• Sonuç bulunamadı

Malik Aksel’in Kitapları Yeniden Basılırken

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Malik Aksel’in Kitapları Yeniden Basılırken"

Copied!
9
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Malik Aksel’in Bütün Eserleri neşredilirken, bir cilt de neşri hazırlayan Beşir Ayvazoğlu’nun yazdığı biyografi ye ve ressamın resimlerinden oluşan albüme ayrılmıştır. Evimizin Ressamı adlı bu kitap Malik Aksel’in hayatını, büyük ölçüde kendi yazılarından çıkarmaktadır. Daha önce birçok sanatçının biyografi sini kalemin-den zevkle okuduğumuz Beşir Ayvazoğlu, aynı ustalığını bu eserde de göstermiştir.1

Beşir Ayvazoğlu “Önsöz ve Giriş Yerine” yazdı-ğı takdimde genç yaşlarında okuduğu Sanat ve Folklor’la başlayan sanat konularına “aşkı”yla Malik Aksel’i de yavaş yavaş keşfettiğini yazar. Bundan dolayı onun ölüm haberindeki “Ressam Malik Akçelik” öldü yanlışına çok üzülmüştür. Bu yanlışı düzelten ve üzüntüsünü ifade eden genç yazarla Aksel ailesi arasında kurulan

dost-luk, elimizdeki ki-tapların basılmasıy-la sonuçbasılmasıy-lanmış. Bur-sa’da yaşayan Murat Aksel babasının ki-taplarının basılma-sına izin verdiği gibi kendi kütüphanesini de Şehbenderler Ko-nağı’nı restore

etti-rerek oraya bağışlamıştır. Murat ve Nuri Aksel babalarıyla ilgili ellerindeki malzeme ve bilgiyi de Beşir Ayvazoğlu ile paylaşarak bu biyografi -nin hazırlanmasını sağlamışlardır.

1901’de Katerin’de (Selanik) doğan Malik Aksel’in ilk resim yapma merakını kendisin-den aldığı babası İstanbullu bir ailekendisin-dendir ve

Yeni Türk Edebiyatı Dergisi, Sayı 4, Ekim 2011, s. 239-247

İnci Enginün

*

REPRINTING THE BOOKS OF MALİK AKSEL

* Prof. Dr., Marmara Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi, Emekli Öğretim Üyesi.

1 Malik Aksel, Bütün Eserleri 1: Sanat Hayatı Resim Sergisinde Otuz Gün; 2: Anadolu Halk Resimleri;

3: Türklerde Dinî Resim, hzl. Beşir Ayvazoğlu, İstanbul: Kapı Yayınları, 2010; 4: İstanbul’un Ortası, hzl. Beşir Ayvazoğlu, İstanbul: Kapı Yayınları, 2011.

Beşir Ayvazoğlu, Malik Aksel: Evimizin Ressamı, İstanbul: Kapı, 2011. Bundan sonra bu kitaptan alıntıların sayfaları metin içinde gösterilecektir.

(2)

gümrük memurudur. İlk defa taşbasması Sey-fülmülûk’ta gördüğü garip resimler, daha sonra ondaki araştırıcı ruhu uyandıracaktır. Yazıla-rında çocukluğundan başlayarak hatıraların-dan çok bahsetmiş olması hem biyografi sini tamamlamakta hem de şehirlerin tarihî özellik-lerini nakletmektedir.

Çocukluğu Serez’de sonra Selanik’te geçen Malik Aksel de küçük yaşta Balkan Savaşı sı-rasında (s. 6), vatan topraklarının işgalini ya-şamış ve ailesiyle birlikte İstanbul’a gelmiştir. Savaşta yenilen ve çökmekte olan devletin te-baası olarak yaşadıkları belki de onu milletine bu kadar derinden bağlamıştır.

İstanbul’da önce Beyazıt Numune Mektebi’ni bitiren ve İstanbul Darülmuallim’inde okuyan (1918-1921) Malik Aksel’in okuldaki arka-daşlarından ikisi Kemalettin Kâmi (Kamu) ve Nurettin Sevin kültürümüzde unutulmaz izler bırakanlardandır. Nurettin Sevin’in yatarken pijama giymesi çocuklar arasında alay konusu olmuştur. Albümdeki pijamalı çocuk resmi bu hatıradan kaynaklansa gerektir.

Selim Sırrı, Şevket Dağ, Muallim Cevdet gibi hocaların yanı sıra Hamdullah Suphi, Ruşen Eşref okulda konferanslar verir. Bu şahısların gençler üzerindeki etkisi büyüktür.

Okulun masrafl arı devlet tarafından karşılandı-ğı için herkes çocuğunu bu okula vermek iste-mektedir.

Mezuniyetten sonra (1921) bir süre Şile’nin Kayagöz köyünde resim öğretmeni olarak ça-lışan Malik Aksel’in ilk tecrübeleri, bütün genç öğretmenlerinkiyle benzerlik taşır. Onun anlat-tıkları, Halide Edib, Reşat Nuri, Halide Nus-ret’in roman ve hatıralarında anlattıkları sahne-lere benzer. Okulda öğretilenlerle, köyde kar-şılaştıkları birbirinden çok farklıdır. 1923’ten itibaren suluboya resimleriyle katıldığı Galata-saray sergilerinde “Suluboyacı Malik Vicdanî” diye tanınır.

1928’de devlet tarafından Berlin’e

gönderi-len genç öğretmenler arasında Malik Aksel de vardır. Sadece resim değil “resim eğitimi”ni öğrenmek üzere Almanya’ya gönderilmiştir. Dört yıllık eğitimden sonra 1932’de beraberin-de ömrü boyunca kullanacağı resim malzemesi ve boyalarla döner ve İstanbul’daki kısa süren öğretmenliğini takiben Ankara Gazi Terbiye Enstitüsü’nde Resim-İş bölümünde resim ve sanat tarihi öğretmenliğine başlar, 1951’de İs-tanbul Eğitim Enstitüsü’ne atanır ve 1968’de emekli olur.

Beşir Ayvazoğlu Malik Aksel’in yazılarından alıntılarla tamamladığı biyografi de, iyi niyetli, genç öğretmenin arkadaşları, muhiti hakkında geniş bilgi vermiştir. 1926’da askerliğini yapan Malik Aksel II. Dünya Savaşı günlerinde kısa sürelelerle üç defa daha askere alınmıştır. Gazi Terbiye Enstitüsü’nde iken tavan arasın-daki gürültülerin sebebini aramak için girdi-ğinde büyük sıçanların dolaştığı bir depoyu bulmuştur. Burada Gazi Terbiye Enstitüsü’nün mimarı olan Mimar Kemalettin’in planları, resim defterleri ve yığınla tablo ile karşılaşır. Bu tablolar I. Dünya Savaşı sırasında yaptırıl-mış resimlerdir. Enstitü müdürü İsmail Hakkı Tonguç ile bunları tasnif edip sergileyen Malik Aksel, üzerine zimmetlenen bu resimlerin, daha sonra İstanbul’da açılacak Resim ve Heykel Müzesi’ne gönderildiğini öğrenir.

Bu arada yazı faaliyetiyle de meşguldür. Başta Ar dergisi olmak üzere Ülkü ve Varlık’ta yazar. Bir ankete verdiği cevap, plastik sanatların ge-lişmesi için adeta bir program niteliğindedir (s. 75-77).

1938’den itibaren ressamların resim yapmak üzere Anadolu’nun çeşitli yerlerine gönde-rilmelerinde, o da görev almış, Sivas (1939), Denizli’den (1941) birçok resimle birlikte dön-müştür. Cumhuriyet Halk Partisi’nin düzenledi-ği, bir bakıma Rusya’daki Gezici Ressamların faaliyetini andıran “Ressamların Yurt Gezileri” projesi gerçekten yararlı olmuş; hem ressam-ları ülke gerçekleriyle karşılaştırmış hem de

(3)

gördüklerini adeta belgeleyen resimler yapma-larını sağlamıştır. Açık havada çalışırken halk merakla etrafını almış, ne yaptığını öğrenmeye çalışmıştır. Halkın kendilerini etkileyen günlük olayları cami duvarlarına bile resmettiklerini Denizli’deki caminin duvarlarındaki deprem sahnelerinden öğrenmiştir. Malik Aksel bu resimlerin çoğunun kaybolmasına haklı ola-rak hayıfl anır (s. 85-87). Bu arada Ankara Kız Meslek Öğretmen Okulu Mesleki ve Tezyi-ni Resim Şubesi mezunu Müşerref Hanım’la 1949’da evlenen Aksel’in Murat ve Nuri adlı iki çocuğu olur.

Sanat yazılarında üzerinde durduğu en önemli konu klasik eğitim anlayışının temel olması-dır ki günümüzde de hâlâ önemini korumakta olan bir noktadır. Sanat tartışmalarını anlattığı yazılar hem Türkiye’deki tartışma seviyesini hem de sanat çevrelerini ve anlayışlarını yan-sıtır. Avrupa ressamlarına sık sık göndermeler yapılır.

Suluboya resmin önemli bir adı olan Malik Aksel’in ödülleri, açtığı sergiler, müzelerde yer alan nice resimlerinin yanı sıra onun bir de yazar ve araştırıcı yönü vardır ki bu külliyat sa-yesinde artık hepsi kolaylıkla ulaşılır hâle gel-miştir. İstanbul ve Ankara kahvelerinde gördü-ğü halk resimleriyle ilgilenir. Daha sonra dergi-lerde çıkan ve İstanbul’un Ortası adlı kitabında toplanan yazıları, her biri ayrı bir zevkle oku-nan hatıraları, geçmiş bir kültürün ayrıntılarını ve resimlerin hikâyelerini anlatmaktadır. Malik Aksel de tıpkı neslinin öteki mensupları gibi çok acı dolu günler geçirmiştir. Eserleri-ni yeEserleri-ni baştan okurken, keşke hatıralarını da bütün olarak günlük şeklinde yazsaydı diye düşünmekten kendimi alamadığımı itiraf etme-liyim. Yine de eserlerine yer yer serpiştirdiği hatıra parçaları, okuyucuyu derinden etkile-mektedir. Selanik’te bir gün genç bir öğretmen çocuklara “programda olmayan” bir ders vere-ceğini söyler:

“Bugün anlattıklarımı belki anlamayacaksınız,

ama ileride söylediklerimi unutmayacaksınız: Siz gülün oynayın, hakkınızdır. Ama babala-rınız, dedeleriniz hâlâ uykuda, eğlencede. Ço-cuklar, biz Yunanlılardan çok daha güçlü idik, ama olan biteni görmüyorduk. Hâlâ da gör-müyoruz. Türkler Rumeli’ye yerleşmek üzere geldiler. Selçuklular Anadolu’yu, Osmanlılar Rumeli’yi imar ettiler. İstanbul’dan başlamak üzere büyük eserler meydana getirdiler. Dün-yanın en büyük kubbesi Edirne’de… Sonra yine sayısız eserler burada, etrafımızda. Bun-lardan biri de sizin mektebinizdir. Artık biz bu yadigârları bırakıp gidiyoruz, kalbimizi burada bırakıyoruz.” (s. 10)

Malik Aksel’in ömür boyu kültür mirasımızı toplama çabasında bu genç muallimin, çocuk zihnine kazıdığı bu sözlerin etkisi şüphesiz ki vardır. Acaba o sınıfta bulunan ve öğretmeni-nin sözlerini dinledikten sonra ağlayan öteki çocuklar kimlerdi ve bu sözlerin etkileri onlar-da nasıl devam etmişti?

Malik Aksel’in tablolarında hemen hemen hiç gülen insan yoktur. Hatta tebessüm eden de. Bu mahzun yüzlü insanlar, nasıl bir devrin kalıntıları olduklarını göstermektedir. Yaşadı-ğı dönem öyle acılarla doludur ki insanların gülmeye mecalleri kalmadığı gibi, içinde yaşa-dıkları çevre de gülenleri yadırgamakta ve on-lara yabancılaşmaktadır. Bundan dolayı bütün eserlerinin ilk cildinde rastladığım öğrencileri-nin arasında, onlarla birlikte güldüğü resmini (s.113) çok sevdim ve nihayet onun da güldüğü anlar varmış diye sevindim.

*

Ressam, öğretmen, araştırıcı hüviyetleriyle ta-nınan Malik Aksel Resim Sergisinde Otuz Gün (1943) adlı kitabında adeta bir hikâyeci hüvi-yetinde görülür. Ankara Sergievi’nde açılan Üçüncü Devlet Resim ve Heykel Sergisi hak-kındaki bu kitabında 1940’lı yılların sanatçıla-rı, sanat ve sanatkârlara bakış, sanat dedikodu-ları usta bir yöntemle ortaya konmuştur. Ülkü dergisinde tefrika edilen bu yazıda kişi-lerin adları verilmemiş, görünüşleriyle ilgili bazı özellikleri zikredilmiştir. Bazı sanatçıların

(4)

da adlarının veya ad ve soyadlarının ilk harfi yazılmıştır. Sergide konuşan ressamlar sadece resimlerden söz etmezler, sanat etrafındaki de-dikodular, aralarındaki ihtilafl ar, resim ve sanat eleştirileri de yer alır. Bir kısmı eğitim gördük-leri yabancı ülkelerdeki öğrenci-hoca ilişki-lerinden söz ederler, yabancı ülkede yadırga-dıkları noktaları ve kendilerinin yadırganışıyla ilgili izlenimlerini naklederler (s. 126-127). O günlerde bizde resim eğitiminde karşılaşılan en güç noktalardan biri canlı model kullanılama-masıdır. Avrupa’da bunun uygulanışı, hatıralar nakledilerek anlatılır. Yabancı ülkede, Avrupa-lıların zihinlerindeki modele uymayan Türklere hemen daima harem ve çok eşlilikle ilgili soru-lar sorulmuştur (s. 134). Bu izlenimlerin bir kıs-mının Malik Aksel’in bizzat kendi tecrübeleri olduğu şüphesizdir, ki modellerin seçilmek için bekleyişlerini “esir pazarları”na benzetmesi de dikkat çekicidir (s. 126). Nefertiti’ye benzettiği güzel modelin, gözü hastalanınca intihar ettiği-ni öğrenmesi de herhalde Malik Aksel’in kendi izlenimlerindendir (s. 123).

Malik Aksel’in adlarını açıklamadığı bazı res-samlarla ilgili notlarını, ipuçlarını değerlendi-rerek Beşir Ayvazoğlu eklemiştir. Malik Aksel adeta elinde görünmez bir mikrofonla konuşan-ların yanına yaklaşır ve onkonuşan-ların sözlerini zap-teder. Bu anlatım metne resim ve ressamlarla ilgili biraz dağınık olsa da bir hikâye özelliği vermektedir. Resim Sergisinde Otuz Gün’ün basılmasından sonra yazdığı tanıtma yazısında Yaşar Nabi Nayır,

“Kısa boyu, gösterişsiz ve halim tavrı, çekin-gen ve durgun haliyle sevilmemesi imkânsız bir arkadaştır. Övülmekten, iddialardan, dedi-kodudan hiç hoşlanmaz. Eski devrin kendi ha-linde, efendi, çelebi tipinin istisnai bir örneği olarak aramızda yaşar. Kalabalık meclislerde söylemekten ziyade dinlemeyi tercih” (s. 261) etmektedir der. İşte kitabı tanıtan en doğru tes-pit, belki de budur. Malik Aksel görmüş, din-lemiş ve anlatmıştır. Bu tasvirlerden hareketle,

kolaylıkla resimleri çizilebilecek olan kişiler, aynı zamanda konuşurlar ve hem kendi tecrü-belerini, hem de duygularını ifade ederken, re-sim sanatı hakkında da fi kir verirler. Yaşar Nabi bunları “sabırlı bir müşahidin notları” diye ni-telerken kitabı aynı zamanda “mükemmel bir hiciv” eseri saymış ve ondaki “hikâyecilik” kabiliyetine işaret etmiştir (s. 262). Mustafa Ni-hat Özön de eserin “yepyeni çeşnisi’nden söz etmiştir.

