• Sonuç bulunamadı

Süleyman Demirel’in Cumhurbaşkanlığı dönemi Türk Dış politikası (1993-2000)

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Süleyman Demirel’in Cumhurbaşkanlığı dönemi Türk Dış politikası (1993-2000)"

Copied!
74
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C.

TRAKYA ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

ULUSLARARASI İLİŞKİLER ANABİLİM DALI

TEZSİZ YÜKSEK LİSANS PROGRAMI

SÜLEYMAN DEMİREL’İN

CUMHURBAŞKANLIĞI DÖNEMİ TÜRK DIŞ

POLİTİKASI (1993-2000)

ALİ SERDAR ÖZDİLEK

PROJE DANIŞMANI

PROF. DR. SİBEL TURAN

(2)
(3)

Projenin Adı: Süleyman Demirel’in Cumhurbaşkanlığı Dönemi Türk Dış Politikası (1993-2000)

Hazırlayan: Ali Serdar ÖZDİLEK

ÖZET

Bu çalışma Süleyman Demirel’in Cumhurbaşkanlığı yaptığı döneminde (1993-2000) Türk dış politikasında yaşanan gelişmeleri, bununla birlikte bu gelişmeler karşısında dönemin Cumhurbaşkanı olan Süleyman Demirel’in karar alma süreçlerine etkisinden bahsetmektedir. İncelenen liderin Süleyman Demirel olmasının belirli sebepleri vardır. Bunlardan ilki Süleyman Demirel’in hem Soğuk Savaş öncesi dönemde hem de sonrasındaki dönemde siyasetin içinde olması, ikincisi ise devlet yönetiminde hem başbakan hem de cumhurbaşkanı olarak görev almış olması ve son olarak üçüncüsü ise Türk siyasi yaşamında kırk yıla yakın süre ile bulunmuş olmasıdır.

Bir dış politika incelemesini içeren bu proje, dış politika krizlerinin yönetiminde liderin kim olduğunun, nasıl ve hangi şartlar içerisinde siyasi yaşamda ilerlediğini, bu şartların ise karar alma süreçlerindeki etkisini açıkça göstermektedir. Demirel’in dış politika krizlerinin yönetimi sırasında yaptığı konuşmalar ve verdiği demeçler ile birlikte bu konularda yazılan bilimsel eserler incelenerek hazırlanmıştır. Çalışmada öncelikle dış politikanın genel anlamda tanımı yapılarak, Demirel’in siyasi yaşamında karşı karşıya kaldığı krizler tanımlaşmıştır. Her bir krize ilişkin arka planın verilmesinden sonra Demirel’in kriz yönetimi sürecindeki söylemleri ve düşünceleri çözümlenmeye çalışılmıştır.

Sonuç olarak bu çalışmada; siyasi kariyerinin en zirvesi olan Cumhurbaşkanlığı makamında 7 sene hizmet vermiş olan Süleyman Demirel’in, Cumhurbaşkanı olduğu döneme kadar geçirdiği siyasal krizler, bu krizler karşısında vermiş olduğu kararlar ve yapmış olduğu konuşmalar incelenmiş, Cumhurbaşkanlığı yapmış olduğu dönemde gelişen dış politika krizleri ile bu krizlerin aşılmasında vermiş olduğu kararlara ve somut dış politika uygulamalarına ışık tutulmuştur.

(4)

Name of Project: Turkish Foreing Policy in Term of Presidency of Süleyman Demirel

Prepared by: Ali Serdar ÖZDİLEK

ABSTRACT

In this study, the developments performed in Turkish foreign policy during the Presidency of Süleyman Demirel (1993-2000) as well as his effect, as President of the term, on resolution processes about those developments are investigated. There are specific reasons for choosing Süleyman Demirel as the leader addressed through this study. Firstly, he was involved in the politics both during the Pre and Post Cold War periods. Secondly, regarding the state government, he was assigned as both a Prime Minister and a President. Last of all, he was involved in Turkish political life for approximately 40 years.

This project can be regarded as a foreign policy investigation revealing clearly who the leader is, which conditions he proceeds under, how he proceeds in the political life, the effect of those conditions on resolution processes in terms of the management of foreign policy crises. It is prepared through the investigations on Süleyman Demirel’s speeches and statements during the management of foreign policy crises along with the related scientific articles and books. The study starts with the general definition of foreign policy and the crises which Süleyman Demirel encountered with during his political life. Following the detailed explanations regarding the backgrounds of each crisis, an analysis was performed on his statements and notions related to the crisis management.

In conclusion, in this paper, the political crises which Süleyman Demirel encountered until his Presidency, which is considered as the peak of his political career and lasted for seven years, his resolutions provided against those crises as well as his statements are investigated. This paper is prepared with the aim of providing an insight towards the foreign policy crises emerged during his Presidency and the concrete foreign policy applications.

(5)

İÇİNDEKİLER

ÖZET ... i ABSTRACT ... ii KISALTMALAR ... iii GİRİŞ ... 1 BİRİNCİ BÖLÜM 1. İSLAMKÖY’DEN ANKARA’YA SÜLEYMAN DEMİREL ... 3

1.1. Bürokrasi’den Aktif Siyasete Giden Yol ... 8

1.2. Siyasette Emin Adımlar: Delegelikten Başbakanlığa ... 12

İKİNCİ BÖLÜM 2. SÜLEYMAN DEMİREL’İN AKTİF SİYASET DÖNEMİ TÜRK DIŞ POLİTİKASI ... 17

2.1. Darbenin Gölgesinde Türk Dış Politikası (1960 – 1965) ... 18

2.2. Süleyman Demirel’in Başbakanlık Dönemi Türk Dış Politikası ... 20

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM 3. SÜLEYMAN DEMİREL’İN CUMHURBAŞKANLIĞI DÖNEMİ TÜRK DIŞ POLİTİKASI ... 34

3.1. Güneydoğu Sorunu ve Terör ... 42

3.2. Orta Doğu Politikası ... 44

3.3. Kıbrıs Sorunu ... 46

3.4. Avrasya ve Türk Dünyası ... 46

3.5. Avrupa Birliği ... 51

3.6. Balkanlar ... 55

(6)

3.8. Rusya ... 58

3.9. ABD İle İlişkiler ... 60

3.10. Çin ... 61

SONUÇ ... 62

(7)

KISALTMALAR

AB Avrupa Birliği

ABD Amerika Birleşik Devletleri

ANAP Anavatan Partisi

AP Adalet Partisi

CHP Cumhuriyet Halk Partisi

CMKP Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi

DP Demokrat Parti

DSİ Devlet Su İşleri

DYP Doğru Yol Partisi

İTÜ İstanbul Teknik Üniversitesi GSMH Gayri Safi Milli Hasıla

KEİ Karadeniz Ekonomik İşbirliği Teşkilatı KKTC Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti

MGK Milli Güvenlik Kurulu

MHP Milliyetçi Hareket Partisi MSP Milli Selamet Partisi

ODTÜ Orta Doğu Teknik Üniversitesi SHP Sosyal Demorat Halkçı Parti SODEP Sosyal Demokrasi Partisi

SSCB Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği TBMM Türkiye Büyük Millet Meclisi

TİKA Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı TRT Türkiye Radyo ve Televizyon

(8)

GİRİŞ

Dış politika, bir ülkenin dış dünyadaki çıkarlarını kollamak ve uluslararası politikada daha güçlü olabilmek ve saygın bir konuma gelebilme için sergilenen tutumlar bütünü olarak tanımlanabilir.1 Dış politika kararlarını kimlerin, neden, nasıl ve hangi şartlarda aldıklarını incelemek dış politika analizinin konusunu oluşturur. Dış politika analizinin çok faktörlü ve birden çok analiz düzeyini dikkate alarak yapılması gerekir. Araştırmacı, dış politika analizinde karar vericilere ve karar verme sürecine dikkatlice odaklanmalıdır.2 Karar vericiler genel bağlamda yasalar çerçevesinde görevleri belirlenmiş kişi ve kurumlarla (Dışişleri Bakanı, Hükümet, Cumhurbaşkanı gibi), her durumda yazılı olmayan ancak o ülkenin tarihi gelişimi içerisinde kazandığı konum itibariyle etkili olabilen kişi ve kurumlardan (Ordu, Milli Güvenlik Kurulu gibi) oluşmaktadır. Karar vericileri etkileyen faktörleri de iç faktörler, dış faktörler, psikolojik faktörler ve sosyolojik faktörler olarak sıralayabiliriz.3 Dış politika süreçlerinde ise karar alım sürecinde etkili olan faktörler devletin sistemine, liderin psikolojik ve kişisel özelliklerine ve diğer birçok değişkene bağlı olarak değişmektedir.

Türk dış politikasının oluşum sürecinde yetki, görev ve sorumlulukları bakımından Bakanlar Kurulu ve Dışişleri Bakanlığı dış politika yapım sürecinin “güç” merkezini oluşturmaktadır. Bunlara ek olarak, Genelkurmay Başkanlığı ve Cumhurbaşkanlığı yasal ve kurumsal açıdan dış politika oluşum sürecine ağırlıklı olarak katılan kurumlardı.4 Anayasal yetkileri, siyasal konum ve ağırlıkları nedeniyle cumhurbaşkanları zaman zaman dış politika kararlarını etkileyip, dış politika uygulamalarını yönlendirebilmekteydi. Türk siyasi hayatının bütününe baktığımızda cumhurbaşkanı devletin başı olmasının yanında, dış politika konularında her zaman

1 Gültekin Sümer, Dış Politika Stratejileri ve Türkiye Neresinde, İstanbul: İkinci Adam Yayınları,

2013, s. 27

2 Ertan Efegil, “Türk Dış Politikasında Karar Verme Sürecini Etkileyen Faktörler” içinde Ertan Efegil

ve Rıdvan Kalaycı (der), Dış Politika Teorileri Bağlamında Türk Dış Politikasının Analizi, Ankara: Nobel Yayınları, 2012, s. 85

3 Efegil, a.g.e., s. 91

4 Gencer Özcan, “Türk Dış Politikasında Sosyo-politik Yapı ve Aktörler” içinde Faruk Sönmezoğlu

(9)

aktif değildir. Dış politika konusu, liderlerin özelliklerine göre ön plana çıkan bir daha olmuştur. Örnek vermek gerekirse Ahmet Necdet Sezer, yurtdışı gezilerinde pek bulunmazken Cumhurbaşkanlıkları dönemlerinde Özal, Demirel ve Gül sıkça yurt dışı temaslarda bulunmuşlardır.

