• Sonuç bulunamadı

Yazık oldu Selim Sırrı’nın elli yıllık emeğine!Diyen üstad, ilave ediyor: Muhtelit tedrisattaki yanlış hareketlerimiz kızlarımızı erkekleştiriyor

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Yazık oldu Selim Sırrı’nın elli yıllık emeğine!Diyen üstad, ilave ediyor: Muhtelit tedrisattaki yanlış hareketlerimiz kızlarımızı erkekleştiriyor"

Copied!
1
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Biraz da Mizah:

Şifre ve Saklanbaç

Birini «Yeni şiir antolojisi» n- de, diğerini «Edebiyat Dünya­ sı» diye çıkan bir mecmuada gördüğüm dörder beşer satırlık iki (Lâf kalabalığı» hakkında, alay vadisinde bir kaç söz söy­ lemeden evvel «Yeni şiir anto- loiisi»nde «bir kaç söz» başlığı altında üç sahife yazı yazan ^Doçent Mehmet Kaplan) bey efendiye hitabetmek cüretinde bulunacağım. Ve diyeceğim ki:

Muhterem Doşent’im! Tan-

zimattan, Şinasi’den, Servet-i- fünün edebiyatmdan bahis bu- yurduğunuza göre tedkik ve te- tebbuatınız, oldukça derin... Bi­ naenaleyh iyi bir yazı ile kötü bir yazıyı, nelere (şiir), nelere (Nazımı, hangi türlü yazılara (mensur şiir) denilebileceğini takdir edebilecek bir mevkide, bir liyakat ve iktidardasınız!

Liyakat ve iktidarınız hakkın da söz söylediğimden dolayı ku surumu af buyuran! ve af ede­ ceğinize de şübhe etmem! çün­ kü tam elli seneden beri mat­ buat âleminde fasılasız çalış­

mış bir ağabeyinizim, yahud

bir babanızım.. Size hitap etmek le bir kusur işlesem bile hoş gör mek büyüklüğünü elbet göstek- reeeksiniz!

Kıymetli hocam! antolji’deki «bir kaç söz» den anlaşüıyor ki bu kitabı tenkit edecek, öğe- cek bir şey bulamamışsınız! ve bunu şu:

c.JBir antolojinin başında bu­ lunması lâzım gelen öğücü söz­ ler yazamadığımdan dolayı mü­ teessirim»

Satırlanyle ispat ediyorsunuz, ve hakkınız da var. Eser öğü'ür, eser tenkid edilir. Bununla oe- reber muhterem Doçent’in; ma üemki kitabı elinize sundular «iıacıvatın karısı» ve «şifre» başlıklı lâf kalabalığı hakların­ da üç beş söz söylemek, gençleri uyandırmak salâhiyetiniz dahi­ linde idi: Sükût ile geçdiğiniz- den dolayı! edebiyat namına, şiir namına günah işlediniz!

Antolojinin 35 inci sahifesin- deki «Şifre» yi şuraya aynen alıyorum:

Ş İ F R E Kaşın şifre

Gözün şifre

Gülmen kanuşman şifre Yaradan şifre yaratmış Seni çözmek için

Çok şükür ki bazısı kısa şu altı satırdan bir mana çıkıyor, altı satırın sahibi sevgilisine demek istiyor ki:

Senin her hâlin, her tavrın, kaşın gözün gülmen bir muam­ ma... Allah seni muamma yarat m ış.

Şifre gibisin!

Belki benim kaim kafam al­ mıyor. Belki bunun altında baş ka bir incelik de vardır? zanet nem ya.. Şimdi sizin nazarı dik­ katinize «Saklambaç» başlıklı üçü üzün, biri kısa dört satır­ lık lafları da arzediyorum:

SAKLAMBAÇ

Elma dersem çık sevgilim, Armut dersem çıkma Ama üzüyorsun beni yeter; Elma Elma!

İşte muhterem hocam! şu iki yazıyı gördünüz!

Dostlar bizi alış verişte gör­ sün kabilinden söylenmiş lâflar bu kelime kümesine de (şiir) diyorlar. Bilmem siz ne dersi­ niz? Ben bu çocuklara şöyle di­ yeceğim:

Şiir senin nene lâzım çocuğum. Çayır çemen kuzu otlat çocu­ ğum! Çemende bir yerine sakın d i­ ken batmasın, Edebiyat o başka fen çocuğum!

Muhterem Doçentim! Sizin­ le uzunca hasbihal etmek ister­ dim ama hem söz uzadı, hem de postacı mektuplar getirdi. Şim­ di zarfın birini açıyorum;

***

Yaşasın bizim davullu şair Kumru Hiçyümaz!... bakınız ne diyor:

Turhan Deli amca!

«Edebiyat Dünyası» nda sak­ lambaç diye elmalı armutlu bir şiir gördüm. Fakat bu şiirde ek­ siklik var. Mevsim meyvalarııı- dan çilek ile kiraz eksik... buna ben de bir nazire yazdım gön­ deriyorum. Gazeteye koy.

Armut, Karadut Elma bulursan yut! Havada bulut Sen bunu unut

Sevgiliye armud denmez Düşünemedin mi bunu a armud

Nasıl beğendiniz mi Kumru mm şiirini! el elden üstündür elerler, doğrudur, Kumru; yeni şairlere taş çıkartacağa benzi­ yor.

Sen dersin bay İsmet Yazgan böyle şaheserler, yazabilirini sin?

TURHAN DELİ

Fıkra

bekâr kalmağa ahdetmiş bir ka zaktı. Mısırda iken maiyetinde­ ki zabitlerden biri, evlenmek ü- re İngiltereye gitmek müsaade­ si istedi.

Lor d;

— Vazifeniz buradan ayrıl­ manıza mânidir. Bir sene daha burada kalmanız lâzımdır. On­ dan sonra yine evlenmek arzu­ sunda olursanız, size izin veri­ rim, dedi.

Bir sene geçince, zabit

tek-Her ne istersen; ara, gönlünde her şey andadır. Gayre bakma, kendini görmek, musibetdir sana. Düştüğün her bir belânın menbaı sensiıı tamam

Zor.« fM-vad etdiein. m B m M

Yazık oldu Selim

Diyen Ostad,ilave

Sırrı’nın elli yıllık emeğine!

ediyor: Muhtelit tedrisattaki

Çin edebiyatından örnekler:

yanlış hareketlerimiz kızlarımızı erkekleştiriyor

... . . . . . _________ s i .* u * : » : ~ w ,- ıw îrioiiib- ç ır a la r a iie a r k işi o- İflrda. hazıı vftva re k o r a ran m az, tr r a m ı a n la ta v ım: B e n

Lord Kiçner sonuna kadar rar lordun huzuruna çıktı. Lord

__ _____ __ _____ , ____ ____ evlenecek değilim..

«... Sizin... keşfinizde ilme uygun beden terbiyesinin, mem leketiniz gençliğinin sağlamlı­

ğına yarıyacak, atletizmine,

sporuna ve izciliğine iyi yardı­ mı dokunacak en elverişli usul olduğunu ilk sezmiş olmanızda- dır. Onu yurdunuza en verimli gürlüğü ile getiren ve yayan, bedenimizi terbiye hakkındaki telâkkimizi ilimleştiren ve asri leştiren ilk insan sizsiniz. Bu iş basit bir ithalâtçüık, kolay bir tatbikatçılık değil, mühim bir ıslahatçılıktır. Hayatınızın mâ naşı ve eserinizin vasfı budur.. Kitaplarınızı okumuş olanlar bu yapıyı, merhale merhale tekâ­ mül ettirilmiş düsturlarını da yayarak kurmuş olduğunuzu bi lirler, ve görürler ki siz, Tanzi­

mat devrinin başlangıcındaki

uyarıcı ¡büyük fikir adamlarımı­ zın kendi sahalarında yeni bi­ rer çığır açmış kudretlerine ben zer güçte bir varlıksınız.»

Yukarıki satırları, şimdi Ati­ na büyük elçimiz bulunan Ru­ şen Eşref Unaydının yetmiş be­ şinci yıldönümünün kutlanışı münasebetiyle, üstat Selim Sır i riya Atinadan yazmış olduğu luzun mektubun bir yerinden alı [yorum.

Sonra da düşünüyorum; Us- İtadı, yıllar yüıdır etrafına feyiz ¡saça saça ve kendi yolunu ken- ¡di bula bula akıp giden bir be- ■eketli suya benzetemez miyiz?