Malik Aksel’in bu sergi hakkında ressam ve tabloları teker teker ele alan yazısı, 1940 yılın-da artık resim ve heykel sanatının yerleşmeye başladığını gösteren önemli bir değerlendirme-dir (s. 255-260). Bu yazısının dışında, sergiyi otuz gün boyunca ziyaretle bin bir ayrıntıyı bir hikâyeci gibi toplaması ise o zamana kadar ör-neği olmayan bir çalışmadır. Ressamların ko-nuşmaları, aralarındaki rekabeti, kıskançlıkları da zarif bir şekilde ortaya çıkarır (s. 104). Her biri resim sanatı tarihinde yer edinmiş, Jean Baptiste Greuze, Pieter Bruegel [Brueghel], Karl Hofer, Chagall, Jules Paskin [Pincas] gibi şahsiyetlerin resimleri, kişiliklerindeki zaafl ar-la küçümsenmek istenir (s. 107, 111-112). Bu konuşmalar sanatçıların henüz alanlarındaki yenilikleri lâyıkıyla takip edip yorumlayama-dıklarını, sanattan çok magazin haberlere ta-kıldıklarını da göstermektedir. Malik Aksel’in daha bu yıllarda halk resmine dikkatini yönelt-tiğini gösteren bir ayrıntı, sanat kıymeti olmasa da köylere kadar yayılan esmer, kara gözlü Zü-leyha ile Saba Melikesi Belkıs’ın halk tarafın-dan beğenildiğini kaydetmesidir (s. 115). Fotoğraf-resim tartışmaları (s. 188) da resim ve ressamlar hakkındaki tartışmalar da bu sayfa-lara yansıyarak dönemin belgeleri arasındaki yerini almıştır. Unkapanı’nda Emin Baba’nın gemi resimleri yaptığı (s. 120-121) kaydı da bana çok çarpıcı geldi. Babaannemin sandığı-nın kapağısandığı-nın içindeki gemi resminin muhte-melen Çanakkale Savaşı günlerinden kaldığını sanmış, bir benzerini de Burhaniye’deki

(5)

pazar-da gördüğümde bölgeye has zannına düşmüş-tüm. Ama bu kısa bölüm, daha önceki Kırım Savaşı’nın da belki izlerini taşıyordu. Çünkü Malik Aksel, şehir ressamlarının, bulundukları şehirleri ilgilendiren olayları hemen resimleri-ne yansıttıklarını yazmıştır. Denizli’deki dep-remler “Gerek Fatma Camii’nde ve gerek Çarşı Camii’nde duvarlarda yer sarsıntısını gösteren resimler”de yerini almıştır.

“Çarşı Camii’nde son cemaat mahallinde, di-ğerinde ise iç kısmındadır. Bu camilerin bu kı-sımlarında eğri büğrü, yıkılmış çökmüş evler, gayet vazıh bir şekilde görünmektedir. Ağaçla-rı, çağlayanlaAğaçla-rı, çiçekleri dağları pek bol olan bu memleketin camilerinde, hiçbir yerde gö-rülmeyecek derecede duvarlar bu manzaralarla doludur.” (s. 121).

Ne yazık ki bu tarihî belgeler (Fatma Cami-indeki deprem resimleri silinmiştir) zamanla kaybolmuştur (s.190). Malik Aksel de Deniz-li’de resim yaptığına göre bu görüşleri kendisi-ne ait değilse bile paylaştığı şüphesizdir. Eser-lerimizi koruyamıyor, ancak çalındıktan sonra feryat ediyoruz tesbiti, Avrupa’ya kaçırılmış Türk eserlerinden söz edilmesine yol açar (s. 190-191).

Bütün sanat tarihinde bitmez tükenmez eski yeni çatışmasıyla ilgili önemli görüşler dile ge-tirilmiştir. Her sanat eseri kendi devrinin ese-ridir. Onlara saygı duyulur “Mazinin sanatına hasret çekenler, devirlerini yaşamayanlar yahut devirlerinin adamları olmayan kimselerdir”(s. 153). Bu ifadeler Ahmet Hamdi Tanpınar’ın bir toplum ve fert için ileri sürdüğü “devam ederek değişmek ve değişerek devam etmek” görüşüne benzer. Devrin sanatçıları değişmeyi, yenileşmeyi şart görürken eskinin sanatına da saygı duyarlar fakat onu aynen devam ettirme-yi düşünmezler. Her büyük eser kendi devrine aittir, yani yenidir ve öncekilerle beslenmiştir. Eski Türk eserlerinin Batı’da kazandığı başarı üzerine oluşturulan gülünç şark odalarından (s. 192), mimari eserlerdeki restorasyon

yanlışla-rından (s. 195), eski ressamların çektikleri sı-kıntılardan (s. 199-201) söz edilir.

