F o to ğ ra f: M E H M E T D E M IR K A Y A
O F R A Bekri Çeşnici
Birahanesi
Çiçek Pasajı’nda düş kırıklığı...
S
ait Faik, 14 Mart 1941’de Orhan Veli’- ye yazdığı mektubunun bir yerinde şöylediyor: “ Burada eski tas eski hamam.
Cumartesi günleri Nisuaz’da udeba (edipler) toplanır. Ben ise bir birahane köşesi bulur, udeba meclislerinin, ediplerin, kötü şairlerin ... im bira içerim...’’
Görünüşünde yazara benzememeye özen gösteren büyük yazarın, kötü şairler ve edip lerin validelerine söverek birasını içtiği kö şe, Çiçek Pasajı birahanelerinden birinin kuy tusu olamaz mı?
Bu konuda tarih, herhangi bir açıklık ge tirmediğine ve Sait Faik’in de, Orhan Veli gi bi, zaman zaman “ Çiek Pasajı’nda görül
düğü tanıklarla sabit olduğuna göre’’ rahat
lıkla, ‘neden olmasın” diyebilir, hatta ve hat ta düş gücünüzü keyfinizin emrine vererek (zaten çoğunlukla öyle olmaz mı?) ‘Koca Sa it’in, her cumartesi Çiçek Pasajı’ndaki kü çük bir köşe birahanesine sığındığını düşü nebilirsiniz.
Benim kuşağımın, gençliğe ve Çiçek Pasa- jı’na adımını aynı anda atmış olanları, ora da ne Orhan Veli’yi ne Sait’i buldular. Çün kü ikisi de, kısa süre önce bize armağan sa yılacak yapıtlarını artlarında bırakarak genç yaşta göçüp gitmişlerdi.
Ama Çiçek Pasajı hâlâ, konuşmalarım uzaktan gördüğümüz, masalarına gitmemiz söz konusu olmayan yazarların, sanatçıların
uğrak yeriydi ve o zamanlar, onlar çiçekçi dükkânlarının önünden geçerek birahanele re geldiklerinden, ünlü “pasaj”a, neden “ Çi çek Pasajı” dendiğini merak etmezdik.
Üniversite yıllarımızda, sonraları sigorta cılık dünyasında yükselecek bir aziz dost ile birlikte gittiğimiz Stop Birahanesi’nde, 60’lı yılların ortalarına doğru Avustralya’ya gö çecek olan Rum garsona, “Cebimizde beş lira
var, bize ona göre bir şeyler getir” der ve he
sap çıkışacak mı, çıkışmayacak mı korkusu olmadan, o “ tamam” diyene kadar demle- nirdik.
Her şeyi durmadan değiştiren zaman, el bette ki Çiçek Pasajı’nı da değiştirecekti. Ve öyle oldu. Önce çiçekçiler gitti; yerlerini ye ni birahaneler, meyhaneler aldı. Yeni yerle rin, yeni müşterileri eskileri andırmıyor, ya zından, sanattan çok başka konuları konu şuyorlardı. Sonra yetmişli yıllarda bir gün da ha doğrusu ve çok şükür ki, bir gece sabaha karşı, koca pasaj çöküverdi ve pasajın bira haneleri aynı anda bir bilyeli bombanın ta necikleri gibi dağılıp saçıldılar, önce Beyoğ- lıı’na sonra da tüm İstanbul’a. Ama doğru su ya, o birahaneler başkaydı.
Bir yılı aşkın süredir Çiçek Pasajı yenilen miş, biraz da turistlerin gözünü okşayıcı bir tekdüze düzene kavuşturulmuştu. Beğeneni olduğu kadar, hatta daha çok, karşı çıkanı da oldu. Ama ne yaparsınız, zaman yine hük münü icra etmişti.
Bir yılı aşkın bir süredir, Çiçek Pasajı yeni bir çehre ile karşılıyor 'müdavimlerini’ ve turistleri... Bu yeni görüntüde, temizlik ve 'turistik' öğeler ön planda. Artık, üstüne bir mermer oturtulup ‘masa’ yapılmış eski bira fıçıları yok ortada... Bu yeni düzenin beğeneni olduğu kadar, karşı çıkanı, yadsıyanı da var.
Genelde, pasaja uğradığımda dükkânının kapısını aralayıp içeri girdiğim “ Entelektüel
Cavit” tüm dükkân sahiplerine tercüman
olurcasına, hoşnutluğunu dile getiriyor,
“Çok daha iyi oldu, çok... Müşteri de temiz, etraf da düzgün” diyordu.
Geçen hafta, yağmurun görünüşte bir afet, aslında bir nimet gibi İstanbul’un üstüne çök tüğü günlerden birinde, bir dostum ile Tak- sim’de buluştuk. Sel yolları tıkadığından, uzağa gidemeyecektik. Biraz hoşbeş etmek üzere Çiçek Pasajı’na gitmek en doğrusuy- du.
Çiçek Pasajı’na girince de depreşen eski anılar beni, adı hâlâ “ Stop” olan köşedeki birahaneye çekti. Dükkânın görüntüsü temiz ve derli topluydu. Hatta eskiye oranla daha da derli toplu. “ Palamut olup olmadığını” sorduğumuzda da, “ Yok; ama hemen aldı
rırız köşeden” dediler. Her şey iyiydi. Eski
lerden kalma alışkanlıklar da sürüyordu. Ne var ki, birazdan, teypten dayanılmaz bir
“arabesk” yayılmaya başladı. Ardından da,
ondan aşağı kalmayan bir Ahmet Kaya. Bir kaç kez rica ile sesi kıstırdık. Bu arada, dük kânın garsonlar tarafından açılan kapıları bir türlü kapanmıyor, içeri zehir gibi soğuk işli
yordu.
Gelen arnavutciğeri yenir gibi değildi. Ka rides “ idare ediyor” du. Beş parçadan olu şan lakerdanın yanında bir de, dışarıdan alın mış pörsük ve son derece de kötü kızartılmış yağ içmiş simsiyah bir palamut ile salata ye dik; üç bira içtik, bir buçuk şişe de şarap.
“ Burası pek iyi değil” dedi arkadaşım. “ Eh; ne yaparsın” dedim, “ Ucuz etin yah nisi yavan oluyor...” Meğer yanılmışım.
Yahni yavan; ama et ucuz değilmiş! Tam 94 bin lira hesap gelince,, doğrusu şaşırdım.
“ Balık yedik, ola ki palamut
pahalanmıştır” dedim dostuma.
Dükkândan çıktığımızda baktık, balıkçı larda, yediğimizden çok daha iri ve çok da ha taze palamut 7 bin liraydı.
Kısacası, Çiçek Pasajı, Stop Birahanesi, tam bir düş kırıklığıydı. Hem de oldukça tuz lu bir düş kırıklığı. Ama eğer yine de erkek liğin şanı Ahmet Kaya’yı dinleyip, arada ara beske dalmak, yenmeyecek bir ciğer ile bir salata ve bayat, kötü pişmiş balık ile iki çe reze 1.5 şişe şarapla birlikte 100 bin lira do layında para vermek istiyorsanız, gidin Stop Birahaııesi’ne ve görün solgun bir nostalji ne denli pahalıdır! C
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi