2 2
-ix
SAYFA
CUMHURİYET
< 1 --- -— r * ~
OLAYLAR YE GÖRÜŞLER
7 7 - k L » 9 < 7 f
Naciye Sultan’m Anılan
ÇELİK GÜLERSOY
B
ir süre önce, kavranamayacak bir akışla,“düz akılla”yine tuhaf bir olaylar dizisi yaşandı: Neden gerekti ise
Enver Paşa’nın Orta As ya’nın çorak topraklarda kalmış kemik kalıntıları, yurda getirildi. Devlet törenleri yapıldı. Yorumcuların bü yük bölümü Paşa’yı yücelten yazılar ve sözler ürettiler. En tuhafı, bunlara bir 27 Mayısçı ile kimi üniformalılarda katıldı.
Ben o sıralarda sustum. Çünkü bu say faya üç-dört haftada bir yazdığım için ola yın güncelliği geçmiş olacaktı. Pekiy şim di niye, bu kapanmış sayfayı açıyorum? Onu açıklayacağım. Ama önce bir “ter-
minoloji”konusuna değineyim:
Benim bildiğim kadarı ile çok önceleri gitmiş bir insanın kalıntılarına, dilimizde ve dinimizde, “ naaş” denmez. O deyiş, yeni ölmüş vücutlar için kullanılır. Kemik lere; hele onun da artık toza dönüşmüş ha line, eski dilde, “bakiyye-i izam ” denilir. Evren Paşa’nın -zor bela saptanabilmiş- madde artıklarına, tüm başlıklar “naaş”
deyiverdiler. Bu yanlıştı.
Sonra, olayın, yani bu taşımaların, hadi taşındı diyelim, devleti ayağa kaldırmanın ve -bilenlerin gözüne parmak sokarcasına-
tarihi saptırmaların., tümü de yanlıştı. Bu nu kanıtlamak üzere, bugün birinci elden bir kaynağı gündeme getireceğim:
Paşa’nın eşi Naciye Sultan’ın, artık ki tap haline getirilmiş anıları... Bunlar 1952 yılında Milliyet’te dizi yazı olarak çıkmış. Beyazıt’ta bir yayınevi, (dizgi ve baskı yanlışları ile baştan sona kaşını-göziinü yararak) iki yıl önce bir kitap yapmış. Ye
niçeri fıkrasında olduğu gibi ben yeni gör müş olduğum için ondaki çok değerli bil gileri okuyucularla paylaşayım. Önce be lirtmem gereken bir şey, hanım sultanın
kimliğini ve duygularını anlayışla karşıla mak gereğidir. Padişah A b d ü lm ecid ’in to runu, Ortaköy sahil-sarayında kendi ken disine yeten kapalı bir satelitte büyümüş,
ancak meşrutiyet ile şehri dolaşmaya çıka bilmiş, evlenecek çağa geldiğinde, kendisi ne day atılan üç beş ad’dan birini -resimle rine bakıp- seçebilmiş ve bu genç subaya da temiz yüzüne kapılıp bağlanmış, sonra da ömrü acılarla geçmiş, bir günahsız ha nım. (Bana kalsa, Enver Paşa’dan sonra Paşa’nın kardeşi ile evlenmese, daha tutar lı olurdu ya, neyse).
A m a sonuçlarını düşünm eden verdiği bilgiler ve “masumane” açıkladığı gizli ko nularla, bu temiz kadın, yakın tarihimizde bence önemi i bir yere oturmuş olmaktadır:
Hanım Sultan, Paşa’nın Alman denizal- tısıyla kaçışı ile başlayan “sergüzeştini”
anlatırken Alm an gizli servisleri ile kocası nın kesintisiz işbirliğini, bütün aşamaları ile sayıp dökmekte!
Alman hükümeti demeyip, gizli servisi deyişini kullandım. Çünkü 1919 yıkıntı Almanyası’nda, ortada göze görünür bir devlet otoritesi kalmamıştır. Kabineler is kambil kâğıdına dönm üş, ordıı kademele ri birbirine girmiş durumdadır. Komünist ayaklanmalar güçlenmiştir: işçiler, gece olunca silahı alıp, baskın düzenleyen grup lara dönüşmüştür.
Ama her “devlette” olduğu gibi yine de varlığını sürdürebilen etkin bir çekirdek vardır. Ülkesini yıkıp kaçan paşanın, işte
o odakla sürekli ilişki içinde olduğu, ma sum eşinin anlattıklarıyla, ekrana, yeni banyodan çıkmış pırıl pırıl bir film netli ği ile yansıyor. Kargaşa Almanya’sına sı ğınan bizim maceracının, parası yok. Ai lesine Berlin’de bir yer alıp, güvence ile yerleştiremiyor. Hanım Sultan, sürgüne çıkmadan önce yok pahasına satabildikle- rinin parası ile ancak bir kira evinde, ucu ucuna geçinebiliyor. Ama cebi boş Paşa, sürekli bir hareket halinde:
O zamanlar çok çok ayrıcalıklı bir yol culuk aracı olan uçakla, boyuna, Rusya’ya geçme girişimleri içinde. Bir kez, yakıt için Litvanya’ya inmek zorunda kalıyor lar. Oradaki hükümet, bu kuşkulu tipe gü venmeyip, hapse atıyor. Paşa’nın elinden resim gelirmiş. Bir şeyler yapıp satarken hapishane müdürünün dikkatini çekiyor. Evdeki Alman dadıyı, kendisinin bir Al man subayı olduğuna inandırıp, onun giz lice Berlin’e bir m ektup uçurmasını sağlı yor. Adres: Herr W angenheim! İstan bul’daki eski elçi! Osmanh’yı savaşa sok ma tezgâhını, Enver’le birlikte yürüten adam.
Paşa, Riga’dan onun aracılığıyla kurtu lunca, bu kez -yine uçakla- giderken Uk rayna’ya inmek zorunda kalıyor ve İngi liz birliklerine tutsak düşüyor. Onu ora dan kaçıran, yine bir Alm an birliği ve bir Alm an kurmay subayı.
Şimdi, U ğu rM um cu’nun üslubu ile so rayım: Nedir bu “sistematik” Alman bağ lantısı? Kim veriyor bu paralan? Hangi amaçla veriyor? Batmış bir Almanya için Orta Asya Türklerinin ayaklandırılması, neden dolayı o kadar önemli?
Binbaşılıktan çok kısa sürede önce pa şalığa, sonra da saray damatlığına sıçramış bu tip, bir yabancı devlete bu derecede bağ
lanmakta, niçin hiçbir sakınca bulmamış?
Enver, bir seferinde Kremlin’de konuk edil miş.
Bu Paşa’nın, Rusya’nın da Türk ayak lanmalarını isteyeceği inancına kapılması, saflıktan öteye, nasıl bir “ patolojiyi” yan sıtır?
Devletini, sonunda batılacak bir savaşa, sırf kendisinin ayarladığı bir tezgâhla sok tuktan sonra yine Almanları rahatlatmak için bir Sankam ış cephesini de -bütün uya rılara kulak tıkayıp- açan ve o diyarda sa vaştan değil açlıktan, kardan, buzdan ve ölüm den kaçan Anadolu çocuklarını, ta bancası ile birer birer vuran bu Paşa’nın, son mermiyi kendi kafasına sıkması gere kirken trene binip payitahta “ döndüğü nü”, azıcık tarih okumuş herkes bilir. Ama o herkes, bu kadar zaman sonra ve durup dururken bu adamın neden dolayı “onore edildiğini” anlamakta zorluk çekmiş olsa gerek. Düşünen zihinler, şöyle bir yorum yapsa, akla yatar mı?: “Görevimiz Tehli ke,” TV dizisinin giriş anlatımına uyarak yazalım: Sovyetler’in çöküşünden sonra
devletlerüstü kapital, Orta Asya'nın yeral tı zenginliklerine girm ek kararındadır. Am a Asya’nın ortası, hâlâ Komünist Par tisi yetiştirmelerinin yönetimindedir: Ç o kuluslu kapital, bunların artık sahneden çekilmelerini arzu eder. Bunun da yolu, o topluluklann tekrar İslamlaştınlmasından
geçecektir.
Bunun için fanatik İran yerine hep “ılım lı bir İslâmî” uygulamış olan liberal Tür kiye, elverişlidir. Bu amaca en iyi hizmet edecek araç, eğitimdir. Rusça yerine İngi lizce ile işe başİanır. Bir eroinmanı, kanın daki kimyasından arındırmak gibi sabır ve zaman isteyen bir politika. (Aynı kültür değişimini, geçen yüzyıldan beri Orta As
ya’ya, Rusya da zorla uygulamıştı.) Artık rüzgâr değişti, şimdi sıra milliyeti olma yan, devletlerüstü kapitalde. Ama bu ko lejlerin arkasına konulan Türkiye’nin ön ce kendisinin İslamlaşması zorunlu olur.
İslam laşm a dem ek, ulusçuluk / barış ve üretim kavramları yerine, üm metçilik ve fetih çizgisine dönüş demektir.
Gerçekçi Mustafa Kemal ve M isak-ı Milli sınırları yerine, “ Enver, macera ve tüfeğe karşı elde kılıç çarpışma”idealleri nin benimsetilmesi amaçlanmalıdır.
Bunlarda, kapital bakımından hiçbirsa- kınca yoktur. Çünkü A BD 'nin petrol, İn giltere'nin altın, Fransa’nın uranyum., ara dığı bir piyasaya, Türkiye nasıl olsa, en çok bisküvi satabilir, ya da inşaat yapabilir.
Enver, bu çizgi üzerinde işe yarar bir sim ge olarak görülmüştür.
Yazdığım bu senaryo, çok mu “yakıştır ma” oldu? Naaş naklini ve törenleri, “bir Türk büyüğüne gösterilen saygı” diye açık lamak, daha basit bir gerçek olamaz mı? Belki de öyledir. Ona da “inşallah öyle dir” derim. Ama Enver, bu “T ürkb üyü k- lüğü”nü hiç mi hiç hak etmeyen bir insan. Yakın tarihi okursanız, yanlış adam seçil diğini anlarsınız. Yakın tarihe eğilmeyi zahmetli bulacak olanlara, günümüzden kolay bir belge sunayım: Geçenlerde M u rat Bardakçı,Cemal Paşa’nın Mustafa Ke m al’e çok ilginç bir mektubunu yayımla dı. Cemal Paşa gibi bir Harb-i Umumi so rumlusu bile Enver M ecnunu’nun Asya se ferinden ürkmüş. Türk milleti bir yaşam kavgasında iken ve savaşın Sovyet yardı mı ile yürütüldüğü bir dönemde, Enver’in Orta Asya macerasından, o bile, dehşete düşmüş.
Cemal Paşa, 1921 'de uyanmış. Dansı ba şımıza.