17
başkandan
TBB Dergisi, Sayı 69, 2007BİREYSEL
ve
ÖRGÜTSEL SORUMLULUK
Av. Özdemir Özok*
Fransız felsefeci ve toplumbilimci Jean Baudrillard, 1976 yılında yayımladığı “Simgesel Değiş-Tokuş ve Ölüm” adlı eserinde “sistem hepimizi
sorumsuzlaştırmaktadır,” demektedir.
Bu anlamlı sözden hareketle hepimiz; çevremize eleştirel bir gözle baktığımızda yapılan tespitin ne denli yerinde olduğu acı gerçeği ile karşı karşıya kalıyoruz. Yaşamımızın büyük bölümünü geçirdiğimiz sokak ve mahallemizden başlayarak, ilçe, kent ve giderek yurt gene-linde birçok alanda sorumsuzluk örneklerini sıralamaya kalktığımızda dosyalar dolusu konu ve buna ilişkin yönetim zafiyeti yanı sıra, bireysel sorumsuzluk örnekleri tespit etmek mümkündür.
Sorunlar sarmalıyla çevrelenmiş bu ortamdan çıkışın tek formülü bireysel ve örgütsel sorumluluk bilinciyle hareket etmekten geçer. Oysa çoğu zaman, sorumluluktan kaçma, risk almama gibi kolaycılık birey-sel tercih olma yanında, toplumsal kabul de görmektedir. Bu davranış biçimi sorunların o anda daha kolay çözüleceği gibi bir duygu uyan-dırsa da, ülkemizde olduğu gibi bu küçük sorumsuzluk tepeleri daha sonra altından kalkılamaz sorunlar yumağını oluşturan dağlar olarak karşımıza çıkmaktadırlar.
Fransız toplumbilimci aynı yapıtında “...Aydınlanma çağının bireysel
kalıntısı olan sorumluluk, zaman içinde giderek rasyonelleşen sistem tarafından bizzat tasfiye edilmiştir...” demek suretiyle toplumsal yaşam
karmaşık-laştıkça, toplumsal yaşam koşulları ağırlaştıkça bireysel sorumluluğun gerilediğine vurgu yapmaktadır. Bu nedenle toplumsal dinamizmi
18
başkandan
TBB Dergisi, Sayı 69, 2007
yakalamak ve sorunların üstesinden gelebilmek için hem bireysel, hem de örgütsel sorumluluk bilinci ile hareket etmek gerekmektedir.
Toplumu oluşturan bireyler için bu denli önemli olan sorumluluk bilinç ve duygusu, ülkeyi yönetmeye talip olan yöneticiler için çok daha hayati önem taşımaktadır. Kendilerini doğuştan yönetici olarak kabul eden ve böyle sunan kimi sorumsuz politik aktörleri görünce yurdumuz, halkımız ve geleceğimiz için daha da kaygı duymaktayız. Bu kaygı ve tasalardan kurtulmanın tek yolu birey olarak, halk olarak, ulus ola-rak, kendi gücünü tüm ülke genelinde sorumluluk bilinciyle harekete geçirmektir. Kuşkusuz bunun da yolu, örgütsel sorumluluktan geçer. Bu bakımdan Barolar ve Türkiye Barolar Birliği olarak mesleğimize, meslektaşlarımıza, ülkemize ve ulusumuza karşı çok önemli sorumlu-luklarımız vardır. Yurt ve meslek sorunlarına bu sorumluluk bilinciyle yaklaşmamız ve çözümler üretmemiz gerekmektedir.
Ülkenin her metre karesinde yaşanan yasa dışı saldırı ve olumsuz-luklar özgürlük ve güvenlik dengesinin yeniden ciddi biçimde sorgu-lanmasını gündeme getirmiştir.
Bu bağlamda son aylarda mesleğimize ve bağımsız savunma hakkına yönelik saldırı ve el atmalar da son derece kaygı vericidir. Bu girişimlere karşı ancak örgütsel sorumlulukla hareket ederek karşı durabiliriz.
