• Sonuç bulunamadı

Devlet ve İşadamı

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Devlet ve İşadamı"

Copied!
6
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

D

evlet ve işadamı ara-sındaki ilişkiye en ge-nel yaklaşım, mark-sizm ve standart ikti-sat teorisi tarafından bize sunulur. Standart iktisat teorisi-ne göre bireyler kendi bireysel çıkar-ları arkasında koşarak faydaçıkar-larını maksimize etmeye çalışırlar. Bu çıkar temelli ekonomik faaliyetler müda-halesiz işleyen bir piyasa içerisinde meydana gelir. Devletin buradaki iş-levi, piyasa aksaklıklarını (doğal te-kel, dışsallıklar, kamusal mallar ve iç-sel ekonomiler) giderici faaliyetlerde bulunmak ve tam rekabet ortamının oluşabilmesi için gerekli varsayımla-rın gerçekleşmesini sağlamaktır. Marksizme göre devlet, burjuva çı-karlarını korumak ve sınıf sömürüsü-nün devamını sağlamak amacıyla ku-rulmuş bir üst yapıdır. Burada sınıflar üretim araçlarının mülkiyeti bakı-mından tanımlanmıştır. Bu iki genel teoriye göre, bireysel çıkar ve sınıf çı-karı dışsal bir değişken olarak analize sokulur. Böylelikle gerek bireysel çı-kar gerekse toplumsal çıçı-kar kavramı-nın içeriği ve yapısı üzerine araştırma yapılması engellenmiş olur.

Biz biliyoruz ki değişik toplumlar-da çıkarlarının içeriği ve yapısı bazın-da bir yeknekaklık söz konusu değil-dir. Bunun için gerek bireysel

gerek-se sınıfsal çıkar kavramlarını inceler-ken bu kavramların içsel değişinceler-ken olarak alınması bizim gibi toplumlar-daki devlet, işadamı ilişkisininin anla-şılması sağlamada daha tutarlı bir yol olarak gösterilebilir. Yazar da bu ge-nel çerçevesini oluştururken içsel de-ğişkenleri temel alan çeşitli kurumsal yaklaşımları kullanmış ve farklı dü-şünce akımlarından yararlanmış. Bu analitik çerçevenin standart iktisat teorisinin ve marksizmin modelleri-nin eksikliklerini giderici nitelikte ol-duğu kitap boyunca müşahade edile-biliyor.

Elimizdeki yapıt temelde beş bö-lümden oluşuyor. Birinci bölümde teoride ve toplumda devlet ve işa-damları arasındaki ilişkiler incelen-miş. Bu ilişkiler ışığında yazarın var-dığı sonuçlar dikkat çekici. Girişim-cinin ekonomik faaliyette bulunma-sının motive edici gücü hiç şüphesiz maddi kazanç saikidir. Müteşebbis diğer üretim faktörlerini bir araya getirip bunları organize ederek bir mal ve hizmet üretmeyi amaçlar. Ürettiği mal ve hizmeti satarak bun-dan elde ettiği parayı üretim faktör-lerine paylaştırır. Bu paylaştırma so-nunda kendine kalan para o müte-şebbisin karıdır. Bir anlamda kar giri-şimci emeğinin karşılığı olan ücret olarak da değerlendirilinebilir ve bu

DÎVÂN 1996/1

185

Devlet ve İşadamı

*

*Ayşe Buğra, Devlet ve İşadamı, İletişim Yayınları, İstanbul, 1995, s. 384. ISBN 975-470-461-9

(2)

anlamda maddi kazancın bir meşru-iyet sorunu yoktur. Türk müteşeb-bislerinde ise maddi kazanç amacıyla girişilen faaliyetlerin meşruiyetine ilişkin güvensizlik mevcuttur. Bu gü-vensizlik, kendini girişimciliği sosyal katkılarına atıfla savunmak için girişi-len canhıraş çabalarda kendini göste-rir. Türk iş adamları otobiyografile-rinde nadiren başarılı girişimlerden duydukları gururdan söz ederler. Aksine başarıları için nerdeyse özür dileyerek kendi başarılarının toplum-sal sonuçlarını önplana çıkarırlar. Benzer bir biçimde, mülkiyet hakla-rının dokunulmazlığı, bu işadamları-nın düşünmeden varsaydıkları bir şey değildir. Yasal haklarından da, özel mülkiyetlerini istedikleri gibi kulla-nabileceklerinden de emin gözük-memektedirler. Dolayısıyla “zengin-liğin utanılacak bir şey olmadığını” tekrarlamak ihtiyacının duyarlar ve bunu servetlerini nasıl vatan yararına kullandıkların anlatarak kanıtlamaya çalışırlar. (s.16)

Devlet ve işadamı ilişkilerinde di-ğer bir dikkat çekici nokta yazarın ifadesiyle bir tür “aşk ve nefret ilişki-si” olmasıdır. Buradaki “aşk” faktö-rürü yaratan etken işadamlarının toplumsal konumlarının devlete bağ-lı olması “nefreti” yaratan etken ise iş dünyasında karşılaşılan temel güç-lüklerin ve belirsizliklerin devlet tara-fından yaratılmasıdır.

Kitabın ikinci ve üçüncü bölümle-rinde ise Türkiye'de özel sektörün dünü-bugünü ve bu sektörü kuşatan politik çevreyi inceleme amaç edinil-miş. Osmanlı'da yönetici ve asker sı-nıfın müslüman Türklerden oluşma-sı ve özellikle ticaretle uğraşan kesi-min ağırlıklı olarak da gayrimüslim

unsurlardan meydana gelmesi Türk girişimci sınıfının güdük kalmasının ana nedeni olarak gösterilir. Özellik-le II. Meşrutiyetten sonra bu eksiklik İttihat ve Terakki Fırkası tarafından hissedilmiş ve bir girişimci sınıf mey-dana getirmek için ne gerekiyorsa yapılmıştır. O dönemde uygulanan “Milli İktisat” politikası “Ey Türk Zengin ol” söyleminin izlerini taşır. Bu bağlamda Türk girişimci sınıfı ulusal kalkınma programlarının bir parçası olarak ele alınmıştır. Osmanlı devletinin son dönemindeki bu uy-gulama Cumhuriyetle birlikte de de-vam edegelmiştir. I. İzmir İktisat kongresinde alınan kararlarda bu meyanda değerlendirilebilir. Bu kongre de alınan kararlarda özel sek-tör öncülüğünde bir kalkınma çabası öngörülmüştür. Ama bu gerek giri-şimci sınıfındaki sermaye ve yönetim becerisi eksikliği, gerekse de 1929 Büyük Ekonomik Buhranı nedeniyle yeterince gerçekleştirilemedi. Diğer taraftan Osmanlı İmparatorluğu'nun dağılması ve Kurtuluş Savaşı nede-niyle ülkenin burjuvasını oluşturan azınlıkların büyük oranda ülkeyi ter-ketmesi sonucu dış ticaret ve üretim-de aksamalar meydana gelmişti. Bu zor durumdan kurtulabilmek ve ulu-sal kalkınmayı gerçekleştirebilmek için Cumhuriyet Halk Fırkası temel umdeleri arasına “Devletçiliği” sok-muş ve devlet girişimciliği temelli bir ekonomik kalkınma stratejisine geç-mişti. Bu dönem özel girişimci ke-simde tedirginliğe yol açmıştı. Bu-nun temel nedeni devlet girişimcili-ğinin ve ekonomik müdahalesinin sı-nırının yetirince belirlenmemiş ol-masında yatıyordu. Ayrıca Rusya'da yaşanan marksist devrim bu işadam-larınının zihninde ister istemez ülke-DÎVÂN

1996/1

(3)

de kominizm geliyor gibi korkuların meydana gelmesine zemin hazırla-mıştı. İkinci Dünya Savaşı yılları ise Türk girişimci sınıfı için hassas bir dönemi oluşturur. Bunun nedeni bu dönemde toplumda ve devlette işa-damına karşı oluşan güvensizlik hava-sıydı. İşadamı stokçu ve vurguncu olarak algılanmış ve hatta bu dönem-deki spekülatif kazançları vergilemek için “Varlık Vergisi” çıkarılmıştı. Ger-çi Varlık Vergisi bu amacında farklı olarak kalan gayrimüslim burjuvayı tasviye etmek için kullanıldı. Sonuç olarak ülke piyasasının tamamına ya-kını Türk ve müslüman girişimci eli-ne geçti.

İkinci Dünya Savaşının bitimi ve dünyadaki yeni ekonomik ve sosyal yapılanmanın bir dayatması olarak ül-kede çok partili hayata geçiş devlet işadamı ilişkileri bakımından yeni bir dönemin de başlangıcı olmuştur. Çünkü iktidara gelen “Demokrat Parti” liberal bir iktisat politikasına sahipti. Özel sektör ağırlıklı bir eko-nomik yapı öngürülüyor ve kamu sektörünün küçültülmesi gerektiği belirtiliyordu. Özelleştirme kavramı-nın da bu politikaların sonucu olarak ülkemizde ilk defa telaffuz edilmeye başlaması da bu döneme rastlar. Bu dönemde karşılaşılan temel sorun ise 1980 sonrasında da karşılaşılacağı gi-bi devleti küçültmekten söz eden si-yasi iktidarların yapısal nedenlerden dolayı büyütmek zorunda kalmaları-dır. Ayrıca ekonomiye sık sık yapılan müdahaleler sonucunda iş ortamın-daki belirsizliğin artmasıdır. Yine de bu dönem ülkemizin ekonomik ha-yatında yer edecek holdinglerin ku-rulduğu ve serpildiği devre olarak ni-telendirilebilir. İş adamı ve siyasi par-ti bağlantısının oluşmasında

demok-rat parti iktidarı önemli dönemlerden biri olarak algılanabilir. 27 Mayıs 1960 ve 12 Eylül 1980 arası dönem ise iktisat tarihimizde “planlı ekono-mi” dönemi olarak nitelendirilebilir. Bu dönemde uygulanan iktisat politi-kasının temelini ithal ikameci “sana-yileşme politikası” oluşturmuştur. Bu dönem aynı zamanda siyasi ve sosyal çalkantıların yaşandığı en karışık dö-nemdir. Planlı ekonomi döneminde herşeye rağmen özel sektör yüksek gümrükler ve diğer tarife dışı engel-ler yardımıyla dış rekabete karşı ko-runmuş ve sanayi içerisinde önemli bir güce erişebilmiştir. Bunu sağla-masında planlamanında etkisiyle spe-külatif yatırımlardan çok uzun vadeli büyük yatırımlara yönelmesi temel etkenleri oluşturmuştur. Planlı dö-nemde devlet ve işadamı arasındaki edilgen ilişki devam etmiştir.

1980 sonrası dönem ise yeniden bir liberalizmin boy gösterdiği dö-nem olarak isimlendirilebilir. İthal ikameci sanayileşme politikalarından ihracata yönelik politikalarına geçişte bu dönemde gerçekleşmiştir. Siyasi iktidar bu devrede işadamlarını top-lumun atılımcı sınıfı olarak nitelendi-rerek toplumsal meşruiyetini kazan-masına yardımcı olmaya çalışmıştır. Yine teşvik mekanizmaları yoluyla gi-rişimcileri desteklerken çok sık rastla-nan ekonomik müdahaleler yoluyla da iş hayatını boğmuştur. Ayrıca bu dönemde bazı bürokratik yapıların etkinliğini yitirmesiyle siyasi kimlikler ile işadamları arasındaki ilişki birebir ilişki konumuna gelmiştir. Bu devre-de gerek maddi gerekse toplumsal gücü artmış girişimci sınıfı devletle arasındaki ilişkilerdeki edilgen yapı-dan etken yapıya geçmeye yönelmiş-tir. Böylelikle 1980 sonrası Türk

bur-DÎVÂN 1996/1

(4)

juvazisinin bir sınıf olarak ortaya çıktığı dönem olarak nitelendirilebi-lir.

Yazarın kitaptaki diğer bir ilgi çe-kici tesbiti işadamlarının toplumsal kökeni ile alakalıdır. Sanıldığı gibi işadamlarımızın geçmişinde toprak sahipliği ve esnaflık önemli bir yere sahip değildir. 1960'lardaki bir araş-tırmaya göre işadamlarımızın üçte birinin ufak ticaret erbabı olduğunu yüzde 7'sinin ise çiftçi kökenli oldu-ğu tesbit edilmiştir.

Kitabın dördüncü bölümünde toplumsal bir kurum olarak Türk holding firmaları incelenmiştir. Türk holding firmalarınının geçmiş-ten günümüze gelişimine baktığı-mızda bir aile şirketi olarak kurulup bugünkü dev yapılarında bile bu özelliklerini devam ettirdikleri gö-rülür. Firmalardaki profesyonel yö-neticiler ise firmanın rutin işleriyle uğraşan ve önemli kararlar alınma aşamasında firma sahibini bilgilen-diren özel sektör memuru duru-mundadırlar. Bunun temel nedenle-ri arasında şirket sahiplenedenle-rinin değiş-ken ortamlarda daha hızlı ve sağlık-lı karar alabilmeleri ve profesyonel yöneticilere duyulan güvensizlik sa-yılabilir. Bugün hala büyük hol-dinglerin stratejik yönetim kademe-lerinde ve yönetim kurullarında mülkiyetin sahibi aile bireyleri bu-lunmaktadır.

Kitabın son bölümünde ise giri-şimci dernekleri ve kamu politikası arasındaki ilişki incelenmiştir. Tür-kiye'de girişimci dernekleri temelde Ticaret ve Sanayi Odaları'na daya-nır. Bu örgütler zorunlu üyeliğe da-yanan ve devlet kontrolündeki yapı-lardır. Girişimci dernekler

üzerin-deki devlet kontrolü bize korpora-tist bir yapı olarak algılamamıza yol açabilir. Böyle ilişkilerin bir çok ör-neğine Cumhuriyet tarihi boyunca rastlanmıştır. Bu bağlamda işadamı-nın çıkarı ile toplumun çıkarı bir ve beraber olarak görülmüştür. Bu ya-pının kırılması, gönüllü üyeliğe da-yanan girişimci derneklerinin ortaya çıkmasıyla meydana gelmiştir. Bu derneklerden en önemlisi 1970'le-rin başında kurulan TÜSİAD'dır. TÜSİAD gerek 1980 öncesi (Ecevit hükümetini düşürmek için gazete-lere verilen ilanlar) gerekse 1980 sonrası (Özal hükümetlerinin bazı ekonomik kararlarını sert bir dille eleştirebilmesi) yaptığı faaliyetlerle bir çıkar grubunu temsil eden der-nek olma özelliğine kavuşmuştur. Bu dernek girişimci sınıfın orta ve uzun vadeli çıkarları için programlar önerme ve rapor hazırlama gibi fa-aliyetleriyle de dikkati çekmiştir. Böyle kuruluşların toplumsal etkin-liğinin artması yenilerinin kurulma-sına da zemin hazırlamıştır. 1990'ların başında MÜSİAD'ından TÜGİAD'ına birçok ulusal ve yöre-sel işadamları dernekleri ortaya çık-mıştır.

Yukarıda genel hatlarıyla özetle-meye çalıştığımız kitap bu konuda Türkiye'de yapılmış tek önemli araştırma niteliğinde. Yazar hem her bölüm başında verdiği teorik çerçeve ile hem de daha sonra ver-diği Türkiye örneğiyle konuyu daha rahat anlayabilmemizi sağlayacak bir yol izlemişti. Bunun yanında Türkiye dışında Japonya, Amerika, G. Kore ve Avrupa'daki işadamı devlet ilişkilerini kitapta yansıtarak bu ülkelerle karşılaştırma imkanını DÎVÂN

1996/1

(5)

bize sunmuş sonuçta uluslararası ya-pıyı kavramamızda yardımcı olmuş-tur. Böylelikle teorik yapısını daha da sağlamlaştırmıştır. Türkiye'deki işa-damı tipolojisini ve devletle bu in-sanlar arasındaki ilişkiyi kavramada birebir mülakat yapabilmesi çalışma-da ileri sürülen fikirlerin çalışma-daha sağlıklı yapılanmasını sağlamıştır. Bu konuda literatürün kıtlığı ve mali yapılarla ya-kından ilişkili olduğu için yazıya ge-çemeyecek bazı bilgilere yazarın ulaş-ması mümkün olabilmiştir.

Kitapta dikkat çekebilecek diğer bir yön ise yazarın devlet ve işadamı arasındaki ilişkiyi incelerken politik çerçeveye önem verip bunun yanında müteşebbisin içinde yaşadığı sosyal yapıya yeterince önem vermemesidir. Bu kurumsal yapıyı oluşturan başta din faktörü olmak üzere ahlaki yapı-lar ve toplumsal değer yargıyapı-ları ince-lemeye tabi tutulmamış. Bu da ülke-mizde işadamı karaktarenini oluşma-sını açıklamada bazı eksikliklere yol açmıştır. Bu bağlamda devlet yoluyla meydana getirilen bir sınıfın o devle-tin resmi ideolojisi dışında bir değer yargısına bağlı olmayacağı düşünüle-bilir. Bunun yanında banka-kredi-fa-iz bağlamını içselleştiremeyen giri-şimci ruhuna sahip kişilerin esnaflık-tan bir türlü işadamlığı aşamasına ge-çemedikleri yönünde görüşlerde mevcuttur. Toparlamak gerekirse res-mi siyasi yapının kendisine ters düş-meyecek ve algıladığı dünya görüşü-nü topluma kabul ettirmesinde yar-dımcı olacak bir işadamı tiinin oluş-masını sağladığı söylenebilir. (Eczacı-başı örneği)

Devletin kendi yetiştirdiği işadamı tipinin bir handikabı da rekabeti de-ğilde korumacılığı yapı olarak

içsel-leştirmek olmasıdır. Türkiye'de özel sektörün gelişim sürecine bakıldığın-da faaliyet gösterdiği iş kollarınbakıldığın-da ya tekel olarak çalıştıkları ya da mono-polistik bir yapıda faaliyet gösterdik-leri gözlenir. Teorik olarak böyle bir yapının oluşmasında ölçek ekonomi-lerinden yararlanmak gibi tutarlı bir neden ileri sürülse bile bence Türki-ye'de bu nedenin belirleyiciliği konu-sunda şüpheler mevcuttur. Buradaki temel kaygı rekabetin olmadığı bir ortamda sermaye birikimini daha ko-lay ve çabuk sağko-layabilmeli, böylece de her mahallede bir milyoner yarata-bilmekti.” (Enflasyonun bu kadar yüksek olduğu bir ülkede bu sloga-nın ifade etmek istediğini anlatabil-mek için revize etmeye ihtiyaç vardır. Mesela bu her mahallede bir trilyo-ner yaratma olarak çağdaşlaştırabilir.) Eline geçirdiği piyasada ne yaparsa yapsın yüksek kar ile satabilen işada-mı diğer taraftan da hem bu piyasayı elinde tutabilmek için hem de daha kolay büyüyebilmek için devletin teş-vik mekanizmalarında yararlandırıl-mıştır. Teşviklerden en çok yararla-nanların hiç şüphesiz ki siyasi iktidara en çok yakın olanlardır. Yukarda be-lirtilen nedenlerle devlet müdahalesiz serbest piyasa istiyen işadamı tiple-mesinde belli bir ikiyüzlülük veya (bundan daha az olarak) ne istediğini bilmeme durumu gözlenebilir. Buna en iyi örnek beş yıldızlı otellerdeki toplantılarda serbest piyasanın ni-metlerini ballandıra ballandıra anla-tanların buradan sonra özel uçağına atlayıp Ankara'da hükmetten trilyon-luk teşvikleri bağlamasıdır. Bu teşviği elde eden kişilerinde kendi sektörle-rinde konumların daha da sağlamlaş-tırdığı, diğer firmalar bir araya gelse-ler bile bileğini bükümeyecekgelse-leri bir

DÎVÂN 1996/1

(6)

seviyeye ulaştığı görülür. Böylelikle tekelci elit bir burjuvazinin oluştuğu ve bu kitle içine daha küçüklerin bu ilişkiler ağılarıne giremedikleri için uzak kaldığı müşahade edilebilir.

Diğer taraftan siyasi iktidar ile işa-damı arasında bir çatışma meydana geldiğinde siyasi iktidarın işadamını terbiye etmek için kullandığı çeşitli yollardan birininde o sektörde ken-disini rekabet bakımından zorlayacak bir rakip yaratma çabasıdır. Bu çaba-ya örnek Turgut Özal'ın Ünilever grubunun karşısına Hayat Kimya (Bingo) grubunu çıkarması veya Ec-zacıbaşı grubuna karşı Toprak grubu desteklemesi gösterilebilir.

Yazarın bu yapıların meydana ge-tirdiği işadamları arasındaki “sınıf ay-rımı” konusundaki yeterince bir in-celemede bulunduğu söylenemez.

Türkiye'de devlet yapısını oluştu-ran temel düşünsel ideoloji kema-lizmdir. Bu resmi ideolojiyi sağ ke-malizm ve sol keke-malizm diye iki ana kola ayırabilir. Ülkemizde devlet işa-damı arasında gerilim alanı bu iki anakoldan herhangi birinin siyasi ik-tidardaki ağırlığına göre değişebil-mektedir. Sağ kemalizm belli bir gi-rişimci sınıf meydana getirmek için elinden geleni yaparken, sol kemalist kadrolar bu girişimci sınıfı kendi çı-karları için ülkesini, insanlarını sö-mürmekten çekinmeyen “kompra-dor burjuvazi” olarak nitelendirebil-mektedir. Devlet hakim siyasi elitin işadamına karşı takındığı “bazen

se-ver bazen döse-ver” yapı servetlerini koruma güdüsüyle bu kişilerin uzun dönemde getiri sağlayabilecek likidi-tesi düşük sınai yatırımlardan çok li-kiditesi fazla kısa vadeli belli oranda spekülasyon taşıyan ticari yatırımlara yönelmesine neden olmuştur. Bu da ülkedeki kalkınma çabalarını sekteye uğratmış merkez ekonomilerine ba-ğımlı bir yarı-çevre ekonomisi olma-mıza zemin hazırlamıştır.

Türk işadamının kökeni üretim ta-banlı bir burjuvaziden daha çok tica-ret tabanlı bir burjuvaziye dayanır. (Vehbi Koç örneği). Bu da temelde dışardan ithal edilen malların Türki-ye'de distribütörlüğü yapmaktan geçmektedir. Yani istihdam yapma-dan alıp-satmayla para kazanma. Böyle bir yapıda işadamlarının ka-zançlarını legalize etmek için birileri-ne ekmek sağlamak, işçi istihdam et-mek gibi amaçları yücelttikleri gözle-nir. Burada “istihdam yaratan işada-mı iyi işadaişada-mıdır” diye toplumda oluşmuş genel kanaattan yararlanma çabaları sözkonusudur.

Son olarak kitabın kapağından bahsetmek istiyorum. Kapakta Ma-latyalı işadamlarının Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ı Çankaya'da ziyareti sı-rasında bir işadamının Cumhurbaş-kanı'nın elini öperken çekilmiş bir fotoğraf yer alıyor. Her halde bu ki-tabın içeriğini ve temel tesbitini bun-dan daha güzel anlatan bir kapak düşünülemez.

DÎVÂN 1996/1

190

Referanslar

Benzer Belgeler

Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürü Ahmet Ünal, kış günlerinin sıcak ve yağışsız geçmesinin nedeninin iklim de ğişikliği değil, yüksek basınç olduğunu

Deniz yüzey s ıcaklığının, Atlas Okyanusu'nda nisan-mayıs döneminde ortalama değerlerden (özellikle İspanya'nın bat ısında) 0.5-1.0 derece yüksek, haziran-temmuz

Deniz yüzey s ıcaklığının, Atlas Okyanusu'nda nisan-mayıs döneminde ortalama değerlerden (özellikle İspanya'nın bat ısında) 0.5-1.0 derece yüksek, haziran-temmuz

Devlet Su İşleri'nde çalışmış, su uzmanı Dursun Yıldız, Kızılırmak’tan Ankara’ya su getirilmesi planının Ankara halk ına ek maliyetler getireceğine, bunun

Şener, mali sektördeki üst kurulların birleştirilmesine yönelik görüşleri de değerlendirdi ve 2007 yılındaki seçimler öncesinde, böyle bir radikal dönüşümün

olarak birlikte çalıştığı Toker için "Cumhuriyetin yetiştirdiği en yetenekli basın görevlilerinden biri" ifadesini kullandı. C UMHURİ

Yine de 2012’de çok ente- resan bir şekilde Türkiye ve İsrail, tekrar müt- tefik olabilirler Suriye ve İran meselelerini göz önünde bulundurursak çünkü bir taraftan İs-

2015-2018 Bilgi Toplumu Stratejisi Eylem Planı ve 2016-2019 Ulusal E-Devlet Stratejisi Eylem Pla- nı dosyalarında çeşitli yerlerde mobil uygulama ve servislerin önemine