★
şeb-ı Arûs
M
EVLÂNÂ Celâleddin, büyük bir Türk- tslâm filozofu ve şairidir. Horasan’ dan ... babası ile kaçıp dolaşa dolaşa Kon ya’ya gelmiştir. Babası gibi kendisi de büyük âlimdi ve Konya’da yüksek derecede ders verirdi. Bu sırada oraya uğrayan Tebrizli Şems adında bir “ düşünür” ün hayat ve aşk-ı İlâhî felsefesine o derece meclûp olmuş ki, kitabı ve rahleyi bırakıp adamın sohbetine mülazim olmuş.Talebeleri, dostlan, ailesi, Celâleddin’in bu ruhî değişikliğinden şikâyetçi olmuşlar. Teb rizli Şems’ i Konya’ dan savmışlar. Mevlânâ ardından gitmiş ve tekrar beraberce Konya’ya dönmüş. Ve günün birinde Tebrizli Şems’i ölü olarak bulmuşlar.
Meviânâ’nm büyük tasavvuf felsefesi on dan sonra çok gelişti ve değişti diye rivayet olunur.
★
Mevlânâ büyük eserleri ve fikirleri olan bir âşıktır ve Mevlevî tarikatının ük âyinlerini, âyin olarak değil de, “ cezbe” olarak kendisi resmetmiş, sonradan oğlu Sultan Veled, Mevlevî tarikatını erkânıyla kurmuştur deni lir. Bu tarikatın âyini, bildiğiniz gibi başta sikke denilen uzun ve üstüvânî keçe külâh, sırtta , salta ve tennûre denilen eteklik olarak sağ ayağın baş parmağı üzerinde, iki kollar ufkî olarak açık halde dönmektir. Bu sırada zikredilir, İlâhîler okunur, Mevlevî âyinlerinde aslı nây (yani kamış) olan bizim ney dediğimiz bir nevi kaval çalınır. Ney çok zor çalman, fakat iyi çalınırsa ruha fevkalâde nüfuz eden bir çalgıdır. Ney ile beraber kudüm dediğimiz çifte küçük dümbelek de vurulur. Neyin muhtelif boyları ve bunların ayn adları vardır. En kısasına nısfiye denir, sonra ney, sonra şah denilen büyük boy gelir. Belki daha başkaları da vardır.
Mevlânâ’nın adına tesis edilmiş olan Mevlevî tarikatı, çok sayıda sair, musikişinas ve filozof yetiştirmiş, birçok padişah, meselâ III. Selim, bu tarikata sülük etmiştir. Bunların en meşhuru Galata Mevlevîhanesi Şeyhi“ Şeyh Galip” tir ki, büyük bir şairdir. 40 yaşında veremden vefat etmiştir.
★
Tarikatların ilgası ve tekkelerin kapatıl masından bir müddet sonra Konya’da Ma- , kam-ı Mevlânâ’ da 17 Aralık günü akşamı ' Mevlânâ’nm ölüm yılını yâdetmek üzere p Şeb-i Arûs, yani “ Gelin Gecesi” denilen âyin , yapılır. Bu bir büyük musikî ziyafeti ve bir çeşit ruh ve gönül tasfiyesidir. Yıllar var ki, bu merasim Konya’ da büyük başarıyla tekrar- P lanıyor. Oraya bütün dünyadan ve Türki- r ye’den Mevlânâ hayranları koşuyorlar. Bu P merasime katılanlann, Mevlânâ’nın hayat ve p sevda serüvenlerini bilip bilmediklerini bile
meyiz. Hatta Mevlânâ’nın Mesnevî adında manzum büyük bir felsefî eseri olduğunu, okuyup işittiklerini de kestiremeyiz. Şüphesiz . olan şudur ki, bu ziyaretçiler içinde Mevlânâ’ - P yı, eserlerini ve felsefesini bilen, takdir eden p yabancı ve yerli hiss-i selîm ve akl-ı selîm sahipleri vardır. Hiç olmazsa bunlar bilirler ki, . Konya’da yapılan ve daha evvel tekkelerde
yapılagelmiş olan âyin bir ibadet değildir. Müslüman ibadetinin şekli malûm ve Kur’an ; ile sabittir. Ama bu âyinlerin bir dinî tarafı ' vardır. O da dualar, zikirler (yani Allah’ın - ismini tekrarlamalar), Peygamberi anıp medet ummalar, bu âyinlerde tıpkı ölenlerin ruhu için okutulan ve dinlenen mevlitler, hatta Kur’ an-ı Kerim’ler gibi gidene hiç bir faydası yoktur. Yalnız merhuma ve bu Şeb-i Arûs’ da da ' Mevlânâ’nm ismi yâdedilip ruhuna fatihalar ■ okunur, dualar edilir. Sevabı, bunları okuyan ve dinleyenleredir. Bu Şeb-i Arûs bir şenlik • değil, bir bayram değil, bir “ saadet” in tarihi değildir. O sadece bir büyük matemin acısını hafifletmek için yapılan san’at ve musiki gayretidir.
İsimlerini ve makamlarını zikretmeyeceğim birtakım ünlü zevatın Konya’ya, Şeb-i Arûs’ u kutlama telgrafları çektiklerini radyolardan ve gazetelerden öğrendim ve ne diyeceğimi ! bilemedim. Galiba bu hazin âyini biz modemi- l ze edip, hani Şekspir’in trajedilerini nasıl i. komikleştiriyorsak ---Allah korusun— öyle bir ; hale mi getirdik ki, —ne bilsin sahib-i
makamlar?— kutlama telgrafı çekiyorlar?
★
Mevlevîlik ve Bektaşîlik tarikatları vaktiy le iki büyük Türk filozofunun, Mevlânâ üe Hacı , Bektaş’m adlarına, Allah ve kul münasebetleri , felsefesine dayanarak kurulmuş ahlâkî kulüp
lerdir. Bunlar din namına kaba sofuluk ve, ; yobazlıkla mücadele ve insanlar arası münase-'' betlerde yardımlaşma ve hoşgörüye dayanan . ahlâk motiflerini işlerlerdi. Büyük adamlara ; intisap etmeyi ve bilhassa alçak gönüllü ve Allah nzası için yardım eden kullar olmayı hayat yolu olarak kabul etmişlerdir.
Fakat zamanla bu tarikatlar saflıklarım ■ kaybetmiş ve postnişinliği evlada intikal ettiği için şeyhlerde bulunması lâzım gelen vasıflar kaybolmuş, müridler de ona göre cehalet içinde ' tarikat namına yapmadık nadanlıklar bırak
mamışlardır. Nitekim yeniçerilerin isyanları hep Bektaşîliğe dayanarak yapılmış kötülük lerdi. Onun için Atatürk, cemiyet içindeki bu • kontrolsüz zümre topluluklarını lağvetmiş, ı diğer Müslüman memleketleri de ona imtisal
ederek hepsinde tarikatlar kaldırılmıştır. ★
Size bu münasebetle bir fıkra anlatayım. ’ > Bektaşi, Mevlevi’ye sormuş:
; i —Erenlerim! Sizin tarikatın âyini nedir? —Biz Allah der, döneriz. Ya sizinki? t —Biz Allah der dururuz.
Ama maalesef tatbikat öyle olmamış ki, bu akıbet başlarına gelmiş.
1
i
■:8im
I
i
I
i •Şi;1
I
İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi Taha Toros Arşivi