• Sonuç bulunamadı

Gökalp'in üzüntülü günleri

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Gökalp'in üzüntülü günleri"

Copied!
1
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

-TT.r/n^u

Gökalp’in

Üzüntülü Günleri

M. Zekeriya SERTEL

Z

ly » Gökalp kendi kabuğuna çekilmiş, insanlardan ve çev­

resinden uzakta yaşayan bir evliya gibiydi. Dış dünya ile hiçbir ilişkisi yok gibiydi. Para sıkıntısı diye bir şey bil­ mezdi. Fani yaratıkları üzen şeyler ona ulaşamazdı. Yem esini İçmesini bilmez, telefonu açıp konuşamaz, maddî işlerle uğraş­ mazdı. Ama iç âlemi son derece büyük ve zengindi. Onıın için kendi âlemine çekilip iç dünyasında yaşamak onun en büyük zevki idi. Bunun için de yalnızca sever, zorunluluk duymadık­ ça İnsanlara karışmazdı. Böyle bir kişinin maddî üzüntü ve sıkıntısı olamaz, ama manevî üzüntüsü de o denli büyük olur. Aşağıda anlatacağım üzüntülü günleri de bunu gösterir.

1!)24 yılının ilk ayları İdi. Am erika’dan yeni gelmiştim. Bir

gün Ziya Gökalp’la Türk Ocağında karşılaştım. Bir vakitler

Türk Ocağının peygamberlerinden biri sayılan Ziya Bcv yapa­ yalnız bir köşeye sinmiş, kendi âlemine dalmıştı. Eskiden çev­ resini çeviren gençlerden kimse kalmamıştı. Ziya Bev kendi köşesinde tek başına bırakılmıştı. Çevresi ile hiç ilgilenmiyor gihiydi. Ama gerçekte çevresi onunla eskisi gibi ilgilenm iyor­ du. Çünkü Ziya Gökalp tahtından indirilmişti.

Ziya Gökalp bizlere bu ocak içinde Turan idealini aşılamış­ tı. Onca vatan dar sınırları içinde yaşayan bir ülke değildi. Onca vatan ne Türkiye idi Türklere ne Türkistan, vatan büyük bir ülke idi: Turan. Yıllarca o zamanın gençleri bizler bu ha­ yaller, bu türkülerle büyüdüktü. Ziya Gökalp, bizlere. yıkılmak­ ta olan OsmanlI İmparatorluğu yerine yeni geniş ufuklar açı­ yordu. Bunun gerçekleşmesi olanaksız, hatta tehlikeli bir ha­ yal olduğunu düşünmüyor, önümüze açılan bu yeni ufuklara doğru koşmaktan zevk alıyorduk.

OsmanlI İmparatorluğunu tasfiye eden Atatürk bu hayal» kapılmadı. Misak-ı M illî ile kendi dar sınırları içinde bağım­ sız Türkiye gerçeğini kabul etti. Turan hayaline inanan tek kişi Enver Paşa kalmıştı.

Enver Paşa bu hayal arkasında Orta Asya çöllerinde öldü gitti. Böylece Turan hayali de geçmişte kaldı.

İşte Ziya Bey, Malta dönüşü böyle bir gerçekle karşılaş­ mış ve Türk Ocağındaki yerini yitirmişti.

Ben yanına gelince sevindi. Bana Amerika dakl sosyoloji akımlarını sordu. O vakitler Amerika’da sosyoloji alanında iin salmış Giddings adında bir profesör vardı. İleri sürdüğü teori

Avrupa sosyologlarının teorilerine uymuyordu. Ziya Bey ilgi­

lenmedi. Ocağın gidişini de beğenmiyordu. Bana Atatürk’ün

teorisini izaha çalıştı. Ama konuşmasından üzüntü ve hayal kı­ rıklığı İçinde olduğu belliydi. Y ıllardır inandığı ve bizlere tel­ kin etmeğe çalıştığı görüşü iflâs etmişti. Ziya Bey bunun üzün­ tüsünü çekiyordu.

Ziya Beyin ikinci üzüntülü dönemi hastalığı samanına rast­ lar.

