• Sonuç bulunamadı

Gamlı, fakat çok hareketli bir Beyoğlu akşamı tanışmıştık:Fazıl Hüsnü Dağlarca

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Gamlı, fakat çok hareketli bir Beyoğlu akşamı tanışmıştık:Fazıl Hüsnü Dağlarca"

Copied!
1
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

23 Ocak 1968

CUMHURİYET

SAHİFF DÖRT

GAMLI, FAKAT ÇOK

HAREKETLİ BİR BEYOĞLU

AKŞAMI TANIŞMIŞTIK

FAZIL HÜSNÜ

DAĞLARCA

E

3

Güçlü şiirlerini 1935 yılından be­ ri çeşitli dergilerde gördüğüm hal de, ne İstanbul’da ne de Ankara ( da Fasıl Hüsnü ile buluşup tanış m ak mümkün olmadı. Çünkü şa­ irimiz, Ordumuzun genç bir suba­ yı olarak Anadolu'da çoğunlukla doğu illerinde bulunuyordu. Ken­ di isteği ile yüzbaşı iken emekliye ayrıldıktan sonra İstanbul’a gel­ di. Çalışma Bakanltğı’nın İstanbul

Bölge Müdürlüğünde müfettişlik görevi yapıyordu.

1950 den bu yana birçok fırsat­ lar çıktığı halde bir türlü karşı­ laşıp buluşamıyorduk. Çok garip­ tir, şair ve yazarların pek çoğu meyhanelerde buluşup tanışırlar. Bizim ki de öyle oldu. Bir sonba­ har akşamı idi. Beyoğlu’nda Çi­ çek Pasajı’ndaki meyhanelerden birine tek başıma gitmiştim. Dışa rıda hafif hafif yağmur çiseliyor­ du. Rutubetle, bana göre gamlı, fakat çok hareketli bir Beyoğlu akşamı...

Küçük meyhanenin bir köşesin­ de yemeğimi yer, kadehimi yu­ dumlarken tam da karşımdaki ma saya gözüm ilişti. İki kişi biraz erkence başladıkları için olacak içki ve yemek faslını bitirmek ü- zereydiler. Çünkü dikkat ettim, sofralarındaki tabaklar boşlamış, şişeler tükenmiş, meze artıkları boş bir tabağa doldurulmuş ve ko­ nuşmaları bir hayli hararetlenmiş ti. İnsan böyle yerlerde tek başı­ na olunca ister istemez çevresi ile ilgilenir, hatta bazan komşu ma­ salarda yapılan konuşmalara ku­ lak verir, dikkat ve tecessüsü ar­ tar.

İşte ben de bu ruh haleti için­ de idim. Karşımdaki masada otu­ ran iki kişiden biri ötekine yük­ sek sesle:

— Fazıl Hüsnü, sen bu şiirinde kendini de geçmişsin! gibilerden methiyeler savuruyor, karşısında­ ki de onu sakat, .kendinden, emin, coşmadan, heyecanlanmadan din­ liyordu.

Bir anda gözümün önünden Fa­ zıl Hüsnü’nün dergilerde çıkan re­ simleri geçti. Hayalimdeki insan­ la karşımdaki insanı kıyaslamaya başladım. Birkaç dakika süren bu inceleme ve kıyaslamadan sonra kesinlikle karar verdim: Çatık kaşları, sıhhatli yüzü, eüne dol­ gun - tıknaz vücudu ve bir as­ kere yakışan ciddiyetiyle karşım daki adam hiç şüphesiz Fazıl Hüs­ nü Dağlarca idi.

Kendisini inceden inceye tetkik ettiğimin herhalde farkında ola­ cak ki, o da bana gözlerini dikti, uzun uzun baktı baktı, kadehine biraz daha içki koydu, tekrar yine baku. O sırada ben ayağa kalk­

tım, iki adım yürüdükten sonra masalarına yaklaştım, içkinin ver diği rahatlık içinde kendimi ta­ nıttım. Fazıl Hüsnünün ilk cüm­ lesi şu oldu:

— Deminden beri sizinle gözleri m izle konuşuyorduk. Siz gelme­ seniz ben gelecektim..

Kırk yıllık dostmuş gibi konuş­ maya başladık. Yanındaki arkada şt, Fazıl Hüsnü’nün şiirlerini Fran sızca'ya çeviren bir meraklı imiş, çevirdiği şiirler Fransa’da bir der­ gide yayınlanmış... Şimdi ismini hatırlayamadığım bu genci o ak­ şam çok sevmiş ve konuşmalarını merakla dinlemiştim. Fazıl Hüsnü, az konuşuyor, daha çok dinliyor, ara sıra suâller soruyor, kendisi hakkmda konuşulmasından - pek hissettirmeden - zevk duyuyordu. Herhangi bir konu üzerinde fikri ni söylerken özellikle benzetişle­ ri ve kısa cümlelerle yaylığı tah liller çok canlı ve yeni idi. Söy­ lenmiş sözleri, beylik lâfıan tek­ rarlamaktan kaçan bir hali vardı. Fakat konuşması hiç de güzel de­ ğildi. KonyalI - Adanalı arası ga­ rip bir diyalekti vardı. Bazı ke­ limelerini anlamakta güçlük çe­ kiyordum. Ve pek tabii şiirlerini de güzel okuyamıyordu.

Daha sonraları iyice farkettim ki. Fazıl Hüsnü bu eksikliklerini bildiği için kendisi okumuyor, ye ni yazdığı bir şiiri İsrarla iste­ diğimiz zaman bir kâğıt kalem is­ tiyor, oracıkta hemen yazıyor, bu­ yurun siz okuyun! diyordu. Nite­ kim. Fazıl Hüsnü’nün hiçbir top­ lulukta, hiç bir törende ve çok rica ettikleri halde okulların ter­ tip etükleri hiçbir şiir matinesin­ de tek bir mısra okuduğu ne gö­ rülmüş ne de duyulmuştur.

Bundan 5-6 yıl önce İstanbul Radyosu'nda tertiplediğim «Ozan­ lar ve Sesleri» adlı programa pek çok genç şair arkadaşlarım sesle­ rini verdiği halde Fazıl Hüsnü bü­ tün ısrar ve ricalarıma rağmen bu programlara katılmamış ancak be­ nim okuduğum şiirlerinin altına kendi sesiyle imzasını atmıştı. Radyoculuk hayatımda garip ol­ duğu kadar bir nevi yenilik sayı­ labilecek bu hâdise şöyle cereyan etmişti: Boş bir banda Fazıl Hüs- nü’ye belki on defa (Fazıl Hüsnü Dağlarca! diye ismini söyletmiş, sonra bunları benim okuduğum kendi şiirlerinin altına monte et­ miştim. Ne kadar gariptir ki, şairi­ miz hor defasında ismini ayrı bir ton ve renkle söylüyordu. Niye böyle yaptığını sorduğum zaman şu cevabı verdi:

— Nasıl şiirlerim birbirine ben­ zemiyorsa, ses imzalarım da bir­ birine benzememcli. Onların hep­ si bende ve başkalarında geçmiş günlerin anılarını ve çağrışımla­ rını yaratmalıdır.

Kendi kendime, güzel söz ama

beni tatmin etmedi, insanın imza­ sı bir çeşit olmalı ve değişmemeli, diye düşündüm.

