• Sonuç bulunamadı

Diyarbakır'da su mimarisi

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Diyarbakır'da su mimarisi"

Copied!
295
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T. C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SANAT TARİHİ ANA BİLİM DALI

SANAT TARİHİ BİLİM DALI

DİYARBAKIR’DA SU MİMARİSİ

YÜKSEK LİSANS TEZİ

DANIŞMAN

PROF. DR. Abdüsselam ULUÇAM

HAZIRLAYAN

Evindar YEŞİLBAŞ

(2)

İÇİNDEKİLER

İÇİNDEKİLER……….i

ÖNSÖZ………iii

KISALTMALAR……….iv

1-GİRİŞ ... 6

1.1. Konunu Tanımı Ve Sınırları... 6

1.2. Konunun Amaç Ve Önemi... 7

1.3. Araştırma Yöntemi ... 7

1.4. Konuyla İlgili Kaynaklar... 8

1.5. Diyarbakır’ın Tarihi ve Coğrafyası ... 11

2. SU MİMARİSİNİN GELİŞİMİ ... 13

3. ANADOLU TÜRK SANATINDA SU MİMARİSİ... 21

4. KATALOG ... 32 4.1. KÖPRÜLER ... 32 4.1.1. Dicle Köprüsü (On Gözlü Köprü) ... 32 4.1.2. Deve Geçidi Köprüsü... 35 4.1.3. Kara Köprü ... 38 4.2. HAMAMLAR ... 40

4.2.1. Melik Ahmet Paşa Hamamı... 40

4.2.2. Kadı Hamamı... 42 4.2.3. Vahabağa Hamamı... 44 4.2.4. Paşa Hamamı ... 45 4.2.5. Çardaklı Hamamı... 47 4.2.6. Deva Hamamı ... 49 4.3. ÇEŞMELER ... 50

4.3.1.Behram Paşa Camii Çeşmesi... 50

4.3.2. Bağcılar Sokak Çeşmesi... 52

4.3.3. Binici Sokak Çeşmesi ... 53

4.3.4.Hatun Katsal Çeşmesi ... 55

4.3.5. Karabulut Sokak Çeşmesi ... 57

4.3.6. Köylü Sokak Çeşmesi ... 59

4.3.7. Sultan Şüca Çeşmesi ... 60

4.3.8. Talu Sokak Çeşmesi... 61

4.3.9. Pamukçu Sokak Çeşmesi... 63

4.3.10. Sahabe Paşa Çeşmesi ... 64

4.3.11. Telgrafhane Sokak Çeşmesi ... 65

4.3.12. Zinciriye Medresesi Çeşmesi... 67

4.3.13. Ziya Gökalp Çeşmesi ... 69

4.3.14. Hüsrev Paşa Sokak Çeşmesi... 70

4.3.15. Aslanlı Çeşme ... 71

4.3.16. Develi Sokak Çeşmesi... 73

4.3.17. İbrahim Bey Çeşmesi ... 75

4.3.18.Kadı Cami Geçidi Çeşmesi ... 76

4.3.19. Yiğit Ahmet Sokak Çeşmesi... 77

(3)

4.3.24. Zağlı Sokak Çeşmesi... 84

4.3.25. Hanzade Cami Çeşmesi... 85

4.3.26. Lale Bey Çeşmesi ... 87

4.3.27. Meryem Ana Kilisesi Çeşmesi ... 89

4.3.28. Altay Sokak Çeşmesi ... 90

4.3.29. Katırpınarı Çeşmesi... 91

4.3.30. İshak Sukuti Sokak Çeşmesi... 92

4.3.31. Kavas-ı Sagir Çeşmesi ... 93

4.3.32. Tahtalı Katsal Sokak Çeşmesi ... 94

4.3.33.Çarıklı Çeşmesi... 96

5. KAYITLARDA ADI OLDUĞU HALDE GÜNÜMÜZE ULAŞMAYAN ÖRNEKLER ... 97

6. KARŞILAŞTIRMA VE DEĞERLENDİRME... 100

6.1- KÖPRÜLER... 100

6.1.1-KÖPRÜLERİN PLAN TİPLERİ ... 100

6.1.2- MALZEME ... 102

6.1.3-YAPI ELEMANLARI ... 102

6.1.4- SÜSLEME... 103

6.1.5-KİTABELER... 104

6.2- HAMAMLAR ... 105

6.2.1- HAMAM PLAN TİPLERİ... 105

6.2.2- MALZEME ... 108 6.2.3- YAPI ELEMANLARI ... 109 6.2.4- GEÇİŞ ELEMANLARI ... 110 6.2.5- ÖRTÜ ELEMANLARI... 111 6.2.6.- AYDINLATMA ... 112 6.2.7- SÜSLEME... 114 6.2.8- KİTABELER... 114 6.3- ÇEŞMELER... 115 6.3.1-TİPOLOJİ... 115 6.3.2-MALZEME ... 121 6.3.3-YAPI ELEMANLARI ... 121 6.3.4- SÜSLEME... 125 6.3.5- KİTABELER... 125 7. SONUÇ... 127 8- KAYNAKÇA... 130 ÇİZİMLER FOTOĞRAFLAR

(4)

ÖNSÖZ

Anadolu’nun eski yerleşmelerinden biri olan Diyarbakır, tarih boyunca kültür, bilim ve sanat merkezi olmuştur. XIX. yüzyıl sonlarına kadar bugünkü surların dışına taşmamış olan şehir ortaçağ kentleri arasında ayrı bir yere sahiptir.

Diyarbakır siyasi ve kültürel bakımdan büyük öneme sahiptir. Diyarbakır’daki su yapılarını konu alan çalışma ile tarihi su yapılarının belgelenip, tanıtılması amaçlanmıştır.

Konuyu araştırırken beni yönlendiren ve yardımcı olan hocam Prof. Dr. Abdüsselam ULUÇAM’a teşekkür ederim. Kitabeleri okuma zahmetine katlanan sayın hocam Dr. Zekeriya ŞİMŞİR’e, çeşme planlarının çıkarılmasında emeği geçen arkadaşım Erkan AYGÖR’e teşekkür ederim. Çalışmam boyunca yanımda olan maddi ve manevi desteğini esirgemeyen babama ve eşime de minnettarım.

Evindar Yeşilbaş Ağustos, 2007

(5)

KISALTMALAR

A.g.e. :Adı geçen eser

A.g.m. :Adı geçen makale

A.g.t. : Adı geçen tez

Ans. :Ansiklopedi

AST :Arkeoloji Sanat Tarihi

AUA :Anadolu Uygarlıkları Ansiklopedisi

A.y. :Aynı yazar

Çev. :Çeviren

Çulpan, TTK : Cevdet Çulpan, Türk Taş Köprüleri, Ankara, 1975

Çiz. :Çizim

Fot. : Fotoğraf

Hz. :Hazreti

İ.A. :İslam Ansiklopedisi

İÜEFD :İstanbul Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Dergisi

K.B. :Karayolları Bülteni

Önge, Türk Mimarisinde Selçuklu… : Önge, Yılmaz, Türk Mimarisinde Selçuklu ve Osmanlı Dönemlerinde Su Yapıları, Ankara, 1997

Önge, Anadolu’da XII. XIII. Yüzyıl.. : Önge, Yılmaz, Anadolu’da XII. XIII. Yüzyıl Türk Hamamları, Ankara, 1995

SAD :Selçuklu Araştırmaları Dergisi

STY :Sanat Tarihi Yıllığı

STAD :Sanat Tarihi Araştırmaları Dergisi

SÜEFD :Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi

TAD :Türk Arkeoloji Dergisi

TDVİA :Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi

TTK :Türk Tarih Kurumu

TTOKB :Türkiye Turing Otomobil Kurumu Belleteni

V.D. :Vakıflar Dergisi

(6)

1-GİRİŞ

1.1. Konunun Tanımı ve Sınırları

Su, insanların yerleşik düzene geçmelerinde büyük rol oynamıştır. Yerleşme merkezini bir akarsu veya göl-gölet kenarında kurmak, eski insanların su temini için bulduğu en kolay yol olmuştur. Zamanla, medeniyet seviyesi yükselen toplumlarda su temini için çeşitli su yapıları inşa edilmiştir.

“Diyarbakır’da Su Mimarisi” adlı tez çalışması Diyarbakır’daki tarihi su yapılarını kapsamaktadır. Kent merkezinde yer alan köprü, hamam ve çeşmeler konunun ana unsurlarını oluşturmaktadır. Türk dönemi öncesi yapılar konunun genel karakterine etki edecek yoğunlukta olmadıkları için kataloga dahil edilmemişlerdir. Türk devri yapıları arasında özellikle köprüler, hamamlar, çeşmeler üzerinde durulmuş ve bu yapıların mimari ve sanat değerinin belirlenmesine çalışılmıştır.

Ortaçağ Şehirciliğinde önemli bir yeri olan su mimarisinin Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nin iklim ve coğrafyasından kaynaklanan farklı boyutu su mimarisi ile Diyarbakır’da daha zengin bir donanıma kavuşmuştur. Yalnız dini ve sosyal yapılarda değil, sivil mimaride de su unsuru vazgeçilmez bir nesne olarak yerini almıştır.

(7)

1.2. Konunun Amaç ve Önemi

Anadolu’nun uygarlaşması diyebileceğimiz dönem içinde, çeşitli yerleşim alanlarında ve güzergahlar üzerinde çok sayıda su yapısı inşa edilmiştir. Söz konusu eserlerin bir bölümü bazı nedenlerden dolayı günümüze kadar ulaşamamıştır. Günümüze ulaşan eserlerin tümünün değerlendirilmediğini de söylemek gerekir. Diyarbakır’daki su yapıları üzerinde daha önce ayrıntılı bir çalışma yapılmamıştır. Bu tezde il merkezi dahilindeki tarihi su yapılarından köprüler, hamamlar ve çeşmeler incelenerek bugüne kadar bilinmeyen bazı eserlerin değerlendirilmesi yapıldı ve mimari özellikleri tespit edilmeye çalışıldı. Araştırmanın temel amaçlarından biri her geçen gün, insan ve tabiatın tahribatına açık olan bu kültür mirası eserlerimizin belgelenmiş olmasıdır.

Çalışmada Diyarbakır ilindeki köprü, hamam ve çeşmelerin bir bütün olarak incelenmesi konunun toplu incelenmesi açısından önemini arttırmaktadır. Bu amaçla yapıların farklı dönemlerini inceleyebilme ve günümüze kadar olan gelişimini takip edebilme imkanı sunmuştur. Araştırmada bugüne kadar bilinmeyen pek çok eserin değerlendirilmesi yapılmış ve eserlerin mimari özellikleri belirlenmiştir.

1.3. Araştırma Yöntemi

Diyarbakır merkez sınırları içinde bulunup, tarihi ve mimari özelliği olan köprüler, hamamlar ve çeşmeler ele alınmıştır. Arazi taramasında 3 köprü, 6 hamam ve 33 adet çeşme belirlenmiştir. Hamamlardan Vahapağa Hamamı ve Deva Hamamı, özel mülkiyete ait olduğundan bunları inceleme imkanı olmamıştır. Çardaklı Hamamı’na ise ön incelemede girme imkanı bulduğum halde hamamın asıl inceleme sırasında kapısının lehimlenmesinden dolayı fotoğraf çekme imkanım olmamıştır.

