• Sonuç bulunamadı

YİRMİ SEKİZ ÇELEBİ MEHMET EFENDİ'NİN FRANSA SEFARETNÂMESİ (1132-33 H./1720-21 M.)

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "YİRMİ SEKİZ ÇELEBİ MEHMET EFENDİ'NİN FRANSA SEFARETNÂMESİ (1132-33 H./1720-21 M.)"

Copied!
22
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Y~RM~~ SEK~Z ÇELEB~~ MEHMET EFEND~'N~N

FRANSA SEFARETNAMES~~

(1132-33 H./172o-21 M.)

Dr. HÜNER TUNCER

Padi~ah III. Ahmet zaman~nda, Fransa Devleti ile olan ili~kileri daha ‘1,‘ geli~tirmek amac~yla, Yirmi Sekiz Çelebi Mehmet Efendi, Fransa'ya "fevka-lâde elçi" olarak gönderilmi~i. Yirmisekizinci Yeniçeri Ortas~ nda!, yeti-~en Mehmet Efendi, bir müddet Çorbac~l~k ve Muhz~r a~al~~~~ görevlerinde bulunduktan sonra Yeniçeri Efendisi, Darphane Nâz~r~~ ve Üçüncü Defter-dar olmu~; Pasarofça Antla~mas~n~~ yapan Osmanl~~ heyetinde ikinci mu-rahhas s~fat~yla bulunmu~tu'.

Yirmi Sekiz Çelebi Mehmet Efendi'nin, çok yetkili ve Osmanl~l~~~~ ya-banc~~ ülkelerde ba~ar~yla temsil edecek yeteneklere sahip olmas~~ nedeniy-le, Fransa'ya elçi olarak atanmas~na karar verilmi~ti'. Mehmet Çelebi, o~-lu Sait Efendi'yi de yan~nda Divan Efendisi olarak Fransa'ya götürmü~tü.

Yirmi Sekiz Çelebi Mehmet Efendi, Fransa'da gördü~ü yenilikleri ve bu ülkeye ili~kin gözlemlerini sefaretnâmesinde büyük bir ustal~k ve canl~-l~kla anlatmas~n~~ bilmi~~ ve onun bu ba~ar~s~~ sayesinde, Istanbul'da birçok yeni hareket ba~lam~~t~. Mehmet Efendi'nin, o~lu Sait Pa~a ile Fransa'dan dönü~ünde, ~brahim Müteferrika ile beraber, Osmanl~~ Devletinde matbaa-c~l~~~n kurulmas~nda çok büyük bir rolü olmu~tu.

Yirmi Sekiz Çelebi Mehmet Efendi, ~~ 14.5 (1733) y~l~nda K~br~s'ta Lef-ko~a'da ölmü~tü'.

Osmanl~~ sefaretnâmeleri aras~nda en çok üzerinde durulmu~~ olan~~ ve ülke hayat~nda yapm~~~ oldu~u önemli etkiler itibariyle de, en verimli olan~~ Yirmi Sekiz Çelebi Mehmet Efendi'nin Fransa Sefaretnâmesidir.

' Faik Re~it Unat, Osmanl~~ Sefirleri ve Sefaretniimeleri, yay~mlayan: Bekir S~tk~~ Baykal, Türk Tarih Kurumu Bas~mevi, Ankara, 1968, s. 54-55.

Tarih-i Ri~,s' it, c. V, ~stanbul 1282, S. 213.

3 Bursal~~ Mehmet Tahir Efendi, Osmanl~~ Muell~fkr~, c. III, Yaylac~k Matbaas~, ~stanbul 1975, S. 158.

(2)

Yirmi Sekiz Çelebi Mehmet Efendi'nin ve elçilik heyetinin, Paris'e va-r~ncaya de~in geçtikleri yollar ve gördükleri yerlerin, ba~lar~ndan geçen olaylar~n, Paris'te kar~~lanma törenlerinin ve Mehmet Efendi'nin Fransa Krall'na nâme-i hümayunu sunma töreninin, Paris'te görülen güzel yerle-rin ve tan~k olunan yenilikleyerle-rin tüm ayr~nt~lar~yla ve büyük bir canl~l~kla anlat~ld~~~~ Fransa Sefaretnâmesi, bugünkü dilimize çevrilerek, aynen, a~a-~~da sunulmu~tur:

"Bin yüz otuz iki y~l~~ zilhicce'nin dördüncü isneyn günü (7 Ekim 1720 Pazartesi) Istanbul'dan gemiye binildi. Bin yüz otuz üç y~l~~ muhar-rem ay~n~n yirminci Cuma günü (21 Kas~m 172o) sabah~n erken saatinde Tulon (Toulon) denilen ~ehre girerek, Lazarto liman~nda gemimiz demir att~. Onbir pâre top atarak, ~ehri selâmlad~k. Tulon ~ehri de bir çay~rl~k yerde top atarak bizi selamlad~~ ve ~enlikler yap~ld~. Sandalla gemimize bir kaptan gelerek, bize "ho~~ geldiniz" dedi ve günlerdir bizleri beklediklerini söyledi. Bize, ülkelerinde sar~~ humma hastal~~~~ görüldü~ü için, birkaç za-man kalyondan (sava~~ gemisi) d~~ar~~ ç~kmamam~z~~ sal~k verdi. Marsilya'da bu hastal~ktan seksen bin ki~inin öldü~ünü, keza Pruvans (Provence) eya-letinde de hastal~~~n görüldü~ünü söylediler. Tulon ~ehri de bu eyalete ba~l~~ oldu~u için, hastal~k gelenlere de geçmesin diye, eyalete gelen kim-selere 20-30 ve bazan da 40 gün geçmedikçe yakla~~lmaz ve bunlar hiç kimseyle temas ettirilmezlermi~. Buna "karantina" diyorlar. Bu nedenle, bizi kar~~lamaya gelenler kalyonumuza ç~kmay~p, bizimle sandaldan ko-nu~tular ve özür dilediler. Yaln~z kalyonumuza etler, sebzeler, meyveler ve ~ekerlemeler yollad~lar. Ertesi günü, yetkili bir ki~i sandal ile kalyonun ke-nar~na gelerek, bizi törenle kar~~lamak için geç kald~~~n~, f~rt~na nedeniyle Cuma sabah~~ gelemedi~ini bildirdi ve affin~~ istedi. Kentin kenar~nda Kra-l~n yazl~k kö~künün bizim için haz~rland~~~n~, her türlü mühimmat ve mefru~at~n (sava~~ gereçleri ve e~yalar) sipari~~ olundu~unu ve her ~eyin ha-z~rland~~~n~~ söyledi. Kral~n yald~zl~~ sandallar~na binerek, kente gittik. ~ske-leye ç~kt~~~m~zda, oran~n kaptanlar~~ halka halinde bizi kar~~lay~p tezahürat yapt~lar. Iki at haz~rlam~~~ olduklar~ndan, atlardan birine ben, di~erine de o~lum binerek, bize haz~rlanm~~~ olan Kral bahçesine geldik. Iki tarafl~~ as-kerler bizi selâmlad~lar. Birkaç bin Rum, sa~~ ve solumuzdan bahçeye ge-lerek, muazzam top ~enlikleri yapt~lar. Sarayda da merdiven ba~~nda kar-~~layarak, bizi selamlad~lar.

Ertesi günü Paris'e gitmemiz uygun görüldü~ünden, bin adet "tarti-na" dedikleri ~eytiyeler (ufak araba) haz~rlanarak, gidece~imiz gemide de

(3)

Y~ RN1~~ SEKIZ ÇELEB~~ MEHMET EFENDI 133

özel bir oda alt~n çardaklarla süslenmi~ti. Bizim için özel bir kaptan da atanm~~t~. Safer ay~n~n onuncu günü (r r Aral~k I720) yola ç~karak, o gün ve ertesi gün hava uygun oldu~u için, ayn~~ günün gece yar~s~ndan sonra Boka denilen kale liman~na geldik. Hava iyi gitmedi~i için dört gün orada kalarak, Pazartesi gecesi yelken açarak, ö~le üstü Site kalesinin liman~na geldik. Geceyi gemide de~il de, limana üç saat uzakl~kta bir kasabada bi-zim için haz~rlanan bir konakta geçirdik. Sabah~n erken saatinde de yeni-den gemiye bindik. Kentte hastal~k çok oldu~u için, bizi 40 gün karanti-naya ald~lar. Karantina bittikten sonra, bize rehber olarak tayin edilen asil bir be.yzâde ~u haberi yollad~: "Bizi kendilerine rehber olarak görevlendir-diler. Kral~m~z da selam ve sayg~lar~n~~ yollad~lar. Yol boyunca bütün ra-hatlar~~ dü~ünülmü~tür. Yol üzerinde Forontebah kalesine yemek için te~rif edeceklerinden, ona göre her ~ey haz~rlanm~~t~r. Biz daha önce o mahalle gidip kendilerini kar~~layaca~~z. Kral taraf~ndan gönderilen selam ve komp-limanlara kar~~l~k, Kral'~n kanunlar~na riayeti rica ederiz." Biz de bunun

uygun oldu~unu kabul ederek, rebiyülevvel'in 26'nc~~ günü (25 Ocak 1721) seher vakti, yani güne~~ do~arken gemimize binerek, yola ç~kt~k. Ta-yin olunan yere geldi~imiz zaman, bizi bekleyen arabaya (Hintov) bindik ve bizim için haz~rlanan eve geldik. Bizi orada çok gösteri~li giysiler giy-mi~~ olan bir asilzâde kar~~lad~. Asilzâde, Kral ve Kraliçe hazretlerinin, "Devletlü, Saadetlâ Efendi hazretleri"nin kendi ülkelerine elçi olarak geldi-~ini duymakla çok fazla sevindiklerini; bu kullar~n~~ kendi hizmetlerine ta-yin ettiklerini; "Devletlâ, Saadetlû Efendi hazretlerrni 30 konak ilerde resmi kabül için, her türlü emrin verildi~ini ve her ~eyin yolunda gitti~ini söyledi. Böylelikle, iki devlet aras~nda dostiu~un daha da fazlala~aca~~n~~ aç~klayarak, emirlerine haz~ r oldu~unu, sözlerine ekledi.

