• Sonuç bulunamadı

İstanbul bir yalnızlıktır 6:O mor salkımlar

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "İstanbul bir yalnızlıktır 6:O mor salkımlar"

Copied!
1
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

im o r íiv ia o o

:

dizi

yazil

Halide Edip Adıvar çalkantılı politik yaşamı,

değişik dönemleri irdelemiş romanlarıyla bu­ günün insanlarını yakından ilgilendirmesi ge­ reken bir simaydı. Oysa eseri ve kişiliği üzerinde fazla durulmuyor. Onun adını da bir yalnızlık örtmekte.

NCA mücadeleden sonra

Halide Edip, çocukluğuna

geri dönmek, o uzak ülkeyi hiç olmazsa kâğıt üzerinde yaşatmak ihtiyacını duyar. Politika, demokrasi, devrim­ ler, memleketten zorunlu uzaklaşış, bütün bunlar

“Mor Salkımlı Ev” in dışındadır. Orada sakin

bir ev, iyi kalpli bir anneanne, huzurve çocuk­ luğa özgü mutluluk vardır.

Bu ev Ihlamur’a doğru inen caddeye ko­ şut dik yokuşlardan birindedir. Hemen biti­ şiğinde kocaman kırmızı kâgir konak. Tepe­ de koyu yeşil çamlar, söğütler ve bir koruda Abdülhamit’in beyaz sarayları. Anılarını irde­ leyen yazar, birdenbire bir iç sızısıyla şöyle diyecektir “Bu ev yarım yüzyıldan çok zaman

her gece, bu küçük kızın rüyalarına girmiştir. Arka taraftaki bahçeye bakan pencereler, çif­ te merdivenlerin sahanlıklardaki ince uzun pencereleri, baştan başa mor salkımlıdır ve akşam güneşinde mor çiçekler arasında cam­ lar ateşten birer levha gibi parlar.’’

Yüzyıl başındaki Ihlamur ve çevresi büyük-küçük bütün bahçeli evlerden meyda­ na gelmektedir. Halide Edip bahçeleri, cad­ deye uzanan yeşil teraslara benzetir. Başları handiyse gökyüzüne değen uzun, upuzun fıs­ tık ağaçları, baygın akasyalar, rüzgâr eser es- ttıez salınır gibi ipek tüyleri devinen, pembe­ li beyazlı güllbrişimler; bahara durmuş mey­ ve ağaçları, hele o ateşten çiçekli nar...

Bunların ortasında elbette yuvarlak, kü­ çük havuz vardır. Birbirine bakışık iki mermer arslamn ağızından boyuna billûr sular fışkı­ rır. Güvercin ve kumruseslerinefıstıkların hı­ şırtıları Karışır, sabah-akşam bir “tabiat musi­

kisi” kulağa yankır.

Haminne,Eyüpsultanlı Nakiye Hanım’dır, Mevlevi’dir. “Entarisinin altında, kollan uzun,

yenleri dışarıya çevrilmiş İnce beyaz bir göm­ lek vardır, beline de bir şal bağlar.” Pencere

önündeki kırmızı mindere oturmak alışkanlık- larındandır. Odadaki divan beyaz örtülüdür.

Küçük kız, mor salkımlı evde geçirdiği günleri hiçbir zaman unutamayacaktır. Ölü­ mü bilmeden kaybettiği annesi silik bir resim­ se, mor salkımlı ev, anneye duyulacak bir sev­ giyle anılmıştır. Teşvikiye'deki baba evi kü­ çük kızı daima kaygılara yöneltir ve her de­ fasında Ihlamur’a, mor salkımlara gözyaşla- rıyla dönülür.

Odasının beyaz patiska perdelerini örtme­ ye hiç gerek yoktur. Zira mor salkımlar gün ışığını süzerek güneşlik yerine geçerler. Ha­

lide Edip, yüzyılın başındaki salkımlarla, ko­

ruklarla donanmış, asmalarla çevrili kenar so­ kaklara, kıyı, köşe semtlere hiç sona erme­ yecek bir nostalji duymuştur. Onun İstan­ bul’u küçük bahçeler, mahalle satıcıları, mer­ mer çeşmeler, akşamleyin git git solan ço­ cuk sesleri, komşu hanımlar, ahşap yapılar, camlardaki günbatımı yangınları, minareler, içli türküler, ut, keman ve piyanodur.

