2 KASIM 1997 PAZAR CUMHURİYET
KÜLTÜR
Dünyaya Piraye ile Nâzım’ın penceresinden bakan Memet Fuat’tan ‘Gölgede Kalan Yıllar’
Karşılık beklemeyen sevgiler...
HANDAN ŞENKOKEN____________
“Bu kitabı yazmaya başladığımda alimış dokuz yaşındaydım;
bitirdiğimde, yetmiş bir... İki y ıl sürdü... Arada bir gidip gelme de var... Yoğun bafamdu gözlerimi açtığımda Bir ay daha yaşayıp kitabımı bitirebilsem!’ diye kaygılanıyordum... Bir ay daha! ”
Yılbaşı öncesi başlayan rahatsızlığı sırasında yoğun bakımda bile düşündüğü; “bataklığa dönmüş
dünyamızda, iyiliğin, dürüstlüğün, onurun, bağlılığın, özverinin simgesi”
annesi Piraye H anım 'ı, çocukluğunu, gençliğini anlattığı “Gölgede Kalan
Ydlar ”ı bitirdi Memet Fuat, söz verdiği
gibi beşinci sayfasını da bize imzaladı! Zaaman zaman o tadına doyulmaz sohbetlerinde mutlulukla anlattığı anılar, geçmişten arta kalan belgelerle, fotoğraflarla bir destana dönüşmüştü. Bü kitapla birlikte biz de ilk kez Memet Fuat’ın, Piraye’nin, Nâzım' m, onlann kalabalık ve yokluğun içinde ama alabildiğine ‘yüreği sevgiyle’ dolu yaşamına girebiliyoruz. Çevredeki ünlü sanatçıların yanı sıra Erenköylülerle, Çamlıcalılarla, dedesinin bahçesine her yüz gelen başka uluslardan, başka dinlerden kiracılarla zenginleşen, "o
güzel insanlar ”m ‘karşılık beklemeyen sevgileriyle’ kuşatılmış bu ortamda,
Memet Fuat’ın benzersiz kişiliğinin nasıl oluştuğuna tanık oluyoruz.
“Bizim aşkımızdan bahsederken insanlar yalnız hayranlık ve saygı duyabilirler" diyen Nâzım’ın, yıllarca
çeşitli cezaevlerinden Piraye’ye yazdığı mektuplarıyla, şiirleriyle o dönem yaşamım okumuştuk. Bu kitap ise Memet Fuat’a “Benden uzak, fakat
yeryüzünün en akıllı ve en büyük kadınına yakın yaşadın. Beni adam eden, beni insan eden kadının tesiri yaratıcıdır" diye yazan Nâzım’dan
ayrılınca, içinde “Yemyeşil bir dal
kırılan ” Piraye’yi anlatıyor. ‘Aşk konuşulm az,yaşanır' inancıyla hep
suskun kalan Piraye’yi. Bu aşkın yaşamdaki gerçekleri aktarılırken, birtakım dedikodulara da yanıt veriliyor.
“Gölgede Kalan Yıllar”, dünyaya
Piraye ile Nâzım’m penceresinden bakan Memet Fuat’ın eşsiz
öğretmenliğiyle ‘gelecek güneşli, güzel
günlerin özlemini yitirmeden, geçmişe Sığınarak ’ verdiği bir yaşam dersi.
- Kitabınızda “Anılar biriktirerek,
a^Jada,kalan günlerime bakarak yaşamadım. Bü gün oturup bunları yazacağım aklımdan bile geçmezdi. Çevremdeki hava hep geleceğe dönüktü,” diyorsunuz. Sizi “Gölgede Kalan Yıllan” yazmaya ne yöneltti?
Buna nasıl karar serdiniz?
MEMET FUAT - Kitapta gördüğünüz o
fotoğrafları ben biriktirmedim. Benim bir albümüm bile yoktur. “Geçmiş
günün hasretini çekmem..."
