kadar mahzun olurlar. Hayatta aklınıza gelebilecek bütün vesileleri onlar insanların kurtu- luşuna vesile kılmak isterler. Bu vesileler bazen sohbet bazen kitap bazen bir şiir ve bazen de bir nazardır.

Nazardır çünkü Efendiler efendisi (s.a.v) ne güzel buyurmuştur: “Müminin ferasetinden sakının zira o Allah’ın nuruy- la bakar.” İşte onların her işleri insan- lığa hizmettir.

İşte Mevlânâ Celaleddin-i Rumi

Instagram: @lisani__munasip

Mehmet Dumlupınar

ask Eri Hz. Mevlânâ (k.s) Neden sıir Yazdı?

Hak erlerinin dertleri Allah (c.c)’tır.

İnsanın derdi Allah olunca herkesin bu dertle dertlenmesini ister. Çünkü bu dert aslında bir derman mesabesinde- dir. Bu dertte aslında kurtuluşun formülü gizlidir. Onlar isterler ki herkes bu hak aşkının tadına baksın ve hakka canı gönülden bağlansın. Taşlı- calı Yahya merhum ne güzel demiştir:

Kâşkî sevdiğimi sevse kamu halk-ı cihân Sözümüz cümle hemân kıssa-i cânân olsa...

Allah dostlarının derdi özelde Allah’tır. Ama onlar kamunun derdiyle dertlenmiş insanlardır. O gönül sultan-

Fotoğraf: Halil İbrahim Kurucan

(24)

Mevlânâ Hazretleri’nin Farsça yazmasının bir nedeni bulunduğu çevrede edebiyatçıların bilim adam- larının hatta devlet yazışmalarının bile Farsça olmasıydı. Oralardaki dersler genellikle farsça yapılıyor, eserler farsça yazılıyordu. Bilindiği gibi bu gelenek, Anadolu Selçukluları veziri Karamanoğlu Mehmet Bey’in 1277 yılında Türkçeyi resmi dil ilan edişine kadar Anadolu Selçukluları’nda da sürmüştür.

Mevlânâ Hazretleri Belh şehrinden göçtüğünde yirmi beş otuz yaşların- daydı. Ve o yaşına kadar hep alanda Farsçayla yatıp Farsçayla kalmıştı.

Mevlânâ Hazretleri’nin Farsça yazmasındaki bir başka neden Belh’te konuşulan Harezm Türkçesiyle Anado- lu’da konuşulan Oğuzca arasında epeyce farklılıklar olmasıydı. Yani Mevlânâ (k.s) Türkçe yazsaydı bile anlaşılamama riski vardı.

Türk bilginleri de Farsça, kısmen de Arapça eserler yazmışlardır. Ama Bahaeddin Veled’in çağdaşları Ahmed Yesevi, bunun talebesi Bakırgan lakabıyla anılan Hakim Süleyman Ata’lar da halk edebiyatı türünde Türkçe eserler yazmış kişilerdir.

Bununla birlikte, Farsça yazan Türkler- le Türkçe yazan Türklerin hepsi evle- rinde ve sokakta kuşkusuz Türkçe konuşuyorlardı. Bugün bile Şiraz bölgesindeki Kaşkailer ve Tebriz, Hoy bölgesindeki Azeriler arasında durum böyledir; yani eserlerini farsça yazarlar ama evlerinde, sokakta ve çarşıda Türkçe konuşurlar.

konusu olmuştur: Yunus Emre(k.s)- Hazretleri anlaşılır şiirler yazmış fakat Mevlânâ (k.s) Hazretlerinin şiirleri neden anlaşılmaz? Keşke Türkçe yazsaymışta herkes anlasaymış. Peki meselenin iç yüzü gerçekten böyle mi?

Mevzunun detayında neler var dilimiz döndüğünce gelin bunlara değinelim.

Mevlânâ Hazretleri Konya’da medre- sede okuttuğu dersleri Farsça’ydı. Bu dersler öyle bir dersti ki talebenin Farsça bilmesi yetmez, konuyla alakalı temelinin de olması gerekirdi.