SİNEKLİ BAKKAL SOKAĞI

Üstelik romancı, resimlik değer taşıyan, belleğinde iz bırakmış bu İstanbul’u yaşamı boyunca anacak, en güçlü eserlerinde tekrar tekrar kaleme getirmek ihtiyacını duyacaktır. Politik kimliği çevresindeki çalkantılardan kendini yalıtmaya çalışan romancı, “Slnekll

Bakkaf’ın sayfalarına sığınır:

“Bu dar arka sokak bulunduğu semtin adı­ nı almıştır:

“Slnekll Bakkal.

“Evler hep ahşap ve İki katlı. Köhne çatı­ lar, karşıdan karşıya birbirinin istüne abanır gibi uzanmış eski zaman saçakları. Ortada

HALİDE EDİP, TOPAĞACI SEMTİNİN

APARTMANLARINI DEV KİBRİT

KUTULARINA BENZETİR... BOYUNA

APARTMANLAR YAPILMAKTA,

ELBETTE TOP AĞAÇLARDAN EN

KÜÇÜK BİR BELİRTİ KALMAMAKTADIR

0 mor

salamlar

Yazar, b ir küçük kız ço cu ğ u ola­

rak m o r s a lk ım lı e v d e g e ç ir d iğ i

g ü n le ri h iç b ir zam an u n u tm a y a c a k ­

tır... Bu n e d e n le m o r salkım lara h e r

s e fe rin d e gözyaşlarıyla d ö n ü lü r

selim İ

ler

i

İSTANBUL

’ BİR YALN IZLIKTIR

II Ilı

> II

İl

I ■

baştan başa uzanan bir aralık kalmış olma­ sa, sokak üstü kemerli karanlık bir geçit ola­ cak. Doğuda batıda, bu aralık, renkten renge giren bir ışık yolu olur. Fakat sokağın yanla­ rı her zaman serin ve loştur.

“Köşenin başında durup bakarsanız: Her pencereden kırmızı toprak saksılar ve karar­ mış gaz sandıkları görürsünüz. Saklılarda al, beyaz, koyu kırmızı sardunya, küpeçiçeği, ka­ ranfil. Gaz sandıkları da öbek öbek yeşil fes­ leğen ile dolu. Ta köşede bir mor salkım çar­ dağı altında çevrenin en işlek çeşmesi var. Bütün bunların arkasında tiyatro dekorunu andıran beyaz, uzun, ince minare.”

Sinekli Bakkal Sokağı’nın en büyük özel­ liği, toplumsal hayatın söz konusu mimari ve doğal ortamla tam bir uyum sağlayarak sü­ rüp gitmesinde aranabilir. Karanlıkta aydın­ lık, sevinçle hüzün, karamsarlıkla umut, bü­ tün bu tezatlar kararmış gaz sandıklarından fışkıran yeşil fesleğenler gibidir.

İşin aslı aranırsa, sokak halkının geçim olanakları hayli kısıtlıdır: “Sürülü kafesler ar­

kasında kocakarı başları dizili. Arada dikiş­ leri bırakır, pencereden pencereye bağıra ça­ ğıra dedikodu yaparlar. Sokakta, ayağı takun­ yalı, başı yazma örtülü, eli bakraçlı kadınlar çeşmeye gider, gelirler. Saçları iki örgülü kız çocukları kapı eşiklerinde sakız çiğner; çak­ şırı yırtık, yalınayak, başı kabak oğlanlar, kı­ rık taşlar arasındaki su birikintileri çevresin­ de çömelmlş, kâğıttan kayık yüzdürürler.”

Zorunlu olarak yurt dışında yaşadığı dö­ nemde yazmıştır “Slnekll Bakkal”ı Halide

Edip. Yoğun nostaljisine rağmen bu sokağın,

o hayatın “dünyanın herhangi yerindeki bir

fukara” ortamına benzediğini ileri sürer. Oy­

sa betimlediği mimari bir tek Istanbul’unki- ne tıpatıp uymaktadır.

Romanın baş kişisi Rabia, sesinin ve oku­ yuşunun güzelliğiyle etkiler uyandıran bir ha­ fız kızdır. Onun varlığına sinmiş sanat değer­ lerini ise kiliseden aforoz edilmiş Peregrini olacaktır. Peregrini, Rabia’yı aramak için gel­ diği Sinekli Bakkal Sokağı’nda bu dünyanın olanca maddi kıymetlerinin silindiğini fark eder. Burada yalnızca “kalbe ve manevi ser­

vetlere, güzelliklere kıymet” verilmektedir.

MÜSLÜMAN İSTANBUL

O mor salkımların baygın hülyalar uyan­ dırdığı İstanbul, sürekli anıla gelmiş beyaz, ince, uzun minaresiyle Halide Edip’in gözün­ de “Müslüman” İstanbul’dur. Ne var ki, ro­ mancı, dinsel çehreyi sanat yapıtına dönüş- türebilmiş bir kentten söz açmakta; inancı bir

özgür seçim saymakta; Müslüman İstanbul’ un olağanüstü incelmiş sanatını savun­ maktadır.

Peregrini’ye şunları söyletmekten kendini alamaz:

“Hayır, Müslüman değilim. Hani manas­ tırlarda kapanan papazlar yok mu, onlardan- dım. Fakat daha ziyade Müslümanım. On beş yıldır aranızda yaşıyorum. Dil, din, millet, bun­ lar insanlann ruh ikliminden başka bir şey de­ ğildir. Garb’ın ruh iklimi bana çok soğuk gel­ di. Şark İkliminde sükûn ve şifa arıyorum...”

Ayasofya’da, Fatih Valde Camii’nde, Si­ nekli Bakkal Mescidi'nde okuyan Rabia, o ses, o duyuş, Peregrini’ye büyüleyici gelecektir. Burada konuşan bir ölçüde Halide Edlp’tir. Müslüman İstanbul’da doğup büyümüş, Mev­ levi büyükannenin huzur derslerini sezmiş, Üsküdar Amerikan Kız Koleji’nde okumuş, ül­ kenin en çalkantılı günlerini yaşamış, Do; ğu’yla Batı arasında olağanüstü yorucu bir iç geziye çıkmış insanın konuşması... Katı, ku­ ralcı din yerine, dinin esnek, güzel duyusal, geniş perspektifli yanını dile getirmeyi yeğ­ ler. Hep hatırladığı, özlediği İstanbul, din ge­ reklerinden sanat şaheserleri yaratmıştır.

Bu şaheserler Batı'daki gibi büyük sanat­ çıların elinden çıkma değildir. Tersine, basit

Laleli'de bir avlu köşesi. Mor salkımlardan, asmalardan en küçük bir belirti kalmamış. Süpürgeci bile hayatımızdan yakın bir ge. lecekte temelli el ayak çekecek.

Halide Edip, "Sonsuz Panayır", “Yelpalas Cinayeti” gibi bazı romanlarında monden dünyayı kaleme getirmiştir. Hanımların mutlaka şapka giydikleri bir İstanbul... O dönemler geçer ve şu şapkacı vitrini şehrin ortasında şaşırtıcı bir şey gibi kalır.

bir mahalle dekorunda, cemaat içindeki fer­ din kişisel çabalarıyla meydana getirilmiştir hepsi. Çardağından mor salkım sarkıtan ce­ maat içindeki fert, hayatı kendiliğinden sa­ natsal kılmaya çalışmaktadır.

Gelgelelim İstanbul’daki başkalaşımı iz­ lemek de Halide Edip’e düşecektir. “Mor Sal-

kımlı Ev” le “Sinekli 8akkal”da şiddet dere­

cesine varan bir nostaljiyle hatırladığı, yeni­ den, kâğıt üstünde diriltmek istediği İstan­ bul’un çarpık bir mimari düzenlemeye itek- lenmesini son romanlarında ısrarla vurgular.

“Sinekli Ba_kkal”ın çözülüşünü dolaylı yoldan

anlattığı “Âkile Hanım Sokağı”nda Lâleli ve çevresine göz atar. Her ne kadar “Yenldünya” Amerika’nın onaylayıcısı görünse de, Ame­ rikan hayranlığının bizdeki etkilerinden rahat­ sızlık duyar.

PARÇALANMIŞ HAYATLAR

Halide Edip’in ileri yaştayken yazdığı “Ha­ yat Parçalan” romanında İstanbul’un eski

semtleri, yerleşiklik kazandığı sanılmış şehir mimarisi toptan roman dışı kalacaktır. Yazar bu kezTopağacı’ndan söz açar. Topağacı’nın gözde günleridir. Boyuna apartmanlar yapıl­ makta, yeni zenginler sözümona modern gö­ rünümlü semte üşüşmekte ve elbette top ağaçlardan en küçük bir belirti kalma­ maktadır.

Halide Edip, semtin apartmanlarını dev

kibrit kutularına benzetir. Birçok açıdan sa­ kıncalı bulmaktadır mimariyi. İlk elde haya­ tın parçalandığını saptar. Taşra kökenli kişi­ ler üzerinde özellikle durur; kentin yeni insan­ ları yakın gelecekte onlar olacaklardır. Dev kibrit kutusu kılıklı apartmanlar kente özgü dünyayı yıktığından, şehrin insanını da değiş­ tirmekte, ne idüğü belirsiz bir ortam yarat­ maktadır. Taşra töresiyle İstanbul töresini senteze ulaşacağı yerde, karmakarışık birbi­ rine sızar; cinnet benzeri bir tasvir yaratır.

Romancıya gelince, hayli yaşlanmıştır. Belleği bulanıktır. “Azap Kapısı” adlı son bir roman yazmak istediği biliniyor. Kimbilir. rü­ yalarında belki hâlâ Mevlevi büyükanneyi, gaz tenekelerindeki yeşil fesleğenleri, toprak sak­ sılardaki bahçe karanfillerini, hiç unutamadı­ ğı mor salkımları görmektedir. Kimbilir bel­ ki hâlâ Rabia’yı Ayasofya’da dinlemek jste- yen Peregrini’yi, Doğu-Batı sentezini düşün­ mekte, düşlemektedir...

YARIN: AYIŞIĞINDA BİR RÜYA

Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Bu çalışmayı yapmamdaki amaç, Halide Edip'in romanını en ince ayrıntısına kadar incelemek ve en iyi şekilde yorumlayabilmektir.. Buradan hareketle seçtiğim bu eseri, en

Oysa başka romanla­ rında aynı şey, bu kadar radikal biçimde söz konusu değil.. - Kimseye anlatamadım

Zaman geçtikçe ve başka tür feminizmleri keşfettikçe Duygu Asena ile feminizme yaklaşımım örtüşmemeye başladıysa da hep onun kadınların bugün

Koca Yaşar, seni elbette çok seven, yere göğe koya­ mayan çok sayıda dostların, milyonlarca okuyucun ve ardında koca bir halk var.. Ama gel gör ki onların

ölümünden sonra heykeli dikilecek, ama bazı büstleri bombalanacak, siya si görüşleri tartışılsa bile, romanlarıyla edebiyatta büyük bir yer edinecektir

İ lkeniz Türkiye’yle Almanya arasında, gerek ta­ rihten gelen, gerekse, özellikle bugünümüzü paylaş­ maktan kaynaklanan kopmaz dostluk bağlan mev­

fiğ, Şadan Kâmil, Vedat Ar, oyuncu olarak Hümaşah Hiçan, Nedret G ü ­ venç, Ayla Karaca, Eşref Kolçak, Şener Şen, edebiyat eleştirmeni olarak Konur Ertop,

Ali Karsan üç portresiyle bu türdeki objektif yaklaşımını ustaca vurgularken Enver D e­ mokan, Sabiha Bozcalı’nın b i­ rer portresi de gerçekçi anla­