Biraz da Mizah:
Şifre ve Saklanbaç
Birini «Yeni şiir antolojisi» n- de, diğerini «Edebiyat Dünya sı» diye çıkan bir mecmuada gördüğüm dörder beşer satırlık iki (Lâf kalabalığı» hakkında, alay vadisinde bir kaç söz söy lemeden evvel «Yeni şiir anto- loiisi»nde «bir kaç söz» başlığı altında üç sahife yazı yazan ^Doçent Mehmet Kaplan) bey efendiye hitabetmek cüretinde bulunacağım. Ve diyeceğim ki:
Muhterem Doşent’im! Tan-
zimattan, Şinasi’den, Servet-i- fünün edebiyatmdan bahis bu- yurduğunuza göre tedkik ve te- tebbuatınız, oldukça derin... Bi naenaleyh iyi bir yazı ile kötü bir yazıyı, nelere (şiir), nelere (Nazımı, hangi türlü yazılara (mensur şiir) denilebileceğini takdir edebilecek bir mevkide, bir liyakat ve iktidardasınız!
Liyakat ve iktidarınız hakkın da söz söylediğimden dolayı ku surumu af buyuran! ve af ede ceğinize de şübhe etmem! çün kü tam elli seneden beri mat buat âleminde fasılasız çalış
mış bir ağabeyinizim, yahud
bir babanızım.. Size hitap etmek le bir kusur işlesem bile hoş gör mek büyüklüğünü elbet göstek- reeeksiniz!
Kıymetli hocam! antolji’deki «bir kaç söz» den anlaşüıyor ki bu kitabı tenkit edecek, öğe- cek bir şey bulamamışsınız! ve bunu şu:
c.JBir antolojinin başında bu lunması lâzım gelen öğücü söz ler yazamadığımdan dolayı mü teessirim»
Satırlanyle ispat ediyorsunuz, ve hakkınız da var. Eser öğü'ür, eser tenkid edilir. Bununla oe- reber muhterem Doçent’in; ma üemki kitabı elinize sundular «iıacıvatın karısı» ve «şifre» başlıklı lâf kalabalığı hakların da üç beş söz söylemek, gençleri uyandırmak salâhiyetiniz dahi linde idi: Sükût ile geçdiğiniz- den dolayı! edebiyat namına, şiir namına günah işlediniz!
Antolojinin 35 inci sahifesin- deki «Şifre» yi şuraya aynen alıyorum:
Ş İ F R E Kaşın şifre
Gözün şifre
Gülmen kanuşman şifre Yaradan şifre yaratmış Seni çözmek için
Çok şükür ki bazısı kısa şu altı satırdan bir mana çıkıyor, altı satırın sahibi sevgilisine demek istiyor ki:
Senin her hâlin, her tavrın, kaşın gözün gülmen bir muam ma... Allah seni muamma yarat m ış.
Şifre gibisin!
Belki benim kaim kafam al mıyor. Belki bunun altında baş ka bir incelik de vardır? zanet nem ya.. Şimdi sizin nazarı dik katinize «Saklambaç» başlıklı üçü üzün, biri kısa dört satır lık lafları da arzediyorum:
SAKLAMBAÇ
Elma dersem çık sevgilim, Armut dersem çıkma Ama üzüyorsun beni yeter; Elma Elma!
İşte muhterem hocam! şu iki yazıyı gördünüz!
Dostlar bizi alış verişte gör sün kabilinden söylenmiş lâflar bu kelime kümesine de (şiir) diyorlar. Bilmem siz ne dersi niz? Ben bu çocuklara şöyle di yeceğim:
Şiir senin nene lâzım çocuğum. Çayır çemen kuzu otlat çocu ğum! Çemende bir yerine sakın d i ken batmasın, Edebiyat o başka fen çocuğum!
Muhterem Doçentim! Sizin le uzunca hasbihal etmek ister dim ama hem söz uzadı, hem de postacı mektuplar getirdi. Şim di zarfın birini açıyorum;
***
Yaşasın bizim davullu şair Kumru Hiçyümaz!... bakınız ne diyor:
Turhan Deli amca!
«Edebiyat Dünyası» nda sak lambaç diye elmalı armutlu bir şiir gördüm. Fakat bu şiirde ek siklik var. Mevsim meyvalarııı- dan çilek ile kiraz eksik... buna ben de bir nazire yazdım gön deriyorum. Gazeteye koy.
