• Sonuç bulunamadı

Bir nesir ve bir şiir

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Bir nesir ve bir şiir"

Copied!
1
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

cumhuriyet

E

1 ‘ / ? ( Z-

* ? - > f

r

ö

=

ıııı= u ıiH iıııi!iıiH im ıııııııııııııiH iıııııııııııım ııijıııııııııııım ııııııııiH iııijıııııım ııııııııım ııiH iı:siııı

|

G Ü N Ü N

K O N U L A R I

|

lin=HllIIIIIIIIIII!lllll}IHIIIIIlllllIIIIUIIIlIIIIlll<IllIIIIIIIII!linilllItIIIIII|IIIIIIIIIlliyiUIIIIUI.IIIIIIIH^<|l |

İlla* nesir we bir şiir

(Rahmetli Ahmet Ham di Tanpm ardan seçmeler)

ERZURUM

Erzurum’a üç defa, üçünde de ayrı ayrı yollardan gittim. Bu yol­ culukların birincisinde hemen he­ men çocuk denecek bir yaştaydım. Balkan Harbinin sonunda, iki fe­ lâketli muharebe arasındaki o kı­ sa, azaplı soluk alma yılının başın­ da, babamın memur bulunduğu bir şark sancağından dönüyorduk. On- bir gün, belki daha fazla süren, ge­ celeri çadırda, böcek seslerinin ge­ niş bir dut yaprağı gibi dört bir ya­ nından yiyip bitiremedikleri son­ suz tabiat içinde, değirmen veya dere uğultularım dinliyerek, çoban ların birbirlerini çağırdıkları ses­ lerle karanlıkta fazla kımıldanan hayvanları azarlıyan yahut gecenin topladığı hayaletlerden ürken bek­ çi köpeklerinin havlaınalariyle ür- pererek, sabahları kırıcı bir soğuk­ ta donmuş ellerimin farkında ol­ madığım hareketlerine şaşarak ge­ çen bu yolculuğu hiç unutmam. Büyük anneannemin masallariyle Kerem’den, Yunus'tan okuduğu be­ yitlerle, bana öğretmeye çalıştığı yıldız adlariyle muhayyelemde bü­ yülü hâtırası hâlâ pırıl pırıl tutu­ şur.

Babamın, aşağıdaki dereyi gör­ mek için, sarktığı mazı ağaçları a- raşındaki bir uçurum, Botan Su- yu’nun dağınık kollarının yer yer güneşe boğduğu yeşil bir ova, an­ cak kenarından geçtiğimiz Bitlis şehri namına bir bakkal dükkânı- nın camlarına dizilmiş gördüğüm küçük lâmba şişeleri; Balkan Har­ binin kimbilir hangi cefasına kat­ landıktan sonra memleketine yor­ gun döııen bir redif taburiyle üs­ tünde karşılaştığımız eski, harap Murat Suyu köprüsü, nihayet bir gece, dibinde yattığımız Yıldız Da­ ğı ve bir gün uzağından geçtiğimiz Suphan Dağı, sonra bu dağların benim çocuk muhayyelemde yaptı­ ğı acaip tesir...

Bu dağlardan sonra Aşık Kerem benim için bir hayalet yolcu gibi kervanımıza takılmıştı. Zaten ni­ nemin sık sık hatırlayışları yüzün­ den bu yolculuk biraz da onun na­ mına yapılıyor gibiydi. Bu Trab­ zonlu kadının bütün coğrafya bil­ gisi, memleketiyle gençliğinde git­ tiği Yemen, Mekke bir yana bıra­ kılırsa, bu hikâyeden gelirdi. Bu, bilgiden ziyade dine benziyen bir coğrafya idi. Bütün akarsulara, dağlara canlı, ebedi varlıklar gibi bakardı. Sanki şiir, din, gurbet duv gusu, hayat tecrübesi, birbiri ardın­ ca yaşanmış hayatların rüyaları­ mızda birbirine karışmasına çok benziyen bir yığın inanış artığı bu dağları, dereleri onun için İlâhî varlıklar yahut veliler haline ge­ tirmişlerdi. İkide bir beni mahfe­ sinin yanına çağırarak biraz sonra uzağından geçeceğimiz v e y t huzu­ runa varacağımız ebediyetin adım, varsa hikâyesini söyler, Yunus'tan, Âşık Kerem’den beyitler okurdu. Suphan Dağı’mn yolumuzun hangi tarafına düşeceğini, hangi gece Yıldız Dağının dibinde konakiıya- cağımızı mekkârecilerden, daha yo­ la çıkmadan sorup öğrenmişti. O- nun için ikimiz de hazırdık,

Bu dağlar sadece adlariyle mem­ leketin bir köşesinde bir nevi «se- mâvât» rüyası kurmuş gibidirler. Asırlar boyunca bu yaylalarda sü- rü otlatan, kışın günlerce süren kurt avlan yapan, masal kızlan bakışlı geyiklerin peşinde yolunu şaşıran, hülâsa hemen bütün sene­ yi yıldızlarla sarmaş dolaş yaşıyan insanların rüyası. Bu yüzdendir ki, ' bu dağlarla ilk defa karşılaşan ve

Merhum Tanpmar

tıpkı aydınlattığı su parçası içinde çalkalanan bir ışık gibi, onların kudret ve nüfuzlarının muhayye- lemizde ayrı bir şekilde canlandır­ dığı manzara içinde adlarını duyan yolcunun, bir an bile olsa, bir nevi ebediyet vehmiyle dolmaması, hü­ viyetlerini yapan uzletin bir kader duygusu halinde kendisinde yerleş­ memesi kabil değildir.

Yıldız Dağının dibinde, gecenin dört bir yandan getirip çadırımızın üzerine yıktığı bin türlü ses ve uğultu arasında ben hep bu dağın şöyle bir gördüğüm mağrur ve du­ manlı başını düşünmüştüm. Onda bir nevi Ecdat-Tanrı çehresi sezer gibiydim. Bana öyle geliyordu ki, kulağımı biraz daha iyi versem, yıldızlarla ne konuştuğunu duya­ caktım. Kimbilir, belki de her ge­ ce, olduğu yerden ellerini uzata­ rak, tıpkı üç yıl önce Sinop’ta ip­ tidai mektebine giderken her sa­ bah önünden geçtiğim Muvakkit- hanenin penceresinden, şevkle bü­ yük asma saatleri kurduğunu gör­ düğüm ihtiyar gibi, yıldızların saa­ tini kuruyor, Kervankıran’la Ço- banyıldızı’m, Büyük Ayıyı, Küçük Ayıyı, Ağlayan Kadınları, kiminin mesafeler içindeki yalnızlığına hü­ zün duyduğum, kiminin kadife ka­ dar yumuşak ve koyu karanlığa uzattığı mücevher salkımlarına im­ rendiğim bütün öteki yıldızları bir­ birine ayarlıyor, güneşin doğacağı dakikayı, ayın sihirli sandalının geçeceği suları tâyin ediyor, doğan çocukları gök defterine parlak bir noktayla işaret ediyor, ölenlerin adını bir başka yıldızın gözlerini yavaşça yumarak siliyor, hülâsa kâinat ve kader dediğimiz büyük giüiş-gelişi oradan tek başına ve kendi kendine idare ediyordu.

O gece Yıldız Dağının eteğinde yalarken benim çocuk hayalim, bugün bile ne olduğunu bilmedi­ ğim, fakat hangi derin kaynaklar­ dan geldiğini az çok tahmin edebil diğim bu tesirin altında idi. Çadı­ rın karanlığında, her yanın, her şeyin şihirli bir kimya içinde yüz­ düğünü, yıldız parıltılariyle yıka­ nıp temizlendiğini, içten büyüdü­ ğünü sanıyordum. Öyle ki, akşam­ leyin sürüleriyle dağ yoluna doğ­ ru çıktığım gördüğümüz kıl abalı Bingöl çobanlarına ertesi aabah gene rastgelince, bu kıl abalar, üze rimde âdeta yıldız ışıklarından ö- rülmü? bir harmani tesiri yaptılar ve sürünün koyunla«, babamın ki­ tapları arasında seyrettiğim kâinat haritasının o muhteşem ve hoyrat bakışlı koçu gibi içimi ürperme ve

hayretle doldurdular. İşte birkaç gün sonra Erzurum’a bu duygular­ la, tıpkı koyunlarını bütün bir yaz boyunca menzil menzil bu otlak­ larda otlata otlata güz başında şeh­ re getiren Cizre ve Bingöl çoban­ ları gibi girdim.

O zamanın Erzurum’u, on yıl son­ ra 1923 te gördüğüm Erzurum’dan çok başkaydı. Her türlü kıyafette bir kalabalığın çarşı pazarını dol­ durduğu, saraç, kuyumcu, bakırcı dükkânlariyle senede o kadar ma­ lın girip çıktığı hanlariyle, ambar- lariyle, eşraf ve âyam, esnafı, otuz sekiz medresesi, elli dört camisiy­ le, İran transitinin beslediği refah­ lı ve mâmur Erzurum’ la on yıl son­ ra gördüğüm harap şehir arasında kolay kolay münasebet tasavvur edilemezdi. Sonradan öğrendiğime göre, muhtelif çarşılarında onbin- lerce zenaatçi çalışır, saraçlarının vaptığı eğerler bütün şark vilâyet­ lerine hattâ Tebriz’e kadar gider­ miş. Ben babamla, annemle gitti­ ğimiz siyah kehribarcıları şimdi bir masal gibi hatırlıyorum. Küçük ve yarı aydınlık dükkânlarda ince, dikkatli işin terbiyesini almış, âde­ ta iş terbiyesiyle durulmuş birta­ kım adamlar, oturdukları yerden konuşuyorlar, pazarlıklar ediyor­ lar, ellerindeki kehribar işlerini havı dökülmüş çuha şalvarlarına sürterek cilalıyorlardı. Sonra kes­ kin bir meşin kokusu, yumuşak de­ rinin âdeta söndürdüğü, kıvamım bozduğu tokmak sesleri ve bir yı­ ğın uğultu...

BURSADA ZAMAN

Bursa’da eski bir cami avlusu, Küçük şadırvanda şakırdayan su, Orhan zamanından kalma bir duvar, Onunla bir yaşta İhtiyar çınar Eliyor dört yana sakin bir gün ti. Bir rüyadan artakalmanın hüznü içinde gülüyor bana derinden, Sanki bir hâtıra serinliğinden, Ovanuı yeşili, göğün mavisi Ve mimarilerin en İlâhisi... Bir zafer müjdesi hurda her

isim, Yekpare bir anda gün, saat,

mevsim Yatıyor sihrin! geçmiş zamanın. Hâlâ bu taşlarda gülen rüyanın. Güvercin bakışlı sessizlik bile Çınlıyor bu eski zaman vehmiyle,.

Gümüşlü, bir fecrin zafer aynası, Muradiye, sabrın acı meyvası, ömrünün timsali beyaz Nilüfer, Türbeler, camiler eski bahçeler, Şanlı menkıbesi binlerce erin, Sesi arşa çıkan hengâmelerin Nakleder yâdını gelip geçene... Bu hayalde uyur Bursa her

gecej Her sabah onunla uyanır, güler Gümüş aydınlıkta serviler güller Serin hölyasiyle çeşmelerinin. Başındayım sanki bir mucizenin, Su sesi ve kanat şakırdısmdan Billflr bir avize Bursa’da zaman. Yeşil türbesini gezdik dün akşam, Duyduk bir musiki gibi zaman­ dan Çinilerde sinmiş Knr’an sesini Fetih günlerinin neşesini Aydınlanmış buldum tebessü­

münle, isterdim bir eski yerde seninle Başbaşa uyumak son uykumuzu. Ve bu hayal İçinde ve ufkumuzu Çepçevre kaplasın bu ziya, bu renk; Havayı dolduran uhrevi ahenk. Bir ilâh uykusu olur elbette ölüm bu tılsımlı ebediyette; Belki de rüyası eski «etlerin Beyaz bahçesinde su seslerinin.

Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Toprak altında kalan yumrular veya üretim için toprağa atılan yumrular üzerinde gözler bulunur.. Bu gözlerden kök ve sürgünler

gibi dile gelişi, kutsal sayılan ağaçların kesilmeyeceği inancı Yer-Su kültünün günümüzdeki yeri ve önemini sergilemektedir. Bu ön açıklamalardan hareketle

Yukarıdaki sözcüklerden hangisi alfabetik olarak sıralandığında en sonda yer alır?. A) 2. Aşağıdaki kelimeler alfabetik olarak sıralandığında ilk sırada hangisi

Aşağıdaki kelimeler alfabetik olarak sıralandığında hangisi ilk sırada yer alır?. A) sayı B) harf

18. “Adım Fatima, 10 yaşındayım. Annem, babam ve iki kız kardeşimle yaşıyorum. Aldığım dersler, matematik, Arapça, müzik, beden eğitimi ve sosyal bilgilerdir. Hobilerim

Sempatik deri yanıkiarı (SDY) ise polinö- ropatilerde, erektil disfonksiyonda, santral dejeneratif hastalıklarda, multipl stlerozde, sempatik refleks distrofide,

[r]

Görüleceği üzere şeytan kavramı medeniyetin kuruluşuna önderlik eden Sümer medeniyetinin mitolojisinde bulunmamaktadır ancak yer altı karanlık, kokmuş, köhne