Bundan sonra haz~rlanan mükellef yemek s~ras~nda, kentin konsolosla-r~~ ve ileri gelenleri ile tan~~~ld~. Daha sonra yine gemiye gelindi ve Yetme-zin kalesine do~ru yola ç~k~ld~. Kaleye geldi~imiz zaman, hintovlar bizi bekliyordu, onlara bindik. Kaledeki tüm toplar at~ld~, ~enlikler yap~ld~; bizler de mehterhanelerimizi çalarak, inece~imiz saraya geldik. Bizim için haz~rlad~klar~~ bina büyük bir sarayd~. Birkaç yüz ki~iyi emrimize vermi~-lerdi. Saraya geldi~imizde, bütün âyân ve askeri birlikler sevinçlerini gösterdiler. Ak~am~n saat be~ine de~in, onar, on be~er ki~ilik gruplar bizi kutlamaya ve "ho~~ geldiniz" demeye geldiler. Bunlardan ba~ka, kentin ne kadar kibar ve zengin kad~nlar~~ varsa, onlar da grup grup bizi görmeye geldiler. Bunlar Frans~z halk~n~n kibar s~n~f~na dahil olduklar~~ için, istedik-lerini yapar ve istedikleri yere yaln~z giderlermi~. Asilzâdeler, bunlar~n ge-

(4)

li~~ ve gidi~lerinde çok sayg~~ gösteriyor, onlara hizmet ediyorlard~. O kent-lerin kurallar~~ böyle imi~.

Sabah olunca, gemiye binerek kanaldan yola ç~ kt~k. Kanaldan geçer-ken, her iki tarafa birikmi~~ olan halk ve ticaret adamlar~~ bizi u~~irlad~lar. Bu kanal~~ gerek kentin büyükleri, gerek halk ve gerekse tüccarlar bir olup yapt~rm~~lar, çünkü eskiden bir yerden di~erine gitmek için çok zorluk çe-ker ve çok masraf ederlermi~. Keza gümrük i~lemlerinde de kolayl~k olsun diye, birkaç bin kese sarfederek bu kanal~~ yapt~rtmay~~ daha uygun bul-mu~lar. Böylelikle, Akdeniz'den gemi ile gelenlerin hiç karaya ayak bas-madan, Okyanus'a geçmeleri mümkün olmu~. Bu bak~mdan kanal büyük .ararlar sa~lam~~~ ve çok miktarda mal~n gelip geçme olanaklar~~ yarat~lm~~. Kanal~~ 120 zürra (bir zürra 36 cm.) derinli~inde açarak, gemilerin

geç-mesini sa~lam~~lar. Etraf~na yontma ta~larla havuzlar yapm~~lar ki, her ha-vuz 3-4 gemi almaktaym~~. Haha-vuzlar~n iki k~y~s~nda sa~lam kap~lar yap-m~~lar. Gemi havuza girdikten sonra, kap~~ kapan~yor ve zemindeki menge-neler aç~larak, havuza su dolmaya ba~l~yormu~. Su doldukça, gemi yukar~~ kalkmaya ba~l~yor, gemi iki zürra yükselince, öndeki kap~~ aç~larak su cere-yan~~ ba~l~yor ve gemilere ba~lanan araçlarla gemileri sahilden iki~er üçer kat~r çekerek, Montroz denilen yere gelinince, art~k normal hareket ba~l~-yormu~. Gemiler Tuluz'a (Toulouse) gelince, 24 havuzda da ayn~~ ~ekilde hareket ediliyormu~. Yol boyunca baz~~ nehirler kuzeye do~ru akt~ klar~n-dan, bu nehirlerin düzenini bozmamak üzere seller yapm~~lar ve nehirle-r in üzenehirle-rlenehirle-rine köpnehirle-rülenehirle-r yapanehirle-rak, gemilenehirle-ri bu köpnehirle-rülenehirle-rin altlanehirle-r~ndan geçinehirle-r- geçir-mi~ler. Baz~~ yerlerde nehirler da~lara tesadüf etti~inden, da~lar~~ delip ne-l~irlerin ak~~~n~~ düzene sokmu~lar. Ancak, bütün bunlar~~ yapmak için çok para harcan~ld~~~~ söyleniliyordu.

Ak~am üstü ~gdar ~ehrine gelindi. Burada gemiden ç~karak, kentte bi-zim için haz~rlanan bir eve geldik. Sabahleyin yine gemiye döndük. Her ak~am bir köy ve kasabada kalarak, rebiyülâh~r'~n dördüncü (2 ~ubat 1720 Cumartesi günii Fuluz kentine (Toulouse) geldik. Ora halk~~ bizi sey-!etmek ve görmek için, 4-5 saatlik yoldan gelmi~~ ve sokaklar~~ "i~ne atsan

Nen dü~meyecek" derecede doldurmu~tu. Hattâ sahiller öylesine insan

do-luydu ki, birkaç ki~i iti~irken denize dü~tüler. Kanal nehrinin Tuluz önünden geçen Garon (Garonne) nehriyle birle~ti~i yere gelince, yine ge-miden ç~ kt~ k ve arabalara binerek, gidece~imiz yer için yola koyulduk. 'Tuluz kenti büyük bir kent olmakla beraber, bir hayli harapt~~ fakat ken-dilerince itibarl~~ bir kentti. Kale askerlerinden iki kaptan tayfalanyla bera-

(5)

YIRMI SEKIZ ÇELEB~~ MEHMET EFEND~~ 135

ber önümüze dü~erek, bizi kalaca~~= eve getirdiler. Garon nehrinde ba~ka gemiler oldu~undan, 3 gün orada beklemek zorunda kald~k. Çar-~amba günü alayla tekrar iskeleye gelip yine gemiye bindik ve Garon neh-rinde yola düzüldük.

Konak be konak giderek, Cumartesi günü Bordo (Bordeaux) kentine gelmek nasip oldu. Yine arabalara bine' ek kentin içine geldik, kale halk~-n~n tümü bizi kar~~layarak, kalaca~~m~z yere götürdü. Bordo kenti ~imdiye de~in gördüklerimizin en güzeli idi. Büyük binalar~~ olan çok mâmur bir ~ehirdi.. Garon nehri kentin önünde daha geni~lemi~~ ve t~pk~~ bizim ~stan-bul liman~m~za benzemi~ti. Buradan Okyanus Bo~az~~ 20 saatlik

uzakl~k-ta oldu~u için, 40 ba~~ top çeken kalyonlar gelerek, kent önüne demir b~-rak~rlarm~~. Biz orada kald~~~m~z sürece 500-600 ba~~ kalyon ve okyanus gemileri gördük. Yaz geldi~i zaman, iki bin ba~~ yelkenli gemi o limanda toplan~rm~~. Med ve cezir halini (gel-git olay~) de bu limanda seyretmek nasip oldu. Okyanus'da 24 saatte iki kez med ve cezir görülürmü~, 5 sa-at cezir ve 7 sasa-at da med oluyormu~. Bordo'dan 5 sasa-at yukar~ya kadar giderek, nehrin med-cezir s~ras~ndaki ak~nt~s~n~~ izledik. Bu s~rada nehir büyük bir h~zla denize do~ru ak~yordu. Böylece, nehrin sular~n~n azal~p ço~ald~~~n~~ gözlerimizle gördük. Sahile yak~n duran gemiler cezir zama-n~nda karada kal~p med zamazama-n~nda yine suya ç~k~yordu; gemiler de sular gibi bir gidip bir geliyordu. Gemiler, med ve cezir zaman~n~~ gözeterek, ak~nt~ya göre hareket ediyordu.

Tekrar Bordo kalesine dönerek, bizi u~urlayan halka veda edip yola koyulduk. Bordo kalesi nehir k~y~s~nda in~a edilmi~, güzel ve müstahkem bir kenttir. Med-cezir zaman~nda muazzam top ~enlikleri yap~larak e~le-nilir. Burada öyle güzel bir saray ve bahçe yapm~~lar ki, e~i pek az bulu-nur cinstendir. Tüm kent halk~~ liman~~ buradan seyre gelirler. Bize bahçe-yi gezdirdiler; sahibi çiçe~e çok merakl~~ imi~, bizzat lale tohumundan Gi-rit lâlesi yeti~tirmi~. Hatta bunun tohumundan bize de verdi. Zaten biz her gitti~imiz kentte çiçeklerle kar~~lan~yorduk. Bizi bir odaya götürdüler. Bahçenin sahibi mare~al ayakta bizi kar~~layarak, geldi~imizden dolay~~ çok memnun olduklar~n~~ bildirdi. Kahveler, ~ekerlemeler ve ~erbetler haz~rla-m~~lar ve "size kar~~~ ikramda kusur ettikse, özür dileriz" dediler. Bu tören-den sonra bize haz~rlanan eve geldik. Me~er mare~al ~imdiye de~in hiç Osmanl~~ görmemi~, onun için pe~imizi b~rakmayarak, eve kadar o da gel-di. Burada üç gün kald~ktan sonra, sal~~ günü sabahleyin gemiye bindik ve Bilay adl~~ kaleye geldik. Gemiden ç~kt~k. Kral'~n bizim için gönderdi~i ve kendi ba~~ ah~r~ndaki atlar~n çekti~i araba ve bir asilzâde nehir kenar~nda

(6)

bizi bekliyordu. Ayr~ca, bize ayr~lm~~~ olan bir hintov da bizi bekliyordu. "Hangisi ile gidersiniz?" diye sordular. Hintova binerek, bize aynlan eve geldik. Bizi Paris'e götürmek için gelenler, bütün mühimmatlan ile bu ka-lede bizi bekliyorlard~. Art~k deniz yolculu~umuz tamamlanm~~t~. Re-biyülâh~r'~n 17'nci (15 ~ubat 1721) Cuma günü yola ç~kt~k. Yolumuzun üzerinde Kral'~n alay~~ için bir bina yap~lm~~; kubbeli, saatli bir bina idi. Saray~n etraf~ndaki 7 saatlik yerdeki da~~ ve sahralan tahta yollarla kapla-m~~lar. Yer yer kap~lar yapm~~lar; biz de o kap~lardan birinden girerek, Kral'a ait bahçeyi gördük. Maiyetimizdekilerin baz~lar~~ bahçede geyikler görmü~ler, bunlar da Kral'a aitmi~~ ve burada yaln~zca Kral avlanabilirmi~.

Buradan Orhan (Orkan) denilen büyük bir kente geldik. Art~k Paris'e 20 saat mesafe kalm~~t~. Bu kale çok eski idi, onarmam~~lard~. Buras~~ Kral'~n San Sebastian denilen itibarl~~ bir adam~n~n k~~la~~~ imi~, bizi bura-da kar~bura-dayarak kente götürdüler. Vilayet ayarl~~ her zamanki gibi bizi ala-rak, kalaca~~= eve götürdü. Peri yüzlü kad~nlar bize hizmet ettiler. Bir gece orada kalarak, ertesi günü yani Çar~amba günü yola ç~kt~k.