Özellikle Avukatlık Yasası’ndan sınav hükmünü kaldıran yasa tek-lifinin TBMM’nde görüşülmesi sırasında iktidar partisi temsilcilerinin benim şahsım yanında, TBB ve barolar hakkında ileri sürdüğü görüş ve düşünceler dehşet ve ibretle izlenmiştir.
10.8.2006 günü baro başkanlarıyla birlikte Sayın Başbakan’la yaptığı-mız görüşme sırasında kendilerine ilettiğimiz ve kendilerinin de dikkatle dinleyerek gereğinin yapılacağını vaat ettikleri hiçbir konu hakkında olumlu bir sonuç alınamamıştır. Aksine birçok konuda gerileme yaşan-mış ve mevcut bir hak olanak ya geri alınyaşan-mış, ya da sınırlandırılyaşan-mıştır. Özellikle 5560 sayılı yasa ile getirilen yeni düzenleme sonrası savunma ve onun bağımsız örgütleri Barolar ve Türkiye Barolar Birliği’ni yeniden vesayet altına alma yolunda mesafe kat edilmiştir.
Türk Ceza Kanunu, Türk Ceza Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun, Ceza Muhakemesi Kanunu, Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun, Ceza Muhakemesi Kanunun
19
başkandan
TBB Dergisi, Sayı 69, 2007 Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun, Kabahatler Kanunu gibi kanunlarda bazı değişiklikler yapan teklif Barolar ve Türkiye Barolar Birliği olarak tüm karşı duruşumuza ve eleştirilerimize karşın, 5560 sayı ile kanunlaşmış ve 19.12.2006 günü yürürlüğe girmiştir.
Bu yasa müdafii/vekil görevlendirmeleri ile ilgili olarak CMK 150. maddesinde ve CMK Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkındaki Kanun’un 13. maddesinde değişiklikler yapmış; zorunlu müdafilik “alt
sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren suçlar” için öngörülmüş,
bunun yanı sıra “baro tarafından görevlendirilen müdafi ve vekile, avukatlık
ücreti tarifesinden ayrık olarak, Türkiye Barolar Birliği’nin de görüşü alınarak Adalet ve Maliye Bakanlıkları tarafından birlikte tespit edilecek ücret Adalet Bakanlığı bütçesinde bu amaçla yer alan ödenekten ödenir. Bu ücret yargılama giderlerinden sayılır. Bu madde uyarınca yapılacak ödeme ve uygulamaya ilişkin usul ve esaslar Türkiye Barolar Birliğinin görüşü de alınmak suretiyle Adalet Bakanlığı tarafından çıkarılacak yönetmelikle belirlenir,”düzenlemesi
yapılmıştır. Yapılan bu düzenleme savunma bağımsızlığına aykırı ol-duğu gibi, savunmanın bağımsız örgütleri baroların Adalet ve Maliye bakanlıklarının vesayeti altına girmesine yol açacaktır.
Getirilen bu düzenlemeler, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddesinin “Adil yargılanma ve savunma hakkı” hükümlerine aykırı olması yanında, Avrupa Birliği Komisyonu’nun bütün İstişari rapor-larında getirilen Barolar ve Türkiye Barolar Birliği üzerindeki Adalet Bakanlığı vesayeti eleştirisini güçlendirecektir.
Yasa, avukatı atayacak olan baroları tümden devre dışı bırakmayı amaçlamaktadır. Öngörülen sisteme göre, avukatı barolar atayacak ve görevlendirecek, ancak ücretini soruşturma ve kovuşturma organları Cumhuriyet savcıları ve mahkemeler ödeyecektir. Böylece avukatın ücretini kendilerine karşı tam bağımsız olması gereken yargı organları tarafından ödenecek olması, yıllardır yaptığımız bağımsızlık mücadele-sinde tekrar başa dönülmüş olduğunu göstermektedir. Başka bir deyişle, avukatın yaptığı işle ilgili olarak denetiminin, ücreti tahakkuk ettiren ve ödeyen kurumlara yani Cumhuriyet Savcılığı’na ve mahkemelere bırakılmış olması kutsal savunma hakkının sınırlandırılması,
“memur-laştırılması” ve savunmanın bağımsız örgütleri baroların vesayet altına
girmesi anlamına gelir.
Tüm bu olumsuzluklar yanı sıra, baroları sadece avukat ataması yapan bürokratik bir makam haline getiren bu düzenleme, avukatların
20
başkandan
TBB Dergisi, Sayı 69, 2007
kendi meslek kuruluşundan uzaklaşmasına ve bir anlamda yargının diğer iki unsuruna bağımlılığına yol açması bakımından da son derece sakıncalıdır.
Barolar ve Türkiye Barolar Birliği olarak bütün bu eleştirilerimizi yasanın her aşamasında dile getirdik ve yaşanacak olumsuzluklara dikkat çektik ancak bu uyarılarımızın hiçbirisi dikkate alınmadan öneri jet hızı ile yasalaşmıştır.
Yasanın yürürlüğe girmesinden sonra, hazırlanması öngörülen ücret tarifesi ve çıkarılması gereken yönetmelikle ilgili görüş ve düşünceleri-mizi yazılı olarak Adalet Bakanlığı’na bildirdik. Düzenlenen yönetmelik taslağında çok ciddi yanlışlar bulunduğu için, taslak metni tüm baro-larımıza gönderilmiş ve gelen yanıtlarda dikkate alınarak yönetmelik taslağıyla ilgili önerilerimiz 29.1.2007 günü yaklaşık 14 baro başkanımızla birlikte Adalet Bakanlığı Müsteşarı’na sunulmuştur. Bakanlık tarafından hazırlanan yönetmelik taslağından tüm barolarımızın ve Türkiye Barolar Birliğinin karşı çıktığı en olumsuz noktalar “sarf evrakının Cumhuriyet
savcıları tarafından düzenlenmesi hükmü ve CMK cari giderleri konusunda getirilen düzenlemeler” olmuştur. Bu konulardaki duyarlılığımız Adalet
Bakanlığı Müsteşarı’na net bir biçimde aktarılmıştır. Yaptığımız bu baş-vuru sonucu, Bakanlıktan bugüne kadar bir yanıt alınamamıştır.
Mevcut siyasal iktidarın, hukuka, yargıya ve özellikle savunmanın temsilcileri avukatlar ve onların örgütleri Barolar ve Türkiye Barolar Birliği’ne çarpık bakışının bir ürünü olan bu ve benzeri yaklaşımlar ancak meslektaşlarımızın ve Barolarımızın bireysel ve örgütsel sorum-luluk duygusu ve ortak gücü ile aşılabilir.
Yaşanan acı olaylar göstermiştir ki, siyasal iktidar temsilcileri asla bizim yıllardır dillendirdiğimiz “Eksiksiz Demokrasi, İnsan Hakları,
Hu-kukun Üstünlüğü, Hukuk Devleti” ilke ve kavramlarına içtenlikle
inan-mamakta, sadece bu kavramları biçimsel olarak dillendirmektedirler. Oysa siyasal iktidar temsilcilerinin bu sorumsuz yaklaşımlarına karşın bizim avukatlar, Barolar ve Türkiye Barolar Birliği olarak ulusumuza, mesleğimize ve meslektaşlarımıza karşı çok ciddi sorumluluklarımız vardır.
Bu sorumluluğumuzun gereği olarak başta siyasal iktidar olmak üzere herkesin keyfi ve sorumsuz uygulamalardan uzak durması gerektiğini ve tüm sorunların hukuk içinde çözülmesinin mümkün olabileceğini önemle hatırlatırız.