Türk siyasi tarihinde ön plana çıkmış, iç ve dış politikada etkisi unutulmayacak isimlerin başında Süleyman Demirel gelmektedir. Demirel hem Soğuk Savaş döneminde hem de Soğuk Savaş sonrası yeniden yapılanan uluslararası ortamda Türkiye Cumhuriyetinin yönetiminde aktif şekilde bulunmuş, önemli karar alıcılardan bir tanesi olmuştur. Çalışmamızda Süleyman Demirel’in Cumhurbaşkanlığı döneminde nasıl bir dış politika anlayışı sergilediğini, bu anlayış çerçevesinde hangi uygulamalarda bulunduğunu inceleyeceğiz. Karar alıcının nasıl bir çevrede yetiştiği, psikolojik durumunu etkileyen faktörleri ve donanımının karar alma faktörlerini etkilemesi sebebiyle öncelikle Süleyman Demirel’in doğduğu günden, bürokraside ve aktif siyasette ilerleyişinden kısaca bahsederek ardından Cumhurbaşkanlığı dönemindeki dış politika uygulamalarını inceleyeceğim.

(10)

1. İSLAMKÖY’DEN ANKARA’YA SÜLEYMAN DEMİREL

Süleyman Sami Demirel 1 Kasım 1924 doğumludur. Isparta İslamköy’de dünyaya gelmiştir. Süleyman Demirel’in doğduğu yıllarda köyde erkeklerin okuma yazma oranı (Arapça) oldukça yüksektir. Ayrıca köyde üniversite seviyesinde beş özel yüksek medrese vardır.5 Bu medreseler 1926’da kapansa da İslamköy’ün bu özelliği Cumhuriyet’in ilk yıllarında eğitim hayatı bu köyde başlayan ve üniversiteye uzanan Demirel için açıklayıcı olmaktadır.

Demirel’in babası Hacı Yahya 1. Dünya Savaşı’nda ve hemen ardından Kurtuluş Savaşı’nda savaşmış bir çavuştur. Hacı Yahya köyün sorunlarıyla ilgilenen, arabuluculuk görevini üstlenen, herkes tarafından sevilen bir kişidir. Hacı Yahya’nın babası ise o dönemin köy ulemalarından Hafız Süleyman’dır. Demirel’in babası dedesine nazaran eğitimli değildir. Hacı Yahya Çanakkale’den Suriye’ye, Batum ’a, Sivas ve Erzurum muharebelerine kadar uzanan Osmanlı ordusu deneyimi vardır.6 Tüm bunlar düşünüldüğünde baba Demirel’in birçok farklı bölgeyi gördüğü ve babanın çocukların eğitiminde daha cesaretli olabileceği düşünülür. İslamköy’den üniversiteye uzanan bu yolda Hacı Yahya Bey’in Türkiye’nin çoğu bölgesinde görev yapmasının katkısı oldukça fazladır. Demirel’in annesi kendi tanımıyla “mütevekkil, mütedeyyin, çalışkan, yorulmak bilmeyen” kendi yaptığı işi mutlaka bitiren, hiç tükenmeyen, bir Anadolu kadınıydı.7 Ayrıca Demirel’in Afife isimli ablası ve Şevket ile Hacı Ali isimli iki erkek kardeşi vardır.

Aile kendi toprağını kendi işlemekte ve geçimini sağlayabilmektedir. Tarım ve hayvancılığın yanında afyon ticaretiyle ilgilenmektedir. Demirel ailesini “Biz,

mesut bir Anadolu ailesiydik. Hayatı ciddiye almış, hayat mücadelesini hiç bir zaman şikayet konusu yapmamış, bu mücadelenin altında ezilmemiş, gerçekçi, çalışmayı şair edinmiş, lüksü, israfı, şatafatı ve tantanayı değil, kendi işinde olmayı, tevazuyu, iyi kalpliliği, yardım severliği hiç elden bırakmamış, kimsenin malı mülkünde gözü

5 Hulusi Turgut, Demirel’in Dünyası, ABC Ajansı Yayınları, İstanbul, 1992, s.28. 6 Hulusi Turgut, Demirel’in Dünyası, s.45.

(11)

olmamış, hakka hukuka riayet eden, toplumdan rahatsız olmamış, toplumu rahatsız etmemiş bir aileydik. Biz; mütevazi bir Anadolu köylü ailesiydik.” sözleri ile

anlatmaktadır.8 Demirel’in ailesini tanımlarken kullandığı bu sıfatlar Anadolu ailelerine nasıl baktığını yansıtmaktadır. Bu aile yapısının Demirel’i olumlu yönde etkilediği düşünülebilir. Babasının köylülerle kurduğu olumlu diyaloglar ilerleyen zamanlarda Demirel’in kuracağı diyaloglara olumlu yönde katkı sağlamıştır. Demirel babasını “sağlamcı”; bütün ihtimalleri düşünen ve en kötüsüne göre tedbir alan olarak tanımlamaktadır.9 O dönemde köyün bilinen ve sevilen ailesi “Hacıpaşalar” adıyla anılmakta Cumhuriyet ile birlikte “Gündoğdu” soyadını almıştır. Süleyman Sami 1930 sonbaharında ilkokula “Gündoğdu” soyadıyla başlamış, ortaokulda ise demirci ustası üvey dedesinden kaynaklanan ve kendisiyle günümüzde sembolleştirilen “Demirel” soyadına almıştır.10

Demirel ailesi aktif siyasetle ilgili bir ailedir. Baba Yahya Demirel 1955 ve 1963 yıllarında İslamköy Belediye Başkanlığı görevini yürütmüştür. 1955’te Belediye Başkanı seçilen Yahya Demirel görevi 1957 yılında Nazmiye Demirel’in babası Murat Şener’e devredecektir. Şener 1963 yılına kadar başkanlığı devam ettirmiş ve tekrar Yahya Demirel’e bırakmıştır. İslamköy’ün 1968 sonrası Belediye Başkanı kayınbiraderi Rıza Güneş olmuştur.11 Ailenin aktif siyasete ilgisi Demirel’in üzerinde de etkili olmuştur. Ailenin aktif siyaset ile ilgilendiği zamanlar Demirel’in de bürokraside etkili kademelerde olduğu yıllara rastlamaktadır. Demirel baba Yahya Demirel’in İslamköy Belediye Başkanlığı’nı yürüttüğü yıllarda Demokrat Parti’nin yönetiminde hızla ilerleyen bir bürokrat olarak DSİ Genel Müdürlüğü makamında bulunuyordu. Bu sebeple Demirel siyasete bir koldan yakındır. Yerel düzeyde siyaset yapan aileye mensup olması halka daha yakın olduğunu göstermektedir. Özellikle Demokrat Parti döneminde yerel halkın sorunlarının ve taleplerinin merkeze aktarılmasında oluşan gelişmeler yerel siyasetin önemini Demirel’e çok daha yakından göstermiştir. Ancak Demirel’in hedefleri çok daha büyüktü.

8 Nimet Arzık, Demirel’in İçi Dışı, s.32. 9 Hulusi Turgut, Demirel’in Dünyası, s.44. 10 Hulusi Turgut, Demirel’in Dünyası, s.31. 11 Hulusi Turgut, Demirel’in Dünyası, s.279.

(12)

Süleyman Demirel’in çocukluk yılları yeni kurulan bir Cumhuriyet’in zor günlerine rastlamaktaydı. Anadolu, art arda iki büyük savaşa asker vermiş, sosyal ve ekonomik açıdan zor günler yaşıyordu. Demirel 1930’lu yılları “...bizim kişiliğimizin

oluşmasında, mesleki kişiliğimizin oluşmasında, bu mesleği icra edişimizde ve daha sonra siyasetin bizi bulmasında veya bizim siyasetin içine girmemizde önemli tesiri vardır.” sözleri ile tanımlamaktadır.12 Bu nedenledir ki, Süleyman Demirel’in çocukluğuna ait anıları anlatırken Türkiye’nin o dönemki zor koşullarının altını bir çok defa çizmiştir. Demirel’in çocukluğuna isabet eden o yıllarda medeniyet ölçüsü olarak kabul edilen elektrik ve suyun kırsalda olmaması, köylünün fakir, kasabaların küçük ve yetersiz oluşu onu yakından etkilemiştir.

Demirel’in okula başladığı 1930’lar dünya konjonktürü açısından da hareketli bir dönemdi. 1929 ekonomik buhranı yaşanmakta, Avrupa’da büyük devletlerin siyasal rejimlerini değiştirerek liderler zafer kazanmaktaydı. Türkiye ise ulusallaşma sürecinde Türk devriminin temellerini güçlendirmeye çalışıyordu. Bu yıllar kılık kıyafetten, ölçü birimlerine, alfabeden eğitime kadar uzanan bir ulusun inşasına tanıklık eden yıllardı. Demirel değişimi bir yandan hızla benimseyen, bir yandan da direnen toplumun içerisinde büyüyordu.

Süleyman Demirel ilkokula İslamköy’de gitmiştir. İlkokulu bitirdiği yıllarda köyde ortaokul yoktu. Aile içindeki muhalefete rağmen babasının ve öğretmenlerinin etkisiyle verilen karar sonrası Demirel eğitimini Isparta’da devam edecekti. Okul yıllarında her öğrenci gibi onunda etkilendiği bir öğretmen vardı. Hilmi Dilmen, Demirel’in anılarında onu “Avrupa” ve “Milliyetçilik” düşünceleri ile ilk defa tanıştıran adam olarak geçmektedir. Ortaokul eğitimi devam ederken aynı zamanda devlet parasız yatılı imtihanlarına hazırlanıyordu. Henüz ortaokulda ailesinin yanından ayrılan Demirel bu imtihanı kazanmış, öğrenimine Muğla Lisesi’nde devam edeceği kendisine bildirilmişti. Süleyman ile üç arkadaşı da bu sınavı kazanmış, onların da kurası Muğla’ya çıkmıştı. Artık Süleyman ailesinden daha da

12 Tanju Cılızoğlu, Zincirbozan’dan Bu Güne Demokrasi Mücadelesinde Demirel, İstanbul, Matay

(13)

uzakta olacak, “devlet hesabına” okuyacak ve ailesine yük olmayacaktı. Bu yılları Süleyman Demirel “Ben köye başarısız dönemezdim. Ailem tırnağı ile sağladığını

bana yolluyordu. Sorumluluk duygum çoktu. Koy ver gitsin diyen bir adam değilim. Hiç demedim ömrümde. İçimde dünyayı kucaklayıp kaldırmayı öğrenmiştim. Geri çekilip yeniden meselenin üzerine varmayı bilirim. Kararlılığımı yitirmem.” sözleri

ile anlatmaktadır.13 Demirel’in çocukluk yıllarını anlatan bu söylemleri ile siyasal yaşamı boyunca gözlemlenen azim ve kararlılığının çocukluk yıllarında şekillendiğini açıkça görebilmekteyiz.

İlerleyen süreçte Muğla lisesinden Afyon Lisesi’ne nakil olmuştur. Lise dönemi boyunca Demirel yazları köyüne dönmekte ve babası ile kardeşleriyle çalışmaktaydı. Eğitim döneminde köyünden uzak kalması onu köy yaşantısından koparmıyordu. Çocukluğu ve gençliği boyunca köyü ile sürdürdüğü bu ilişki, Cumhuriyet’in ilk yıllarında ülke çapında yaşanan değişimleri hem kent hem de köy bağlamında gözlemlemesine olanak tanımıştır. Demirel’in lise yılları Mustafa Kemal Atatürk’ün ölümü ile Türkiye’nin milli şef İsmet İnönü liderliği ile tanışmasına rastlamaktaydı.

Demirel 1941 yılında liseyi bitirirken Türkiye, hala tek parti ile yönetilen ve Türkiye’yi savaşın dışında tutmaya çalışan kadroların etkin olduğu bir ülkeydi. Demirel’in lise sonrası hedefi “Mühendislik Mektebi”ydi. Sınavları kazanmasını “Biri bendim... Evet...Yanlış kaderin birinci kefesi yırtılmıştı. En sert dokudan olanı,

mezar taşı gibi..” sözleri ile anlatmaktaydı. Isparta, Muğla ve Afyon gibi Türkiye’nin

farklı kentlerindeki deneyimlerinin ardından Demirel artık Türkiye’nin en büyük kentindeydi. 1941 yılında “Yüksek Mühendis Mektebi”ne başlamıştı. (1945 yılında İstanbul Teknik Üniversitesi olmuştur.) Demirel öncelikle Mühendislik Mektebi’nin Makine Fakültesi’nde başlamış ancak daha sonra İnşaat Fakültesi’ne geçiş yapmıştır. Üniversite yıllarında Beyoğlu’na yürüme mesafesinde okulun Gümüşsuyu’ndaki pansiyonunda kalmaktaydı. Yetiştiği ortamdan çok farklı özellikler sergileyen İstanbul’un en hareketli köşesiyle tanışmıştı. Fakat Demirel İstanbul ile ilişkisini, hep

(14)

çok çalıştığını aktararak; “Evet, İstanbul’a fazla bir temasım olmadı. Onu çok

uzaklarda bir ışık gibi görmüştüm önceden. Daha sonra bir yere varmak için merdiven saymıştım... Beş yüz metre ötedeki Beyoğlu’na akşamleyin inmemiştim, pek çok kişi inmezdi. Muayyen saatte yatar, muayyen saatte kalkardık.” diye

anlatmaktadır. Demirel’in bürokrasi ve siyasi kariyeri açısından en önemli faaliyeti üniversite yıllarında haftada üç gün Berlitz lisan kursuna gitmesi ve ingilizce öğrenmesidir. “İngilizce bilirdim okulu bitirirken. Aslında liselerde ingilizce

öğrenmek mümkün değildi. Üniversitelerde de mümkün değildi; ama bir yerden sonra çağın gelişine baktım. Lisan çok büyük bir pencere olacaktı.” sözleri lisan

öğrenimine bilinçli olarak yöneldiğini ve konuda kendisini geliştirdiğini göstermiştir.14

Demirel 2. Dünya Savaşı’na rastlayan üniversite yıllarının, kendisine mühendislik bilgisinin yanında, düşünce yapısında da pek çok değişiklik yaşattığının farkındadır. “Doğu ile Batı’yı ayıran hususlardan birisi hadiselere yaklaşma tarzıdır.

Batı sebepten neticeye gider. Yani sebepleri alır, tahlil eder, terkip eder, neticeyi orada çıkarır. Doğu neticeyi farz eder, ona sebep arar. Biz sebepten neticeye giden bu düşünce tarzını formasyonumuzun bir parçası yaptık. Ben hiç bir meselede peşin hükümlü hareket etmem. Zaten “Bu böyledir” deyip çıkmam. “Bana öyle geliyor ki...” diyerek bir şey vaat etmem. Her hadisede ona tesir eden faktörleri ararım, incelerim ondan netice çıkarırım. Bu insanın yanlış karar vermesi, yanlı hareket etmesini, çok kere önler.” açıklaması bize her konuda çok şey anlatmaktadır. Siyasi

delegelikten, reis-i cumhurluk makamına giden bu yolda zincirin ilk halkasıdır. Hatta başbakanlık ve cumhurbaşkanlığı dönemindeki dış politika fikirlerinin ve uygulamalarının bir özü niteliğindedir.

Üniversite yıllarının Demirel üzerindeki bir diğer etkisi ise, İslamcı ve Türkçü gruplar ile kurduğu ilişki olmuştur. Demirel; Necmettin Erbakan, Turgut ve Korkut Özel gibi isimlerle bu dönem tanışmıştır. Ancak bu grupların sadık ve ayrılmaz üyesi değildir. Üniversite yılları devam ederken yaz tatillerinde İslamköy’e

(15)

gelmeyi ihmal etmemektedir. Son iki yaz tatilini çalışarak geçirmiştir. Bu yaz tatillerinde ilk olarak Isparta Devlet Hastanesi inşaatında çalışmıştır. Daha sonra okulda ek bir dersin konulması ve bu dersi boykot etmeleri nedeniyle okulun uzadığı dönemde dersi takip etmeyerek çalışmaya hayatına devam etmiş, Burdur’un Bucak ilçesinde bir inşaatı tesisinde çalışmıştır.

Diplomasını beklediği bu ara dönemde Demirel, hayatının bir diğer dönüm noktalarından birini geçirmiş, yedi yıl önce nişanlandığı akraba aileden olan Nazmiye Şener ile 1948 Aralık ayında evlenmiştir. Demirel evlendikten kısa süre sonra 1949 Şubat’ında İstanbul Teknik Üniversitesi’nden mezun olmuş, diplomasını almıştır. Bu köy genci kendisi için zoru başarmıştır. Ailesine yük olmadan okumuş, mühendislik diplomasına sahip olmuş, gönlünce bir izdivaç da yapmıştır. Bütün bunları 25 yılın içine sığdırmıştır.

1.1. Bürokrasi’den Aktif Siyasete Giden Yol

Demirel İstanbul’da ilk olarak Su ve Kanalizasyon İdaresi’nde işe başlamıştır. Kısa süre sonra parasız yatılı okumasının karşılığı olarak devlet memurluğuna geçmiş ve Elektrik İşleri Etüt Dairesi’nde göreve başlamıştır. Sarıyer barajının yol projeleri üzerinde çalıştıktan sonra Gediz Havzasının düzenlenmesi ile ilgili bir projede görevlendirilmiştir. Bu proje ABD ortaklı gerçekleşmekte olup, Demirel’in hayatının bir diğer en önemli dönüm noktasından bir tanesi haline gelecekti. Gediz’deki çalışmalar devam ederken, Demirel enerji ve sulama konularında eğitim görmek üzere ABD’ye gönderilmiş, burada 1 yıl süreyle kalmıştır. Demirel’in iyi İngilizce bilmesi ve proje döneminde ABD’li mühendisler ile kurduğu ilişkiler ABD’ye gidişine neden olmuştur. Genç bir mühendis olduğu bu dönemde ABD ile tanışması, Demirel’in hedefleri, görüşleri ve ileride alacağı kritik kararları üzerinde önemli etkili sağladığını düşünebiliriz.

ABD dönüşünde Seyhan Barajı projesinde çalışmaya başlayan Demirel Adana’ya giderken ilk defa yanına Nazmiye Demirel’i de aldığı gözlemlenmektedir.

(16)

Adana’daki görevinin ardından Ankara’ya geri çağırılan genç mühendis proje mühendisi olarak görev yapmaya başlamış, bir süre sonra “Seyhan Bürosu” isimli ve Demirköprü, Kemer ve Hirfanlı barajlarının yapımından sorumlu dairenin başına getirilmiştir. Bu daire 1954 yılında “Barajlar Dairesi Reisliği” olarak yapılandırılmıştır.

Demirel bürokratik kariyerinin ilk yıllarında başarılı bir grafik izlemiştir. Kısa süre sonra Demirel ABD başkanı Eisenhower adı verilen bir bursla 1954 yılında tekrar ABD’ye gitmiştir. Bu gezi on ay sürmüş ve bir önceki ABD gezisinde eşlik edemeyen Nazmiye Demirel’de kendisine eşlik etmiştir. Demirel ABD dönüşü Ulaştırma Bakanı’nın girişimiyle 1955’te Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü’ne getirilmiştir. Genç bir kişinin genel müdürlüğe gelmesi DSİ içinde sorun oluşturmuştur. Ancak Demirel bürokratlarla tek tek görüşerek çoğunu ikna etmeyi başarmıştır. Demirel genel müdürlük yaptığı dönemde DSİ’de disiplinler arası bir çalışma ortamı oluşturmuş, teknik ve sosyal bilimlerin bir çok alanından uzman bir araya getirmiştir. DSİ’ye getirdiği yenilikler arasında sadece elektrik üretimi ve sulama yoktur. Demirel 1959 Temmuz ayında DSİ’nin bülteninde, “Esasen çok

şömullu olan DSİ Umum Müdürlüğü’nün hizmet mecmuasına, Türk insanının alın teri şeklinde tecelli edecek olan temiz ve bol içme suyu davasını da ilave etmek iktiza ediyor. Çamurla karışık sarı renkli kurtlu su yerine, berrak ve temiz su” cümlesi

yazmaktadır.15 Demirel’in bu konuya duyduğu ilgi hem büyüdüğü coğrafyadan hem de Demokrat Parti döneminde temsil etme iddiası olunan kesimlerin somut ihtiyaçlarını karşılama gayreti ile birlikte düşünülebilir.

Demirel’in mühendislik yaptığı dönemde üstlendiği görevlerin onun siyasi kariyerine etkisi büyüktür. Bu görevi ile ilgili “O görevi çok zevkle yapmışımdır. Çok

büyük ve güzel bir görevdir. O görevi yaparken, Türkiye’yi çok iyi tanımışımdır. Hem Türkiye’nin coğrafyasını, hem tabi kaynaklarını hem insanını tanımışımdır.”

demiştir.16 Ayrıca Demirel’in bürokratlığı döneminde Başbakan Menderes ile yurt

15 Hulusi Turgut, GAP ve Demirel, ABC Ajansı Yayınları, İstanbul, 2000, s.53. 16 Hulusi Turgut, Demirel’in Dünyası, s.128.

(17)

gezilerinde, Bakanlar Kurulu toplantılarında defalarca bir araya geldiği görülmektedir. Hatta bu yıllarda Süleyman Demirel Menderes’in dikkatini yeterince çekmeyi başabilmiş, Menderes Demirel’i kastederek “bu çocuğa dikkat edin,

geleceğin başbakanıdır” söylemini kullanmıştır.

Demirel’e DSİ Genel Müdürlüğü’nün getirdiği bir diğer katkı ise Ankara’nın yönetici eliti ile iyi ilişkiler kurması olmuştur. Demirel genel müdürlüğü boyunca Ankara bürokrasisi sosyal yaşantısının bir parçası olmuştur. Demirel’in ve arkadaşlarının anılarında Karpiç gibi siyasetten sanata kadar geniş bir çevreye ev sahipliği yapan mekanlara gittiği; tiyatro ve sinema gibi etkinlikleri yakından izlediği görülmektedir.17 DSİ Genel Müdürlüğü görevi sırasında DSİ’nin Ankara’daki salonunda “şiir geceleri” düzenlemiş ve bu şiir gecelerinin çoğuna kendisi de katılmıştır.

Demirel’in kariyerindeki bu hızlı yükseliş süreci birçok kişi tarafından farklı nedenlere bağlı olarak açıklanmaya çalışılmıştır. En başta mason olmasından kaynaklanan ilişkileri kullanmış olduğu iddia edilmiştir. Diğer bir iddia ise Menderes’in bakanlarından Tevfik İleri ile yakın ilişkisi olmasından ileri gelmiştir. Her iki görüşünde doğru olması muhtemeldir. Bütün iddialara rağmen Demirel’in diğer isimler arasından sivrilmesinin kuşkusuz en önemli nedeni çalışkanlığı ve yaptığı işe verdiği önemdir. Mühendisliğe başladığı günden itibaren üstlendiği her projede başarılıdır. ABD ile ilişkilerin etkili olduğu bu süreçte özellikle bildiği İngilizce’nin de yardımı ile edindiği yurtdışı gözlemlerinin de çalışmalarında ufkunu genişletmesine yardımcı olmuştur.

Demirel DSİ Genel Müdürü olarak İspanya’da toplantıda iken 27 Mayıs’ta askerler yönetime el olmuştur. Demirel toplantı dönüşü görevinden istifa etmiştir. 27 Mayıs döneminde DP iktidarının bürokratı olarak bir çok soruşturma geçitmiştir. Bu soruşturmaların Demirel’in DP iktidarıyla bağlarını ve daha sonra aynı çizgide vereceği siyasal mücadele açısından kuvvetlendirdiği söylenebilir.

(18)

Demirel DSİ Genel Müdürlüğü görevini yürüttüğü sırada bağlı bulunduğu Bayındırlık Bakanlığı’ndan Milli Savunma Bakanlığı’na yapılan başvuru üzerine Milli Savunma Müsteşarı Fahri Özdilek tarafından ertelenen askerliği bu dönemde bir diğer sorun olarak karşısına çıkmıştır. 27 Mayıs Başbakanlık müstearı görevini üstlenmiş olan Türkeş anılarında, asker kaçağı suçlaması ile askeri mahkemeye verilen Demirel’in beraatinde ve askere alınmasında rolü olduğunu anlatmaktadır.18 Türkeş müsteşarlık görevini yürütürken DSİ’de çalışmakta olan çok sevdiği bir asteğmeni tarafından ziyaret edilmiştir. Bu asteğmen kendisinden henüz askerliğini yapmamış genel müdürü için yardım istemiştir. Türkeş daha sonraki yıllarda bu olay ile ilgili olarak Merkez Komutanlığına emir verdiğini ve Demirel’in serbest bıraktırdığını anlatmıştır.19 Demirel kendisine gösterilen güvene uygun davranmış ve serbest kaldıktan hemen sonra askerlik görevini yapmak için başvurmuştur. Yedek Subay Okulu’nu bitirdikten sonra Demirel askerliğini Devlet Planlama Teşkilatı’nda (DPT) yapmıştır. Demirel asteğmen olarak DPT’de görev yaptığı sırada Adalet Partisi’ni kuruluşu ile “vaktin ve imkanların, kartların müsaadesi ile ilgilendiğini” söylemiştir.20

Demirel 1962 yılında terhis olur ve müteahhitlik yapmaya başlamıştır. Kardeşleri ve kayınpederi Murat Şener ile ticaret ve inşaat sektöründe faaliyet göstermeye başlamıştır. Demirel’in siyasi kariyerinin başladığı bu dönem aynı zamanda kurduğu işi başarılı biçimde yürüttüğü ve birçok inşaat ihalesini kazandığı dönem olacaktır. Ayrıca bu dönemde 27 Mayıs öncesinde yürüttüğü göreviyle ilgili yazılar yazmaya devam etmekte ve bu yazılarda ülkenin kalkınması için gerekliliğine inandığı projelerin yanı sıra siyasi fikirlerini de ortaya koymaktadır. 1962 yılı mali bütçesinde yeniden gündeme gelen ve tartışılan Keban Barajı tartışmalarına gazetelerde yazdığı cevaplar ile katılması örnek verilebilir.21 Demirel bu yazılarında Keban Barajı ve santralleriyle ilgili geniş açıklamalar yapmış ve inşaatının hemen

18 Hulusi Turgut, Türkeş’in Anıları Şahinlerin Dansı, ABC Ajansı Yayınları, İstanbul, 1995,

s.263-269.

19 Hulusi Turgut, a.g.e., s.270.

20 Hulusi Turgut, Güniz Sokağı Demirel’in Dünyası, ABC Ajansı Yayınları, İstanbul, 1987, s.64. 21 Hulusi Turgut, GAP ve Demirel, s.71.

(19)

başlamasını savunmuştur. Aynı zamanda bu dönemde Demirel Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nde (ODTÜ) ders vermeye başlamıştır.

1.2. Siyasette Emin Adımlar: Delegelikten Başbakanlığa

Süleyman Demirel siyaseti, “Benim için siyaset, ülkeye manevi, maddi moral

bakımından hizmetin bir adıdır. Tabi ki siyaset, başlı başına sanattır. Okulu yoktur, kitabı yoktur.Zamanla öğrenilir. Kişinin şahsi kabiliyetine bağlıdır. İnsanları sevebilmek kolay bir şey değildir. Çünkü siyasetin içinde düş kırıklıkları vardır, inkisarlar vardır. Düş kırıklıkları meydana geldiği vakit, insanlardan kopmamak lazımdır. Ve Türkiye gibi henüz siyasetin şartlarını, temel şartlarını oturtamamış idarenin, çoklu demokrasinin şartlarını yerleştirememiş bir memlekette, neyin doğru neyin yanlış olduğunun zaman zaman karşılığı umutsuz, düş kırıklığı kaçınılmazdır.”

biçiminde anlatmaktadır. Bu görüşler aynı zamanda Türkiye’nin siyasal kültürünün düzeyini anlatan bir özettir. 27 Mayıs sonrası ülkenin çok partili demokrasisinin şartlarını yerleştiremediği gözlemi, Demirel’in siyasal yaşamında yaşadığı kesintilerinde açıklaması niteliğindedir. Demirel, “Hiçbir zaman bulamazsınız

siyasette umduğunuzu. Sadece, sizi tatmin edecek olan o koyduğunuz hedefe, ortaya koyduğunuz davaya, ortaya koyduğunuz yöntemlerle yürüyebiliyor musunuz? O hedefe, o davaya ulaşmak fevkalade güçtür ama istikametiniz doğru mu, yoksa istikametinizden sapmış mısınız?” sözleri ile siyaseti bir mücadele olarak algıladığını

göstermektedir.22 Demirel’in siyasi hayatı çok partili demokrasiye geçişin benimsenmesi noktasında önem kazanmaktadır.