Cemaziyelevvel'in g'uncu günü (7 Mart 1721) Paris kenti kenar~nda haz~rlanm~~~ olan saraya geldik. Sarayda bir hafta kald~k. Gece ve gündüz bizi görmeye o kadar çok halk geldi ki, böyle bir kalabal~k görülmemi~tir. Hele kad~nlar,'ayar~~ ve asilzade kardan, sanki bir dü~ün alay~~ görecekler-mi~~ gibi, her gün bizi görmeye geliyordu. Ertesi günü, Anton Inrodokter isminde bir asilzade elçimize "ho~~ geldiniz" demeye gelerek, kendisinin Kral taraf~ndan gönderildi~ini ve iki gün sonra Kral'~n ö~le vakti bizi sa-raya davet etti~ini söyledi. "Özellikle sizin için ev haz~rlanm~~t~r. Aylardan beri sizi kar~~lamak için haz~rl~k yap~yoruz. Sizi Kral'a götürmek i~i Ba~~ Mare~al'a verilmi~ti; ancak, kendisi Kral henüz çocuk oldu~u için, onun terbiyesi ve e~itimi ile me~guldür, üstelik ya~l~~ ve sakat oldu~u için de ata bineme~. Bu yüzden, üçüncü Mare~al ayn~~ görevi üzerine ald~. Pazar günü ö~le üzeri Kral'~n arabas~~ gelip sizi alacak. Bugün ben alay~n~z~n na-s~l saraya gidece~ini düzenlemeye geldim. Atlara binecek kaç adam~n~z vard~r? Size Kral ah~nndan atlar getirece~im" diye sözlerini tamamlad~~ Mösyö Anton. Bundan sonra, Kral'~n ba~~ ah~nc~s~~ Mösyö Konyar herkese at da~~tt~. Daha sonra Üçüncü Mare~al ve Mösyö Anton, Kral'~n araba-s~yla bizi götürmeye geldiler. Biz de onlar~~ kar~~lad~k ve protokolda kusur etmedik. Mare~al: "Kral~= kendi arabas~n~~ Elçi Hazrederine ay~rd~. Bütün asil beyler size refakat edeceklerdir" dedi. Böylece, yüz kadar birbi-rinden güzel dö~enmi~~ müstesna hintovlar geldi ve yola ç~k~ld~. Önde

(7)

YIRMI SEKIZ ÇELEB~~ MEHMET EFENDI 137

Kral'~n kendi atl~~ askerleri gidiyor, arkadan da bizim alay~m~z onlar~~ izli-yordu. Alay~m~z~n bir k~sm~na kürk giydirip ellerine tüfekler vermi~tik; bir k~sm~na da kerake (ince softan yap~lm~~~ dar üstlük) giydirip ellerine m~z-raklar verdik. Bunlar~n arkalar~ndan daha ya~l~~ ve sakall~~ olanlar, imam efendi, kap~c~lar kethüdas~, o~lum ile özel kethüdam~z, daha arkalar~nda yedek a~~r araçlar, Kral'~n ba~~ ah~rc~s~, tercüman ve en arkada da biz, asil bir ata binerek, sa~~m~zda Mare~al, solumuzda da N/lösyö Anton yola ç~k-t~ k. Arkam~zda koruyucu bir atl~~ ve daha arkada da hintovlar dizilmi~ti. Paris kentinin sokaklar~~ çok geni~~ olmas~na ve 5-6 araban~n yanyana geçe-bilmesine uygun olmas~na kar~~n, baz~~ yerlerde kalabal~k öylesine yo~un-du ki, bir araba bile zorlukla geçebiliyoryo~un-du. Hemen hemen tüm kent hal-k~~ soka~a dökülmü~, bizi izliyordu. Paris evleri 4-5 katl~~ olup pencereleri soka~a bakar. Her pencere erkek ve kad~n ba~lar~~ ile doluydu. Nihayet bi-ze ayr~lan eve geldik, Mare~al de bibi-ze veda ederek gitti. Parisliler'in kimisi ziyaret amac~~ ile, kimisi de s~rf bizi seyretmek için iznimizi ald~lar. Filân kimsenin k~z~, falan yetkilinin kar~s~~ yemeklerimizi görmek istiyordu. Art~k bu isteklerin baz~lar~n~~ reddedemeyip çarnâçar raz~~ olduk. Kendi dinsel perhizlerinin zaman~na rastlad~~~~ için, bizimle yemek yemeyip sadece oda-y~, sofray~~ ve bizim giysilerimizi seyrediyorlard~. Hat~r için buna sabrettik. Bunlar~n âdetleri imi~, kendi Krallar~n~n yeme~ini de seyre giderlermi~. Hattâ Kral nas~l giyiniyor diye de, izlemeye gidenler çok olurmu~. Hatta bize de böyle teklifler yapt~larsa da kabul etmedik. Ertesi günü evimize M. Anton gelerek: "Cuma günü Kral hazretleri sizi dâvet ediyor ve refa-kat~n~za Prens Labski'yi atad~lar. ~imdiye de~in Paris'e gelen hiçbir elçiye prens veya mare~al refakatçi olarak verilmemi~tir ve hiçbirine böyle bir alay ve resmi kabül yap~lmam~~t~r" dedi.

Bundan sonra bizi almaya geldiler. Alay~m~z~~ ve adamlar~m~z~~ düzene soktuktan sonra, yola koyulduk. Ancak, adamlar~m~za k~l~ç ve m~zrak ver-medik. O~lumuz Divan Efendisi makam~nda oldu~undan, hümâyunnâme-yi onun eline verdik ve o, onun için gelen murassa bir k~sra~a binerek, önümüzden yola ç~kt~. Biz de sar~k, imame ve samur kürk giyerek, bizim için haz~rlanm~~~ ve eyerlenmi~~ ata binip Prens Labski sa~~m~zda, M. An-ton da solumuzda olarak yola ç~kt~k. 30 bin asker bizim evden ba~laya-rak, yeni yap~lm~~~ elbiseleri ile atlar~n~n üzerinde yola dizilmi~ti. Kral sa-ray~na bahçe taraf~ndan girdik. Bahçe içinde, biri siyah biri beyaz ata bin-mi~, iki atl~~ bizi bekliyordu. Bu iki atl~, bütün di~er atl~lardan daha itibar-l~~ ki~ilermi~; hepsi kibar ki~ilerin ve asilzâdelerin o~ullar~~ imi~. Saray kap~-s~ndan merdiven ba~~na yana~arak, atlardan inip içeri girdik. Biraz dinlen-

(8)

mek için bizi sa~~ tarafta bir odaya götürdüler, buras~~ Kral'~n kethüdas~n~n odas~~ imi~. Biraz istirahatten sonra kalkt~k ve üst merdivene do~ru yürüdük. Her makama var~~~m~zda devlet ricalinden birisi bizi kar~~lad~~ ve böylece polathane (çelik fabrikas~) kap~s~na kadar geldik. Halk o kadar fazlayd~~ ki, bizi kar~~lamaya gelenlerin aras~ndan zorlukla geçtik. Kral'~n taht~na yak~n bir yere gelince gördük ki, dü~ün evine konulan kerevetler gibi birkaç yüz sediri (kerevet) biribirinden yüksek olarak koymu~lar; bu sedire ne kadar kibar kanlar, Kral'~n h~s~mlar~~ varsa, göz kama~t~ran mücevherler tak~p harikulade giysiler giyerek oturmu~lard~. Biz içeri girdi-~imiz zaman, hepsi aya~a kalkt~lar. Hümâyunnâmeyi gö~sümüze alm~~t~k. Güya nâme-i hümâyuna selam verir gibi, elimizi gö~sümüze koyduk. Kral'~n yan~na vard~~~m~zda, elimizi ba~~m~za koyarak, nâme-i hümâyunu al~p: "Sevketl~i, azametlii ve kudretlü Padi~ah~m~z Sultan Ahmet Han ~bni Sultan Mehmed Han hazretlerinin hümayunnâmeleridir" diyerek, Kral henüz çocuk oldu~u için, sayg~~ ile Ba~~ Vezirlerine verdik. O da elimizden alarak, Kral'~n yan~na konulan s~rmal~~ örtü ile örtülmü~~ iskemle üstüne koydu. Daha sonra da, Vezir-i Azam Say~n ~brahim Pa~a'n~n mektubunu Vezir elimizden alarak, hümâyunnâmenin yan~na koydu. Ben: "Bu iki devlet aras~ndaki eskiden beri geçerli olan dostlu~u sa~lamla~t~rmak ve güçlendirmek için, ha~metl~i Fransa Kral~~ nezdinde memleketimin ve Büyük Padi~ah~m~z~n selam ve sayg~lar~n~~ getirmek ve memleketler aras~n-daki dostluk ba~lar~n~~ daha da kuvvetlendirmek için, elçi olarak gönderil-dim" dedim. Kral, henüz ~~ ~~ ya~~n~~ doldurup 12 ya~~na basm~~~ olan çok

güzel yüzlü bir çocuktu, elmaslarla süslü giysisi içinde adeta etrafa ~~~k sa-ç~yordu. Kral XV. Louis çocuk oldu~u için, sözlerimize kendisi cevap ver-meyip yan~nda bulunan Mare~al ~öyle kar~~l~k verdi: "Kral~m~z, buraya el-çi olarak gönderildi~inizden dolay~, Al-i Osman Padi~ah~'n~n büyük bir isabet etmi~~ olduklar~n~~ ve bundan hassaten çok memnun olduklar~n~~ be-yan ediyorlar".

Kral'~n sa~~ ve solunda bulunanlar bizi ayakta selâmlad~ktan sonra, biz de elimizi gö~sümüze koyarak veda ettik. Merdivenlerden inerek binek ta~~na geldik. Orada bizim için haz~rlanan askeri geçidi seyrettik. Daha sonra da atlanm~za binerek, kald~~~m~z yere geldik.