★ ★ ★

Fazıl Hüsnü Dağlarca, kendi ku­ şağı içinde hiç şüphesiz en ön plân da geliyor, dergilerde çıkan ve kitap halinde yayınlanan şiirleri şöhretini her gün biraz daha art­ tırıyordu. Fakat Fazıl’ın şöhreti, daha çok şairler ve yeni edebiya­ tımızı yakından izliyen meraklı­ lar arasında yaygındır. Kendinden evvel gelen kuşaktaki Nazım Hik­ met, Faruk Nafiz Çamlıbel, Necip Fazıl Kısakürek, Behçet Kemal Çağlar gibi halka inmiyor, büyük kütlelerin çoğunluğu - hatta en- tellektüeller de dahil - Fazıl Hüs­ nü Dağlarca adını tanımıyor, şii­ rini bilmiyordu. Halbuki Dağlarca yukarıda adlarını saydığım şair­ lerle kıyaslandığı zaman bazıları ile ayni hizada, bazılarından da büyük bir şairdi. Çok şiir yazıyor­ du. Çok kitap çıkarıyordu ve he­ men hemen edebiyat dergilerinin hepsinde imzasına rastlanıyordu. Böyle olduğu halde değerine eşit bir şöhreti yoktu.

Uzak değil, on sene kadar evvel Anadolu’da bir gezi sırasında misafir olduğum ünlü bir Vali bana günümüzün en değerli, en sevilen şairi kim diye sordu. Üç isim saydım. Bunların başında Fazıl Hüsnü vardı. Ünlü Vali ga­ yet safça ve hiçbir küçüklük duy­ gusuna kapılmadan:

— Tanımıyorum, hiç ismini duymadım, demesin mi?

Çok gariptir, bir Tevfik Fikret yirmi yaşında, bir Faruk Nafiz, bir Orhan Seyfi 25 yaşında, bir Nâzım Hikmet 22 yaşında, bir Necip Fazıl aşağı yukarı 23 yaşın­ da şöhretini duyduğu, halka mal olduğu halde bizim kuşakta kır­ kına ellisine dayanan ve yukarı­ da isimlerini saydığım şairlerden hiç de aşağı olmayan bir yığın ozan ancak bir avuç edebiyat se­ ver arasında tanınmakta, bir tür­ lü halka, geniş kütlelere kadar i- nememektedir. Varsa yoksa hal­ kımız hatta aydınlarımız arasın­ da hâlâ Yahya Kemal, Faruk Na­ fiz, Nâzım Hikmet, Necip Fazıl miza, estetikçilerimize ve sanat isimleri dilden dile dolaşmakta, genç ozanların adlarını büenlere, kitaplarını ev kitaplıklarında bu­ lunduranlara pek seyrek rastlan- maktadır. Halkla genç ozanları­ mız arasındaki — ki bir çoğuna genç denemez — bu mesafenin, bu topukluğun sebepleri ne ola? Bunun birçok sebepleri arasında hatırımıza hemen geliverenler şunlar olsa gerek: Bir defa çağı­ mız inşam genellikle maddileş- miştir. Biraz da romantik çağlar boyunca akıp gelen hissilik ve

FAZIL HÜSNÜ DAĞLARCA şiir severlik duyguları hemen her

keşte azalmıştır. Sonra, genç o- zanlarla halkımız arasında lil bakımından, şiir anlayışı bakı­ mından büyük uçurumlar var­ dır. Ve nihayet şiirimiz Batı an­ lamında gerek örf, gerek biçim ve gerekse konu zenginliği bakı­ mından ileri bir anlayış düzeyine çıktığı halde, halkımızın büyü i bir çoğunluğu olduğu yerde kalmış, ozanlarımızın ilerleyi­ şine ayak uyduramamıştır. İş­ te ben çağımızın büyük bir ozanı olduğu halde, gerektiği kadar halkımızca tanınmamış ve benimsenmemiş olan Fazıl Hüsnü Dağlarca’nm kaderini bu nedenlere bağlıyorum.

Çoğu zaman gerçek, çoğu za­ man da kendi kendimizi avutmak teselli etmek için söylediğimiz bir söz vardır: Büyük şairler, bü­ yük sanatkârlar yaşadıkları çağ­ larda değil, öldükten sonra, daha ileri çağlarda anlaşılırlar, sevilir­ ler. Ama bunun aksini ispatlayan birçok örnekler de vardır. Meselâ Tevfik Fikret, Mehmet Akif, Na­ zım Hikmet gibi şairler yaşadık­ ları ömür boyunca isimlerini bol bol duydukları gibi ölümlerinden sonra da ünlerini sürdürmüşler­ dir. Bütün bu konuları inceden inceye ele almak sosyologları- tarihi yazanlarımıza düşer.

Fazıl Hüsnü Dağlarca her yö­ nüyle bu memleketin insanını eie almış, sadece duyarak değil, gö­ rerek, dokunarak, diyebilirim ki koklayarak köyümüzü, köylüle­ rimizi şiirine mal etmiştir. Fa­ kat ne yazık ki, köyümüz de, köy lülerimiz de onun bu gerçek ve içten söyleyişlerinden habersiz­ dir. Çünkü Fazıl’ın şiiri aydınlar için yazılmıştır. Ve bu şürlerde çoğu zaman bir kapalılık, halkın anlıyamıyacağı bir içtenlik, bir burukluk ve şiirin kişiliğine özel garip bir istif oyunu var.

«Toprak Ana» adlı kitabından

> Açılış. Droeram ) Günaydın 1 > Köye haberler i Günavdın II

ı Haberler ve hava durumu ı Istanbulda bueün

ı ilânlar ve hafif müzik ı Hafif Batı müziii > Beraber ve solo şarkılar

ı Caz müziâi ı N.Yılmazdan türküler ı Pivano soloları ı Saz eserleri ı Ev için I Ara haberler ı Fı-ansadan miizlk ) A.Edlboâludan şarkılar ı Arkası varın l Sabah konseri

i SeraD Mutludan şarkılar ı Ara haberler, ilânlar ı M.Akaünden türküler ^ Darvas ve arkadaşları ı MDemirkırandan şarkılar ı Haberler ve R.G. de bueün M Parstan şarkılar Reklâm nroeramları ı Dar.ş orkestraları I_Uv«mkoâludan şarkılar ' C.t'V'-hrrfit-ekte-» turk'ller S. Povraz ve arkadaşları Ara haberler I S. Tanürekten şarkılar I Radvo senfoni orkestrası 1 Lied saati ı Okul radvosıı ı Ara haberler ı Erkekler faslı ı Köv odası Reklâm oroeramları Haberler ve hava durumu Saz eserleri Naimâ Tarihi ı Türküler eecidl ı Srıor eazetesl I S Turdan şarkılar Havat ve kitaolar 24 saatin davları, ilânlar Ekonomi

Plâklar arasında ı Reklâm nroeramları i Haberler

l Barok Caidan bu vana I Kaoanıs

tSTAVRH» 11 " ‘

---BİZİM KUŞAK

Yazan: BAKI SÜHA EDİBOGLU

aldığım, Sivas dolaylarında yaz­ dığı şu «Yük» şiirini birlikte oku­ yalım:

Ve»»«»«.

Çıktım bir kuşluk vakti pazara. Aşk idi, avare bir aşk idi

gönlümün tek yükü Gördüm oduncular saçlı sakallı,

vakitsiz, On saatlik yoldan gelmiş, yorgun: vık evime odunu kardaş, Bir eşek yükü.

Sesler uzanıyordu irili ufaklı dört yanımdan,

— Çevir arabanı hayda, çek yükü. Tavuklar, yumurtalar, yağlar,

üzümler. Sevdim hepsini birden bire,

sevdim, utandım: Yık evime samanı kardaş, Bir eşek yükü.

Kalmadı eski azatlığım,

lüzumsuzluğum.

Çöktü omuzlarıma düşünmek yükü. Rençberler, kokular, kadıncıklar

sardı beni hep, Yaşlandığım dağ kimin,

gençeldim rüzgâr kadar: Yık erime derdi kardaş

Bir eşek yükü.

Ya r ı n

BEHCET

NECATİGİL

1 2 3 4 5 6 7 8 9

r =f xa.j_ - _ ______t ■ g a m —g ^ a n p —

1

2

3

4

5

6

7

8

9

:

E

S C :

m

r

rw

SOLDAN SAĞA:

1— Uygun biçimde ve ince vü­ cutlu kalmak isteyen kadın ve erkeklerin hiç istemedikleri bir hal. 2— «Vücudunun yenilecek kısmı lezzetli olan hayvanlar 1- çüı böyle bir söz kullanılabilir tiki kelime); eski bir Mısır Tan­ rısı. 3 — Komşu Müslüman bir ülkenin dörtte ikisi, keyifleri yerinde olanların tekrar ettikle­ ri söz. 4— 923 yılında kaldırılan ve vaktiyle Yavuz Sultan Selim tarafından Mısır hükümdarların­ dan alınmış olan Peygamberin temsilciliği sıfatı. 5 — Devamlı şekilde bazı insanlara musallat olan üzüntü verici sıkıntı, tersi bir olayı icra mânasına gelir (es­ ki terim). 6 — Başkentimizin sa kinlerinden ve halkından. 7— Bir edatın kısaltılmışı, muslukların yivleri tutmaz bir hale geldiği zaman böyle oldu derler. 8— «Ha­ yatım» karşılığı bir söz ve oir

takı. 9— Bir çeşit resim yapma usul ve tarzı, tersi «çok» un ak­ si bir durumu belirtir.

YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1 — «Hüsn-ü - Aşk» yazarı ss- ki ve tanınmış bir şairimiz (iki sözden birincisi tekke başkanı mânasınadır, ikinci söz de adı­ dır). 2— Bir hayvan, yoksullara para yardımı yapma işi. 3— Haz- ret-i Aliyi peygamber tanıma mez he'oi, iskambilde bir kâğıt. 4 — Eskiden Albaylara böyle denilir­ di. 5— Yılın kısımlarından, ka­ dınlarımız vaktiyle örtülü iken çarşaftan önce bunu giyerler ve onunla Kâğıthanede sandal sefa­ sı yaparlardı. 6- Tersi tarlada

yetişip başlıca yiyeceğimizin ha­ zırlanmasına yarayandır, «kırmı­ zı kırmızı» mânasına bir rengi belirten sözün tekrarı ile meyda­ na gelmiş karma bir sözdür. 7— «Bizi besleyen hayvani gıdayı ele geçiren» kar 1 2 3 4 5 6 7 8 9 şılığı iki

söz-a söz-a c u

a a a s j UlUSU HI3 cı 03313 3 3 3 l i 3 B 3 2 3 3 Î3ÎÜİYİ dür. 8 — Yer- yüzündeki in­ sanları grupla­ ra ayıran esas­ lardan, eski Türklerin at sü­ tünden yaptık­ ları içki. 9 — ponkd bulmacanın İranın eski şa- haUfriilmiş şekli irlerinden. Kör.

DUNKU BULMACANIN HALLEDİLMİŞ ŞEKLİ NASIL HALLEDİLECEK — Yukarıdaki rakamlı bulmacada sa ­ dece 4 tane anahtar (ipucu) ve 8 taııe sonuç vardır. Boş kalan <4 karenin içine 1 den 9 a kadar uygun birer rakam koyarak ve top­ lama. çarpma, çıkartma, bölme işaretlerine dikkat ederek soldan sağa ve yukarıdan aşağıya bulmacada gösterilen sonuçları bulunuz. Biraz vaktinizi alır ama, boş vaktinizi hoşça geçirmiş olursunuz.

WILLIAM

SAROYAN

i

[

BÎR GÜN

BRÜĞlBEIı s ı IRA

(eviren: T A R IK D U R S U N K.

- 17 —

•Sevgili biraderim Khatchik., diyordu. -Bu mek­ tubum sana yazılmış değildir, bilesin. Kardeşimiz Hagop’a yazılmıştır. Fakat bir yglnışlık eseıi bu zarfa girmiştir. Son derece şiddetle paraya ihtiyacım var. Karımla altı çocuğumun ne üstlerimle kaldı, ne başlarında. Aç sefil hepsi de. N apacağımı nede- ceğimi şaşırdım kaldım. Senden para isteyecek yü­ züm yok, utanırım. Bu yüzden kardeşimiz Hagop a başvuruyorum. Fakat bir yalnışlıkla bu mektubu onun zarfı yerine seninkinin içine koymuşum. Sen bunu ona iletirsin artık. Kimsesiz kardeşiniz Ant- ranik.»

Zamlock, bütün üst katı kendine tutmuştu. A- sansör, koridorun sonundaydı. Daha^ sonra iki ya da üç küçük oda geliyordu; Ellinci Caddeye bakan oda. asıl bekleme odasıydı; Zamlock’un sekreteri de burada oturuyordu, ondan sonraki, Zamlock’un bü- rosuydu; genişti, ferahtı.

Kapıyı açtığımda Larry Langley ile ağabeysi Walter’i - ya da kısaca Wal’i, o da kendisine böyle denilmesinden hoşlanıyordu - kendisini bekliyor buldu. Gereksiz bir sıcaklıkla Yep'e bakıp gülüm­ sediler.

Langlev.

«Yep, istediğiniz oyunu yazmaya haşlamadan önce bir sözleşme imzalanmasını, maddeler üzerin­ de de tam bir anlaşmaya varılmasını istiyor efen­ dim..» dedi.

• Ne kadar zamanda yazarsınız bu oyunu?» dedi Zamlock. .... »/,. ...

«Bütün, iş, başlamaya bakar. Bir başladın mı uzun sürmez pek.»

«Başladıktan sonra altı ay falan mı yani?» •Hayır. O kadar uzun değil. Altı, yedi gün anca.»

«The Wanderers» i ne kadarda yazmıştınız?* • Altı günde. Ama bakmayın siz ona, dediğim gibi bir başlamaya bakar. Başladım mı her oyunu­ mun yazımı altı günde biter.»

«Hızlı iş çıkaran böylesini ne gördüm, ne duy­ dum doğrusu.»

• Yazar dediğiniz kişiler arasında daha da eline çabuklar vardır. Bu işin zamanla yada çabuklukla ilgisinden çok, havava girmesine, işinin bilincine varmasına bağlıdır. Bir bakarsmtz bir oyunu bir yıl­ da eıkarır. bir bakarsınız bir başkasını bir haftada temize havale ediverir. Havasına girme sorunu iki­ sinde de aynidir, değişmez. Ben çabuk yazarım, mec­ burum buna. Bitmemiş bir ovun h»ni çileden çı­ karır. TT»'— ' •

Referanslar

Benzer Belgeler

Subsequent vertebral angiography revealed that this delayed enhancement was related to contrast extravasation from a torn anterior meningeal branch of the right vertebral

İstanbul için yeni olan fu­ arın TÜYAP Sergi Sarayı’nda gerçekleşi­ yor olması hem katılımcı hem ziyaretçi açı­ sından farklı bir etkinliği olacak.. — Daha

Oysa Bakanlar Kurulu Turgut Özal'ın tarikatçı annesi­ nin Süleymaniye Camii avlusuna gömülmesi için karar ve­ riyor, kadın gömülüyor, Aziz Nesin, göm ülm esine izin

Otobüsün camında Yılmaz Güney, duvarlar boyu Yılmaz Gü­ ney, kahve ocağının yamacında Yılmaz Güney, manavın dük­ kânında Yılmaz Güney, gezgin

Muhterem Vahap Ko­ ca Memi, bnnu amcasının el yazi- sile görünce, kendi tarafından ya­ zıldığını zanneder, ve böyle zan­ netmesi için de sebep var:

İstanbul surlarının ehemmiyeti nazarı dikkate alınarak, bunların muhafazası kati surette lcabeden kı- sımlarile yıkılması icabeden kısımla­ rının tesfoiti

Onun için sa­ bahın en erken saatinde gidilir, kurna kapılır, yıkanılır, yemek yenilir, göbek taşında saatlerce dinlenilir ve akşam eza­ nına kadar, hava

Ruffini’den yüz yıl kadar sonra Niels Henrik Abel (1802-1829) be- şinci dereceden polinomların kök- lerinin cebirsel olarak her zaman bulunamayacağı üzerine bir ma-