Armut, Karadut Elma bulursan yut! Havada bulut Sen bunu unut
Sevgiliye armud denmez Düşünemedin mi bunu a armud
Nasıl beğendiniz mi Kumru mm şiirini! el elden üstündür elerler, doğrudur, Kumru; yeni şairlere taş çıkartacağa benzi yor.
Sen dersin bay İsmet Yazgan böyle şaheserler, yazabilirini sin?
TURHAN DELİ
Fıkra
bekâr kalmağa ahdetmiş bir ka zaktı. Mısırda iken maiyetinde ki zabitlerden biri, evlenmek ü- re İngiltereye gitmek müsaade si istedi.
Lor d;
— Vazifeniz buradan ayrıl manıza mânidir. Bir sene daha burada kalmanız lâzımdır. On dan sonra yine evlenmek arzu sunda olursanız, size izin veri rim, dedi.
Bir sene geçince, zabit
tek-Her ne istersen; ara, gönlünde her şey andadır. Gayre bakma, kendini görmek, musibetdir sana. Düştüğün her bir belânın menbaı sensiıı tamam
Zor.« fM-vad etdiein. m B m M
Yazık oldu Selim
Diyen Ostad,ilave
Sırrı’nın elli yıllık emeğine!
ediyor: Muhtelit tedrisattaki
Çin edebiyatından örnekler:
yanlış hareketlerimiz kızlarımızı erkekleştiriyor
... . . . . . _________ s i .* u * : » : ~ w ,- ıw îrioiiib- ç ır a la r a iie a r k işi o- İflrda. hazıı vftva re k o r a ran m az, tr r a m ı a n la ta v ım: B e n
Lord Kiçner sonuna kadar rar lordun huzuruna çıktı. Lord
__ _____ __ _____ , ____ ____ evlenecek değilim..
«... Sizin... keşfinizde ilme uygun beden terbiyesinin, mem leketiniz gençliğinin sağlamlı
ğına yarıyacak, atletizmine,
sporuna ve izciliğine iyi yardı mı dokunacak en elverişli usul olduğunu ilk sezmiş olmanızda- dır. Onu yurdunuza en verimli gürlüğü ile getiren ve yayan, bedenimizi terbiye hakkındaki telâkkimizi ilimleştiren ve asri leştiren ilk insan sizsiniz. Bu iş basit bir ithalâtçüık, kolay bir tatbikatçılık değil, mühim bir ıslahatçılıktır. Hayatınızın mâ naşı ve eserinizin vasfı budur.. Kitaplarınızı okumuş olanlar bu yapıyı, merhale merhale tekâ mül ettirilmiş düsturlarını da yayarak kurmuş olduğunuzu bi lirler, ve görürler ki siz, Tanzi
mat devrinin başlangıcındaki
uyarıcı ¡büyük fikir adamlarımı zın kendi sahalarında yeni bi rer çığır açmış kudretlerine ben zer güçte bir varlıksınız.»
Yukarıki satırları, şimdi Ati na büyük elçimiz bulunan Ru şen Eşref Unaydının yetmiş be şinci yıldönümünün kutlanışı münasebetiyle, üstat Selim Sır i riya Atinadan yazmış olduğu luzun mektubun bir yerinden alı [yorum.
Sonra da düşünüyorum; Us- İtadı, yıllar yüıdır etrafına feyiz ¡saça saça ve kendi yolunu ken- ¡di bula bula akıp giden bir be- ■eketli suya benzetemez miyiz?
Amma... Bu suyun tam birike birike, kabara köpüre, çağlayan haline gelerek en verimli kıva mını bulduğu devirde, tam son ve coşkun haddini bulmuş ener
jisinden faydalanmamız imkâ nı varken, onun sadece hayran seyircisi kalışımız neden?
Şimdi karşısında; onu, unu nu elemiş, kalburunu asmış bir insan gibi, kendi âleminde, ki- taplariyle başbaşa ve yap yal nız bırakmış olmamızın azabını duyuyor ve Tanrıdan ona, ak lımızın başımıza geleceği zama na kadar, uzun ömürler dileyo rum.
