• Sonuç bulunamadı

Ceza:Piyes:3 perde

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Ceza:Piyes:3 perde"

Copied!
82
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

SEDAT SÎMAVİ

Piyes : 3 Perde

Bu piyes 1 9 4 1 - 1 9 4 2 sezonunda oynanmak üzere Şehir Tiyatrosu repertuarına alınmıştır.

(2)

SEDAT

SİMAVİ

Piyes : 3 Perde

Bu piyes 1941 - 1 9 4 2 sezonunda oynanmak üzere İstanbul Şehir Tiyatrosu repertuarına alınmıştır.

(3)

I

E Ş H A S

(Sahneye giriş sırası ile)

S Samiye 2 5 yaşında Ahm et 5 5 » Rauf 3 0 » Faruk 2 6 » Sabiha , 2 4 » Vecihi 2 7 » Doktor Remzi 5 5 » Firdevs 5 0 » Misafirler - davetliler

(4)

Piyesin ilk Temsilinde

Rol alan Şehir Tiyatrosu Sanatkârları

N E Y Y İR E E R T U Ğ R U L Sarniye rolünde H . K E M A L G Ö R M E N Alırııet rolünde A V N İ D iLL İG İL Kauf rolünde S U A V İ T E D Ü Faruk rolünde C A H İD E S O N K U Sahihe rolünde R. K E M A L A R D U M A N Vecibi rolünde H A D İ H U N Dr. Remzi rolünde Ş A Z İ Y E M O R A L Firdevs rolünde

(5)

BÎR NCÎ

PERDE

Erenköyünde, .yaldızlı eski eşyalarla ve çok itin» ile süslenmiş bir köşkün salonu. Solanım dibinde babçeye açılan geniş camekânlı bir kapı. Sağda ve solda kapılar. Duvarlarda kalın yaldızlı çerçeveler içinde eski tablolar. Vitrinlerde fincan koleksiyon­ ları ve muhtelif biblolar. Perde açılınca Samiye ve Ahmet bir münakaşaya devam ediyorlar. Ahmet oturmakta, Samiye ayakta durmaktadır.

S A M ÎY E

Sinirlenmeden, hiddetlenmeden beni dinliyeceğimze

söz veriyorsanız sizinle görüşmeyi kabul ederim...

A H M E T

Bir senedenberi beraber yaşıyoruz... Benim hiç hid­ detlendiğimi gördün m ü ? Her vakayı nekadar acı olursa

olsun, daima soğukkanlılıkla karşıladığımı bilmiyor m u­ sun?

S A M ÎY E

Biliyorum Ahm et b ey... Biliyorum.... S :zin nekadar sabırlı... iyi yürekli.... âlicenap olduğunuzu çok iyi biliyo­ rum....

A H M E T

( E'.lile işaret ed erek ) Rica ederim .... komplimanların

(6)

SAM İYE

Evet... bulunduğumuz vaziyet içinde en küçük bir

takdir kelimesinin nekadar çirkin bir hava yaratacağım an­ lamıyor değilim... Fakat emin olunuz Ahm et bey... size karşı....

A H M E T Rica ederim

S A M İY E Bana inanmıyor musunuz ?

A H M E T

Ben dünyada artık kimseye inanmıyorum... S A M İY E

Halbuki her zaman bana inandığınızı söylerdiniz....

Benim doğru sözlü olduğumu, takdirle yâdederdniz... V e doğruyu sevdiğiniz için de demin, hiddetlenmeden, soğuk­ kanlılıkla görüşmeyi vadetmiştiniz....

A H M E T

(Sinirlendiğini gösterm ek isterniyerek) Lütfen sade­

de avdet ed elim !....

S A M İY E

(Sıkılarak, kendisini zorlıyarak, heyecan içinde s ö ­ züne devam ed er)

Sizinle ne şerait altında evlendiğimi biliyorsunuz....

Öyle değil mi Ahm et b e y? A H M E T

M alûm ... m alum .... Aramızdaki büyük yaş farkına

rağmen mevk im ve servetim gözlerinizi kamaştırdı.... S A M İY E

E vet.... Araya giren kimseler servetinizle gözlerimi

kamaştırdılar... Kavuşacağım refah... bolluk... beni de

(7)

şırttı__ Tereddütlerim bir an için zail oldu.... A H M E T

Pek tabiî bir his.... Terazinin bir gözüne kavuşacağın bollu ja, rahatı koydun,, öbür gözüne de kalbini oturttun....

Fakat öteki taraf ağır çekti, ve kalbin havada kaldı!,..

(E lde çarpılan terazinin işaretini yapar) Öyle değil m i?

S A M İY E

(D algın) Nikâhtaki keramete inanmak istedim. A H M E T

(M üstehzi) Zavallı çocuk... Elektrik asrında keramet

olur m u ?

S A M İY E

E vet.... N :kâhtaki keramete inanmak istedim... ve bü­ tün ümitlerimi ona bağladım .... V e bütün ısrarlar karşısın­ da «evet» demekten başka çare bulamadım...

A H M E T Hata etmişsin!...

S A M lY E

Biliyorsunuz ki, bana talip olmadan evvel, ben am ­ cazadem Rauf ile nişanlanmak üzere idim ... Sizin gib' ağır basan bir parti zuhur edince akan sular durdu.... Bir zaman­

lar bizi birikirimize çak yakıştıran akraba ve dostlarımız

Raufun kusurlarını keşfetmekte zorluk çekmediler.... A H M E T

Zavallı R auf.... Düşenin dostu olm az... S A M lY E

E vet.... Kimisi istikbals'z küçük bir memur olduğunu deri sürdü. Kimisi arasıra içtiği b'r iki bardak birayı vesile ederek ayyaşlığım ispata kalkıştı... Yengemin veremden öl­ düğünü hatırlatarak genç yaşta dul kalacağımı bi’e ima e-9

(8)

denler oldu.... îşte bütün bu hücumlar karşısında uçurum­ dan yuvarlanan küçük bir taş gibi kucağınıza düştüm A h ­

met b ey... (A h m e t başını kaldırm adan dinlemektedir. A h -

m edin sükûtu biraz duraklıyan Sam iyeye cesaret verir)

Sizinle geçirdiğim bir sene zarfında bütün ümitlerimi bağ­

ladığım nikâhtaki keramet kendini göstermedi.... M ev-

kiiniz... servetiniz.... bana temin ettiğiniz geniş refah bende

size karşı bir alâka uyandıramadı.... (B ir m üddet susar, ve

yine A hm edin sükûtundan cesaret alarak devam e d e r...)

Velhâsıl, sizi sevemedim Ahm et b ey.... En son ümidjm

karnımda taşıdığım yavruma bağlı kaldı.... A n a olduktan

sonra, yuvama ısınacağımı, sizi seveceğimi zannettim....

Son aylarımı hep bu ünrtle yaşadm .... Fakat o da boşa çık­ tı.... Hastanede gözlerimi açtığım zaman göğsümde buldu­ ğum yavru babasnın canlı bir portresi idi,... Ne yalan söy- liyeyîm, onu da sizin malınız addettim, ve bütün servetini­ ze karşı olduğu gibi, o maruma karşı da bigâne kaldım ....

A H M E T

(Başım yavaş vavaş kaldırır. Ç ok soğukkanlı) B'tti m i?

Evet.,

S A M İY E

A H M E T

Dem ek, senin için kurduğum yuva, sana temin etmek istediğim refah, saadet, nihayet dünyaya getirdiğin çocuk.. Bunların hiç biri sende bana karşı bir bağlılık uyandırmadı öyle m i?

' S A M İY E Evet....

A H M E T Zavallı Sam iyecik!...

(9)

(H ayret içind e) Naşı! Ahm et bey... Bana kızmadı­

nız m ı? ...

A H M E T Ne münasebet!..

S A M İY E

Halbuki benim bu itiraflarımı dinledikten sonra bana kızacağınızı, benden nefret edeceğinizi zannediyordum!..

A H M E T

Hayır yavrum.... Sana kızmıyorum.... Burada kzıla- cak ve nefret edilecek bir insan varsa o da herhalde sen değilsin!... Kızılacak ve nefret edilecek adam , hayatta bu- kadar tecrübesine rağmen genç bir kıza saadet temin et­ mek hülyasına kapılmış olan zavallıdır.

S A M İY E Çok muztarip misiniz Ahm et b e y?

A H M E T

Muztarip olmıya da hakkım yok yavrum... Çünkü

bu felâketi kendim hazırladım... Bir otomobil gibi, bir köşk gibi, kıymetli bir eşya gibi, bir genç kız sevgisinin de para ile satın alınabileceğini zannettim...,

S A M İY E

Sizi nekadar teselli etmek isterdim... A H M E T

Ne tesellisi!... Teselliye de ihtiyacım yok .... Ben tüc­ car adam ım .... Hayatta iflâsın ne demek olduğunu çok iyi bilirim.... Ticaret hayatında zarar, kârın ortağıdır. Bundan sekiz sene evvel bir defa iflâs etmiştim.... O zaman, altım­ daki otomobilime varıncıya kadar nem varsa elimden al­ mışlardı.... Bu... ikinci iflâsım oluyor.... Fakat bu iflâs, bir

kurşun yarasını çok andırıyor.... (K a lk a r) Sen hiç kurşun

11

(10)

yedin m i? (Sam iye bu sual karşısında ürker, geri çekilir. \hmet Samiyeyi bileğinden yakalar) Kurşun yarasının ne dem ek olduğunu blimiyorsun öyle m i? Sana kurşun yara­

sının ne olduğunu şimdi anlatacağım... (Sam iyeyi bileğin­

den çeker, duvardaki bir resime yaklaştırır. Samiye k ork ­ m aktadır) B ak.... Şu resime iyi bak.... Şu kalpaklıyı tanı­

dın m ı? İşte o benim .... Şu önde oturan bizim yüzbaşımız- d ı.... Ötekiler de hep silâh arkadaşları... Nuri Aksaray...

Mehmet A li Sarıyer... (Birer birer gösterir) Mülâzün Nu­

ri Üsküdar.... Allah rahmet eylesin ne kahraman çocuktu...

(R esim den ayrılır, Samiyenin bileğini bırakır) Rumelide

eşkıya peşinde çarpıştığımız sene idi... O gün... Akşam a

kadar dağlarda vuruşmuş, güneşle beraber çadırlarımıza

çekilmiştik.... Biraz arkada, tamdık bir yüzbaşının vuruldu­ ğunu söylediler.... Dayanamadım çadırdan fırladım, ve ka­ ranlıkta yüzbaşının vurulduğu tarafa koştum. O esnada, sol böğrümün altında, kalbimin hizasında bir sıcaklık his­ settim.... Nasıl tarif edeyim ... Sanki içime bir ılık su akıt­ mışlar.... Yanımdaki arkadaşa bu hali anlattım... Yüzü bir iuhaf oldu. «Yaralanmışsın» dedi, inanmadım. Yaralan- sam hiç acı duymaz mıyım ? dedim. Cevap vermedi ve be­ ni pansıman çadırına götürdü. Orada beni soydular. G ö m ­ leklerimden sızan kam görünce ben de yaralanmış olduğu­ ma inandım.... Fakat yaram yine ağrımıyordu.... Aradan bir müddet geçtikten sonra sancılar başladı.... Am an ya-

rabbi, ne ağrıyordu.... Ne acıyordu.... (Sam iyenin yanın­

dan uzaklaşır, gelir, kanapeye oturur, ıztırap içindedir.)

Bereket versin, kurşun kalp nahiyesini sıyırmış, daha aşağı­ ya saplanmıştı... Meğer, biraz evvel hissettiğim ılık rehavet sıcak kurşunun tesirinden ileri geliyormuş... Yaram soğu­

yunca ız tır abım tahammül edilmez bir hal aldı... Sanki

içerden gizli bir el, sivri uçlu bir bıçakla yaramın içinde

oynuyordu.... (B ir m üddet susar)... Sen, yirmi beş sene

evvel karanlıktaki pususunda beni yaralıyan düşmandan

(11)

daha iyi nişan aldın. Ben,i tam kalbimden vurdun. (Y aralı gibi kanapenin kenarında kıvranır) İlk kurşunun yarası gi­

bi acısını yavaş yavaş hissetmiye başlıyorum... (Sam iye

şaşkın bir vaziyettedir).

S A M İY E

Ahm et bey... Sizi çok metin zannediyordum... A H M E T

(K endini toplıyarak) Kusura bakma yavrum... A h .. (A cısın ı yenm ek istiyen bir azim le) Sarsmtı birdenbire oldu.... Şimdi seni dinliyorum... Bana her zaman olduğu gibi açıkça söyle.... Bu vaziyet karşısında ne yapmamı isti­ yorsun? Sana nasıl faydalı olabilirim?

S A M İY E

Sizden yardım beklemiyorum Ahm et bey... A H M E T

Yardandan bahseden y o k .... Biliyorsun! ki, bu yuvayı senin için kurdum... Bu kıymetli eşyaları, bu güzel döşe­ meleri, gümüş sofra takımlarını hep senm için aldım. Tek başna yaşamıya alışmış ihtiyar bir bekârın bunların hiç bi­

rine ihtiyacı y o k !... N

S A M İY E

Istemiyerek sizi bir sürü masrafa sokmuşum!. A H M E T

Para meselesi mevzuubahs değil yavrum... Şunu d e­ mek istiyorum ki, ben, bu komacan barhanede tamamen yabancı bir misafir gibiyim. Bunların hiç birine ihtiyacım y ok ... Demin sana ilk iflâsımdan bahsetmiştim. O zaman da böyle kurulu bir evim vardı. Şirin, güzel bir bekâr evi. Bundan daha küçüktü. Bukadar çok eşyam da ybktu. Fa­ kat bunun kadar sevimli idi.... iflâs, ettiğim zaman, haraç mezat bütün mallarımı sattılar. Alnıhın teri ile, yavaş ya­

(12)

vaş, birer birer sekiz senede kurduğum o yuvadan ayrıl­ mak bana çok güç geldi. O gece sığındığım otel odasında sabahlara kadar çocuk gibi ağladım .... Binbir hatıra ile d o­ lu küçük evimin her köşesi ilk gençliğimin hayalleri ile yo- ğurulmuştu... O acıyı haftalarca, aylarca unutamadım...

S A M ÎY E

Zam an, insana her şeyi unutturur Ahm et bey... A H M E T

(D inlem iyerek devam e d e r) Talih bana tekrar gül­

düğü zaman, bu ikinci yuvayı kurdum. Fakat bunu kendim

'Çİn değil, senin için kurdum. Bunu süslemek, güzelleştir­ mek güç olm adı... Öbürüsü gibi yavaş yavaş, birer birer yuvasına çalı çırpı taşıyan kuş gibi kurmadım. Bütün bu gördüklerini, bu tabloları, bu aynaları, bu antikaları bir kaç telefon emri ile meydana getirdim.

S A M İY E

Beni de buraya bir telefon emri ile getirdiğinizi mi ima etmek istiyorsunuz? Çekinmeyin Ahm et b ey... D o ğ ­ rusunu söyleyin... Telefon emri ile değilse bile sinek kâğı­ dı ile yakaladığınızı iddia edebilirsiniz...

A H M E T

Evet, öyle yakahyacağımı zannettim... Fakat hata et­ m işim !... İşten baş kaldırıp da hayata gözlerimi çevirdiğim zaman, kendimi olgun, tecrübeli bir insan zannediyordum.

Hele gönül meselelerinde nekadar tecrübesiz, bceriksiz,

toy bir mahlûk olduğumu şimdi anlıyorum... S A M İY E

Yanlış hesap Bağdattan döner derler Ahm et b ey.... Zararın neresinden dönseniz kârdır.

A H M E T

Bunu bana mı öğreteceksin yavrum... Burada bir mi-1 4

(13)

safirden farkım oimadığım sana demin söylemiştim... Ben şimdi bu mükellef köşke tesadüfen uğramış bir yolcu gibi­ y im .... Burasını terkederken zerre kadar müteessir olmıya- cağım .... Tıpkı iflâs eden tüccar gibi yapacağım... Plânço- mu zararla kapadıktan sonra başka bir defter açacağım.

S A M İY E

Meğer sizde şairlik de varmış Ahm et b ey... Ne güze! teşbihler yapıyorsunuz... Siz bir edip olmalıydınız...

A H M E T

İlâhi Samiyec k. Edebiyat yapmanın sıvası m ı?/ ;Bu yuvayı senin için kurduğumu söyledim. Şu halde burasını tamamen sana terkederek çekilmek benim için pek kolay olacak...

S A M İY E

Bu yuvayı benim için kurmuş olabilirsiniz Ahm et

b ey... Fakat sizin hiç bir lûtfunuza ihtiyacım olmadığını da unutmayınız..

A H M E T

Lûtuftan bahseden yok yavrum! Bütün bu eşyaların senin olmadığını iddia edecek değils’n a....

S A M İY E

Nezaketinize teşekkür ederim Ahm et b ey... Fakat ben buradan bir tek hatıranızı götürmeden ayrılmıya karar ver­

miş bulunuyorum. Hattâ bana hediye ettiğiniz elmaslara

varıncıya kadar buradan bir çöp çıkmıyacaktır. A H M E T

Öyle şey olur m u? Burada her şey sana aittir... Senin öz malındır...

S A M İY E

Ne tuhaf düşünüyorsunuz Ahm et bey... Müşterek m a­ lımız olan yavrumu bile size terkettiğim halde benim bu­

(14)

radan bir şey götüreceğimi nasıl tasavvur edebiliyorsunuz? A H M E T

Çocukluk ediyorsun.... Tamamen sahibi bulunduğun

bütün bu eşyaları, elmasları öyle ceffelkalem reddetmiye hakkın yoktur.... Bu çocukça 'ddiayı bir daha tekrarlama!..

S A M İY E

Hayır Ahm et b ey... Çamaşır ve elbiselerimden maada evinizden hiç bir eşya götürmiyeceğim. Kendime kuraca­ ğım hayat belki çok mütevazi olacak, belki zaruret içinde yaşıyacağım, fakat herhalde bir tek odada hayatımı geçir- miye mahkûm olsam bile kimseye medyun kalmıyacağım.. Buna mukabil içim sevgi ile dolu bulunacak!..

A H M E T

Dem ek, ortada şimdiden peylenmiş bir sevgi var... S A M İY E

Ne m ünasebet!... Sizi şerefim ile temin ediyorum k :, ortada peylenmiş henüz hiç bir şey yoktur...

A H M E T

Ne bileyim... .İçini dolduracak olan bir sevgiden bah­ settin d e ....

S A M İY E

E vet.... Hakkınız var.... Fakat ben'm bahsetmek iste­ diğim sevgi tasavvur etmek istediğinizden bambaşka bir sevgdir... Hayat sevgisi.... Hür ve msütakil yaşamak sev­ gisi. Anlıyor musunuz?

A H M E T

Anlıyorum ... anlıyorum.... Ne güzel, ne tatlı bir rü­ ya.... Senin mesut olmam cidden arzu ediyorum yavrum... Çünkü buna lâyıksın!... Fakat çocukça iddiaları bir tarafa bırak... Sana ait olan eşyaları reddetmiye hakkın yoktur.

(15)

S A M ÎY E

Hayır A h m et b ey... Zahmet etmeyiniz... Kararımı

değiştiremezsiniz...

A H M E T

Hakkın yoktur diyorum... Çünkü....

Ç ünkü?...

S A M lY E ı

A H M E T ,

Çünkü bu kararını Raufa danışmadan vermiş bulu-nuyorsun!

S A M lY E

(H id d e t ve nefretle) Ahm et b e y !...

A H M E T

Senin malın biraz da ona aittir... Onun da bu mal ü- zerinde tasarruf hakkı vardır...

S A M ÎY E

Ahm et bey... ileri gidiyorsunuz.... Rauf ile aramızda hiç bir münasebet yoktur. Ben bu müvazenesiz hayata bir son vermek için sizden ayrılmak istiyorum... Raufu ne ka­ rıştırıyorsunuz ? On,u nereden çıkarıyorsunuz ?

A c a y ip !...

A H M E T

S A M lY E

Ahm et bey... Siz benim şerefim ve namusum ile oy­ nuyorsunuz.... Bu hakkı s'ze veremem !

A H M E T

(Ç o k soğukkanlı) Bu söylediklerini Rauf duysaydı

herhalde o da gülerdi... (K endini zorlıyarak gü ler).

S A M İY E

Ahm et bey... Onun ismin’ bir daha tekrarlamayınız...

(16)

Çünkü onunla hiç bir alâkam yoktur., anlıyor musunuz? A H M E T

(A la y c ı) Tuhaf şey... Sahih mi söylüyorsun?

S A M İY E

Sahih söylüyorum... inanmıyor musunuz?.. A H M E T

İnanmasına inanmak istiyorum am a... Ne bileyim

ben... Bu sabahtanberi seninki bahçe parmaklığının arka­ sında dolaşıp duruyor...

S A M İY E

(B ozu lm u ş) Ne münasebet... Size öyle görünmüş o-

lacak...

A H M E T

Bana öyle görünmemek için siyah gözlükler takmış am a... ne de olsa yürüyüşünü değiştirememiş. Deminden-

beri balkonda onu seyrediyordum... (Sam iye bitkin bir

haldedir... A h m et müstehzi devam e d e r) Hani şu bi­ zim yassı dürbün yok m u ? Onu pancurun arasına sıkıştır­ dım, adamakıllı gelişini gidişini seyrettim. Bir aralık yoldan uzaklaştı, karşıki bostancının kulübesinin arkasına gitti... Cebinden çıkardğı bir dürbünle o da epey müddet bura­ sını seyretti.... Bir işaret görmemiş olacak ki, ters geri dön­

dü, yine yolun kenarını tuttu.... (Sam iye kanapeye düş­

müş, perişan bir halde ağlam aktadır.) Y o k ... fena çocuk

değil.... H em yakışıklı, hem kibar... Hoşuma gidiyor d o ğ ­

rusu... (Sam iye hıçkırır) Ne o ? Çocuk gibi ağlamasana..

Bunlar olağan şeylerdir yavrum... Gönül ferman tanımaz.. Beni sevmemişsin de onu sevmişsin... Bundan ne çıkar? Kaydi hayat şartile bana bağlı değilsin a .... Bak, ben ağlı­ yor m u yu m ?... Hem şimdi gel’rse seni ağlamış görmesin.. Genç âşıklar çok kıskanç olurlar... Buluttan nem kaparlar.

(17)

Bir zamanlar ben de gençtim., başımdan geçtiği için bilirim. Hele benimle ayrılırken ağladığmn farkına varırsa gün­ lerce başının etini yer.... Dırdırından kurtulamazsın!..

S A M lY E

(A ğlam ak ta olduğu kanapeden başını kaldırarak)

Ahm et bey., artık yeter...

A H M E T

İşte bu güzel... Dem ek bana artık söz söylemek hak­ kım da vermiyorsun., öyle m i?

S A M lY E

(A ğlıyarak) Ahm et b ey... Allah aşkına olsun artık

bana acıyınız.... Sizin hiç merhametiniz yok m u ? ... A H M E T

(C id d î) Merhametim olm asa... H em artık eski he­

saplan karıştırmakta ne mâna var? Defteri kaparız olur

biter... (Saatine bakar) O ... A z kalsın vapuru kaçıracak­

tım .... Ben Istanbula iniyorum... Akşam a kadar evi top­ lamak için bol bol vaktin var...

S A M lY E

Ne münasebet... Buradan bir çöp bile çıkarmıyaca- ğımı size söyledim...

A H M E T

( D.inlemiyerek devam ecier) O , beceriklidir... T e­

lefonla işi halleder... Hem kaç arabalık eşya var ki.... Y a l­ nız dikkat et... vitrinlerdeki fincan kolleksiyonunu harap etmesinler.... Her birini ayrı ayrı kâğıda sardır... kutulara kendi elinle yerleştir....

S A M lY E

(Y a lv arır) Ahm et bey...

A H M E T

(D e v a m la ) H a .... Asıl mühim meseleyi unutuyor-1 9

(18)

d um .... Benim dava vekilim vok namuslu ve dürüst bir a - dam dır.... Bütün formaliteleri mümkün olan süratle yapar. Sizin taraf için de bir avukat bulur... İş sürüncemede kal­

m a z.... (S am iyeye yaklaşır, nemli gözlerini ona gösterm e-

m.ek için başını başka tarafa çevirir, ve saçlarını okşar)

A llaha ısmarladık yavrum .... (K ap ıya doğru hızla yürür,

od ad an çık a r).

Odada yalnız kalan Samiye bir müddet vaziyetini bozmaz. Sonra, aklına bir şey gelmiş gibi derhal oturduğu yerden kalkar, aynaya gider, yüzünü dü­ zeltir, dudaklarını boyar, yapacağını şaşırmış ola­ rak kapıya gider, döner, sonra başka bir kapıya gider, tereddüt ederek durur. Bu esnada Rauf bah­ çe kapısından girer. Gözünde siyah gözlükler var­ dır. Sahneye girince siyah gözlüklerini çıkarır. Ra­ uf otuz yaşlarında, biraz külhanbey tavırlı ve ol­ dukça kurnaz bir tiptir.

S A M İY E

(T e lâ şla ) A m an Rauf... nasıl geldin?

R A U F Basbaya geldim ...

S A M İY E Y a seni gördü ise?

R A U F

Okadar sersem m iyim ? Uzaklaştığım görür görmez

bahçe kapısından daldım.

S A M İY E

(Y in e telâşlı) Y a geri dönerse?

R A U F

işte onu yapamaz... Y oldan geçen boş bir taksiye at­ ladı, rüzgâr gibi uçtu gitti... (R a u f yavaş yavaş salonun ön

(19)

plânına yaklaşır, Sam iyeye dikkatle bakar, gözlerinin kı­ zarmış olduğunun farkına varır.) Ben malımı nasıl bilirim!.

S A M ÎY E

(H a yretle) Ne var? Ne olm uş?

R A U F

Ne o lacak ?... Bu gözlerinin hali n e ? .. S A M lY E

(A y n a y a gider, yalandan bakınır) Gözlerimde ne

var?

R A U F

Daha ne olacak? Ağlam ışsın!.. Elbette ağhyacaksın.. ilk göz ağrın!..

S A M lY E Rauf, beni kırıyorsun!..

R A U F

Halbuki ben, güler yüzle karşılanacağımı zannedi­

yordum...

S A M lY E

(K en din i zorlıyarak, neşeli görünm ek istiyerek) Bak,

nekadar neşeliyim?..

R A U F

Gören Allah için söylesin!.. Neden ağladın?

Hiç!,

S A M ÎY E

R A U F

Nasıl hiç.... Dem ek ihtiyarı seviyordun!... S A M lY E

Ne m ünasebet!... Aşkımızın üzerine yemin ediyo­

rum k i....

(20)

R A U F

O halde neden ağladın? Doğru söyle!.. S A M İY E

Her şeyi nekadar basit görüyorsun? Bugün o mesele­ yi Ahm et beye açacağımı biliyordun. Zemini nekadar müş­ külâtla hazırladığımı, münakaşayı nekadar zorlukla idare etmek Iâzımgeldiğini hiç düşünmeden ortaya bir kıskanç­ lık meselesi atıyorsun. Eğer ona karşı zerre kadar muhab­ betim olsaydı, her şeyi bırakıp içinde bulunduğum bu ge­ niş hayata bir tekme atarak istikbalimi seninle birleştirmek için çalışır m ıydım ?

R A U F İhtiyar vaziyeti nasıl karşıladı?

S A M lY E

Tahminim hilâfına hidde£ göstermedi.. R A U F

Y a k .... bir de kızacaktı... S A M lY E

Y o k , öyle söyleme R auf... Kızabilridi, ve kızmıya da hakkı vardı... Onun yerine kendini koy, ve öyle muhake­ me yürüt!..

R A U F

Şimdi de onu müdafaaya mı kalkıyorsun? S A M lY E

Rauf, ne tuhaf şeyler söylüyorsun? R A U F

Demek vaziyeti olduğu gibi kabul etti! S A M lY E

' Ahm et bey doğrusu çok makul adam ... Evvelâ ses çıkarmadan beni dinledi... Ben söyliyeceklerimi söyledik­

(21)

ten sonra biraz bozulur gibi oldu.... Beni kalbimden vur­ dun d edi....

R A U F O da numarası!...

S A M İY E

Her neyse.... Sonra kendisini topladı, vaziyeti oldu­ ğu gibi kabul edeceğini söyledi....

R A U F

Kabul etmiyecekti de ne yapacaktı? Neyse, daha ne söyledi?

S A M İY E

Hayatta bunun ikinci iflâsı olduğunu söyledi.... Fa­ kat benim saadetimi arzu ettiği için bu defterini de zararla kapadığını ve başka bir defter açacağını ilâve etti.

R A U F

G eç.... bunlar hep esnaf ağzı.... Daha bir şey söyle­ medi m i?

S A M İY E

Sonra dedi ki: Bu yuvayı senin için kurdum. Burada­ ki eşyaları, yerdeki haklardan, duvardaki tablolardan, gü­

müş takımlarına varm aya kadar hep senin için aldım ....

Bu mallar şenindir, dedi. R A U F

Tıpkı benim tahminim gibi çıktı.... buna memnun

oldum .... Aşkolsun ihtiyara.... Tok gözlü imiş... kibar tara­ fı da varmış...

S A M İY E

T ok gözlülüğüne tok gözüi am a... benim onun malı­ na ihtiyacım y o k !...

(22)

R A U F Okadar zengin misin?

S A M İY E

Zengin değilim... fakat onun hatırasını taşıyan hiç bir şeye ihtiyacım yok ... Bana senin sevgin kâfi...

R A U F

O , tabiî... şüphesiz.... Fakat fazla mal göz mü çıkarır? S A M İY E

G öz çıkarmaz am a... malı da kendisinin olsun, eşyası d a .... Bizim kuracağımız yuva yalnız kendi hatıralarımızla

dolu olacak. Belki böyle yumuşak tüylü halılar üzerinde

gezmiyeceğiz, belki gümüş takımlarla yemek yemiyeceğiz.. kaloriferli odalarda yaşamıyacağız.... Fakat kalbimizni sı­

caklığı bize maddî konforu hiç aratmıyacak... Değil mi

R auf?

R A U F

Ona şüphe mi v a r ?.. M aamafi bu güzel eşyalara da

diyecek y o k !.. (Etrafındaki eşyalara gıpta ile göz gezdirir)

S A M İY E

Bizim yuvamız bizim gibi sade, temiz ve basit ola­ cak...

R A U F

Yuvamızın basit ve temiz olması için de bu eşyaları tavan arasına tıkacak değiliz a...

S A M İY E

Onun eşyaları tavan arasına tıkılsalar dahi beni ta­ ciz ederler....

R A U F

Orası da doğru y a.... Öyle ise iyi bir müşteri bulup

satarız. Zaten onun malında kimin gözü var ki.... A m a kor­ karını, reddetmiş olmıyasın?

(23)

S A M İ Y E

Giderken dedi ki: Ben İstanbula iniyorum, akşama kadar eşyaları toplamak için bol bol vaktin var...

R A U F Şu halde biraz acele etmeliyiz....

S A M ÎY E

H ayır.... Bol vaktimiz var.... Bu evden bir çöp bile götürmiyeceğim...

R A U F Evet am a...

S A M ÎY E

Onu hatırlatacak hiç bir şey götürmemiye karar ver­ dim. Çocuğumu bile ona bıraktıktan sonra eşyasını mı a- lacağım ?...

R A U F

(S u n î) V akıa... doğru düşünüyorsun.... Ben de onun

hatırasını aramızda yaşatmak taraftarı değilim .... Fakat

mademki bütün eşyaları sana vermiş bulunuyor, bence bir çöpünü bile burda bırakmak doğru değil...

S A M ÎY E

Hayır Rauf, bir çöpünü bile buradan çıkarmıyacağız. R A U F

Bence, yeni kuracağımız yuvaya bu eşyaları götürme­ liyiz.... Kuru tahtada oturacak değiliz a ....

S A M ÎY E

îlk zamanlarda belki kuru tahtada oturacağız... fakat zamanla, yavaş yavaş her şeyimizi tamamlıyacağız... Sen gençsin ve çalışkansın., ben de sabırlı ve kanaatkarım.... ilk zamanlar biraz zorluk çeksek bile....

R A U F

Anlaşıldı... anlaşıldı.... Sen ihtiyarın sana verdiği

(24)

maşlara güveniyorsun am a... yavrum hazır paraya bir şey

dayanmaz. Onları satıp satıp kendimize ev kuracaksak

yan d ık !....

S A M IY E

Rauf, sen nekadar m addî düşünüyorsun? Ben elmas­ larıma da güvenmiyorum...

R A U F

H ayır.... Sen onlara güveniyorsun.... Çünkü onları

sata sata bitiremiyeceğimizi zannediyorsun. Vakıa güzel

parçaların yok değil.... Hani o tek taş pırlanta yüzüğün

yok m u ? .. Onun gibi lekesiz taş şimdi zor bulunur... Pır­ lanta broşun da fena değil.... o da epeyce eder... inci kol­ yene okadar bel bağlam a.... inci meselesi biraz da renk meselesidir. Onlar sarımtrak olacağı yerde beyaz olsalardı kaydı hayat şartile tekaüdiyemizi temin etmiş olurduk!..

S A M IY E

Sana elmaslarıma da güvenmiyorum, dedim ...

Çünkü ?... Çünkü onları da Ra u f S A M IY E terkediyorum!... R A U F

(H iddetin i zorlukla yener) işte bu m ükem m el!... A -

yol, sen çıldırdın m ı?

S A M IY E

Sevgimizin uğuruna bütün bu serveti terkettiğimden dolayı beni tebrik edeceğin yerde hiddet gösteriyorsun!..

R A U F

(K endisini toplar, yumuşar) Hiddet göstermiyorum

a m a .... Yaptıklarının doğru olmadığını söylüyorum... S A M IY E

Rauf, sen benim yabancım değilsin! Beni çok iyi an­ 2 6

(25)

laman lâzım geldiği halde anlamıyorsun, yahut anlamak istemiyorsun. Bana ait olan bütün bu kıymetleri terkeder- ken yalnız kendi saadetimizi düşünüyorum. Maziyi tama­ men unutmak, silmek için başka çaremiz var m ı? Sevgimi­ zin ufkunda hiç bir yabancı hatıranın gölgesi bulunmamalı. Başımızı etrafa çevirdiğimiz zaman bize yabancı olan hiç bir şey görmemeliyiz. Her taraf, her köşe kendi mevcudi­ yetimizle dolu olm alı...

R A U F

Evet... hakkın, var.... amenna, ama tamtakır bir evde yeni hatıralar aramaktan ise eldeki mevcuttan istifade et­ mek daha doğru olmaz m ı?

S A M İY E

Yani ne demek istiyorsun?.. Yeni kuracağımız yuva­ yı buradaki eşyalarla mı dolduralım demek istiyorsun?

R A U F Ö yle ya.... Ne çıkar?

S A M lY E

Ne mi çıkar?... Bizim sevgimizin buradan götürece­ ğimiz yaldızlı dekorlara mı ihtiyacı var?

R A U F

(Sunî, ve m ütemadiyen artmakta olan asabiyetini yenm iye çalışarak) Sevgimizi mevzuubahs edince akan su­

lar durur... Fakat mademki bukadar ısrar ediyorsun, bu eşyaların bir kısmını, yani bize en lüzumlu olanlarım ala­ lım .... Meselâ yatak odasından, salondan bazı parçalar a-

yıralım. Yem ek odasının eşyasına ihtiyacımız y o k .... Biz

nasıl olsa bir şey uydururuz.... Fakat gümüş sofra takım­ larını behemehal almalıyız....

S A M lY E

Bunların hiç birine ihtiyacımız yok .... Bunları

(26)

cağız.... Hele gümüş sofra takımları ile kimlere ziyafet ve­ receğiz?...

R A U F

Y ah u ... gümüş bu... her zaman para eder.... S A M İY E

Hayır Rauf, bizim gümüşe de ihtiyacımız yok. İlk

zamanlar belki biraz sıkıntı çekeceğiz., ihtimal ilk akşam, boş bir gaz sandığının kenarına karşılıklı oturacağız... ve çatalımız olmadığı için elimizle yiyeceğiz...

R A U F

O h !., küçük hanım meğer ne şairane sahneler tasav­ vur etmiş de bizim haberimiz yokm uş!...

S A M İY E

Tasavvur et Rauf, yokluk içinde ne büyük bir var­ lık.... Sen ve ben.... İçi ateşle, sevgi l e dolu iki varlık!... İtiraf et, düşündükçe için ürpermiyor m u ?

R A U F

(K endini çok zorhyarak) Ürpermesine ürperiyor a-

m a ,... bana kalırsa sen simdi küçük bir buhran geçiriyor­ sun!....

S A M İY E

Rauf, ben buhran geçirmiyorum.... Senin ile başbaşa verdiğimiz kararlan tatbik ediyorum ....

R A U F Evet am a....

S A M İY E

Ahm et beye her şeyi açıkça söyliyerek ondan ayrıla­ cağımı sana vadettiğim zaman bana ne dedin?

2 8

R A U F

(27)

S A M İY E

Onun bana temin ettiği sevgisiz refaha mukabil bana sevgi ve aşkla dolu mütevazi bir yuva kuracağım vadet- medin mi ?

R A U F Evet am a....

S A M İY E

Onun servetine ihtiyacın mı var? Benim sana kura­ cağım yuva bir saadet yuvası olacaktır demedin m i? ..

R A U F

Yavrum , dedim ... dedim ... dedim ... hepsini dedim ... Söylediklerimin hiç birini inkâr etmiyorum. Fakat şimdi vaziyet biraz başkalaştı... Mademki ihtiyar bütün eşyala­ rını kapı kapamaca sana terkediyor, bundan istifade et­ memiz lâzım gelmez m :?

S A M İY E

Hayır R auf.... Bana aşıladığın saf ve temiz saadet

hülyalarına sadık kalacağım.... Geçen mehtapta, seninle ilk buluştuğumuz zaman kulağıma fısıldadığın o güze! söz­ ler beni altüst etti.... Dünyayı, insanları başka türlü gör- miye başladım. Benim hiç bir şeye ihtiyacım yok ... Benim yalnız senin sevgine ihtiyacım var....

R A U F

(Y a v a ş ) Yoksuzluk içinde sevgiye de pek aklım er­

miyor am a....

S A M İY E

Göreceksin Rauf... ne kadar mesut olacağız.... Hayat bize gülecek... biz hayata güleceğiz... Bütün benliğimizle...

bütün varlığımızla yaşıyacağız.... Herkes bizi parmakla

gösterecek.... İşte diyecekler... dünyanın en mesut sevgi­ lileri....

(28)

R A U F

İleride bizi parmakla göstereceklerine şüphe etmiyo­

rum am a... şimdi düşünmeden karar verdiğini zannedi­

yorum ...

S A M İY E

(K en d i hülyasında) Göreceksin diyorum Rauf, dün­

ya bize gıpta ile bakacak!... R A U F

Samiye, çocukluk etme, iyi düşün!... S A M İY E

Neyi düşünecekmişim.... Ben kararımı çoktan ver­

d im .... Seni ebediyete kadar takip edeceğim... R A U F

Onu söylemiyorum... canım... bu eşyaları.... S A M İY E

Hayır, hiç bir şey götürmiyeceğiz.... R A U F

Hiç olmazsa elmaslarını!... S A M İY E Onlar da burada kalacak...

R A U F Sonra pişman olacaksın!...

S A M lY E

Sefaletten öleceğimi bilsem, senin dizinin dibinden

ayrılmıyacağım!....

R A U F

Samiye... düşün.... taşın... Son pişmanlık para etm ez!. S A M lY E

(K ollarım açar, Raufa doğru yürür) Rauf, bütün

(29)

mevcudiyetimle şeninim senin malınım, beni böyle alıp götüreceksin!..

R A U F

(B ir m üddet düşünür, Samiyenin inadını yenem iyece- ğini anladığı için birdenbire tavrını değiştirir.) Ö yle ise burada işimi? kalmadı..

S A M ÎY E

işte ben de senden bu kararı bekliyordum R auf....

Ben şimdi gideyim, bir bavula çamaşırlarımı yerleştireyim, elbiselerimi toplıyayım.... O n dakikaya kadar buradayım.

R A U F

M ademki buradan bir çöp bile çıkarmamıya karar

verdin, mademki elmaslarım bile terkediyorsun, elbise ve çamaşırlarını da burada bırakabilirsin!...

S A M İY E

(B ir m üddet m ütereddit düşünür) Mademki öyle ar­

zu ediyorsun, onlara da ihtiyacım yok ... Peki... senin d e­ diğin olsun... Onlar da burada kalsın.... Bana öyle ise iki dakika müsaade et...

R A U F

Hayır, bu halinle, böyle olduğun gibi bu evi terkede- ceksin!...

S A M İY E

Peki.... Öyle ise üstüme bir şey alayıh. (Dışarı çık ­

mak ister).

R A U F

Hayır diyorum.... bir şey almıyacaksın... Seni oldu­ ğun gibi götüreceğim...

S A M İY E

Olur Rauf, sen nasıl istersen öyle yapacağım .... Bana

(30)

* R A U F

(K a tı) O lm az....

S A M İY E İki dakikacık Rauf....

R A U F Ne yapacaksın?

S A M İY E H iç.... Yukarı çıkıp ineceğim...

R A U F

Ne yapacaksın diyorum... dtfğıu söyle.... S A M İY E

Çocuğumu öpüp ineceğim... R A U F Ona da lüzum y o k !..

S A M İY E

Rauf, müsaade et, n,e olursun?.. Bir dakika.. R A U F

Hayır... yürü....

S A M İY E

Senden çok rica ediyorum Rauf.... M ademki bu eve bir daha ayak basmıyacağım... onu uykusunda olsun bir defacık öpeyim.

R A U F

(K a tî) Hayır! dedim ....

S A M İY E

Ayaklarının altını öpeyim Rauf... müsaade et.... Y a v ­ rumu son defa öpmeden beni buradan çıkarma.... Y

alva-32

(31)

R A U F

O da mı şimdi kıymetli o ld u ? ... Hayır d ed im !., yü­ rü ....,

rıyorum sana.... Rauf, müsaade et!...

(K olu n d an tutar, sürükler gibi odadan çıkarmak ister, Perde in e r).

(32)

İKİNCİ PERDE

Yirmi beş sene sonra

Beyazıt civarında bir talebe pansiyonu odası. 26 yaşlarında bir genç olan Faruk ıslık çalarak ayna­ da traş olmaktadır. Bir müddet Farukun ıslık sesi devam eder. Kapı vurulur, ve cevap beklemeden o- daya Sabiha girer. Sabiha, neşeli, hoppa, genç bir Üniversitelidir. Üzerinde yarım spor bir elbise, ko­ lunda bir evrak çantası ve başında bir bere vardır.

S A B İ H A A y o l, bu ne hal?

F A R U K Halimde ne var?

S A B İH A Daha yeni mi kalktın?

F A R U K

Bu sabah doya doya yatakta bir sabah keyfi yapa­

yım dedim ... Ç ok mu gördün? (Faruk hem konuşur,

hem de aynada traşına devam e d e r ).

S A B İ H A

Çok görmedim am a... vapuru kaçıracaksın diye kork­ tum .... Y ok sa bugün gitmekten caydın m ı?

F A R U K

Ne m ünasebet!... Daha vapura iki buçuk saatimiz

var.... Dün akşam İzmire bir telgraf çektim... Biletim de

(33)

cebim de.... İstersen göstereyim !.... S A B lH A

Ne bileyim ben.... Ortalıkta hiç hazırlık alâmetleri

görmüyorum d a....

F A R U K

Benim hazırlığımdan ne o lacak ?... Bütün sermayem

bu bavulun içinde.... (Y atağın altındaki bavulu ayağı lie

gö ste rir).

S A B İH A

Ben de sana yardıma gelmiştim... Hem geç kaldığını

zannediyordum.... Sen uykuda iken ben ne işler başar­

dım ... ne işler!...

F A R U K

H ayrola? (¡Faruk konuşurken traş olur. Arasıra, elin­

de sabunlu fırçası olduğu halde aynadan ayrılır, ortaya g e ­ lir, Sabiha ile konuşur, sonra yine yüzünü fırçalıyarak a y ­ nanın önüne gider. Bu hareketi müteaddit defalar ya p a r).

S A B İH A

Son imtihanı da çok şükür atlattım. F A R U K

Sahih... Bu sabah senin imtihanın vardı... A z kalsın unutuyordum...

S A B İH A

Haydi oradan, ağız yapma, unutmuştun b ile!... F A R U K

Demek atlattın.... Seni tebrik ederim... ummuyor­

dum doğrusu...

S A B İH A

Teessüf ederim.... Ben okadar kalın kafalı m ıyım ? F A R U K

(34)

o-lan genç kızların kafalarının içi biraz bulutlu olur d a... S A B lH A

Kafamın içinin bulutlu olması için evvelâ âşık olmam lâzım...

F A R U K Âşık değil misin?

S A B İH A

Onu da nereden çıkardın? Kime âşık olacakmışım!.. F A R U K

Bana âşık değil m isin?.. Ne yalan söylüyorsun? Bak,

gözlerinin içinden okuyorum. (Y anına yaklaşır, elile çen e­

sini tutar, gözlerinin içine b a k a r).

S A B lH A

(G ü lerek elinden kurtulur) Haydi oradan.,, münase­

betsiz !..

F A R U K

Şu imtihandan bahset yahu!... Nasıl geçird:n ? .. Ne sordular?..

S A B lH A

Ne sormaddar ki... Romantiklerde biraz bocaladım.. F A R U K

Teessüf ettim doğrusu... Halbuki çok kolay bir sual... S A B lH A

A n lam ad ım !..

F A R U K

Çok kolay bir sual diyorum... Nekadar romancı var­ sa isimlerini sıralarsın, olur biter.

S A B lH A

Aşkolsun sana doktor bey... Sen romantikleri böyle mi an'ıyorsun?

(35)

F A R U K

Ne bileyim ben... Benim aklımda öyle kalm ış!.. S A B ÎH A

Sakın bunu başkasının yanında söyliyeyim deme, sa­ na gülerler.

F A R U K

Gülerlerse gülsünler... Hem gülmiye kimin hakkın

var? Kimin haddine düşm üş?.. Herkes kendi branşından mesuldür. Meselâ ben kalksam da bana apandisit ameliya­ tını tarif et desem cevap verebilir misin?

S A B lH A

O başka.... Senin sualin tababetin çerçevesi dahiline

giriyor... Halbuki romantizm bahsi kültürlü bir adamın

umumî bilgisine taalluk eder... anladın mı küçük b e y? F A R U K

Anladım küçük hanım... Şu halde umumî bilgimin

eksik olan q tarafını doldurmak Jûtfunda bulunur musu­

nuz?..

S A B ÎH A Benimle alay mı ediyorsun?

F A R U K

Ne münasebet... Vallahi sahih söylüyorum... Rom an­ tizmi bana anlat..

S A B ÎH A

Haydi, alay etm e... îşine bak... hem çok konuşuyor­ sun, yüzünü keseceksin!..

F A R U K

Vallahi alay etmiyorum... Ben hem traş olurum, hem seni dinlerim.

S A B ÎH A

Yani sana yardım etmiş olurum öyle m i? ..

(36)

F A R U K

Bugün de bütün aksiliğin üstünde... her lâfımı ters an­ lıyorsun... Bari gider ayak biraz uysallık göster... Haydi, seni dinliyorum..,,

S A B ÎH A

(B ildiği suali tekrarlamaktan sevinç duyan bir talebe gu ­ ruru ile söze başlar) Romantizm, on dokuzuncu asrın bi-

dayetnde meydana gelen edebî bir cereyandır. O devre

kadar devam eden klasisizm, romantizmin zuhuru ile so­ na erer...

F A R U K

Demek on dokuzuncu asırdan evvel romantizm diye bir şey yoktu...

S A B ÎH A

Romantizm on dokuzuncu asırla başladı diyorum... elbette yoktu....

F A R U K Emin m isin?..

S A B ÎH A

Elbette eminim... Kitaptaki tarifi öyle... F A R U K

Ben de sana romantizmin on sek’zinci asırda Jan Jak Ruso ile beraber başladığım söylersem ne dersin?

S A B ÎH A

(H ayret içind e) Jan Jak Ruso ile beraber mi dedin?..

F A R U K Ö yle y a !..

S Â B ÎH A

Ne tuhaf şey... Profesör de bana ayni suali sordu... F A R U K

Ne cevap verdin?

(37)

S A B ÎH A

Ne cevap vereceğim ?... Kitapta yazmadığı için boca­ ladım, yutkundum, derken imtihan salonuna Rektör girdi, Profesör de sualini unuttu, başka şeyler sormıya başladı.... Faruk, meğer sen neler biliyormuşsun ?

F A R U K

Y a ne zannettin id i?.. Doktordur d iye bir daha ba­

na yan gözle tepeden bakar mısın? (Faruk traşını bitir­

miştir. Jiletini temizler, yüzünü kurular, traş takımları ile havlusunu yatağının altından çektiği bavuluna tıkar) Kü­

çük hanım söyle bakalım... Umumî malûmatımı genişlete­ cek bana daha neler anlatacaksın?..

S A B İH A

(S om u rtkan) Benimle alay etm e... Ben seninle da­

rıldım !..

F A R U K

Öyie ise bir öpeyim de barışalım!.. (Sabihayı öpm ek

için ilerler)

S A B lH A Hayır, olmaz, ilerleme...

F A R U K Benim nişanlım değil misin?

S A B lH A

Nişanlmım am a... burada olm az... Saadetimizi okadar açığa vurmıyalım.... Bu evde matem var..

F A R U K Hayrola ?

S A B lH A

Bu sabah Samiye hanımı görmedin m i? F A R U K

Ben kalkalı yarım saat olm adı... Samiye hanımı ne 3 9

(38)

zaman görecekmişim!...

(Faruk bu miikâleme esnasında yakasım takar, kra­ vatını itina ile bağlar, yeleğini giyer. Bu hareketleri konu­ şurken yavaş yavaş yapar)

S A B İH A

Zavallı kadıncağızın ağlamaktan gözleri kan çana­

ğına dönmüş...

F A R U K

(H a yretle) Sebep?

S A B İH A

Ben demin buraya çıkarken senin henüz kalkmamış olduğunu söyledi, odasına aldı, bir kahve pişirdi, uzun u- zadiye dert yandı...

F A R U K Ne diye dert yandı?

S A B İH A Sen gideceksin diye...

F A R U K

(H a y re tle ) Ben onun odasını kaydı hayat şartile ki­

ralamadım a .... Ben gidersem başka bir pansiyoner bulur. Burası Üniversite mahallesi... Odası boş kalmaz... merak etm esin!..,

S A B İH A

Y o k , onu deme Faruk, onun teessürü maddî endişe­

den ileri gelmiyor... Dört senedenberi zavallı kadıncağız

sana okadar alışmıştı ki... F A R U K

E ... ne yapalım ? Ben de ona alışmıştım ama, Samiye hanımın gönlü olsun diye diplomamı yırtıp Tıbbiyeye baş­ tan başlıyacak değilim a...

*

S A B İH A

Orası da öyle am a... zavallı ne yapsın... O da dert­ 4 0

(39)

linin biri.., Kim bilir hangi zaruretler onu bu hale sevk etm iş?... içini ne bilelim ?.

F A R U K

(Sabihayı dinlemiyerek, neşeli) Sen edebiyattan m e­

zunsun.... Felsefe yapmıya kalkşıma!.. Şimdi seninle çok ciddî bir mesele hakkında konuşacağım... Gel, şu iskemle­

ye otur, kulaklarını bana ver... (Sabiha müstehzi ve alay­

cı iskemleye oturur) Şimdi senden cevap bekliyorum...

S A B lH A Sor bakalım...

F A R U K

Ben bugün gidiyorum... sen de on beş gun sonra îz- mirde bulunacaksın! Bu müddet zarfında bana kaç m ek­ tup göndereceksin?

S A B lH A

(A la y c ı) Dur bakalım... düşüneyim... Günde ıkı mektuptan on beş günde otuz mektup!..

F A R U K A lay etm e!..

S A B lH A

Ya kaç tane yazmalıymışım?

F A R U K Her gün bir mektup.

S A B lH A

Ö yle şey olur m u? Bu kız çıldırmış diye sonra annen beni eve almaz.

F A R U K Annem seni görmeden seviyor...

S A B lH A

Kaynanalar hep öyledir. Gelinlerine hep görmeden

(40)

âşık olurlar... Sonra da bütün kusurlarını mikroskopla bü­ yütürler.

F A R U K

A m a benim annem o kadınlardan değlidir.... Göre­ ceksin... seni başında taşıyacak,

S A B ÎH A

Babandan hiç bahsetmiyorsun... G a l’ba bizim nişan­ lanmamızı pek hoş görmedi.

F A R U K Onu da nereden çıkardın?

S A B İH A

Ne bileyim ben... Hiç bahsetmiyorsun da... F A R U K

Benim babam melek gibi bir adamdır... Benim hiç bir şeyime karışmaz... Sömestr iati' nde seninle nişanlanmak istediğimi söylediğim lam an gözlerinin içi güldü. Babamın bana okadar emniyeti vardır ki, yanlış bir hareket yapabi­ leceğimi hatırına bile getrmeiz. Onun için, senin hakkında bir sual bile sormadan, «ha / !rhsı evlâdır?, inşallah bahtiyar olursun» demekle ikt’fa etti...

S A B İH A

(Sabihanın gözü Faruğun bir çiviye asılı olan parde- süsüne ilişir) Sakın pardesünü unutma, deniz yolculuğu ka­

ra yolculuğuna benzem ez.... Gece güverteye çıkarsan üşür­ sün!...

F A R U K Gece güvertede ne işim var?

S A B İH A

Belki çıkarsın diyorum... Mehtap var.. 4 2

(41)

F A R U K

(A la y c ı) Yani mehtapta güverteye çıkıp da seni dü­

şünürüm demek istiyorsun öyle m i? ... S A B lH A Belki!...

F A R U K

Seni düşünmek için mutlaka bir dekor mu aramalı­ yım ? Güverte, küpeşte, mehtap, denizin sükûneti... Güver­ cin kümelerini andıran beyaz dalgacıklar... Ben Romantik değilim !...

S A B lH A

(M antosunu yavaş yavaş giyer, aynada birkaç el ha­ reketi ile saçlarını düzeltir, çantasını iskemlenin üzerinden alır) Faruk, ben gidiyorum. Vapurun on ikide idi, değil

m i?..

F A R U K

Evet...

S A B lH A

Şu halde ağabeyim otom ob'li ile tam saat 11 de gelip seni alsın. Sen bavulunu daha evvelden aşağıya indirirsin!..

F A R U K

Ne zahmet, ben bir Taksi ile de giderdim... S A B lH A

Zarar y ok ... haylazın işi n e ?.. Sokaklarda dolaşıp o- tomobilini arkadaşlarına seyrett'receğine hiç o !mazsa senin işine yarasın... Haydi Allaha ısmarladık... Vapurda görü­ şürüz.... Anlaşıldı değil m i? Saat tam 11 de...

(Birikirlerinin ellerini sıkarlar. Faruk Sabihayr açık kapıdan görünen m erdiven başına kadar götürür, odaya döner. Durduğu yerde gerilir, esner, saatine bakar, biraz tereddütten sonra ceketsiz olarak yatağına potinleri ile

(42)

ka üstü uzanır. Bir m üddet yattıktan sonra od a kapısı vu­ rulur) .

F A R U K Giriniz!...

(Sam iye hanım girer. Faruk yatağında biraz düzelir, onu görür, sonra yine yatar. Samiye hanım ilk perdedeki Samiye hanım değildir. Yirm i beş sene onu ço k çök ert­ miştir. Saçları beyaziaşm ıştır). Siz miydiniz Samiye hanım!.

S A M İY E Uyuyacak miydin yavrum ?

F A R U K

Hayır... Vapura daha epeyce zaman var da., şöyle biraz uzanayım dedim ..,,

S A M İY E

Rahatına bak yavrum... Ben sonra gelirim.... Odayı tophyacaktım da...

F A R U K

Ne çabuk!.. Bu akşamdan yen; kiracı mı çıktı? S A M İY E

( A c ı ) Hayır yavrum... (O d a d a n çıkmak ister, te­ reddüt eder, yerden yırtılmış gazete parçalarını toplar. Fa­ ruk yattığı yerden başını kaldırır, ne yapıyor diye bakar)

Dem ek buğun gidiyorsun öyle mi yavrum? F A R U K

(L â k a yıt) A'Iah kısmet ederse...

S A M İY E

(Y a va ş, sanki kendi k endine) Dört sene... Ne ça­

buk geçti....

F A R U K Samiye hanım ?

(43)

S A M lY E Söyle yavrum..

F A R U K

Artık ben gidiyorum diye üzülüyor musunuz? S A M lY E

(İçini çekerek) Üzülmez olur muyum yavru m ?... Dört

sene bu... dile kolay.... Sana okadar alışmıştım k i„, F A R U K

(Yattığı yerden konuşmıya devam e d er) Hakikaten

alışkanlık fena şey... Bakın ben de düşündükçe âdeta üzü­ lüyorum....

S A M lY E

Sen benim gibi üzülemezsin yavrum... Ben seni bir

ana gibi sevdim .... İçimin boşluğunu sen doldurdun... T er­ biyen, nezaketin bertaraf, şu mütevazi küçük evimin için­ de senin mevcudiyetin beni bir güneş gibi ısıttı..

F A R U K

İtiyat meselesi Samiye hanım... zamanla alışırsınız... S A M İY E

A h alışamam oğlum ... alışamam... F A R U K

Alışamıyacak ne var? Burası Üniversite mahallesi... S^zin odanız boş kalmaz...

S A M lY E

(Oturur, ve ses çıkarmadan ağlar. Faruk farkında d e ­ ğildir, konuşmasına devam e d e r.) Zaten bütün arkadaşlar

benim odamı imreniyorlardı... Evvelâ yakınlık meselesi... Tramvay sokak başında duruyor.... Evde gürültü kalaba­ lık yok ... Çalışmak istiyenler için ideal, bulunmaz bir yer.. Göreceksiniz Samiye hanım... yarından itibaren benim oda­

m a nekadar talip çıkacak.... (Sam iye hanım ağlamakta

(44)

devam edenr. Mendili gözlerindedir) A m a ... dikkat edi­

niz... Olur olmaz kimselere odanızı kiralamayınız. Doğrusu

kaç arkadaşım benden siz n için tavsiye istediler... (Faruk,

Samiye hanımın zaptedem edigi bir hıçkırığım duyar, yatak­ tan başım kaldırır) Ne o ? Samiye hanım... ağlıyor mu­

sunuz?... (Sam iye hanım cevap vermez?.. Faruk yatağın­

dan fırlar, onun yanına gider) Niçin ağlıyorsunuz Samiye

hanım ?..

S A M İY E H iç!

F A R U K

İşte buna üzüldüm.... Yoksa farkında olmıyarak sizi kıracak bir söz mü sarfettim?

S A M İY E

Ben kıracak ne söyliyebilirsin ki, yavrum .... Ben za­ ten kırılmış bir insanım...

F A R U K Şu halde neden ağlıyorsunuz?..

S A M İY E

Bırak yavrum ağlıyayım .... Kaç senedir sana alışmış­ tım... bana yabancı o'maktan çıkmıştın... bir evlâdım ol­ muştun. Şimdi gidiyorsun...

F A R U K

Evet ama Samiye hanımcığım... Bu ayrılık pek tabiî bir şey... Şüphesiz ben de üzülüyorum., ben de müteessir oluyorum... Ben de kaç senedir size okadar alışmıştım ki...

S A M İY E

E vet... Bu ayrılık seni de müteessir edebilirim yav­

rum... Sen de üzülebilirsin.,, Çünkü her insan ister istemez

az çok itiyatlarına bağlı kalıyor... Fakat bu ayrılığın benim

için başka mânası var. (İçini çek er)

(45)

F A R U K

Biliyorum Samiye hanım., biliyorum... Bana çok alış­ mış olduğunuz için yalnız kalacaksınız..,

S A M İY E

A h bilemezsin yavrum.... Keşke üzüntüm yalnızlıktan gelse..., Senin gidişin biraz da bettim bütün hatıralarımın canlanması demektir... Odan sensiz kalınca dört seneden- beri uyuttuğum hatıralar birer birer canlanacaklar... V ic ­ danım eski azabı ile yanıp tutuşacak...

F A R U K

Ne demek istediğinizi anlamıyorum Samiye hanım... S A M İY E

A h .... anlıyamazsın yavrum... Çünkü benim nekadar fena bir insan olduğumu tasavvur edemezsin...

F A R U K

Kendinize iftira ediyorsunuz Samiye hanım... Sizin

nekadar vicdanlı, temiz yürekli bir insan olduğunuzu kaç senedir anlamadım mı zannediyorsunuz?

S A M İY E

Nasıl anlıyabilirdin yavrum... nasjl anlıyabilirdin?

Benim kötü, vicdansız, günahkâr bir ana olduğumu nasıl anlıyabilirdin ?

F A R U K Şimdi çocuğunuz nerede?

S A M İY E

Ne bileyim ben yavrumun, nerede olduğunu? A h ne

bileyim ben onun şimdi nerede olduğunu? (G özlerin i si­

le r).

F A R U K Onu görmiyeli kaç sene oldu?

(46)

•••Z IU IS JJB D

SAMİYE

Yirmi altı seneye basıyor... F A R U K

Demek ondan sizi çok küçük iken ayırdılar... S A M lY E

(H eyecanla ayağa kalkarak konuşur) Onu benden

ayıran olm adı... Ondan ben ayrıldım... Bu karşında gördü­ ğün kah be kadın yavrusundan üç aylık iken ayrıldı.... Üç aylık iken kundağında bırakarak kaçtı.. Evini, barkını, ra­ hatını, onu seven kocasını bırakarak kaçtı... Daha söyliye- yim m i? Hayırsız, tenbel, bir herifi sevdi de kaçtı... Y a v ­ rusunu bırakıp da kaçtı... H em kaçarken o masum biçare­

yi son defa olsun bir defa öpmeden, mışıl mışıl uyurken

o yumuk ellerine bir defa yüzünü sürmeden, onları koklı-

ya koklıya son defa öpmeden kaçtı... (İskem leye düşer

hıçkıra hıçkıra ağlamıya başlar).

F A R U K

(Y anına gider, teselliye çalışır) Samiye hanım... Sa- m ıye hanım.... Uzülmiyen.. üzülmeyin., sonra

hastalana-S A M IY E

A h bir şeycikler olm am ... bir şeycikler olm am ... in­ san denen mahlûk okadar metin yaratılmıştır ki, her türlü ıztıraba katlanır da yine bir şeycikler olm az... ö le c e k ol­ saydım yirmi beş senedenberi çektiğim azap yüzünden ö- lürdüm.... Fakat taş gibi her şeye katlandım... Cenabıhak taş yürekli anaya taş gibi bir tahammül kabiliyeti veriyor.

Neler çektiğimi, ne azaplara katlandığımı gelsinler ah...

bir de bana sorsunlar.... Fakat bir şeycikler olm adım ... F A R U K

Müteessir olmayın Samiye hanım... Bir gün elbet oğ­ lunuza kavuşursunuz...

(47)

S A M lY E

(İrkilerek) Oğluma kavuşmak m ı? Ne yüzle? Hangi

evlât benim gibi canavar bir anaya kavuşmak ister? F A R U K

ö y le demeyin Samiye hanım... Oğlunuz sizin hakkı­ nızda herhalde iyi hisler besliyordun Bir gün elbet sizi a- rayıp bulacaktır... D ağ dağa kavuşmaz am a., insan insana kavuşur..,

S A M ÎY E

Hayır evlâdım ... Benim nasibim yavruma, ciğerpare­ me kavuşmamaktır. Günün birinde onunla yüz yüze gel­ sem bile kaçmaktan başka çarem olmıyacaktır... Uykusuz sabahladığım geceler hep bunu düşündüm: Yavruma tesa­ düf edersem ne yaparım? Biri çıksa ve bana yavrumu gös­ terse: İşte şu karşıki kaldırımda yürüyen uzun boylu deli­ kanlı genç senin oğlundur, dese ne yaparım ? A m an yarabbi çıldıracağım...

F A R U K

Samiye hanım, oğlunuzu gören oldu m u ? Uzun b oy ­ lu olduğunu nereden biliyorsunuz?

S A M İY E

Kimse görmedi oğlum ... Fakat içmiden öyle geliyor. Babası uzun boylu idi... Onu da, esmer, uzun boylu, yakı­ şıklı bir delikanlı olarak tasavvur ediyorum... Tıpkı senin gibi.... Evlâdımı tıpkı senin gibi tasavvur ediyorum oğlum.

F A R U K

(A lâ k a lie) Çok tuhaf şey...

S A M lY E

Dört sene evvel, «Kiralık oda» levhasını görüp de ka­

pıdan girdiğin zaman beynimden vurulmuşa döndüm ....

Sanki evlâdım büyümüş., büyümüş... anacığının çektiği ız- tırapları duymuş.., onu affetm ek... ve koynuna atılmak için

49

(48)

gelmiş gibi sandım !.. Kalbim duracak gibi öyle kuvvetli

çarpıyordu ki, az, kalsın yere yıkılacaktım... Kiralıyacağın

odayı gezerken, yüklükleri, dolapları açıp kaparken be-

ğenmeyip gideceksin diye içim içime sığmıyordu. Bilmem hatırlar mısın? Musluğu sorduğun, zaman «aşağıdadır oğ- lıim» demiştim. O zaman dudak büktün. İçinden kim bilir

neler geçti... Sonra, pencereye yaklaştın: «manzarası da

yok» dedin. O anda yüzüme bakmış olsaydın, sana benim evimde kalman için nekadar yalvardığımı gözlerimden an- lıyacaktın. Kararını vermişt’n... Evimi tutmıyacaktın... Be­ nim de seni alakoymak için elimde hiç bir kuvvet yoktu. Merdivenleri inerken lâf olsun diye «kirası nekadar?» diye sordun. İşte o zaman aklıma şeytanca bir fikir geldi. Seni behemehal alakoyabiîmek için yirmi liraya kiraladığım o- daya on lira istedim, ve bu fiyata çamaşır ve hizmetin de dahil olduğunu ilâve ettim. Sen bunu duyar duym az: «Şu

odaya bir daha bakayım» diyerek merdivenleri dörder

dörder çıktın.... Yanındaki arkadaşının yukarıdan gelen se­ si hâlâ kulağımdadır. Sana: A m an , bu kelepiri kaçırma, karı deli midir nedir, bu fiyata bu zamanda oda bulunmaz, dediğini duydum.

F A R U K

Demek dört senedenberi size bir hayli borçlanmı­

şım.

S A M İY E Ne münasebet oğlum ...

F A R U K

Ö yle y a... Yirmi liralık odanızı bana on liraya kirala­ mışsınız... ayda on liradan dört senede....

S A M İY E

(Sözünü keserek) Helâl olsun yavrum...

F A R U K

Demek oluyor ki beni, hayalinizde yaşattığınız oğlu­ 5 0

Referanslar

Benzer Belgeler

Gram Altın’da yukarı yönlü hareketin devam etmesi durumunda 460 ve 475 TL direnç seviyelerinin takip edilmesi gerekirken aşağı yönlü bir hareketin olması durumunda ise

Koza Madencilik, 60 milyon lira olan sermayesinin ek satış hakkı dahil, toplam yüzde 34.50'sine tekabül eden toplam 20 milyon 700 bin lira nominal de ğerdeki payını, ortak

Hizmet - İş sendikasının hazırladığı ‘Sayılarla Su’ adlı kitapta, insanlığın su konusunda hızla kutuplaşmaya doğru gittiği çarpıcı istatistiklerle ortaya

DSÖ'nün Avrupa Bölge Ofisi'nden konuyla ilgili yap ılan açıklamada, son 3 yıl içinde DSÖ Avrupa Bölgesi'de 1000'in üzerinde hava olayı gerçekleştiği, iklim

Bu unutulmaz görüşmenin yüreklerimize su serpen sonucu, ertesi gün "Sezer'den Tarihi İcraat" başlığıyla Sabah gazetesinin sürman şetindeydi: "Cumhurbaşkanı

Oturacak yerle- rin dairevî olması v e bir meyil üzerine sıralanması, bugün bizim tiyatrolarımızda karşılaştığımız birçok güçlükleri yenecek bir hal çaresidir.. Bizde

Kolonizasyon olarak kabul Özet: Kocaeli Üniversitesi T›p Fakültesi Hastanesi Eriflkin Yo¤un Bak›m Ünitesi (YBÜ)'nde yatan hastalardan izole edilen infeksiyon etkenlerinin

Arkadaşlarımın da kitap sevgisi ka­ zanmaları için yaşlarına uygun kitap seç­ melerini öneririm.. ” diyor Seçil