Mevlânâ Hazretleri Türkçe şiirler yazmış olmasına rağmen bu şiirleri Farsça yazdığı şiirlerin yanında yok denecek kadar azdır. Ayrıca Farsça şiirlerinin içinde Türkçe kelimelerde kullanmıştır.

Bilindiği üzere Mevlânâ Hazretleri Belh şehrinde doğmuş ve büyümüştür.

Bu yerde çoğunluklu olarak Fasça konuşulmaktaydı. Moğol baskısı nedeniyle Anadolu’ya göç etmişlerdir.

Mevlânâ Hazretleri Fîhi Ma Fîh’te şiiri bıraktığını ve şiirden beter bir şey olmadığını dile getirir. Bunu şuna benzetir. Ev sahibini işkembe çorbası isteyen misafiri için işkembe temizle- mesi gibidir. Şiir yazmak onun için bu mesabededir.

Mevlânâ Hazretleri sözlerine devamla

”…bir memlekette hangi cins mal alınıp satılıyorsa ona uygun mal alıp satmalı…” yani Mevla’nın geldiği Anadolu’da insanlar şiir seviyordu Hazret’te şiir söylemeyi kendisi için bir zorunluluk olarak gördü.

Hazret yine Fîhi Ma Fîh’te der ki,

“Şayet ben memleketimde kalsaydım oradaki zatlar gibi ders okutarak, vaaz vererek ve kitap yazarak ömrümü geçire- cektim. Bu şuna benzer hekim hastanın ilaç içmekten bıktığını görünce ilacı şerbetin içine karıştırır. Öylece hastanın tedavi olmasını sağlar. Çünkü hastayı ilaç almaya ikna etmek mümkün değildir. İşte ben şiir söyleyerek hastaya ilaç vermek- teyim.”

Mevlânâ Hazretleri “Bizden sonra Mesnevi şeyhinizdir” buyurur. Yani mesneviyi masivadan arınarak okursak gerçekten yetştirici ve bir yol gösterici olduğunu görürüz. Mesnevi’yi sadece bir edebi tür olarakta görmek büyük bir basiretsizliktir. Böyle görmek mesnevinin o manevi havasından ve istifadesinden mahrum kalmaktır. Sultan Veled Hazretleri ne güzel demiş, ”Evliyanın şiiri tamamen kur’an tefsiridir.” Yani Mevla Hazretleri şiirlerini hidayete vesile olması için yazmıştır.

Hz. Mevlânâ neden şiirlerini Farsça Söylemiştir?

Birçokları tarafından hep tartışma

İşte Mevlânâ Celaleddin-i Rumi Hazretleri de ümme- tin derdiyle dertlenmiş bir mürşid-i kâmildir. Öğrenci

okutmasıyla, müridanı yetiştirmesiyle, halka hitabıyla hep insanların hidayetini dert edinmiştir.

Mevlânâ Hazretleri şiirlerini ben şairim şiir yazmalıyım

derdiyle yazmamıştır.

Hazret şiirlerini Rabbani bir

ilhamla yazmıştır.

(25)

25

Özetle Mevlânâ, ayrı bir edebiyat türünde ve çevresinde yetişmiş olduğundan Türkçe yazamazdı. Yazsay- dı bile, doğup büyüdüğü bölgenin lehcesiyle yani doğu lehçesiyle yazacaktı ki o lehcedeki yazıları, batı lehcesiyle konuşan Anadolu halkı aynı zevk ve heyecanla anlayamayacaktı.

Öte yandan Mevlânâ, geniş, yaygın ve tanınmış bir edebiyat dili olan Farsça yazmış olması sayesinde onun yüce mistiklik şöhreti yüzyıllar arasından geçerek günümüze kadar aynı güçle gelmiştir.