Üstad, muhtelit tedrisat meşe leşi hakkındaki düşüncelerini sorduğum zaman: «Bunları be lirtmekten sanki bir fayda mı umuyorsun?» der gibilerde du daklarını bükerek gülümsedi:
— İstanbul gazetelerinde muh telit tedrisatı metheder yazılar görülmeğe başlanmıştı. O sıra da Berline gitmiştim. Acaba Al
manyada ne yapıyorlar? diye
merak ettim. Maarif Nazırı Be
herle görüştüm. Kendisinden
sordum: «Evet, dedi, bizde muh telit tedrisat vardır. Orta tah sil derecesindeki kız ve erkek lerin birlikte okumalarına karar verdikten sonra ilk olarak kar deşler ve kardeş çocukları hü lâsa akraba olan çocukları bir likte mekteplere aldık. Çünkü erkekler kızların bir nevi hami si olurlar. Sınıflarda kızları er
keklerle yanyana oturtmadık.
Ön sıralara kızları, arka sıra lara erkekleri koyduk. Ders so nunda teneffüse çıkarlarken de erkekler sağ koridordan, kızlar sol koridordan kendi bahçele rine indiler. Ve bugün gidip gö rürseniz, ayni şeklin devam et
tiğini anlarsınız. Kız çocuğun erkek çocukla beraber oynama sı caiz değildir. Eğer buna dik kat edilmezse kızlar erkekleşir, erkekleşen kızlar da, kadınla şan erkekler kadar çirkin olur.» Almanyadan döndükten son ra, bizde muhtelit tedrisat yap mağa başlamış olan mektepler den birini teftişe gitmiştim.
Hatırımda değil, mektepte bir hâdise olmuş.. Ben de alâkadar iki hanım kızı müdürün odası na çağırdım. İlk bakışta, kızla rın hal ve tavırlarını beğenme dim. Birine sordum.
— Anlat bakalım, dedim, na sıl oldu bu iş?
— Efendim, müdür beye ma dik etmek istedik.. Tabiî mü dür bey yutmadı... Deyince, ben şaşaladım ve kıza döndüm:
— Madik ne demektir? Kız biraz kızardı:
— Yalan demek olacak gali ba.. dedi.
— Yutmadı diye bir şey söy lediniz, o da ne demektir?
Utanarak:
— İnanmadı yani... dedi. Fazla ¡bir şey sormadım. Key fiyeti olduğu gibi maarif vekili Necati beye bildirdim ve esbabı mucibesini de yazdım. On gün sonra o mektepten kız çocuk ları çıkardılar, başka bir yere aldılar... Şimdi de o mektepte muhtelif tedrisat yapılmıyor.. Fakat bunları size söylemekle, muhtelit tedrisat aleyhinde bu lunduğum anlaşılmasın. Ben, an cak kalabalık olan mekteplerde
iki kişilik sıralara üçer kişi o turtup ve bunlardan birisi kız veya erkek olursa, bu çocukla rın oyunlarda da birlikte oluş larından fayda değil, zarar ge leceğine inanmış bir insanım.
— Umumiyetle bugünkü du rumu nasıl buluyorsunuz?
— Beğenmiyorum... Kısaca sı budur.. Ben ¡beğenmiyorum.. Ve kızların erkekleşmekte oldu
ğunu görüyorum. Kanaatimce
kızla erkek, daha doğrusu ka dınla erkek, sağ ve sol el gibi birbirine benzerlerse de, hayat mücadelesinde vazifeleri ayrı dır. Bu sebeple değil midir ki, kızların erkek sporları yapma larına da katiyen muhalifim. Tam yarım asır emek verdiğim spor âleminden edindiğim kana at şudur: Spor, vücut güzelliği, sıhhat ve uzun ömre medar o- lan bir vasıtadır. Kızların yapa cağı sporlar onları yormadan, ifratlardan kaçınarak, kendile rini ileride deruhte edecekleri
analık vazifesine hazırlamak
içindir. Ben pehlivan kadın ara mıyorum. O itibarla boks gibi, futbol gibi, mukavemet yarış ları gibi, yüksek atlamalar gibi sporların kız mektep kapıların dan içeri sokulmasına taraftar değilim. Ayni zamanda kızların erkek öğretmenlerden jimnastik dersi almalarını veya kız öğret menlerin erkek çocuklara öğret menlik etmelerine de taraftar olamam. Zaten İsveçe jimnastik tahsiline gidişimin belli başlı sebebi de, bu gibi yanlışlıkla rın önünü almaktı. Hülâsa kız
larda bazu veya rekor aranmaz. Lâtin âleminin dediği gibi sağ lam vücutta, salim fikir arıyo rum.
Halbuki muhtelit tedrisat, ri ayet edilmesi iktiza eden usul lere ehemmiyet verilmeden de vam ettirildiği için, nihayet ak saklık spor sahasına da intikal
WSBHK»
tli.:; ., ' . 7 ?
4' !M*\ W ~ J i m ‘
n p ü
M l
; , ' rUi. ; ¡iiliitnlwiHKúJEnM imim Â.. V - ■
Kıymetli terbiyecimiz S. Sırrı Tarcan
etmiş ve kızlarımıza Sultan Ah- metten Şişliye kadar yarışlar yaptıracak kadar onları erkek leştirme yoluna sevketmiştir.
— Şimdi ne yapmak iâzım- dır?
— Acele etmeden, yavaş ya vaş, alıştırarak hareket gerek tir. Hava bile lodostan poyra za birden bire geçmez. Geceden gündüze geçiş bile bir anda ol maz. Halbuki alabildiğine koş mak istiyoruz. Bakınız, bir ha
tıramı anlatayım: Ben İsveçten
döndükten sonra kız mektep
lerine jimnastiği sokmak için zamanın Şeyhislâmına müraca at ettim.
— Peki kim ders verecek, kim öğretecek? dedi.
— Ben, dedim. Evvelâ yüz
hanım kıza ders vereceğim. On lar da ötekilere öğretecekler..
Şeyhislâm şaşa kaldı:
— Yani, ben sana, otuz iki yaşmdaki bu gence, kızları tes lim edeceğim ha...
Mümkün değil razı olmadı.. Lâfını bile ettirmedi.
Bir müddet sonra, Meşihate Hayri efendi geldi. Ona gittim;
— Hocalara terbiyei bedeni ye dersi vereceğim, dedim.
— Ne münasebet?., diye yü züme baktı.
— Görüyorum ki, dedim, gö bekleri fazla, nefesleri kesiliyor. Jimnastik bire birdir bu halle re..
— Pekâlâ öyle ise... dedi. Böylece Medresetülvaizinde. sa nklı hoca efendilere iki sene ders verdim ve ancak ondan sonra kız mekteplerine de jim nastiği sokabildim.
Üstad, beden terbiyesinin te melini attığı günleri hatırlar
ken, bugünü düşünmekten de
kendini alamamıştı. Bu hâlini sezmiş olduğumun farkına var mış olacak ki, benim bir şey sormama meydan bırakmadan, son sözünü söyledi:
— Yazık oldu, Selim Sırrının elli yıllık emeğine...
KANDEMİR
nüm --- rürseniz ayni şeklin devam et- cak kalabalık olan mekteplerde nn onunu am aıuı. ^ man ısuyoruz. aaıanız, oır
na-Şifre müdürü mü olmalı?
şaşırdı:
— Demek tam bir sene düşün dükten sonra, hâlâ evlenmek fikrindesiniz, öyle mi?
Diye zabitin yüzüne baktı. _ Evet.. Kararımda sabitim. _ Tebrik ederim, hakikaten bir erkekmişsiniz siz..
Zabit kapıya doğru giderken, birden bire durdu:
— Evet amma, ayni kadınla
AHMET HÂŞİM’İ ZİYARET Ruhumun aynası aksam Halicin koynunda, Döndü yakuta güneş servilerin boynunda. Köhne evlerde günün aksi alevden camlar Yanıyor, şimdi ufuktan suya âteş damlar. Kuşatır mavileşen engini al bir hâle, Dökülür toprağa gökten kana batmış lâle. İşte mevsim kuruyor üstüne gülden bir tâk.. Sarı altın suda firuze olurken yaprak
Bir hayal âleminin raksını dal oynamadan. Işığın rengi öpeıı ağzı tutuşmuş havada..
Hilkatin sustuğu rüya ve şiir ânında Bitmiyen hasreti kalbim, oku hicranında. İnce bir toz gibi etrafa yağan mateme uy, Mermerin gölgesi altında yatan Hâşim’i duy:
Nahid Abdülkâdir GÖKÇÖL
!
GECENİN IZT1RABI
Öyele perişanım ki, nefesim sanki bir ah! Hiç bir an dinmez oldu kalbimin şu ağrısı. Kanlanmış gözlerlemi, bulacak beni sabah? Uyku yok gözlerimde, vakit gece yansı.
Esiriyim şimdi ben iki zıd düşüncenin Bağlanmaz oldum artık, gerçekten bir karara,
Sabahı çabuk olsun, Allahım bu gecenin, Büyümesin kalbimde derinleşen bu yara,
A. Burhan OYAL
DENİZ HASRETİ
Gözlerimde mavisi, dudaklarımda tuzu, Beyaz köpüklerine yaslansa dertli'başım... Ey ruhları huzurla yıkayan sihirli su!
Temiz çakıllarından örülsün mezar taşım. Beyaz köpüklerine yaslansa dertli başım... Ufka dalan gözümde rakseder dalgaların, Oynak nağmelerindi ruhumun musikisi... Yayla gecelerinden gönlüme daha yakın, Akşamlarının rengi, sabahlarının sisi. Oynak nağmelerindi ruhumun musikisi... Yelken yelken açılsa enginlerine bahtım. Ufkunda köpük köpük uçan martılar olsam... O masmavi bağrında kuruluverse tahtım, Serin rüzgârlarında dağılsa gamım, tasam...
Ufkunda köpük köpük uçan martılar olsam. Deniz deniz diyerek maviliklere dalan Gözlerimin ışığı yalnız enginde solsa. Şarkılarla öpüşen yosunlu kıyılardan
İçime kucak kucak koku, nağme, renk dolsa. Gözlerimin ışığı yalnız enginde solsa.
Mavisi gözlerimde, dudaklarımda tuzu, Beyaz köpüklerine yaslansa dertli başım... Ey ruhları huzurla yıkayan sihirli su! Temiz çakıllarından örülsün mezar taşım. Beyaz köpüklerine yaslansa dertli başım...
İLHAN GEÇER
HAYATA ATILDIKTAN SONRA Yırttım elimle dün o yeşil kaplı diteri, Kayboldu saf çocukluğun artık son izleri. Göçmüş ümitle kurduğun âlem, hayali yok. Keyfimce bir ömür yaşamak ihtimali yok.
Mecbûr imiş gönül nice arzûyu silmeye. Mahkûm o dik bası mütemadi eğilmeye. Sunsun gecikmeden dolusundan derim fakat
Bir boş kadeh dahi bana vâdetmiyor hayat MEHMET ÇINARLI 1 : < > < ► < > AKŞAM SAATİ
İnmiş koyu bir tül gibi akşam yere gökten Artık bu saatlarda sözün yok, değerin yok. Divanece kaç hisse kapıldım yine senden, Akşam seni almış da elimden haberin yok. Bir başka diyardır gece baştan başa gizli Hülyaları, sevdaları, hüsranları vardır. Ruhum., gene canan mı giden hâle benizli, Hilkat eli değmiş acı hicranları vardır.
Vermez bu şikâyet sana, kalbimdeki^ âhın Hüsnünle donanmış yolu hülya denizinde. Akşam... daha hürafene muhtaç mı günahın
Ama gibi elden ele düştüm o izinde. Can Kerametli GÖĞSÜMDE
Bir bahâr olmalısın, göğsümde!
Açılıp solmalısın, göğsümde!
Güzelim; gönlüme, mehtabınla Süzülüp dolmalısın, göğsümde!
A. KARAUĞUZ
BÜYÜK ÇİN ŞAİRİ < Zavallı bedbaht kız!
Büyük, sessiz ve karanlık bir ormanda yetişen titrek bir zan- bak, gibi talisiz oldu!
O; gözlerinde zafer parıltı ları olduğu halde hayat müca delesine atılan kadınlardan ol- mıyacaktır.
Hiç bir şeyde ümidi yoktur. İçindeki ümitler öldü. Onu öldüren gaddar hastalık, bakış larından ışığın geldiği ciheti uzaklaştırdı.
O; şimdi, gurursuz ve korku suz yaşıyor..
O; artık yalnız rüzgârdan, göz yaşından ve ciğerlerine iş leyip göğsünü hırpalıyan ve se
sini boğazında düğümleyen o
korkunç ve rutubetli gecelerin gelmesinden korkmaktadır.
Zavallı talisiz kız!.
O ne kızdı o!.. Beni büyüledi ve insan yaptı..
O ne hassas kız ki kendini mukadderata teslim etti ve ha yattan saadetin gölgesiyle ka naat etti. Bir kelime söyleme den sessizce ölmeye razı oldu.
İşte o.. İşte o.. Beyaz ve par- * lak bir yatağın üzerine uzanmıl yanakları solgun, gözleri çukur laşmış, parlak bakışlariyle mu ayyen bir noktaya bakmakta- 8 dır.
Neyi düşünüyor?
S
Mermer gibi beyaz ve narin parmaklariyle öğle güneşinin al ğ tında çiçekleri koparıyor..Kirpikleri titreyen gözlerinde ebediyetin hayali canlanmakta dır.
Ateşli zihniyetle kuşlan ve
nağmelerini sayıp onlara
gü-HU - Şİ - YE) detı (x >. lümsüyor ve kendilerde son de fa olarak vedalaşıyor.
İşte o titriyor ve ağzını açıp kuşlar gibi cıvıldaşmaya çabalı yor..
Sesi göğsünde tıkandı ve bir denbire başı yastığın üzerine düştü. Yastık onu derin bir şef katle tuttu.
Ümit, ömrün daha ilk baha rında böyle mi sönecekti? Gü zellik; arzuların ilk çağında böy le mi yok olacaktı?
Daha onu, çiğdemler öpme den o çiçek böyle mi solacaktı? Aşkın ölümden daha kuvvetli olduğuna inanıyordum, işte ö- lüm beni aldatarak aramıza gi riyor ve onu elimden çekip alı yor!
Hayır.. Teslim olmıyacağım!.. Razi olmıyacağım.. Kabul etmi- yeceğim!. Onunla kucaklamak ta, öpüşmekte, göğsüne sıcak nefeslerimi doldurmakta devam edeceğim.
Allahım benim halime acıyıp bir mucize ile onu kurtar!.
Allahım! Mucizeni göster.. Ey
bağışlayan ve esirgeyen Tan
rım.. Adalet, insaf, ümit, güzel lik, sevgi hep senin elindedir.
TERCÜME EDEN;
Selâmi Münir YURDATAP (*) Bu değerli Çin şairi, Pe kin üniversitesinde profesördür.
Modern Çin edebiyatının en
yüksek simalarından biridir.
Milli şiirleri birer şaheserdir. Kâh aşka isyan eden, kâh onu takdis eden manzumeleri de Çi nin her tarafında dilden dile dolaşmaktadır.
ED EB Î H A TIRA LA R:
Gençliğimde edebiyata inhimakimden dolayı meşhur edip ve şairlerle muarefe peyda et mek,, muvaneset temin eyle mek başlıca emelimdi. O dev
rin tanınmış şahsiyetlerde
meydana - Muallim Naci,
onun pek vefakâr -dostu Şeyh Vasfi ile tanışmış -idim. Vasfi efendi merhumu -Fethiyedeki evinde bazan ziyaret ederdim. Bir ziyaretimde Nacinin Teb- rizli meşhur şair -Saibin diva nından intihap ederek tarces- me ettiği bazı ebyâtı ve o beyitlerde geçen elfaz ve tabira ta dair izahatı havi (Saibde söz) ismiyle neşreylediği bir e ser hakkında fikir taati ediyor duk. Ben bilmem ne münasebet ie Saibin:
Tü kez nazükdili ez nikheti gül rûy mi tabî
Ci lâzım ber seri harf âveri âl eş zebânirâ
Beytini okumuş bulundum.
Vasfi merhum gülümseyip de di ki: «Naci efendi o risaleyi yazdığı sırada Yenişehirli Avni
Ş A R K I
Gönlümde bahar müjdesi var tatlı sesinden, Aniat bana ey sevgili! Vuslat hevesinden, Yaklaş erisin tâ yüreğim, gül nefesinden
Anlat bana ey sevgili! Vuslat hevesinden NEBİL FAZIL
bey merhum Üsküdarda sakin idi. Naci ehyanen Avmnin ziya retine giderdi. Bir gün yanında
(Saipte söz) ün müsveddeleri ol duğu halde Avni beye gitmiş, on lan göstermiş. Senin demincek okuduğun beyti Nacinin (Ma demki Gül kokusuna tahammül edemiyecek derecede zaf-ı kalbe müptelâsın, öyle ateşzebanlık- tan dem urmak nene lâzım) şek ünde terceme ettiğini gören Av ni bunun iki kelime ile Türkçe
ye terceme edilmesi mümkün
olduğunu söylemiş, Naci kosko ca beytin manası iki kelimeye nasıl sığdırılabilir demiş;
Avni Bey tebessüm ede
rek «Haddini bil» cümle
siyle mukabele etmiş. Te-
emmülsüzlüğünden naşi hicap duyan Naci ertesi gün benimle mülâkatında hâdiseyi hikâye et ti ve «haddini bil» cümlesi hem Saibin beyti için eşsiz bir ter ceme, hem bizim gibiler için mü essir bir tenbihtir mütalâasında bulundu.
Muhyiddin RAİF