Müzelerdeki heykelleri, günahları yüzünden taş kesilmiş insanlar sanan cahil kadını ve onun cehaletini yüzüne vuran sanat tarihçisini (s. 154-155) insan, bir an Hüseyin Rahmi’nin kaleminde tasavvur etmekten kendisini alamı-yor. Resmin Türkiye’de az çok geleneği varsa da heykelin yoktur. Bu yüzden de özellikle çıp-lak heykellere halkın alışması zor olmuştur (s. 156). Heykelin putlarla ilgisi ve bunların Türk kültürüne ait olduğu iddiaları da, dönemin kül-tür modasına göre yer almış sohbetlerdir (s. 156-158). Anlatılanlar arasında resim dünya-sının binbir latifesi dile getirilir. Bunları anla-tanların tavrı, anlatış tarzı, anlatıcının da bilgi ve mizacını açıklar. Malik Aksel bunlarla ilgili herhangi bir şahsî yorum eklememiş, yaptığı tasvirle durumu ortaya koymuştur.

Aslında bütün ressamların beklediği resimleri-nin satılmasıdır. Sergi sonuna yaklaşırken, on-lar da hoşnutsuzlukon-larını dile getirmeye, boşa geçen yıllarına acımaya başlarlar. Ressamlar aleyhinde dergilerde çıkmış olan yazıların, hal-kı resimden uzaklaştırdığı ileri sürülür. Fakat sanatın fedakârlık olduğuna inananlar da vardır (s. 167-169). Onlar bir gün emeklerinin karşı-lık bulacağına inanırlar (s.169). Koleksiyoncu-lar olmayınca resimler satılmaz. Halbuki halk arasında varını yoğunu belli eşyaları toplamaya hasredenler de vardır. Bunlardan tef ve benzer-lerini toplayan bir koleksiyoncu anlatılır. “Ben-ce bir memlekette resmin yayılması, sanatın rağbet görmesi, koleksiyoncuların çoğunluğu-na bağlıdır” (s.180). O günün hayali bugünün sergileri ve müzeleriyle gerçekleşmiştir. Malik Aksel bu güzel kitabının amacını şöyle açıklar:

“Yazılarımla Ankara’da açılan 1941 senesi re-sim sergisini ve onun etrafındaki düşünceleri canlandırmaya çalıştım. Hiçbir mesele üze-rinde fazlaca durmadım. Hiçbir iddiayı ortaya koymadım. Yalnız serginin ve etrafında esen

(6)

havanın mahiyet ve hususiyetini tamamıyla bi-taraf bir gözle aksettirmeye gayret ettim.” (s. 182)

Bu son baskıya Aksel’in 1943 yılından sonraki benzer yazıları da eklenmiştir.

Bütün Eserleri’nin ikinci kitabı Anadolu Halk Resimleri’dir. Bu kitap kendisi de bir tür halk resmi olan Siyah Kalem albümünü neşretmiş olan Mazhar İpşiroğlu’nun önsözüyle yayın-lanmıştır. Malik Aksel bu kitapta halk kahvele-rinin duvarlarını, halk hikâyelekahvele-rinin sayfalarını süsleyen, imzasını gizlemiş sanatçıların kalem-lerinden çıkmış resimleri ve bunların yer aldığı eserleri tanıtmaktadır. Onun dikkatinden sonra nice sanat tarihçisinin bu konularda araştırma-lar yaptığı alan, bu kitabın ilk çıktığı günlerde boştu ve bu tür resimlere dikkat edilmediği gibi pek de önemsenmezdi. Hatta Mehmet Akif bunları, insanı tembelliğe alıştıran pis mekân-ların süslemeleri saymış ve “Kahve” manzume-sinde alaycı bir dille küçümsenmiştir de:

“Duvarda türlü resimler: Alındı Çamlıbel’i, Kaçırmış Ayvaz’ı ağlar Köroğlu rahmetli! Arab Üzengi’ye çalmış Şah İsmail gürzü; Ağaçta bağlı duran kızda işte şimdi gözü. Firaklıdır Kerem’in “Of?” der demez yanışı, Fakat şu “Ah mine’l-aşk”a kim durur karşı? Gelince Ezrakabânû denen acûze kadın Külüngü düşmüş elinden zavallı Ferhâd’ın! Görür de böyle Rufai’yi: Elde kamçı yılan,

Beyaz bir arslana binmiş; durur mu hiç dede can?

Bakındı bak Hacı Bektâş’a: Deh demiş duvara! Resim bitince gelir şüphesiz ki beyte sıra. Birer birer oku mümkünse, sonra ma’nâ ver... Hayır, hülâsası kâfi , yekûnu ömre sürer: Bedâhaten kusulan herze-pâreler ki düşün, Epey zaman daha lâzımdı herze olmak için!” Malik Aksel, kitabının ilk bölümü olan “Halk Hikâyelerinde Resim”de bunların “sanat” ol-duğunu vurgular (s. 3), minyatürün tanınması-nı, ortak İslam sanatı içinde kabullenilmesine bağlar. Halk resimleri dağınıktır. Sûret, surat, put kelimeleri üzerinde de duran Malik Aksel, dil ile resim sanatında sembolleşmeye de