Demirel’in uzun yıllar liderlik yapacağı Adalet Partisi 1960 darbesinden sonra; sanayileşmeye yönelmiş, ekonomik bağlantıları daha güçlü ve toplumun demokratikleşme isteğinin arttığı bir Türkiye’de Demokrat Parti tabanına yönelik olarak 11 Şubat 1961’de kurulmuştur.23 Adalet Partisi ile birlikte DP mirasına sahip

22 Hulusi Turgut, Demirel’in Dünyası, s.264.

23 Tevfik Çavdar, “Adalet Partisi”, Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, Cilt 8, İstanbul,

(20)

çıkma iddiasında bulunan iki parti daha vardı. Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi (CKMP) ve Yeni Türkiye Partisi (YTP). 27 Mayıs sonrasında emekli edilen Orgeneral Ragıp Gümüşpala Adalet Partisinin kurucu genel başkanı görevindedir. Ragıp Gümüşpala’nın emekli orgeneral oluşu Adalet Partisi’nin özellikle kuruluş döneminde ordu ile iyi ilişkiler kurmasında olumlu katkılar sağlamıştır. Adalet Partisi kuruluş sürecinde, içinde aşırı sağ, emekli general, liberaller gibi birbirinden farklı birçok grubu barındırmaktadır. Resmi olarak bakıldığında 11 parti kurucusunun dördünün Demokrat Parti ile bağlantısı vardır. AP’nin hem yerel hem de ulusal düzeyde siyaset yapan kadrolarının genellikle DP geleneğine dayanan siyasal geçmişleri mevcuttur. AP milletvekillerinin 1961 seçimlerindeki yaş ortalamasının 41 olduğu göz önüne alındığında, siyasal kariyer başlangıç dönemlerinin temsil etme iddiasında oldukları kesimin CHP’ye karşı DP’yi destekledikleri görülmektedir.

Adalet Partisi’nin ilk programı DP’nin programının yeni anayasaya uygun hale getirilmiş hali olarak nitelendirilebilir.24 Adalet Partisinin DP’nin mirasçısı olma çabasını siyasetin her alanında uzun bir süre vurgulamıştır. 1980’li yıllara yaklaşıldığında Türkiye’de sağın bölünmüşlüğü AP’nin DP ile bağını daha da vurgulamasına neden olmuştur. Demirel, 1980 yılında bir konuşmasına DP ile başlamakta “... Adalet Partisi Demokrat Parti’nin ta kendisidir.” sözlerini içeren bir konuşma yapmaktadır.25

Adalet Partisi’nin katıldığı ilk genel seçimlerde genel başkanı Emekli General Ragıp Gümüşpala’dır. Parti 1961 seçimlerinde %34,8 oy almıştır. Cumhuriyet Halk Partisi oy oranı %36,7, Yeni Türkiye Partisi %13,9 ve Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi oy oranı ise %13,7’dir. Bu seçim DP’nin darbe sonrası oyları açısından yükseldiği anlamına gelmektedir. Seçim sonuçları askerin sağ partilere yönelik tutumundan kaynaklı olarak gerçekleştiği düşünülebilir. 1961 seçimleri sonrasında

24 Tevfik Çavdar, Türkiye’nin Demokrasi Tarihi, Ankara, İmge Yayınları, 2000, s. 120.

25 Adalet Partisi Genel Başkanı ve Başbakan Süleyman Demirel’in Adalet Partisi’nin 20. kuruluş

yıldönümü vesilesi ile Adalet Partisi Temsilciler Meclisinde yaptığı konuşmanın özeti, 11 Şubat 1980, Ankara, s.5.

(21)

tartışmalı bir süreç başlayacak Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel hükümet kurma görevini İsmet İnönü’ye vermiştir. İnönü koalisyon ortaklığını Adalet Partisi’ne önermesiyle oluşan birlikteliğin Adalet Partisi açısından olumlu getirileri olmuştur. Bu koalisyonun bir diğer önemi; ordu tarafından DP mirasçısı partilere bakış açısının azda olsa değişmiş olmasıdır.

Süleyman Demirel Türk siyasal yaşamında bu gelişmeler yaşanırken Isparta Delegesi olarak katıldığı 30 Kasım 1962’de toplanan Adalet Partisi’nin I. Büyük Kongresinde “Genel İdare Kurulu Üyesi” seçilmiştir. Hemen ardından toplanan Temsilciler Meclisi’nde teşkilat işlerine bakan Genel Başkan Yardımcılığına getirilmiş, aynı Meclis Saadettin Bilgiç’i de seçim işlerine bakan Genel Başkan Yardımcılığına geçmiştir. Propaganda işlerine bakan Genel Başkan Yardımcılığına ise Ertuğrul Akça getirilmiştir. Bilgiç anılarında Adalet Partisi Kongresi’ni anlatırken Demirel ile ilgili masonluk iddialarını da ilk olarak bu kongrede gündeme geldiğini söylemektedir.

Adalet Partisi’nin I. Büyük Kongresi’nde en yüksek oyla genel kurula seçilen Demirel’in Genel Başkan Yardımcılığı siyasi kariyerinde elde ettiği ilk büyük başarıdır. Demokrat Parti dönemindeki bürokrat kariyeri, DP’nin devamı niteliğini taşıyan bir partide bu başarılı sonucu elde etmesinde etkili olmuştur. Ayrıca Demirel’in toplumsal kökenin getirdiği zorlukları yaşamasına rağmen başarılı eğitim hayatı ve yurtdışı deneyimleri, gelecek vaat eden bir yönetici olarak görülmesinde etkilidir.

Süleyman Demirel’in siyasi kariyerinin başladığı bu günlerde önemli tartışmalardan bir tanesi Yassı ada hükümlülerinin affı konusudur. Bu süreçte cezaevinde tedavisi gerçekleştirilemeyen Celal Bayar’ın altı ay tahliyeleri öngörülecektir. Bayar 22 Mart 1963’te tahliye edilir. Demirel başkanlığında toplanan Genel İdare Kurulu’nun aldığı kararla 24 Mart 1963’te Celal Bayar’a geçmiş olsun ziyareti düzenlediği anlatılmaktadır.26 Bayar’ın tahliyesi AP Genel Merkezi’nin

(22)

taşlanmasına kadar uzanan bir takım protestolara neden oldu. Gösteriler ve protestolar birbirini artarak izledi. AP Genel Merkezinde olan bu olaylar süreci Demirel’in istifasına kadar sürükleyecekti. Bu istifa Demirel’in siyasi hayatında büyük eleştiri konusu olacaktı. Turgut anılarında Demirel’i Saadettin Bilgiç ile birlikte binayı terk den en son üç kişi içerisinde olduğundan bahsetmektedir. Ardından bu üç kişi Demirel’in evine vardıklarında Demirel uzun bir süre düşündükte sonra şöyle devam etmektedir; “Bu iş burada bitmiştir. Bu memlekette bu

şartlar altında politika yapılmaz. Bu işi hemen hep beraber bitirelim.. Bu şartlar altında ayrılmaktan başka bir yol göremiyorum. Sizler ile biz eski arkadaşız ve kara gün dostuyuz. Hep beraber çekilirsek daha iyi olur. Eğer arkadaşlarım çekilmezse yollarımız ayrılıyor demektir. Çünkü ben kararlıyım.” dediği iddia edilmektedir.27

Adalet Partisi Haziran 1964’te yapılacak Cumhuriyet Senatosu kısmi yenileme seçimlerinin çalışmaları ile uğraşırken Genel Başkan Gümüşpala vefat etti. Fakat Gümüşpala’nın ölümü seçimler üzerinde olumsuz etki yapmadı. AP seçimlerde %50 oy aldı. Ragıp Gümüşpala’nın ölümü AP içerisinde liderlik mücadelesini başlatmıştı. Genel Başkanlık için ismi geçen kişiler Süleyman Demirel, İhsan Sabri Çağlayangil, Seyfi Kurtbek, Ali Fuad Başgil ve Tarık Arıburnu’dur. Ancak parti içerisindeki en önemli kişi de Saadettin Bilgiç’tir. Demirel adaylık için uzun süre tereddütte kaldıysa da adaylığını 7 Kasım tarihinde Ankara İl Kongresi’nde kamuoyuna resmen açıkladı. Demirel dışında Saadettin Bilgiç, Tarık Arıburnu, Ali Fuad Başgil de genel başkan adaylıklarını açıkladılar. Bu dönemde seçilecek kişi sadece genel başkan değil başbakan da olacaktır. Bu nedenle AP hassas ve önemli bir karar vermekteydi. İlk başta Saadettin Bilgiç avantajlı durumdaydı. Demirel’in bürokrasi dönemindeki başarıları onu insanların gözünde daha da değerlendiriyordu.

Adalet Partisi Genel Başkan seçimine yönelik oylamada 1697 delege oy kullanmıştır. Süleyman Demirel oyların 1072’sini alarak bu zorlu seçimi kazanmıştır. Saadettin Bilgiç 522, Tarık Arıburnu 39, Ali Fuad Başgil ise 4 oy almıştır. Bu seçimin Türk siyasi hayatı açısından önemi büyüktür, ilk defa bir siyasi parti

(23)

Kongresi’nde delegelerin seçimi ile bir parti genel başkanı göreve gelmiştir. Demirel girdiği bu başkanlık mücadelesinde, Adalet Partisi’nin desteğini almaya çalıştığı görüşlerin büyük çoğunluğu tatmin ettiği görülmektedir. Bu özelliğini siyasal kariyerinin ilerleyen yıllarında da göstermiştir. Bu dönemde üzerinde durulması gereken önemli bir husus vardır. Demirel genel başkan seçilmiştir ancak milletvekili değildir. Bu nedenle başbakan olamamıştır. Bu süreçte başbakan yardımcısı olarak görev almıştır. Kısa süre bu görevinde ilgi alanı olarak sulama ve elektrik projeleri başlatma imkanı bulmuştur. Bu projelerden biri olan Keban projesi seçime gidilirken AP’nin seçim bildirgesindeki vaatlerinden bir tanesi olacaktır.