Aslında meselenin özü şudur;

Mevlânâ Hazretleri ister Farsça ister ister Türkçe isterse de başka bir dil kullanmış olsun. Bu bir şekilde sözlük çalışmalarıyla ya da o dili öğrenmekle çözülebilir bir durumdur. Bu şiirlerin kelime manalarını bilmek, şiirin ilk anlamından haberdar olmak tabir yerindeyse bal kavanozunu dışından tatmaya çalışmak gibidir. Asıl olansa bu kavanozun içindeki balı tatmaktır ki bu Mevlânâ Hazretlerinin derununa inebilmektir, en azından o yönde gayret içinde olmaktır. Bu da zamanın Mevlânâ’larına gitmekle daha kolay olabilecek bir durumdur.

(26)

Belirtisiz Maske

Muhammed Burak Tunay / Instagram: @muhammedburaktunay Maskeli Balo mağdurlarına ithafen…

Üç harfli değil üç hece Bilen var mı? Nedir? Nice?

Çıngıraklı bir bilmece Aman maske, Cânım maske!

Dil ehline gem vurulmuş Kursağına gam kurulmuş Nefes aldıkça boğulmuş Aman maske, Cânım maske!

Sakallı ol yahut köse Ballı beyim yapar sükse Özrü kabahatten büyükse Aman maske, Cânım maske!

Gülen mi? yoksa ağlan mı?

Güreşim var, yağlan mı?

Bunu diyen bizim oğlan mı?

Aman maske, Cânım maske!

Mûsa mısın? Hâmân mı?

Maksadın çuvaldızınan mı?

Yoksa bu bir hızlan mı?

Aman maske, Cânım maske...

Şiir

(27)

H

ayatta yapılan her iş, tutulan her yol kalıcı olmak için atılan bir adımdır.

Kaynağı, sonucu ne olursa olsun insanoğlunun hayattaki yegâne gayesi kalıcılıktır. Unutulmamak, hep anılmak, öldükten sonra da adını sürdürmek ancak kalıcılıkla olacak bir pekiştirme- dir.

Yüzyıllar ötesine ulaşan ses olabilmek.

Herhalde insanoğlunun isteyeceği ve arzuladığı bir zirvedir bu. Sesinin yüzyıl- lar boyunca yankı bulması, adının dillerden dillere dönüp durması insan için bir bahtiyarlıktır. Elbetteki insan yaşarken bu bahtiyarlığı hissedemeyebi- lir. Kendisi bu mutluluğu yaşayamayabi-

Dünya, sevgi ve hoşgörü üzerine kurulmuş bir düzende ilerlemektedir.

Kalpleri fethetmenin, gönüllere nüfûz etmenin en etkili yolu sevgiyi kullan- masını bilmektir. Sevgi açılamayan kapıların anahtarı, girilemeyen gönüllerin efsunudur.

Hazreti peygamber; kendi kız çocuk- larını diri diri toprağa gömen, insanları bir eşya gibi pazarda satan, kadınlarına değer vermeyen bir toplumdan dünyaya hakim olan bir sevgi ümmeti çıkarmıştır. Bunu yaparken elbette gerektiğinde kılıcına da davranmıştır ama örneğin Hz. Ömer gibi azametiyle lir ancak ruhunun her dâim anılır

olması -ve özellikle hayr ile- kişiye iki cihanda da saadet yolunu açan bir pencere olacaktır.

Mevlânâ bu bahtiyarlığa ermiş bir şahsiyettir. Aradan yüzyıllar geçmes- ine rağmen Mevlânâ hâlen canlı bir şekilde dimağları meşgul eden, yolunu bulmak isteyenlere rehberlik eden, gönüllere şifa bir eczadır.

Nedir peki Mevlânâ’yı yüzyıllar ötesine taşıyan ses? Onu unutturma- yan, her dâim zihinlerde tazeliğini koruyan cevher nedir?

27

Twitter: @mustafaucurum

Mustafa Uçurum

Mevlânâ Gibi

Fotoğraf: Halil İbrahim Kurucan

(28)

nâm salmış birini kılıçla değil sevgiyle yola getirmiştir.

Kendine peygamberi rehber alan gönül insanları, kalpleri fethederken O’nun yolundan ayrılmadan gönül kurmasını bilmişlerdir. Bu gönül ustaları sayılırken değişmez iki isim vardır; Yunus Emre ve Mevlânâ.

Mevlânâ dervişlik yolunda daha ilk adımlarını atarken çevresinde hoşgörüsüyle tanınan bir kişi olmayı başarmıştır.

Mevlânâ gönüllere gül kokusunu salar her nefeste. Seherlerde ağır ağır yayılır onun bahçesinden gecenin üzerinden bir perde gibi kalkan karanlıktan gül kokuları.

Dostlukların değeri anlaşılır onun dergâhında. Kinler unutulur, yürekler açılır, dört bir yan gülistân olur.

Onun dergâhında daha bir açılır nefesler. Denizler yetmez olur, okyanusları arzular yürekler. Açılmak, açılmak, açılmak ister enginlere.

Bütün eskiyen sözleri bir kenara atmak zamanı gelmiştir. Ferahlasın diye gönüller, dağılsın diye bulutlar ve erilsin diye gözlenen menzile yeni şeyler söylemenin zamanı gelmiştir.

Yokluktan çıkıp varlığa ermek için, bulutlara deryalara değebilmek için dönüp durur aşk ehli. Aşk ki dertlerin devası, gönüllerin şifasıdır. Aşk olsun diye kainat, aşk olsun diye gözden akan yaş dönüp durur kalp ehli.

İlimsiz vücutlar susuz şehirler gibi kuraktır. Kuraklık ki kıtlık getirir ardından. Kıtlık ki ölümün habercisidir.

İlim deryasında bir damla olmak için her şeyi göze alırız. Kum olmak isteriz ya da bir çakıl taşı. Bir balık olmak isteriz deryada ilmi arayan. Susuzluğu- muz geçsin diye kana kana rahmet deryasına dalarız. Bitsin diye kıtlığımız, bereketlensin diye yüreğimiz yüzer dururuz deryada.

Gönül sevdaya yelken açmaya görsün.

Ne durmak bilir ne durak tanır kendine. Gönüller yapmak için, girmek için gönüllere yol bulur kendine en çıkmaz yollardan. Bir kez yola düş- meye görsün gönül. Ne setler durur önünde ne de bir engel kalır. Açılır bütün kapılar, yıkılır bütün surlar, devrilir bütün dağlar.

Mevlânâ gibi gönül sahibi olmak.

Onun gibi girebilmek gönüllere. Ayırma- dan, seçmeden, kırmadan, yıkmadan, güller dermek gönüllere.

Mevlânâ gibi olmak gerek bu devirde.

Her gün biraz daha kaybederken sevgiyi, her gün bir kalesi daha yıkılır- ken gönül şehrinin Mevlânâ gibi olmalı herkes. Sevgiye kavuşmak için, güller dermek için gönül bahçesinden sevgiyle açmalı kolları. Herkese yetecek kadar sevgi varken içimizde kuşatmalı evreni. Mevlânâ gibi.

Hazreti Mevlânâ’nın yazdığı Mesnevi kitabı bilgilendirici, yol

gösterici olması hasebiyle şüphesiz hepimizin özümseyerek

okuması gereken, kitaplığımızın da en ön raflarında olmalıdır dediğimiz bir kaynaktır. Ciddi anlamda üniversite yıllarında okumaya başladığım Mesnevi,

içeriğinde bulunan ifadeler yönünden beni hayli şaşırtmış,

bilhassa engellilere yönelik hikâyeler benim Hazreti Mevlânâ’ya karşı merakımı

arttırmıştı.

(29)

29

Ey Aşk

Nilüfer Zontul Aktaş / Instagram: @nilufer_zontul_aktas Tutuşulamayan ellerde idin bir zamanlar

Bakışılamayan gözlerde..

Bembeyaz bir dantel örtü gibi serilirdin Kirlenmemiş gönüllere. Ey aşk...

Pespembe yanakların en koyusunda idin En utangaç, en gizemli.

Göz görse de / gönül başka dolardı Seninle..

Kim dokundu bulutlarına Kim hırpaladı saçlarını Kim sapladı yüreğine En acımasız hançeri...

Mor sümbüllerin altında dinlenirken BülbüIlerin figânını dererken

kim susturdu seni..

Kim güllerin al'ından,

yüreklerin n/arından çekti seni

Kim buğulu örtülerini aldı göğsünden/

bırakıldın yarı çıplak..

Kim bakışlarına kara gözlükler taktı da ışıkların kaydı gitti yıldız misali..

Söyle ey aşk!

Yunus'un telinden dökülen

Mevlana'nın özünden süzülen nağmeleri yanlış terennüm ettik de!

çürüttük mü seni...

Şiir

(30)

E

y Oğul dinle…

İki kulak bir ağız verilmiş sana. Dinle ki öğrenesin, dinle ki olgunlaşasın.

Gedadır ki gerçek sultanın huzurunda boyun büker. Başını eğdikçe, boyun büktükçe yücelir, yükselir.

Kendi hayat geminin kapatın sen ol.

Eğer olamıyorsan o zaman uçsuz ummanda çırpınan ve yönünü yitirmiş ceviz kabuğu gibi kaybolursun.

Sözünü tart. Ağırlığının altında ezileceğin söz söyleme. Unutma her sözün bir muhatabı vardır ve kullandığın her söz tohumdur.

Arzuların senin akıl geminin rotasını bozar. Menzilin Süreyya Yıldızı ise yersiz arzularını ve şehvetini kontrol et. Onların azgınlığı ise

taşkınlıktandır.

Ey Oğul, saf altın elde etmek için, madeni kor kızıl ateşlerin içinde terbiye ederler.

Şayet dünya ateşini yakıcı ve kavurucu olarak görüyorsan bil ki cehennem ateşi daha yakıcıdır.

Sahibini unutma. Seni bina eden senden haberdardır.

Saklayamadığın sırlarına güvenme.

Olgun kişi değilsin madem aşk pazarında yalnız başına dükkan tutma.

Çıkınında cüruf olanın tezgahında aşk olmaz. Metaı nefs olanın kazancı ateştir.

“Susun” emrini dinle hakikatin dili Hak’tandır. Hakkın dili olamıyorsan bari dinleyen kulak ol ki terbiyeyi nefs edesin.

Boyun bük padişahlar padişahının huzurunda. Onunla; fakir, mecruh ve muhtaç bir geda gibi konuş…

Unutma ey Oğul, kibir ve kin şehvetle beslenir. Bu yüzden kibirli olma ve kin tutma…

YUSUF DURU

Instagram: @meddahyusufduru

ogluma ögütler!

(31)

Zikirle meşgul olmayan dil, ne söyleyeceğini tartamaz.

Diline hakim ol ki sonunda boynuna kement olacak sözler söylemesin.

Ey Oğul dinle!..

Hûda kimin gözünü açtı ise dünya ve ukba hakikatlerini o gözle görür. İş odur ki kendisine ifşa edilen sırları alemle paylaşmaya, nazarı ibretle bakıp nefsine galebe çalmak ve hakikat yolunda pişmek, yanmak için kullana.

Nefsin ve şeytan sana vesvese ile yaklaşıp nazar perdesinin sır katlarını açtığını, bunu da faş edip ehlullahtan, arif kişilerden olduğunu kendi dilinle aleme anlatmanı telkin ederler. Sakın kanma.

Düşünmeden, tartmadan konuştuğun gereksiz lakırdılar hasebiyle taşla demiri birbirine vurma. Gönül, bozkırda hüdâi nabit boy atmış kuru savan otu misali küçük bir kıvılcımla ateş alır.

Sonra beden ülken harlı ateşlerde yanar da söyündürecek bir dost bulamazsın.

Dilin gerilmiş, kurulmuş bir yay, sözlerinde o yaydan, bir daha geri gelmemek üzere fırlamış oklardır.

