• Sonuç bulunamadı

Edebiyatta başka sanatler

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Edebiyatta başka sanatler"

Copied!
12
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Edebiyatta Başka

Sanatler

(2)

Hayat denilen m u a m m a karşısındaki hayret ve tefekkürlerden felsefe, he yec anlar dans a güzel s a n ’atler, yâni edebiyat, musiki, resim, heykel- traşlık, mimarî ve rakıs d oğmu şt ur . Bu s a n ’atler aynı heyecan m e n b aı n da n hasıl olup taştıklarına göre, birbirleriyle imtizaçlarında ma hzur bul un­ maması, hatta bu imtizaçlardan d aha fazla ve d aha başka bedayi husule gelmesi icap ederdi. Fakat, nasıl lisanlar bütün letafet ve hususiyet­ leriyle kuvvet ve necabetlerini ancak kendilerine ait lafızlar ve tabirler içinde muhafaza edebili­ yorlar ve başka bir dilden fazla kelime ve hele ifade hususiyetleri aldıkları takdirde nasıl ortaya bâzı kozmopolit salonlarımızda konuşulan ucube dil kabili melez bir şey çıkıyorsa, güzel s a n ’at- terin bir şubesi diğer bir kısmı üzerinde fazla miktarda tesir icra edince de bu izdivaçtan bir ş a h e se r d oğmuyor. Ve şayet d oğ s a bile, haru- kulâde güzel şu ka dar ki dilsiz veya a mâ olan bir kadın gibi, bu şaheserin bir yerinde b e he m- hal büy ük bir kusur bulunuyor.

Bu itibarladır ki, dünya ya gelmiş ressamların en büyüklerinden biri sayılan David, eşsiz bir teknik mahar eti ne r a ğ me n eserleri huduts uz bir heyecan ve meftunluk ilham e den s a n

(3)

f

y t

dan değildir. Ve işte mevzularını tertip etmek ve y aşa tma k itibariyle D a v i d ’in kâbına elbette varamadığı halde, Bcecklin’in baş d ön d ü r ü c ü bir rüya ka dar güzel ve bir buse ka da r mestlik verici renklerini m ü e b b e d e n unutmayız; k e n ­ disine, r u hu mu zd a, o büyük D av id e ’ den kıskan­ dığımız bir ma hr em ve sıcak köşe ayırırız. Çünkü, David tarihteki en kudretli ve m e ş h u r r e s s a m ­ lardan biri bulunmakla be ra ber, r es samın asıl saltanat sahasını teşkil e de n renkleri a deta ih­ mal etmiş, heykeltraşın be yan vasıtası olan hat­ lara, mi ma ra âit bir s aha olan mevkileri taksim ve kısımları tanzim hususlarına e h emm iy et ver­ miştir. Kendisinin en kıymetli eseri sayılan ve papanın ö n ü nd e birinci N a p ol éo n ’un taç g i y m e ­ sini tasvir e den tabloyu Luvr mü zes inde g ö r e n ­

ler, onun kıyafetler hakkında ne mutlak bir

sadakat g ös t er e re k ve bütün devir ricalinin zevceleriyle yerierini tayin h u s u s u n d a ne derin dü şü nce le rd en , tertip ve tetkiklerden ü ş e n m e ­ yerek bu cesim levhayı vücude getirdiğini bilirler. O zamanın kıyafetleri hakkında bize bu tablo şimdi bir tarih dersi vermektedir. Na po lé on ’

un tekmil a kraba ve ricalinden hiç kimsenin

unutulmamış bulunması, her kese teşrifatça en münasip yerlerin tayin edilmiş olması ve e rkek­ lerin üniforma ve nişanları mevkilerine ve

ka-Edebiyatta Başka San’atler

(4)

Edebiyatta Başka San'atler

dınların elmasları servetlerine t a m a m e n ve kat­ iyen uy gu n oluşu, bir kac âlimi cidden hayran bırakmaktadır. Ancak, ne çare ki, KorsikalI bir fakir mülazımın efsanevî ikbal ve itilâsından bu t a bl od a hiç bir râşe ve hiç bir gölge yok gibi­ dir, ve tabloda asıl bunlar olmalıydı! Son s e n e ­ lerdeki Fransız musikişinaslarının üstadı sayılan Saint - Saens, ki Pariste vefat ettiği vakit orada b u l u n d u ğ u m d a n cenaze merasimini s eyr etmi ş ve e he mm iy et ve şöhretini bu me ra simdeki fevka­ lâde d e b d e b e d e n de bir kere daha anlamıştım, eserlerinin mimarisine fevkalâde bir ihtimam gösterirdi. H ey ec an , hiddet, rica, galebe, zafer ve nevmitlik terennümlerini riyazî bir nisbetle tanzim eder, vü cude getirdiği uzun ve kısa her

hangi bir bestenin hiç birinde zaptedilmemiş

bir heyecan bulunmaz, umu mî âhengi hiç bir

galeyan ve hiç bir tenasüpsüzlük ihlâl etmezdi. Halbuki, s a n ’atlerine onun kadar mutlak bir

kudretle hakim olmayan başka bestekârların

eserlerini dinlerken, benliğimizde çok kere daha fazla heyecan ve mestî duyuyoruz. Meselâ Masse- net elbette Saint - S ae ns ka da r büyük bir s a n ’at- kâr değil, lâkin r uh u m u z a ş üphesiz ki daha ya­ kındır.

Başları kalın namaz bezleriyle örtülü eski

kadınların, sade ıstırap menbaı bildikleri Allahı

(5)

Edebiyatta Başka San atlar

d ü ş ü n m ek t e n korkularla titreyerek zikrettikleri bir cümleyi, bu mü na se be tl e hatırlıyorum. Onlar d emez le r mi ki, Genabıhak l üzumsuz hiç bir şey yaratmamış, her şeyi ha lkederken vazifesini de tayin etmiştir. Yürürken ayaklarımızın her an çiğnediği böceklerin varlığında bile derin bir hikmet gizlidir. Bu hikmet sebebiyle olsa gerek, cümlesini ayrı halkettiği s a n ’at perilerinden biri­ nin diğerine fazla bir inkiyat g ö s t er e re k kendi benliğini k a yb et m e s i n d e n s a n ’at ilahesi ha zzet­ miyor. Güzel s a n ’atlerin her şubesi müstakil kalmalı, r es samın eseri mimarın resmine, r a kka ­ senin raksı ile aktörün jestleri heykellerin d u r u ş ­ larına benzememel i, ve musikişinasın eseri biraz dağınık, edibin yazısı ise bir ruh gibi muammalı, bir g ir da p gibi derin olmalı !

S a n ’atlerin içtima ve izdivaçlarından tabiat okadar hazzetmiyor ki, bir o pe ra mugannisi en büyük meziyetinin ve tesir halketmek için en kudretli vasıtasının sesi, sesinin güzelliği ol du ­ ğ u n u un utu r da şarkı söylemek üzere kalıbına girdiği a damı n psikolijisini bir d ra m aktörünü kıskandıracak ka dar anlamış b ul u n d u ğ u n u size isbat e t m e ğe çalışırsa, tagannideki muvaffakiyeti derhal azalıyor. Dünyanın en muzaffer seslerin­ den birini h an çe re si nd en çıkarmakla maruf rus s a n ’atkârı Chaliapine’i ( Boris G o d o u n o v )

(6)

opera-<

Edebiyatta Başka San’atler

sında dinledim, ve Avrupanın en tanınmış kadın­ larından biri olan Madam Rubinstein’i muhibbi D ’A nnunz io’nun (P h èd r e) isimli eserini oynarken g ö r d ü m . Belki yaşı artik ilerlediği için, sesinde senasını halâ o k u d u ğ u m harukulâdeliği pek te d u ya madı ğı m Chal iapine’in tagannisinde, ko­ nu şmağı andıran, tavır ve va z’iyetlerde ısrarlar ederek, b e st e k â r d a n ziyade sözleri yazanın m a k ­ satlarını a n l at m ağ a çalışan bir e da vardı, ve bu e d a sesin vereceği hazla aktörün duyuracağı tesirleri birbirine v ur d u r u p ezdiriyordu. Madam Rubinstein ise her biri ayrı bir heykeltraşın za­ ferini temin e decek bediî evza alarak bunlarda o ka dar uzun m üd de t , sözünü ağırlatıp ve va k’ ayı d u r d u r u p kalıyordu ki, insan bir piyes s ey­

rettiğini unutuyor, ve bu narin ve mevzun

kadın v ü c u d u n u n çok ağır değişen vaziyetlerini t e ma şa da, ağır ağır şeklini bulan vaziyetlerin her biri pek güzel olmakla beraber, zevki uzun m ü d d e t tatmine kâfi gelmiyordu. Eski ve sadık bir dostu sıîatiyle kendisine güzel s a n ’atlar için­ de tiyatroya h e m en müsavi bir yer layık g ö r ­ d ü ğ ü m sinema dahi, roma n ve tiyatrodaki tebliğ vasıtalarına mutlak bir inkiyat gösterdiği z a m a n ­ lar, tiyatro ile romanın gerisinde a de ta mânâsız bir zeyle dönü yo r .

Edebiyat bizde asırlarca m ü d d e t nazma,

(7)

Edebiyatta Başka San’atler

zımda da gazel ve kasideye inhisar etmiş ve resimle heykeltraşlık şiddetle m e m n u o l d u ğ u n ­ dan, güzel s a n ’atler daima müstakil b ul unma k şiarları olan mimarlıkla musikiye mü nha sı r kal­

mıştı. Ruhun ümitlerini ve kalbin zaferlerini

değil, s ad e ce şifası b u l u nm a z elemleri ve acıları t e re n nü m e den musikimizde hüzün ve g a m d a n , yorgunlukt an ve bitaplıktan başka hiç bir şeyin

ilhamına ve ifadesine rastgelinmez. Dalgaları

rüzgârlarla cenkleşen u m ma n l ar ve ağaçları yıldırımlarla gül eşe n orma nla r bile gerçi meselâ W a g n e r ve Berlioz’un eserlerinde t e re n n ü m edil­ miştir, lâkin bizim musikimizde, bizim ancak yor­ gun ve elemli kalplerin destanını söyleyen musiki­ mizde bunları istemek abes, bulma ks a imkânsızdır.

Tekzibe u ğra ma k ta n korkmayarak denebilir ki, eski şairlerimizin yazılarında eski musikişinas­ larımızın best el eri nde ki nde n fazla musiki var. On sekiz yaşında kendisini yeniçeriler katlettik- leri için g e n ç Osman diye anılan ikinci Osman, g û ya idare ve g û y a zaferle tetviç eylediği bir seferi harikalarla dolu bir muvaffakiyet şeklinde s a n ’atin t e re n nü m etmesini dileyince, bu hususa bir bestekârı değil fakat Er zu ru mlu Nef’iyi, sazlar yerine kelimelerini birbirine çar parak musikiyi ya­ ratan ve heyecanlarını r u h u n u n h ü m m a s ı n d a n zi­ yade lafızların tantana ve â h engi nde n, d e b d e b e ve

(8)

Edebiyatta Başka San’atler

velvelesinden alan Nef’iyi m e m u r etmişti. Lâkin, e d ebi ya t kitaplarımızın ( âhengi taklidi) dedikleri s a n ’atte kemal e erişerek, hayatın nice hislerini

ve hadiselerini Kelimelerin gürültüleri veya

fısıltılarıyle ifadede ha yre t verici bir iktidar g ö s ­ t eren divan edebiyatı, bu ka da r usta olacağına d a h a sami mî olsaydı, a ca b a şimdi da ha fazla o k u nm a z mı idi? Yarınki şiir ve edebiya t âlemi­ nin bir iki mü h im şahsiyeti belki de aralarında b ul un an Yedi m e ş ’ale sahipleri ise, ilhamı ele g e çi r m e k için h e men divan edebiyatçıları ka dar ba şka bir s a n ’atten imdat istiyor ve aradıkları imdadı r e s im de buluyorlar. A h me t Haşimin de g ö r m ü ş ve söylemiş ol duğu bu hususiyet, bâzen o d e r e c e d e bariz bir şekil alıyor ki, insan eski (Serveti fünun) koleksiyonlarını karıştırdığı zan- nına düşüyor. Edebiyatı cedide devrinin b e ğ e ­ nilmiş tablolar altına m a n zu m el e r y azma k m o ­ dasını, lâkin tabloları gizliyerek ihya e de n bu tarzı, itiraf e dec eği m, pek s evmi yorum. Bir müverrihin uzun sahifelerle anlatacağı büt ün bir devrin esas hatlarını kısa manzumel eri ne sığdı­ racak kadar, ve artık ressamlıkta değil fakat minyatürcülükte fevkalâde bir muvaffakiyet g ö s ­ termiş olan José Maria dö Heredi a bile, büt ün b ü yü k lü ğ ün e r a ğ m e n bilhassa meftunu bu lu n­ d u ğ u m şairlerden değildir.