Biliyorsunuz, Nâzım’ın dörtlüğü... Gözlerim hep gelecek “güneşli güzel
günlerce dönük olarak yaşadım. Şiirler
çizmiştir benim yaşam anlayışımı. Sonra çevremdeki insanlar birer birer ölmeye başladılar. Biriktirdikleri fotoğraflar, anı nitelikli eşyalar hep bana kaldı. İster istemez o insanları, onlarla geçen günlerimi düşünmeye, anımsamaya başladım. Günümüzdeki ilişkilerle o günlerdeki ilişkiler kürşflaştıkça, garip bir şeyler oluyordu içimde. Yaşadıklarımı anlatmak, başkalarıyla paylaşmak isteğini duyuyordum. Karşılık beklemeyen sevgiler beni çok etkiler. Bir annenin çocuğuna sevgisi gibi... Bunu bol bol yaladım... Anlatmak isteğim kaynama noktasına gelmişti... Annem ölünce... Ertesi gün başladım Gölgede Kalan Yıllar’! yazmaya. Taslak filan yok. çağrışımlarla, iki yıl sürekli yazdım...
“Artık kesmeliyim“ dediğimde altı yüz
sayfayı bulmuştum.
Nâzım ile Piraye'nin
mektuplarını yayımlayacağım
- Kitabınızın adı neden “Gölgede Kalan
Yıllar”?
Bu bana hep soruluyor. Kitabın adı anneme bir gönderme. Onun çok sevdiği bir romanın adı Gölgede Kalan Bir Yıl idi. AvusturyalI yazar Kontes
Hermynia Zür Muhlen’in duygusal bir
aşk romanı, ama Hitier'e, Nazizme, Yahudi düşmanlığına karşı bir düşünsel temelin üstüne oturtulmuştu.
Avusturya’da 1935’te yayımlanmış. Nazilerin yaktığı kitaplardan. Türkçeye çevirisi 1945’te yapılmış. Piraye o kitabı herkese okuturdu. Nâzım’a da okutmuş. Piraye’ye yazdığı mektuplar
yayımlanınca göreceksiniz. Burada ne diyeceğinizi biliyorum : “O mektupları
yayımladınız ya!.. Nâzım ile Piraye?..”
Hayır, yayımlamadım... Bu yanıtı üçüncü kez veriyorum : Nâzım ile Piraye. benim bir çalışmamdı. Nâzım’m Piraye’ye mektuplarından yaptığım alıntılarla, şiirlerindeki çok önemli bir özelliği belirtmeye çalışıyor, “yaşamını
şiirlerinde kullandığı gibi, şiirlerini de yaşamında nasıl kullandığını”
sergiliyordum. Başka şairlerde de örnekleri vardır yaşamında şiiri kullanmanın. Ama Nâzım’da çok aşırı... Neyse bunu bırakalım şimdi. Nâzım’ın, o kitaptaki kadar değil, bir tahta çanta dolusu mektubu vardı Piraye’ye, onlar yakında iki cilt olarak yayımlanacak. Tahta çanta ne demek? Nâzım cezaevinde Piraye’ye ceviz ağacından bir çanta yapmış : Köylülerin tahta bavullarının küçüğü...
J S a b sın olarak kimi daha
çok seviyorsun, asıl babanı
m ı,N âzım ’ım ı diye
sorsalar, hiç kuşkusuz
“Nâzım’ı” derdim.
Bunu bir mektubumda
yazmıştım ona. Ama
babamın yerine
koyduğum insan aslında
dedemdi.
- Anı kitaplarında amacın doğrulan ortaya çıkarmak olmadığım, birçok şeyin unutulmasının çok doğal olduğunu belirtiyorsunuz. Oysa geçmişten birçok inanılmaz ayrıntıyı içeriyor
yazdıklarınız. Bütün bunları nasıl anımsadınız?
Bu konuda hiçbir şey diyemem. Oturup yazmaya başladım. Gelen geldi, gelmeyen kaldı. Kitap bittikten sonra başka şeylerde anımsadım. Şunu unutmuşum, bunu unutmuşum. Fotoğraflara bakarken anımsadığım şeyler de oldu. Araya mektuplar, notlar girdi. İşte öyle...
- Kitabınız fotoğraflarla örülü. Geçmişin olağanüstü etkileyici, çarpıcı anlan ve insanlanyla... Bunca yıldır bu fotoğraftan, içinizdeki “o güzel
insanlar”ı nasıl koruyabildiniz ? O fotoğrafları koruyan ben değilim. Annem, Selma Teyzem, Fifi, babalan Ahmet Muhtar Bey, onlann koruduğu fotoğraflar, hepsi bana kaldı. Daha neler neler var!.. Benim koruduğum o güzel insanların unutulmaz anılan, yarattıklan karşılık beklemeyen sevgi ortamı...