Amma... Bu suyun tam birike birike, kabara köpüre, çağlayan haline gelerek en verimli kıva­ mını bulduğu devirde, tam son ve coşkun haddini bulmuş ener

jisinden faydalanmamız imkâ­ nı varken, onun sadece hayran seyircisi kalışımız neden?

Şimdi karşısında; onu, unu­ nu elemiş, kalburunu asmış bir insan gibi, kendi âleminde, ki- taplariyle başbaşa ve yap yal­ nız bırakmış olmamızın azabını duyuyor ve Tanrıdan ona, ak­ lımızın başımıza geleceği zama na kadar, uzun ömürler dileyo rum.

Üstad, muhtelit tedrisat meşe leşi hakkındaki düşüncelerini sorduğum zaman: «Bunları be­ lirtmekten sanki bir fayda mı umuyorsun?» der gibilerde du­ daklarını bükerek gülümsedi:

— İstanbul gazetelerinde muh telit tedrisatı metheder yazılar görülmeğe başlanmıştı. O sıra­ da Berline gitmiştim. Acaba Al

manyada ne yapıyorlar? diye

merak ettim. Maarif Nazırı Be­

herle görüştüm. Kendisinden

sordum: «Evet, dedi, bizde muh telit tedrisat vardır. Orta tah­ sil derecesindeki kız ve erkek­ lerin birlikte okumalarına karar verdikten sonra ilk olarak kar­ deşler ve kardeş çocukları hü­ lâsa akraba olan çocukları bir­ likte mekteplere aldık. Çünkü erkekler kızların bir nevi hami si olurlar. Sınıflarda kızları er­

keklerle yanyana oturtmadık.

Ön sıralara kızları, arka sıra­ lara erkekleri koyduk. Ders so­ nunda teneffüse çıkarlarken de erkekler sağ koridordan, kızlar sol koridordan kendi bahçele­ rine indiler. Ve bugün gidip gö­ rürseniz, ayni şeklin devam et­

tiğini anlarsınız. Kız çocuğun erkek çocukla beraber oynama­ sı caiz değildir. Eğer buna dik­ kat edilmezse kızlar erkekleşir, erkekleşen kızlar da, kadınla­ şan erkekler kadar çirkin olur.» Almanyadan döndükten son­ ra, bizde muhtelit tedrisat yap mağa başlamış olan mektepler­ den birini teftişe gitmiştim.

Hatırımda değil, mektepte bir hâdise olmuş.. Ben de alâkadar iki hanım kızı müdürün odası­ na çağırdım. İlk bakışta, kızla­ rın hal ve tavırlarını beğenme­ dim. Birine sordum.

— Anlat bakalım, dedim, na­ sıl oldu bu iş?

— Efendim, müdür beye ma­ dik etmek istedik.. Tabiî mü­ dür bey yutmadı... Deyince, ben şaşaladım ve kıza döndüm:

— Madik ne demektir? Kız biraz kızardı:

— Yalan demek olacak gali­ ba.. dedi.

— Yutmadı diye bir şey söy­ lediniz, o da ne demektir?

Utanarak:

— İnanmadı yani... dedi. Fazla ¡bir şey sormadım. Key­ fiyeti olduğu gibi maarif vekili Necati beye bildirdim ve esbabı mucibesini de yazdım. On gün sonra o mektepten kız çocuk­ ları çıkardılar, başka bir yere aldılar... Şimdi de o mektepte muhtelif tedrisat yapılmıyor.. Fakat bunları size söylemekle, muhtelit tedrisat aleyhinde bu­ lunduğum anlaşılmasın. Ben, an cak kalabalık olan mekteplerde

iki kişilik sıralara üçer kişi o turtup ve bunlardan birisi kız veya erkek olursa, bu çocukla­ rın oyunlarda da birlikte oluş­ larından fayda değil, zarar ge­ leceğine inanmış bir insanım.

— Umumiyetle bugünkü du­ rumu nasıl buluyorsunuz?

— Beğenmiyorum... Kısaca­ sı budur.. Ben ¡beğenmiyorum.. Ve kızların erkekleşmekte oldu

ğunu görüyorum. Kanaatimce

kızla erkek, daha doğrusu ka­ dınla erkek, sağ ve sol el gibi birbirine benzerlerse de, hayat mücadelesinde vazifeleri ayrı­ dır. Bu sebeple değil midir ki, kızların erkek sporları yapma­ larına da katiyen muhalifim. Tam yarım asır emek verdiğim spor âleminden edindiğim kana at şudur: Spor, vücut güzelliği, sıhhat ve uzun ömre medar o- lan bir vasıtadır. Kızların yapa cağı sporlar onları yormadan, ifratlardan kaçınarak, kendile­ rini ileride deruhte edecekleri

analık vazifesine hazırlamak

içindir. Ben pehlivan kadın ara mıyorum. O itibarla boks gibi, futbol gibi, mukavemet yarış­ ları gibi, yüksek atlamalar gibi sporların kız mektep kapıların dan içeri sokulmasına taraftar değilim. Ayni zamanda kızların erkek öğretmenlerden jimnastik dersi almalarını veya kız öğret­ menlerin erkek çocuklara öğret menlik etmelerine de taraftar olamam. Zaten İsveçe jimnastik tahsiline gidişimin belli başlı sebebi de, bu gibi yanlışlıkla­ rın önünü almaktı. Hülâsa kız

larda bazu veya rekor aranmaz. Lâtin âleminin dediği gibi sağ­ lam vücutta, salim fikir arıyo­ rum.

Halbuki muhtelit tedrisat, ri­ ayet edilmesi iktiza eden usul­ lere ehemmiyet verilmeden de­ vam ettirildiği için, nihayet ak­ saklık spor sahasına da intikal

WSBHK»

tli.:; ., ' . 7 ?

4' !M*\ W ~ J i m

n p ü

M l

; , ' rUi. ; ¡iiliitnlwiHKúJEnM imim Â

.. V - ■

Kıymetli terbiyecimiz S. Sırrı Tarcan

etmiş ve kızlarımıza Sultan Ah- metten Şişliye kadar yarışlar yaptıracak kadar onları erkek leştirme yoluna sevketmiştir.

— Şimdi ne yapmak iâzım- dır?

— Acele etmeden, yavaş ya­ vaş, alıştırarak hareket gerek­ tir. Hava bile lodostan poyra­ za birden bire geçmez. Geceden gündüze geçiş bile bir anda ol­ maz. Halbuki alabildiğine koş­ mak istiyoruz. Bakınız, bir ha

tıramı anlatayım: Ben İsveçten

döndükten sonra kız mektep­

lerine jimnastiği sokmak için zamanın Şeyhislâmına müraca­ at ettim.

— Peki kim ders verecek, kim öğretecek? dedi.

— Ben, dedim. Evvelâ yüz

hanım kıza ders vereceğim. On­ lar da ötekilere öğretecekler..

Şeyhislâm şaşa kaldı:

— Yani, ben sana, otuz iki yaşmdaki bu gence, kızları tes­ lim edeceğim ha...

Mümkün değil razı olmadı.. Lâfını bile ettirmedi.

Bir müddet sonra, Meşihate Hayri efendi geldi. Ona gittim;

— Hocalara terbiyei bedeni­ ye dersi vereceğim, dedim.

— Ne münasebet?., diye yü­ züme baktı.

— Görüyorum ki, dedim, gö­ bekleri fazla, nefesleri kesiliyor. Jimnastik bire birdir bu halle­ re..

— Pekâlâ öyle ise... dedi. Böylece Medresetülvaizinde. sa nklı hoca efendilere iki sene ders verdim ve ancak ondan sonra kız mekteplerine de jim ­ nastiği sokabildim.

Üstad, beden terbiyesinin te­ melini attığı günleri hatırlar­

ken, bugünü düşünmekten de

kendini alamamıştı. Bu hâlini sezmiş olduğumun farkına var­ mış olacak ki, benim bir şey sormama meydan bırakmadan, son sözünü söyledi:

— Yazık oldu, Selim Sırrının elli yıllık emeğine...

KANDEMİR

nüm --- rürseniz ayni şeklin devam et- cak kalabalık olan mekteplerde nn onunu am aıuı. ^ man ısuyoruz. aaıanız, oır

na-Şifre müdürü mü olmalı?

şaşırdı:

— Demek tam bir sene düşün dükten sonra, hâlâ evlenmek fikrindesiniz, öyle mi?

Diye zabitin yüzüne baktı. _ Evet.. Kararımda sabitim. _ Tebrik ederim, hakikaten bir erkekmişsiniz siz..

Zabit kapıya doğru giderken, birden bire durdu:

— Evet amma, ayni kadınla

AHMET HÂŞİM’İ ZİYARET Ruhumun aynası aksam Halicin koynunda, Döndü yakuta güneş servilerin boynunda. Köhne evlerde günün aksi alevden camlar Yanıyor, şimdi ufuktan suya âteş damlar. Kuşatır mavileşen engini al bir hâle, Dökülür toprağa gökten kana batmış lâle. İşte mevsim kuruyor üstüne gülden bir tâk.. Sarı altın suda firuze olurken yaprak

Bir hayal âleminin raksını dal oynamadan. Işığın rengi öpeıı ağzı tutuşmuş havada..

Hilkatin sustuğu rüya ve şiir ânında Bitmiyen hasreti kalbim, oku hicranında. İnce bir toz gibi etrafa yağan mateme uy, Mermerin gölgesi altında yatan Hâşim’i duy:

Nahid Abdülkâdir GÖKÇÖL

!

GECENİN IZT1RABI

Öyele perişanım ki, nefesim sanki bir ah! Hiç bir an dinmez oldu kalbimin şu ağrısı. Kanlanmış gözlerlemi, bulacak beni sabah? Uyku yok gözlerimde, vakit gece yansı.

Esiriyim şimdi ben iki zıd düşüncenin Bağlanmaz oldum artık, gerçekten bir karara,

Sabahı çabuk olsun, Allahım bu gecenin, Büyümesin kalbimde derinleşen bu yara,

A. Burhan OYAL

DENİZ HASRETİ

Gözlerimde mavisi, dudaklarımda tuzu, Beyaz köpüklerine yaslansa dertli'başım... Ey ruhları huzurla yıkayan sihirli su!

Temiz çakıllarından örülsün mezar taşım. Beyaz köpüklerine yaslansa dertli başım... Ufka dalan gözümde rakseder dalgaların, Oynak nağmelerindi ruhumun musikisi... Yayla gecelerinden gönlüme daha yakın, Akşamlarının rengi, sabahlarının sisi. Oynak nağmelerindi ruhumun musikisi... Yelken yelken açılsa enginlerine bahtım. Ufkunda köpük köpük uçan martılar olsam... O masmavi bağrında kuruluverse tahtım, Serin rüzgârlarında dağılsa gamım, tasam...

Ufkunda köpük köpük uçan martılar olsam. Deniz deniz diyerek maviliklere dalan Gözlerimin ışığı yalnız enginde solsa. Şarkılarla öpüşen yosunlu kıyılardan

İçime kucak kucak koku, nağme, renk dolsa. Gözlerimin ışığı yalnız enginde solsa.

Mavisi gözlerimde, dudaklarımda tuzu, Beyaz köpüklerine yaslansa dertli başım... Ey ruhları huzurla yıkayan sihirli su! Temiz çakıllarından örülsün mezar taşım. Beyaz köpüklerine yaslansa dertli başım...

İLHAN GEÇER

HAYATA ATILDIKTAN SONRA Yırttım elimle dün o yeşil kaplı diteri, Kayboldu saf çocukluğun artık son izleri. Göçmüş ümitle kurduğun âlem, hayali yok. Keyfimce bir ömür yaşamak ihtimali yok.

Mecbûr imiş gönül nice arzûyu silmeye. Mahkûm o dik bası mütemadi eğilmeye. Sunsun gecikmeden dolusundan derim fakat

Bir boş kadeh dahi bana vâdetmiyor hayat MEHMET ÇINARLI 1 : < > < ► < > AKŞAM SAATİ

İnmiş koyu bir tül gibi akşam yere gökten Artık bu saatlarda sözün yok, değerin yok. Divanece kaç hisse kapıldım yine senden, Akşam seni almış da elimden haberin yok. Bir başka diyardır gece baştan başa gizli Hülyaları, sevdaları, hüsranları vardır. Ruhum., gene canan mı giden hâle benizli, Hilkat eli değmiş acı hicranları vardır.

Vermez bu şikâyet sana, kalbimdeki^ âhın Hüsnünle donanmış yolu hülya denizinde. Akşam... daha hürafene muhtaç mı günahın

Ama gibi elden ele düştüm o izinde. Can Kerametli GÖĞSÜMDE

Bir bahâr olmalısın, göğsümde!

Açılıp solmalısın, göğsümde!

Güzelim; gönlüme, mehtabınla Süzülüp dolmalısın, göğsümde!

A. KARAUĞUZ

BÜYÜK ÇİN ŞAİRİ < Zavallı bedbaht kız!

Büyük, sessiz ve karanlık bir ormanda yetişen titrek bir zan- bak, gibi talisiz oldu!

O; gözlerinde zafer parıltı­ ları olduğu halde hayat müca­ delesine atılan kadınlardan ol- mıyacaktır.

Hiç bir şeyde ümidi yoktur. İçindeki ümitler öldü. Onu öldüren gaddar hastalık, bakış­ larından ışığın geldiği ciheti uzaklaştırdı.

O; şimdi, gurursuz ve korku­ suz yaşıyor..

O; artık yalnız rüzgârdan, göz yaşından ve ciğerlerine iş­ leyip göğsünü hırpalıyan ve se­

sini boğazında düğümleyen o

korkunç ve rutubetli gecelerin gelmesinden korkmaktadır.

Zavallı talisiz kız!.

O ne kızdı o!.. Beni büyüledi ve insan yaptı..

O ne hassas kız ki kendini mukadderata teslim etti ve ha yattan saadetin gölgesiyle ka­ naat etti. Bir kelime söyleme­ den sessizce ölmeye razı oldu.

İşte o.. İşte o.. Beyaz ve par- * lak bir yatağın üzerine uzanmıl yanakları solgun, gözleri çukur laşmış, parlak bakışlariyle mu­ ayyen bir noktaya bakmakta- 8 dır.

Neyi düşünüyor?

S

Mermer gibi beyaz ve narin parmaklariyle öğle güneşinin al ğ tında çiçekleri koparıyor..

Kirpikleri titreyen gözlerinde ebediyetin hayali canlanmakta dır.

Ateşli zihniyetle kuşlan ve

nağmelerini sayıp onlara

gü-HU - Şİ - YE) detı (x >. lümsüyor ve kendilerde son de­ fa olarak vedalaşıyor.

İşte o titriyor ve ağzını açıp kuşlar gibi cıvıldaşmaya çabalı yor..

Sesi göğsünde tıkandı ve bir­ denbire başı yastığın üzerine düştü. Yastık onu derin bir şef katle tuttu.

Ümit, ömrün daha ilk baha­ rında böyle mi sönecekti? Gü­ zellik; arzuların ilk çağında böy le mi yok olacaktı?

Daha onu, çiğdemler öpme­ den o çiçek böyle mi solacaktı? Aşkın ölümden daha kuvvetli olduğuna inanıyordum, işte ö- lüm beni aldatarak aramıza gi­ riyor ve onu elimden çekip alı­ yor!

Hayır.. Teslim olmıyacağım!.. Razi olmıyacağım.. Kabul etmi- yeceğim!. Onunla kucaklamak­ ta, öpüşmekte, göğsüne sıcak nefeslerimi doldurmakta devam edeceğim.

Allahım benim halime acıyıp bir mucize ile onu kurtar!.

Allahım! Mucizeni göster.. Ey

bağışlayan ve esirgeyen Tan­

rım.. Adalet, insaf, ümit, güzel­ lik, sevgi hep senin elindedir.

TERCÜME EDEN;

Selâmi Münir YURDATAP (*) Bu değerli Çin şairi, Pe­ kin üniversitesinde profesördür.

Modern Çin edebiyatının en

yüksek simalarından biridir.

Milli şiirleri birer şaheserdir. Kâh aşka isyan eden, kâh onu takdis eden manzumeleri de Çi­ nin her tarafında dilden dile dolaşmaktadır.

ED EB Î H A TIRA LA R:

Gençliğimde edebiyata inhi­

makimden dolayı meşhur edip ve şairlerle muarefe peyda et­ mek,, muvaneset temin eyle­ mek başlıca emelimdi. O dev­

rin tanınmış şahsiyetlerde

meydana - Muallim Naci,

onun pek vefakâr -dostu Şeyh Vasfi ile tanışmış -idim. Vasfi efendi merhumu -Fethiyedeki evinde bazan ziyaret ederdim. Bir ziyaretimde Nacinin Teb- rizli meşhur şair -Saibin diva nından intihap ederek tarces- me ettiği bazı ebyâtı ve o beyitlerde geçen elfaz ve tabira ta dair izahatı havi (Saibde söz) ismiyle neşreylediği bir e ser hakkında fikir taati ediyor duk. Ben bilmem ne münasebet ie Saibin:

Tü kez nazükdili ez nikheti gül rûy mi tabî

Ci lâzım ber seri harf âveri âl eş zebânirâ

Beytini okumuş bulundum.

Vasfi merhum gülümseyip de­ di ki: «Naci efendi o risaleyi yazdığı sırada Yenişehirli Avni

Ş A R K I

Gönlümde bahar müjdesi var tatlı sesinden, Aniat bana ey sevgili! Vuslat hevesinden, Yaklaş erisin tâ yüreğim, gül nefesinden

Anlat bana ey sevgili! Vuslat hevesinden NEBİL FAZIL

bey merhum Üsküdarda sakin idi. Naci ehyanen Avmnin ziya­ retine giderdi. Bir gün yanında

(Saipte söz) ün müsveddeleri ol duğu halde Avni beye gitmiş, on lan göstermiş. Senin demincek okuduğun beyti Nacinin (Ma­ demki Gül kokusuna tahammül edemiyecek derecede zaf-ı kalbe müptelâsın, öyle ateşzebanlık- tan dem urmak nene lâzım) şek ünde terceme ettiğini gören Av ni bunun iki kelime ile Türkçe

ye terceme edilmesi mümkün

olduğunu söylemiş, Naci kosko­ ca beytin manası iki kelimeye nasıl sığdırılabilir demiş;

Avni Bey tebessüm ede­

rek «Haddini bil» cümle­

siyle mukabele etmiş. Te-

emmülsüzlüğünden naşi hicap duyan Naci ertesi gün benimle mülâkatında hâdiseyi hikâye et ti ve «haddini bil» cümlesi hem Saibin beyti için eşsiz bir ter­ ceme, hem bizim gibiler için mü essir bir tenbihtir mütalâasında bulundu.

Muhyiddin RAİF

Referanslar

Benzer Belgeler

1823 den 1891 yılın a kadar süren 78 y ıllık inişli çıkışlı hayatın­ da birçok önemli m evkilere “getirilen A hm et V e fik Paşa iki defa da

Thus, with the benefit of hindsight that economic liberalism must go hand in hand with political liberalism; multi-party sys- tems emerging to operate constitutional governments

Kuloğlu gönüllü kuvvetle­ rinin teslihi için muhafaza edilen 40-50 bin kadar Martin ve Schnei- der tüfekleri yeni sisteme tahvil vesilesiyle ve İtalyanların

Bu çalışmada, ekonomik psikoloji kapsamında bir araştırma alanı olan ve 1950’li yıl­ lardan bu yana gelişen vergi psikolojisi hakkında kısaca bilgi verilmiş ve bu

1922'de halifeliğe seçildi, 15 ay boyunca o makamda kaldı ve hilâfetin 3 M art 1924'te çıkartılan 431 sayılı kanunla lâğvedilmesinden sonra bütün Osmanlı

Çelik Gülersoy’un “ Cumhuriyet” te çıkan “ Kitapçı mı Dedi­ niz?&#34; başlıklı güzel yazısını okurken bunları anımsadım. Gü- lersoy, bir

Bizim çocukluğumuzda ve ilk gençliğimizde Kom ik K el Haşan da ara sıra orta oyunu oy­ nardı ama bu işin asıl erbabı Kavuklu Hamdı idi.. Çarşambaları,

Jüpiter: Gün batımından yaklaşık üç saat sonra doğacak olan gezegen sabaha kadar gökyüzünde.. Ayın 14’ünde Ay ve Spika ile yakın konumda bulunacak olan gezegen