1965 genel seçimleri Süleyman Demirel’in Adalet Partisi Genel Başkanlığı koltuğuna oturduktan sonraki ilk seçimidir. Demirel seçim çalışmalarını Demokrat Parti’nin 1954 ve 1957 seçimlerindeki örneği gibi Erzurum’dan başlatmıştır. 1965 seçim propagandalarında AP’ye iktidar verilmeyeceği şeklinde söylentiler üzerinde durmuştur. Bu tutum 27 Mayıs anılarının taze olduğu bu dönemde seçimlerde AP’nin lehine sonuç getireceği ve AP DP arasındaki bağı güçlendirdiği söylenebilir. 1965 seçimlerinde milli bakiye sistemi uygulanmış ve birçok partinin mecliste temsili söz konusu olmuştur. 450 milletvekiline sahip mecliste, AP 240, CHP 134, MP 31, YTP 15, CKMP ise 11 vekille temsil ediliyordu. AP beklentisinin üzerinde bir oy almıştır. Bunun sonucunda Cumhurbaşkanı Gürsel, AP Genel Başkanı Süleyman Demirel’i Cumhurbaşkanlığı köşküne çağırarak 24 Ekim 1965’te Başbakanlık görevini vermiştir. 27 Ekim 1965’te Demirel’in ilk hükümetini kurduğu liste Cumhurbaşkanı tarafından onaylandı. 1965-1971 yılları arasında Adalet Partisi tek başına iktidar olacak ve bu dönemde Süleyman Demirel başbakanlık görevinde bulunacaktı. Bu süreç boyunca Demirel parti içerisinde büyük sorunlar yaşayacak bu da siyasi platformu etkileyecekti. Hatta bu gerilim zaman zaman çok daha fazla artacak, muhalifler kabineye “kırmızı oy” vereceklerini söylemişlerdi.

(24)

2.

DEMİREL’İN AKTİF SİYASET DÖNEMİ TÜRK DIŞ

POLİTİKASI

Demirel’in aktif siyaset dönemi bilindiği üzere çok uzun bir süreci kapsamaktadır. Şöyle ki Demirel, 1965’te Başbakan olduğu günden 1993’te Cumhurbaşkanı olduğu güne kadar ortalama 20 yıl boyunca (1980 – 1987 arası siyasi yasaklı olduğu dönem hariç) aktif siyasetin içinde yer almış, bu 20 yılın 12 yılını Başbakan olarak geçirmiştir. Ancak bu yıllar arasında Demirel’in görüşlerinin dış politikaya yansımalarını tek başına iktidar olduğu dönem olan 1965 – 1971 yılları arasında görebilmekteyiz. Süleyman Demirel 1975 – 1977 yılları arasında 1. Milliyetçi Cephe koalisyon hükümetinin, 1977 – 1978 yılları arasında 2. Milliyetçi Cephe koalisyon hükümetinin, 1979 – 1980 yılları arasında kurulan hükümetin Başbakanlık görevini yürütmüştür.

12 Eylül 1980 Askeri Darbesinin ardından Demirel’in 10 yıl süre ile siyaset yapması yasaklanmış, 1987’de yapılan referandum sonucu siyasi yasakların kalkması ile siyasi hayata dönmüştür. Siyasi hayata geri dönmesinin ardından Zincirbozan yıllarında temelini atmış olduğu Doğru Yol Partisi Genel Başkanlığı’na seçilmiştir. Süleyman Demirel Genel Başkanlığa gelmesi ile birlikte 1991 yılı erken seçimleri sonrasında DYP – SHP koalisyonundan oluşan 49. hükümetin Başbakanı olmuştur.

Bu bölümde Süleyman Demirel’in aktif siyaset dönemi dış politika uygulamaları incelenecektir. Ancak 1960 Askeri Darbesi’nin ardından 1965’e kadar yaşanan olayların Süleyman Demirel’in dış politika uygulamalarını etkilediği değerlendirildiğinden öncelikle darbenin gölgesinde yaşanan dış politika gelişmelerini irdelemek gerekir.

(25)

2.1. Darbenin Gölgesinde Türk Dış Politikası (1960 – 1965)

1960’lı yıllar genel iç ve dış politika değerlendirildiğinde; darbenin ardından ordunun politik alanda vasilik üstlendiği, diğer bir ifade ile politik alanı sürekli denetim altında tuttuğu dönemler “vesayet demokrasisi” olarak tanımlanmaktadır.28

Askeri rejim fiili olarak 1961 seçimlerinde yerini sivil iktidara bırakmış olsa da, bu tarihten sonra ordu hangi partinin hükümet kuracağını belirlediği gibi siyasi partilerde ordunun çizdiği eksende faaliyet göstermişlerdir. Mart 1962’de çıkartılan 38 sayılı kanunun ise ordunun faaliyetlerinden dolayı eleştirilmesini yasaklamış olmakla ordunun siyasal alanı etkileme otoritesini sağlamlaştırmıştır.

Bir çok araştırmacıya göre, 1964 Johnson Mektubu Türkiye’ye yerleşen tek yönlü dış politikanın problemlerini açık bir şekilde göstermiş olsa da, bu olay daha geniş açıdan değerlendirildiğinde anlamlıdır. Sovyetler Birliği’nin ABD’nin hemen yanı başında yer alan Küba’ya orta menzilli füzeler yerleştirmesi Washington tarafından kabul edilemez bir durum olmuş, Sovyetler Birliği ile yapılan karşılıklı pazarlıkla bu füzelerin yerleştirilmemesi karşısında ABD’nin Türkiye’deki Jüpiter füzelerini kaldırması konusunda anlaşmaya varılmıştır. Bu gelişme, dönemin dış politika yapımcıları arasında ABD’nin kendi güvenlik ve çıkarları doğrultusunda Türkiye’yi Sovyetler Birliği karşısında yalnız bırakabileceği düşüncesini tetikleyen bir gelişme olması sebebiyle çok önemliydi.29 Dolayısıyla ülkenin güvenliğini tek

başına ABD’ye endekslememenin problemli bir dış politika tercihi olduğu fikri Türkiye’de gelişen sol hareketin katkısıyla önemli bir karşılık bulmaya başlamıştır.

Bu fikri destekleyen bir başka gelişme ise 1964’te Kıbrıs’a müdahale kararı alınmasının devamında ABD Başkanı Johnson’un İnönü’ye gönderdiği mektup olmuştur. Mektupta olayı çatışma durumunda Sovyetler Birliği karşısında Türkiye’nin savunulmayabileceği belirtiliyordu. İçinde geçen bu ve bundan başka bir çok sert ifadeler nedeniyle mektup, dış politika yapımcıları için Türkiye’nin ulusal

28 Feroz Ahmad, Demokrasi Sürecinde Türkiye 1945-1980, Hill Yayınları, İstanbul, 2010, s. 167. 29 Baskın Oran (Ed.), Türk Dış Politikası, Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar,

(26)

güvenliğinin tek bir ülke garantisine bırakılmaması gerektiğinin açık göstergesi olmuştur. 1960’lı yılların başında gerçekleşen bu dış politika gelişmelerinin karşılığı Adalet Partisi’nin 3 Kasım 1965 tarihli hükümet programında açık bir şekilde ortaya konulmuştur: “Bir ittifaka ve bir ideolojiye bağlı olmak başa bir ittifaka veya ideolojiye mensup olan veya bugün ekseriyeti teşkil eden tarafsız memleketlerle münasebetlerin geliştirilmesine mani değildir.”

Bu ifadeler 1960’lı yılların ikinci yarısına ilişkin dış politikanın üç temel özelliğini ortaya koyması açısından önemlidir. İlk olarak hükümet programında yer alan bu ifade, Türkiye’nin Batı ittifakına dahil olduğunu ve kendisini söz konusu Batılı ideolojinin bir parçası olarak gördüğünü ortaya koymaktadır. İkinci olarak, başka ittifak ve ideolojiler yoluyla Sovyetler Birliği ima edilmekte ve dış politikada artık bu ülke ve temsil ettiği Komünist blok ile yakın ilişkilerin geliştirilebileceği açıkça vurgulanmıştır. Son olarak, “tarafsız memleketler” ifadesi ile gerek ABD gerekse Sovyetler Birliği kampına dahil olmayan üçüncü dünya ülkelerinden oluşan alternatif bloklarla da ilişkilerin kurulabileceğinin altı çizilmiştir.s Bu politika başta AP hükümetine özgü olarak görülse de dönemin bütünüyle birlikte değerlendirildiğinde dış politikaya sinen bu yaklaşım dış politikanın üç ayak üzerine kurulu olduğunu açıkça belirtmekle, ABD ve NATO’ya endeksli politikanın terki ve ‘çok yönlü dış politikaya’ geçişin temeli olmuştur.

Amerika eksenli politikanın terk edildiği anlamına gelen bu çok yönlülük nedeniyle birçok araştırmacı bu dönemi Türk dış politikasında “göreli özerklik” olarak tanımlamıştır.30 Fakat bu tanımla NATO ve ABD’ye angaje olan bir dış

politikanın bütünüyle terk edilmesi anlamına gelmiyordu. Aksine dönemin dış politika yapımcıları her vesileyle vurguladıkları ABD ve NATO’ya sadakatin hemen yanı başında sürdürülen çok taraflı bir politikaydı. 1960’ların ikinci yarsısından itibaren ABD ekseninden fazlasıyla ayrılmaksızın sürdürülen bu politika Kıbrıs konusunda yaşanan yalnızlık ve Johnson mektubu gibi siyasi gerekçelerin yanı sıra, 1963’te başlatılan ve günümüzde halen devam etmekte olan planlı kalkınma

(27)

modeline kaynak sağlanması gibi ekonomik kaygıların da harekete geçirdiği bir yaklaşım olmuştur.

2.2. Süleyman Demirel’in Başbakanlık Dönemi Türk Dış Politikası

Süleyman Demirel 27 Ekim 1965’te ilk hükümetini kurmuş ve Başbakan olmuştur. Gerek Türk dış politikası gerekse iç siyaset olarak bu yılları 1965-1971 ve 1971 – 1980 arası dönem olarak iki temel bölümde inceleyebiliriz. 1965 – 1971 yılları arasında Adalet Partisinin tek başına iktidar olduğu ve genel anlamda gerek dış politikada gerekse iç politikada istikrarın olduğu yıllar olarak değerlendirebiliriz. 1965 seçimleri sonrası AP’nin icraatları genel çerçevede değerlendirildiğinde Demirel’in halkı memnun eden bir siyaset izlediği söylenebilir. Demirel temsil ettiği geleneğe uygun olarak halkla bütünleşmede bir adım olarak bürokrasinin engel olmaktan çıkarılmasını önemsemektedir. “Hükümet kapısına işi düşen her vatandaş

orada güler yüzle, anlayışla karşılanıyorsa, işler kanun dairesinde hızla görülüyorsa.. Bizim idareden bundan başka isteğimiz yoktur, olmamıştır, olmayacaktır.” sözleri buna örnektir.31 Ülkede sonuçları kısa sürede gözlenen sanayileşme alanındaki başarılar kısa sürede halkı bütünleştirmiştir. Büyük Türkiye’ye yönelik sanayileşme stratejisi olarak ortaya konulan “ithal ikamesi” yöntemi yurtiçi sanayi katma değerinin büyümesine, zamanla sanayinin kökleşmesine katkı sağlamaktadır. Demirel ayrıca mühendislik günlerinden bu yana hayal ettiği projeleri de uygulamaya başlamıştır. Örneğin, Haziran 1966’da uzun yıllardır proje olarak kalan Keban Barajı’nın temeli atılmıştır.