dik-kati çeker. Bu bölümde sadece resimler değil, halk hikâyelerinin özetleri de yer almaktadır. Kişilerin sadece ortak beşerî ilişkiler içinde görüldüğü bu masalımsı halk hikâyelerinde ne yabancılık yaratan dil, ne farklı devletler, hatta ne de sosyal tabakalar vardır. Aşkın sevgilinin resmini görmekle başladığı bu hikâyelerde, sevgililer aşk dilini kullandıklarından Çin pa-dişahının oğlu ile Bizans kayserinin aşklarını birbirlerine açıklamaları hiç de zor olmaz. Ede-biyat araştırmalarında “motif”lerden biri olarak değerlendirilen “resmi” Malik Aksel “kutsal bir kişilik” olarak değerlendirir (s. 7) ve bu görü-şünü eserinin sonuna kadar devam ettirir. Bu-rada bir noktayı daha belirtmek gerekir. Halk kültürünün çok etkisinde kalmış olan Tanzimat dönemi yazarları, yeni edebiyat türlerini de-nerken hemen ilk gördükleri kıza âşık olurlar. Hayallerindeki kız hemen karşılarına çıkmıştır ve duyguları karşılıksız kalmaz. Mizancı Mu-rat’ın münasebetsiz bir başlangıç saydığı ilk görüşte aşkın, resimden âşık olma şekli Türk edebiyatının önde gelen yazarları tarafından da –Sabahattin Ali’nin Kürk Mantolu Madon-na’sı (1943) ile Ahmet Muhip Dıranas’ın Göl-geler’inde (1947)– başarıyla kullanılmıştır. Hikâyelerde rastlanan birçok unsurun farklı kültür tabakalarıyla ilgisi olup olmadığını da işaret eden Malik Aksel, bu alanın ne kadar boş olduğunu göstermektedir. Her malzeme ona so-rulan sorularla sırlarını ifşa etmektedir. Malik Aksel’in bu konuları inceleyerek yazdığı bu ki-tap uzun yıllar önemini korumuştur. Onu, Beşir Ayvazoğlu’nun açıklayıcı notlarıyla zenginleş-tirilmiş bu yeni baskısından okurken zihnimden nice araştırma konusu geçti. Bana öyle geliyor ki bu kitap gibi, Türklerde Dinî Resim’in ba-sılması da çok yerinde olmuştur. Bu iki kitabı daha önce okumamış olanların önünde yepyeni araştırma ufukları açılacağı gibi, okumuş olan-lara da unuttukları nice noktayı hatırlatacaktır. Bu kitapta yer alan resimlerin açıklanması sı-rasında, onların basıldıkları yerler hakkında da bilgi veren Malik Aksel, birçok halk hikâyesini

(7)

de özetlemiştir. Taş basması kitaplardaki bu tür resimler, başka basma tekniklerine geçildiğin-de kaybolmuştur (s. 47). Resimler yapıldıkları dönemin özelliklerini de taşır. “Ferhat ile Şirin köşkte oturup birbiriyle muhabbet eylediğinin resmidir” yazısının yer aldığı resimde iki sev-gili koltuklarda oturmaktadırlar ve aralarında, ortasında bir sürahinin durduğu yuvarlak bir sehpa bulunmaktadır (s. 27). Resmin çevre-sinde kordonlarla kaldırılmış perdeler vardır ki resmin bir halk oyunundan mülhem olduğu izlenimini uyandırmaktadır. Mamafi h bu perde motifi birçok yerde görülmektedir. Bu unsur-lara bakılınca, eserin her halde 19. yüzyıla ait olduğu anlaşılmaktadır.

Aynı sayfada Binbir Gündüz’deki Klaf’ın hikâ-yesinde sözü edilen Turanduk da ünlü Turandot operasının konusu olmalıdır. Bu kitap sadece resim tarihiyle değil, edebiyat ile uğraşanları da aynı derecede ilgilendirecek, yer yer önemli yorumlarla doludur.

Malik Aksel bu kitapların konularını niçin araştırmış ve yazmıştır sorusu da insanın aklı-na geliyor. Yazarın yaptığı nice gönderme ara-sında arkadaşı Nurettin Sevin’in Karagöz’ün giyimiyle ilgili olarak eski Türk kültürüyle bağlantısını ileri sürmesi de dikkat çekicidir. Nurettin Sevin’in bu önemli dikkati üzerinde de yeterince durulmamıştır, tıpkı Sabri Esat Si-yavuşgil’in Karagöz konusunda yazmış olduğu emsalsiz kitap gibi.2 Malik Aksel’i ve yaşıtla-rını bu konulara çeken, her şeyden önce, şüp-hesiz ki Ziya Gökalp’ın aydınları harsı tanıma çağrısıdır. Bu çağrının, onu en çok benimseyen Ahmet Kutsi Tecer tarafından devam ettirildiği günlerde, gençler bulduklarını neşredecek ve yazdıklarını değerlendirecek bir dosta sahip-tirler. Gökalp’ın, aydınların harsı tanımasını yeterli görmeyerek bu malzemenin yüksek kültür kurallarıyla işlenmesi dileğini de bu

ne-silde bulmak mümkündür. Bir kısmının batı ül-kelerinde eğitim görmesi, batı dillerini bilerek onların kendi harslarını işlemelerine hayranlık duymaları, Gökalp’ın ve onun takipçilerinin davetiyle bu nesli de göreve çağırmıştır deni-lebilir.

Anadolu Halk Resimleri’nde olduğu gibi Türk-lerde Dinî Resimler’de de Türk kültürünü bir bütün olarak alan yazar İslamiyetin resme kar-şı olmadığını burada da tekrarlar. Minyatür, hat sanatı, yazı ile yapılan resimler üzerinde dururken, “yazı-resim kardeşliğinde bir sanat doğmuş”tur der (xvii). Malik Aksel “yazı-re-sim” diye nitelediği sanatın, Türk sanatında özel bir biçim aldığını belirtir. Hemen her dükkâna konulan “Hazreti Ali’nin Devesi”, “Amentü Gemisi” veya “Süleyman’n Mührü”, “Ah Minelaşk”, “Yazıdan Camiler” gibi resim-lerin dükkânların süsü olduğunu hatırlatır ( xvi-xvii). “Yazı-resim”lerin halk üzerindeki derin etkisine işaret eden yazar, sadece resimleri sıra-lamakla kalmaz, onlarla ilgili dinî menkıbelere, ayet ve hadislere, şiirlere de temas eder ve bun-lar üzerinde çalışılmasını diler. Resimlerin ki-taba konma amacı, asılları zamanla harap olup kayboldukları için, bunlardan bir iz bırakmak “sanat tarihçilerine, folklorculara, etnografya-cılara malzeme verilmek” (xix) istenmesidir. “Yazı-resim” ibaresini “eski harfl erle yapılan resimleri, tek kavram halinde belirtmek” için kullandığını söyler (s. 3) Bu onun kendimize has bir sanatı kendi dilimizde kavramlaştırma çabasıdır. Aksel çok ilginç malzemeyi derle-miş, bunlar üzerinde düşünmüştür. Geometrik deseni andıran stilistik cami (s. 15) resimlerin-de en çok kufi yazı kullanıldığı görülür. Celi onu takip eder. “Çifte vavlar”ı “bilmece” ola-rak niteleyen Malik Aksel “çifte motifl er dizi-sinin kökünü Müslümanlıktan önce eski Türk boyları sanatlarında aramak doğru olacaktır”

2 Nurettin Sevin’in bu tespiti aynı zamanda ikna edici verilerle de desteklenmiştir. Nurettin Sevin,

Türk Gölge Oyunu, İstanbul: MEB, 1968, Karagöz konusundaki en önemli tahlilî bir eser de Sabri Esat Siyavuşgil’e aittir: Karagöz. Psiko-Sosyolojik Bir Deneme, İstanbul, 1941.

(8)

der (s. 23). Bu sayfaları okurken Sabahattin Kudret Aksal’ın “Vavlar” adlı o güzel hikâye-sini hatırlamamak imkânsız. Kandil resimleri, başlıklar (kadın ve erkek başlıkları, anlamları, onlardan türeyen deyimler), Ashab-ı kehf ve gemiler, kuşlar, arslan suretleri, eşya üzerinde meyve biçimi yazılar, Hazreti Ali’nin devesi, tarikatlarda yazı resim, tuğralar, peygamberle ilgili resimler ile çeşitli dinî resimler, örnekleri, yorumları ve yankılarıyla esere girmiştir. Malik Aksel her resmin arka planını oluşturan malze-me ve kültüre de temas etmalze-meye gayret etmiştir. Kitabın bu baskısına, Malik Aksel’in bu konu-da yazdığı dört yazı ile, eser hakkınkonu-da yapılan değerlendirmeler de alınmıştır.

Malik Aksel’in İstanbul’un Ortası adlı kita-bında adlarını andığı nice şahıs, nice gözden kaçmış konu yepyeni araştırmalara, farklı yo-rumlarla yepyeni eserlerin ortaya konmasına yol açmıştır. Bunlardan beni en çok etkileyen-lerden biri “kuş evleri” olmuştu. Onun yazısını okuduktan sonra her eski eve bir “kuş evi” ara-yarak bakmıştım. İlk ressamlarımızdan Mihri Müşfi k’in hikâyesiyle etkilenerek Ölü Bir Ke-lebek oyununu yazan Selim İleri’nin de kaynağı Malik Aksel’in makalesidir.3 Kitabın son bas-kısını okurken tiyatro tarihimizle ilgili verdiği bilgilerin öneminin hâlâ yeterince anlaşılmamış olduğuna dikkat ettim. Bu iddiasız yazılar tarih-le ilgili nice konularda hafızamızı tazetarih-lemeye yardım etmektedir. I. Dünya Savaşı sırasında Bayezıt meydanının İngiliz uçakları tarafından bombalandığını, tiyatro seyircileri arasında bulunan yazarın dışarı çıktığında, bizzat şahit olduğu manzarayı yazdığını okurken bir kere daha bu korkunç olayın neden hiçbir izinin, sonraki nesillere aktarılmak üzere saklanma-dığını, hiç olmazsa bunlarla ilgili birer plaket asılmadığını kendi kendime sordum. Bu açıdan bakıldığında Malik Aksel’in yazılarının okuyu-cularını ne kadar derinden beslediğini gösteren

daha birçok örnek bulunabilir. İstanbul’un Or-tası yazarın hatıra-sohbet türü içinde ne kadar rahat bir üslûpla yazdığını da göstermektedir. Elbette önceki kitaplarında andığı bazı kişi ve sahneler bunda da geçmektedir. Kitaptaki yazılar değişik konular üzerinde olduğundan, burada hepsinden söz etmek mümkün değildir. Sadece İstanbul’un günlük hayatıyla ilgili bin bir unsuru barındıran bu yazıların Ahmet Ra-sim’inkilerle birlikte anılması gerektiğini söy-lemekle yetineceğim.

