• Sonuç bulunamadı

Altın Gül'ün romanı

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Altın Gül'ün romanı"

Copied!
23
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

if 22 Kasım 1987 Pazar

P Abdülhamit'in ölümü, OsmanlI hanedanı içindeki bölünmüşlüğü

ve kırgınlıkları bir kez daha gündeme getiriyordu...

f m m

Y a z a n : K e n i z e M U R A T

Altın G ül ün rom anı

Küçük Selma H anım

Sultan, annesine

biçyük am ca

H am it’ın ölüm ünü

haber verdiğinde,

an n esin in

üzülm esine h ay ret

e tti O amca,

dedesini ta h tta n

indirm iş, ¡28 yıl

b ir saraya

h ap setm işti

V.M urat’ın

evlatları,

AbdiiUıamit’in.

cenazesine

katılmakta,

başsağlığı

ziyaretinde

bulunmakta

kararsızdılar.

Hatice Sultan,

kişisel duyguların

etkisinde

V alm aT n alrtaT »

yanaydı. Oysa

Şehzade Nihat,

öfke

içindeydi-H

AM ÎT a m c a ö l d ü ! ... H am it a m c a öldü !... Ortaköv Sarayı'nın, kristal avizelerin aydınlattığı beyaz mermer kaph büyük salonun­ da, küçük bir kız koşuyor, an­ nesine iyi haberi ilk yetiştiren olmak isti>x>rdu.

Telaşıyla, az kalsın, saçları itinayla taranmış ve kıymetli taşlarla donanmış süslü sorguç­ larından sarayda önemli yerleri olduğu belli, yaşlı iki saraylıyı devirecekti.

Biri:

- N e k ü sta h kız! derken, yanındaki hiddetle, “N e b ek ­ lersin ” diyordu, “S u lta n onu öylesin e şım artıyor k î... B i­ ricik k ızı, ç o k b ü yü leyici o l­ duğu m u h a k k a k , a m a , ileri­ de k ocasıyla soru n ları ç ık ­ m a sın d a n k o r k a r ım . D ü ­ zen li h arek et e tm e y i ö ğ r e n ­ m iş olm alıydı. Yedi ya şın d a , a rtık ço cu k sayılm az. H ele, bir H a m m -S u îta n is e .”

Muhtemel bir kocadan ge­ lebilecek şikâyetler, onun umu­ runda bile değildi. Küçük kız koşmaya devam ediyordu. Ka­ dınlar bölümünün, haremin, başlarında yassı fesleri, Sudanlı iki harem ağasının koruduğu kapıya nefes nefese ulaştı. 0 gün ziyaretçiler azdı. Bu yüz­ den, harem ağalan, oturmuş­ lar. rahat rahat laf ediyorlardı. Küçük Hanım Suitan'ı görün­ ce yerlerinden fırlayıp topar­ landılar, Prensese kapımn ka­ nadım araladılar. Hallerini an­ latmasın diye de, korkudan, onu olağanüstü bir saygıyla se­ lamladılar. Fakat, küçük kızın onlara aldırdığı yoktu. Kafası bambaşka düşüncelerle doluy­ du. Onlara bakmadı bile... K a­ pının eşiğinden geçti. Kızıl saç- lannın buklelerini, mavi elbise­ sinin düzgün olup olmadığını kontrol için Venedik aynasının önünde bir an durdu. Sonra, görünüşünden memnun, kapıyı İtti ve annesinin akşamüstü, hamamdan sonra, dinlenmeyi âdet edindiği küçük salona gir­ di.

RAHAT BİR SULTAN Gördüklerinden gururlanan küçük kız h a r e k e tsizleşti. Uzun kaftanı içindeki annesi­ ne, hayran hayran bakü. H ati­ c e S u lta n , yabancıların ya­ nında daim a, ondokuzuncu yüzyıl sonlarında İstanbul'a getirilmiş olan Avrupa moda­ sına uygun giyinirdi. Ama, evinde “a la tu r k a ” giyinmeyi ve yaşamayı yeğliyordu. Saray­ da korse ¡övmez, omuz başları kabank kollu, ya da dar etekli elbiselere rağbet etmezdi. İçin­ de rahat edebileceği geleneksel saray elbiseleri giyer ve sarayın geniş sofalarında rahat

kana-pelere uzanmayı tercih ederdi. - Y aklaşınız S elm a S u l­ ta n !...

Osmanlı saraylarında, ha­ nedan mensuplarının kendi aralarında, evlatlarıyla bile senli benli olmaları mümkün değildi. Ana ya da babalar, evlatlarına hitap ederken ha­ nedandaki yerlerini vurgulayan payelerini kullanır ve onların

a küçük yaşlarında, asalet ve görevlerini sindirmelerine dikkat ederlerdi. Halayıklar, sadakat duygularını vurgu­ lamak için temennahlar atarak h izm et ederlerken, S e lm a , H atice S u ltan 'm nefis kokulu parm aklarını öpüp saygıyla başına koydu. Sonra, heyeca­ nım uzun boylu zaptedeme- yerek bağırdı:

- A n n e c i ğ i m , H a m it a m ca öldü.

Küçük kızın, yeşil gri göz­ lerde okuduğu zafer kıvılcım­ ları, bir anda gelip geçti. He­ men ardından soğuk bir ses, onu kendine gelmeye davet etti. (Devamı Sa.14, Sii.l'de)

K

ENİZE Murat, bugün Paris'te yaşayan bir Osmanlı Prensesi. Osmanlı imparatorluğu'na hükmetmiş V'inci Murat' ın torunu Selma Sultanin kızı. Kenize Murat, annesinin anılarında, inanıl­ m az bir yaşam macerasına tanık olmuş.Osmanlı İmparatorluğu­ nun çöküş yıllarında başlayan macera, işgal yıllarını. Millî Müca- dele'yi, mücadelenin büyük kahramanı Mustafa Kemal'i, saray insanlarını ve entrikalarını içeriyor. Kenize M urat bu zengin birikimini H ü r r i y e t için değerlendirdi ve bir yazı dizisi haline getirdi. Dizinin en ilginç yşnı. Osmanlı Sarayı'nda "ALTIN G Ü L" diye anılan Mustafa Kemal'le ilgili bölümler...

Hanedan. Mustafa Kemal'e nasıl bakıyordu O'ndan, neler umuyordu, beklentileri neydi? Tü m bu soruların yanıtlarını yeni yazı dizimizde bulacaksınız. Ayrıca, hanedanın son yıllarına, sisli kalmış bir tarihe, duygusal bir pencereden bakacaksınız, işgal altındaki İstanbul'dan yola çıkıp Nazi işgali altındaki Paris'te sefalet içinde noktalanan dramatik bir yaşam öyküsünü izleyeceksiniz. Kenize Murat, yaşanan olayları, ayrıca bir romana konu yaptı. "Ölü Bir Prensesten..."

i : Îj î ; âdlı roman. Avrupa'da -A *' . - özellikle Fransa'da, sa­ tış rekorları kırıyor. Ke- * \ nize Murat'ın romanı,

L'Express ve Nouvel Observateur gibi dergi- „ lerin en çok satan kitap

listelerinde.

TALİHSİZ

HÜKÜMDAR

O sm anlı hanedanının bir talih siz su ltan ı da V . M urat'tır... İm paratorluk ü stü n d ek i egem en liği sad ece 93 gün sü rm ü ştü r... Sin ir h a sta sı olarak ta h tta n ind irilm iş, yerine kardeşi A bdülham it g eçm iştir... M * , f l j

B A S L A R K E N

S '' * ■■■ , i m % İŞ ».

K enize M urat, g a zetem iz için hazırladığı yazı nedeniyle kon uğu m uz olarak İstanbul'a geld i... R ahm etli an n esin in , saraylı

ailesin in a n ıla n ın ta zeled i... K enize M urat için İstanbul'un en ilginç k ö şelerin d en biri, Çu-ağaa S arayı id;... A n n esin in dedesi V .M urat'la a n n ea n n esi H atice S u lta n , yıl

larca bu sarayda hapis hayatı y a şam ışlard ı... . .. g

Öksüz Osmanlı Prensesi’nin

geciken peri masalı...

O

SM A N L I Sarayı'nda 30 yıl adeta tutsak hayatı yaşadıktan sonra tahta çıkan, ancak 3 ay salta­ nat yüzü görebilen padişah V . M urat' m büyük torunu K en ize M urat'ın da şansı uzun yıllar yaver gitmedi. V . M urat'ın kızı H atice Su ltan 'm gözbe­ beği S elm a S u lta n ile bir Hint mihracesinin kızı K enize M urat'ın küçüklüğü, hiç de fotoroman mutluluğu içinde geçmeyecekti. Osmanlı ailesi, sal­ tanatın lağvedilmesinden sonra yurt dışına sürgüne gönderilince, Beyrut'ta şaşaalı günler yaşayan S e l­ m a S u lta n , Badalpur Mihracesi'yle dillere destan bir düğünle evlendikten sonra nedense Hindistan' ın havasına bir türlü alışamayıp “doğum yapma” bahanesiyle Paris'e geldiğinde hiç de mutlu değildi. Dünya Savaşı'nın işgal Fransası'nda gözlerini dün­ yaya açan K en ize, anacığını doyasıya göremedi (Devamı Sa.19, Sü. 1 ’de)

AKIMDIR

(2)

Altın Gül ün romanı

- T ahm in ediyorum ki S u ltan A b dü lh am it H azret­ leri d em ek istiyorsu n u z. A l­ lah ra h m et eylesin! A llah onu c en n e tte k arşılasın . O, b ü yü k bir h ü k ü m d a r d ı... P ek i, bu acı haberi kim den aldınız?

Acı haber mi?... Çocuk şaş­ kın şaşkın annesine baktı. S el- ma'nm büyükbabasım, öz kar­ deşini deli diye tahttan indiren bu acımasız büyük amcanın ölümü, nasıl oluyordu da acu haber oluyordu?

Dadısı ona sık sık dedesi V.M urat'ın öyküsünü anlatır­ dı. O sevimli, cömert bir şeh­ zadeydi. Tahta çıkışını halk se­ vinçle karşılamıştı. Zira, ondan büyük reformlar bekleniyordu. Çok yazık! V .M u rat ancak üç ay hükümdarlık edebilmişti... Hassas sinirleri, tahta çıkışıyla oluşan saray entrikaları ve ci­ nayetleri yüzünden sarsılmış, çok ağır bir ruh çöküntüsüne. neden olmuştu. Zamanın bü­ yük uzmanı, AvusturyalI dok­ tor Lidersdorf, sultan hazret­ lerinin birkaç haftalık dinlen­ me ile kendine gelebileceği te­ minatını vermişti. Fakat çevre bunu hiç kaale alm am ıştı. V .M urat tahtından indirilmiş ve bütün ailesiyle birlikte Çı- rağan Sarayı'na kapatılmıştı.

Sultan Murat yirmi sekiz yıl, kendisini kardeşinin hesa­ bına devam lı kontrol eden

uşakların nezaretinde, bir esir hayatı yaşamıştı.

YALAN MI SÖYLÜYORDU? Yirmi beş yıl Çırağan Sa- rayı'nda mahpus hayatı ya­ şamış ve oradan ancak S u ltan H am it'in ısrarıyla, baskısıyla korkunç bir kocayı kabul ede­ rek hürriyetine kavuşmuş an- j neciğinin, Ham it'in ölüm ha-

j

ferinden üzülmesi olanaksızdı Öyleyse, neden yalan söylüyor- | du?

Böyle küçültücü bir düşün- J ce Selm a'yı rüyasından uyan­ dırdı. Nasıl olup da mükemmel ( bir insan olan annesinin yalan söyleyebileceğini, bir an için ; dahi olsa, düşünebilmişti? Ya­ lan, cezalandırılmaktan kor- ! kan köleler için geçerliydi. Bir J Sultan için değil...

Şaşkın bir halde nihayet ce-

i

vap geldi:

- B ah çed en geçiyord um , ağaların k o n u ştu ğ u n u duy- i d u m !...

Aynı anda, oldukça şişman, beyaz eldivenli, klasik siyah uzun dik yakalı bir ceket giy- [ miş harem ağası, kapının eşi- ğinde göründü. Yerlere kadar ı eğilerek birbirini izleyen üç te- : mennahtan sonra doğrularak ellerini önünde kavuşturdu. İn­ cecik sesiyle bilgi verdi:

- Çok m u h terem S u l­ ta n ım ...

Ö ksü z Osm anlI Prensesi nin

geciken peri m asalı...

bile. S elm a S u ltan , büyük bir yalnızlık içinde yavaş yavaş sefaletin kucağına düşüyor ve sonunda hastalanıyordu. S e l­ m a S u ltan Paris'te bir has­ tane koğuşunda öldüğünde R enize sadece 1.5 yaşındaydı. Emektar hizmetkâr Z eynel Efendi tarafından İsviçre Bü- yükelçiliği'ne teslim edilen m i­ nik K enize'nin anası babası, ta beş yaşına kadar iyiliksever bir İsviçreli diplomat çift oldu. R enize, daha sonra bir Fran­ sız ailesi tarafından evlat edi­ nildi. Roskoca Osmanlı Pren­ sesi, artık tipik bir Fransız genç kızı yetişiyordu. 18 yaşın­ da Sorbonne adıyla anılan Edebiyat Fakültesi'nde psiko­ loji ve sosyoloji okumaya baş­ layan R enize, bir yandan da harçlığını çıkarabilm ek için özel dersler verecekti. İşte bu sıralarda Hindistan'daki m ih­ race babasıyla mektuplaşmaya başladı. R enize, babasını ilk kez 21 yaşındayken görebile­ cekti.

Hindistan ve Pakistan'da ypniden bir aile bulmanın sar­ hoşluğu içinde geçen yıllardan sonra. R enize tekrar Paris'e

döndü. R enize'nin kimlik ara- | yışı devam ediyordu. Batılı ol- i masına batılıydı, ama damar- ’ larmda Türk ve Hint kanı akı­ yordu. Bu arada bir sürü işe girip çıkan R enize, Fransız | Milli Kütüphanesi'nde de 2 yıl çalıştıktan sonra, sonunda ga-

j

zetecilikte karar kıldı. 1970 yı- | lında Ortadoğu ve Uzakdoğu

j

uzmanı olarak girdiği Le No- j uvel Observateur Dergisi'nde 1981 yılma kadar çalıştı. Bu süre içinde R enize'yi bölgenin' kriz noktalarında her an gör-

J

mek mümkündü: Rıbrıs, B ey­ rut, Tahran, Bangladeş, Et- ! yopya, Türkiye. Yeniden Bey- ! rut. R enize'nin Nouvel Obser- vateur'deki röportajları ilgiyle okunuyordu.

Sonra R enize'ye yeniden bir bıkkınlık geldi. Paris'ten uzaklaşıp tam 1 yıl boyunca Kahire'de oturdu. Bu arada

j

çeşitli Fransız gazete ve radyo- | larında muhabirlik yaptı. Ama Mısır da, R enize'nin kimlik arayışını durduramayacaktı. Sonunda’ annesi S elm a S u l­ tan' m trajik yaşamım konu alan bir araştırma yazmaya | karar verdi.

Menderes için acı

gecenin mutlu sabahı

“O lan olm u ştu . M en de­ res de n eticelerin acılığını h a z m e tm e y e ç a lış ıy o r d u . Yüzünü bü yü k bir hüzün kap lam ıştı. H ayatım da ilk defa bu tü r siyasi işler ba­ ş ım d a n g e ç i y o r d u . Ç ok a m a tö r v e tecr ü b esiz d im . İçim de kab aran ö fk ey i, a- a k la n a n is y a n ı z o r lu k la a s t ır ıy o r d u m . B ir s ü r e son ra, naralara k a n s a n

da-Ararlar. M enderes'in son üm idi de sönmüştür: M a ­ nisa'da da kazanamamıştır.

Yeni kurulmuş olan D e ­ m ok rat Parti'nin en parlak

j

adlarından A d nan M enderes,

i

yeni Meclis'te bulunmayacak- ] tır. Sarol anlatıyor:

“ M anisa'dan gelen h a -

j

berler Adnan Bey'i çok peri-

j

şan etti. R arankk sok aklar- |

- B iliyoru m , diye Sultan onun sözünü k esti. S e lm a S u lta n sen d en dah a çab u k davrand ı. D erhal k ız k ar­ d eşlerim e hab er ver, F e- h im e ve F atm a S u ltan lara v e y eğ en lerim ize, şehzade N ihat ve Fuat efen dilere. H em en bu a k şa m onları bu­ rada bekliyorum !

H atice S u lta n , o esnada kırk sekiz yaşındaydı ve V . M urat'ın evlatlarının en yaşlı­ sıydı, zekâsı ve kişiliği aile ara­ sında ona otorite sağlamış ve tartışmasız lider olmuştu.

A İL E TOPLANIYOR İki fayton sarayın harem dairesine bakan avlusuna gü­ rültüyle girdikleri sırada, ak­ şam olmuştu. Faytonların il­ kinde vücudunun hatlarını giz­ leyen açık menekşe rengi ipek çarşaf giymiş bir kadın indi. Ötekinden, tombul bir başka kadın çıktı. Çok klasik siyah ipek bir çarşaf giymişti. Çar­ şaflı iki kadın, kendilerine yol gösteren ve onları izleyen gös­ terişli harem ağalarını takip etmeden önce kucaklaştılar.

Birinci kattaki salonlara çı­ kan çift merdivenlerin başında, Sultan'ın baş kalfası misafirleri bekliyordu. Boynuna kadar düğmeli saten bir rob giymiş, başına muslinden geleneksel bir başörtüsü örtmüştü. Zira o günlerde bir kadın, evinde bile açık başla oturmamalıydı. Ve elinde, görevinin saygınlığını simgeleyyen, altın kabzalı bir baston tutuyordu.

Gelen Sultanların önünde henüz saygıyla eğilmişti ki. ge­ lenler onu kucaklayarak doğ­ rulttular. Eski evlerde kalfalar, aileden ya da ona yakın kimse­ ler sayılırlardı. Hiçbir protokol ve merasimden eksik olmazlar­ dı.

H atice S u lta n , merdivenin üst başında ilerledi. Kız kar­ deşlerinden daha boyluydu. Her haliyle, muhteşem dişiliği­ ni gözler önüne koyuyor, ha­ lılar üzerinde kayar gibi yürü­ yordu. Kendinden emindi ve en dik kafalılara bile kendini kabul ettirirdi. Aile arasında her ne kadar ötekiler de Sultan iseler de, Sultan denilince, çok açıkça anlaşılırdı ki, ondan bahsediliyor. F a tm a , ablasının önünde h a y ra n lığ ın ı g iz le ­ meden durdu. Huzursuzlaşan F eh im e ki, modaya ve ölçü­ lere göre ondan daha güzeldi. Hatice Sultan'ın etkileyici za­ rafetini bozmaya kalkıştı.

-B izi apar topar böyle çağırm an ız için ne oldu sev ­ gili ablacığım ? Bu yüzden A v u stu rya-M acaristan B ü­ y ü k e lç iliğ in d e bu a k ş a m çok eğlenceli olabilecek su a ­ reye daveti geri çevirm ek zorunda kald ım .

Henüz ne yapacağına kesin karar vermemiş olan H atice S u ltan hâkim bir sesle:

-Ş u oldu k i, dedi, a m ­ ca m ız S u lta n H am it öldü.

F eh im e omuz silkti. - B u m ü s te b itin ö lü m ü b an a bu daveti iptal e ttir ­ m em eliydi!

-B ravo h ala, çok doğru söylen m iş bir söz!

Bu erkek sesi hepsini ir­ kiltti. Arkalarından otuzbeş yaşlarında cüsseli bir erkek gir­ mişti. Merhum Ş eh zad e S elâ- h attin Efendi'nin oğlu, Ş e h ­ zade N ih at Efendi'ydi bu. Kardeşi Ş eh zad e Fuat Efendi yanındaydı. Her zaman giydiği paşa üniformasıyla çok yakı­

şıklı görünüyordu. Kendisine “ P aşa Ş e h za d e” denilmesini isterdi. Zira savaş meydanla­ rında kazanılmış paşalık rütbe­ sini, şehzade payesinden üstün tutardı. Ağır yaralandığı doğu cephesinden birkaç gün önce gelm işti. İstanbul'da çek in ­ meden, sıkılmadan çok keyifli bir nekahat geçiriyor, kahra­ manlık şöhretini kadınlara kar­ şı çok iyi kullanıyordu.

GÖRÜŞ A Y RILIKLA RI... İki k ardeş, su lta n la rın önünde saygıyla eğildikten son­ ra, onların ardından, küçük kafaların yüz otuz yedi yağ kandilini yakmayı tamamla­ dıkları kristal avizenin süsle­ diği yeşil salona geçtiler. H ayri ile S elm a , fark edilmemek için ayaklarının uçlarına basa basa yürüyerek arkalarından süzül­ düler.

H atice S u lta n mütebes- sim, herkesin oturmasını bek­ ledi. İşinin kolay olmadığım, kazanmanın zorluğunu biliyor­ du. Bu da onun hoşuna gidi­ yordu.

-Y arın S u lta n H am it'in on u ru n a d ü zen len ecek c e ­ n a ze m e r a s im in e , k a tılıp k a tılm a y a c a ğ ım ız a k a r a r verm ek ü zere, aile k o n sey i­ m izi bu a k şa m topladım .

G eleneğe göre şeh zad eler şeh ri g e çe ce k olan cen aze alayım izlem ek zorundalar,

j

S u lta n la r a g e lin c e , m e r ­ h u m u n e şlerin e ve kızlarına b a şsa ğ lığ ı z iy a retin d e b u ­ lunm alıdırlar. S ize soru yo­ rum -sesi oldukça temkinliydi -S îzlerd en k işisel d u ygu ları­ nızın etk isi altın da k a lm a ­ m a n ız ı h a lk a g ö s t e r e c e ­ ğ im iz im ajı dü şü n m en izi is ­ tiyoru m .

Sessizliği ilk bozan F ah im e ’ oldu:

- B u çok ö fk elen d irici bir j d ü şü n ce, diye konuştu. B en

h e r h a ld e g i t m e y e c e ğ i m !

i

S evgili a m c a m ız yirm i b eş yıllık hayatım ı berbat e tti. Bir tek gü n ü m ü bile a rtık berbat ed em eyecek tir!

F a tm a S u lta n mahçup bir edayla:

- A k sin e onu a ffetm ek için bu gü n bir fırsat değil mi? Zavallı cezasını yeterin ­ ce ç ek ti, ta h ta n indirildi, on yıl sü rgü n ve m ahp us hayatı yaşad ı. N ihayet u n u tam az m ıyız?

- U n utm ak mı?

Şehzade N ih at, koltuğun­ da kıpkırmızı olmuş, S elm a i onun öfkeden boğulacağı kor-

j

kuşuna kapılmıştı. O ise gözle­ ri yerinden oynamış, genç ha- | lasına bakıyordu.

- P ek i, y a sadakat? İfti- 1 raya u ğ r a m ış, diri diri g ö ­ m ü lm ü ş, büyükbabam S u l­ ta n M urat'a sad ak at nasıl olacak? N ev ra sten i yü zü n -j den ö len babam a sad ak at

nasıl olacak? Bu cen a ze m e ­ rasim in e g itm ek bize işk en ­ ce yapan ı a k lan d ıracak tır. G itm eyelim ve böylece a ile ­ m ize karşı yapılan on a rıl­ m ası m ü m k ü n olm ayan h a ­ t a la r ı a ç ık ç a b e lir t e lim , ö lü ler im iz bizden bunu b e k ­ liyor...

- A ğab ey, çok rica ed e­ rim , ö lü lerim izd en b a h se t­ m ey i k ese lim !...

Bütün gözler sigaranın du­ manını savuran şehzade Fuat Efendi'ye çevriliydi.

YARIN: HATİCE SULTAN IN KÎNÎ

(3)

Kasım 1987 Pazartesi

a l tin

g

l

'

ü n

Cenaze töreninin görkemi, Hailce Sallan ın

ROMANI

içindeki kin duygularını dalgalandırıyortfu

m

Abdülhamitin ölüsü bile

Murat'ı ezip geçmişti

OSMANLI-ALMAN DOSTLUĞU X?

terdiği gü n lerd e, O sm anlı İm p aratorluğu, A lm anya ile sık ı fık ı bir d o stlu k içindedir. İsta n b u l’da iktidarı eld e tu ta n İttih at ve T erakkiciler; adeta Saray'ın da ü stü n d e bir gü ç o lu ştu rm a k ta , iki ülk en in ask eri liderlerinden E nver P aşa (k artp ostald a solda) ile H indenburg'un (k a r t­

postald a sağd a) resim lerin i içeren k a rtp o sta lla r sok ak lard a sa tılm a k ­ ta d ır... K ardeşi V . M urat'ı ta h tta n indiren A b dü lh am it de (üstte), sonunda kardeşinin a k ıb etin e u ğram ıştır. Bu d efa, İttih atçılar, onu ta h tta n indirip 27 N isan 1909 da Selanik'e sü rg ü n e gönderm işlerdir. R e­ nize M urat, yıllar son ra geldiği İstanbul'da O sm anlı nın izlerini arıyor (en solda). B elleğin e yazdığı aile anılarım gözlerin de canland ırıyor.

• H atice S ultan, A bdüllıam it’in cenaze tö re ­

n in i izlem ek istiy o rd u G izlice b ir fay to n

k ira la ttı ve y a n ın a k ızı Selm a’y ı k a ta ra k

k u rd ele alm a b ah an esiy le sa ra y d a n ayrıldı.

C enazenin g örkem i o n u şa şırtm ıştı. D aha

o n y ıl önce ta h tta n in iş in i a lk ış la rla k a rş ı­

layan, A bd ü lham it’i m ü steb it ila n eden

h alk , b u kez o n u b a ğ rın a b asıy o rd u ..

P

A Ş A Şehzade Fuat da, aile konseyinin ılımlıların- dandı. Konuya daha bir yu­ muşak bakıyordu.

“ B u r a d a b u lu n a n la r ın e n gen ci oldu ğum hald e, ta v s iy e d e b u lu n u y o r g ib i görü n d ü ğü m için beni a ffe t­ m en izi r ic a ed erim . F akat cep h ed e geçird iğim ydlarda, A n ad olu lu , İzm irli, K arade­ nizli, basit basit insan lar, a sk erler ban a bir şey ö ğ r e t­ tiler. B ü tü n ku su rlarım ıza r a ğ m e n , h a lk b iz e sa y g ı b e s liy o r . B izim b ö lü n m e ­ m ize bir m a n a verem eye­ c e k le r d ir . A b d ü lh a m it in , M urat'ın yerin i a lm ası ve k ardeşi R eşat'ın da onun yerin e g e çm e si, on ların na­ zarında bu değişm eler bir s ü r e c in o la y la r ıd ır . E sa s o la n , ailem izin h ü kü m darın etrafın d a d aim a k e n e tlen ­ m iş olm asıdır. B ilh assa bu sa v a ş fır tın a s ın d a h a lk ın sağlam bir dayan ağa ih ti­ yacı var. A ltı y ü z yıld ır, Os- m anb han ed an ı böyle bir dayan ak olm u ş, ö y le k a l­ m a sı gerek . Y oksa acı acı

pişm an o lu r u z .”

Bu esnada bir harem a |a sı kapıda gözüktü. Padişahtan bir haberci geldiğini bildirdi. Bu iriyarı bir Sudanlı köleydi. Bir köle olmasına rağmen hep­ si ayağa kalktılar. Onun için değildi bu saygı.

O nlara gö re, bu gibiler m evcu t bile sayılm a zla rd ı... Ayağa kalkışları, getirdiği ha­ bere saygı ifadesiydi.

“ H a ş m e t m e a p S u lt a n R eşa t, E m ir - ül - „ M ü ­ m in in , A llah'ın yer y ü zü n ­ d ek i gölg esi, A k deniz'in ve K aradeniz'in h â k im i ve iki k ıta n ın im p aratoru , zat - ı şah a n elerin e şu m esajı g ö n ­ derdiler: Çok sevgili k ard e­ şim iz H a şm etm ea p II. A b­ d ü lh am it in vefatı m ü n a se­

b etiyle H aşm etm eap V. M u­ rat'ın ailesin e m en su p ş e h ­ zadelerle su lta n la rı, g e le n e ­ ğ e u ygu n biçim de belli y er­ l e r e g e l m e y e d a v e t ed iy o ru m .”

PADİŞAH BUYRUĞU Hepsi, saygıyla eğildi. Şüp­ hesiz bu bir davet değil, bir emirdi. Haberci henüz kapıdan çıkmıştı ki, Ş eh zad e N ihat Efendi, omuzlarını kaldırarak homurdanmaya başladı:

“N e olursa olsu n , ben g itm ey e ce ğ im . ”

H atice S u lta n onun kusu­ runu yüzüne vurarak müda­ hale etti:

“N ih at, san ırım ki Fuat' m h a k k ı var. D u ru m va­

h im . H a n e d a n ın b ir liğ in i k o r u m a m ız m u t la k a l a ­ z ım .”

“H anedan ın birliği! Ah sevgili hala! Bir hanedan ki altı yü z yıldır iktidar için b ir b ir in i ö ld ü r m ü ş . C ed ­ dim iz III. M urat, “Iran F a ­ t i h i , ” k a r d e şle r in d e n k a ­ çıran başım vurdurm uştur? Y an ılm ıyorsam , on d o k u ­ zunu n. B abası daha m ü te­ vazı idi, sad ece beşini ö l­ d ü rtm ü ştü r.”

H atice S u lta n sözünü kes­ ti:

“ D evletin var olm a se b e ­ b in e d a y a n ıy o rd u . B ü tü n hü kü m dar ailelerin de bu ç e ­ şit d r a m la r y a ş a n m ış tır . Yalnız A vrupa'da, kardeşler dah a azdı. G örüyorsunuz, ben S u ltan Ha m it'ten yana çık m ıy o ru m . Bu güç k o şu l­ lar altın d a, İn giltere, F ran ­ sa ve Rusya topraklarım ızı p a y la şm a k istiy o r la r . Hiç şü p h esiz, d evleti yön etm ek için onu n gibi birine ihtiyaç var.

(4)

( ? ) 24 Kasım 1987 Salı

a ltin

g

L'ÜN

Ata nın ölüm haberini

ROMANI

H M

‘m m

kahkahalarla karşılıyor

Selma, O'na hem hayran, hem düşman

İm p a ra to rlu k çökm üş,

M illi M ücadele

k a z a n ılm ıştır. Selm a

Sultam Ham ım da,

hanedanım diğer ü yeleri

gibi sü rg ü n d ed ir. Bu

a ra d a y a k ışık lı b ir

H in tli m ih ra ce üe

evlenip H in d ista n ’a

y e rle şm iştir.

H indistan,

T ü rk iy e’n in

k u rta rıc ısı M ustafa

Kem al’e adeta

tapm aktadır. ö>

k urtuluşun

sim gesidir. Ölüm

haberi, H in tlile ri

acıya ve gözyaşına

boğmuştur. Selm a

ise k arm ak arışık

duygular içindedir.

B ir yandan n efret

etmekte, öte yandan

h ayran lık

duygularını hiç

değilse kendinden

gizleyem em ektedir.

“ | J UZU R, Huzur, yalva- r ır ı m u y a n ı n ı z ! ” . .. R a ssu la n , beyhude yere per­ deleri gürültüyle çekmiş, defa­ larca öksürmüş, gömme dolap­ ların kapılarını gürültüyle ka­ patıp açmış, banyonun mermer zemini üzerine fırlattığı ötebe­ rinin gürültüsünü artırmış, hatta ya ta k ta k i hanım ının üzerine eğilerek, bet sesiyle şarkı bile söylemişti. Nafile... Hanımı, yatağında dönüp ba­ şını daha da yastığının altına sokuyordu. R assu lan , delir­ mek üzereydi. Öğle vakti çok­ tan geçmiş, Raca’nın ona hanı­ mım uyandırmasını emrettiğin­ den bu yana bir saat dolmuştu. Efendisinin hiddeti ya da hanı­ mının öfkesinden hangisinin daha korkunç olduğuna, bir türlü karar veremiyordu.

M ÜTHİŞ BİR HABER

Yatağın yanma diz çök­ müş, hanımının kızıl buklele­ rini hayranlıkla seyrediyordu.

Öfke ile ümitsizlik arasında

bocalıyordu ki, aklına bir kur­ nazlık geldi:

“ H uzur, d in leyin , m ü th iş bir haber v a r .”

Heceleri teker teker söylü­ yordu:

“ T ü r k iy e 'n in k r a lı ö l­ m ü ş!”

S'astığı, birden suratının orta yerinde buldu. Yeşil iki. güzel gözün bakışlarını gözle­ rinde gördü.

“S en n e diyordun? H angi k ral?”

“Türkiye'nin kralı. H u­ zur. M üezzinlerin ezan s e s ­ lerini işitm iyor m usun? Ş a ­ fak vaktind en beri bütün cam iler halk ı duaya davet ed iyor.”

Tamamıyla uyanıp kendine gelmiş olan S elm a toparlandı. Halife A b dü lm ecit mi ölmüş­ tü? Düşünceye daldı. Onun kırlaşmış sakalım ve çocuklu­ ğunda ürktüğü eflatun bakış­ larını hatırladı. Onu görmeyeli on dört yıl olmuştu. Birbirleri­ ne çok uzak kalmışlardı. Sür­ gündeki yaşantısını Fransa'da N ice Ş eh ri'n d e k u rm u ştu . Ü zün tülü görünm eye ç a lış­ madı. Onu asla sevmemişti. Sadece bir özlem sanki, so n . Halife'nin ölümüyle impara­ torluğun yok olması tamamla­ nıyormuş gibi bir duyguya ka­

pıldı. Gözlerinin önünden bem­ beyaz Dolmabahçe Sarayı geç­ ti. Binlerce kristalin parılda­ dığı salonlardan, küçük bir kız, göz kamaştıran madalyalarla süslü ünifonnalar, pırıldayan mücevherler halesinin arasın­ dan, altın tahta doğru ilerli­ yordu. Allah'ın yeryüzündeki gölgesi, Emir ül-M üminin...

“B u sab ah çok d algın­ s ın ız ...”

Amir odaya girmişti, üze­ rinde siyah bir şirvanı vardı.

“G örü yoru m k i hab er a l­ m ışsın ız. M erasim bir sa a t son ra B ü yü k Cam i de b a şla ­ y a ca k . K atılm ayı arzuluyor

m usunuz?"

“B u n e hiçim soru! E l­ b ette. N ed en öyle şaşırdınız? " O h ! H iç , d ü ş ü n d ü m k i... Sizi vatan sever bilir­ d im , a m a gen erale karşı saygınız olduğunu bilm iyor­ d u m !...” ' “G en eral m i? ...” “ö y le , başkan M ustafa K em a l.” “K em al! Ö ld ü?...”______ “ DUAYA GİTMEM“ S elm a hırçın bir kahkaha atarak kendisini yastıkların üzerine bıraktı.

“T ürkiye'n in kralı! Ben de sa n m ıştım k i... Çok tu ­ haf! Ş ü p h esiz hayır. K em al için duaya g itm e y e c e ğ im .”

A m ir in giydiği siyah şir- vaniye şöyle bir göz attı.

“Ü m it ed erim k i, siz de g itm ey ecek sin iz! ”

R aca, ona sert ve donuk baktı.

“P re n ses unutu yorsunu z k i, biz H intliler için M ustafa K e m a l b ir k a h r a m a n d ır . H ayallerim izi g erçek leştird i. İngilizleri ü lk esin d en kovdu. B u g ü n , H indistan'ın bütün ş e h i r le r i n d e , c a m il e r d e , m ü m in ler ruhu nu n huzura k avu şin ası için ağlayıp dua ediyorlar. ”

S elm a ona hakaret dolu gözlerle dik dik baktı.

“P ek i, siz efen d im , hara­

r e tli K e m a list o lu şu n u zla O sm anlı h an ed an ın a olan aşk ın ızı nasıl bağd aştırab i­ liyorsunuz?”

Daha açık konuşamazdı. Onu ikili oynamakla suçluyor­ du. O anda Raca onu memnu­ niyetle tokatlayabilirdl. Ama, daha etkin bir silahı vardı:

“ O sm an lı o lu şu n u zd a n , ülk en izi kurtardığı için g e ­ nerale m in n etta r olab ilece­ ğinizi dü şü ndü m . U n u tm a ­ yın ız k i, o olm asaydı T ü r­ k iye a rtık m ev cu t olm a y a ­ c a k t ı...”

“Yanlış! S u ltan bunu o n ­ dan bizzat isted i... Oh! N eye yarar ki?”

Hükümdarın generale .Ana­ dolu'daki direnişi teşkilatlan­ dırmasını emanet etliğini, eğer makul davranmazsa, İstan ­ bul'u Yunanhlar'a verme teh­ didinde bulunan Ingilizler'e re­ hin olarak payitahtta kaldığım ona nasıl anlatabilirdi? Başlan­ gıçta Kemal'in S u lta n adına halkı ayaklandırdığım, zaferi elde edince de bunu kendisi için sakladığım nasıl anlatabi­ lirdi? Aralarındaki gizli anlaş­ mayı saklamış ve padişahı düş­ mana teslim olmakla suçlamış­ tı. Selm a, ülkesinin bu devre­ sine ait gerçeği ne zaman orta­ ya koymak istese, alaycı, mer­ hamet dolu bakışlar, rahatsız edici gülümsemelerle karşılaş­ mış, onun, aile şerefini koru­ maya çalıştığı düşünülmüştü. Açıkça anlamıştı ki. sadece ga­ liplerin, iddialarını gerçek diye empoze etmeye hakları var­ dır...________

H A P SE D E N B A K IŞL A R Ya Amir? Onun, koca­ sının, saltanatın ihanet ettiğine inandığını ve hanedan mensup­ larını birer alçak sayabileceğim asla aklına getirmemişti. İçin­ den kusmak geliyordu. Bu alaycı bakışlara yüzüne karşı açıklanan bu yalana bir darbe gibi vurulan bu hor görmelere artık dayanamıyordu. R a c a . onu bu isyancıyı tecrit etmenin

çaresini bulmuştu. Hapishane­ nin duvarları, onu hapseden bakışlar yanında neydi ki. Bu soğuk kişinin karşısında bütün protestolar kırılıyordu. Bunal­ mış bir halde sustu.

Selm a'yı bu imajı ile utanç içinde boğmaya çalışıyordu...

Peki... Eğer kendisini yar­ gılamalarına müsaade etmeye­ cek olursa^ Eğer, kapalı tutul­ duğu hücresinin derinliğinde, deli ile cani kabul edilmiş suç­ larının ve pişmanlıklarının ce­ zası olan zincirlerini fırlatır ve faziletli suçlayıcılarım da suç­ lamaya cesaret ederlerse? Me- dusamn gözleri ancak onun kudretine inananları taş kesil­ miş hale getirir...

ŞAMPANYALI KUTLAMA

S elm a yavaşça başım kal­ dırdı. A m ir'e baktı. Bir 2afer

duygusu hafif hafif benliğini sardı. Rahat bir gülümsemeyle kararını bildirdi.

“ P ek â lâ ... Siz duaya g i­ derk en , ben de d ostlarım ı bu m utlu olayı şam panyayla k u tlam ak için davet e d e ce ­ ğ im !”

A m ir in narin elleri kasıldı. Hiçbir şey söylemeden döndü. Belki de onun şaka yaptığım düşünmüştü.

Uşaklar, L ucie ve kocası binbaşıya, R aşit Han ile Z eh­ ra'ya mesajı götürmek için aceleyle yola koyuldular. S elm a salonda çiçeklerle donanmış masayı, gümüş kovalara yer­ leştirilmiş altı şişe Roederer roze şampanyayı kontrol etti. Beyrut'taki gecelerden beri bu marka şampanyayı daima ter­ cih etmişti. K em al'in ölümünü değerli bir marka şampanya ve asaletle kutlamahydı...

Değerli! Onlara ihanet et­ miş biri için mi? Evet, ne us­ talık ve serinkanlılıkla! Bunca rüyalarına giren “A ltın G ü l” den nefret ediyordu. Bununla beraber, cesaretine cüretine hayran olmaktan kendini ala­ mıyordu. Galip gelmek için

bunlar mutlaka gerekli nitelik­ lerdi. “H em ço cu k sah ib i o l­ m a k , hem de bek âretin i k o ­ ru m ak kabil d eğild ir.” An­ nesinin sık sık tekrarladığı bu cümle Solm a nın kulaklarında çınladı. Onu, A b d ü lh am it öl­ düğü gün O rtaköy Sarayı' ndaki hali ile görür gibi oldu. Aile toplanmış, otuz yıldan fazla bütün aileyi yok yere hapsedene saygı gösteriyor ve yeğenlerine iktidar oyunlarına dayanamayacak kadar hassas ve dürüst olan büyük babaları S u ltan Murat'ı değil, S u ltan Hamit'i örnek almalarını tav­ siye elliyordu.

(Demini Sa.23, Sii.l'de)

M irliva (T ü m gen eral) M ustafa K em a l, S aray'm da çok b eğen d iği bir ask erdir. Ç an akk ale'de y a rattığı m u cizeler, O'nu İm p aratorluğun en gözde paşaların d an biri yap m ıştır. Bu arad a, sa ra y m en su b u p ek ç o k g e n ç haram su lta n gib i, S e lm a d a, sık sık bu g e n ç paşayı dü şü n m ek ted ir. A n ca k olayların g e lişm e zinciri için d e, M u stafa K em al, T ürk h alk ım ve ü lk esin in b ağım sızlığın ı, sarayın ikbal vaatlerin e y e ğ le y ec e k tir... G en ç T ürk Dİevleti'nin ilk işlerinden biri, h ilafeti kaldırıp h an ed anı ülk ed en sü rm ek o lm u ştu r... S elm a S u lta n da sü rg ü n d en nasibini a la ca k tır. G alata R ıhtım ı ndan k a lk a n bir g e m i ile bilin m ezlere d oğru denize açılan S elm a S u ltan 'm ilk du rağı, B eyru t o la ca k tır. Son ra H in d istan , son ra F r a n sa ... S ü rgü n h ayatı böyle sü rü p gid ecek tir.

BaBBBBamaV;':,*:: ; ' s m m i

(5)

Onun

“P r e n s e s !...”

R aşit Han kapının eğiğin­ de duruyordu. Anıları içinde kaybolmuş olan S eln ıa , onun geldiğini fark etmemişti bile. Hayret! O da siyah şirvani giy­ mişti.

Aldatıcı bir edayla ona gü­ lümsedi.

” Bu form aliteleri k ald ı­ rın ız, R aşit. Biz a rtık k a r ­ d eş değil m iyiz? Zehra n ere­ de?”

“ C am id e... B en d e oraya d ö n eceğ im . S ize, k u tla m a ­ nıza katılm ayacağım ızı s ö y ­ lem ek için g eld im .”

“P ek i, niye?”

R aşit Han onun yanına oturdu. Yüzüne endişeyle bak­ tı.

“Bir sü redenb eri m utsuz bir haliniz var. N e oluyor, rahatsızlık veren nedir?”

Oh, onun kolları arasına sı­ ğınmak, bir çocuk gibi salla­ masına müsaade etmek, teselli edilen bir küçük kız olmak, onu etkileme çabasını artırdı.

“N e hayal! B en im d ü n ­ y a n ın , ü stü n e en ç o k t it ­ ren en , en çok sev ilen kadım olduğum u bilm iyor m u yd u ­ nuz? ’

R aşit, Selm a'nm ellerini avuçlarının içine aldı, kuvvet­ lice sıktı. Şaşkın şaşkın ona bakıyordu. Daha önceleri böy­ le bir harekete cesaret edeme­ mişti.

“N e kadar d eğiştin iz?...

cesaretine hayrandı

tk i y ıl ev v el Bom bay'da k a r­ şıladığım h eyecan lı g e n ç kız şim di nerede? S e lm a , d iren ­ m elisin iz. Y ok sa, kendi k e n ­ d in iz i m a h v e tm e k ü z e r e ­ s in iz ...”

“ B ü y ü k bir k a y ıp o l­ m a z .”

“E ğer b en i biraz seviyor­ sa n ız ... L ü tfe n ...”

R aşit sustu. S elm a sessiz­ ce duruyor, onu gözlüyordu. Samimi olarak onu bir kardeş gibi sevdiğine inanıyor muydu? Bir hareketle onu yanıltabilir ve A m ir ile Zehra'dan inti­ kam alabilirdi. Zehra! Zehra' dan da mı? Israrlı hafif bir ses kulaklarında çınlıyor, onu hay­ retlere sürüklüyordu. Bu sese göre, elbette ve bilhassa Z eh­ ra 'd a n in tik a m a lm a lıy d ı. A m ir, nihayet bir erkekti. Ar­ tık hiçbir erkek onu hayal kı­ rıklığına sürükleyemezdi. Oysa Z ehra!... İçine düştüğü acı duygular onu etki altına almış, bu gencecik insanı, Zehra'yı, onun masum halini, canlılığını, çekici bakışlarım bir kere daha ne kadar sevdiğini anlamıştı. Ve şimdi, ondaki mutlu evli­ liğin budalaca teminatı sayılan huzurun dayanağı gebeliği ar- zuluyordu.

Yanağım geniş omzunun üzerine yasladı.

“B en i götü rü n ü z Raşit! A r t ık ta h a m m ü lü m k a l ­ m a d ı.”

Bunu söyledi mi, yoksa sa­

dece aklından mı geçirdi? T e­ selli edici bir el saçlarını ok­ şadı. Çok uzun zaman (incele­ rini hatırlatan başka bir eli dü­ şündü. Hıçkırarak R aşit Han' a sıkı sıkı sarıldı.

“Beni asla terk e tm e y i­ n iz !...”

Gözyaşlarıyla ıslanmış yü­ zünü onun boynunda gizleme­ ye çalıştı. Tek bir arzusu vardı. Hiçbir şey sormadan onu ahp götürmesi.

R aşit, yüzü sapsan, onu çenesinden tuttu, büyük m en­ diliyle acemice göz yaşlarını sil­ di.

“S elm a , b en de sizi se v i­ yoru m . O bü yük g em id en n h tım a ayak b astığın ız a n ­ dan itib aren kend inizd e d e ­ ğild in iz k i, o kad ar n azik idiniz k i. F a k a t, m ü m k ü n deği

ye d i...

“ Ve şim d i? ...”

“B elk i de sizi dah a ço k seviyoru m , a m a ...”

“ A m a , b e n i y e te r in c e sevm iyorsunu z! ”

S elm a , acı acı güldü. “ Bu benim k ad erim , h a ­ ya t h ik âyem . H erkes beni seviyor, a m a hiç k im se beni k o ru m a k için y eterin ce se v ­ m iy o r ... H e r k e s e k a r ş ı... B an a k a r ş ı...”

“ Ya Am ir?”

İdi. D o stu m la evlenm e- geliyordunuz. V e

şim-Y A R IN :

(6)

25 Kasım 1987 Ç arşam ba

T J f ^

m m

I k '$ Y - 4 u »

»

H ■«

... ...

ALTIN G

ROMANI

i

■i

-l

ü n

O na meydan okuma

arzusunu yenemiyordu

... .. ... -... -— - -

. . . .

Sultan'm kalbndeki

Mustafa Kemal fırtnası

S

ELM A, ondan biraz uzak­ laştı, birden bitkinlik his­ setti.

“ B iliyorsun uz, A m ir b e ­ n im le d eğil, a sa le tim le, a i­ lem le ev le n d i.”

R aşit ne diyeceğini bile­ meden oradan çıkıp gitti. Ona iyilikten başka hiçbir aykırı avranışta bulunmayan tek in­ san olm asına rağm en, onu mutsuz ettiğine üzülmüştü.

Selm a, aynada süzülmüş bir yüz, halka halka olmuş göz altlarını gördü. Yaşlanmaya başladığı doğruydu. İhtiyar­ lıyor muydu? Belki. Beyrut'ta film çevirmek istediği günler­ deki dolgun yanakları, çukur- laşmıştı. Bir heykeltıraşın elin­ den çıkmış gibi incelmişti. Ya dudakları, ki onları ipince bu­ lurdu, aksine sanki kabarmış gibiydiler. Bu yeni görünüşünü seviyordu. Filmlerdeki “femme fataie” (dayanılmaz, karşı ko­ nulamaz) gibiydi... A m ir ona.

‘g ü zel m a h lu k ’ diyordu... Saat altı olmuştu... Davet­ lilerden henüz hiçbiri gelme­ mişti. Artık gelmeyeceklerini de anlamıştı. Şüphesiz bunun, bir ölüye meydan okuma al­ çaklığı, bir tahrik, densiz bir mukabele olduğunu zannetmiş­ lerdi. Hiçbir şey, ama hiçbir şey anlamamışlardı.

Bir insan öldüğünde, son­ suza dek, daha canlı kalabilir miydi?

İşte M u sta fa K em al'in muazzam ağırlığını hissettirdiği bu anda, ona meydan okumak istemişti. Ve, bu eşitsizlik sayı­ labilecek hareketi, tanıkların önünde yapmak istem işti... Oysa, kimse davete gelmemiş­ ti. Kutsal bir şeye gelmekten ürkmüşlerdi. Bu büyük adama karş olan saygıları öylesine nahif idi ki, en ufak bir fiske vurulmasından korkuyorlardı. Selm a, kendine daha çok de­ ğer veriyordu. Yenilgiyi kabul etmiyordu. Bu savaşı vermek bile, onun için zafer sayılırdı.

KIRIK K A N A T L A R ... Onun kaderini, dünyanın dört bir köşesine yayılacak şe­ kilde param parça eden bir Tanrı gibi, onun varlığından habersiz hayatını ve en başta duygularım ve düşüncelerini en küçük ayrıntılarına kadar de­ ğiştiren birine meydan oku­ mak... Bazen ona minnettar olması gerektiğini düşünürdü. Her şeye rağmen yuvayı yık­ mış ve onu uçmaya mecbur bırakmıştı. Ama aynı anda gökte yükseldiği yerde alıp ka­ natlarını kırmıştı...

Sürgün... Sürgüne gönder­ diği bu aileden bu kadar mı korkuyordu? Bununla beraber, güçlü idi. Kaybedecek hiçbir şeyi olmayan, hiçbir geçmişi bulunmayanlar, bu kudretin yarattığı ortamla, her ne paha­ sına olursa olsun, kendilerine yeni bir hayat yaratmak ihti- yacmdadırlar.

Ondaki, mağlup etmeyi ba­ şaran cesaret ve zekâsından (Devamı Sa.23, Şii.I'de)

İKTİDARIN YILDIZI

İm paratorluğun so n g ü n lerin d e, ittih a t-ı T e r a k k in in Ş efi E nver P aşa, ik tid arın yıldızı sayılıyordu . M em lek et kötü ye gidiyor, k o ca bir d evlet yık ılıyord u . A n ca k E nver P a şa , gerek yak ışık lılığ ı, gerek g örk em li y a şa m ı ile İstan b u l'u n ön d e g elen çev relerin i etk iliy o rd u ...

M I

Selm a Sultan, ülkesinden binlerce kilometre uzak­ ta, Mustafa Kem al'in ölüm haberi karşısında kar­ makarışık duygulara kapılmıştı. O 'nun, m ağlup etm eyi başaran ce sa re t ve zekâsından çok, hâkim olm a arzu sunu kıskanıyordu. A m a , hanedanı kov­ m aya ihtiyacı mı vardı? işte, tanıklar huzurunda, "ölm ü ş g e n e ra le ” bu so ru yu sorm ak istiyordu...

Ancak, anılarına dönerek sükûnet bulabiliyordu... İlk protokol sınavını hatırlıyordu... Sarayda el öpme merasimlndeydi... Küçük Hanım Sultan, seçkinlerin arasında, kalbi çarpa çarpa dolaşıyor­ du. İnsanların kıyafetleri, salonların görkemi, B e e t h o v e n 'in m ü z iğ i, so lu k k e s ic iy d i...

l U I I IM A R A l i r F ' l l F Ç A R A Y A T A K I t l M K enize M urat, S elm a S u ltan 'm anılarınd a en çarp ıcı olaylardan U U L I T l H D H n y C u t O H n H I r l IMIYUIITI b£ri olarak , sarayda dü zen len en el öp m e m erasim in i sa p ta m ış. B u , bir an lam d a, k ü çü k S elm a S u ltan 'm saraya resm e n tak d im i de sayılabilir. K enize M urat, İstanbul'da D olm abah çe Sarayı'nı ziyaretind e, a n n esin in du yguların ı daha da iyi an lad ığım b elirtiyord u ...(F otoğraf: H ayrettin K ARA TEK E)

(7)

27401 SAYFADAKİ YA3NIN DEVAMI

Sultan ın kalbindeki

Muştala Kemal fırtınası

çok, hâkim olma arzusunu kıs­ kanıyordu. Son Osmanlı hü­ kü m darlarının, tıp k ı H in t prensleri gibi, mücadele etmeyi kendilerine layık görmemeleri, yüzyıllar boyunca yavaş yavaş her şeylerinin kaybolmasına seyirci kalmaları, onlarda hük­ metme arzusunu kurutmuştu. Böylece toplum değişmiş, ikti­ dar el değiştirmişti.

ÇEKİNECEK N E VARDI? K em al, Sultan'dan daha çok hü km etm ek istiyord u. Ama onları ülkelerinden kov­ maya ihtiyacı mı vardı? Va­ tanlarına bir daha ayak bas­ malarını yasaklamalı mıydı? İstanbul'un aydınlık sabahları, dışa kapalı sakin bahçeleri ve ahşap evlerle çevrili dar sokak­ ları; Haliç'te, suya beyaz, tit­ rek akisler yansıtan camileri... K em al hangi hakla hanedanı bütün bunlardan mahrum et­ mişti?

Veliaht, tüm hanedan men­ supları adına tahttan feragat etmişti. Sarayına kapatılmış, göz altında en ufak bir hareke­ ti bile casuslar tarafından izle­ niyordu. Artık, halifenin gölge­ sinden başka bir şey değildi. Hükümete, memurlara, ordu­ ya, bütün memlekete K em a­ list deniliyordu, ö y le ise, bü­ yük adamın hanedandan bu kadar çekinmesi için ne sebep vardı? Kendisine “A tatürk*’ adını verdiren, Türklerin baba­ sı adını verdiren K em al, hal­ kın bu yeni babalığı reddetme­ sinden mi ürküyordu?

Selm a, ölmüş generale, ta­ nıklar huzurunda bu soruyu sormak istiyordu...

Anılarına dönerek sakinleş­ meye çalıştı...

İLK PROTOKOL SINAVI O yıl, S elm a protokol sına­ vına tabi tutuluyor ve sarayda el öpme merasimine katılıyor­ du. Onun, görgü düzeyini hoş­ görüsüz ölçme hazırlığı içinde­ kilerin dikkatli bakışları altın­ da, küçük hanım sultan, seç­ kinler toplantısının etrafını, kalbi çarpa çarpa dolaştı. Se­ lamladığı kişinin önemine göre temennalarının ölçüsünü iti­ nayla ayarlıyordu. Bu önem, karmaşık bir denklemin sonu­ cundan doğuyordu. D oğuş, sıra ve yaş, çocuğun mükem­ mel bir bilgi ve saray örfünü öğrenmiş olmasını gerektiriyor­ du. Etrafındaki alaycı gülüş­ melerin hızla kaybolduğunu anlayınca, S elm a derin bir ne­ fes aldı. Sınavı başarıyla atlat­ mış olduğunu anlamıştı.

Birden bir uğultu duyuldu. P adişah , selamlık duasından gelmişti. El öpme merasimi başlayacaktı. Dedikodu ve gü­ müş tepsilerde dağıtılan şeker­ lere itibar etmeden, herkese asalet sırasının elverdiği nispet­ te, tahtın bulunduğu salonun galerisine doğru aceleyle ilerli­ yordu. Burada, kadınları er­ keklerden ayıran bölmenin ar­ dında kadınlar, yılın en muhte­ şem ve en eğlenceli gösterisine tanık olacaklardı. Cüsseli iki kadın arasına sıkışan Selm a, ancak nefes alabiliyordu. Ama bulunduğu ve olanları en iyi görebileceği bu yeri, hiçbir şey karşılığında değişmeyi aklın­ dan geçirmiyordu.

Otuz metre kadar uzağın­ da, kırmızı feslerden, siyah ve gri redingotlardan, değişik renkteki askeri üniformalardan sanki bir orman oluşmuştu. Taht salonunda Avrupa'nın en büyüğü olduğu söyleniyor­ du binlerce lambanın ışığıyla gözleri kamaşan Selm a'nm , bazı yüzleri ayırt edebilmesi için uzun zam ana ih tiyacı oldu. S u lta n R eşat, heybetli görünüşüyle salonun dibinde değerli mücevherlerle süslü al­ tın masif tahtında oturmuştu. Sağında, yaş sırasıyla impara­ torluk şehzadeleri, merasim üniformalarıyla yerlerini almış­ lardı.