O gün hem Cuma, hem de Nevruz (Mart'~n dokuzu)du. O gün ak-~am üzeri M. Anton gelerek, ertesi günü Kral Naibinin bizi davet etti~ini ve hintov ile gelerek, bizi alaca~~n~~ söyledi. Bir de ilave etti: "Halk~m~z sizi seyretmekten çok ho~lan~yor, ne olursunuz atlar~n~za binerek gelin, halk~-m~z bundan sonsuz zevk alacakt~r". Biz de bunu kabul ederek, ertesi gün

(9)

YIRMI SEKIZ ÇELEB~~ MEHMET EFENDI 139

atlar~m~za binip yola ç~kt~k. Naibin saray~na gelinceye kadar özellikle yol-lar çok dikkatimizi çekti. Yolyol-lar tahtadan yap~lm~~~ ve biribirine geçme (parke) idi. Tahtadan yap~lm~~~ iskemleler yollara dizilmi~ti. Tüm asiller ve kibar halk burada oturuyordu. Naip de bunlardan birine oturmu~tu. Bizi gördü~ü zaman, yerinden kalkarak kar~~lamaya ko~tu. ~apkas~n~~ ç~kard~. Bize yak~nl~k gösterdi. Biz de hintov içinde ona yak~nl~k gösterdik. Ve da-ha sonra av~~ görmek üzere, onlarla yola ç~kt~k. Bu s~rada Kral'~n akrabas~~ olan kad~nlar ve kentin kibar han~mlar~~ dahi hintovlardan ç~karak, elbise-leri ile ata binip erkeklerle silâh~orluk yapmaya ba~lad~lar. Onlar~~ seyret-tik. Avlan~lan yere geldi~imizde, Kral'~n avc~lar~~ ~ahin ve do~anlann~~ sala-rak ve çe~itli ku~lar avlayasala-rak getirdiler. Kâh tav~an~~ koyverip, kâh k~l~çlar-la oyun yaparak, karaku~~ ve ~ahinlerin sald~r~k~l~çlar-lar~n~~ seyrettikten sonra, ken-di evimize geri döndük. Ayanlar parti parti gelip bizimle görü~tüler. Son-ra da Mare~al gelerek: "KSon-ral, askerinin gösterilerini ne gün görmek istersi-niz ve bundan ho~lan~r m~s~n~z?" diye sordu.

Ertesi gün kararla~t~r~lan yere gittik, bir kaya yan~ndan geçerek yüksek bir yerde durduk. Piyade askerleri, Kral'~n geli~ine kadar 5-6 s~ ra halinde bekliyorlard~. Kral'~n akrabalar~~ olan prensesler ise Kral'~~ bekliyor-lard~. Biz de bu gruba yakla~t~k. Kral'~n Naibi, birkaç mare~al ve devlet ricali gelip durdular. Biz de atlar~m~zla yakla~~p at üzerinde onlarla görü~tük, hâl hat~r sorduk. O s~rada Kral da geldi. Kibar ricalin kanlar~~ da ata binmi~lerdi. Kral önümüzde askeri tefti~~ ederken, biz de onunla beraber askerlerin sonuna kadar gittik. Kral, yan~m~za gelerek askere kar~~~ durdu. Bundan sonra Ba~~ General bizimle asker aras~nda durarak, Gene-ralin bir i~areti üzerine askerler davullar~n~~ çalmaya ba~lad~lar. Derken bütün askerler ko~up tüfeklerini çektiler ve sa~a sola döndürerek, müzikle hareketler yapt~lar. Bir saat kadar bu hareketleri seyrettik. Yine uygun bir yerde durarak, askerlerin önümüzden grup grup, geçi~lerini seyrettik. Tören tamamland~ktan sonra, Kral'a veda ettik ve menzilimize geldik.

Bir iki gün sonra idari' i~lerimize bakan ki~i, ziyaretimize gelerek biz-lerle görü~tü. Bize hasta ve yaral~~ olan askerlerimiz için özel bir saray ay~rd~klar~n~~ ve bunlar~n her türlü yiyecek ve yatacak gereksinmelerinin kar~~lanaca~~n~~ söyleyerek, ertesi günü bizim bu saray~~ görmemizi rica etti. Biz de dâveti kabul ederek gittik. Orada da kalabal~k bir grup bizi kar~~la-d~. Çe~itli yemekler haz~rlam~~larkar~~la-d~. Bu yemek çe~itleri 40-50 türlü idi. Ba~~ sâzendeler o zamana kadar hiç görmedi~imiz sazlan ile bizi yeme~e davet ettiler. Biz yeme~e devam etti~imiz sürece, hiç durmadan çalg~~ çal-d~lar. Sonra da bize saray~~ gezdirdiler. Hastahane k~sm~ra da gördük, 500-

(10)

6do kadar bak~c~~ hastalara bak~yordu. Pek çok da doktor vard~. Bir kaç bin ~i~e ilâç vard~. Çe~itli t~bbi ilaç ve araçlar da raflara s~ralanm~~t~. Hattâ üç bin kadar da i~e yaramaz eski alet vard~. Saray çok geni~, üç katl~~ kar-gir olarak yap~lm~~t~. Saray~n yak~n~nda bir kilise vard~. Kubbesine çok acayip resimler yapm~~lard~. öyle büyük bir org vard~~ ki, biz kiliseyi do-la~t~~~m~z sürece çald~.

Birkaç gün sonra Kral'~n vasisinin düzenledi~i bir davete gittik. Bize müthi~~ ikramlar yapt~lar. Yemek haz~r oluncaya kadar Kral'~~ görmek iste-dik. Bizi ona götürdüler. Daha önce hümâyunnâmeyi verdi~imiz yerde Kral'~~ bulduk. Birkaç asilzâdeyle dola~~yordu. Lalas~~ ile bize do~ru geldi. Birbirimize çok sevgi gösterdik. Giysilerimize ve hançerlerimize tek tek bakt~. Mare~al bize: "Kral~m~z'~n güzelli~ine ne dersiniz? Kendisi çok güzeldir ve henüz I ~~ ya~~ndad~r. Üstelik saç~~ da peruk de~il, gerçek sa-ç~d~r." Böyle diyerek, Kral'~~ bize yakla~t~r~p saçlar~n~~ ok~att~. "Ayr~ca, yürüyü~ü de çok güzeldir" diyerek, Kral'a "Ha~metmeab, biraz yürüyün de görsünler" dedi. Kral dahi divanhane aras~na kadar yürüyerek geri döndü. Ayn~~ yolu bir de arkada~lar~~ ile ko~tular. Mare~al: "Be~endiniz mi?" diye sorunca, "Ma~allah, allah memleketine ba~~~las~n" diye dua et-tik. Daha sonra, divanhanedeki acayip resimlerin ve tasvirlerin seyrine ba~lad~k. Kral da hep yan~m~zdayd~. Resimlerden baz~s~n~~ bizzat göstere-rek anlatt~. Kendi odas~na götürüp oradan bana etraf~~ seyrettirdi. Kendi cariyelerini ve kitaplar~n~~ gösterdikten sonra, yemek salonuna geldik. Ye-mekten sonra Kral: "Mücevherlerimi görmek ister misiniz?" diye sordu. Çok büyük haz duyaca~~m~z~~ ilave ettik. Beni elimden tutarak, kendi oda-s~na götürdü. Kral'~n di~er bir odas~nda da mücevherleri sergilemi~lerdi. Tek tek hepsini seyrettik. önce üç kat elbisesini gördük ve hayran olduk. Birincisi, çe~itli inciler, lal ve yakutlarla i~lenmi~ti. ~kincisi, inci ve elmas-larla süslüydü. ~nciler f~nd~k kadar büyük ve beyazd~lar. Elmaslar da o kadar büyüktü. Üçüncü elbise de yaln~z elmasla bezenmi~ti. Hele ikinci s~rada öyle inciler gördük ki, bu inciler ceviz kadar büyüktüler. Kral'~n taht~n~n üstünde bir âvize vard~~ ki, de~er biçmenin imkan~~ yoktu. Üstü mücevherlerle dolu idi. Keza bir kutu içinde de çok de~erli mücevherleri-ni gördük. Elmaslar~n içinde sar~~ ve çok de~erli olanlar da vard~. Ama bunlan ayr~~ kutuya koymu~lard~. Dört kö~e i~lenmi~, ba~~ parmak büyüklü~ündeki bir yakuta hayran olduk. ~ngiltere'den 6 bin kese akçeye sat~n al~nm~~~ de~erli bir elmas daha vard~. Ortas~~ dört kö~e, iki kenar~~ kubbeli, çok iyi i~lenmi~, çok berrak ve kusursuz bir elmast~. 130 k~rat imi~, ceviz-den daha büyüktü. Kral baz~~ mücevherleri elimize verip gösterdi. 0 s~ra-

(11)

Y~RM~~ SEKIZ ÇELEB~~ MEHMET EFENDI 141

Mare~al Kral'a : "Bu elmaslar kimindir?" diye sorunca, Kral: "Kimin olacak, tabiidir ki benim" dedi.Mare~al : "Hay~r, Ha~metmeab, bunlar si-zin de~il tâc~n~z~nd~r" diye kar~~l~k verdi. Orada Kral'a veda ederek d~~ar~~ ç~kt~k. D~~~ salonda bize bir resim galerisi gösterdiler. Fransa'daki bütün kalelerin küçüklü büyüklü resimleri çizilmi~ti. Ba~~ bahçe, da~~ ve varo~lan ile onlar~~ inceledik. Sözde bunlar~~ görmek, as~llar~n~~ görmek gibi imi~. Öyle ki, her kalenin sokaklar~, evleri, kiliseleri ve köprüleri asl~na çok ya-k~n olarak yap~lm~~. Her taraf~~ canl~~ görüyormu~uz gibi olduk. Kral da bi-zimle beraber bunlar~~ inceledi. Burçlanna var~ncaya kadar çizilmi~~ bu simlerle, gerçek binalar yap~l~yormu~~ gibi harçlar sarfedilmi~. "Biz bu re-simleri hiç kimseye göstermeyiz, siz k~ymetli bir elçisiniz. ~sterseniz ayr~ca kalelerin resimlerini de size gösteririz" dediler. Bundan büyük bir zevk duyaca~~m~z~~ söyleyince, kaleler muhaf~z~~ olan General önümüze dü~erek, bizi bir divanhaneye götürdü. 125 kale resmolunmu~tu. Her biri bir sofa uzunlu~undaki sedirlere konulmu~~ bu resimlerde, bir kalenin etraf~nda olan vadiler, çay~rlar, köprüler, nehirler adeta canl~ym~~~ gibi resmedilmi~ti. Keza kalelerin kap~lar~, hendekleri hep belirtilmi~ti. Kent sokaklann~n ge-ni~li~i, evlerin pencereleri sanki canl~~ idi ve sanki biz o sokaklarda dola~~-yorduk. Fethettilderi kaleleri, muhasara ettiklerini dahi resimlerde göster-mi~lerdi. Bunlara bakarak, kalelerin durumlar~n~~ anlad~k. Biz hayran hay-ran kaleleri seyrederken, Kral da yan~m~za geldi. Lalas~, Mare~al: "Kral hazretleri, Elçi Pa~a'y~~ görmekten çok mu ho~lan~yorsunuz?" diye sorunca, Kral da: "O da beni görmekten çok ho~lan~yor, san~r~m" dedi. Kral biraz daha kald~ktan sonra gitti. Biz de Mare~al'a veda ederek, evimize geldik.

