r m z - l i f ü
lal;tüulil<>
SEKİZ YILONCE BUGÜNLERDE YİTİRDİĞİMİZ
S A B A H A T T İN
■ Y Ü B O ftLU 'N A S A Y G I...
S A N A T
ye hiç sormayacağım. Çünkü, biraz ayıp I olur. Bir önceki hükümet döneminde E radyo ve televizyonda, müziği biraz ya- I
saklanmıştı da... i
YÜRÜDÜĞÜ YOL
Bir yıllık ayrılıktan sonra Türkiye’ye I dönen Zülfü Livaneli, bundan böyle ça- I lışmalarını hem yurt içinde, hem yurt dı- I şında sürdüreceğini söylüyor. Her za-
B
man her sanatçıya sorulan ve çoğu kez | büyük bir sitemle sorulan, “ neden yurt |dışında” sorusunu şöyle yanıtlıyor. “ Çalışmalarımı yalnız Türkiye’de sür- | dürseydim, yürüdüğüm yolda sağlıklı ı yürüyemezdim, (iki yıl önce onunla yap- .
tığım bir konuşmada, “ İnsanın dünyası, . dinlediği müzikle, okuduğu kitapla; yü rüdüğü yolla bütünleşir” dediğini anım- ; sıyorum.) Burada ‘halkın istekleri’, ‘hal- *
kın eğilimi’ diye adlandırılan ama belki *
de yalnızca yapay olarak yaratılan bir yo- ■ la zorlanırdım. Yıllardır toplumumuzda, * aydınımız onca acı çekmiş, halkından B onca ayrı düşürülmüştür ki, şimdi halkla
B
ilişki kuran her şeye büyük saygı duyu- I yor... Her ülkede ticarî müzik, ticarî si- I nema, ticarî roman vardır. Bizdeki fark | aydınların bunlara bunca ödün vermesi, | geçici olduklarını görememesidir... Tür- | kiye, dünyadan soyutlanabilecek bir ada ı değil. Yalnız burası hedef alındığında, . buranın piyasa koşullarına uymak gere- . kiyor. Oysa, yurt dışında da çalışınca, . değerlendirmenizi Unkapanı çarşısına göre değil, dünya müziğine göre yapı- * yorsunuz. Dünya müzikçileriyle aynı pa- ■ zarda, onlarla rekabet halinde geliştiriyor * insan işini.”
Sözü şöyle sürdürüyor Livaneli:
B
“ Türk müziğinin dünya müziğine ve-
E
rebileceği çok şey var. Bu topraktan öyle | uygarlıklar gelip geçmiş ki, tümünün çok | ilginç bir bileşimine sahibiz. Biz Batı’ya |
bu toprağın müziğini modern bir yapı |
içinde götürebiliriz ve götürmeliyiz... Bu | ülkenin kültürü yalnız döner kebap değil- ■ dir’I anlatmaya çalışmalıyız.”
İşte, çabada olduğu gibi, çalışmaları- .
nı yurt dışında da sürdürecek Livaneli, ,
Nitekim, Alman Televizyonundaki “ As- pecte” adlı kültür programında sunucu onu sahneye çağırmadan önce, “ Şimdi '
Batı ülkele'rindeki Türk imajını değiştire- ^ cek bir şey dinleyeceksiniz” diye sesle- I
necekti milyonlarca İzleyiciye.
Zülfü Livaneli’nln söyleyecekleri daha
B
bitmedi. Ama bir pazar günü, bizim sa-B
nata ayrılabilen sayfamız bitti... YenidenB
(bu kez yalnız utançla değil, sayfa ve sü-B
tün bolluğunu kıskanarak) önümdekiB
“yabancı” gazete ve dergilere bakıyorum:E
“ Weitermit der Saz” ... “ Le Teodorakis de
E
la Turquie” ... “ Deir Turkiche Liedermac- | her” ... “ Das Volk Singt Seine Lieder” ... |
vesaire... vesaire... vesaire... ■
18
Sabahattin Eyüboğlu,
Bundan sekiz yıl önce, ocak ayının 13’ünde Türk kültürü ve düşünce yaşa mı büyük bir insanı yitirdi: Sabahattin Eyüboğlu’nu.