öğrendim, ama kişiliğimdeki belirleyici etkilerin Piraye’den geldiği
kanısındayım. Dedeme, Mehmet Ali
Paşa’ya benzeyen yanlarım da var.
Zaman zaman çocuklara takılırken filan bunlar ortaya çıkıyor, kendi kendime gülüyorum.
'Aşk konuşulmaz, yaşanır’
- Anılarınızda hep arkadaşlıklardan söz edip sevda ilişkilerinden söz
etmediğinizi, Nâzım ile Piraye’ye bile elden geldiğince başka yönleriyle yaklaşmaya çalıştığınızı belirtiyorsunuz. Nâzını ile Piraye için mektuplar ve şiirlerin yeterli olduğunu, bu kitapta sadece yaşamın gerçeklerinden kesitler vermeyi mi düşündünüz?
Bu bir roman değil. Anılar. Herkesin söz edilmesini istemediği ilişkileri olabilir. Çeşitli nedenlerle. Ayrıca, söyledim, kişiliğimdeki belirleyici etkiler Piraye’den geliyor. Aşk konuşulmaz, yaşanır...
- Sizin için, saygı gösterdiğiniz bir yabancı gibi olan “paşazade” babanız
.X ^ünyaya onların
penceresinden baktım.
Pek çok şeyi Nâzım’ı
izleyerek, dinleyerek
öğrendim, ama
kişiliğimdeki belirleyici
etkilerin Piraye’den geldiği
kanısındayım. Şiirler
çizmiştir benim yaşam
anlayışımı.
torunum 5-B’den 920...” Bu yanlışı
birkaç kez yapınca dedemi babamın yerine koyduğumu düşünmüştüm. Onun yanında büyümek bana ne kazandırdı? Halkı, yoksullan, çalışan insanları seven bir soyluydu, arabacılar, bakkallar, gündelikçilerle uzun uzun söyleşir, kendini üstün-görenlere hiç yüz vermezdi... Ben de hoşlanmam seçkinlerin arasına girmekten... Onun etkisi olabilir... Ayrıca karşılıksız sevginin anıtı gibiydi...
- Mektubunda, “Sana biraz da kendi
kafamın, yüreğimin devamı gibi bakanm,” diyen Nâzım’ın, 1950’lere dek
mektupla süren yazarlık eğitimi kişiliğinizin oluşmasında nasıl rol oynadı?
Ben eleştiri anlayışımın kaynağında Nâzım’m olduğu kanısındayım. Sanat üzerine düşüncelerinden büyük oranda etkilendiğim gibi, ilk yazılarımı onun mektuplarından çıkardığımı da söyleyebilirim. Başlangıçta onun üslubunun da etkisindeydim.
- Ya insan ilişkilerinizi? Yaşama bakışınızı? Fethi Naci’nin “Sen
1) Emiş ablası ve dedesi M ehmet Ali Paşa. 2) Memet Fuat, 1953. Arkasında eşi İzgen Hanım, 3) Piraye, Nâzım, Mahmut Yesari. 4) Selma Teyzesi ve M emet Fuat, 1943,5) Ninesi Nurlıayat Hanım, Nihat amcasının ikinci kansı Fevzive yengesi. Adile ve Ülfet halası, 6) Annesi Piraye Hanım, Nazım ’m kızkardeşi Samiye, M ehm et, 1929.
Arada karşılık bekleyen güzelin güzeli sevgiler de v ar. ama beni “y azmadan
edemezdim”e getiren o karşılık
beklemeyen sevgiler...
İki köşk arasındaki yıllar
- Adeta masalsı bir ortamda, olağanüstü sevgi ve dostluk çemberi içinde. “Her
biri bir romana konu olacak derinlikteki” kişilerle Mithat Paşa ve
Mehmet AB Paşa köşkü arasında geçirilen yıllar nasıl iz bıraktı sizde?
Bilmiyorum... Düşünmedim... Köşk yaşamından kentsoylu dünyasına ayak uyduramayan, para karşılığı çalışmayı beceremeyen, “paşazade” diye anılan kişiler de çıkar. Benim üzerimdeki en büyük etkinin Piraye ile Nâzım’dan geldiği kanısındayım. Dünyaya onların penceresinden baktım. Pek çok şeyi Nâzım’ı izleyerek, dinleyerek
Vedat Örfi Bengü’niin yerini dedeniz ve
Nâzını almış. Çocukluğunuzu, özellikle 12-17 yaşma dek. emeldi general bir büyükbabanın yanında yaşamak size neler kazandımıışb?
Nâzım bana, baba gibi değil de, çok sevdiğim bir akraba, yaşça çok büyük bir ağabey gibi gelirdi. Baba demezdim ona. Baba dememi istediğini bildiğim için, arada bir “babiş” dediğim olurdu. Baban olarak kimi daha çok seviyorsun, asıl babanı mı. Nâzım’ı mı diye sorsalar. hiç kuşkusuz, “Nâzım’ı” derdim. Bunu bir mektubumda yazmıştım da ona. Ama babanım yerine koyduğum insan aslında dedemdi. Okula tezkere yazılacağı zaman ne yazılmasını istediğimi sorar, ben yazdırmaya başlardım : “Velisi
bulunduğum oğlum 5-B’den 920 Mehmet Fuat Bcngü’nün...” O
düzelterek yazardı: “Velisi bulunduğum
gençliğini yaşamamışsın” saptamasını,
bunda Nâzım’m çok büyük etkisi olduğunu belirtip oluriamışsınız. Nasıl bir etkiydi bu?
Fethi Naci’nin “gençliğini yaşamak” dediği, diyelim Yahya Kemal’i yerin dibine batırmak. Rabia Hatun şiirlerine,
“Beş para etmez!” damgasını vurmak
gibi şeyler. Kitapta görmüşsünüzdür, ben daha işin başındayken bu tür “sekter” liklere karşı uyarılmıştım. Can
Yüeel’e “Keşke ölseydi de bunları yazmasaydı!” dedirten geçen yılki
yazım da Nâzım’ın etkisiyle yazılmış bir yazıdır. Polislerin de sömürülen halk çocukları olduklarını, onları yaptıkları işlere düzenin yönlendirdiğini ilk ondan duymuştum.
- Beğenisine Nâzım’ın çok güvendiği Piraye’nin sizi yazarlığa zorlaması, itici güç olması sanatsal duyarlığınızı nasıl yönlendirdi?
Nâzım’ın üslubu yer yer fazla süslüleşir. Annem, “Nâzım, gene rokoko olmuş...” diye üstüne üstüne giderdi. Geçen yıl
Semih Gümüş’ten bir dergiye ya da
gazeteye benim bir kitabımla ilgili bir yazı yazmasını istemişler. Baktım yazılarımı dikkatle okuyor, arada bir de bana, süssüzliikten, düpedüzlükten açarak, “Bu kadar da olmaz ki!” gibi sözler ediyordu. Çok doğru, Cemal
Süreya’nın, Ece Ayhan’ın yazdığı bir
ülkede, olmaz ki, böyle de yazılmaz ki!.. Sonunda Semih Gümüş vazgeçti o işten... Ben ise hep Piraye’yi düşünürüm düpedüzlükten, basitlikten söz ettiler mi... “Ben ortaokul çocuktan için
yazıyorum,” derim.
‘Asıl tutkum öğretmenlik'
- Çocukluğunuzdaki mimarlık tutkunuzu önce Adnan Ağabey, sonra da Mimar Adnan Kuruyazıcı ile sürdürmüşsünüz. Fotoğraflarda ve anılannızda içinde yaşadığınız ınekânlan da en ince aynntılarıııa dek anlatıyorsunuz. Sonunda yaşadığınız evi de kendiniz yapmışsınız. Sağlığınızın bozulmasından sonra bile sporu bırakmayarak önce futbol, sonra voleybol antrenörlüğünü (hem de milli takıma kadar) üstlenip, bu mutluluğu da yaşamışsınız. Spor ve mimarlık
vazgeçilmez tutkularınız mıydı?
Sanınm öyle... İkisini de çok severek yaptım... Yalnız yıllar sonra dönüp arkama baktığımda bendeki asıl tutkunun öğretmenlik olduğunu düşünüyorum : Gençlere, çocuklara bir şeyler öğretmek... Antrenörlük bana bu olanağı verdi. Bir ara Anadoluhisarı Spor Akademisi’nde doğrudan öğretmenlik, voleybol öğretmenliği de yaptım.
- Nâzım’ın oğlu olmanız tüm yaşamınızı belirlemiş adeta. Daha ilkokul bitirme sınavında, “Faşizm mi daha iyi, yoksa
komünizm mi?” tartışmasına
itilmişsiniz. Nihat Amcanızın Nişantaşı’nda sizi eve getirdiği zaman karşı kaldırımda beklemesi belleğinize kazınmış. Fulbright Bursu’nda Nâzım’a yakınlığınız Amerika’ya gitmenizi engellemiş, İstanbul Erkek Lisesi ve Boğaziçi Lisesi’ndc öğretmenlikten çekilmenize neden olmuş. “Hep izlenen,
önü kesilen, bir yerlere ulaşması engellenen bir insan olarak yaşamak”
kendinizi “gölgelemenize” mi neden oldu?
Zaten ortalarda dolaşmaktan, öne çıkmaktan hoşlanan bir insan değildim, ama onur kinci davranışlarla
karşılaşmamak için hep geride durmayı seçtiğim düşünülebilir. Voleybol Milli Takımını çalıştırdığım sırada Hürriyet gazetesinin nerdeyse bütün spor sayfasını bana ayırıp “Nâzım llikmet’in
oğlu Türk Milli Takımını Çalıştırıyor”
diye manşet attığını unutamam. Olumsuz bir yazı değildi, ama manşeti inanılmaz çarpıcılıktaydı.
Alt başlık da şöyle : Belki sağcı belki solcu ama gerçek bir sporcu... Vapurda adamın birinin, “Herifler nerelere
sızıyorlar!” deyişini kulağımla
duymuştum... Neyse, bunlar aşıldı diyelim...
Bir tür geçmişe sığınış
- "Velhasıl sen benim en güzel
yıllarımın ve yüreğimin içinde dünyanın en güzel ve en iyi kadın başıyla yan yana ve ondan ayrılmaz haldesin," diyordu Nâzım. Siz de,
“Piraye, Nâzım T bağışlamamış, ona dönmemişti, ama ondan ayrıldıktan sonra başkasıyla da evlenmedi. Nâzım’m üstüne başkasıyla yaşayamayacağı için,” diye
yazıyorsunuz. “Memleketimden insan
Manzaraları” da aralarında olmak
üzere, Nâzım’ın birçok yapıtının onun titizliği sayesinde günümüze ulaştığını da vurguluyorsunuz. Aynı özen ve titizlik sizin için de geçerli. Yaşanan onca güzellik, mutluluk, hüzün ve acı sonrasında, anılarınızı bir kitaba dönüştürmek, Piraye Hanımı bunca suskunluk sonrası bizlere tanıtmak,
“bataklığa dönmüş dünyamıza”
karşılıksız sevgileri anımsatmak için miydi? Nâzım’m bir mektubunda yazdığı gibi: "... Yıllarca sonra arkana
dönüp sevdiğin ve hayran olduğun insanları tekrar gözden geçirdiğin zaman, ya gülecek, yahut hayranlık yerine merhamet duyacaksın, fakat anan, seni aldatmamış olacak ve yıllarca sonra ona duyduğun hayranlığın bir kat daha artmış olduğunu anlayacaksın."
Geçenlerde bir yazar arkadaşım Gölgede Kalan Yılları okuyup heyecanlanmış, telefonda. “Böyle
insanlar mutlaka gene bir yerlerde var, ama bizler onları göremiyoruz, yoksa bu dünya çoktan batardı,” gibi sözler etti.
Bilemem... Ben bu paraya tapan, her yanından yalan fışkıran, gülümseyişiyle tüylerimi diken diken eden dünyada, içine düştüğüm bunalımdan elli yıl öncesinin o güzel insanlarını anlatarak kurtulabilir miyim düşüncesiyle yazdım Gölgede Kalan Yıllar’ı.
Bir tür geçmişe sığınış...
Umutsuzluk mu? Geçmişten güç alma diyelim... Gelecek güneşli güzel günlerin özlemini yitirmeden... Belki o arkadaşımın dediği doğru, belki de insanlar bugün dıştan göründükleri kadar yozlaşmış değillerdir, ama küreselleşen dünyada anamalcılığın ele geçirmediği yer kaldı mı ki... Neyse...
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi