• Sonuç bulunamadı

Hind Bint Utbe'nin hayatı ve kişiliği / The life and personality of Hind Bint Utbe

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Hind Bint Utbe'nin hayatı ve kişiliği / The life and personality of Hind Bint Utbe"

Copied!
126
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C.

FIRAT ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

İSLAM TARİHİ VE SANATLARI ANABİLİM DALI

HİND BİNT UTBE’NİN HAYATI VE KİŞİLİĞİ

YÜKSEK LİSANS TEZİ

DANIŞMAN HAZIRLAYAN

Dr. Öğr. Üyesi Sıddık ÜNALAN Zeynep SÜSLÜ

(2)

FIRAT ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

İSLÂM TARİHİ VE SANATLARI ANABİLİM DALI

HİND BİNT UTBE’NİN HAYATI VE KİŞİLİĞİ

YÜKSEK LİSANS TEZİ

DANIŞMAN HAZIRLAYAN

Dr. Öğr. Üyesi Sıddık ÜNALAN Zeynep SÜSLÜ

Jürimiz, .../04/2018 tarihinde yapılan tez savunma sınavı sonunda bu yüksek lisans tezini oy birliği / oy çokluğu ile başarılı sayılmıştır.

Jüri Üyeleri:

1. 2. 3.

F. Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü Yönetim Kurulu’nun …/ 04 / 2018 tarih ve ……. sayılı kararıyla bu tezin kabulü onaylanmıştır.

Prof. Dr. Ömer Osman UMAR Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürü

(3)

II ÖZET

Yüksek Lisans Tezi

Hind bint Utbe’nin Hayatı ve Kişiliği

Zeynep SÜSLÜ

Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü

İslâm Tarihi ve Sanatları Ana Bilim Dalı İslam Tarihi Bilim Dalı

ELAZIĞ – 2018, Sayfa: IX+116

İnsanoğlunun varlık serüveninde erkek; ilk insandan bu yana her dönemde kadına göre daha üstün sayılmıştır. Bu üstünlük, Allah Teâlâ’nın hidayet kaynağı olarak gönderdiği İslâm’la ortadan kaldırılmıştır. İslâm’ın, kadın konusundaki bu değişimini en çarpıcı şekilde örneklendiren Hind bint Utbe’yi tez çalışmamızda işlemenin uygun olacağını düşündük.

Tezimizin giriş bölümünde; Arap toplumunun özelliklerinden, kadının genel durumundan, câhiliyye döneminden ve bu dönemde kadın, aile, evlilik müessesesi ve

çocuklara toplumun bakış açısından, Kur’ân-ı Kerim’in câhiliyye

değerlendirmelerinden bahsettik. Birinci bölümünde; Hind bint Utbe’nin Nesebi, Kabilesi, Emevi ve Haşimi çekişmelerine yer verdik. İkinci bölümde; Hind bint Utbe’nin doğumu, ailesi, evlilikleri ve çocukları hakkında bilgi vermeye çalıştık. Ayrıca son bölüm olan üçüncü bölümde ise; Hind bint Utbe’nin İslâm’la şereflenmesiyle, Hz. Peygamber’in vefatından önce ve sonraki dönemlerdeki durumundan, ayrıca şahsiyetinden de bahsederek tezimizi sonlandırdık.

(4)

ABSTRACT

Master Thesis

The Life and Personality of Hind bint Utbe

Zeynep SÜSLÜ

Fırat University

The Institute of Social Science

The Department of Islamic History and Arts The Department of Islamic History

ELAZIĞ – 2018; Page: IX+116

In the struggle of humankind for existence, the man as a gender has always been considered superior to the woman as a gender since the first man on earth. This superiority has been eliminated for good with the religion of Islam, sent by Allah as a source of entering the right way. We thought that, in our study, it would be appropriate to study Hint bint Utbe, who exemplified the transformation concerning women most strikingly.

In the introduction section of our thesis, we mentioned the characteristics of Arabian society, the general condition of women, the period of ignorance and the evaluation of the period of ignorance in the Koran Karim from the perspective of women, family, and the institution of marriage and the attitude of the society two words children. In the first section, we attempted to give an account of the familial origin of Hint bint Utbe end the contentions between the Umayyad and Hashemi tribes. In the section, we tried to give information about the birth of Hint bint Utbe, her family, her marriages and her children. In the last section, which is the third section, we aimed to finalize our thesis by referring to her becoming honored with Islam and to her state before and after the death of Prophet Muhammad as well as to her personality.

(5)

IV İÇİNDEKİLER ÖZET... II ABSTRACT ... III İÇİNDEKİLER ... IV ÖNSÖZ ... VI KISALTMALAR ... VIII GİRİŞ ... 1 BİRİNCİ BÖLÜM 1. HİND BİNT UTBE’NİN NESEBİ, KABİLESİ ... 21

1.1. Hind bint Utbe’nin Nesebi ve Kabilesi ... 21

1.2. Emevî-Hâşimî Çekişmeleri ... 25

1.2.1. Hâşim b. Abdimenâf ile Ümeyye b. Abdişems Arasındaki Çekişme 26 1.2.2. Abdülmuttalib b. Hâşim ve Harb b. Ümeyye Çekişmesi ... 27

İKİNCİ BÖLÜM 2. İSLÂM ÖNCESİ HİND BİNT UTBE ... 29

2.1. Hind bint Utbe’nin Doğumu ve Ailesi ... 29

2.1.1. Babası Utbe b. Rebîa ... 31

2.2. Evlilikleri ... 38

2.2.1. İlk Kocası Hafs b. Muğîre ... 38

2.2.2. İlk Evliliğinden Sonra Hind bint Utbe ... 40

2.2.3. İkinci Kocası Ebû Süfyan b. Harb ... 43

2.3. Çocukları ... 58

2.3.1. Muaviye b. Ebî Süfyan... 59

2.3.2. Ümmü Habibe ... 68

2.3.3. Ümmü’l-Hakem ... 76

2.3.4. Cüveyriye ... 76

2.3.5. Utbe b. Ebû Süfyan ... 77

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM 3. İSLÂM SONRASI HİND BİNT UTBE ... 79

3.1. Hz. Peygamber Döneminde Hind bint Utbe ... 79

3.2. Hz. Peygamber’in Vefatından Sonra Hind bint Utbe ... 100

(6)

SONUÇ ... 107

KAYNAKÇA ... 110

EKLER ... 115

Ek 1. Orjinallik Raporu ... 115

(7)

VI ÖNSÖZ

İnsanoğlunun varlık serüveni, ilk insan Hz. Adem (a.s.) ile başlamıştır. Allah Teâlâ Hz. Adem’i topraktan yaratmış; fıtratı gereği yalnız yaşayamayan insana yol arkadaşı, insan neslinin devamı için bir vesile ve bir eş olarak Hz. Havva’yı gönlünden yaratmıştır. Erkek; daha önce, güçlü, hâkimiyet alanı geniş ve idarecilik vasıfları etkin yaratıldığı için ilk insandan bu yana her dönemde kadına göre üstün sayılmıştır. Bu üstünlük, kimi toplumlarda kadınla erkeğin arasında saygınlık açısından uçurumlar oluşturmuştur. Bu bakış açısı; Allah Teâlâ’nın hidayet kaynağı olarak gönderdiği bütün dinlerde olduğu gibi, evrensel din olan İslâm’la da yıkılmıştır. Kadınla erkek arasında üstünlük açısından değil, birbirini tamamlama açısından bir münasebet kurulmuştur.

İşte bu münasebet doğrultusunda; kadınla erkeği kendi sınırlarında, kabiliyetleri doğrultusunda, toplumun her iki cinse de olan ihtiyacını adaletli bir şekilde tanımlayarak insan ilişkilerinde asırlardır oluşan sıkıntı büyük ölçüde çözüme kavuşmuştur. Nitekim câhiliyye döneminde; kız çocukları utanç sebebi olarak görülmüş, boğaz ağrısı olarak doğumuna adeta isyan edilmiş, açlık ve ar belasına diri diri toprağa gömülmüş, kadınlar her anlamda bir mal gibi görülerek kullanılmış; ahlaka, vicdana ve insanlığa uymayan evlilik ve ilişkiler kurulmuş, boşanırken bile kadınlar mazlum ve mağdur edilmiş, hayatın her alanında geri plana atılmış, çoğu zaman insan yerine bile konulmamıştır. Bu bedbaht maziye sahip olan câhiliyye karanlığı, İslâm’ın istikbale ışık tutan nuruyla tarihe gömülmüştür. Bütün bunlar, insanlığın umudunu kaybettiği anda yaşanan müjde verici bir gelişmedir. Bu gelişmenin başarıya ulaşmasında kadınların rolü de erkeklerden az değildir.

Binaenaleyh, Hz. Peygamber’e ilk iman eden, nübüvvet yolculuğunda en başından vefatına kadar bir an bile maddi-manevi desteğini esirgemeyen kişi bir kadındır. Bu kadın; evlenmeden önce Allah Resûlü’nün patronu, evlendikten sonra çocuklarının annesi, en büyük dert ortağı, can yoldaşı Hz. Hatice’dir. Yine imanından dolayı insanlık onuruna yakışmayan her türlü işkence neticesinde canını hiçe sayarak direnirken verilen ilk şehit Hz. Sümeyye’dir. Bunun yanında Yüce Kitabımız, Hz. Peygamberin eşlerini Mü’minlerin annesi ilan etmiştir. Öte yandan Allah Resûlü, ruhunu yine bir kadın olan eşi Hz. Aişe’nin odasında teslim etmiş ve oraya defnedilmiştir. Ayrıca Hz. Muhammed’in soyu kızı Hz. Fatıma ile devam etmiştir. Bunlar gibi daha nice örnekler göstermektedir ki; İslâm, kadını cahiliyyedeki düşük

(8)

konumundan alarak adeta baş tacı yapmıştır. İşte bu talihli kadınlardan biri de câhiliyye döneminde de soylu bir aileye mensup olan ve yine itibarlı bir erkekle evlenen, bu evlilik neticesinde azımsanmayacak bir süre hüküm süren bir devletin kurucusu Muaviye b. Ebî Süfyân’ın annesi, Mekke eşrafından Ebû Süfyan b. Harb’in eşi Hint bint Utbe’dir. Nitekim Hind bint Utbe; kadınlık tarihinde özel bir karaktere sahip, hayata bakış açısıyla kendine has tarzı olan nadide şahsiyetlerden biridir.

Biz de bu bağlamda tezimizde kadın konusunu ele almayı ve bu konuya güzel bir örnek teşkil eden, cahiliyyenin karanlığından çıkıp, İslâm’ın nuruyla aydınlanan Hind bint Utbe’yi işlemenin uygun olacağını düşündük.

Bu çalışmamızın her aşamasında yardım ve desteklerini esirgemeyen çok kıymetli hocam Dr. Öğr. Üyesi Sıddık ÜNALAN’a, eşime ve vaktinden fedakârlık yaparak anlayış gösteren oğlum Ahmet Akif’e şükranlarımı arz ederim.

(9)

VIII

KISALTMALAR

a. s. : Aleyhi’s-Selâm A. Ü. : Atatürk Üniversitesi

AÜİF : Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

b. : ibn (oğlu) Bkz. : Bakınız bsk. : Baskı Bsm. : Basımevi c. : Cilt çev. : Çeviren

DİA : Diyanet İslâm Ansiklopedisi DİB : Diyanet İşleri Başkanlığı edt. : Editör

Ens. : Enstitüsü

FÜİFD : Fırat Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi

H. : Hicrî

Hz. : Hazreti

İSAM : İslâm Araştırmaları Merkezi

M. : Miladî

mad. : Maddesi

MÜİFAV : Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Neş. : Neşriyat

S. : Sayı

s. : Sayfa

s.a.s. : Sallallâhü Aleyhi ve Sellem sad. : Sadeleştiren

ss. : Sıralı sayfa (sayfa aralığı) T. C. : Türkiye Cumhuriyeti t.y. : Tarih yok

TAED : Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi

thk. : Tahkik

(10)

Ünv. : Üniversitesi

y.y. : Yer yok

(11)

GİRİŞ

Kadının varlığı insanlık tarihinin başlangıcından bu yana sorgulanmış, konumu o toplumun dini inançlarına, yaşam biçimine, geçim kaynaklarına, coğrafi şartlara, örf ve adetlerine göre değişmiş ve statüsü bu koşullar altında belirlenmiştir. Bu saydığımız etkenlerden din, özellikle de tek tanrılı dinler erkeğe ve kadına bazı rollar belirlemiş, bu rollerin kutsal olduğunu dikte ederek içselleştirilmesini sağlamıştır.1 Öte yandan kadın;

anaerkil yapıya sahip ilkel toplumlarca kutsallaştırılmış ve insan hayatının devamını sağladığı için ilah olarak kabul edilmiştir. Bu anlayış doğrultusunda, Kybele, Artemis, Afrodit ve Venüs gibi tanrıçalar ortaya çıkmıştır. Bu inanış eski Anadolu’da oldukça yaygın görülmekle beraber, bu topraklarda yaşamış Hititler, Frigler gibi topluluklarda bunun izlerini açıkça bulmak mümkündür. Ancak, bütün toplumlar kadını önceleyen anaerkil yapıya sahip değildir.

Diğer bir bakış açısıyla ataerkil görüşü benimseyen Yunan, Roma, Hinduizm, Konfüçyanizm, Budizm gibi toplumlarda ise kadın, erkekten sonra ikinci derece öneme haiz bir nesne olarak kabul edilmiş, hatta bazen hiçbir hak ve değere sahip olmayan varlık olarak görülmüştür.2 Bu toplumlarda erkekler yaratılıştan daha güçlü ve akılcı

oldukları için egemen olmak ve hükmetmek için yaratılmışlardır. Kadınlar ise; doğuştan zayıf, rasyonel yetiler açısından yetersiz ve duygusal açıdan karmaşık oldukları için siyasi hayattan uzak tutulmuşlar ve çocuk doğurup ev işlerini yapmakla görevlendirilmişlerdir. 3 Öyle ki; Ataerkil aile yapısını benimseyen Çin’de kız

çocuklarına isim verilmeye gerek duyulmaz, onlara sayı ile hitap edilirdi. Yine bu dönemdeki Hint toplumunda kız çocukları zayıf karakterli, korumasız ve günaha meyilli olarak kabul edildikleri için evlenene kadar baba ve erkek kardeşin himayesi altında bulunur, evlendikten sonra kocası öldüğü takdirde yine aynı endişelerle hayatı sonlandırılırdı. Orta Çağ Avrupası’nda kadın uğursuz görülür, bir felaket meydana geldiği zaman bundan sorumlu tutulurdu.4

Ataerkil aile yapısını benimseyen Türkler’de ise kadının konumu, bu görüşü benimseyen diğer toplumlara göre oldukça iyi durumdaydı. Erkek çocuğu soyun devamı

1Fatmagül Berktay, “Dinsel İdeoloji, Toplumsal Cinsiyet ve İslâm Motifli Muhafazakârlaşma”, Felsefelogos, S. 67, İstanbul 2017, s. 7.

2 Ömer Faruk Harman, “Kadın”, DİA., İstanbul 2001, c. XXIV, s. 82. 3 Berktay, s. 11.

4İbrahim Tellioğlu, “İslâm Öncesi Türk Toplumunda Kadının Konumu Üzerine”, AÜ Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi (TAED), S. 55, Erzurum 2016, s. 216.

(12)

olarak görüldüğü için daha bir önemsense de, çağdaşı olan diğer toplumlarda olduğu gibi, kadın asla horlanmamış ve ayrımcılık yapılmamıştır. Kadın toplumsal yaşantının dışına itilmemiş, kocasıyla birlikte aile içinde söz hakkına sahip bir birey olarak kabul edilmiştir. Kadın, hakan ile birlikte devleti yönetir ve müstakil tasarruflarda bulunabilirdi. Öyle ki, eski Türkler’de bir emrin kabul edilebilmesi için “Hakan ve Hatun emrediyor ki” ibaresiyle başlaması gerekiyordu.5 Çok eşlilik olmakla birlikte tek

eşlilik yaygındı ve kadınlar eş seçiminde söz hakkına sahipti. Yine kadın, çağdaşlarında bulunmayan bir hakka sahipti ki; o da boşama hakkıydı.6 Yine kocasından ayrı mal

edinebilir, soysal ve dini hayatta önemli roller üstlenebilirdi.7 Kocası ölünce mirası

karısına kalır ve çocukların üzerinde o, söz sahibi olurdu. Türk kadını da tıpkı erkek gibi ata binmeyi, ok atmayı ve kılıç kuşanmayı öğrenir ve gerektiğinde kahramanca savaşırdı. 8Tarihte Türklerin yaşamlarından önemli ipuçları barındıran efsane ve

destanlarda kadınlar, ilahi ışıktan varlıklar olarak kabul edilmiş, güneşten ve aydan daha parlak olarak tasvir edilmiştir. Yine kadınlar bu eserlerde fiziksel özellikleriyle ön plana çıkarılmamış, yüksek ahlak, erdem ve faziletlerleriyle anlatılmıştır. Bu konumlarından dolayı da kadınlar, tanrıya daha yakın olarak kabul edilmişlerdir.9

İlahi dinlerden olan Yahudilik’te ataerkil bir aile yapısı var olduğu için kadının konumu da bu doğrultuda şekillenmiştir. Tevrat’a göre; önce Adem yaratılmış, ancak yalnızlıktan canı sıkılan Adem için uykusu sırasında kaburga kemiklerinden biri alınarak eşi Havva yaratılmıştır. Daha sonra Havva, yılan tarafından kandırılarak yasak ağacın meyvesinden yemiş ve eşi Adem’e de yedirmiştir. Bu suçlarından dolayı bir takım cezalara çarptırılmışlar ve Cennetten kovulmuşlardır.10 Bu ifadelere baktığımız

zaman Yahudilik’te insanın ilk günah işlemesine ve Cennetten çıkarılmasına sebep olan bir kadındır. Böylece kadına büyük bir iftira atılmış ve kadın her an eşini kandırabilme potansiyeline sahip şeytani bir varlık olarak tanımlanmıştır.11 Bu işlediği suçtan dolayı

Tanrı kadını cezalandırmış; zahmetini ve gebeliğini daha da çoğaltacağını, ağrı ile evlat

5 Dila Küçükkırsoy, Türk Toplumunda “Kadın” Algısı ve Kadın Haklarının Tarihsel Gelişimi, (Eğitim Bilimleri Ens. / Gazi Ünv.), Ankara 2016, s. 20; Tellioğlu, s. 212.

6 Tellioğlu, s. 213; Küçükkırsoy, s. 20. 7 Harman, “Kadın”, DİA., c. XXIV, s. 82-83. 8 Küçükkırsoy, s. 20.

9 Tellioğlu, s. 213; Küçükkırsoy, s. 20. 10 Kitab-ı Mukaddes, Tekvin, 2/18-25, 3/1-24.

11 Sema Ülper Oktar, “Tin ve Ten Karşıtlığı: Cinsel Suçluluk Teması”, Felsefelogos, S. 67, İstanbul 2017, s. 113; Rıza Savaş, “Asrı Saâdet’te Kadın ve Aile Hayatı”, “Bütün Yönleriyle Asr-ı Saâdet’te İslâm”, edt. Vecdi Akyüz, Beyan Yay., İstanbul 1995, c. IV, s. 229.

(13)

3

doğuracağını, arzusunun kocasına karşı olacağını ve kocasının da kendisine hâkim olacağını söylemiştir.12 Yahudilik’te kadının asli görevi eş olmak ve çocuk doğurmaktır.

Bu yüzden de ibadette kadının rolü ikinci plandadır ve cemaate katılamaz. Yahudilik’te yeni düzenlemelerle boşama hakkı her iki tarafa da verilmiştir. Kadın mirasçı olamadığı gibi şahitliği de kabul edilmemektedir. Tevrat, kadınlara erkekler gibi giyinmeyi yasaklamış ve kadınların başlarını örtmesini emretmiş, örtmedikleri takdirde ceza uygulamıştır. Ayrıca yine Yahudilik’te kadınların eğitim hakkı bulunmamakla birlikte herhangi bir kamu görevinde çalışamazlar.13 Kadınlar âdet döneminde kirli olarak

görülür ve eşi onunla aynı yatağı paylaşmadığı gibi bazen evin dışına çıkarıldığı bile görülmektedir.

Hristiyanlık’ta ise kadının konumunun belirlenmesi, Hz. İsa’nın

davranışlarından çok Pavlus’un etkisiyle olmuştur. Hz. İsa döneminde kadınlarla ilgili olumsuz söylemler bulunmazken, bu durum Pavlus ile birlikte değişmiştir. Hristiyan inancında da tıpkı Yahudi inancında olduğu gibi kadın hem tanrıya itaatsizlik ettiği için hem de Adem’i kandırdığı için suçlu olarak görülmektedir. Kadın, erkek için yaratılmıştır.14 Özellikle, Ortaçağ Hristiyan dünyasında kadın o kadar kötülenmiştir ki;

konsillerde kadının ruhunun olup olmadığı tartışılır olmuştu. Yine bu dönemde birçok kadın cinlerle ilişkisi olduğu söylenerek yakılmış ya da suda boğularak öldürülmüştür. Bakirelik asıl erdem olmakla beraber, zinaya düşmemek ve evlat sahibi olmak için evlenilebileceği bildirilmektedir. Karı koca arasında yaşanan cinsel ilişki bile günah olarak görülmüş ve genelde kadınlar kendilerini kiliseye adamışlardır. Çok evlilik ve boşanma yasaklanmıştır. Yine bu inançta kadınlar; kilise toplantılarına başı kapalı olarak katılabilir, fakat bu sırada söz alıp konuşamazlar, bunun yanında kadınlar çeşitli dini görevlerde bulunabilirlerdi.15 İlahi dinlerin bozulmasıyla ortaya çıkan bu olumsuz

tablo, Hz. Muhammed’in doğup büyüdüğü, risalet görevini aldığı ve câhiliyye diye adlandırılan dönemde de devam etmiştir.

İslâm öncesi câhiliyye diye adlandırılan dönemde, saydığımız bu etkenleri açıkça görmek mümkündür. Bu dönemi yansıtması açısından, tezimizin de konusu olan Hind bint Utbe, câhiliyye döneminde yetişmiş ve bu dönemin bütün özelliklerini

12 Kitab-ı Mukaddes, Tekvin, 2/18-25, 3/1-24; Oktar, s. 115. 13 Harman, “Kadın”, DİA., c. XXIV, s. 82-83.

14 İsmail Taşpınar, “Yahudilik ve Hristiyanlık’ta Kadın”, Köprü Üç Aylık Fikir Dergisi, S. 113, İstanbul 2011, web nüshası; Oktar, s. 117.

(14)

üzerinde barındıran ve yıllar sonra İslâm nuruyla şereflenen bir kadındır. Hind bint Utbe’nin anlaşılabilmesi için câhiliyye kavramının, bu dönemde Arap toplumunun özelliklerinin, kadınların bu toplumdaki yerinin ve İslâmla getirilen değişikliklerin çok iyi tespit edilmesi gerekmektedir. Câhiliyye; bilmemek, tanımamak, kaba davranmak anlamlarına gelen “cehl” kökünden türemiş olup; cahile ait, cahilce demek olan ism-i mensup bir kelimedir.16 Câhiliyye özel olarak; Araplar’ın İslâm’dan önceki dinî ve sosyal hayat anlayışlarını, genel olarak da kişilerin ve toplumların günah ve isyanlarını ifade eden bir terimdir.17 Yine kabalık, görgüsüzlük ve gayr-i medenîlik anlamına gelmekle birlikte; İslâm’a aykırı her türlü maddi ve manevi unsuru ifade etmektedir. Yani barbarlık ve vahşetin kolgezdiği “Barbarlık Dönemi” dir.18 Kur’ân-ı Kerim’de ise

dört çeşit câhiliyyeden bahsedilmektedir: Bunlardan ilkinde; Uhud Savaşı’nda müşrikleri mağlup edemedikleri için düşman tehlikesinden emin olamayan Müslümanlardan farklı tavır ve duygular içinde bulunan münafıklara atfedilen “câhiliyye zannı”nı,19 ikincisinde; İslâm geldiği halde câhiliyyeden kalma hükümleri

isteyenleri,20 üçünsünde; Hudeybiye Antlaşması çerçevesinde inkârcıların câhiliyye taassup, öfke ve kibirini,21 dördüncüsünde ise; câhiliyye kadınlarının açılıp saçılması

gibi Müslüman kadınların açılıp saçılmaması ve erkeklere güzelliklerin gösterilmemesi22 işaret edilmektedir.23

İslâmi dönemde ortaya çıkmış bir terim olan câhiliyye; gerek Kur’an-ı Kerim’de gerekse hadislerde Araplar’ın İslâm’dan önceki inanç, tutum ve davranışlarını, Müslüman olduktan sonraki inanç tutum ve davranışlarından ayırt etmek için kullanılmıştır.24 Hz. Peygamber’in ashabı câhiliyye kelimesiyle İslâm öncesini, yani

miladi 610 yılında vahyin inmeye başlamasından önce yaşadıkları devri kastediyorlardı. Onlar Müslüman olduktan sonra bu devirle ilgili hatıralarını, inançlarını, tutum ve

16 Bekir Topaloğlu, İlyas Çelebi, Kelam Terimleri Sözlüğü, İSAM Yay., İstanbul 2010, s. 53. 17 Mustafa Fayda, “Câhiliyye”, DİA, İstanbul 1993, c. VII, s. 17.

18 Bilal Gök, “Hz. Muhammed’in (s.a.s) Doğduğu Ortam: Hicaz Bölgesi Şehirleri”, Hikmet Yurdu Düşünce-Yorum Sosyal Bilimler Araştırma Dergisi, Kars 2014, S. 13, c. VII, s. 55.

19 Âli İmrân, 3/154; c. 6, Ebu Câfer Muhammed b. Cerîr et-Taberî, Câmiu’l-Beyân an Te’vîli Âyi’l-Kur’ân I-XXVI, thk. Abdullâh b. Abdulmuhsin et-Türkî, 1. bsk., Dâru Hicr, Kâhire 2001, 160-167. 20 Mâide, 5/50; İmâdüddîn Ebî’l-Fidâ İsmail b. Kesîr, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, 1. bsk., thk. Ebû Abdillah

Abdülhalim b. Mahmud, Mektebe Mısr, Kahire 2010/1431 H., c. II, s. 929.

21 Fetih, 48/26; Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, (sad. İsmail Karaçam, Emin Işık, Nursettin Bolelli, Abdullah Yücel), Azim Dağıtım, İstanbul 2011, c. VII, s. 190.

22 Ahzâb, 33/33; Mahallî, Celâlüddîn Muhammed b. Ahmed b. Muhammed, Süyûtî, Celâlüddîn Abdurrahmân b. Ebî Bekr, Tefsîru’l-İmâmeyn el-Celâleyn, Dâru İbn Kesîr, Dimeşk-Beyrut t.y., 422. 23 İsmail Karagöz, “Câhiliyye”, Dinî Kavramlar Sözlüğü, 5. bsk., DİB Yay., Ankara 2010, s. 79.

24 Adem Apak, Ana Hatlarıyla İslâm Öncesi Arap Tarihi ve Kültürü, 1. bsk., Ensar Neş., İstanbul 2012, s. 117.

(15)

5

davranışlarını anlatırken veya Hz. Peygamber’e o dönemde yaptıkları işlerin İslâm’daki hükmünün ne olduğunu sorarken çoğunlukla bu kelimeyi kullanmışlardır.25 Diğer bir

bakış açısına göre câhiliyye; Mekke’nin fethinden önceki dönemdir.26 Câhiliyye bir

inanç ve yaşama şekli olarak İslâm’ın reddettiği, onaylamadığı, dışarıda bıraktığı her şeyin bütünüdür. Özel bir isim olarak bir dönemin adı olsa da câhiliyye; yaşanmış bitmiş bir dönem değil, bir yaşam şeklinin adıdır.27

Câhiliyye toplumunu iyi anlayabilmek için Arap toplumunu çok iyi analiz etmek gerekmektedir. Arap toplumu, hem İslâm’ın içinde doğup büyüdüğü çevre olması hem de kadın konusundaki ilk İslâmi yorum ve uygulamaları etkilemesi açısından önemlidir. Çalışmamızın bu bölümünde; Arap toplumunu daha iyi anlayabilmek için onların siyasal, sosyal ve ahlaki hayatları hakkında kısa bilgiler vermeye çalışacağız. Arap toplumu bedevî (ehlü’l-veber) ve hadari (ehlü’l-meder) olmak üzere iki gruba ayrılmıştır.28 İklim ve coğrafi koşullar sebebi ile Arap Yarımadası’nın kuzey kısmında

genellikle bedevîler, güney kısmında ise hadarîler bulunmakta idi. Bu coğrafi farklılıklara paralel olarak da iki kabile arasında kültür farklılığı bariz bir şekilde kendini göstermekteydi.29 Bedeviler, geçimlerini hayvancılıkla ve çevrede bulunan

yerleşik halka ait kervanları yağmalamakla temin ederlerdi. Hadariler ise; Taif ve Medine gibi ziraata uygun yerlerde tarım ve hayvancılıkla, uygun olmayan Mekke gibi şehirlerde ise ticaretle uğraşarak geçimlerini sağlarlardı.30 Bu iki grup arasında yarı

göçebeler de bulunmaktaydı. Hayat şartları farklı olmasına rağmen gerek bedevilerde gerekse hadarilerde sosyal yapının tek temeli “kabile” idi.31 Kur’an’da bedevîlik ile

hadarîlik karşılaştırılmakta ve bedevilik hoş olmayan bir kavram olarak eleştirilmektedir:32 “Bedevîler, kâfirlik ve münafıklık bakımından (şehirdekilere göre) hem daha beter, hem de Allah’ın Resûlüne indirdiği kanunları tanımamaya daha yatkındırlar. Allah çok iyi bilendir, hikmet sahibidir. Bedevilerden öylesi vardır ki; (Allah yolunda) harcayacağını angarya sayar ve sizin başınıza belalar gelmesini bekler.

25 Fayda, “Câhiliyye”, c. VII, s. 17.

26 Abdullah Aydınlı, Hadis Istılahları Sözlüğü, 7. bsk., MÜİFAV Yay., İstanbul 2013, s. 43. 27 Apak, Arap Tar., s. 116-117.

28 İbrahim Sarıçam, Emevî-Hâşimî İlişkileri, 4. bsk., DİB Yay., Ankara 2015, s. 22-23; Apak, Arap Tar., s. 113.

29 Philip K. Hitti, “Siyasi ve Kültürel İslâm Tarihi”, çev. Salih Tuğ, Boğaziçi Yay., İstanbul 1989, c. I, s. 132-133; Apak, Arap Tar., s. 114.

30 Apak, Arap Tar., s. 114.

31 Sarıçam, Emevî-Hâşimî İlişkileri, s. 22-23. 32 Apak, Arap Tar., s. 115.

(16)

(Bekledikleri) o kötü bela kendi başlarına gelmiştir. Allah pekiyi işiten, çok iyi bilendir.” 33 Özetle; bu ayetlerde insana yakışanın nezaket olduğu, kabalık ve

isyankârlığın neticesinin küfür ve nifak olduğu vurgulanmaktadır. Öte yandan, geçim kaynağı niteliğinde olan işlerde çalıştırılmak, kabileler arası çekişmelerde güçlü olmak ve savaşların yapıldığı zamanlarda mağlup olmamak için erkek çocuk sahibi olmak Arap Toplumu’nda vazgeçilmez bir arzudur.

Bu yüzden de, bir Arap’ın en büyük ideali çok sayıda erkek çocuk sahibi olmaktı. Çünkü bu takdirde diğer aileler nazarında büyük bir itibara sahip olur, zamanla diğer akraba aileler de kendilerini bu çok çocuklu ve güçlü ailenin fertleri olarak kabul ederlerdi. Ailelerin bu şekilde birleşmesiyle çöl hayatının temelini oluşturan kabileler teşekkül eder ve zamanla zayıf kabileler kuvvetli kabilelerin himayesi altında toplanarak onun adını benimserlerdi. “Asabiyet” kabilenin ruhu idi ve Arap ancak kan bağına (nesep) dayalı bir idareyi tanırdı. Bundan dolayı bir Arap için en büyük felâket kabilesiyle olan bağını yitirmesiydi. Çünkü bedevî canını ve malını ancak kabilesi sayesinde koruyabilirdi. Bedevî; kabilesi dışında hiçbir otoriteye boyun eğmez, onun koyduğu kurallara uyar ve haklarını onun vasıtasıyla alırdı. Nesep, asabiyetin temelini teşkil ettiği için bedevî olsun, hadarî olsun her Arap nesebini korumaya özen gösterir ve atalarının adını ezbere bilirdi. Bazen nesep anneyle de başlayabilir, fakat aileden daima baba sorumlu olurdu. Fert kabileye karşı bir suç işlerse veya işlediği suç kabilesi tarafından üstlenilmezse başka bir kabilenin himayesi altına girerdi. Kabile içinde bir suç işlerse onu hiç kimse savunmazdı. Ancak bir yabancı, kabileden birini öldürürse intikam için herkes seferber olur ve bu bir şeref borcu telakki edilirdi. Bazı hallerde diyet kabul edilmekle beraber, genellikle kana kan istenir ve kan davaları bazen yıllarca sürerdi. Kabilenin menfaatini korumak için çalışmak asabiyet gereğidir ki; bu çok defa körü körüne bir tarafgirlik duygusu şeklinde tezahür ederdi. Bir şairin, “Senin gerçek kardeşin seninle birlikte hareket eder. Sen zalim olursan o da seninle birlikte zalim olur” anlamındaki beyti ile, Araplar arasında darbımesel haline gelen, “zalim olsun mazlum olsun kardeşine yardım et” sözü bunu ifade eder.34 Câhiliyye döneminde söylenmiş bu

atasözünü İslâm döneminde Hz. Peygamber de söylemiş; bunun üzerine bir adam “Ya Rasulallah! Mazluma yardım ederiz. Fakat zalime yardım nasıl olur? diye sorunca Hz.

33 Tevbe, 9/97-98.

(17)

7

Peygamber şöyle cevap vermiştir: “Onu zulmünden alıkoyarsın.” Burada Hz. Peygamber’in yardım edilmesini istediği kardeş, din kardeşidir.35

Öte yandan Araplar’da içki oldukça yaygındı. Hatta içkiyi haram kılan Mâide Suresi’nin 90 ve 91. ayetleri nazil olduğunda Hz. Muhammed (s.a.s), bir tellal ile sokaklarda bunu ilan edince Medine sokaklarından su gibi içki akmıştır.36 Fuhuş da yine

bu dönemde oldukça yaygındı ve özellikle cariyeler zorla fuhşa zorlanırdı. Sık sık eğlence meclisleri tertip edilirdi. Kumar oynamak Araplar için övünç kaynağı olup, bu meclislere katılmamak kınanma sebebi idi.37 Ayrıca soyla övünme (müfâharet) oldukça

yaygındı.38 Güzel konuşmak, ahde vefa, cömertlik, konukseverlik, özgürlük Araplar’ın

çok önem verdiği hasletlerdi ve genellikle şiirlerinde bu konuları ele alırlardı.39 Bir

Arap’ın çadırının önünde ne kadar kül varsa; o kadar cömert ve konuk sever sayılırdı. Ayrıca Mekkeliler, çocuklarına iyi bir dil eğitimi vermek amacıyla bebekken birkaç yıl boyunca beslenip büyütülmek üzere merkezden uzak kabilelere verirlerdi. Araplar, özellikle Mekke’de okuma yazma oranı düşük olmasına rağmen şiir, belağat, halk arasında anlatılan öyküler gibi güzel sanatlarda oldukça ileriydiler.40 Alışveriş için

toplandıkları panayırlarda şairlere yeni şiirlerini takdim eder, kabile fertleri de onun çevresinde yerlerini alır ve tezahüratta bulunurlardı. Çeşitli kabileler heyetler halinde bu şairi tebrik etmeye gelir, develer kesilerek onlara ikram edilirdi; kadınlar da şarkılar söyleyerek bu sevinci paylaşırlardı. Araplar, ırz ve namuslarına can, mal ve çocuklarından daha fazla önem verirlerdi. Bundan dolayı genellikle savaşlarda ordunun gerisinde kadınlar da bulunur, mağlûp oldukları takdirde onların düşman eline esir düşeceği endişesiyle canla başla savaşırlardı.41

Bu dönemde Araplar; yeterli bilgi, kültür ve düşünceden yoksun, bireysel ve toplumsal yaşantısı bozuk, sapık inanışlar ve değerlere dayanan inanç yapısı ve ahlaki anlayışı son derece bozuk bir toplumdu. İnsanlar her yönden ilkel bir yaşayış içerisindeydi. Kabileler arası kavgalardan dolayı güçlü bir siyasi yönetimden uzak

35 Buhârî, Mezâlim 4; İkrâh 6; İbrahim Sarıçam, Hz. Muhammed ve Evrensel Mesajı, 5. bsk., DİB Yay., Ankara 2007, s. 38.

36 Bkz., Müslim, Eşribe 3. 37 Apak, Arap Tar., s. 119.

38 Muhammed İbn İshâk, Siyer-i İbn-i İshâk, (Hz. Muhammed’in Hayatı), 2. bsk., thk. Muhammed Hamidullah, çev. M. Şafii Billik, Düşün Yay., İstanbul 2012, s. 7.

39 Hitti, c. I, s. 143.

40 Muhammed Hamidullah, “İslâm Peygamberi”, çev. Mehmet Yazgan, Beyan Yay., İstanbul 2017, s. 41. 41 Özaydın, “Arap”, DİA, c. III, s. 321; Zekeriya Akman, “Hz. Peygamber Döneminde Savaşlarda Kadın”,

(18)

yaşamaktaydılar. Dini birlik olmamakla beraber çok tanrıcılık inancı hâkimdi.42

Câhiliyye döneminde Mekke halkı putperest olmakla birlikte, aslında mutlak güç olarak yüce ve tek Allah inancına sahiptiler. Putları, Allah ile aralarında aracı olarak kabul ediyorlardı.43 Arap toplumu inanç yönünden oldukça hoşgörülü bir topluluktu. Nitekim

aynı kabilede farklı inançlara sahip insanlar bulunmaktaydı.44 Risalet geldikten sonra

Habeşistan kralının huzurunda Müslümanlar adına konuşma yapan Cafer b. Ebû Talib bize câhiliyye ile ilgili: “Ey Hükümdar! Biz câhiliyye ehli bir kavimdik. Putlara ibadet

eder, ölü hayvan eti yer, fuhuş yapar, hısım akraba hakkını gözetmez, komşularımızı unutur ve bizden kuvvetlinin zayıfı ezdiği bir kavim idik. İşte biz bu durumda iken Allah bize bizden bir resûl gönderdi. Biz onun nesebini, doğruluğunu, emanete riayet ettiğini ve iffetini biliyoruz. Bizi Allah’a çağırdı ki onu birleyelim ve ona ibadet edelim. Bizi babalarımızın ve bizim taptığımız putlardan uzaklaştırdı. O bize doğru söylemeyi, emanete ve akrabalık bağına riayet etmeyi, iyi komşuluk etmeyi, haramdan ve kan dökmekten sakınmayı emretti. Fuhuştan, yalandan, yetim malı yemekten, namuslu kadına iftira etmekten menetti. Allah’a ortak koşmamayı ve yalnızca ona ibadet etmeyi, sadaka vermeyi, oruç tutmayı ve bize iyi fiiller işlemiyi öğretti”45 şeklindeki ifadeleriyle

meseleyi çok güzel özetliyordu.

İslâmiyet’in kadın konusunda yaptığı köklü değişiklikleri anlayabilmek için, Araplar’ın câhiliyye dönemindeki aile yapısını, bu ailede kadının konumunu iyi bilmek oldukça önemlidir. Arap toplumunda kadınlar erkek merkezli câhiliyye toplumu içinde ikinci derecede bir yere sahiptiler. Bunun en büyük nedeni Araplar’ın göçebe hayat sürmeleridir. Çöl şartları içinde sık sık yer değiştirmek zorunda kalan, zaman zaman diğer kabilelere baskın yapma ve ganimet elde etme mecburiyetinde bulunan göçebe kabilelerin yaşantısında savaşçı sınıftan olmayan ve daha ziyade tüketici olarak görülen kadının ikinci derecede bir role sahip olması şaşırtıcı değildir.46 Bu konum bazen

kadınların hayatını bile önemsiz hale getirmiştir. Kız çocuklarının ailenin ve kabilenin imkânlarını tüketmesinin önüne geçmek ya da kabileler arasındaki baskınlarda

42 Sabri Hizmetli, “İslâm Tarihi (Başlangıçtan Dört Halife Dönemine Kadar), AÜİF Yay., Ankara 1991,s. 76; Neşet Çağatay, Başlangıçtan Abbasilere Kadar İslâm Tarihi, 7. bsk., Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1993, s. 101.

43 Hitti, c. I, s. 145; Hamidullah, s. 41; Apak, Arap Tar., s. 119. 44 Hamidullah, s. 41.

45 İbn İshâk, s. 280; İbn Hişâm, Sîret-i İbn-i Hişâm Tercemesi, terc. Hasan Ege, Kahraman Yay., İstanbul 2006, c. I, s. 488-489.

46 Muhammed İzzet Derveze, “Kur’an’a Göre Hz. Muhammed”, 2. bsk., çev. Mehmet Yolcu, Yarın Yay., İstanbul 2016, s. 135; Apak, Arap Tar., s. 147-148.

(19)

9

yabancıların eline geçmesinin vereceği utançtan kurtulmak için nadiren de olsa kendi ailesi tarafından öldürülmesi de bunun bir kanıtını teşkil eder.47 Ar belası olarak görülen

kız çocuğu bu sebepten ve bazen de rızık endişesinden dolayı diri diri toprağa gömülürdü.48 Nitekim Yüce Rabbimiz bu hususta; “fakirlik korkusuyla çocuklarınızın canına kıymayın! Biz onların da sizin de rızkınızı veririz. Onları öldürmek gerçekten büyük bir günahtır”49 buyurarak bu câhiliyye uygulamasının çirkinliğine dikkat

çekmektedir. Bu dönemde kız çocuklarını diri diri toprağa gömme âdetine “ve’d”, gömülen kız çocuklarına ise “mevûde” denilmektedir. Bu çirkin uygulama Benî Temim, Kureyş ve Kinde kabileleri arasında yaygın olarak görülmektedir. Bu âdetin başlama sebebi ile ilgili ise bir takım rivayetler aktarılır. Bunlardan birine göre; Benî Temim Kabilesi, Hîre hükümdarlarına ödemesi gereken yıllık vergiyi ödeyemeyince kadınları ve kızları düşman tarafından esir alınır. Yapılan girişimlerle esirler geri alınır, fakat bu kabilenin lideri Kays b. Asım’ın kızı orda biriyle evlendiği için geri dönmez. Bu durumdan oldukça rahatsız olan Kays b. Asım50 bir daha kız çocuğu olursa onu

öldürmeye yemin eder. Nitekim bu olaydan sonda sekiz veya on üç kızını toprağa

gömdüğü söylenir. 51 Kuran-ı Kerim bu câhiliyye âdetini bize şu ayetlerle

bildirmektedir: “Ve Allah’a kız çocuklar isnat ediyorlar. O yücedir. Hoşlandıkları

(erkek çocuklar) da kendilerinindir. Onlardan birine kız müjdelendiği zaman öfkelenmiş olarak yüzü kapkara kesilir. Kendisine verilen müjdenin kötülüğünden dolayı kavminden gizlenir. Onu, aşağılık duygusu içerisinde yanında mı tutsun, yoksa toprağa mı gömsün! Bakın ki, verdikleri hüküm ne kötüdür!”52 “Onlardan biri, Rahman’a isnat

ettiği kız çocuğuyla müjdelenince, hiddetlenerek yüzü simsiyah kesilir. Süs içinde yetiştirilip savaşamayacak olanı mı istemiyorlar? (onları Allah’ın parçası mı sayıyorlar?)53 “Diri diri toprağa gömülen kıza, hangi günah sebebiyle öldürüldüğü

sorulduğunda.”54 ayetlerinde de vurgulandığı gibi kız çocuklarının öldürülmesi ya da

diri diri toprağı gömülmesi için; utanç duyulacak duruma düşme ihtimalleri ve besleme

47 Derveze, s. 135; Mehmet Akif Aydın, “Kadın”, DİA, İstanbul 2001, c. XXIV, s. 86; Rıza Savaş, Hz. Muhammed (s.a.s.) Devrinde Kadın, Ravza Yay., İstanbul t.y., s. 30.

48 Derveze, s. 119; Savaş, Hz. Muhammed (s.a.s.) Devrinde Kadın, s. 30. 49 İsra, 17/31.

50 Neşet Çağatay, İslâm Öncesi Arap Tarihi ve Câhiliyye Çağı, 4. bsk., AÜİF Yay., Ankara 1982, s. 135. 51 Apak, Arap Tar., s. 149.

52 Nahl, 16/57-59. 53 Zuhruf, 43/17, 18. 54 Tekvir, 81/8, 9.

(20)

endişeleri çok önemli gerekçeler olarak kabul edilmektedir. 55 Kaynaklarda bu

dönemdeki uygulamalara karşı çıkarak öldürülmek istenen bu kız çocuklarını satın alarak onları kurtaran iyi yürekli insanlardan da bahsedilmektedir.56 Onlardan biri olan

Sa’saa Müslüman olduktan sonra yaptığı bu iyiliği anlatmış ve bunun mükâfatını

Allah’tan alıp alamayacağını Hz. Muhammed’e sormuştur.57 Neticede çocukken

öldürülmeyip büyümesine müsaade edilen kız çocukları Müslümanları doğuran anneler, ensar ve muhacirin eşleri ve hidayete erenlere rehberlik yapacak dindar hanımlar olmuşlardır. Tabi bunun yolu kadınla erkeğin meşru beraberliği olan evlilikten geçmektedir.

Yine câhiliyye döneminde birçok evlenme şekli olmakla beraber, bunların çoğunu İslâmiyet gayri meşru oldukları gerekçesiyle ortadan kaldırmıştır. Bu dönemde en yaygın evlenme şekli mehir karşılığında kızın babadan istenmesi idi.58 Bu nikâh

meşru olduğu için İslâmiyetle birlikte aynen devam etmiştir.59 Ancak; kadının kocasının

rızasıyla çocuk edinmek amacıyla başka bir erkekle bir araya gelmesi suretiyle yapılan “istibdâ nikâhı”,60 bir kadının birden çok evlenmesi anlamına gelen “müşterek nikâh”,61

iki erkeğin karşılıklı olarak eşlerini değiştirmeleri “bedel nikâhı”, hür olduğu için zina yapamayan kadının bir erkeğin metresi olması yoluyla “haden/hıdn nikâhı”,62 iki

erkeğin mehirsiz olarak kızlarını ya da velayeti altında bulunan kadınları karşılıklı olarak kıydıkları “şigar nikâhı”,63 üvey anneyle kıyılan “makt nikâhı”,64 kadın ve

erkeğin süreli olarak yaptıkları “muta nikâhı”65 gibi evlenme şekilleri gayri meşru kabul

edildiğinden İslâmiyet ile birlikte sonlandırılmıştır.66 Yine bu dönemde daha doğmamış

kız çocuklarının nikâhlarının dahi kıyıldığı görülmekteydi.67

Câhiliyye döneminde düğün kız evinde yapılır ve damat düğünden sonra bir süre burada kalırdı. Düğünlerde cariyeler def çalıp oynar ve çeşitli eğlenceler tertip

55 Heyet, Kur’an Yolu Türkçe Meâl ve Tefsir V, 3. bsk., DİB Yay., Ankara 2007, c. V, s. 563. 56 Savaş, “Hz. Muhammed (s.a.s.) Devrinde Kadın”, s. 31; Apak, Arap Tar., s. 150.

57 Çağatay, Câhiliyye Çağı, s.136.

58 Çağatay, Câhiliyye Çağı, s.136; Savaş, Hz. Muhammed (s.a.s.) Devrinde Kadın, s. 37; Apak, Arap Tar., s. 151.

59 Ali Osman Ateş, “İslâm’a Göre Câhiliyye ve Ehl-i Kitab Örf ve Âdetleri”, Beyan Yay., İstanbul 1996, s. 348.

60 Buhari, Nikâh 33; Ateş, s. 344. 61 Buhari, Nikâh 36.

62 Ateş, s. 343-344.

63 Buhari, Nikâh 28; Müslim, Nikâh 57; Ateş, s. 341. 64 Derveze, s. 125; Çağatay, Câhiliyye Çağı, s. 137. 65 Buhari, Nikâh 36; Müslim, Nikâh 11; Ateş, s. 331. 66 Apak, Arap Tar., s. 151.

(21)

11

edilirdi.68Câhiliyye döneminde evlenme çağına gelen kızlar, dul kadınlar kendi

başlarına evlenemez, eşini kendisi seçemez; bu yetki velinin elinde bulunurdu.69 Ayrıca

veli70 evlilik karşılığında müstakbel kocadan para veya mal (mehir) alırdı. Kadının kocasının ölümü halinde üvey evlâdına veya kayınbiraderine miras konusu bir mal olarak intikal etmesi de bu konumunun bir sonucudur.71 Kadının üvey oğlu, babası öldükten sonra üvey annesi ile evlenmek isterse elbisesini babası gömülmeden ya da gömüldükten hemen sonra onun üzerine atardı. Bu, o iş için bir nişan olurdu.72 Bu

şekilde üvey annesiyle evlenen kimseye “dayzen” denirdi.73 Ancak İslâm kişinin üvey

annesini, öz annesi gibi kabul ederek; “Geçmişte olanlar bir yana, babalarınızın

evlendiği kadınlarla evlenmeyin; çünkü bu bir hayâsızlıktır, iğrenç bir şeydir ve kötü bir yoldur.” âyetiyle yasaklamıştır. Bu dönemde iki kız kardeş aynı nikâh altında

bulunabilmekteydi. Bu uygulamayı da; “…iki kız kardeşi birden almak da size haram

kılındı…” 74 âyetiyle yasaklamıştır. 75 Erkekler istedikleri sayıda kadınla

evlenebilmekteydi. Yine bu uygulamayı; “eğer (kendileriyle evlendiğiniz takdirde)

yetimlerin haklarına riayet edememekten korkarsanız beğendiğiniz (veya size helâl olan) kadınlardan ikişer, üçer, dörder alın. Haksızlık yapmaktan korkarsanız bir tane alın; yahut da sahip olduğunuz (cariyeler) ile yetinin. Bu, adaletten ayrılmamanız için en uygun olanıdır”76 emri doğrultusunda dört ile sınırlamıştır. Modernist bir İslâm

devleti olan Tunus, aslında bu ayetin tek eşliliğe işaret ettiğini, çok eşliliğin şartlı kabulünün onun zaman içinde yavaş yavaş kaldırılması amaçlı olduğunu kabul ederek çok evliliğe cevazın hukuki olarak yeniden düşünülmesini formüle etmeyi ve metnin yeniden tefsirini uygun görerek ancak tek evliliğe izin vermiştir.77

Esas itibariyle tek eşliliği tavsiye eden İslâmiyet’in geldiği sıralarda savaş nedeniyle ölen erkeklerden dolayı birçok kız yetim kalıyor ve birçok kadın da dul olarak hayatlarına devam ediyordu. Toplumda varolan bu soruna çözüm getiren İslâmiyet çok

68 Savaş, Hz. Muhammed (s.a.s.) Devrinde Kadın, s. 38. 69 Çağatay, Câhiliyye Çağı, s. 136.

70 Veli: Velâyet hakkına sahip olan, kişi adına işleri halleden söz sahibi kimsedir. Mehmet Erdoğan, Fıkıh ve Hukuk Terimleri Sözlüğü, 3. bsk., İstanbul 2010, s. 603.

71 Aydın, “Kadın”, c. XXIV, s. 86.

72 Derveze, s. 125; Çağatay, Câhiliyye Çağı, s. 137. 73 Çağatay, Câhiliyye Çağı, s. 137.

74 Nisâ, 4/22-23. 75 Derveze, s. 125. 76 Nisâ, 4/3.

(22)

evliliğe izin vermiş fakat bunu dört ile sınırlamıştır.78 Nitekim Allah Teâlâ; “üzerine düşüp uğraşsanız da kadınlar arasında âdil davranmaya güç yetiremezsiniz; bâri birisine tamamen kapılıp da diğerini askıya alınmış gibi bırakmayın. Eğer arayı düzeltir, günahtan sakınırsanız Allah şüphesiz çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir”79

âyetiyle birden fazla eşle evliyken adaletsizlik yapma olasılığının yüksek olduğunu, kadınlar arasında kusursuz bir adaletin asla sağlanamayacağını, yine korkulduğu takdirde de tek evlilikte yetinilmesi gerektiğini bize öğütlemektedir.80

Ayrıca Araplar’da süresi belirlenen ve bu süre bittiğinde kendiliğinden sona eren muta nikâhı da oldukça yaygındı. İslâmiyet bu uygulamayı; “ve onlar ki, iffetlerini

korurlar; Ancak eşleri ve ellerinin sahip olduğu (câriyeleri) hariç. (Bunlarla ilişkilerden dolayı) kınanmış değillerdir. Şu halde, kim bunun ötesine gitmek isterse, işte bunlar, haddi aşan kimselerdir”81 âyetinin yanında; Hz. Ali’nin, Hz. Peygamber’in

Hayber Gazvesi sırasında mutayı yasakladığını bildirmesiyle yasaklanmıştır. 82

Yasakladığı hususlarda mağduriyet yaşanmasını murat etmeyen Hz. Muhammed, nikah konusunda da meşru olduğu müddetçe evliliğe engel olmamış, hatta; “Nikah benim

sünnetimdir. Sünnetimi yapmayan benden değildir”83 buyurarak evliliğe teşvik etmiş ve

bu konuda olanlara yardımcı olmuştur. Evlenirken tarafların maddi konularda birbirlerine yardımcı olmalarını öğütlemiştir. Yine tarafların evlenmeden önce birbirlerini görmelerine müsaade etmiş ve kadının da erkek gibi istemediği biriyle evliliğe zorlanamayacağını belirtmiştir.84

Yine evliliklerin çokluğu ve çeşitliliği yanında câhiliyye döneminde boşanmalar da yaygın olup, istisnaları bulunmakla beraber boşama yetkisi erkeğe aitti.85 Bu

dönemde şeref ve mevki sahibi kabilelerin kızları nikâh kıyılırken boşama hakkının kendilerinde olmasını talep edebiliyorlardı. Hz. Muhammed’in dedesi Abdulmuttalib’in annesi Selma’nın Hâşim ile nikâhını buna örnek verebiliriz.86 Araplar’da İslâmiyetten

78 Nisâ, 4/3; Savaş, Hz. Muhammed (s.a.s.) Devrinde Kadın, s. 163. 79 Nisâ, 4/129.

80 Ziba Mir-Hossoini, “Adalet, Eşitlik ve Müslüman Aile Hukuku: Yeni Fikirler Yeni Beklentiler”, Felsefelogos, S. 67, İstanbul 2017, s. 67.

81 Mü’minûn, 23/5-7.

82 Buhârî, Megâzî 38; Müslim, Nikâh 29; Tirmizî, Nikâh 28; Nesâî, Nikâh 71. 83 İbn Mâce, Nikâh 1.

84 Savaş, Hz. Muhammed (s.a.s.) Devrinde Kadın, s. 160-163. 85 Ateş, s. 358.

(23)

13

sonra da geçerliliğini sürdüren ric’i ve bain talak87 bulunmakla beraber; onlar genelde

ric’i talağı tercih eder, kadınları muallakta bırakarak eziyet ederlerdi.88 Yine o dönemde

“zıhar”, “hul”, ve “ila” ile boşama âdeti yaygındı.89 Kadın bu boşama yöntemiyle

kocasına cinsel yönden haram olur. Fakat onun nikâhı altından çıkmazdı. Bu da kadını yine muallakta bırakırdı.90 Bu sıkıntılı durum da; “İçinizden zıhâr yapanların kadınları,

onların anaları değildir. Onların anaları ancak kendilerini doğuran kadınlardır. Şüphesiz onlar çirkin bir laf ve yalan söylüyorlar. Kuşkusuz Allah, affedicidir, bağışlayıcıdır. Kadınlardan zıhâr ile ayrılmak isteyip de sonra söylediklerinden dönenlerin karılarıyla temas etmeden önce bir köleyi hürriyete kavuşturmaları gerekir. Size öğütlenen budur. Allah, yaptıklarınızdan haberi olandır. (Buna imkân) bulamayan kimse, hanımıyla temas etmeden önce ardarda iki ay oruç tutar. Buna da gücü yetmeyen, altmış fakiri doyurur. Bu (hafifletme), Allah'a ve Resûlüne inanmanızdan dolayıdır. Bunlar Allah'ın hükümleridir. Kâfirler için acı bir azap vardır.”91 ayetiyle

çözüme kavuşturulmuş ve kadının mağduriyeti giderilmiştir.

Boşanan kadının yeni bir evlilik yapabilmesi için bir yıl çok ağır şartlar altında92

beklemesi gerekirdi. Bazen Arap erkekler bu bir yıllık iddet süresi bitmek üzere iken onunla tekrar nikâh kıyar, sonra tekrar boşayıp bu bir yıllık süreyi tekrar başlatırdı. Bu işlemi üç kere yapma hakkına sahipti.93 Câhiliyye döneminde bir kadın ancak bir çocuk

dünyaya getirdikten sonra aileye dâhil edilirdi. Çocuğu olmayan kadın diyet ödemek zorunda kalırsa bu diyeti kadının kendi ailesi öder, kocası ödemeyi kabul etmezdi.94 Bu

kadına kocası ölünce baş sağlığı dilenmezdi.95

Ayrıca bu dönemde kadınlar hür ve cariye olmak üzere iki sınıfa ayrılırdı. Cariyeler mal olarak kabul edilir; alınır, satılır, miras yoluyla devredilir ve hediye edilebilirdi.96 Ayrıca bu kadınlar para ile satılarak zorla zina yaptırılır; bu birliktelikten

87 Bâin Talak: Evliliği hemen sona erdiren, yeni bir nikâhın kadının rızasına ve yeni bir mehre bağlı olduğu, müeccel mehrin derhal ödenmesini gerektiren ve mirasa mani olan boşanmadır.

Ric’î Talak: Evliliği hemen sona erdirmeyen, kocanın iddet müddeti içinde kadının rızasına

bakmaksızın yeni bir nikâh ve mehir gerekmeden dönebileceği, müeccel mehrin hemen ödenmesinin gerekmediği ve mirasın cereyan edeceği boşanmadır. Mehmet Erdoğan, 542.

88 Derveze, s. 124. 89 Bkz., Ateş, s. 361-366. 90 Derveze, s. 124. 91 Mücâdele, 58/2-4. 92 Bkz., Ateş, s. 368-369.

93 Çağatay, İslâm Öncesi Arap Tarihi ve Câhiliyye Çağı, s. 134; Ateş, s. 359-360. 94 Apak, Arap Tar., s. 150.

95 Ateş, s. 347.

(24)

hamile kalırsa, çocuğu istemesi halinde babasına para karşılığında satılırdı.97 Eğer baba

istemezse bu çocuk köle olarak alıkonulur ya da pazarda satılırdı. Hür kadınlar ise, erkeklere denk olmamakla beraber cariyeler gibi mal olarak değerlendirilmezlerdi.98 Bu dönemde kadınlar iffetli bir aile hayatına sahipse de; farklı erkeklerle ilişkilerini sürdürenlerin varlığı da bilinmektedir. Câhiliyye döneminde erkekler, kadınların âdet hallerinde onlarla aynı odada oturmaz, onlarla birlikte yiyip içmez, hatta bazı durumlarda evden bile uzaklaştırırlardı.99 Ayrıca, Arap âdet ve geleneklerinde hür veya

cariye kadınların başka erkeklerden döl alma adetleri bulunmaktadır. Günümüzde ise; yok denecek kadar az örneği olsa da, sperm bankalarından dilediği kişinin spermini alan kadınların hamile kalması suretiyle bu câhiliyye âdeti devam etmektedir. Özellikle kölelerin ve âzatlıların böyle bir yaşayışı benimsediği söylenebilir. Resûl-i Ekrem, Mekke’nin Fethi sonrası Müslüman kadınlardan çeşitli konular yanında zina etmemek üzere de biat alırken Hind bint Utbe’nin, “hür kadın hiç zina eder mi?”100 diye hayretini

ifade etmesi o dönemde yerleşik anlayış ve uygulamayı göstermesi bakımından örnek teşkil etmektedir. Yine bu dönemde kadınlar insani haklara layık görülmezler, mirastan da pay alamazlardı. Kadın o dönemde yemek yapar, çocuklara bakar, hayvanları sağar, yakacak toplar, çadır onarır ve hurma lifinden hasır örerdi. Kadınlar ayrıca savaşlarda su taşır, savaşçıları cesaretlendirecek şiirler okur ve yaralıları tedavi ederdi. Mağlup oldukları takdirde kadınlarının düşman eline geçeceği düşüncesiyle Araplar daha şevkle savaşırlardı.101 Kısacası bazı istisnaların haricinde kadının toplumda saygın bir statüsü

yoktu.

Bu dönemde kadının konumu genel itibari ile bu şekilde olumsuz olmakla beraber, şehirlerde yaşayan ve soylu ailelere mensup hür kadınların daha farklı bir konumda olduğu görülmektedir. Mekke, Medine ve Taif gibi şehirlerdeki eşraf kızları buna örnek olarak toplum içinde oldukça yüksek mevkiye sahiplerdi. Hatta bazı kabile başkanlarının kızları erkeklerden daha üstün sayılırdı. Nitekim bu kadınların isimleri bazı kabilelere ve su kuyularına isim olarak verilmiştir.102 Bu kadınlar toplum içinde

etkin bir yere sahip olup, mallarını bizzat yahut bir ortak vasıtasıyla işletebiliyor,

97 Ateş, s. 346; Çağatay, Câhiliyye Çağı, s. 134; Savaş, Hz. Muhammed (s.a.s.) Devrinde Kadın, s. 40; Apak, Arap Tar., s. 154.

98 Apak, Arap Tar., s. 150.

99 Çağatay, Câhiliyye Çağı, s. 133; Savaş, Hz. Muhammed (s.a.s.) Devrinde Kadın, s. 31; Apak, Arap Tar., s. 157.

100 M. Yaşar Kandemir, “Hind bint Utbe”, DİA, İstanbul 1998, c. XVIII, s. 65.

101 Sarıçam, Hz. Muhammed ve Evrensel Mesajı, s. 40; Apak, Arap Tar., s. 148; Akman, s. 257. 102 Savaş, Hz. Muhammed (s.a.s.) Devrinde Kadın, s. 23.

(25)

15

erkekler gibi köle ve cariye sahibi olabiliyorlardı. Tezimizin konusu olan Ebû Süfyân’ın eşi Hind’in Mekke’de saygın ve özellikle Müslümanlarla mücadelede etkin konumu, Hz. Peygamber’in ilk eşi Hz. Hatice’nin Mekke aristokrasisinin varlıklı bir üyesi olarak ortaya çıkması ve ekonomik aktivitesini sürdürmesi bunun örneklerini teşkil etmektedir.103 Yine bu dönemde Arapların içinden çıkamadıkları konularda görüşlerine başvurdukları kâhinelerin varlığı bilinmektedir. Hz. Muhammed’in dedesi Abdulmuttalib, oğlu Abdullah’ı kurban etmeyi adadıktan sonra vazgeçince bunun diyetini ve zemzem kuyusunun kazılması konusunda Mekkelilerle arasında anlaşmazlık çıkınca bu konuyu bir kadın kâhine danışmıştır. Ayrıca bu dönemde birçok kadın şair ve şarkıcıların varlığından da bahsedilmektedir. Bu şair kadınlar da panayırlarda gerçekleşen yarışmalara katılmışlar, hatta erkekleri bu konuda geçtikleri zamanlar olmuştur. Kâbe’nin İslâm’dan önceki son tamiri sırasında kadınların da erkeklerle beraber çalıştıkları, özellikle Kâbe’nin aydınlatılması konusunda görev aldıkları rivayetler arasındadır. Kuaförlük, ebelik, terzilik, deri tabaklama, ip eğirme, dadılık, sütannelik ve sünnetçilik yine kadınların yaptığı meslekler arasında bulunmaktaydı.104

Bu olumlu örnekleri olmakla beraber kadınların hayatında ki asıl değişimin İslâm”ın gelmesiyle beraber gerçekleştiğinini, Arap Yarımadası’nda kadınların ve cariyelerin statülerinin değiştiğini görmekteyiz. İslâm, Arap toplumunda yerleşmiş dinî anlayış, örf ve âdetlere göre yaşayan kadının sosyal, ekonomik ve hukukî konumunda devrim niteliğinde yenilikler getirmiştir. Hz. Ömer’in; “doğrusu biz câhiliyye devrinde kadınlara önem vermezdik, nihayet Allah İslâm’ın gelişiyle kadınlar hakkında ayetler indirmiş ve birçok hak tanımıştır” sözü, İslâmiyet ile birlikte kadınların hayatında çok şeyin değiştiğini bize göstermektedir.105 Peygamber Efendimiz “cennet annelerinizin

ayakları altındadır”106 buyurarak bu dönemde kadınları yerlerden alıp yüce bir konuma

çıkarmaktadır.107

Ayrıca Kur’an, insan olması bakımından kadını erkekle eşit bir varlık olarak kabul etmiştir. O da erkek gibi topraktan yaratılmıştır. Bu konuda bir ayrım olmamasına rağmen bazı İsrailî kaynaklara dayanılarak farklı söylemler geliştirilmiştir.108 Kur’an-ı

103 İbn Sa’d, c. X, s. 14; Aydın, “Kadın”, DİA, c. XXIV, s. 86; Apak, Arap Tar., s. 146; Rıza Savaş, Hz. Muhammed (s.a.s.) Devrinde Kadın, s. 27.

104 Savaş, Hz. Muhammed (s.a.s.) Devrinde Kadın, s. 25-28. 105 Aydın, “Kadın”, c. XXIV, s. 91.

106 Nesâî, Cihad 6. 107 Hamidullah, s. 151.

(26)

Kerim’deki ayetlere baktığımız zaman Allah insanları daha huzurlu ve mutlu bir hayat sürmeleri için çift yaratmıştır. Nitekim Rabbimiz; “Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten

yaratan ve ondan da eşini yaratan ve ikisinden birçok erkekler ve kadınlar üretip yayan Rabbinizden sakının.”109“Kaynaşmanız için size kendi cinsinizden eşler yaratıp

aranızda sevgi ve merhamet peyda etmesi de onun varlığının delillerindendir. Doğrusu bunda iyi düşünen bir kavim için ibretler vardır.”110 Ayetleriyle bu konuyu anlaşılır

ifadelerle bizlere sunmaktadır. Binaenaleyh insanın yaratılışından bu yana hiçbir bölgede sadece erkeklerin ya da kızların doğduğuna şahit olunmamış, cinsiyet oranı birbirine yakın olmuştur. Bu düzen şans eseri gelmemiş olup; kadınla erkek birbirini tamamlayacak, huzur ve sükünete kavuşturacak şekilde yaratılmıştır.111

Yahudi ve Hristiyan inancındaki asli günah anlayışı İslâm’da bulunmamaktadır. Zira erkek olsun, kadın olsun her doğan kişi günahsız doğarak, sonradan işlediği fiiller sebebiyle sorumlu sayılmaktadır. Öte yandan Yahudilik’te kadının, insan neslinin cennetten çıkarılmasına sebep olan günahkâr varlık olarak görüldüğünden bahsetmiştik. Kur’an-ı Kerim’de ise ilk günah ve cennetten çıkarılma hadisesi şöyle anlatılmaktadır:

“(Allah buyurdu ki) : Ey Adem! Sen ve eşin cennette yerleşip dilediğiniz yerden yeyin. Ancak şu ağaca yaklaşmayın! Sonra zalimlerden olursunuz. Derken şeytan, birbirine kapalı ayıp yerlerini kendilerine göstermek için onlara vesvese verdi ve: Rabbiniz size bu ağacı sırf melek olursunuz veya ebedî kalanlardan olursunuz diye yasakladı, dedi. Ve onlara: Ben gerçekten size öğüt verenlerdenim, diye yemin etti. Böylece onları hile ile aldattı. Ağacın meyvesini tattıklarında ayıp yerleri kendilerine göründü. Ve cennet yapraklarından üzerlerini örtmeye başladılar. Rableri onlara: Ben size o ağacı yasaklamadım mı ve şeytan size apaçık bir düşmandır, demedim mi? diye nidâ etti.” 112 Bu ayetler Hz. Âdem ile Havvâ’nın şeytan tarafından müştereken

kandırıldığından bahsederek kadını bu haksız ve gereksiz ithamlardan kurtarmıştır. Bunun yanında, İslâmiyet’in kadın konusunda yaptığı en büyük yenilik, kadını da erkek gibi bir birey olarak kabul etmiş olmasıdır. Ayrıca haklar, ibâdetler, sorumluluklar ve cezalar gibi birçok konuda kadına yönelik düzenlemeler getirilmiştir. Kadın da tıpkı erkek gibi mükellef sayılmış, yapacağı iyi ya da kötü işlerden sorumlu

109 Nisa, 4/1. 110 Rum, 30/21.

111 Mevdûdî, Ebu’l-Âlâ, Tefhimu’l-Kur’an Kur’an’ın Anlamı ve Tefsiri I-VII, trc. Heyet, 2. bsk., İnsan Yay., İstanbul 1991, c. IV, 293-294.

(27)

17

olacağı belirtilmiştir. Nitekim Allah Teâlâ; “(Resûlüm!) Mümin erkeklere, gözlerini

(harama) dikmemelerini, ırzlarını da korumalarını söyle. Çünkü bu, kendileri için daha temiz bir davranıştır. Şüphesiz Allah, onların yapmakta olduklarından haberdardır. Mümin kadınlara da söyle: Gözlerini (harama bakmaktan) korusunlar; namus ve iffetlerini esirgesinler. Görünen kısımları müstesna olmak üzere, zinetlerini teşhir etmesinler. Başörtülerini, yakalarının üzerine (kadar) örtsünler…” 113 Müslüman

erkekler ve müslüman kadınlar, mümin erkekler ve mümin kadınlar, taata devam eden erkekler ve taata devam eden kadınlar, doğru erkekler ve doğru kadınlar, sabreden erkekler ve sabreden kadınlar, mütevazı erkekler ve mütevazı kadınlar, sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar, ırzlarını koruyan erkekler ve (ırzlarını) koruyan kadınlar, Allah'ı çok zikreden erkekler ve zikreden kadınlar var ya; işte Allah, bunlar için bir mağfiret ve büyük bir mükâfat hazırlamıştır.114 âyetlerinde olduğu gibi daha birçok âyette kadınlara da ayrıca hitap

etmiştir. Üstelik Kur’an’da Nisâ (kadınlar anlamında) ve Meryem Sûresi de kadınların ismi zikredilerek müstakil sure ismi olmuştur.

İslâm her alanda olduğu gibi iktisadi alanda da kadına yer vermiştir. Daha önceleri birçok hakkı sınırlı olan kadın İslâmiyetle birlikte, ekonomik açıdan erkek gibi görülmüştür. Yani kadın ekonomik faaliyetlerde bulunup, kazanç sağlamasına ve birikim yapmasına izin verilmiştir. Bunun yanında ailesinin nafakasını temin etme zorunluluğu kadına yüklenmemiştir. Zengin kadın da zekâtla mükellef sayılmış, statüsü ne olursa olsun hakları korunmuş, aynı zamanda toplumda kendisine özel bir konum kazandırılmıştır. Üstelik kadının ister şahsına, ister malına, isterse şerefine karşı işlenen suçlar erkeğe karşı işlenen suçlar gibi kabul edilmiş; hatta kadına karşı bazı durumlarda pozitif ayrımcılık yapılmıştır.115 Bunlara ilaveten İslâmiyet, kadının miras hakları ile

ilgili de düzenlemeler yapmıştır. Câhiliyye döneminde kadınlar mirastan pay alamazken ya da kabile üyelerinin keyfi uygulamalarına tabi olurken, İslâmiyet ile birlikte; “Ana-babanın ve yakınların bıraktıklarından erkeklere bir pay vardır; ana-“Ana-babanın ve yakınların bıraktıklarından kadınlara da bir pay vardır. Gerek azından, gerek çoğundan belli bir hisse ayrılmıştır116 âyetindeki açık ifadelerle bu sorun çözüme

113 Nûr, 24/30-31. 114 Ahzâb, 33/35.

115 Savaş, “Asrı Saâdet’te Kadın ve Aile Hayatı”, c. IV, s. 230; Savaş, Hz. Muhammed (s.a.s.) Devrinde Kadın, s. 44.

(28)

kavuşturulmuştur. Ancak gerek erkeğin mehir ve nafaka gibi maddi sorumluluklarının oluşu ve kadının bu sorumluluklardan muaf oluşu sebebiyle; erkek mirastan, kadının iki katı pay almaktadır. Bu durum, eşitlik sağlamasa da adalet ve hakkaniyete daha uygundur. Fakat konuya vâkıf olmayan bazı kişiler tarafından bu durum haksızlık olarak değerlendirilmektedir.117 Pakistanlı ilim ve fikir adamı Fazlurrahman’a göre;

kadınlar da artık eğitime, topluma ve ekonomiye katılma hakkını kazanmışlardır ve bu doğrultuda erkeğin kadına ayrıcalıklı olma hali ortadan kalkmıştır. Bu yüzden de, ona göre mirastan eşit pay almaları daha uygundur. Hukuk reformlarının diğer bütün alanlarında kadına eşitlik verilmesi gerektiğini düşünen Fazlurrahman; evlilik, çok eşlilik, boşanma gibi konuların zamanın şartlarına göre yeniden gözden geçirilmesi gerektiğini de düşünmektedir.118 Fazlurrahman’ın farklı bakış açısı bir yana; gelecek

nesillerin emanet edileceği çocukların iyi yetiştirilmesi için kadınların eğitimi hayati önem arz etmektedir.

İnsan hayatındaki önemine binaen Hz. Peygamber döneminde kadınların eğitimine ehemmiyet verilmiş ve onların da cemaate katılmaları teşvik edilmiştir. Hatta Medine döneminde onların rahatça mescide girmelerini sağlamak için özel bir kapı tahsis edilmiş ve sorularını rahatça sorabilmeleri için de onlara ayrı bir gün belirlenmiştir. Bu günlerde bayanlar Hz. Peygamber’e merak ettikleri soruları çekinmeden sormuşlardır. Yine Allah Resulü namaz kıldırırken ağlayan çocuk sesini duyduğu zaman, kadınların durumunu düşünerek uzatmayı düşündüğü kıraati kısaltmıştır. Hatta Hz. Aişe ve Ümmü Seleme’nin kadınlara namaz kıldırdıkları da gelen rivayetler arasındadır.119 İhtiyatla karşılamakla beraber Muhammed Hamidullah’ın

İslâm Peygamberi adlı eserinde geçen şu rivayeti de burada zikretmeyi uygun gördük: Hicretten kısa süre önce yapılan Akâbe Biatı’nda iki hanım bulunmakta idi. Bunlardan Ümm Varaka bint Abdullah b. Hâris; Bedir Savaşı’na hemşire olarak katılmak istemiş, Kur’an’ı tamamen ezberlemiş, zeki ve ileri görüşlü bir hanım olup; Hz. Peygamber bu kadının durumunu fark edince içinde erkeklerin de bulunduğu mahalle mescidine imam olarak tayin ettiği; kendisinin de yanına birkaç kişiyi alarak sık sık bu mescidi ziyaret

117 Savaş, “Asrı Saâdet’te Kadın ve Aile Hayatı”, c, IV, s. 230.

118 Ziba Mir-Hossoini, “Adalet, Eşitlik ve Müslüman Aile Hukuku: Yeni Fikirler Yeni Beklentiler”, Felsefelogos, S. 67, İstanbul 2017, s. 61-67.

(29)

19

ettiği aktarılır.120 Her ne kadar tedbirle yaklaştığımız bir rivayet olsa da, İslâm’ın

kadınlara verdiği değeri göstermesi açısından takdire şayandır.

İslamiyet gelmeden önce kadınların savaşlara katılarak geri hizmetleri yerine getirdiklerinden ve savaşan erkekleri def çalarak, şiirler söyleyerek şevklendirdiklerinden bahsetmiştik. İslamiyet geldikten sonra Hz. Peygamber savaşın farz kılındığı Medine döneminin ilk zamanlarında hiçbir şekilde kadınların savaşa katılmalarına onların asli görevi olmadığı için ve düşmanın kınaması endişesiyle müsaade etmemiştir. Örneğin müşriklerle yapılan ilk savaş olan Bedir Savaşına kadınların çok istemelerine rağmen katılmalarına izin vermemiş ve onların cihatlarının evlerinde çocuklarına bakmak olduğunu söylemiştir. Uhud Savaşı ve sonrasında yapılan savaşlarda ise kadınlar; cepheye su taşıma, yaralıları tedavi etme, ordu için yemek pişirme, savaş meydanında eşyaların gözetimi gibi görevlerde bulunmuşlardır. Sayıları az olmakla beraber savaşlarda fiili olarak çarpışan kadınların olduğu bilinmektedir. Ümmü Umare adlı kadın sahabe Uhud Savaşı sırasında ordunun zor durumda kaldığı zamanlarda fiili olarak çatışmış ve Hz. Muhammed’i (s.a.s.) erkeklerle birlikte korumuştur. Yine Hz. Muhammed’in (s.a.s.) halası Safiye bint Abdülmuttalib savaşlara katılmış ve Hendek Savaşı sırasında bir Yahudi’yi öldürmüştür. Savaşa katılan bu kadınlar ganimetten de paylarına düşeni almışlardır.121

Yine Hz. Muhammed’e vahiy geldikten sonra ilk iman eden eşi Hz. Hatice idi.122

Gerek ilk vahiy sırasındaki Peygamberimiz’e olan tavrı, gerekse sonrasında ona olan desteği bir kadının aslında o dönemde ne kadar değerli ve seçkin bir konumda olduğunu bize göstermektedir. Hz Hatice’nin ardından Resul-ü Ekrem’e daha birçok kadın iman etmiş ve İslâmiyet’in yayılmasında büyük fedâkarlıklar yapmışlardır. Bunlar arasında; Lübabe bint Hâris, Guzeyye, Umm Şerik, Fatıma bint Hattab, Şifa bint Abdullah, Sa’de bint Kurayz, Ümmü Habibe ve Sevde’yi zikredebiliriz.123 Kadınların, İslâmiyeti bu

kadar hızlı kabul etmelerinde psikolojik ve sosyolojik birçok neden bulunmaktadır.124

Bu dönemde Mahzumoğulları’nın azatlı kölesi olan Sümeyye bint Hubbat, eşi ve oğlu ile birlikte Müslüman olmuş; türlü işkencelere maruz kalmışlardı. Allah Resulü onlara sabır tavsiye ediyor ve bunun karşılığının cennet olduğunu bildiriyordu. Bu işkenceler

120 Hamidullah, s. 154; bkz., Savaş, Hz. Muhammed (s.a.s.) Devrinde Kadın, s. 117. 121 Akman, s. 260-266.

122 İbn İshâk, s. 190; Savaş, Hz. Muhammed (s.a.s.) Devrinde Kadın, s. 83.

123 Hamidullah, s. 151-153; Savaş, Hz. Muhammed (s.a.s.) Devrinde Kadın, s. 83, 108. 124 Savaş, “Asrı Saâdet’te Kadın ve Aile Hayatı”, s. 230.

Referanslar

Benzer Belgeler

4 M simgesi ile gösterilen bu açıklamalar, Mustafa Yasin Başçetin’in 2014 yılında hazırladığı Şerh-i Kasâ'id-i Mevlânâ Şevket ve Sistematik Şerh

Soyut kavramların somut unsurlarla verilmesi Sebk-i Hindî şairlerinin şiirlerinde, diğer şairlerin şiirlerindeki kullanım sıklıklarına oranla çok daha fazla olduğu

İkinci bölümde ise Turkuvaz, Ciner, Doğuş ve Doğan Yayın Holding gibi Türk medyasının önde gelen kuruluşlarının küresel ekonomik krizden nasıl etkilendiği

Ülkemizde de sağlık alanında bir çok derginin bu gelișmeyi yakaladığını söyleyebilmekle beraber hemșirelikte süreli yayıncılıkta bu yönde gelișmede (makale

Kadına yönelik şiddet davalarında tedbir kararının uygulanması için, şiddetin gerçekleştiğine dair “delil ve belge” zorunluluğu istemek, belgelenemeyen şiddeti suç

2) Ebenin düflük seviyeli bir rol üst- lendi¤i durumlarda grubun ebeyi birçok defalar küçük düflürdü¤ü görülür. Grup taraf›ndan, 6 maharetsiz ebe, oyuna bafllamadan

Hele “ Hint Elçileri,, nin, böyle etraflı raporları, bir çok' bakımdan alâkalı bulunduğu -, muz, fakat pek az tanıdığımızı o ülkelerde neler görüp