Unutma, söz okları düştüğü yeri yakarsa o alevin yalımları seni de bulur ve yakar.

Ey oğul bir söz söyleyeceğin zaman bir değil on kere düşün. Düşün ki söz kemendi boynuna dolanıp seni boğmasın. Bir ömür pişmanlık darağacında asılı kalmayasın.

Ey oğul unutma!

Söylediğin her sözün musaddıki de vardır, münkiri de. Seni tasdik edeler çok olsun. Hak sözü söyle ki

münkirlerin inkar pınarları kurusun.

Seni de eli kolu bağlı mücrih bir köle etmesin.

hayatını güzelleştirmek için peşinden koştuğun arzu ve isteklerin, heva ve heveslerin seni yorar. Bunun sonu hüsrandır, bedbahtlıktır.

Ey Cahil,

Dünyaya meyleden kişi çölde serap gören kişiye benzer. Susuzluktan naçar kalmıştır. Gidereceği zannıyla o seraba ulaşmak için koşturur. Yanına geldikçe o serap ondan kaçar, kaybolur, yok olur. Her seferinde yeniden hüsrana uğrar yine de o serabın peşinden koşmaya devam eder.

Yaşadığın müddetçe gönül kırma.

Çünkü tamiri olmayan tek şey gönüldür. Sırça bir kaseyi yüksek bir yerden kayaların üstüne atarsan kırılır ve parçalarını bulamazsın,

toplayamazsın. Yaşattığın her kırgınlık kristal bir kase gibi olan kalbe iz bırakır. Bir müddet sonra o kalpte iz bırakacak yer kalmaz. Karılır, dağılır, parçalarını bulamazsın.

Unutma, şayet dünyayı istiyorsan o zaman kalbini kontrol et. Çünkü dünyayı isteyen kişide şu iki özellik vardır. Kendinden yukarıdakilere sürekli hasetle bakar, kıskanır, kendinden aşağıdakileri sürekli küçük görür, gururlanır, mağrur olur.

Sen bunların hepsinden uzaklaş da arif kişilerin meclislerinden ayrılma.

Çünkü o kişiler Hakkın ve Hakikatin sözcüleridir vesselam.

Ey oğul,

Bu alem fanidir. Sonu geldiği zaman sana ne yaptın diye sorulursa

mahcubiyetle yüzün yere eğilmesin.

Öyle hizmet etki geriye dönüp baktığın zaman ömür yolunda ne yüreğin incinsin, ne de seninle birlikte yürüyenlerin gönülleri mahzun olsun.

Demir tavında dövülür. Unutma.

Mertlik tacını başına giy. Bu uğurda can verenlerden olmak ne gam. Hiç olmazsa mertlik şehidi, iman şahidi olursun.

Unutma ey Oğul!

Dünya oyun ve eğlenceden ibaret bir yerdir. Sura üfürüldüğü zaman her şey tarumar olacak ve dağılacaktır.

İşte o gün dağılanlardan olmamak için, bugün sen de, ben de tedbirimizi almak zorundayız.

Ey oturduğu makama güvenip, dünyaya meyli, haddi aşmış oğul dinle!..

Unutma!

Dünya yol üstüne yakılmış büyük bir ateş gibidir. Sen ateşten yürüdüğün yolu aydınlatacak kadar bir parça alırsan, ateşin nimetini görürsün.

Şayet daha fazlasına meyleder almaya kalkarsan yanarsın.

Nefis hırsı körükler, hırs nefsi ateşlendirir. Bu yüzden ikisi arasında köprü olan dünyaya çok meyletme.

Kendini tanı. Çünkü yüce yaratıcı seni yaratırken arayacağını bildiği her şeyi sana bahşetmiştir. O yüzden nefsini bilen Rabbini bilir demiştir.

Dünya yerine ahiretini mamur et.

Çünkü ahireti bayındır kılmak, ahiret hayatında sana rahat ve huzurlu bir yolculuk ikram eder. Sonu cennettir, ferahlıktır. Ama hırsına ve nefsine kapılıp dünyayı mamur edersen, dünya gider de, onu merhametten uzaklaştırır.