Demirel hükümeti iktidarının ilk yıllarında Cumhurbaşkanı Gürsel’in sağlık sorunları gerekçesiyle yeni bir Cumhurbaşkanı seçimiyle karşı karşıya kalır. AP ve Demirel’in Cumhurbaşkanı adayı Genelkurmay Başkanı Sunay’dır. Mart 1966’da Sunay ordudan istifa eder yerine Cemal Tural’ın tayini gerçekleşir. Sunay

31 Süleyman Demirel, “10 Ekim 1966 tarihinde Konya İl Kongresinde yaptığı konuşma”, Konuşmalar,

(28)

Cumhurbaşkanı seçilebilmesi için kontenjan senatörlüğüne atanır ve 28 Şubat 1966’da Türkiye’nin VI. Cumhurbaşkanı seçilir. Bu noktada Demirel’in ilk başbakanlık döneminde Sunay’ı desteklemesi için birçok neden görülebilir. Sunay’ın demokrasi anlayışı Demirel’in demokrasi anlayışıyla örtüşmektedir. 22 Şubat ve 21 Mayıs’ta aldığı tavır buna örnek verilebilir. AP iktidarı nedeniyle hareketli olan ordu içindeki bazı kesimler açısından, bu dönemde asker kökenli bir ismin Cumhurbaşkanlığı’na uygunluğu aday olarak Sunay’ın seçilmesinde önemli gerekçedir.

Demirel’in ilk başbakanlık deneyimi olan 1965-1671 döneminde ekonomik göstergeleri incelemek gerekirse ekonominin kötü olduğu söylenemez. Sabit döviz kuru politikası olan bu dönemde enflasyon %10 barajının altında seyir halinde hatta 1968 yılında %3.2 olmuştur. Gayrı safi milli hasıla 1965’te 8.450$ iken 1969’da 20.193$ olmuştur. Bu 4 senelik dönemde dış borç stokunun ise 1.1 milyon $’dan 1.6 milyon $’a çıktığını görüyoruz. Demirel’in sanayileşme ve ekonomi politikalarının bu dönemde başarılı olduğunu söylemek yanlış olmaz.

Ekin 1965 seçimlerinde Süleyman Demirel iktidara gelmesiyle ekonomik kalkınmayı dış politikanın merkezine taşımış ve aynı yıl kurulan Demirel hükümetinin programında “dış politikanın memleketin ekonomik kalkınma

gayretlerine yardımcı olacak şekilde” yürütüleceği açık bir şekilde belirtilmiştir. Bu

yaklaşımın belirtilen dönemdeki en çarpıcı göstergelerinden bir tanesi 25 Mart 1967 tarihinde Sovyetler Birliği ile imzalanan Ekonomik-Teknik İşbirliği Anlaşması olmuş ve bu anlaşma Türkiye’nin Soğuk Savaş içerisinde bir eksen değişikliğine gidip gitmediği tartışmalarını beraberinde getirmiştir. Bu durumun Türkiye için büyük bir eksen kayması olup olmadığı Demirel’e sorulduğunda, Demirel bu anlaşmayı “kalkınma hadisesine önem veriyorduk, Fakat Batı bize ödeyemezsiniz

diye kafi miktarda kaynak sağlamıyordu” gerekçesiyle açıklamış ve Sovyetler

Birliği’nden bir şey almanın Ruslara yakınlaşma anlamına gelmediğini belirmiştir.32

(29)

1965 yılı seçimlerinden sonra Türk Silahlı Kuvvetleri siyasal alanda açıkça görülür olmaktan çıkıp arka plana çekilmiş gibi görünse de iktidardaki Süleyman Demirel hükümeti askeri karşısına almayan, askerin belirlediği sınırların içinde yer alan bir politika izlemiştir. 1971’de tekrar siyasete müdahale eden ordu 1973’e kadar siyasetin seyrini belirlemiştir. Böylelikle 1971-1973 dönemi askerin politik ve sivil alanı mutlak kontrol altına aldığı, bütün yasal ve idari düzenlemeleri doğrudan dayattığı bir dönem görüntüsündedir.

Yasal olarak 1961 Anayasası dış politikanın yapımı bağlamında 2 önemli yenilik getirmiştir. Bunlardan ilki politik sürecin aktif olarak izlenmesini sağlayacak Milli Güvenlik Kurulunun oluşturulmuş olmasıydı. 1961 Anayasasına göre güvenlik ile ilgili önemli kararların alınmasında askerin görüşünü Bakanlar Kuruluna ileten bu organ kuruluşundan itibaren dış politika yapımının temel kurumlarından biri olmuştur. Askerleri politika yapım sürecine dahil eden bir diğer önemli organ ise 1961 Anayasası ile kurulan Cumhuriyet Senatosu olmuştur. Cumhuriyet Senatosunda Milli Birlik Komitesi üyeleri daimi üye yapılmış ve bu komite dışında emekli askerlerinde kuruma dahil olabilmesi mümkün hale getirilmiştir. Böylece seçimle gelen milletvekillerinden oluşan millet meclisinin yanında onun aldığı kararları denetleyebilen ve içinde çoğunlukla atanmış askerlerin bulunduğu bir kurum politika yapım sürecine eklenmiştir.33 İkincisi ise 1961 Anayasasının göreli olarak sağladığı

özgürlük ortamı dış politika yapımında yeni bir unsurun yani kamuoyunun devreye girmesine imkan sağlamıştır.34 Dönemde tek yönlü dış politikayı eleştirerek dönemin

üniversite hocaları tarafından kaleme alınan yazılar, sol hareket ve solun siyasetteki karşılığı olan Türkiye İşçi Partisinin benzer şekilde dış politikayı eleştirileri dönemin dış politika yapımcılarını önemli şekilde etkilemiştir. Dış politika konularında Amerika’nın Türkiye’deki etkileri bağlamında yapılan öğrenci gösterileri ve çeşitli sivil toplum kuruluşlarının eylemleri kamuoyunu dış politika yapım sürecine dahil etmiştir.

33 “1970 yılı Bütçe Kanun Tasarısı Hakkında Milli Birlik Komitesi adına Mucip Ataklı’nın

konuşması”, Cumhuriyet Senatosu Tutanak Dergisi, Cilt: 58, Birleşim: 67, 9 Mayıs 1970.

34 Melek M. Fırat, 1960-1971 Arası Türk Dış Politikası ve Kıbrıs Sorunu, Siyasal Kitabevi, Ankara,

(30)

Bu durum genelden özele indirgendiğinde, Süleyman Demirel’in Başbakanlığı dönemine denk gelen 1967 Kıbrıs olaylarının ardından dönemin ABD Başkanı özel temsilcisi Cyrus Vance Kıbrıs konusunda devreye girince kamuoyundaki Amerikan karşıtlığı Kıbrıs’ta yaşananlara ilişkin tepkiler ile birlemiş ve Türkiye’de büyük bir gösteri dalgası başlamıştır. Göstericiler Vance’nin uçağının Ankara Esenboğa havaalanına inmesine izin vermeyince, uçak askeri havaalanına inmek zorunda kalmıştır.35

Askerler ve kamuoyunun yanı sıra temeline bakıldığında ise 1961-1965 arası dönemde İsmet İnönü’nün, 1965-1971 arası Süleyman Demirel’in Başbakanlığı döneminde de dönemin Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil’in dış politika yapımında öne çıktığı görülmektedir. Johnson mektubunun ardından yaşanan kriz sürecinde İsmet İnönü dış politikanın temel aktörü konumundadır. Mektup direkt olarak kendisine gönderilmiş ve mektupta İnönü ABD Başkanı ile görüşmek üzere çağrılmıştır. İnönü Johnson’a mektupla cevap yazdığı gibi, 22 Haziran 1964’te ABD’ye bir ziyaret gerçekleştirerek söz konusu krizin yönetilmesinde ön plana çıkmıştır. Kurtuluş Savaşı’ndaki lider rolünden gelen saygınlığından ötürü İnönü, askerler arasında da sözü dinlenen biriydi ve bir çok konuda orduyu geri atma konusunda ikna etmiştir. Mesela Ağustos 1964’te Kıbrıs’a yönelik yapılan hava müdahalesinde MGK toplantısında askerlerin müdahalenin devamı yönündeki tercihine itiraz eden İnönü, MGK’dan müdahalenin durdurulması yönünde bir karar çıkabilmiştir.36

Demirel hükümetlerindeyse Cumhuriyet tarihinin en uzun süre Dışişleri Bakanlığı görevi yapan isim İhsan Sabri Çağlayangil, dış politika yapım sürecinde bariz bir şekilde öne çıkmıştır. Öte yandan kriz durumlarında Başbakan Süleyman Demirel dış politika yapımına etkide bulunmuş, özellikle ABD ile 1950’lerde yapılan 50’nin üzerinde farklı anlaşmanın tek çatı altına toplanması sürecinde aktif bir rol üstlenmiştir. Demokrat Parti döneminde izlenen aşırı Amerikan yanlısı dış

35 Bsakın Oran, TDP, s. 678.

36 Süha Bölükbaşı, Barışçı Çözümsüzlük: Ankara’nın ABD ve BM ile Kıbrıs Macerası, İmge Kitabevi,

(31)

politikanın Menderes’i kurtarmadığını gören Adalet Partisi artık ABD’ye mutlak şekilde angaje olan politikadan yana değildi. Bunun üzerine dönemin Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil, 7 Nisan 1966’da ABD’ye bir nota vererek hükümetin ikili anlaşmalar nedeniyle yoğun baskı altında olduğunu gerekçe göstermiş ve mevcut anlaşmaların bir araya getirilmesini, basitleştirilmesini ve ıslahını talep etmiştir. Hükümetin Türkiye’de sayıları 24 binin üzerine çıkan Amerika personelinden ve üslerin kullanımından kaynaklanan sorunları denetim altına alma politikası artan Amerikan karşıtlığı ile eş zamanlı gitmiştir. Dolayısı ile 1966’da verilen notanın sürekli gündemde kalmasını sağlayan ve aynı zamanda Demirel hükümetinin mevcut antlaşmaları gözden geçirme konusunda Amerika Birleşik Devletleri’ni ikna etmesini kolaylaştıran unsur kamuoyundan gelen bu baskılar olmuştur.

Johnson mektubu ve Kıbrıs’ta yalnızlığın fark edilmesi, üsler ve Amerikan personelinden kaynaklanan sorunların Amerikan karşıtlığını arttırması gibi meselelere 1967 yılına gelindiğinde bir başka problem alanı daha eklenmiştir. Vietnam’da sürdürdüğü savaş sebebiyle ekonomik problemler yaşayan Amerika Birleşik Devletleri, Türkiye’ye yapılan askeri ve ekonomik yardımları sona erdirme kararı almıştır.37 Türkiye’deki Amerikan karşıtlığı da 15 Temmuz 1968’de bir grup öğrencinin İstanbul’u ziyarete gelen Amerikan 6. Deniz Filosu’na mensup askerleri denize dökmesiyle en üst seviyesine çıkmıştır. Hatta 1965’ten itibaren Barış Gönüllüleri Projesi kapsamında Türkiye’deki üniversiteler ve okullarda ders veren Amerikalı öğretmenler tepkilerin hedefi olmuştur. Bunların Türkiye’yi terk etmelerini isteyen Türk meslektaşları dersleri boykot etmeye başlamışlardır. Sonuç olarak gerek ekonomik krizler gerekse kamuoyu baskısı ve çok boyutlu dış politika çabaları ABD ile ilişkilerde bir karşılık bularak Türkiye ile ABD arasında 1966’da başlayan ikili görüşmelerin sonucunda 3 Temmuz 1969’da Ortak Savunma İşbirliği Anlaşması imzalanmıştır. Anlaşma iki ülke arasında daha önce imzalamış bütün

37 Selin M. Bölme, İncirlik Üssü: ABD’nin Üs Politikası ve Türkiye, İletişim Yayınları, İstanbul, 2012,

(32)

antlaşmaları sadeleştirdiği gibi bunlardan daha önemlisi dört noktada Amerika’nın Türkiye üzerindeki mevcudiyetine sınırlama getirmekteydi. 38

İlk olarak ABD yönetimi artık Türkiye’deki üslerinden üçüncü ülkelere karşı yapacağı herhangi bir operasyonu Türkiye’nin iznini almaksızın düzenleyemeyecekti. İkincisi, savunma üslerinin mülkiyetinin Türkiye’ye ait olduğu antlaşma ile açıkça kayıt altına alınmış, böylece vatan toprağının işgal altında olduğu söylentileri bir karşılık bulmuştur. Üçüncüsü, Türkiye toprakları üzerindeki bütün üstleri denetleme yetkisine kavuşmuştur. Son olarak Türkiye ulusal güvenliği gerekçe göstererek üslerin kullanımına açıkça sınırlama getirebilme hakkına sahip olmuştur.

Özellikle 1965’te başlayan Demirel hükümetleri dönemlerinde, Türkiye-ABD arsında önceki dönemlerin mirası olan tek taraflı bağımlı ilişkinin yerini dengeli bir bağımlılığa bıraktığını söylemek yanlış olmaz. İkili anlaşmaları tek çatı altında tpolayan ve ülkedeki Amerikan etkinliklerini sınırlayan 1969 Antlaşması’nın yanı sıra, Türkiye 1967 Arap-İsrail Savaşı sırasında ABD’den farklı bir politika izlemiş, Sovyetler Birliği ile yakınlaşmaya başlamış ve ABD’nin Türkiye’deki haşhaş ekimini ülkeye giren afyonun büyük çoğunluğunun Türkiye kökenli olduğu gerekçesiyle durdurma taleplerini geri çevirmiştir. Fakat tüm bu adımlara rağmen dış politika sol çevreler tarafından Batı eksenli olma hususunda devamlı surette eleştirilmiştir. Bu yeni politika Türkiye’deki Amerikan varlığına yönelik tepkileri bir türlü sona erdirmemiş, aksine muhalif grupları daha da cesaretlendirmiştir. 1969 yılında Ortadoğu Teknik Üniversitesi’ni ziyaret eden ABD büyükelçisinin makam aracı yakılmış, 4 Mart 1971’de dört Amerikan hava subayı kaçırılmıştır.39

1971 yılına gelindiğinde Demirel hükümeti bir muhtıra ile askeri yönetim tarafından devrilmiş, askeri yönetim iki ülke arasında 1960’ların ortasından itibaren başlayan bu dengeli bağımlılığı sona erdirmiş, Amerikan karşıtı eylemleri de

38 Baskın Oran, TDP, s. 697.

39 Füsun Türkmen, Kırılgan İttifaktan Model Ortaklığa Türkiye ABD İlişkileri, Timaş Yayınları,

(33)

yasaklamıştır.40 Örneğin bu dönemde Türkiye’deki haşhaş ekimi ABD’nin taleplerine yönelik olarak bütünüyle yasaklanırken, ülkede git gide büyüyen sol hareketlere yönelik de geniş ölçekli bir tutuklama kampanyası başlatılmıştır.

Sovyetler Birliği ile İkinci Dünya Savaşı’nın ardından bütünüyle bozulan ilişkiler özellikle Stalin’in ölümünün ardından Sovyetler Birliği’nden gelen bazı olumlu önerilere rağmen düzelememiştir. Adnan Menderes’in planladığı Moskova gezisi iki ülke arasında ilişkilerin düzelmesine yönelik ilk işaret olmuş, fakat 27 Mayıs darbesi sebebiyle bu ziyaret gerçeklememiştir. Fakat Küba bunalımının ardından Soğuk Savaş’taki yumuşamaya paralel olarak ilk kez 1963’te dönemin Senato Başkanı Suat Hayri Ürgüplü liderliğinde bir heyet Sovyetler Birliği’ne bir ziyaret yapmıştır. Bu ziyareti 1964 Kasım ayında dönemin Dışişleri Bakanı Feridun Cemal Ekin’in ziyareti izlemiş ve bu ziyaret sırasında imzalanan Kültürel Bilimsel İşbirliği Antlaşması iki ülke arasında uzun süreden beri imzalanan ilk antlaşma olmuştur. Kısacası 1960-1965 döneminde iki ülke arasındaki ilişkiler üst düzey ziyaretlere tanık olmuş ve 1960’ların ikinci yarısında gerçekleşecek yakınlaşmanın zeminini oluşturmuştur. Bu yakınlaşmanın iki temel sebebi vardır. Birincisi Soğuk Savaş bir yumuşama dönemine girmişti ve bu nedenle ülkeler karşı bloktaki ülkeler ile yakın ilişki geliştirme noktasında sistematik bir engelle karşılaşmıyordu. İkincisi Nikita Khrushchev yönetimi altındaki Sovyetler Birliği Türkiye’ye NATO’dan çıkmaksızın kendileriyle iyi ilişki kurabileceği teminatını vermiş, böylece Türkiye Batı kampında kalarak Moskova ile ilişkilerini geliştirme imkanına sahip olmuştur.

Demirel’in ilk ve en uzun başbakanlık dönemi 1965-1971 arasındaki dönemdir. Bu dönemde dışişleri bakanı İhsan Sabri Çağlayangil’dir. Çağlayangil’in dış politika anlayışı Demirel ile birebir örtüşmektedir. Baskın Oran’ın göreli özerklik olarak adlandırdığı 1960-1980 döneminde Demirel farklı farklı hükümetlere on yıl boyunca başbakanlık yapmıştır. Gönlübol ve Kürkçüoğlu ise 1965-1971 arası dönemi tek yönlü dış politikadan çok yönlü dış politikaya geçiş olarak nitelendirmektedir. Daha önce sadece Batı’ya endeksli olan Türk dış politikasında o

Referanslar

Benzer Belgeler

Keza özel sınıflarda aynı durumdadır”(TBMM Tutanak Dergisi, 41. Birleşim, 1966:431) diyerek Rehberlik Servislerinin öneminin yeteri kadar

ÖĞRENCİ İŞLERİNDE KALACAKÖĞRENCİ İŞLERİNDE KALACAK ÖĞRENCİDE KALACAKÖĞRENCİDE KALACAKDANIŞMANDA

ÖĞRENCİ İŞLERİNDE KALACAKÖĞRENCİ İŞLERİNDE KALACAK ÖĞRENCİDE KALACAKÖĞRENCİDE KALACAKDANIŞMANDA

Yarıyılında aşağıda belirtilen dersleri almak istiyorum. Gereğini saygılarımla

ÖĞRENCİ İŞLERİNDE KALACAKÖĞRENCİ İŞLERİNDE KALACAK ÖĞRENCİDE KALACAKÖĞRENCİDE KALACAKDANIŞMANDA

MÜHENDİSLİK FAKÜLTESİ ELEKTRİK-ELEKTRONİK MÜHENDİSLİĞİ BÖLÜMÜ 2020–2021 EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI YAZ DÖNEMİ. HAFTALIK

Sosyoloji alanına ilişkin konu, kavram ve terimlerin İngilizce kullanımlarının öğretilmesi ve öğrencinin edindiklerini İngilizce sunabilme becerisini

Computed cerebral tomography (CT) was performed at local hospital and revealed subarachnoid hemorrhage signs at posterior fossa and right temporal lobe sulci and