Ziya Bey son yıllarında hastalanmıştı. O sırada İstanbul - da Büyükada'da, Dil'e giden yolun Konunda iki katlı açık ma\l renkli bir evde oturuyordu. Yaz tatilini geçirmek üzere buraya gelmiş, hastalanınca burada kail vermişti. Mevsim sonbahardı. Adadaki yazlık dostları çekilip gitmişlerdi. O adada yapayalnız

kalmıştı.. Yat Kulüp müdürü Cafer Beyden başka kendini ara­ yan soran kalmamıştı.

Biz, Ziya Berin eski dostn Halim S a bitle birlikte haftada bir ziyaretine giderdik. Ziya Beyi hastalığında en çok yalnızlık üzüyordu. Buraya atılmış ve unutulmuş bir hali vardı. Unutul­ mak bir büyük kişi için üzüntülerin en büyüğüdür. Sevilen, savılan bir kişinin birdenbire bir köşeye atıldığını görmesi da­ yanılmaz bir üzüntü kaynağıdır. B ir vakitler Ziya Beyin çev­ resinden ayrılmayanlar şimdi yok oluvermişlerdi. Dost bildiği

kişiler ziyaretine gelmiyor, onu arayıp sormuyordu. Bunda

evin uzakta, pek tenha bir yerde olmasının da etkisi varili. Ama gene de dost bildiği kişilerin kendisini arayıp hatır sor­ malarını istemek onun hakkı idi. Bize hep yalnızlıktan şikâ­ yet ederdi. Çevresinde oııu anlayan, konuşabileceği kimse yok­ tu. Doktoru Akil Muhtar bile ancak haftada bir kez ziyaretine gelebiliyordu. Her gidişimizde Ziya Beyi biraz daha halsiz, bi­ raz daha zayıflamış buluyorduk. Akil Muhtar, zamanın en gu- venilir doktoru idi, ama uygulamakta olduğu tedavi sistemi olumlu sonuç vermiyordu. Ziva Beye bir başka doktor getirt­ mesini salık verecek olduk. Sinirlendi. «Ben- dedi, «cahil bir doktorun elinde tyileşmektense, bir bilgin doktorun elinde öl­ meyi yeğ görürüm». Zaten onu lıastaiıftından çok yalnızlığı üzüyordu. Bunun da çaresi yoktu.

Bu ziyaretlerimizden birinde bize bir üzüntüsünü daha aç­ tı. Uzun boylu çalışarak bir Tiirk Tarihi yazmıştı. Hastalığın­ dan öuce bu eseri bir kez gözden geçilm esi için Köprülü Fu- / ad a vermişti. Fuad Bey bu kitabı kendisine geri vermemişti.

Ziya Bey üzülüyordu.

— Fuad bu kitabın üstüne oturdu. Ben öldükten sonra ken­ di eseriymiş gibi yayınlayıverir, diyordu.

İşte Ziya Gökalp ömrünün son vıllarını bu üzüntüler İçin­ de geçirdi ve hu üzüntüler içinde gözlerini hayata kapadı.

Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Yahya Kemal, yazılarında ölçüden, uyaktan söz etmişse Tevfik Fikret’i anmıştır.. İçerikten, coşku­ dan, yenilikten, şiirimizin çağdaşlaşmasından söz

değerlendirilerek, bulgular öncelikle akciğere multipl metastaz yapmış, bilateral eş zamanlı, Wilms tümörü lehine değerlendirildi ve kitle boyutunun küçültülmesi ve çevreye

olmasını şart koşarken Hanefiler diğer akitlerde olduğu gibi (2/Bakara/282) nikâh akdinde de bir er- kekle birlikte iki kadının şahitliğini geçerli kabul ederler.

Yine akci¤er kanseri hastalar›nda yap›lan bir çal›flmada CA125 düzeyi ortalama 83±14.1 U/ml gibi yüksek bir seviyede saptanm›flt›r; benign akci¤er ve kontrol

[r]

Fakat onun buna aldırış etmediğine bakarak mese­ leyi Babıâli yoliyle hal için teşebbüse geçti­ ler ve Babıâliden İsmail Paşayı hal kararı

1968’de aynı apartmanda oturuyorlardı, genç bir üniversite öğrencisi Ayben Kop ve Aziz Nesin.. Evleneceklerdi ama engellendi, ancak aradan 30 yıl geçtikten sonra

791 derken bulur dikkatli okuyucu Balık­ çı nın öykülerinin, aslında tüm yazılarının ardındaki, ona bu coşkuyu, bu anlatım gücünü veren gerçeği: Anadolu