(8)

Tespit edilen bu eserler kataloga dahil edilmiştir. Bu hamamların mimari yapıları hakkında detaylı bilgi sahibi olmadığımızdan hamamlar dış cephe tanımlamaları ile anlatılmaya çalışılmıştır. Melik Paşa Hamamı, Paşa Hamamı ve Kadı Hamamının kapılarının açık olmasından faydalanarak bu hamamlar bol miktarda fotoğrafla anlatımlar desteklenmiştir.

Bu çalışma, kaynak taraması, arşiv çalışması ve arazi çalışması şeklinde ortaya çıkmıştır. Konuyla ilgili ulaşalabildiğimiz kaynaklar toplanmıştır. Kültür ve Turizm Bakanlığı Diyarbakır Müzesi Arşivleri ve Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivleri incelenmiştir. Diyarbakır Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu arşivinden Diyarbakır merkezinde bulunan eserlerin listesi alınmıştır. Bu liste doğrultusunda arazi çalışmasında eserlerin fotoğrafları çekilmiştir. Katalog bölümüne dahil edilen çeşmelerin ölçüleri alınıp, çizimleri yapılmıştır. Çeşmeler üzerinde bulunan kitabeler okunmuş ve değerlendirilmiştir. Kitabelerde yer alan tarihler hicri, parantez içinde belirtilenler ise miladi tarihleridir. Köprü çizimleri mevcut yayınlarda olduğu için köprülerin yeniden çizimleri yapılmamıştır. Hamamların rölöve çizimleri Diyarbakır Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu arşivinden alınarak, kroki bazında yapılmıştır. Bütün yapılar belirli bir anlatım şablonuna göre tanıtılmış, metinler fotoğraflarla desteklenmiştir.

Diyarbakır merkezinde kitabesi bulunmayan çeşmeler, taşıdıkları mimari özellikleri göz önüne alınarak tarihlendirilmeye çalışılmıştır.

1.4. Konuyla İlgili Kaynaklar

Su mimarisiyle ilgili temel kaynaklar tarandıktan sonra köprüler, hamamlar, çeşmeler konusunda yapılan detaylı çalışmalar incelenmiştir.

Türk Köprüleri konusunda en kapsamlı araştırma Cevdet Çulpan tarafından yapılmıştır1. Çalışmasında Türk köprülerini Artukoğulları Devri, Selçuklular Devri,

(9)

köprüleri, köprülerin özelliklerini ve mimarlarını ayrıntılı olarak vermeye çalışmıştır. Cevdet Çulpan, köprülerle ilgili bazı makalelerini sanat tarihi yıllıklarında da yayınlamıştır2. Ancak köprü tipolojisi konusunda herhangi bir noktaya değinmemiştir. Anadolu Selçuklu köprülerini bilimsel olarak inceleyip yayınlayan Fügen İlter’dir3. Fügen İlter köprüleri tabliye durumuna göre “düz köprüler” ve “dik köprüler” olmak üzere iki tipte incelemiştir. Köprülerin araştırılıp, restore edilerek korunmalarında büyük emeği olan İsmet İlter de birçok yayın hazırlamıştır4. Ayrıca köprüleri tanıtan monografi özelliğinde bir eser de Gülgün Tunç’a aittir5.

Diyarbakır il merkezindeki köprülerle ilgili kapsamlı bir araştırma yapılmamıştır. Metin Sözen “Diyarbakır’da Türk Mimarisi” adlı eserinde Dicle Köprüsü ve Devegeçidi Köprüsü’nü incelemiştir6.

Anadolu Türk Hamamları üzerine yapılan ilk çalışmalar da daha çok Bursa ve İstanbul’daki Osmanlı Devrine ait hamamlarla ilgilidir. Heinrich Glück7 ve Karl Klinghardt’ın8 eserleri ile bu eserleri kısmen Türkçe’ye çeviren Kemal Ahmet Aru’nun yayınları hamamlar konusunun başlıca kaynaklarıdır9.

Anadolu’daki Selçuklu Hamamları hakkında yapılan en geniş ve kapsamlı çalışma da Yılmaz Önge’ye aittir. “XII-XIII. Yüzyıl Anadolu Türk Hamamları” adlı araştırmada , hamamlar hakkında genel bilgiler verilmiş ve hamamlar “Mimari ve Kompozisyon Özellikleri, Su Tesisatı, Dam Örtü Şekilleri ve Malzemeleri, Aydınlanma, Tezyinat ve Isıtma Sistemi” başlıkları altında incelenmiştir10. Ayrıca Yılmaz Önge hamamlarla ilgili bazı detay konuları incelemiş ve sempozyumlarda bildiri olarak sunmuştur. Yayınların tam listesi bibliyografyada verildiğinden burada tekrar verilmeye gerek görülmemiştir.

2

Çulpan,Cevdet, “Köprülerde Tarih Köşkleri”,STY, S.:II, (1966-1968),İstanbul,1968,s.24-36;Çulpan, Cevdet, “12.Yüzyıl Artukoğulları Devri Taş Köprüler ve Özellikleri”,STY, S:III, 1969-70, İstanbul, 1970, s.89-121; Çulpan, Cevdet, “Diyabakır Kuzeyi:Devegeçidi Suyu Köprüsü:Artukoğulları Devri”, STY, (1969-1970), S:III, İstanbul, 1970, s.287-291.

3 İlter, Fügen, Osmanlılara Kadar Anadolu Türk Köprüleri, Ankara, 1978.

4Bu yayınların tamamı bibliyografyada verildiğinden dipnot olarak gösterilmeye gerek görülmemiştir. 5Tunç, Gülgün, Taş Köprülerimiz, Ankara, 1978.

6 Sözen, Metin, Diyarbakır’da Türk Mimarisi, İstanbul, 1971, s.214-218. 7 Glück, Heinrich, Die Bader Konstantinopels, Wien, 1921.

8 Klinkhardt, Karl, Turkische Baeder, Stutgart, 1927. 9 Aru, K. Ahmet, Türk Hamamları Etüdü, İstanbul,1949.

(10)

Diyarbakır’da bulunan hamamlarla ilgili toplu bilgiyi Bedri Günkut’un hazırladığı “Diyarbakır Tarihi” adlı çalışmada bulabiliyoruz11. Ayrıca Metin Sözen çalışmasında Hamamlar başlığı altında Diyarbakır’daki mevcut ve yıkılmış hamamları fazla ayrıntıya inmeden belirtmiştir. Diyarbakır’ın tarihiyle ilgilenen Şevket Beysanoğlu da kitabında hamamların ismini zikretmiştir12.

Anadolu Türk Su Mimarisi’nin en önemli öğesini oluşturan çeşmelerle ilgili yayınlar, bütün Anadolu’yu kapsamaktan ziyade İstanbul üzerinde yoğunlaşmıştır. Bu yayınlar bibliyografyada verilmiştir.

Anadolu’daki çeşme, sebil ve şadırvanlarla ilgili en kapsamlı çalışma Yılmaz Önge tarafından 1972 yılında hazırlanan “Anadolu Osmanlı ve Selçuklu Camilerinde Sebil ve Şadırvanlar” adlı doktora tezidir. Bu tez 1997 yılında adı değiştirilerek Türk Tarih Kurumu tarafından yayınlanmıştır13. Bu çalışmada, Anadolu öncesi Su Mimarisi’nin örnekleri ve Anadolu’daki çeşme ve sebillerin XI. yüzyıldan XIX. yüzyıla kadar kendi içerisindeki gelişimi örneklerle ele alınmaktadır. Ayrıca Yılmaz Önge’nin konuyla ilgili olarak değişik tarihlerde çıkmış yayınları da mevcuttur. Anadolu’daki çeşme, sebil, ve şadırvanlarla ilgili olarak Yılmaz Önge’nin dışında bazı yayınlar da bulunmaktadır14.

Metin Sözen “Diyarbakır’da Türk Mimarisi” adlı kitabında il merkezinde bulunan yedi adet çeşmeden bahsetmektedir. Bu çeşmelerin fazla ayrıntısına girmeden inceleyen Metin Sözen, çeşmeleri “bağımsız çeşmeler” ve “bir yapının cephesine yerleştirilmiş çeşmeler” olarak ikiye ayırmaktadır. Bunun yanı sıra tarihi kaynak olarak Diyarbekir Vilayeti Salnamesinde 130 çeşmenin varlığından söz edilmektedir15.

11 Günkut, Bedri, Diyarbakır Tarihi, Diyarbakır, 1937.

(11)

1.5. Diyarbakır’ın Tarihi ve Coğrafyası

Diyarbakır ili, Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nin orta kısmında, El-Cezire de denilen Mezopotamya’nın kuzeyindedir. Doğudan Siirt, güneyden Mardin, batıdan Şanlıurfa, Adıyaman, Malatya, kuzeyden Elazığ, ve Bingöl illeriyle çevrilmiştir. Yüzölçümü 15.354 km² olan il, 37° 30´ ve 38° 43´ kuzey enlemleriyle, 40° 37´ ve 41° 20´ doğu boylamları arasında kalmaktadır. Diyarbakır, etrafında dağların yer aldığı, yükseltisi 600- 800 m. arasında değişen bir havza görünümündedir.

Diyarbakır ovası tarıma elverişli topraklara sahiptir. Bu verimli topraklar Dicle nehri ile sulanmaktadır. Güneydoğu Toros Dağları’nın Diyarbakır sınırları içerisinde kalan bölümün en yüksek noktası Çüngüş İlçesi’nin kuzeydoğusunda 2.230 m. yi bulur16.

Diyarbakır yöresinde yapılan kazılar sonucu çevredeki ilk yerleşmelerin M.Ö. VII. bin yıllarına kadar indiği ortaya çıkarılmıştır. Anadolu’daki ilk yerleşme yerlerinden biri olan Çayönü orta paleolitik döneme tarihlenmektedir17. Şehir ilk

olarak Fiskaya isimli kayalığın üzerinde kurulduğu sanılmaktadır.

Diyarbakır M.Ö. XIV. yüzyıldan günümüze kadar Amidi, Amid, Amida, Augusta, Karaamid, Karakale, Karacakale, Hamid, Karahamid, Diyarbekir ve Diyarbakır isimleri ile anılmıştır18.

Diyarbakır stratejik konumu itibariyle her dönemde önemli bir yerleşim yeri olmuştur. Şehrin ana yollar üzerinde bulunması ticaret imkanını arttırmıştır. Dolayısıyla bölgeyi birçok hanedan, devlet elde etme yarışına girmiştir.

M.Ö. II binin ortalarında Hurri ve Mittani Krallıklarının hakimiyetinde olan Diyarbakır, stratejik konumu dolayısıyla her dönemde önemli bir yerleşim yeri olmuştur. Mittanniler’den sonra bölgeye Asurlular ve Urartular egemen olmuştur 16 Akbulut, İlhan, Diyarbakır, İstanbul, 1998, s.11.

17 Beysanoğlu, Şevket, Anıtları Ve Kitabeleri İle Diyarbakır Tarihi, Cilt:1, Ankara, 1998, s.36. 18 Akbulut, İlhan, A.g.e., 1998, s.22

(12)

(M.Ö. 1260)19.Urartuların hakimiyetinden sonra Diyarbakır sırası ile İskitlerin (M.Ö.

653-625), Medlerin (M.Ö.625-550), Perslerin (M.Ö. 550-331), Büyük İskender’in (M.Ö. 331-323), Selevkosların (M.Ö. 323-140), Partların (M.Ö. 140-85), Büyük Tigran’ın (M. Ö. 85-69) ve Romalıların (M.Ö. 69-M.S. 53) egemenliğine girmiştir.

M.S. 53-395 tarihleri arasında Diyarbakır’ın Partlar- Romalılar, Sasaniler-Romalılar arasında sık sık cereyan eden mücadelelerde sürekli olarak farklı hakimiyetlere girdiği ancak daha çok Roma egemenliğinde kaldığı bilinmektedir20.

395’ten sonra Bizans yönetimine girdiği görülmektedir. 639 tarihine kadar süren Bizans hakimiyeti bu tarihten sonra, İslam ordularının Diyarbakır fethine başladığı görülmektedir.

Hz. Ali’nin halifeliğinden sonra (656-661) kısa bir süre Hz. Hasan’a bağlı kalan Diyarbakır, sırasıyla Emevilerin (661-750), Abbasilerin (750-869), Mervanilerin (984-1085), Artukluların (1183-1232), Selçukluların (1070-1232), Eyyubilerin (1232-1240), Akkoyunluların (1401-1469) elinde kalmıştır.

Akkoyunlulardan sonra 8 yıl kadar Safeviler tarafından yönetilen kent 1515 yılında Osmanlı yönetimine geçmiştir. Bir yıldan fazla süren kuşatma sonrasında şehir yeniden inşa edilmiş, XVI. yüzyılda Diyarbakır Osmanlı yönetiminde parlak bir dönem yaşamıştır.

Osmanlılar döneminde önemli bir merkez olan Diyarbakır, XIX. yüzyılın sonlarından itibaren çalkantılı günler geçirmiştir. Birçok isyan, olay sonunda Milli Mücadele Dönemi’nde istenilen başarı elde edilmiştir ve Türkiye Cumhuriyeti dönemi başlamıştır.

(13)

2. SU MİMARİSİNİN GELİŞİMİ

İlk insanlar balıkçılık ve avcılıkla uğraştıklarından yaşama mekanı olarak dere ve su kenarlarını seçmişlerdir. Paleolitik devirde yazın su kenarlarında, kışın ise biraz daha içlerde yaptıkları kulübelerde yaşamışlardır21. Fakat seller sonucunda direkler üzerine evlerini kurmaya başlayan insanlar, ayrıca düşmanlardan korunmak amacıyla hendek denemelerini de gerçekleştirmişlerdir22. Anadolu’da M.Ö. 9000-8000 dolaylarında Beldibi, Belbaşı’nda su üzerine ev kurmaya başlamışlardır23.

Hitit yerleşmelerinde kuyu izine rastlanmamıştır. Ancak suyun günlük yaşamdaki önemi kadar dini törenlerde de önemli bir kült olduğu da bir gerçektir. Nitekim dini törene başlamadan önce Kral ve Kraliçe’nin su ile ellerini yıkadıkları bilinmektedir.

Su bendleri hakkında fazla bilgi olmamakla beraber Kızılırmak Nehri içinde Karakuyu Küçük Su Bendi geç Hitit çağına örnek olarak verilebilir24. Hititlerde kült

törenleri yıkanma ile başladığından anıtsal saray yapılarında ve tapınaklarda bir kanadın yıkanmaya ayrıldığı kabul edilir25.

Hititlerde ilginç su kanalları da görülmektedir. Büyükkale’de kil yatağı içine kilden künkler döşenmiştir. Aynı yerde 24.00x6.00 m. ölçülerinde de bir havuz bulunmuştur. Ayrıca yolun meydan gibi genişlediği yerde bulunan bir diğer havuzun ise dini amaçla da kullanıldığı söylenir26.

Hititlerin başkenti Boğazköy’de M.Ö. XIII yüzyılda yapılan bir taş köprü de dikkatti çeken diğer eserdir. Köprü, Boğazköy’de Büyükkaya-Anbarlıkaya’daki Hitit surları arasından geçen bir akarsu üzerinde, su seviyesinden 16.62 m. üstündedir. Köprü

21Ertuğrul, Özkan, İstanbul’da Bizans Devri Su Mimarisi, (İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler

Enstitüsü Basılmamış Doktora Tezi), İstanbul, 1989, s.48.

22 Bu yapılar “yuvarlak taş” anlamına gelen yuvarlak plan tiplidir. Ünsal, Behçet, Mimarlık Tarihi,

İstanbul, 1949, s.16.

23 Dinçol, M. Ali, “Hititler Öncesinde Anadolu”, AUA, Cilt:I, 1982, s.12-16. 24 Darga, M., A.g.e., s.160.

25 Darga, M., A.g.e., s.161-163. 26Ertuğrul, Özkan, A.g.t., s.52.

(14)

önünde, altında ve arkasında sabit kafes parmaklıklar mevcuttur. Köprünün her iki başında Boğazköy surlarının birer burcu, gerek köprüyü ve gerekse akarsuyun geçtiği boğazı korumaktadır27.

Anadolu’nun doğusunda yer alan Urartu’larda ise su ile ilgili çalışmaların varlığı dikkat çekicidir. Van gölünün suyundaki yüksek natrium28 karbonat oranı suyun içme suyu olarak kullanılmasına engel olmuştur. Bu nedenle içme suyu başka kaynaklardan sağlanmıştır. Güçlü bir kaynak olan Engil çayının vadisinden ve şehrin doğusunda, dağlık bir arazide yer alan Keşiş Gölünün biriktirme havuzundan su temin edilirdi. Engil çayının önüne basitçe taşla ve toprakla doldurularak meydana getirilmiş su setlerinin aşağısında etrafı bileziklerle çevrilmiş kaynaklar mevcuttur. Kanallarla Engil Çayının akışı doğrultusunda vadinin güneyinden batı yönüne doğru taşınmaktadır. Urartu kanallarının gelişim çizgisi eski temel duvarları içinde bütün ayrıntıları ile görülebilir. Kanalların kaya kenarlarından ve içinden geçen su mimarisinin parçaları Urartu mimarisinin gelişmiş uzantılarıdır. 800 yılında inşa edilen ve günümüze kadar gelen Menua Kanalı Urartu formunu yansıtan ilginç bir örnektir29.

Yunanlılarda, su daha çok sembolik olarak karşımıza çıkar. Su bir çeşit kötülüklerin koruyucusu durumundadır. Bunun yanında kutsal kabul edilen yerler de bulunmaktadır. Manisa’da bugün halk dilindeki adıyla “Ağlayan Kadın veya Ağlayan Kaya” olarak bilinen Niobe Anıtı ilginç bir örnektir30. Mitolojiye göre Kraliçe

Niobe’nin çocukları, Apollon ve Artemis’in okları ile öldürülür. Zeus ise ağlayıp, inleyen Niobe’yi taş haline getirmiştir. Bugün o kayadan sızan suların Niobe’nin gözyaşları olduğuna inanılır.

Yunanlıların su yolları ve köprüleri hakkında fazla bilgi olmamakla beraber çeşmeleri hakkında daha çok bilgi bulunmaktadır. Yunanlılarda pınarların, nehirlerin ve mağaraların belirleyici özellikleri vardı. Hastaları iyileştirmek için tatlı su pınarlarının başında toplanılırdı. Bugün İtalya’nın güneyinde bulunan Akragas antik kentindeki Demeter Tapınağı’nın da bir su kaynağı yanında kurulmuş olması ilginç bir örnektir31.

(15)

Priene’de bulunan ve antik kent içindeki yolun hemen yanında yer alan bir su kanalı sistemler hakkında az da olsa bilgi vermektedir. Bu kanal zemini yer olmak üzere dikdörtgen bir form ortaya koymaktadır. Yapılan araştırmalarda bu kanalların malzemesinin basit taşlardan seçilmiş olduğu ortaya çıkmıştır. Su ile ilgili eserlerin yoksunluğu karşısında daha çok vazolar üzerindeki resimler bilgi açısından yardımcı olmaktadır. Resimlerde dikkatti çeken genellikle bir paye veya bir duvar üzerinde bulunan bir hayvan ağzından suyun akmasıdır. Delfi’deki Kastoni Çeşmesi ile Atina ve Korintos’deki Yunan çeşmeleri önemlidir32.

Yunan hamamları, varlığını belirleyici kalıntılarla ortaya koymaktadır. Yunanlıların yıkanmaya önem verdikleri ve M.Ö. V. ve IV. yüzyılda evlerinde banyo odaları yaptıkları bilinir. Ancak bu ilkel odaların ısıtma ile ilgili olarak izlerine rastlanmaması da önemlidir. Suyun ısıtılarak odaya getirildiği ve kurnalara doldurulduğu kabul edilir33. Bu düzen Roma Mimarisindeki hamamlara örnek teşkil etmiştir.

Bizans İmparatorluğu’na bir temel teşkil etmiş olan Roma, mimarisi ile de Bizans’a yardımcı olmuştur. Roma’daki ilk su tesislerinin kökenini Yunanistan’daki şehirlerde aramak daha doğru olacaktır34. Romalılar 441 yıl süreyle Tiber Nehrinden

yararlanmışlar ve bu nehrin suyunu kullanmak için de Aqua Appia’yı inşa etmişlerdir. M.Ö. 312’de Romalı mühendislerin yapmış oldukları bu eser ilk su kanalı olarak kabul edilir. Dağdaki su kaynağından şehir merkezine, daha sonra da her bir eve bu su kanalı sayesinde ulaşmıştır. M.Ö. VIII- VI. yüzyıla tarihlenen Cuniculi Tüneli temiz su temini için inşa edilmişti. Aqua Appia ve onu takip eden su bağlantıları da Etrüsklerin inşa tarzı kullanılarak yapılmışlardır35.

Roma devrinde ortaya çıkan yeniliklerden biri de kanal ve kemerlerin birbiri ardına gelecek şekilde kullanılmasıdır. Kanal ve kemerler arasında kuyular birbirlerine yaklaşık yüz metreden daha kısa olarak tünellerle bağlanmışlardır. Böylece bir yer altı bağlantı şebekesi ortaya çıkmıştır.36

32 Ünsal, Behçet, A.g.e., s.371.

33 Onurkan, Somay, “Yunan ve Roma Arkeolojisi”, AUA, Cilt:II, 1982, s.416. 34 Ertuğrul, Özkan, A.g.t., s.57.

35 Fıratlı, N., “Ankara’nın İlk Çağdaki Su Tesisatı”, Belleten,Cilt:XXXXXIX, 1951, s.349-359. 36 Ertuğrul, Özkan, A.g.t., s.58.

(16)

Roma mimarisinde su temini için çok sayıda sarnıç yapıldığını görmekteyiz. Su haznelere, gerek çatlaklardan ve gerekse göller ve akarsulardan geliyordu. Burada biriktirilen sular, cadde altlarından kanallar vasıtası ile daha sonra dağıtılırdı. Birbirlerine yapışkan sıvı ile birleştirilmiş kanalların havalandırma delikleri küçük birer baca görünümündeydi.

Bu dönemin çeşmeleri de abidevi şekilleri ile insanları etkilemişlerdir. Anıtsal çeşme yapıları olan Nympheumlar Roma İmparatorluk devrinde evinde su bulunmayan halkın faydalanmasına da hizmet etmiştir. Çeşmeler çoğu zaman bazı heykel grupları ile süslenip, insanlara psikolojik bir yakınlaşma da sağlamaktaydı.

Roma İmparatorluğunun yayıldığı alanlarda su mimarisinin bir uzantısı olan köprüleri görmek mümkündür. Anadolu’da Roma dönemine ait en eski köprü Adana Misis’te bulunan köprüdür. Genellikle taş köprüler olarak inşa edilen bu yapıların en güzelleri Anadolu’da Assos, Çeşnigir, Ağın Karamağara’da bulunur37. Bu köprüler, Roma devrinden itibaren kendisinden sonra gelen bütün uygarlıklar tarafından sırası ile onarılıp kullanılmıştır. Günümüze orijinal haliyle gelmemiş olan bu köprülerin ortak özelliği kemerli açıklıklarının fazla olmayışı ve bir bütün teşkil etmesidir38.

Su mimarisinde sudan faydalanmak üzere inşa edilmiş hamamları Roma mimarisinde de görmekteyiz. Roma devrinde abidevi ölçülerdeki hamamlar yerini almıştır. Hamamlar, M.Ö. I. yüzyılda döşemenin altından ısıtılmaya başlanmıştır. Bu dönemde hamamlar Therme adını almışlardır. Yıkanılan odanın tabanının altında bir boşluk bırakılır, tuğladan örülmüş ayak veya sütuncuklarla taşınan 0.60 m. yükseklikte bir döşeme oluşturulurdu. Bu sistem ile külhandan (praefurnium’dan) gelen sıcak hava dolaşır ve yıkanılan oda alttan ısıtılırdı. Bu çeşit ısıtma sistemine Hypokaust denilir39.

Roma hamamları, genel şemaları içinde bazı ana bölümlere ayrılmaktadırlar: Hamamın giriş ve soyunma yeri olan, Apodyterium, hamamın soğuk banyo salonu Frigidarium, Ilık salon Tepidarium, hamamın en önemli sıcak yeri Caldarium ve

(17)

hamamın en sıcak salonu olan Lacanicum bu bölümlerin en başında gelenleridir40. Bu

mekanların dışında su depoları, havuzlar, kanalizasyon gibi bölümler de mevcuttur41. Hamamlar sadece kadın ve erkek için ayrı bölümleri olabildiği gibi, hamamlarda farklı zamanlarda da yıkanmak mümkün olmuştur. Ayrıca Roma hamamları bölge ve devir farklılıkları göstermesine rağmen, bu genel şemayı fazla etkilememiştir. Bunu gösteren en önemli örnek ise Ankara Çankırıkapı Hamamı’dır42.

Bizans dönemi su yapılarına bakıldığında Roma döneminde şehre su getiren büyük su yolları ve tesislerin bu dönemde de kısmen kullanıldığı görülmektedir. Hatta Bizans devrinde kullanıldığı düşünülen Akhylleos, Kaminia Zeuksippos gibi hamamlar da aslında Roma devrine inen bir tarihe sahiptirler43. Beyazıt’ta bulunduğu kabul edilen Nymphaeum Maximum denilen büyük çeşme veya maskem de bir Roma devri eseridir. Şehrin içine giren tek akarsu sayılan ve şehrin dışından gelen Lycus- Lykos deresi bir dereceye kadar su ihtiyacına cevap veriyordu. Ayazma, su yolları, kemerler, kanallar, su kuleleri, kuyular, büyük su toplama havuzları, nymphaeum, çeşmeler, sarnıçlar, hamamlar, köprüler, hendeklerden her biri Bizans su mimarisinin şekillenmesinde etkili olmuştur.

Su şebekelerinin kökeninde ise Roma gelenekleri yatmaktadır. Su kemerleri ve sarnıçlar, Roma mimarisi uzantısıdır. Roma mimarisindeki su şebekelerine verilen önem ve geliştirilmeye çalışılan mimari Bizans Devrinde de aynı şekilde devam etmiştir.

Trakya’dan getirilen ilk su yollarının İmparator Hadrianus (113-124) zamanında yaptırıldığı kabul edilmektedir. Bu su şebekesi II. Theodosius tarafından 439-441 de yalnızca sarayın su ihtiyacını karşılayacak biçimde geliştirilmiştir. Fakat şehrin iki tepesi arasından suyu geçirmek üzere Valens (364-378) tarafından yaptırılan kemer ise Taurus Meydanı’nda, şimdiki Beyazıt’taki üniversite merkez binası yerindeki çeşmeye (Nymphaeum Maximum) ulaşıyordu44.

40 Aran, Berge, Anadolu’da Roma Devri Mimarisi, İstanbul, 1971, s.60-89. 41 Ertuğrul, Özkan, A.g.t., s.63.

42 Dolunay, N., “Çankırıkapı Hafriyatı”, Belleten, Cilt:V, 1941, s.261-266. 43 Ertuğrul, Özkan, A.g.t., s.99.

(18)

Şehrin VII- VIII. yüzyıllarda Trakya’ya inen akınlar ile tehdit edilmesi ve İstanbul’da sık sık olan depremler yüzünden olmalıdır ki; hazineye büyük masraf ve zahmet veren bu sistem yavaş yavaş terk edilmeye başlanmıştır45. Meydana gelen zararların giderilmesi için harcanan para ve zahmet bir süre sonra bu kadar uzaktan su getirme yerine sarnıç inşasını sağlamıştır.

Bizans devrine ait çeşmelerin başkent olması sebebiyle İstanbul’daki örnekleri az olmasına rağmen İstanbul dışındaki çeşmelerden Bizans çeşmeleri hakkında bilgi almaktayız. Özellikle Side’de sütunlu caddeye bakan sarnıcın önünde bulunan çeşme ve şehrin güney ucunda bulunan küçük bir çeşme Bizans eseri olarak karşımıza çıkmaktadır46. Yol kenarında bulunan üç büyük nişli anıtsal çeşme M.S. II. yüzyıla ait, üç katlı ve çok güzel bir işlemeye sahiptir. Yine Bizans devrine ait bir çeşmeyi Efes antik kentinde görmekteyiz. “Androklos Anıtı”nın önünde Bizans döneminde karşısındaki stoalarla beraber bir çeşme havuzu yapılmıştır. Bizans İmparatoru Justunianus (M.S. 526-565) zamanına tarihlenen mermer levhalar nedeniyle bu çeşme genellikle Bizans Çeşmesi olarak adlandırılmıştır. Ancak bütün bu çeşmeler Roma dönemi parçalarından yeniden yapılmışlardır. Su mimarisinin vazgeçilmez bir parçası olan çeşmelerin abidevi ölçüde olduğu gibi küçük ölçülerde de yapıldıkları görülmektedir. Fakat Bizans devrine ait olan çeşmelerin günümüze ulaşmaması üzücüdür.

Bizans hamamları, Roma mimarisi kökenli bir hamam geleneğine sahiptir. Bu devamlılık içinde Roma devrinden kalan hamamlar da kullanılmıştır. Ancak Bizans hamamlarını Roma devri hamamlarından farklı olarak Devlet hamamları, özel hamamlar ve manastır hamamları başlıkları altında incelemek mümkündür.

Devlete ait hamamlar daha çok İstanbul, Antakya, Kapadokya, Palmira, Mezopotamya, Dara, Atina gibi bölgelerde tespit edilmiştir. Devlete ait hamamlar genellikle şehirlerin merkezi yerlerinde inşa edilirken özel hamamlar zengin evlerinin bir bölümünü meydana getirirdi. Evlerdeki hamamlar bazen eğlence odalarının bulunduğu bölümde bazen de evin sıradan bir kısmında yapılır ve sular borular ile temin

(19)

yapılarda da tedavi amaçlı hamamlar bulunmaktaydı. Hamamlar gelişmiş bir şehirciliğin simgelerinden biri olarak sayıldığından yeni bir hamamın açılış töreni de önemli bir olay sayılırdı47.

Bizans hamamları da Roma hamamları gibi genelde üç ayrı bölümden meydana gelmekteydi. Bunlar: frigidarium, tepidarium, ve caldariumdur. Bunun yanı sıra hamamlarda soğuk ya da sıcak suya sahip yüzülebilen havuzlar mevcuttu. Bizans hamamları Hipokaost sistemi ile ısıtılmaktaydı ve ısıtma aracı olarak çalı ve odun kullanılmaktaydı. Bizans hamamları çok aydınlık olmadığı gibi gece aydınlatmalarının yağ kandilleri ile yapıldığı bilinmektedir. Büyük hamamların duvarları mermer olup, çeşitli mozaik süslemeler ile bezenirdi. Kornişlerde çeşitli bitkisel süsleme ile sütunlar ve hamamda yer alan çeşitli heykeller hamamlarda dikkat çekici elemanlardı. Duvarları genelde çeşitli İmparatorların resmi yanı sıra yaprak ve çiçeklerden meydana gelen kompozisyonlar, manzara resimleri, Yunan Mitolojisi ile ilgili sahneler, ayrıca şair ve bilginlerin resimleri ile süslenmekteydi. Hamamlarda verilen hizmet karşılığı talep edilen ücrete balanikon adı verilirdi.

Romalılardan esinlenerek Bizanslıların da hamamı ortadan düz bir duvar ile ikiye ayrılır ve ikiz hamam adını alarak bir bölümü erkeklere bir bölümü de kadınlara hizmet verirdi. Küçük ölçekli hamamlar ise haftanın belirli günleri kadınlara, diğer günler de erkeklere tahsis edilirdi. Ayrıca Romalılardan kalma bir alışkanlık olan karma hamamlar kilisenin karşı çıkmasına rağmen varlıklarını sürdürüyorlardı48.

Bizans su mimarisinde dini mimari içinde yer alan ayazmalar, yüzyıllar boyu geçerliliğini korumuş; günümüzde de faaliyetlerini sürdürmektedirler. Hıristiyanların kutsal su kabul ettikleri ve şifa bulacaklarına inandıkları ayazmalar, temelde madde olarak suyun iyi bir ilaç olarak hastalıkların tedavisi için, sonraları da bunun kutsal su olarak insanlara ruhi rahatlama için yüzyıllar içinde kullanıla gelmiştir. Pınarların, ayazmada mimariye geçişleri bu mimari tipe ve suya verilen önemle doğrudan alakalıdır. Bizans devrinde ayazma, sadece su içilen bir yer değil, ibadet edilen bir mekandır.

47 Koukoules, P., Vie Et Civilisation Byzantines, Atina, 1951, s.419-421. 48 Ertuğrul, Özkan, A.g.t., s.419.

(20)

Bizans devri su mimarisinin şüphesiz vazgeçilmez bir diğer yapı grubu ise köprülerdir. Günümüze yerleri tahmin edilenlerin dışında gelebilen yoktur. Ancak Küçükçekmece köprüsünün ayaklarında Bizans izleri bulunmaktadır49. I.Basileiosun tarafından yaptırıldığı söylenmektedir.50

Bunun dışında Beşköprü (Jüstinyen Köprüsü)Bizans İmparatoru Jüstinyen’in Sakarya Nehri üzerine 553’te yapımını başlattığı, 561’de tamamlattığı köprü, beş kez yıkılıp, yeniden yapıldığı için "Beşköprü" diye anılmaktadır. Yıkılan köprülerin ayaklarının izlerine günümüzde de rastlanabiliyor. 8 kemer üzerinde 429,00 m. uzunluğa sahip bugünkü köprünün birinci gözü demiryoluna hizmet veriyor. Sakarya Irmağı üzerindeki Geyve Köprüsü ise Jüstinyen’in karısı tarafından 562 yılında yaptırılır. Zamanla kullanılamaz duruma gelen köprünün üzerine, 1495 yılında II. Beyazıd tarafından bugün kullanılmakta olan köprü inşa edilir. Ayrıca Iustinianus devrine ait olan Adapazarı’ndaki Iustinianus Köprüsü, Bizans köprüsü olarak iyi bir örnek teşkil eder. Sekiz gözlü ve en büyük kemer açıklığının 33,00 m. olduğu köprü, 661 de yapılmış ve Iustinianus’un ölümünden sonra da terkedilmiştir.51

(21)

3. ANADOLU TÜRK SANATINDA SU MİMARİSİ

Türkler suyu mukaddes kabul ettikleri için suya önem vermiş ve suyu özel bir önemle korumuşlardır. Özellikle Anadolu’ya yerleştikten sonrada sudan vazgeçmemişlerdir. Aslında bütün uygarlıklara baktığımızda ihtiyaçtan dolayı suya önem verdikleri görülür. Ancak bu önem bazen inanç çizgisiyle birlikte daha da artmaktadır. İslamiyet’te su yapılarının revaçta olması, su ihtiyacının karşılanmak istenmesinden başka, suyla ilgili yapıların inşası gibi hayırlara büyük sevabın olması inancı yatmaktadır52. İnşa ettikleri mimari yapılarda su vazgeçilmez bir unsur olmuştur. Gerek şadırvan, gerek havuzlar ve gerekse çeşmeler bu düşüncenin bir uzantısı olarak karşımıza çıkmaktadır. Orta Asya’dan itibaren gelen bu düşünce tarzı kendini Topkapı Sarayı’ndaki su ile ilgili düzenlemelerde açık bir şekilde göstermektedir.

Türk Sanatında Su Mimarisi adı altında köprüler, hamamlar, kuyular, su kemerleri ve bendler, sarnıçlar, çeşmeler, şadırvanlar, sebiller, selsebiller sayılabilir. Ancak tezimizin konusunu oluşturan ve kapsamına giren köprüler, hamamlar ve çeşmeler dışında diğer yapıların ayrıntılı özellikleri ve gelişimleri anlatılmayacaktır.

Türklerde bilinen ilk su sistemleri Maveraünnehir ‘de görülür. Şehrin ihtiyacı olan suyu, dere ve nehirlerden kanallar ve su yolları açmak suretiyle getirmişlerdir. Gazne’de görülen su yolları ve Ürgenç’teki su bentleri devrin büyük eserlerindendir. Timur devrinde Türkistan’da Zerefşan, Sirderya ve Çu Havzalarında büyük sulama yapıldığı gibi Azerbaycan’daki Mugan’da iki büyük kanal inşa edilip, bu kanallar boyunca şehir ve kasabalar kurulmuştur53.

Türkler yurt edinip egemenlik kurdukları bölgelerin coğrafi koşulları, akarsular ve kervan yolları karşısında köprü mimarisini de geliştirmiş ve büyük başarılar sağlamışlardır. Orduların stratejik ve halkın ekonomik, sosyal ulaştırma ihtiyaçlarını sağlamak amacı ile birçok eser inşa etmişlerdir. Orta Asya’da, Timriz’de, Ceyhun

52 Aynur, Hatice- Karateke, Hakan T., III. Ahmet Devri İstanbul Çeşmeleri, İstanbul, 1995, s.33. 53 Ertuğrul, Özkan, A.g.t., s.83.

(22)

(Amu-Derya) nehri üzerinde Gazneliler devri köprü ile Semerkand’ta Zerefşan köprüleri bu anlamda yapılan en eski köprülerdir54.

Bazı kaynaklarda Amu-Derya’nın (Ceyhun) sık sık yatak değiştirdiğinden bu nehir üzerinde devamlı köprü kurmak imkanı bulunamadığı dile getirilmektedir55. Öyleki; Alparslan 1072 de Türkistan Seferi için ordusunu, inşa ettirdiği gemiler ile 24 günde Ceyhun nehrinden karşıya geçirmiştir56. Selçuklu Sultanlarından Melikşah zamanında imparatorluğun her tarafında çeşitli eserler gibi köprülerde inşa edilmişti.

Anadolu’da coğrafi durum göz önüne alındığında irili ufaklı çok sayıda nehrin varlığı dikkati çekmektedir. Stratejik, ekonomik ve sosyal bakımdan bu nehirlerin kolaylıkla geçilmesinin sağlanması gerekmiştir. Bu ihtiyaç karşısında, Selçuklular imar faaliyetlerinde köprü yapımına büyük önem vermişlerdir. Köprülerin büyük bir kısmını kervansaraylar gibi Selçuklu sultanları, vezirleri vakıf olarak inşa ettirmişlerdir.

Anadolu Selçuklu Köprülerini Fügen İtler, tabliye durumuna göre iki grupta incelemiştir. İlter dik köprüleri; ortada geniş ve yüksek ana kemer, buna dik çıkışları olan kemerlerden oluşan köprüler; düz köprüleri ise iki veya daha çok kemer arasında büyük yükseklik farkı göstermeyen düz veya hemen hemen düz olan köprüler olarak değerlendirmektedir. Dik köprülere örnek olarak: Diyarbakır Silvan yolundaki Malabadi köprüsü, Kayseri-Ankara yolundaki Tekgöz köprüsü verilebilir. Kayseri Boğazlıyan yolunda Çokgöz köprüsü, Erzurum Çobandede köprüsü, Ankara Ak köprü, Tokat Hıdırlık köprüsü düz köprü grubuna giren Selçuklu devri eserleridir.

Yapı malzemesi olarak Selçuklu köprülerinde yöresel taş türleri kullanılmıştır. Ana kemeri destekleyen 2. kemerlerde veya köprünün içerisine yerleştirilen odacıklarda tuğla malzemenin de kullanıldığı görülür (Malabadi ve Çobandede köprüleri). Selçuklu köprülerinde orta kısımlarda köşkler ve korkuluk duvarları üzerinde kitabelikler bulunduğu gibi (Tokat’taki Yeşilırmak üzerindeki Hıdırlık köprüsü), Kırşehir yakınlarındaki kesik köprünün kanat duvarı üzerinde bir namazgahı bulunan köprü örneği de vardır.

(23)

Su mimarisi içinde ayrı bir yere sahip olan köprülere Osmanlılar da büyük önem vermişlerdir. Diğer uygarlıklar gibi sudan kurtulabilmek, yani suyu geçebilmek için köprüler inşa etmişlerdir. Askeri mimarinin yanı sıra sivil mimari olarak da köprü yapımına büyük önem vermişlerdir. Köprülerde köprü ayakları, kitabe, köşkler, balkonlar, odacıklar, kapılar ve korkuluklar gibi mimari öğeler mevcuttur.

Osmanlıların ilk başkenti olması münasebetiyle Bursa’da zamanla birçok köprü yapılmıştır. Nilüfer Hatun Köprüsü bunların ilki olarak bilinir57. Bursa’da Ulubad Köprüsü, Setbaşı Köprüsü, Irgandi Köprüsü, Boyacıkulluğu Köprüsü Osmanlıların inşa ettiği diğer köprülerdir. Erken Osmanlı mimarisinin değerli köprülerinden biri olan Bursa Selçuk Hatun Köprüsü mihraplı olması ile de ayrıca önemli bir köprüdür58. Osmanlı devrinde Anadolu’nun çeşitli şehirlerinde mimari eserlerin sayısı gittikçe artmıştır. Bu doğrultuda ihtiyaç duyulan yerlerde köprü yapımına gidilmiştir. Ermenek Bıçakçı Köprüsü, Edirne Gazi Mihal Köprüsü, Kastamonu Taş Köprü, Ankara Sultan Murat Köprüsü, Edirne Fatih Sultan Mehmet Han Köprüsü, Eski Malatya Kırkgöz Köprüsü bu durumu açıklamaya örnek gösterilebilir59. Özellikle İstanbul’da karşılaştığımız köprülerden ise ;Gebze Kanuni Sultan Süleyman Köprüsü, Bostancı Köprüsü, Küçükçekmece Köprüsü, Halkalı’da Odabaşı Köprüsü, Büyük çekmece Köprüsü ve Haramidere Kapıağası Köprüsü en çok bilinen köprülerdir60.

Arapça hama, İbranice hamam olarak geçen “hamam” kelimesi ısıtmak veya sıcak olma anlamına gelmektedir61. İslamiyet’in vücut temizliğini bütün ibadetlerin birinci şartı olarak kabul etmesi, Müslüman toplumlarda hamam mimarisinin gelişmesine neden olmuştur. İslam medeniyetinde ilk hamamlara VII. yüzyıldan sonra Suriye’de rastlanmaktadır. “Özellikle antik mirasın yoğun olarak ayakta kaldığı Suriye’deki ilk müslüman hamamları Kasru’l- Hayr, Hırbet’ül-Mefcer ve Kusayr Amra saraylarında karşımıza çıkmaktadır. Adı geçen hamamlar, ısıtma sistemleri, sıcaklık odaları, servis bölümleriyle Roma hamam geleneğini kesintisiz olarak

57 Çulpan, T.T.K., s.87. 58 Çulpan, T.T.K., s.110. 59 Çulpan, T.T.K., s.

60 Ertuğrul, Özkan, A.g.t., s.88.

(24)

sürdürmüşlerdir”62. Bu hamamların antik dönem hamamlardan farkı, soğuk ve sıcak

havuzlarının iptal edilerek suyun çeşitli vasıtalarla sürekli akıtılıp kurnalarda toplanmasıdır63.

Türklerin Anadolu’nun fethinden önce yerleştiği yerlerde yaptıkları hamamlar hakkında detaylı bilgi sahibi değiliz. Ancak Kirman’ın güneyinde Nigar’da bulunan bir Selçuklu hamamı düzenleme açısından Anadolu’daki Türk hamamlarını çağrıştırmaktadır64. Büyük Selçuklu ordusunda “çerge” adı verilen seyyar hamam çadırlarının bulunduğunu kaynaklardan öğrenmekteyiz65.

Anadolu Selçuklu hamamları, soyunmalık (camekan), aralık, soğukluk, ılıklık, ve sıcaklık olmak üzere yıkanma fonksiyonuna hizmet eden dört ana bölümden oluşur. Bunun yanında zemin kat planıyla ilgili olarak soğuk ve sıcak su depoları ile külhan bölümünden oluşan iki tesisat mekanından söz edilebilir66. Osmanlı Dönemindeki hamamlar ise soyunmalık, soğukluk ve sıcaklık olmak üzere üç ana bölümden oluşmaktadır. Bunların dışında zemin kat planında su deposu ile külhan kısımları bulunur.

Hamamın soyunmalık bölümü yaklaşık olarak sıcaklık bölümüne eş büyüklükte, hatta bazen daha büyük tutulan bir mekandır. XII.- XIII. yüzyıl hamamlarına giriş doğrudan doğruya bir cümle kapısından sağlanmaktadır. Divriği Bekir Çavuş ve Mardin Sitti Radviyye Hamamları gibi örneklerde soyunmalık mekanının önünde görülen revak veya sundurmalar iklim nedeniyle sonradan yapılmış ilavelerdir67. Erken dönem (XII-XIII. yüzyıl) Anadolu Türk hamamlarında soyunmalık bölümü, sağır ve yüksek duvarlardan oluşmaktadır. Bu bölümün aydınlatılması Selçukluların diğer yapılarında da görülen duvarların üstlerinde bulunan mazgal pencere, üst örtüdeki ışık gözleri veya aydınlatma fenerleri ile sağlanmıştır68. Niğde, Mardin ve Kayseri gibi şehirlerin dışında inşa edilen , XII-XIII. yüzyıl hamamlarının çoğunda bu mekanın üst örtüsünün ya ahşap 62 Grabar, Oleg, İslam Sanatının Oluşumu, (çev:N. Yavuz), İstanbul, 1988, s.118-119.

63 Önge, Anadolu’da XII.-XIII. Yüzyıl…, s.9.

64 Cezar, Mustafa, Anadolu Öncesi Türklerde Şehir ve Mimarlık, İstanbul, 1977, s.291. 65 Turan, Osman, Selçuklular Zamanında Türkiye Tarihi, İstanbul, 1984, s.370. 66

(25)

kirişler üzerine düz damdır, ya da nadiren sivri beşik tonozdur69. Ancak XV. yüzyıldan

itibaren bu mekanın üzeri kubbe ile örtülmüştür. Soyunmalık bölümü ahşap tavanlı hamamlarda, bu bölüm genelde diğer bölümlerden sonra yapılır ki; bunu dilatasyon farkından anlamak mümkündür70. Soyunmalık bölümünde, duvarı boydan boya dolanan sekiler bulunur. Daha sonraları bu sekilerin üzerine soyunma kabinleri yapılmıştır. Soyunma sekilerinin altına XVI. yüzyıldan itibaren ayakkabı veya pabuç koymak için dekoratif kemerlerle tezyin edilmiş küçük nişcikler açılmıştır. Ayrıca bazı hamamların soyunmalık bölümü merkezlerinde bir şadırvan bulunur71. Osmanlı döneminde soyunma bölümünden soğukluğa geçişi sağlayan kapı üzerinde pis kokuların dışarıya çıkması için havalandırma bacaları yapılmaya başlanmıştır72.

Aralık mekanı tıraşlık ve hela gibi servis kısımlarını içerir ve soyunmalıktan soğukluğa giriş koridoru şeklindedir. Ara mekanın yapıldığı ilk örnek XII. yüzyıla tarihlenen Ani Menüçehr hamamıdır73. Kayseri Hunat ve Konya Sahip Ata Hamamlarında da gördüğümüz, aralık mekanının üst örtüsü genellikle tonoz veya kubbedir. Ancak bu bölüm XVI. yüzyıldan itibaren işlevini soğukluğa bırakır74.

Anadolu’da erken tarihli hamamların pek çoğunda karşılaştığımız soğukluk bölümü yıkanmadan ziyade dinlenme ve bekleme yeri olarak sıcaklıktan önce gelen bir mekandır. Bu mekanda hiç kurna bulunmaması ve çok sayıda sekinin olması buranın bir dinlenme yeri olduğunu doğrulamaktadır. Yılmaz Önge, hamamların soyunmalık kısmının ahşap yapıldığı erken dönemlerde bu bölümün kış aylarında soyunmalık şeklinde kullanılmış olabileceğini söylemektedir75. XVI. yüzyıldan sonra inşa edilen bazı hamamlarda soğuklu kısmı düzenleme olarak sıcaklık bölümüne benzetilmiştir76.

Sıcaklık, Türk hamamlarında en önemli yıkanma bölümü olup, zeminde bir göbek taşını bulunduran kubbeli bölüm ile bu bölüm etrafında aksiyal olarak

69 Önge, Anadolu’da XII.-XIII. Yüzyıl…, s.19. 70 Önge, Anadolu’da XII.-XIII. Yüzyıl…, s.21.

71 Önge, Yılmaz, “Anadolu Türk Hamamları Hakkında Genel Bilgiler ve Mimar Koca Sinan’ın İnşa Ettiği

Hamamlar”, Mimarbaşı Koca Sinan Yaşadığı Çağ ve Eserleri, Cilt:I, İstanbul, 1988, s.408.

72 Denktaş, Mustafa, Kayseri’deki Tarihi Su Yapıları,Kayseri, 2000, s.25.

73 Balkan, Kemal, “Ani’deki İki Selçuklu Hamamı”, Anadolu(Anatolia), Sayı:12, (1968), 1970, s.48. 74 Önge , Anadolu’da XII.-XIII. Yüzyıl…, s.22, 25.

75 Önge, Yılmaz, “Anadolu Türk Hamamları Hakkında Genel Bilgiler ve Mimar Koca Sinan’ın İnşa Ettiği

Hamamlar”, Mimarbaşı Koca Sinan Yaşadığı Çağ ve Eserleri, Cilt:I, İstanbul, 1988, s.409.

(26)

düzenlenmiş eyvanlar ile köşe halvetlerinden oluşmaktadır. Bu şema çoğu Anadolu hamamlarının sıcaklılarında karşılaşılan bir planlamadır. Merkezi kubbeli bölüme açılan eyvanlar ve halvetlerden oluşan şema, Türk mimarisinde ev, tekke, medrese ve han gibi diğer mimari tiplerde de kullanılmıştır. Hamamların plan tipleri sıcaklık bölümü esas alınarak yapılmıştır. Semavi Eyice tarafından Osmanlı hamamları üzerine yapılan tipolojide altı tip plan görülmektedir77. Bunlar:

1-Haçvari dört eyvanlı ve köşe hücreli tip 2-Yıldızvari sıcaklıklı tip

3-Kare bir sıcaklık etrafında sıralanan halvet hücreli tip 4-Çok kubbeli sıcaklıklı tip

5-Ortası kubbeli, enine sıcaklıklı ve çifte halvetli tip

6-Soğukluk, sıcaklık ve halvetin eş odalar halinde olduğu tip

Hamamların diğer bölümlerinde olduğu gibi sıcaklıkta da aydınlatma üst örtüde bulunan ışık gözleriyle sağlanmaktadır.

Cehennemlik plan olarak 0.50- 0.60 m. derinliğinde olup, 0.40- 0.60 m. aralıklarla konulan küçük ayaklardan ibarettir. Bu ayakların üzeri sal taşları ile kapatılmıştır. Külhandan gelen sıcak hava zemindeki bu küçük ayakların arasından dolaşarak duvarlar içerisinde yer alan tütekliklerden dışarı atılmaktadır. Böylece külhandan giren sıcak hava hem zemini hem de duvarları ısıtmaktadır. Külhandaki ateşin ısı ve dumanı delikler vasıtasıyla cehennemliğe gönderilir. Cehennemlikte ısı ve dumanın duvar içerisindeki künk borulardan dolaştırılarak meydana gelen sisteme tüteklik denilir78.

Su deposu, genel olarak sıcaklığın arkasında veya yan tarafında bulunan, dikdörtgen planlı mekan olup, üst örtüsü çoğu zaman beşik tonozdur. Dikdörtgen mekanın ortasında sıcak su kazanı bulunur.

(27)

Anadolu Türk hamamlarında görülen cehennemlik-külhan su deposunun gerisinde, altta yer alır ve uzunluğu sıcak su deposunun boyuna eşittir. Ocak su deposunun altında olup üzerleri genellikle tonozla örtülüdür. Tonoz üzerine açılan ışık gözleriyle aydınlatılan külhanın ayrı bir girişi bulunmaktadır.

Anadolu Türk hamamlarının bir kısmı “çifte hamam” olarak inşa edilmiş olup aynı anda hem kadın, hem de erkeklere hizmet vermektedir. Çifte hamamlarda, genellikle erkeklere ait giriş anayola, kadınların soyunmalığına bakan giriş ise tali yola bakar. Anadolu’da yaygın olan hamam kültürü çok sayıda hamam inşasını da sağlamıştır. Herhangi bir yapıya bitişik olarak yapılmayan hamamların yanı sıra kale, köşk, konak, saray ve kervansaraylar içerisinde de küçük ölçekli hamamlar yapılmıştır.

Türk kültüründe önemli bir yeri olan hamamlar, sadece temizlik fonksiyonuna yönelik birer sağlık yapısı değildir. Aynı zamanda gelin hamamı, damat hamamı, lohusa hamamı gibi isimlerle anılan hamamlar da mevcut olup sosyal hayatımızın vazgeçilmez birer kültür merkezleridir79.

Çeşme kelime olarak “göz” anlamına gelen “çeşm” kelimesinden gelmektedir.80

Sözlüklerde göz gibi olan delik ve bu delikten akan su şeklinde açıklanan çeşme XIII-XIV. yüzyıllarda Arapça “sıkaye”, “ayn” ya da “meska” terimlerinin kullanıldığı da görülmektedir.81 “Ayn” kelimesine Sivas Gök Medrese Çeşmesi (1271), Bolvadin Alaca

Çeşmesi (1278) kitabelerinde rastlanmaktadır. “Sikaye” kelimesine ise Tokat/Pazar, Hatun Hanı Çeşmesi (1239), Afyon İki Lüleli Çeşme (1379), ve Sinop Emir Şahabettin Çeşmesi (1429) kitabelerinde rastlanmaktadır.82

Türklerin hayrat ve sadaka olarak yaptıkları çeşmeler şehir, kasaba ve yerleşme merkezlerinde olduğu gibi, ana yolların kenarlarında açık yerlerde de inşa edilmişlerdir. Yerleşme bölgelerinde yapılan çeşmelerin suyu büyük oranda kaynaklardan kanallarla veya künklerle temin edilirdi.

79 And, Metin, “Türk Hamamının Kültürümüzde Ve Sanatımızda Yeri Ve Önemi”, Ulusal Kültür, S:15,

İstanbul, 1979, s.76.

80 Develioğlu, Ferit, Osmanlıca Türkçe Ansiklopedik Lugat, Ankara, 1086, s.189.

81 Önge, Yılmaz, “Türk Su Mimarisinde Suluk Adını Verdiğimiz Çeşmeler” , SÜEFD, S:1, Konya, 1981,

s.1-15.

(28)

Çeşme mimarisinde suyun akıtılması için göz gibi küçük bir deliğin olması yetmediğinden suyun kullanılabilir olması için “lüle” den faydalanılmıştır. Lüle aynı zamanda bir ölçü birimidir. Lülenin ¼ “masura” diğer adı ile “hilal”dir.Her masura dörde bölünerek “çuvaldız” adı verilen su ölçüsü ortaya çıkar. Lüle “bentlerde toplanan ve şehre isale edilen suyun, evler, çeşmeler, hamamlar ve diğer yapılara belirli miktarlarda verilmesi için suyu ölçmeye mahsus küçük ve ince bir boru parçası” olarak tarif edilir. Lüle tabir olunan su ölçeği yuvarlak bir küre şeklinde ve 30 dirhem ağırlığında bir kurşun topun girebileceği kadar bir delikten akan su miktarıdır83.

Anadolu Türk mimarisinde görülen en eski çeşmelerden birisi Artuklular’dan Necmeddin İlgazi tarafından 1109-1122 yılları arasında Mardin’de geniş bir külliye içerisine yaptırılmıştır. Bu çeşme günümüze çok az kısmı sağlam olarak ulaşabilen hamamın bir köşesinde yer almaktadır. Çeşmenin üzeri çarpraz tonozla örtülüdür84.

Selçuklular devrinde ilk çeşmelerin ne şekilde olduğu konusunda herhangi bir bilgi mevcut değildir. Ancak diğer su tesisleri gibi antik devir çeşmelerinin Türkler tarafından kullanıldığı anlaşılmaktadır. Günümüze ulaşabilen Selçuklu çeşmelerini medrese, han, cami ve tekke yapılarının ön cephelerinde veya iç avluya bakan eyvan içerisinde ve bazen de yapıların ana yola bakan cephelerinde görmekteyiz. Dış görünüşü ile çok sade olan 1204 tarihli Kızılören (Emir Kutlu) Kervansarayının ön cephesindeki çeşme en basit çeşme örneği olarak kabul edilmektedir. Selçuklu yapılarında rastlanan en basit çeşme tipinin erken örneklerinden bir diğeri de 1239 tarihli Ağzıkarahan’ın cephesindedir. Bu çeşme de zemin kaplaması arasına yerleştirilmiş, lüleli bir su hazinesi ile zemindeki bir yalaktan ibarettir85. Anadolu’da bilinen Selçuklu çeşmeleri arasında mimari ve dekoratif açıdan büyük öneme sahip olan çeşme ise Pazar Hatun Han (1238-1239) çeşmesidir. Han kapısının sol tarafında yer alan çeşmenin su akıtan lüleleri ejderbaşlı olup bronzdan yapılmıştır86. Selçuklu devri çeşmelerinin en güzel ve en süslü örneği 1271 tarihli Sivas Gökmedrese Çeşmesidir. Fazla derin olmayan çeşme nişinin üzeri üç dilimli bir kemer ile örtülmüştür. Ayrıca çeşmeye dekoratif bir görüntü katmak

(29)

için iki ayrı cinsten taş malzeme kullanılmıştır. Çeşme üzerinde ince işlenilmiş bitkisel ve geometrik desenler bulunmaktadır87.

Moğol istilasından sonra, Selçuklu mimarisindeki üslup değişikliğine paralel olarak çeşme mimarisinde de değişiklik olmuştur. XIII. yüzyılın son çeyreğinde çeşmeler anıtsal ölçülerde yapılmaya başlanmıştır. Bu anlamda Selçukluların bilinen en büyük çeşmesi Erzurum Hatuniye Medresesi’nin ön yüzündeki çeşmedir88.

Selçuklu döneminde yapıdan bağımsız olarak inşa edilmiş örnekler de bulunmaktadır. Niğde Alaeddin Camii’nin karşısında yer alan Hatıroğlu Çeşmesi (1277), Afyon’un Çay ilçesindeki Yusuf Bin Yakup Medresesi önündeki Çeşme (1278) ve Bolvadin’deki Alaca Çeşmesi (1278) bağımsız yapılmış olmaları nedeniyle diğer çeşmelerden ayrılmaktadır89.

XIV yüzyılda mevcut örneklerin yapımı devam ederken bunun yanında farklı olarak fıskiyeli çanak ve teknesi bir kaide ile yerden yükseltilmiş çeşmelerde görülür. Bursa’daki Eski Kaplıcanın erkekler kısmının soğukluğundaki fıskiyeli çeşme bu dönemde yapılmış bir eserdir.90

XV. yüzyılda şehirlerin su ihtiyacını karşılamak amacıyla depolu çeşmeler yapılmaya başlanmıştır. Bu çeşmelerin üzerleri kubbe veya tonozla örtülmüştür. Isparta Yılankıran (1519) Çeşmesi örnek olarak verilebilir.91 Afyon Gedik Ahmet Paşa Medresesi(1472) ön cephesinin solundaki çeşme de bu dönemde çeşmelerin ahşap bir saçakla korunduğunu gösteren en eski örnektir.92

XVI. yüzyılda çeşme yapımında büyük değişiklikler dikkati çekmektedir. Sadece insanların su içmeleri için bazı yapıların iç veya dış cephelerine yerleştirilen suluk adını verdiğimiz çeşmeler ortaya çıkmıştır. Süleymaniye Maskemi bu tipe örnek gösterilebilir. Bu dönemde çeşme nişlerinin içerisine dinlenme sekileri ve su tasını koymak için de nişler yapılmaya başlanmıştır. Bu yüzyılda çeşme tipi olarak 87 Önge, Türk Mimarisinde Selçuklu…, s.11; Eyice, Semavi,A.g.m., s.279.

88 Önge, Türk Mimarisinde Selçuklu…, s.54; Eyice, Semavi, A.g.m., s.279. 89 Önge, , Türk Mimarisinde Selçuklu …,s.50-52.

90 Önge, Yılmaz, “Fıskiyeli Türk Çeşmeleri”, V.D., S:22, Ankara, 1991, s.100-101. 91 Önge,. Türk Mimarisinde Selçuklu …, s.58.

(30)

namazgahlı çeşmeler dikkati çeker. Örnek olarak Vezir Mehmed Paşa Çeşmesi (1583) verilebilir.93 Bu dönemin farklı olan bir diğer çeşme uygulaması da Saray, köşk, kasır gibi sivil mimarlık yapılarının pencere söveleri yada duvar nişleri içlerine dekoratif amaçla çeşmelerin yerleştirilmesidir. Topkapı Sarayı’ndaki Sünnet Köşkü’nde bulunan çeşme bu gelişimin bir örneğidir. XVI. yüzyılın bir diğer çeşme tipi ise meydan veya iskelebaşı çeşmeleridir. Her cephesinde çeşme nişleri bulunan Kumkapı Nişancı’da 1590 yılında Halil Cevkan tarafından yapılan çeşme İstanbul’daki meydan çeşmelerinin ilki olarak kabul edilir.94

XVII. yüzyılda depolu meydan çeşmelerinin yapımı artmıştır. Mahmut Paşa Cami avlusu dışında küçük bir meydanın ortasında yer alan Güzelce Mahmut Paşa Çeşmesi (1621-1622) bu dönemde yapılan bir örnektir95.

Kandilli İskele Çeşmesi ile Küçük Su Mihrişah Valide Sultan Çeşmeleri XVIII. yüzyılın bir yeniliği olarak, denizden gelenlerin, veya sandalla dolaşan insanların istifade edebilmeleri için yapılan küçük sahil çeşmeleridir96. Bu yüzyılda karşımıza çıkan diğer bir çeşme tipi de sütun şeklindeki çeşmelerdir. Mermer sütun içinde bir su kanalı oyulmuş olup önüne de musluk bağlanmıştır. Örnek olarak, İstanbul Kara Mustafa Paşa Camii avlusundaki 1737/38 tarihinde Hacı Beşir Ağa tarafından yaptırılan çeşme gösterilebilir. Tarabya’da 1831-32 tarihli Sultan II. Mahmut çeşmeleri bu tipin en güzel örnekleridir97. XVIII. yüzyılda karşımıza çıkan anıtsal ölçülerdeki meydan

çeşmelerinin en güzeli, Topkapı Sarayı’nın esas girişi, Bab-ı Hümayun önüne Sultan III. Ahmet tarafından 1728-29 tarihinde inşa ettirilen çeşmedir. Dört cepheli çeşmenin köşelerinde sebiller, ortada çeşme nişi, çeşme nişlerinin yanlarında mihrap şeklinde oturma sekileri bulunmaktadır. Sultan III. Ahmet’in aynı tarihlerde yaptırdığı bir diğer abidevi meydan çeşmesi de Üsküdar İskele Meydanı’nı süslemektedir. Bu çeşmenin Topkapı’da bulunan III. Ahmet çeşmesinden tek farkı köşelerde sebillerin olmamasıdır. Buna karşılık süsleme daha ölçülü olup insan boyunda su içme muslukları vardır98. XVIII. yüzyıldan itibaren batıdan etkilenen mimarlar çeşmeleri aşırı derecede 93 Eyice, Semavi, A.g.m., s.279; Önge, Yılmaz, “İstanbul’un Namazgahlı Çeşmelerinden Vezir Mehmet

Paşa Çeşmesi”, Semavi Eyice’ye Armağan, İstanbul Yazıları, İstanbul, 1992, s.189.

94 Eyice, Semavi, A.g.m., s.280. 95

(31)

süslemeye başlamışlardır. Özellikle Lale devrinde 1718-1730 inşa edilen çeşme cepheleri, genellikle mermerle kaplanarak kemerlere değişik formlar verilmiştir. Bazı çeşmelerin yüzleri ise çiçek ve meyveler esas olmak üzere çok zengin bir şekilde süslenmiştir. Bunlara: Bereketzade Çeşmesi (1732), Kabataş Hekim Ali Paşa çeşmesi (1733) ve Kaptan Hacı Hüseyin Paşa (1732) çeşmeleri örnek verilebilir99. Lale devrinde Üzerleri kabartmalarla süslü çeşmelerin yapılmasına rağmen klasik üslupta sivri kemerli çeşmelerin inşasına da devam edilmiştir. İstanbul Mevlanakapı civarında Emine Sultan, Fatih Külliyesi’ndeki medreselerin arasındaki geçit üzerinde bulunan Hacı Ahmet Emin Ağa (1741-42) çeşmeleri eski geleneği devam ettiren örnekler olarak gösterilebilir100.

XIX. yüzyılda mevcut örneklerin yapımına devam edilmekle beraber neoklasik akımın etkisiyle klasik dönem özelliklerini taşıyan bazı çeşme örnekleri yapılmıştır. İstanbul Balmumcu Meydan Çeşmesi ile Orhaniye Kışlası önündeki çeşme tamamen klasik Türk çeşme mimarisine dönüşün izlerini taşımaktadır101.

XX. yüzyılda vakıf sularının belediyelere devredilmesi modern su şebekelerinin kurulması ve evlere su verilmesi nedeniyle sanat değeri olan çeşmelerin inşası durmuştur.

99 Barışta, Örcün, İstanbul Çeşmeleri, Bereketzade Çeşmesi, İstanbul, 1989; Eyice, Semavi,

“Bereketzade çeşmesi”, TDVİA, Cilt:V, İstanbul, 1992, s.489.

100 Eyice, Semavi, “Çeşme”, TDVİA, Cilt:VIII., İstanbul ,1993, s.284. 101 Eyice, Semavi, A.g.m., s.280.

(32)

4. KATALOG

4.1. KÖPRÜLER

4.1.1. Dicle Köprüsü (On Gözlü Köprü)

Adresi : Diyarbakır-Silvan yolu üzerinde şehre 3 km. mesafededir.

Çizim No : 1

Fotoğraf No : 1-4 Tarihi

Köprünün farklı dönemlere ait olduğu konusunda bazı görüşler bulunmaktadır: 1- Niebuhr, “Köprünün çok eski olduğu ve 1065’te köprüyü onaran Nasr’dan önce de mevcut bulunduğu” kanısındadır102.

2- M. Van Berchem ile Albert Gabriel köprünün antik çağ eseri olduğunu ileri sürmüşlerdir103.

3- “Köprü zaman içerisinde şehri kuşatan kuvvetler tarafından yıktırılmış, daha sonradan yeniden onarılmış veya inşa olunmuştur. Şehrin son defa Bizans İmparatoru Juannes Tzimisces tarafından 974 yılında kuşatılması sırasında yıktırıldığı bilinmektedir. Köprünün günümüze kadar gelen son yapım ve onarımı, Mervanoğlu Nizamüddevle Nasr’ın buyruğu üzerine, H.457 (M.1065) tarihinde yapılmıştır.”104

Kitabe, köprünün güney yüzünde ve ilk üç göz arasındadır.Beyaz taş üzerine çiçekli küfi ile satırlar arasına süslemeler işlenerek yazılmıştır.

Köprünün H.457 (m.1065) yılında Nizamüddin (veya Nizamüddevle) Nasr döneminde yapıldığını gösteren kitabenin metni şöyledir:

(33)

Metnin Okunuşu:

“Allah’ın sevap ve rahmetini kazanmak için değerli emir, efendimiz (?), dinin nizamı, devletin güçlendiricisi…… İslamın izzeti (Allah ömrünü uzatsın, zaferini aziz kılsın ve ona hidayet etsin)… yapılmasını buyurup para sarfetmiştir. Bu da, ….kadı Ebu’l Abdulvahid ve bina ustası Sa’cer (?) oğlu Ubeyd (?) tarafından 457 yılında yapılmıştır.”105

Kitabeyi yayımlayanlardan Albert Gabriel köprüyü yapan mimarın adını Ubayd b. Sa’cer (?) olarak belirtmişlerdir106. Süleyman Savcı ise, bu kitabenin solunda ayrı bir Karataş üzerindeki çerçeve içinde kufi ile (al-Banna’Yusuf b. ‘Ubayd) yazısından, mimarının Ubayd Oğlu Yusuf olduğunu belirtmiştir107.

Yapının İncelenmesi

Diyarbakır-Silvan yolu üzerinde bulunduğu için “Silvan Köprüsü” diye de anılan köprüye halk arasında “On gözlü Köprü” de denilmektedir (Fot. 1).

On gözlü olan köprü tamamen bazalt kesme taşından ve moloz taştan inşa edilmiştir. Boyu 18.00 m. olan köprünün döşeme genişliği 7.00-8.00 m. dir. Tabliye korkulukları kesme olarak hazırlanmış, yan yana dizilerek bağlanmış üçgen çatı şekilli taşlar ile örtülüdür (Fot. 3).

Köprünün beşinci gözden sonra karşılıklı olarak biri menba diğeri mansap tarafında olmak üzere iki çıkıntı dirsek bulunmaktadır (Çizim 1). Bu dirseklerin hangi amaçla yapıldığı bilinmemektedir. Değişik dönemlerde geçirmiş olduğu onarımlar 105 Beysanoğlu, Şevket, A.g.e., 2003, s.223.

106 Beysanoğlu, Şevket, A.g.e., 2003, s.223.

(34)

sırasında bu koşullar ortaya çıkmış olabilir. Köprülerde belirli bir uyum içinde gelişen kemerler, burada uyumsuz bir hal almıştır. İlk bakışta görülebilen nokta köprünün güney yüzünde, batı yakasından beş gözün diğer gözlere göre enlerinin daha geniş olmasıdır (Çizim 1). Bu durum “Arazinin topografik durumuna bağlanarak kıvrılan Dicle’nin büyük akıntısı sağdan sol kıyıya doğru çark etmekte, dolayısıyla köprünün kemerlerinin geniş olduğu kısmına büyük basınç yapmaktadır”108.

Oldukça sade olan köprünün kitabesinin sonunda aynı hizada bazalt taş üzerine işlenmiş, bir çerçeve içinde, sağa dönük bir aslan kabartması mevcuttur. Bu aslan figüründe ve köprü bedenindeki diğer taşlar üzerinde küçük bazı işaretlere de rastlanmaktadır.

Diyarbakır çevresinde karşımıza çıkan en eski köprülerden biri olan Dicle Köprü (1065) Mervanoğulları Devri’ne ait yazıtı ve mimarı belli bir yapı olarak önemini korumaktadır. Günümüzde köprü üzerinde her türlü ulaşım sağlanmaktadır.

(35)

4.1.2. Deve Geçidi Köprüsü

Adresi : Eski Diyarbakır- Eğil yolu üzerinde, Diyarbakır’ın 20 km. kadar kuzeyinde Devegeçidi Suyu üzerinde yer almaktadır.

Çizim No :2

Fotoğraf No :5-11 Tarihi

Devegeçidi Köprüsü üzerinde üç kitabe vardır. Bunlar köprünün menba’ tarafındadır. Taş üzerine kabartma olarak işlenmişlerdir.

Yazıtlardan biri köprünün sahil ayağı ile birinci göz arasında olup şerit halinde yazılmıştır. Metin şöyledir:

Okunuşu:

“Bismillahi’r-Rahmani’r-Rahim. Tatavva’a bi-‘amalihi’l-cisri’l-mübarak mevlana as-Sultan al-malik as-salih al-‘alim al-’adil al-mu’ayyad al-muzaffer al-mansur naşirüd-dunya va’d-din Sultanu’l-islam va’l-muslimin Abi’l-Feth Mahmud b. Mahammed b.Kara Arslan b. Artuk naşir ‘emira’l-mu’minin

Al-ustaz Ca’far b. Mahmud al-Halabi va zalika fi seneti hamis ‘aşara ve sittami’a

615 (1218)”109

(36)

Yazıtlardan ikincisi, köprünün ikinci ayağı üzerinde ve sağır sivri kemer şeklinde bir şerit içerisindedir. Sağır sivri kemer şekilli kitabeye ilk defa burada rastlanmaktadır (Fot.9). Kitabenin metni şöyledir:

Okunuşu:

“’Amara bi-‘amalihi mavlana as-Sultan al-malik as-salih naşira ‘d-dunya va’d-din Mahmud ibn Muhammed Artuk

Al-ustaz Ca’far b. Mahmud Al-malik as-salih”

Üçüncü kitabe ise köprünün 5. ve 6. gözleri arasında olup, Kur’an-ı Kerim’den Bakara süresinin 261. ayetini içermektedir.

Okunuşu:

“Bismillahi’r-Rahmani ‘r-Rahim

Meselülleziyne yünfikuûne emvâlehüm fiy sebiylillâhi kemeseli habbetin enbetet seb’a senâbile fiy külli sünbületin mietü habbeh vallahü yudâ’ifü limen yeşâ’ vallahü vâsiun aliym”

Kitabelerinden 1218 miladi yılında Artuklu hükümdarı Melik Salih Mahmut döneminde Mimar Cafer İbn Mahmud tarafından yapıldığı öğrenilmektedir.

(37)

Yapının İncelenmesi

Köprü yedi kemerli gözü ile dik köprüler grubuna girmektedir (Fot.5,6, Çizim 2). Tamamen kesme bazalt taşından inşa edilmiştir. Köprünün kemerlere ulaşmayan yerlerinde, iki ucunda güneye doğru hafifçe kırılarak ana kütleye bağlanmaktadır. Boyu 98.00 m. eni ise 5.10 m.’yi bulur. Köprünün tabliye kısmı kesme taşlarla döşenmiş olup, korkulukları yaklaşık olarak 0.58 m. ölçülerindedir. Korkulukları son dönem onarımlarında kesme taş ve beton harç ile yeniden yapılmıştır.

Kemer gözlerinden üçü yuvarlak kemerli, diğer dördü ise sivri kemerli olarak inşa edilmiştir (Fot.7). Kemer gözlerinden yuvarlak olan üç kemerden sonra köprü kırılma yaparak devam etmektedir. Bu durum yuvarlak kemerli bölümün daha önce var olduğunu, kırılma noktasından sonraki sivri kemerli bölümün Artuklular zamanında eklenerek kullanıldığını göstermektedir. Kemerlerden en büyüğü olan altıncı kemerin açıklığı 13.00 m. genişliğindedir.

Köprüde kullanılan selyaranlar güneyde üçgen çıkmalar yapmakta ve piramidal biçimde sonuçlanmaktadır. Köprü 1972 senesinde Karayolları 9.Bölge Müdürlüğünce onarılarak koruma altına alınmıştır (Fot.8).

Son derece yalın olan yapıda, sağır sivri kemer içerisine yazılan kitabe dışında süsleme niteliği taşıyan herhangi bir unsura rastlanmamıştır. Köprüde günümüzde çevre alanlarda piknik alanı oluşturulduğundan her türlü ulaşım rahatlıkla sağlanmaktadır.

(38)

4.1.3. Kara Köprü

Adresi : Diyarbakır-Mardin yolu üzerinde Kırmasırt Köyü’nde bulunmaktadır.

Çizim No

:-Fotoğraf No :12-17 Tarihi

Köprü üzerinde ve kayıtlara geçen herhangi bir kitabe bulunmamaktadır. Köprünün hangi tarihte ve kim tarafından inşa edildiği bilinmemektedir. Ancak F.İlter köprüyü XIII. yüzyıl başına hatta 1208 yılına tarihlendirildiği görülmektedir110.

Yapının İncelenmesi

Yaklaşık aynı seviyedeki iki kıyıyı birbirine bağlayan, beş kemer açıklığı olan köprü moloz ve kesme taştan inşa edilmiştir. Yaklaşık 65.50 m. döşeme uzunluğuna, 5.50 m. genişliğe sahiptir. Köprü dört ana kemer, bir tane de hafifletme gözü olup, yolu düz olarak devam eden düz köprüler grubuna girmektedir(Fot. 12) .

Köprünün döşemesi toprakla doldurulduğundan yapı malzemesi tespit edilememiştir (Fot.16). Tabliye korkulukları yok denecek kadar alçak seviyede tutulmuştur (Fot.15). Köprü ayakları su kotundan yaklaşık olarak 2.50 m. yükselerek, iki kemerde yuvarlak diğer üçünde ise sivri kemer ile açıklık geçilmektedir. Kemerlerden hafifletme gözü tempan duvarı ile aynı seviyededir (Fot.14). Selyaranlardan hafifletme gözü ile yanındaki ana kemer arasında kalanı yarıya kadar toprağa gömülü vaziyettedir. Köprünün yapı malzemesi incelendiğinde farklı dönemlerde onarım geçirdiği anlaşılmaktadır.

Günümüzde daha çok yaya ulaşımını sağlayan köprüde kısmen taşıt ulaşımı da sağlanmaktadır. Hafifletme gözü fonksiyonel kullanılmasının yanında köprüye ayrıca

(39)

hareketlilik kazandırmıştır. Köprüde yuvarlak ve sivri kemerler dışında herhangi bir süsleme unsuruna rastlanmamıştır.

Şekil

Fot. 1- Dicle Köprüsü Genel Görünüşü
Fot. 3Dicle Köprüsü  Memba Yönünden Genel  Görünüşü
Fot. 5- Devegeçidi Köprüsü Genel Görünüşü
Fot. 7-Devegeçidi Köprüsü Yuvarlak Kemerli Bölüm
+7

Referanslar

Benzer Belgeler

Belli bir alanı sınırlandıran kendini kesmeyen dayanak eğrisine (s) sahip olan si- lindir yüzeyinin sınırladığı bölgeye silindirik bölge, silindirik bölgenin E ve P

kestikleri orijin noktasından itibaren ordinat ekseninin sağa doğru giden kısmı pozitif “+” , sola doğru giden kısmı negatif “-“ , apsis ekseninin yukarı doğru giden

Yunanistan’da kemer sıkma önlemlerine karşı düzenlenen 24 saatlik genel greve destek veren onbinlerce kişi Atina’da gösteri düzenliyor.Grev, toplu ula şımı, uçak

Our self-adaptive and dynamic trust model having following steps, includes pre-state of node as well before considering latter’s service/resource request.Mainly the Trust

B [BC] üzerinde |BT| = |TC| olacak şekilde T noktası seçiliyor. Verilenlere göre, |KT|

DİK ÜÇGEN Simedyan Akademi Soru Çözümü-2 8..

DİK ÜÇGEN Simedyan Akademi Soru Çözümü-3 6.. DİK ÜÇGEN Simedyan Akademi Soru

Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Cilt 7/ Sayı 17/ ARALIK 2018. Kent yaşamı, insanî bağları gittikçe kopararak insanı kendi küçük