Sabahattin Eyüboğlu’nun kültürü
müze katkısını, onun çabasını, çevresi ni ve dünyayı yorumlayışını, "hüma
nist” diye adlandırdığımız düşünce
biçimini, kendi deyişiyle şöyle özetle yebiliriz:
“ ...Geçmişimizi, topraklarımızda arayıp bulduğumuz her değeri, Eti, Yu nan, Roma, Bizans, Selçuk, OsmanlI ne olursa olsun benimsemek...”
Sabahattin Eyüboğlu bunu gerçek
leştirdi. Yalnız kendi geçmişimizi değerlendirmekle kalmadı, dünya geçmişini bize kazandırdı. Ve bu top raklardaki her değeri bize benimsetme ye çalışırken, yeryüzünün tüm nimetle
rini de benimsetmeye çalıştı. Geçmiş çağları araştırırken, gelecek çağlara ışık tuttu.
Millî Eğitim Bakanlığı Tercüme Bü- rosu’ndaki çalışmaları, Köy Enstitüle- ri’ni kurma yolunda Tonguç’la birlikte çabaları, Sanat Tarihi Profesörlüğü ya nı sıra, Sabahattin Eyüboğlu, bize sa nat tarihi, Türk kültürü ve Yunus Emre üzerine onu aşkın telif eser ve altmışı aşkın çeviri eser vermiş, on bir belgesel film çevirmiştir. Aristophanes’den Hayyam’a, Montaigne, Shakespeare, Moliere, La Fontaine’den Rousseau ve Flaubert’e, Russel’e varan bir kültür
zinciri, eski çağlardan başlayıp Yu-
nus’a, Karacaoğlan’a uzanan bir Apa-
dolu sevgisi sundu bizlere.
Ölümünün 8. yıldönümünde Saba hattin Eyüboğlu’nu, bu söz ustasını sevgi ve saygıyla anarken yine onun sözlerine sığınıyorum:
“ ... Yirminci yüzyılın başardığı ya da başaracağı İşlerden biri de sanatı haya ta karıştırmak olacaktır. Sanatçı çoktan beri çekilmiş olduğu mağrur inzivadan insanların arasına ve sanatın yüzyıllara çakılı kaldığı müze duvarlarından caddelere inmektedir. Yeni adam- sanatın işe yaramasını istiyor."
"... Kitap, yazılı söz, söz dile gelmiş düşünce, düşünce de insanın ta kendisi olduğuna göre, kitap düşmanı İnsan düşmanı demektir.”
“ ... Filozofun da şair ve sanatçıların da en l-'fsi, sahicisi halkı hor görme miştir. Üstelik ders almasını bilmiştir. Halk anlamaz diyenlerin insanlara bir şey anlattıkları, bir değer kattıkları görülmemiştir. Kim halktan koparak büyük adam olmuş? Hangi büyük adam eninde sonunda halkın malı olmamış tır?”
"... Çağımıza bilim çağı demekte haklıyız. Gerçi bilime inanmayanlar, İnananlardan çok ve insanların büyük çoğunluğu, bilimden gereğince yarar lanmıyor henüz. Ama insanları mutlu luğa götürecek tek yolun bilim yolu ol duğu düşüncesinin dünya devletlerince benimsenmesi ve bilimin günden güne artan bir hızla en yoksul insanlara kadar ister istemez yayıldığı çağ bizim çağımız oldu."
"... Halk türküleri bizim tatlı belâmız. Dilimizin tadı, gerçeğimizin tadı on larda. Gülen ayvamız, ağlayan narımız onlarda. Halkımız onlara koymuş umudunu da umutsuzluğunu da. Dü nümüzün alaca karanlığı, bugünümü zün sabah serinliği, yarınlarımızın ipuçları onlarda.”