Kimse ona acımaz.

Bir başka hikâye ise;

Sebe şehri, çok büyük bir şehirdi.

Öylesine büyüktü ki, büyüklüğü bir tepsi kadardı. Bu ulu ve büyük şehir, çok uzun olmasının yanında, çok da sağlamdı.

Ama sağlamlığı bir soğan kadardı.

Sebe şehrinde sayısız insan ve diğer canlılar yaşardı. Fakat hepsi üç kişiden ibaretti. Onlardan biri kör, biri sağır, diğeri de çıplaktı.

Bir gün üçü bir aradayken kör: "Bakın şu taraftan atlı askerler geliyor. Hangi milletten, kaç kişi olduklarını görüyorum"

dedi.

Sağır: "Evet evet, ben de seslerini duyu- yorum, gizli açık ne konuşuyorlarsa işitiyorum" dedi.

Çıplak: "Eğer buraya gelirlerse şu uzun eteğimden keserler diye korkuyorum" diye söyledi.

Kör: "İşte yaklaştılar, haydi bizlere zarar- ları dokunmadan kaçalım" diye arkadaşlarını uyarınca,

Sağır: "Evet, gürültüleri iyice yaklaştı"

dedi.

Çıplak: "Haydi onlar bizi soymadan uzaklaşalım buralardan" diyerek harekete geçtiler.

Birlikte panik hâlinde şehri terk ederek, bir köye sığındılar. Karınları iyice acıkmıştı. O köyde, çok semiz bir kuş buldular. Fakat kuşun zerre kadar eti yoktu. O kuşu, oturup yediler. Karnı doymuş filler gibi şiştiler. Şişman- ladılar. Âdeta birer fil gibi irileştiler.

Dünyaya sığmayacak bir duruma geldi- ler. Daha sonra, o kocaman gövdeleriyle bir kapı çatlağından geçerek kayboldu-

31

Dünyaya meyleden kişi çölde serap gören kişiye benzer.

Susuzluktan naçar kalmıştır.

Gidereceği zannıyla o seraba ulaşmak için koşturur. Yanına geldikçe o serap ondan kaçar, kaybolur, yok olur. Her seferinde

yeniden hüsrana uğrar yine de o serabın peşinden koşmaya devam

eder.

Referanslar

Benzer Belgeler

Bu konuda AİHS’nin genel kurallar dışında özel bir duru- mu yoktur ama örneğin, işkence yasağı (m. 3) gibi uluslararası huku- kun buyurucu kuralları (jus cogens)

Anksiyete duyarlılığının intihar davranışı ile ilişkisi de sınırlı sayıda çalışma da incelenmiş olup bir çalışma da Panik Bozukluk hastalarında intihar

Sonuçlarının ANOVA Analizi ... Hibrid Nano MMY Kesme Koşullarında Kesme Kuvvetinin ANOVA Analizi ... Hibrid Nano MMY Kesme Koşullarında Yüzey Pürüzlülüğünün ANOVA Analizi

Öğretmen inançlarının öğrenci öğrenmelerine etki etmesi nedeniyle; öğretmenler için hazırlanan mesleki gelişim programlarının etkili olabilmesi için

Sivil terörizm, terör örgütleri tarafından devlet düzenine karşı oluşturulan, halk üzerinde baskı ve şiddete sebep olan faaliyetleri kapsayan bir terör

Okulu bir hapishane, fabrika, ofis gibi gören araştırmacıya göre bu yerlerde öğrenciler beklemeyi, sabrı ve gecikme, inkâr, kesinti ile kendi istek ve arzularını

ROLE OF HEPATIC CYTOCHROME P450 2B1/2 IN PROPOFOL METABOLISM 中文摘要 Propofol

Ünlü şair Orhan Velinin kardeşi olan Ad­ nan Veli, bir ara basın teşekküllerinde de görevler üstlenerek Gazeteciler Sendikası­ nın yönetim kurulu