Malik Aksel ile ilgili son bir sürpriz de Malik Aksel’in hatırasına oğlu Murat Aksel tarafın-dan sadece beş yüz adet yayımlanmış ve satı-şı sunulmamış” olan büyük boy Malik Aksel 1901-1987 adlı kitaptır.4 Öteki kitaplar gibi bu da Beşir Ayvazoğlu tarafından yayına hazır-lanmıştır Fizikçi Nuri Aksel’in “Babam Malik Aksel’den Hatırladıklarım” başlıklı yazısı, res-sam, öğretmen ve araştırıcıyı, oğlunun gözüyle, daha ziyade aile ortamında anlatmaktadır. Bir bakıma Evin Ressamı’nın planını teşkil eden ki-tapta, Kronolojiyi, Beşir Ayvazoğlu’nun “Ev’in ressamı: Malik Aksel”, Malik Aksel hakkın-daki değerlendirmeler takip etmektedir. Bu yazılar onun alçak gönüllü, araştırıcı kişiliğini vurgular. Nurullah Berk onu “bir çeşit yumu-şak ekspresyonizm” sezdiği “gerçekçi bir res-sam” olarak niteler. Malik Aksel’in “gözlemci duyarlılığı”nı yanısıtan suluboya çalışmalarıyla İstanbul’un Ortası adını taşıyan kitabı arasın-da yakın ilişki bulan Sezer Tansuğ, Türklerde Dini Resimler’deki malzemeden yararlanarak yaptığı “çizgi-fi lm senaryosu çalışması”ndan da söz etmiştir. Kaya Özsezgin, onun sulubo-ya resimleriyle “eski İstanbul’u” samimiyetle verdiğini yazmış, Selim İleri Destan Gönüller romanında yazdığı kuş evinde Malik Aksel’in etkisini belirttikten sonra, “Aksel’in değerleri-mize bağlılığı, günün modaları arasında hiçbir zaman yer almadı. Ne dün ne bugün.” demiştir.

3 Selim İleri, Ölü Bir Kelebek, İstanbul: Oğlak Yayınları 1998.

(9)

Bütün bu yazılar İngilizceleriyle birlikte basıl-mıştır. Bu yazılardan sonra da iyi basılmış re-simleri gelmektedir.

Malik Aksel’i son yıllarında, Prof. Dr. Meh-met Kaplan’ı ziyaret ederek kitaplarını ken-disine verdiği sırada görmüştüm. Görünüş ve nezaketine büyük hayranlık duymuş, kitapla-rını okuduğum zaman da gözümüzden kaçan nice incelikleri yakalayan, anlatan ve sonraki nesillere duyurmak isteyen şahsiyete saygıyla bağlanmıştım. Onun eserleri ulaşmakta zorluk çektiğimiz nice ayrıntıları saklamaktadır ve peşlerine düşecekleri beklemektedirler. Yuka-rıda değişik alanlarda çalışanların da dikkati-ni çekmesi gereken bazı noktaları işaret etmiş olmakla birlikte, çok zengin olan ayrıntılara giremedim. Malik Aksel’in eserlerinden

dör-dünün yeniden basılışına, ele aldığı konuları yeniden gündeme getirme ihtimalini düşünerek çok sevindim. İlk neşirlerindeki kusurlardan arındırılmış, ciddi olarak gözden geçirilmiş bu baskıda Beşir Ayvazoğlu’nun dikkatli çalışma-sının izi görülmekte. Ancak bu kitapların dizin-lerinin bulunmamasına çok hayıfl andım. Zira bu kitaplar sadece okunmak için değil, ihtiyaç oldukça başvurulacak birer kaynaktır. Dilerim bütün eserlerinin baskısı tamamlanınca, hepsi-ni içine alan ortak bir dizin de eklehepsi-nir ve bu kitaplar da başucu eserleri arasındaki yerleri-ne kavuşurlar. Bu öyerleri-nemli kaynağın hazırlanıp okuyucuya sunulmasında, başta merhumun çocukları olmak üzere bütün emeği geçenlere teşekkürler. Var olsunlar.

Referanslar

Benzer Belgeler

Kendi yaşam alanlarını daha elverişli ortamlara dönüştürebilen canlı türlerinin zaman içinde varolmaya devam etme şansları, yaşam alanını yokedecek davranışlarda

DESCRIPTION: Graph of the frequency of cool, average and warm summer temperatures in the Northern Hemisphere, 1981-1991 (compared to a 1951- 1980 base period).. The horizontal axis

Toplumu yeniden yapılandırma çalıĢmaları ile inĢa edilmeye gayret edilen “Modern Türkiye Cumhuriyeti” projesine kalemi ile katkı sunan ve karakteristik

Bu arkadaşlar içinde Sabri Berkel ve Malik Aksel çok kıymetli eserler teşhir etmişlerdir.. Berkel'in kâinat görüşü çok sağlam ve derin realizm

▪ Eleştirelliğin ve soru sormanın önemini kavramak ▪ Eleştirel okuma ve yazma ilişki üzerine düşünmek ▪ okumanın işlevi ve iletişimsel boyutları

ağaç parçaları, dalları talaş mısır koçanı bitki sapları saman çerez kabukları Daha hızlı gübre için, bunları daha küçük parçalara bölün ve yüksek azot içeren

Sevgi Can Yağcı Aksel (Ankara Üniversitesi), Ayten Sezer Arığ (Hacettepe Üniversitesi), Mithat Atabay (Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi), Fahri Atasoy

Bazı tasarımları önceden projelendirm ek, malzeme ölçülerini önceden belirlemek gerekiyor, bu durumda çok fazla proje dışına taşma söz konusu olamıyor.. Ama