Selm a, ayaklarının ucuna basarak, en çok sevdiği, kendi­ sinden iki yaş büyük yeğeni Vassip Efendiyi görmeye ça­ lıştı. Mesafe öyle uzaktı ki, onu ayırt edemedi. Padişah'ın solunda duran damatların ara­ sındaki babasını da göremedi. Karşıda, müşirler, askeri pa­ şalar ve göğüsleri madalyalarla donanmış vezirler, yüksek rüt­ beli subaylar merasim ünifor­ malarını giymişlerdi. Üst gale­ ride ise merasim elbiseleri için­ de kordiplomatik mensupları dikkat kesilmiş kargalar gibiy­ diler.

KORKU V E H EY EC A N .. Bu yüksek rütbeliler, sıra­ ları geldikçe tahta doğru ilerli­ yorlar, üç defa yerlere kadar eğiliyorlar, hiç kimsenin do­

kunmaya mezun olmadığı, sa­ ray başmabeyincisinin tuttuğu Padişah'ın elini değil, hüküm­ darlığın simgesi sayılan, altın işlemeli kırmızı kadife örtüyü öpüyorlardı.

Artlarından, çeşitli bakan­ lıklara mensup yüksek dereceli memurlar, redingotları içinde sıra sıra geliyorlardı. Nihayet, kişisel davranışları mükâfat­ landırılmak istenen seçkin kişi­ ler, bu muhteşem görünüş kar­ şısında gözleri fal taşı gibi açıl­ mış, şaşkın bir halde ilerliyor­ lardı. Protokol kurallarına ay­ kırı yapılabilecek bir hareketin endişesinden doğan korkuların­ dan çok, kendilerine atfedilen şereften duyduktan heyecanla, altın işlemeli, kırmızı kadife kum aş sofuca öpüyorlar, son­ ra geri geri giderek, oradaki­ lerin alaycı bakışları arasında ayrılıyorlardı.

Birden, bir sessizlik ortalığa hâkim oldu. İmparatorluğun en yüce dini otoritesi Ş ey h ü ­ lis la m , top u k ların a kadar uzun beyaz bir cüppe içinde, başında değerli kumaştan bir sarık, ilerledi ve S u lta n , bir imtiyaz nişanesi olarak, onu karşılamak üzere ayağa kalktı. Ardından din uleması, yeşil, kahverengi cüppeleriyle geli­ yorlardı. Onları, imparatorlu­ ğun çeşitli dinlerini temsil eden, siyahlar içinde, Rum Or­ todoks Patriği, Ermeni Patriği, ve Musevi Hahambaşısı izli­ yordu. XV I. Yüzyıl'dan beri Avrupa'da hor görülen, işkence edilen bu cemaatleri, Osman­ lIlar himaye altına almıştı. Üç saatten beri devam eden mera­ sim sırasında, beyaz elbiseleri üzerine altın işlemeli göğüslük­ ler giymiş imparatorluk or­ kestrası sanatçıları, sırasıyla Osmanlı marşları ve B e eth o ­ ven'in coşturucu senfonilerini Çalıyorlardı. Orkestrayı, Şark'a aşık olmuş bir Fransız orkestra şefi L ange B ey yönetiyordu.

Kendilerine ayrılan b öl­ menin ardında kadınların hoş gülüşmeleri, neşeli bir ortam yaratıyordu. Birbirlerine Al­ man Askeri Kuvvetlerinin şefi General Lim an von Sanders'i gösteriyorlardı. Katılığı ve te­ peden bakışıyla onu, Prusyalı bir subayın karikatürüne ben­ zetiyorlardı ve A vu stu rya- - Macaristan'ın, akşamları al atma binip dolaştığına sık sık rastlanan sevimli büyükelçisi M ark i P a lla v icin i... Onun, her şeyden haberi olduğu söy­ lenirdi. Buna rağmen, anlatı­ lanları yeni duyuyormuş, bil­ miyormuş gibi hayretle dinler­ di. O, mükemmel bir diplomat­ tı.

M EM LEK ETİN EFEN D İLER ! Kadınların, bilhassa gör­ meye çalıştıkları, memleketin gerçek efendileriydi. Sadrazam T alat P aşa, bir boğayı andırı­ yordu. Muazzam kırmızı elleri mütevazı bir aileden geldiğini gösteriyordu. Bahriye Nazırı soluk benizli Cem al P aşa, de­ diklerine göre nazik tavrının ardında dizginlenemez bir ka­ tılık gizliyordu. 1915'te Su­ riye'ye gönderildiği zaman, ba­ ğımsızlık için başlatılan isyanı öylesine acımasızca bastırmıştı ki; ona “ Ş a m K asabı” adım takmışlardı.

Toplantının yıldızı, yakışık­ lı E nver P a şa idi. ince, zarif Harbiye Nazırı, triyumviranın şefi, bütün kadınları etkiliyor­ du. Sonsuz cesareti, mağrur ve mütekebbir oluşu da... Kendini askeri alanda bir deha sanıyor­ du. 1918'in ilk aylarında Os­ manlI Ordusu bütün cepheler­ de ricat ederken, bazılarının onunla alay etmek için taktık­ ları Napolionik lakabı giderek etkisini kaybetmeye başlamış­ tı. Ve sivri diller, vaktiyle o kadar hayran olunan bu adamı şimdi eleştirmeye başlamışlar­ dı.

Kadınlardan biri: “Ş u sıkın tılı y ok lu k d e v ­ rinde tertip ettiğ i resep si­ y o n la r u t a n ç v e r ic id ir .” dedi.

Bir başkası şu yorum u yaptı:

“Bir S u lta n ile evlen en bu kü çü k m em u r o ğ lu , bü­ tü n ölçü leri a ltü st e t t i.”

Gerçekten de, ihtilalin lide­ ri, S u ltan R eşat'ın yeğeni N a ­ ciye S u ltan ile evliydi. Karı­ sıyla iftihar eden E nver P aşa, savaşın en çetin kıtlık anında bile çok tantanalı, gösterişli suareler tertip etmeyi sürdürü­ yordu. İmparatorluk sarayında yemeklerin sayısı ağırbaşlılıkla azaltılırken, onun sofrası, bü­ yük masraflarla donatılıyordu.

Y A SIN :

Referanslar

Benzer Belgeler

Sonuç olarak embriyonik ölüm riski yüksek olan yaşlı kısraklarda hydroxyprogesterone caproate enjeksiyonlarının korpus luteumu destekleyip, kan progesteron düzeyini

Destinasyon seçiminde tüketici tercihlerini etkileyen faktörlerin önem dereceleri katılımcıların tatile ayırdıkları bütçeye göre hizmet kalitesi ve sağlık

Olguların yaş, cinsiyet, hastalık başlangıç yaşı, hastalık süresi, alopesi tipi ve başlangıç yeri, tırnak bulguları, nevus flammeus varlığı, aile öyküsü,

dar çok seviyorum ki sana sıralayayım” dedi: “ Hayatta en çok sevdiğini birinci olarak sine­ ma, ikinci Fatoş, üçüncü oğlum Yılmaz.” Yılmaz Güney

Ressam Jose Ruiz Blasco'nun oğlu Picasso, 1900'lerde Paris'e yaptığı ilk inceleme gezisi sıralarında annesinin adım - Picasso - aldı, Barcelona’da eğitim gören ressam,

Deneysel çalışmalarda neon ile bor atomu arasında oldukça düşük sıcaklıklarda bağ kurmayı başaran Mayer ve ekibi, kütle spektroskopisi analizleriyle de [B 12 (CN) 11 Ne] -

Çalışmalar, IBM uyumlu bilgisayarda MS Word programın- da yazılmalı, gövde metni 10 punto ve 1 aralıklı (satır başı 0.8 cm ve paragraflar arası boşluk 4 nk), dipnot

Şimdi durumu çok iyi, hem çalman şarkılardan aldığı hası­ lat açısından iyi, hem de annesinden kalan o arsa çok kıymetli bir arsa, denize çok yakın..