(9)

Eedbiyatta Başka San’atler

İşte yedi m e ş ’alecilerden, ve bunların belki en müstait ve mütekâmilleri g ö r ü n e n Sabrı Esat

Bey de n rasgele alınmış altı mısra:

N a r gibi bir ocakta çevrilen av etleri.

T aş d u v a r la r d a bir dev o y n a ta n meşgaleler, G etiriyor u şa k la r g ü l dolu sepetleri.

A ltın örm eli k a p la r, güm üş s a v a tlı k a p lar.. D oldu her u z a tıla n kadehe b irer birer B ir çocuk kanı g ibi serin şa r a p la r .

Bu altı mısra içinde gözlerin değil başka

bir uzvun hafızasına hitap e de n bir tek teşbih var ki, m e s ’ele şirin zatî kıymetini tedkik olsaydı bu teşbihe de ihtimal itiraz eder, hakikatle hiç bir müna se be tin aranılmamış b u l u n d u ğ u n u ve ç ü n ­ kü b üt ün kanların aynı d e r e c e d e sıcak o l duğunu g e n ç şaire söylerdik.

Bu kabil şiirler karşısında insan kendi k e n ­ dine ve kemali ciddiyetle, “-Ressamlık e tmek için

şairlere lüzum var mı?„ diye soruyor. Şiirde

her ş eyden ziyade kâinat manzarası ve a d e m mu amma sı karşısında r uhun tereddütleri, ıstırap­ ları, isyanları, ümitleri ve tesellileri görü lmek arzu olunur. Ve binaenaleyh istenilir ki, şiir d a ­ ğınık, karışık, perişan olsun. Kelimelerin â hen- giyle bilerek musiki y a p m a ğ a bile şairin mecali yetmesin, ve d u y d u ğ u hislerin kudretiyle zebun,

(10)

Edebiyatta Başka San'atler

a deta k ah ro lmuş bir halde, haricî âlemi g ö s t e r ­ m e ğ e bile o tenezzül etmesin. Kendi ruh ve kalplerinde söylenecek k a d ar büyü k şeyleri duymayanl ar, vezin ve kafiye ile s ade g ö r d ü k ­ leri şeyleri anlatırlar. Hakikî ve büyük şairin d erunî hayatı öyle coşkun ve taşkındır ki, tabiat ma nza ra la rında bile o kendi r u h un u ve kendi varlığını g örür , ve Hamidin dediği gibi, bu ma- nazırı b u n d a n dolayı pürmaali bulur. Şairin, bir mimarî eseri vü c ud e getiriyormuşcasına, sözle­ rini evvelden uzun uzun tertibe de mecali yok­ tur. ( Makber), perişan bir eserdir.

Edebiyatın en halis ve en mutlak malikânesi o h n şiirden ayrılıp roman, tiyatro ve hitabet gibi sair akşamına geçince, mimarlığın hükmü nü her ü ç ü n d e ve resmin tesirini r o m a n d a bulu­ yoruz. Bana öyle geliyor ki, edebiyat üzerinde gittikçe tahakküme başlıyan ve hele romanı g a ­ yet ciddî şekilde tehdit e de n şey resim, yâni muhiti ve çehreleri satırlarla tasvire inhimaktir. Şimdiye ka dar en çok aşk maceralarından ve ruh cidallerinden b a h s e d e n roman, insanlar git­ tikçe maddileşip meselâ Corneille’in mahlûkatını türlü işkence içinde ölüme sürükleyen v a z ’iyet- ler k e d er d en ölüme değil, bir saat üzül me ğe bile d e ğ m e z haller şeklinde g ö r ü n d ü k ç e değişe­ cektir. Çünkü, bizzat kendisi de zamanın a damı

(11)

Edebiyatta Başka San’atler

b ul un ma k itibarile, şahsiyeti na ka da r kuvvetli olursa olsun s a n ’atkâr az çok muhitinin tesiri

altında kalacak, insanların gittikçe hissizleş-

melerini o da tabiî bulacağı için sahifelerini ha­ yatın sırf dışına ve de ko ru n a âit tasvirlerle dol­ d u rm a k mecburiyet ine düşecektir.

Son z amanlara kadar, haricî hayatlara âit bu tasvirler sırf vak’alarını uzak m e ml eket l er de n alan r oma nl ar da fazla yer tutar, fakat o zaman bile bâzen coğrafya kitabı çeşnisi veren bu taf­ silâttan biraz bıkkınlık gelirdi. Pierre Loti’nin o misilsiz lisanına r a ğme n, mevzularını h e men d aima uzak me ml ek et l er de n alan sergüzeştleri r o­ man olarak pek basit addedilmiştir. Halâ okunması ü sl ûbunun büyüleyici kudretindendir, ve vak’anın hayat ve hareketine zerrece e h emm iy et v e r m e ­ yen tasvirlerine isyan edilmemesi de sırf o t a s ­ virlerdeki fevkelâde letafet ve ku dretten dolayı­ dır. Vefatı üzerine fransız akademisindeki ye ­

rine, orada bir de büyük re ssa m bulunması

için intihap edilen s a n ’atkâr Albert Besnard, s e­ lefinin senasına âit nutku meclisteki kabul m e r a ­ simi e snas ında okurken, muh akkak ki sahasının haricine çıkmak müşkülâtından bu sayede k u r ­ tulmuş, zira Loti’de kelimeler ressamım anlatmak ve me th et mek kendisi için g ü ç olmamıştır. Fakat Pierre Loti’ler çok yetişmez, ve e sasen dünya

(12)

Edebiyatta Başka San’atler

şimdi bile Pierre Loti’nin bahriye zabiti olarak dünyayı dolaştığı zeman ka da r hususiyetler ve g a r ab et le r le dolu değildir. Her halde, r oma nc ı­ ların, mahlûklarının ruhlarında büyük heyecanlar ve ihtilâçlar halkedemiyerek bunların m ü t e m a ­ diyen ve s ebe ps iz yere haricî manzaralariyle ve içinde yaşadıkları dekorla meşgul olacakları gün, kendi h e sa b ım a elim r oma nla ra nadiren u z an a ­ cak. Çünkü, portre için r essamı h e m en daima mu h ar ri r e tercih eylediğim gibi, enteryör ve n at ür mo rt resimlerini de zaten pek s evme m.

1928

I

3 8

Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

• Altın oran gibi daha çok resim, fotoğraf ve tasarımda kullanılan bir kompozisyon kuralıdır. Bu kurala göre çerçeve 2 yatay ve 2 dikey çizgi ile 9 eşit

şampanya vb.) ve kalitesi belirli bir şarap için uygun bulunan değere karşılık gelen SÇKM oranında hasat edilir.. v Şıranın SÇKM ’si ne kadar yüksekse şarabın alkolü

Tarihi metinlerde karşımıza çıkan, eski dönemlere ait kimi sözcükler, terimler, bugün hemen her Türk.. halkının dilinde bir

Mengs (1723 - 1774) Romada Winckelmann ile beraber Neo-classique'in temelini atmışdı. Mengs ve Winckelmann Antikiteye avdeti» idare ediyor- du. Aynı asırda hissin

Dokunmatik ekranlar, sizin tam olarak nereye dokundu¤unuzu alg›la- yabilmek için temelde dört farkl› tek- nolojiden faydalan›yorlar: Rezistif (dirençli), kapasitif,

Objective: This double-blinded, randomized, prospective study compared 3 different concentra- tions of bupivacaine using the same total volume for ultrasound-guided

Hesabat: Bu gibi kirişlerin maruz olduğu eğilme anları ve bunlardan dolayı tekevvün eden kuvvai dahiliye sabit irtifalı kirişlere müşabih- tir.. Ve sabit irtifalı

Ayrıca dinamik matematik yazılımı ile etkileşimli tahta teknolojisinin birlikte kullanımı konunun somutlaştırılmasına katkı sağladığı, kalıcılığı artırdığı,