Paris kentine özgü bir e~lence yeri varm~~~ ki, oraya "opera" derlermi~. Acayip sanatlar gösterirlermi~~ orada. Büyük toplant~lar olur, ~ehirin kibarla-n ve ricali oraya gelirlermi~. Kral Naibi ve Kral da s~k s~k gelirlermi~. Biz de bir gece gittik. Kral'~n vasisinin saray~n~n yan~nda bir bina idi. özel olarak opera için yap~lm~~~ ve her s~n~fa ait yerler vard~. Bizi Kral'~n otur-du~u yere götürdüler, k~rm~z~~ s~rmal~~ kadife ile dö~enmi~ti. Devlet büyüklerinin kanlar~~ ve Kral'~n vasisi de ayr~~ ayr~~ localarda oturuyorlard~. Yüzden fazla çe~itli saz haz~rlanm~~t~. Ak~ama daha bir saat varken her taraf~~ kapam~~lar, birkaç yüz balmumu yanm~~t~. Binan~n billt~r âvizeleri, tavanlan hep alt~ndan olup, gelen kad~nlar ise mücevherlere gark olmu~-lard~. Bunlar~~ mumlann ~~~~~nda gören, k~z~l bir alev yan~yor san~rd~. Sâzendelerin oldu~u yerde büyük ve çok güzel i~lenmi~~ bir perde vard~. Sâzendeler yerlerine yerle~tikten sonra, perde yukar~~ do~ru kalkt~~ ve kar~~-m~za büyük bir saray ç~kt~. özel saray giysileri ile 20 kadar biribirinden

(12)

güzel k~z, i~lenmi~~ giysileri ile toplulu~a yeni bir canl~l~k verdiler; biraz dans ettikten sonra "opera" denilen oyun ba~lad~. Opera bize ~ark~l~~ bir öyküyü yans~tt~. Her öyküyü bir kitap haline getirip basm~~lar. Hepsi 30 kitapm~~~ ve her öykü ba~ka bir yeri ve ba~ka oyuncular~~ gösterirmi~. Gitti-~imiz geceki öykü ise ~öyleydi: Bir padi~ah ba~ka bir memleketin padi~a-h~n~n k~z~na a~~k olur, padi~ah k~z~~ babas~ndan istemeye gelir, oysa k~z da ba~ka bir padi~ah~n o~luna a~~kt~r. Aralar~nda geçen her türlü ili~ki ve ya-k~nl~~~, perde perde de~i~en olaylar~~ gördük. örne~in, padi~ah~n k~z~~ bah-çeye ç~kacak oldu. Gözlerimizin önünde saray bir anda yok oldu ve yerine bahçe ç~kt~, bahçe limon ve turunç a~açlar~~ ile doluydu. öyle bir an geldi ki, sevgililerin kiliseye gitmeleri gerekti, derhal o meydan~n yerine kilise geldi. Sonra çe~itli sihirbazl~klar ve ate~~ oyunlar~~ yapt~lar. Atl~~ ve piyade askerler sahnede cenk yapt~lar ve gökten adamlar inip tekrar gö~e ç~kt~lar. Sonuçta öyle acayip ~eyler gösterdiler ki, insan tasavvur bile edemez. Opera yöneticisi itibarl~~ bir kimsenin o~lu imi~. Ayr~ca ona saraydan gelir bile ba~lanm~~. 3 saat bunlar~~ seyrettikten sonra, vakit tamam oldu~u için evlerimize döndük.

Bir iki gün sonra yine M. Anton gelerek: "Kral saray~nda opera ~enli-~i olacak. E~er gelirseniz, Kral kendi meclisinde sizi kabul edecektir" de-di. Ayr~ca, sözlerine ~unu ekledi: "Kral'~n sa~~ taraf~nda kendi o~ullar~, prensler ve Fransa büyükleri oturur, solunda ise yabanc~~ elçiler otururlar ve bunlar itibar s~ras~na göre otururlar. Siz bütün elçilerden üstün oldu-~unuz için, Kral'a yak~n oturursunuz, di~erleri sizden sonra gelirler" dedi. Biz de kabul ederek, o gün ö~le vakti saraya gittik. Kral saray~nda, divan-hane yak~n~na bir de balerin k~zlar~n dans etmeleri- için ayr~ca bir sahne düzenlemi~ler. Bu sahne önceki gördüklerimizden daha büyük ve daha süslü idi, divanhanenin duvarlar~~ tüm mermerdi ve üstüne acayip resimler i~lenmi~ti. Biz oraya geldi~imizde, bütün kibar ve asillerin kanlar~~ mücev-herler içinde s~ralanm~~lard~. Biz de çok iyi i~lenmi~~ mermer merdivenden ç~kt~k. Kral için bir taht koymu~lard~, sol taraftaki iskemlelerin önünde durduk. Biraz sonra Kral geldi ve yerine oturdu. Sa~~ taraf~na amcazâdesi bir genç k~z, sol taraf~na da yine amca k~z~~ bir ba~ka genç k~z oturdu. Üstlerindeki giysiler alt~nla i~lenmi~ti ve salonu ~~~~a bo~an mücevherler takm~~lar& Biz de onlara yak~n yere oturduk. Biraz sonra perde yava~~ ya-va~~ aç~ld~. Sahne, birbirinden güzel peri gibi k~zlarla doldu. Sanki divan-haneye yeni bir güne~~ do~mu~~ gibiydi. Opera binas~n~n sazendelerini ge-tirmi~ler, bunlar~n çalg~lan ile erkek dansç~lar oynamaya ba~lad~lar. Bu dans edenler prenses o~ullar~, mare~alzâdeler ve duka bey o~ullan imi~.

(13)

YIRMI SEKIZ ÇELEB~~ MEHMET EFENDI 143

Kral'~n meclisinde ancak bunlar dans ederlermi~. Bunlar~n özel yap~lm~~~ dans giysileri de vard~. Giysiler s~rmayla i~lenmi~ti ve ba~lar~na da sorguç ~eklinde ~apkalar giymi~lerdi. Acayip ve garip taklitler yaparak, oyunlar oynad~lar. Oyun bittikten sonra Kral kalk~p gitti. Biz de evimize döndük.

Ba~~ vasi olan Düka Dorliyan'~n kente bir saat uzakl~kta bir saray~~ var-m~~. Hala anas~~ sa~~ olup, orada oturuyormu~. Bahçesini görmek için bizi saray~na davet etti. Çok güzel düzenlenmi~~ bir bahçeydi. ~ki s~ral~~ a~açlar aras~ndan geçerek, saraya geldi~imizde gözlerimiz kama~t~. O kadar nefis bir yerdi. Odalar~~ tek tek bize gösterdiler. Duvarlar s~rmalarla i~lenmi~~ ve en de~erli k~l~çlar, nacaklar duvarlara as~lm~~t~. Yemekten sonra bahçeyi gezmeye gittik. Büyük bir havuz, etraf~~ a~açlarla çevriliydi. M~zraktan da-ha kal~n bir su da-havuz içinden fi~k~nyor, bir iki adam boyu yükseliyor ve etrafa da~~larak a~a~~~ iniyordu. Sordu~umuzda, " ~~ oo ayak yani 50 zürra kadar yükselir" dediler. Hele güne~~ de havuza vurunca, bu f~~k~ran su gökku~a~~~ gibi renk renk oluyordu. Bu havuzun ve su tesisat~n~n dünya-n~n ba~ka bir yerinde olaca~~n~~ sanm~yorum. Bir ba~ka havuz daha gördük. Bu da mermerden yap~lm~~~ ve ayr~ca, mermer merdivenlerle içine giriliyordu. Sular kademe kademe merdivenlerin üstünden ak~yordu. A~açlar~~ öyle hesap ederek dikmi~lerdi ki, aralar~nda adeta sokaklar olu~-mu~tu. Bahçe ancak 4 saatte dola~~l~rm~~; biz arabayla 1,5 saatte dola~t~k.

Oradan da benzeri olmayan Versay Saray~n~~ görmeye gittik. Daha önceden konu~uldu~u için, maiyetimizi de yan~m~za ald~k. Yol üzerinde Kral'~n büyük bir saray~~ ve bahçesi varm~~, yeme~i orada yemek için sözle~mi~tik. öyle bir saray gördük ki, zahmetimize de~di. Saray yüksek bir yerde oldu~u için, sanki tüm Paris ayaklar~m~z~n alt~ndayd~. Yemekten sonra yine Kral'a ait bahçe arabalar~ndan birine binerek, bahçeyi dola~t~k. Ak~am üzeri de Versay'a geldik. Öyle bir sarayd~~ ki, tarif etmenin imkan~~ yoktur; ancak görmek gerekir. Geceyi orada geçirdik. Sabahleyin yetkili ki~iler gelerek, bizi saray~n bahçesini görmeye ça~~rd~lar. Kral'~n gezerken bindi~i iki tekerlekli arabas~na bindik, dört ki~i arabay~~ çekiyordu. A~açlar büyük bir koru halindeydi. A~açlann aras~nda büyük sokaklar olu~mu~~ ve sokaklar~n kesi~ti~i yerlerde de bir çe~me ve ~ad~rvan yapm~~lard~. ~ad~rva-n~n üstünde tunçtan yap~lm~~~ insan heykelleri vard~, sular onlar~n üzerin-den ak~p havuza dökülüyordu. Koru içinde tam 39 ~ad~rvan vard~, her birinin ayr~~ bir öyküsü varm~~; onu da, yani öykünün konusunu özet ola-rak levhalara yaz~p, ~ad~rvan~n ba~~na asm~~lar, keza öykünün yarat~c~s~n~~ da ~ekillendirerek havuz ba~~na dikmi~ler. Bir yere daha geldik ki, 32 ta-ne ayak üzerita-ne iki kemer yapm~~lar ve her kemer alt~na da fisk~yeler koy-

(14)

mu~lar, sular oradan parmak kal~nl~~~nda ak~yordu. Bir havuz gördük. Ortas~nda 32 tane su f~~k~ran menba vard~. F~~k~ran sular 8o ayak yüksek-li~ine kadar ula~~yordu. Di~er bir havuzun ortas~nda da 235 su f~~k~rtan menba vard~. Tekrar bir havuz bize gösterdiler, etraf~~ somaki mermerden yap~lm~~~ iki katl~~ merdivenlerden ibaretti. Sad~rvan~~ 120 ayak yükselen f~s-k~yelerle bezenmi~ti. Sular o kadar h~zla yükseliyordu ki, adeta gümü~~ bir selvi havuzun içinden yükseliyor san~l~rd~. Havuz o kadar büyüktü ki, an-cak 5 çifte kay~kla gezilebilinirdi. Havuzun içinde iki~er s~ra, ba~~ parmak kal~nl~~~nda 6o tane fisk~ye vard~; sanki havuzdan 6o tane gümü~~ selvi yükseliyordu. Havuzun uç taraflanna da ayr~ca üç ~ad~rvan koymu~lard~, bunlar~n da her birinde 15 fisk~ye vard~. Bunlar~n ak~~lar~~ düz bir hat üze-rinde oldu~undan, havai fi~ekler patl~yormu~~ hissini veriyordu. Havuzun tam ortas~nda bir saray ~ad~rvan~~ yapm~~lard~, etraf~nda ~~ oo'ü a~k~n heykel vard~. Bu havuzlar~n ayaklannda bir nehir olu~turmu~lar ve buna da haç bi-çimini vermi~lerdi. Nchirlerin içinde de kay~klar vard~.

Bahçenin di~er ucunda Kral'~n bir saray~~ daha vard~. O saray~~ görmek için, ertesi gün çok lüks s~rma ile i~lenmi~, yeri hal~larla dö~en-mi~, üstü örtülü Kral'~n bindi~i kay~~a binerek, nehirde yola düzüldük. Nehrin sol taraf~ndaki saraya gittik. Saray ve bahçesi hem çok güzel hem de iç aç~c~~ bir görünümdeydi. Bahçede öyle çiçek tarlalar~~ yapm~~lar ki, anlat~lmas~~ imkâns~zd~r. Burada da de~i~ik fisk~yeler, ~ad~rvanlar gördük ki, di~erlerinden çok ba~kayd~. Bunlar~~ seyrettikten sonra yine kay~~a bi-nerek, bu sefer de nehrin görmedi~imiz bir k~y~s~na gittik. Orada da bir saray vard~. Ayr~ca ku~~ evleri yapm~~lar, bunlar ta~~ binalard~. Burada da büyük bir havuz vard~. Ku~lar~n havuz üzerinde dönerek uçmalar~n~~ sey-retmek o kadar büyük bir zevkti ki! Hele saray büyüklü~ünde bir ku~~ evi gördük ki, güzelli~ine ~a~t~k kald~k. Dö~emeleri s~rma ile i~lenmi~ti, dünyan~n en güzel ku~lar~~ buraya toplanm~~t~. Oradan hayvanat bahçesine geldik, kald~r~m ta~lar~n~n aralar~na fisk~yeler koymu~lard~. Binlerce halk pencerelerden hayvanlar~~ seyrederken, sular~~ koyveriyorlard~. Halk ~slan~-yor, gülü~erek ba~~n~arak, oraya buraya kaç~~~yordu. Bize de ayn~~ oyunu yapt~lar, müthi~~ e~lendik. Daha buna benzer pek çok acayip ve garip

sa-nat harikalar~n~~ gördük.

Ertesi gün haça benzeyen nehrin yine görmedi~imiz bir k~y~s~ndaki saraya kay~kla gittik. Bahçesi dünyaca ünlüymü~. öyle bir düzenlemi~ler ki, bir e~ini ba~ka bir yerde görmenin olana~~~ yoktur. A~açlar~~ öyle niza-m~nda dizmi~~ ve öyle budam~~lar ki, kap~lardan, kemerlerden geçilerek yi-ne a~açlardan yap~lm~~~ odalara giriliyordu. A~açlar~~ binbir biçime sok-

(15)

YIRMI SEKIZ ÇELEB~~ MEHMET EFENDI 1 45

mu~lar, seyrederken hayran kald~ k. Bu çok güzel bahçeyi geçerek, saraya geldik. Saray~n kar~~s~na uzaya do~ru yükselen 72 merdiven yapm~~lar, on iki ki~i yan ya geçebilir gt...li~likte, 5-10 basamakta bir f~sk~ye koymu~lar, f~sk~yelerden yükselen sular hemen merdivenin alt~ndaki havuza dökülü-yordu. öyle bir hünerle bu sular havuza ak~yordu ki, o merdivenler, sanki tek bir billûr camdan yap~lm~~~ hissini veriyordu. Di~er bir yerde de beyaz mermerden bir ~ad~rvan yapm~~lard~~ ve buraya 25 ayak merdivenle ç~k~l~-yordu. Merdiven ba~~ndaki f~sk~yelerden akan sular öyle ~iddetli ak~yordu ki, o merdivenler sanki tek tek köpük haline geliyordu. Bir yerde de beyaz mermerden bir ~ad~rvan yap~p üstüne de oturan bir insan heykeli yapm~~-lar; su ak~nca heykelle beraber sanki s~rça cam gibi gözüküyordu. Bunun bir e~ini daha ba~ka bir yerde görmedik. Bahçenin biraz yüksek bir yerin-de sularla öylesine sanat oyunlar~~ yapm~~lar ki, sarf ettikleri paran~n mik-tar~~ hesap edilemez. Sen nehrinden su alarak, 350 zürra yukar~~ su ç~kar-makla müthi~~ masraflar yapm~~lar; nehirde setler yaparak, 12 büyük

dönen dolap yapm~~lar ki, bunlar ~ehir suyu ile dönüyordu. Her bir çark-taki kovalar dolmadan suyu yukar~~ ç~karmak için, adam boyu kadar be~~ s~ra merdiven yap~p künkler dizmi~ler; bunlar~n sonunda da bir hazne yapm~~lar ki, sular orada toplan~yordu. Suyu yukar~~ ç~karmak için insan çarklann sonuna vannca, biribirine silsilevi olarak eklenen bentler yapm~~-lar; çarklar döndükçe, o demir bendleri ileri geri hareket ettirmekle, do-laptan gelen sular~~ demirden künklere geçirerek, 150 zürra boyuna ç~kar~-yorlar ve sanki sular merdivenden ç~k~yormu~~ hissini veriyordu. Haznede toplanan sularla bahçeleri sulamak için, k~rk çe~mesi bulunan e~siz bir ke-mer yapm~~lar, keke-meri yapmak için ke-merke-merden muazzam künkler dizmi~-ler, su künklerden geçerek kemere kadar gelirmi~. Bunu gözlerimizle gördük. Biz ve adamlar~m~z kemere 125 ayak merdivenle ç~kt~k.

Velhâs~l, Versay (Versaille) büyük bir bahçe, ayr~ca, 24 muazzam sa-ray ve dört ek bahçeden ibarettir. Bunlar biribirine 4-5-7 saat uzakl~kta idi. Divanhanenin (kabul salonu) iki taraf~na somakiden i~lenmi~~ çok de-~erli vazolar dizmi~ler. Bir taraftaki pencereler saray içine, di~er taraftaki-ler de bahçeye bak~yordu. Bu da divanhanenin daha büyük görünmesini sa~l~yordu. Hangi taraftan bak~lsa bahçe görünüyordu. Odalar~~ özel ku-ma~larla, kadifelerle kaplam~~lar. Bu saray~n bir çok odas~~ s~rma ile i~len-mi~~ kilimlerle kaplanm~~. özellikle odalann birinde bir saat gördük ki, bu saatin üzerine, bir horoz resmi yapm~~lar, horoz saat ba~~na geldikçe ka-natlar~n~~ aç~p üç kere ba~~nyordu. ~ki kap~~ aç~l~yor, iki ki~i ellerinde alt~n kalkan ile, bir topu da çeyrek saatlerde çallyorlard~. Sonra yerlerine

(16)

dönüp arkadan kap~lar kapan~yordu. Arkadan bir kap~~ aç~l~yor, taht üze-rinde oturan Kral ç~k~yor ve onun üstünde bir kap~~ daha aç~l~yor, güya bir melek elinde tac~~ ile ç~k~yor, Kral'~n ba~~~ üstünde tutuyordu. Bu s~rada da saat çalmaya ba~l~yor ve saatin çalmas~~ tamam oldu~u zaman, hepsi yerlerine giderek, kap~lar kapan~yordu. Seyrine doyamam~~t~ k! Bu saray~n bir e~i bir ba~ka yerde yoktur. Saray~n kar~~s~nda iki ah~r vard~. Birine büyük ah~r, di~erine küçük ah~r diyorlard~. Atlar~n ba~lanacak yerleri bile görmedi~imiz biçimde yap~lm~~t~; tümü kârgir kubbe ve kemerlerle yap~l-m~~~ acayip bir binayd~.

"Bir ah~r için bu kadar külfete, masrafa ne gerek vard~?" diye sor-dum. "Kral saray~na yak~n oldu~u için, böyle olmas~~ gerekir" dediler. "Kraliçenin ah~r~~ ise Nemçe saray~ndan daha mükelleftir. Hem burada dinlenmek için, bu kadar masrafa de~er" diye ilave ettiler. Bu bahçeye ge-len sulara dahi o kadar masraflar yapm~~lar ki, bütün sular~n geldi~i yol-lar~~ izledik. Büyük bir havuza sular birikiyor, oradan saray yak~n~nda bir mahzene yöneltiliyordu. Mahzenin içine, 5 tane bak~rdan, içine adam gi-recek büyüklükte künk yapm~~lar; bunlar~n içinden geçen sular havuza dolar ve havuzdan akarak, on saatlik uzakl~ktaki yerleri sularm~~. Bunun için de su yollar~~ yapm~~lar ve onlar~~ da bir araya toplayarak, koca bir ne-hir haline getirmi~ler. Bu acayip su kentini ve e~siz çiçek tarlalar~n~~ görmeye de~erdi do~rusu! Be~~ gün orada kal~p, etraf~~ görüp inceledikten sonra yine kendi saray~m~za döndük.

Kentin içinde de çok acayip ve garip binalar, saraylar ve bahçeler gördük ki, bunlar da Kral'a aitmi~. Bahçeyi birkaç büyük k~sma bölmü~ler, bunun bir k~sm~n~~ hayvanlar için te~rihhane (ameliyathane) yapm~~lar ve ne kadar ku~~ ve hayvan varsa bunlar~n içlerini doldurmak suretiyle, as~llar~na benzetmi~ler. Örne~in, büyük bir fili te~rih edip zincir-leri ile bir yere ba~lam~~lar ki, insana görünce sanki gerçek bir fil ayakta duruyor hissini veriyordu. Hayvan~n tüm iç organlar~n~n biribirinden ay-r~lmamas~~ için, demir tellerle ba~lanu~lar; seyrederken hepsi görünüyordu. Keza sinirlerinin, adale ve kemik olmayan iç organlar~n~n balmumundan e~ini yaparak yerlerine koymu~lar. Ö~renciler te~rih dersini orada görürlermi~. Damar ve sinirlerin gerçek renklerini de boyalarla belirtmi~-ler. Burada gösterdikleri bak~m ve hünere diyecek yoktu do~rusu! Saray~n bir bölümü ö~rencilere ayr~lm~~, bir k~sm~n~~ da medrese, yani ders görüle-cek yerler haline sokmu~lar. Birçok odalar, hücreler yaparak, ilaçlar~~ ora-lara koymu~lar. Keza do~ada ne kadar maden, a~aç, tuz varsa hepsini bir araya getirerek, düzenli bir biçimde ~i~eler ve kutular~n içinde raflara diz-

(17)

YIRMI SEKIZ ÇELEB~~ MEHMET EFENDI 147

mi~ler. Bir bahçeye daha geldik ki, t~p kitaplar~nda ne kadar bitki varsa hepsini buraya toplam~~lar. Acem ve Özbek ülkelerinde yeti~en tüm bitki-leri buraya getirip dikmi~ler. ö~renciler bunlar~n üzerinde ders görüyor-lard~. Hint'te, Çin'de ve Yeni Dünya'da (Amerika) yeti~en ne kadar çiçek varsa, hepsini burada gördük. Bunlar~~ burada görmeyenlere tarif ve tasvire imkân yoktur. Paris kentinin havas~~ so~uk oldu~undan, Yeni Dünya bitki-lerinin burada yeti~mesinin çok zor olaca~~~ dü~ünelerek, limonluk gibi k~~-l~k binalar yapm~~lar ve bunlar~n etraf~n~~ cam çerçeve ile kapatm~~lar. Yer-ler tahta olup, aralar~nda oluklar b~rakm~~lar; k~~~ ~iddetli oldu~u zaman, Yeni Dünya bitkilerinin istedi~i s~cakl~~~~ alttan ocak yakarak ve zemini ~s~-tarak sa~larlarm~~. S~cakl~k ~l~man olsun diye de, limonlu~un her taraf~n-dan bak~r oluklar geçirmi~ler, s~cakl~k onlarla her tarafa da~~l~rm~~. Böyle-ce de, istedikleri Yeni Dünya bitkilerini bütün k~~~ saklarlarm~~.

Bunun gibi birçok saray, kütüphane ve kilise seyrettik ki, saymakla bitmez. Hali dokumak için özel fabrikalar vard~~ ki, bunlar Kral'a aittir. Kral'~n iznini almadan kimse burada hah dokutamazm~~; ancak, isteyen kimse yetkili nâz~rdan izin al~p ve paras~n~~ verdikten sonra bunlar~~ sat~n alabilirmi~. Bu hal~lar o kadar de~erli imi~~ ki, baha biçilmesine imkan yokmu~. örne~in, i~lemdi ve resimli hal~~ 3-4 kese akçe edermi~; e~er klaptan veya s~rma ile i~lenirse, o zaman de~eri daha da çok artarm~~. Ne kadar dokunmu~~ haz~r kilim varsa fabrikan~n duvar~na asm~~lar; fabrika çok büyük oldu~u için yüzlerce hali as~l~~ idi. Hayran olduk. öyle çiçekler i~lemi~ler ki, bakt~kça sanki as~llann~~ görüyor gibi oluyorduk. Hele üzerle-rine resim i~lenmi~~ hal~lar, insan~~ büsbütün ~a~~rt~yordu. Kilimlerde öylesi-ne sanat harikalar~~ yaratm~~lar ki, kimisi insana hüzün, kimisi de yap~l~~~-na göre insayap~l~~~-na ne~e veriyordu. Bunlar yaz~~ ile anlat~lacak ~eyler de~ildir. Ayr~ca hah tezgâhlann~~ da gördük. Yüzden fazla tezgah olup buralarda 500-600 i~çi çal~~~yordu. Baz~lar~~ yapa~~, baz~lar~~ ipek, baz~lar~~ da klaptanla s~rma hal~lar dokuyorlard~. Her kilime i~lenecek resimler, ayr~ca bir ka~~t üzerine çizilmi~~ ve tezgâh~n kenar~na ili~tirilmi~ti. i~leyenler bunlara baka-rak, ayn~n~~ hal~lara yap~yorlard~.

Bir fabrikaya daha götürdüler bizi. Buras~~ da Kral'a aitmi~. Ayna ya-p~m eviydi. Aynalan nas~l yapt~klar~n~~ görmek istedik. ~kiyüzü a~k~n tez-gâh vard~. önce iki cam~~ bir tahta alç~~ ile yap~~t~np ikisinin aras~na özel bir kumu su ile döküp dört ki~i bu maddeyi aynaya sürüyorlard~. Isteni-len k~vama gelince, bu kez de di~er yüzüne ayn~~ i~lemi yap~yorlard~. On-dan sonra ba~ka tezgâhlara koyarak, toprak s~rçaya mahsus aletle cilâl~yor ve ayna haline getiriyorlard~. Bu ~ekilde yap~lan say~s~z aynalar gördük.

(18)

"Burada ne büyüklükte ayna yapmak mümkündür?" diye sorduk. Gördü~ümüz aynalar~n en büyü~ünün uzunlu~u ~~ 04 parmak, eni 64 par-makt~. "Acaba bundan daha büyü~ü yap~lamaz m~?" diye sorduk. Her bi- n bir sofa büyüklü~ünde aynalar yaparlarm~~. Bizim hesab~m~za göre, bir parmak bir zürra (36 cm) d~r. Böylece de~i~ik ölçülerde yap~lm~~~ yüzlerce ayna gördük.

Paris kenti hemen hemen ~stanbul kenti kadar. Binalar 3,4,7 kat ola-rak yap~lm~~, binalar~n her kat~nda bir aile otururmu~. Sokaklar çok kala-bal~k, çünkü burada kad~nlar da her zaman soka~a ç~kar, toplant~lara gi-derlermi~. Erkek ve kad~n kar~~~k olup, bizdeki gibi "kaç-göç" yoktur. Dükkanlarda kad~nlar kendi ba~lar~na al~~-veri~~ ederler. Bu kentin sokakla-r~~ çok geni~~ olup kald~r~m ta~lasokakla-r~~ ile dö~enmi~tir. Evlerin ço~u kârgir bi-nalard~r. Bunlar birbirlerine uygun ~ekilde yap~ld~~~ndan, göze çok ho~~ görünür. Kentin ortas~ndan Sen nehri akar. ~çinde üç ada vard~r. Gemi ile her iki k~y~y~~ görmek mümkündür. Velhas~l, bu Paris kenti, di~er H~ris-tiyan ülkelerinin en gözde ve en güzel kentidir. Her bak~mdan çok ünlü bir kenttir. Bu ülkenin her taraf~~ bir nak~~~ gibi i~lenmi~, tek kar~~~ bo~~ yer b~rak~lmam~~t~r. Kral her y~l 135 milyon kuru~~ al~r ki, bu bir milyon, iki-bin kese eder, toplam olarak 275 iki-bin kese eder. Büyük Kral'~n (~imdiki Kral'~n babas~) zaman~nda, 23 y~l süre ile Nemçe ile ~ngiltere, Felemenk,

~spanyol ve ne kadar yabanc~~ ülke varsa Fransa bunlar~n hepsiyle sava~~ yapm~~~ ve daima galip gelmi~ti. Frans~z ülkesi 500 burç ve surlarla çevril-mi~~ olup hisar ve kalelerinin tümü on bindir. 1 o bin karyesi (köy) olup tüm nüfusu 50 milyondur. Ülke ~~ o küçük, 30 büyük eyalete ayr~lm~~t~r. Her eyaleti bir pa~a yönetir. Taht'a ba~l~~ kentlerin her birinde de birer Bey o kenti yönetir. Bu beylerin verdi~i kararlar~~ hiç kimse bozamaz ve o yörede onlar~n kurallar~~ geçerlidir. Kral hiç bir zaman bir bahane bulup da, onlar~n mallar~n~~ gasbedemez, ellerinden alamaz, ba~kas~na veremez, hazineye mal edemez. Bunlar öldükleri zaman, kendilerine ait menkul ve gayrimenkul varislerine teslim olunur. Kral'~n emri böyledir.

Kral'~~ korumak için saray içinde kibar devlet adamlar~ndan ba~ka, 15 bin asker vard~r. Frans~z halk~~ çok iyi kalbli insanlard~r. Özellikle, yaban-c~lara kar~~~ çok büyük izaz ve ikramda bulunurlar. Çok bilgili, ak~ll~, sa-nat ve bilgiye kar~~~ çok merakl~d~rlar. Tüm Frans~z halk~~ çocu~undan büyü~üne, kentlisinden köylüsüne kadar okuma-yazma bilirler. Dünyada ne kadar bilim varsa, hepsini ö~reten okullar~~ vard~r. ilahiyat, mant~k, ma-tematik, usül bilimi, y~ld~zlar ilmi, astronomi, velhas~l tüm bilimleri ve sa-natlar~~ ö~renmeye merakl~d~rlar. Ya~amlanndaki ve sava~lar~ndaki düzenli-

(19)

Y~RM~~ SEK~Z ÇELEB~~ MEHMET EFEND~~ 149

li~e söz söylenemez. Sava~~ için haz~rland~klannda, her gün 3 s~ra halinde dizilirler, Ba~~ General birkaç subay~~ ile tüm askerleri yoklad~ktan sonra, birinci, ikinci ve üçüncü s~ralar komutanlar~n~n i~aretlerini beklerler; onla-r~n i~areti üzerine be~~ kez davul çal~n~r, o zaman askerler tüfeklerini ate~-lerler. Sonra saflar~n gerisine gelerek, tüfeklerini doldururlar. Dö~ü~leri böyle olur. Bir de tüfeklerine m~zrak (harbe) takarlar ve onunla sava~~rlar. E~er dü~man m~zrak takmaya cesaret edemez korkarsa, onu derhal öldürürler. Bar~~~ zaman~nda da askerler at~l, yani uyu~uk kalmas~n diye, daima sava~~ varm~~~ gibi e~itilirler. Denizlerde de çok iyi bir düzen içinde sava~~rlar. Tâ Hindistan'a var~ncaya kadar, düzenli sava~lar~~ sayesinde, bir-çok kaleleri fethetmi~~ ve mâmur binalar yapm~~lard~r.

Fransa'da 15 bin kese akçeye sahip tüccarlar vard~r. Tüccarlar~~ çok para kazan~r, zevk ve safalar~na da çok dü~kündürler. Yollar üstünde, her çe~it yiyecek ve içecek satan dükkanlar~; herhangi bir konak yerine gelin-di~i zaman, içleri gayet iyi dö~enmi~, konforlu hanlan bulmak i~ten bile de~ildir. Yolcular buralarda kalarak hiçbir s~k~nt~~ çekmezler. Hanlarda a~-ç~lar ve hizmetkarlar bulunur. Yiyecekleri haz~rlay~p istedi~iniz an yan~n~-za getirirler. Bu bak~mdan, hanc~lar yolcular için gerekli her ~eyi bulun-dururlar.

Fransa'da gördü~ümüz ve anlatt~klar~m~zdan ba~ka, seyri çok acayip ve garip olan ~eyler de vard~r. Yolculu~umuz süresince Ramazan oldu~u için oruç tuttuk ve geceleri toplulukla beraber namaz k~ld~k. Burada güne~~ ~~~mas~~ daha geç oldu~undan, bizim saatlerimize göre 5.5 saat im-sak (orucun bozulma saati) yap~yorduk. Ramazan ay~nda seyahat etti~imiz için zaman kayb~na u~ruyorduk. Müneccimba~lan bize saat farklann~~ bil-diriyorlard~.

Ramazan'~n 16. günü, Kral'a veda için bulu~tu~umuz saraydaki di-vanhaneye geldik. Kral taht~nda oturuyordu. Lala Mare~al ba~~ taraf~nda, vasisi yan~nda, di~er vezirler de sa~~ ve sol taraflanna dizilmi~lerdi. Bizi gördü~ü zaman Kral aya~a kalkt~, biz de yan~na yakla~~p vedaya geldi~i-mizi söyledik. Fransa'dan ne kadar ho~nut kald~~~m~z~~ da sözlerimize ekle-dik. Vasi, Kral'~n a~z~ndan cevap vererek: "Sizin elçili~iniz ile iki devlet aras~nda pekle~en dostlu~un devam etmesini her zaman dileriz" dedi. Vasi ayr~ca Kral'~n mektubunu Kral'a verdi; Kral da mektubu birinci vezirine, o da bize verdi. Biz de Divan Efendisine teslim ettik. Her zaman yap~lan veda seremonisinden sonra evimize geldik. Vezirlerle de rütbe s~ras~na göre vedala~t~k. Cumartesi günü de bayram yapt~k.

(20)

Bu kentte Kral koca bir müneccimhane yapt~rm~~, en üst kat~na da bit rasathane in~a ettirmi~ti ki, bu büyük bir kule idi. Üç katl~yd~~ ve alt katta say~s~z binalar vard~. Y~ld~z bilimine ait pek çok alet bulunuyordu. Büyük yemek tepsisi kadar mukaar (çukur) aynalar pertavs~z olarak kulla-n~ l~yordu. Keza güzel sanatlara ait de say~s~z alet vard~. Y~ld~z bilimini bu

;ler üzerinde çal~~arak ö~renen ö~renciler vard~. özellikle ay ve güne~~ tutulmasm~~ bildiren bir alet çok ilginçti. Birkaç yuvarlak üzerine rakam-lar yaz~lm~~, bunun üzerine güne~~ ve ay i~aretlenmi~, daireler döndükçe saat akrebi gibi olan bir mil, ki bunun ucu akçe gibi yuvarlakt~, bazen güne~e ve bazen de aya do~ru uzan~yordu. Aya uzand~~~~ zaman, ya büsbütün ay~~ kapat~yor yahut da yar~m kapat~yordu. O zaman ay mas~n~~ ~öyle hesapl~yorlard~: Filan ay, filan gecede, filan saatte ay mas~~ olacakt~r ve bu ay tutulmas~~ ~u kadar saat sürecektir. Güne~~ tutul-mas~n~~ da ayn~~ ~ekilde hesapl~yorlard~. Keza y~ld~zlar~~ seyretmek için bir alet, bir de dürbün yapm~~lard~. Yer alt~na giden bir çukur kazm~~lar. Bu kuyu tulumbas~~ kadar olmu~, uzunlu~u 50 zürradan fazlayd~. Dürbünü bir gemi sireni gibi diklemesine oturtmu~lar ve bu sirenin ba~~na da kon-veks büyük bir tekerlek koymu~lar. Sonra bunu bir âlete ba~lam~~lar, âle-tin bir ucu, sa~lam bir ~ekilde dürbüne ba~lanm~~, bir ucunu da kur~unla delerek, oraya ~~~k koymu~lar. Bir adam ayg~t~~ sa~a, sola, yukar~~ ve a~a~~~ hareket ettiriyordu. Biz de bu dürbünle aya bakt~k. Ay o denli büyük gözüküyordu ki, adeta bu koca dürbüne s~~m~yordu. Ay~~ ~öyle gördük: içi süngerle~mi~~ bir somun ekme~i gibi idi. Sanki ortadan kessen, yumu~ac~k bir sünger parças~~ elde edilecekti. Pek çok çukur yerler vard~~ ve oralar~~ gölgeli görünüyordu. Di~er taraflar~~ ise beyaz ve berrakt~.

Rasathaneyi de gördükten sonra, Per~embe günü vatana dönmek iste-dik. Kral'~n kethüdas~~ ve yak~n akrabas~~ olan ki~i, bizi çiftli~ine davet etti. Ne kadar özür diledikse de kabul ettiremedik. Biz de mecbur olarak dâve-te uyduk. ö~leden sonra çiftli~e giderek, bir gece çiftlikdâve-te kald~k. Erdâve-tesi sabah ava gidenler atlara bindiler. Biz de atl~~ bir arabayla arkalar~ndan gittik. 200 kadar avc~~ vard~. Bir ormana girdik ki, yollan çok düzenli idi.

A~açlar, iki tarafl~~ makasla budanm~~, bir ~ekil orman~~ haline getirilmi~ti. Onlar av yaparken, biz de orman~~ dola~t~k. Orman~n bir k~y~s~nda ku~~ ev-leri vard~. ~çinde her türlü ku~~ bulunuyordu. Ayr~ca, büyük sa~lam kârgir evler yapm~~lar ve bunlar~n bahçelerini kefeslerle örtmü~lerdi. Buralarda da aslan, kaplan, ay~, kurt, tilki, karakulluk, maymun ve daha görmedi~i-miz bir çok hayvan vard~. Yeni Dünya'dan gelmi~~ öyle hayvanlar gördük ki, t~rnaklar~~ geyik gibi, gövdeleri s~~~r kadar büyük ve yünleri koyununki-

(21)

Y~RM~~ SEKIZ ÇELEB~~ MEHMET EFENDI 151

ne benziyordu. Gerdanlar~~ at gerdan~~ gibi uzun, kulaklar~~ ve duru~u at kula~~~ gibi, ba~~, a~z~~ ve burnu geyik gibi idi. Bir eve daha götürdüler bi-zi; burada da tavus ve papa~anlar vard~. Hele iki papa~an gördük ki, ta-vuk kadar büyüktü, a~~zlar~~ insan a~z~na benziyordu, kuyruklar~~ iki kar~~-tan fazlayd~, tümü nar çiçe~i renginde olup kar~nlar~nda sar~~ noktalar var-d~. Bizi görünce Frans~z dili ile ba~~r~~maya ba~lad~lar. Daha acayip ve ga-rip ku~lar gördük.

Ak~ama yak~n saraya döndük, bizi divanhaneye ald~lar. Divanhaneyi onbinden fazla mumla ~~~ kland~ rm~~lard~, ortal~ k adeta gündüze dönmü~tü. Havuzun etraf~na da mumlar dizmi~~ ve ~~~klar~n~~ havuza vurdurmu~lard~. Bunlar~~ seyretmek insana ayr~~ bir zevk veriyordu. Birdenbire havuzun or-tas~ndan bir ~~~k kümesi yükseldi, üzerinde bir ay ve onun üzerinde de bir taç göründü. Bunlar her ülkenin amblemini böyle gösterirlermi~. Bizim padi~ah~m~z~n amblemi de "ay" oldu~u için, onu göstermi~ler. Muazzam ~enlikler yapt~lar. ~ki saat bunlar~~ seyrettik. Ertesi günü, yani ~evval'in 9'uncu günü ( 6 A~ustos 1721 ) Paris'ten hareket ederek, vatan yoluna dü~tük. Yolumuz üzerinde binlerce kent, köy ve kasaba görerek, Zilka-de'nin ~ 4'üncü günü ( 8 Eylül 1721 ) bizim için haz~rlanan iki büyük ge-miye bindik. Zilhicce'nin ~ 6'nc~~ günü ( 9 Ekim 1721 ) saltanat liman~na girmek nasip oldu."

(22)

Referanslar

Benzer Belgeler

Bal¬k ve köpekbal¬klar¬nüfusu bir sal¬n¬m sonras¬nda kendi denge noktalar¬na yakla¸smalar¬na ra¼ gmen, bir çözüm e¼ grisi parças¬içe do¼ gru spiral çiziyor; belli

Yeni nesil bilgisayarlarda bilgi ifllemek elektronlar arac›l›¤›yla yap›lacak, ama bilgiyi baflka bilgisayarlara ya da aletlere iletmek için ›fl›ktan yararlan›lacak.. Bu

16/07/2009-11/09/2009 tarihleri aras›nda kulak burun bo¤az, üroloji, ortopedi, kad›n do¤um ve genel cerrahi ameliyathaneri ile endoskopi ünitesinde kullan›lmakta olan

Dolayısıyla bize göre; kapalı yerleştirmede başarısız olunan özellikle Gartland tip III çocuk supra- kondiler humerus kırıklarının cerrahi tedavisinde, açık yerleştirme

Her iki cerrahi aras›nda ortalama kanama miktar›n›n de¤erlendirildi¤i çal›flmalar incelendi¤inde, 50 vakal›k bir seride laparoskopik histerektomi uygulananlarda (n=25)

145 kadında 200 ve 400 μg rektal misoprostol ve 5 ünite oksitosin+0.2 mg ergometrin .M kombinasyonunun etkilerininin karılatırıldıı baka bir çalımada, misoprostol

Unutkan- l›¤› oldu¤unu söyleyen, glokom hakk›nda yeterli bilgiye sahip olmayan, hastal›¤›n erken aflamas›nda olan (düflük Ç/D), fazla say›da antiglokomatöz

Enerji bakımından dışa bağımlı olduğumuz da Türkiye'nin ekonomik bağımsızlığını ve huııun dolaylı sonucu olarak da siyasal bağım- sızlığımızı büyük