12
Çirozlar. Balıkpazarı ’mn dünden bugüne değişmeyen belki de tek rengi ve kokusu...
İlyas Cenk, Erol Aslan ve Giorgio Kazagrande. Balıkpazarı onlara sorulur önce...
YAZI VE FOTOĞRAFLAR: FADİLE PAKSOY
B
alıkpazarı’ndahepsi birbirine karışır. Çirozuyla kal kanı, kahvesiyle lokumu, İstanbul’a yeni göçmüş mavi çiçekli entariliyle, kürklü is- karpinli hanımefendi. Hepsi birbiri ne... Fesleğen kokusu, kokoreç ko kusu, balık kokusu, fırından yeni çıkmış taze ekmek kokusu...Yalnız ca bunlarmıdır Balıkpazan’nda bir birine karı şan? Hayır, sesler de hem de en çok onlar karışır birbirine...“Buyrun hamfendi, buyrun sıca- aak sıcak.”
Bir diğeri daha davudi bir sesle ekler, “Fırında pataates.”
Sıra bağırmaktan sesi çatallaşmış ötekindedir, “Tereyağlı, sosisli, Amerikan salatalı.”
İstanbul’un ünlü Balıkpazarı, is tiklal Caddesi’nde Galatasaray Li sesi ’nin hemen karşısına düşer. Sah ne Sokak’tan girdiğinizde sizi, fırın da patatesçilerin ardından, hemen kokoreççiler karşılar.
JBalıkpazarı’nı dolaşmaya başla dınız. Tak tra tak tak sesleriyle koko reç ustaları bütün kokoreçi parçala ra ayırıp, servise hazırlıyorlar. Müş terinin kimi dışarıda paket yaptırı yor, kimi zar zor kendini içeri atarak, yiyeceğini ısmarlıyor. Burası “Şam piyon Kokoreççi”. Balıkpazarı'nın tek kokoreççisi değil, ancak en çok tercih edileni. Aynı anda 20-30 ki şinin karnını doyurabildiği bu ufa cık mekânda, bir sinema sanatçısı, bir hamal ya da üniversite öğrenci siyle yan yana düşebilirsiniz...
Kokoreççiden çıkınca, kâh balık, kâh rakı kokularının davetlisi olur, sağda bir büyük demir kapıdan içe ri girersiniz. Burası, “Çiçek Pasa jadır.
“Pasajın içinde bir dükkânın önünde kalabalık birikmiştir. İçeri si ise tıklım tıklım... “Ne dağıtıyor lar acaba?” diye merak etmeyin. Bu rası çiçeklerin bedestenidir:
“- 100 tanesi 80 lira. Kırık yok. -85.
- 88.
- 88 lira 75 kuruş. Tamaam Milis- ki’ye.
Tellal eline 10 tane yeşilli beyaz lı bir şeyler aldı.
-24.
-24 lira 50 kuruş. - 25 lira. Sabuncuoğlu’na. Bu sefer adamın elinde on tane ufacık mor renkli demetler görüldü.
-8.
-9.
-10 lira. Foti’ye.”
Hayır, bu bugünün Çiçek Pasajı değildir. 1947’de Sait Faik’in tanık lık ettiği çiçek mezatından bir sah nedir. Menekşeli, sümbüllü, nezo- tisli (unutma beni), siklamenli, naı- sisli, tiriyandifileli (gül), Cahit
Ir-CUMHURİYET DERGİ
I
0
<c£
e/t
10 EYLÜL 1995. SAYI 494
Çiçek Pasajı. Birbirine benzeyen masaları, müşterileriyle sanki tek bir meyhane... gat’lı, çiçekçi Avram’h günler artık
geride kalmıştır.
Ya bugünün Çiçek Pasajı?
Çiçek Pazarı ya da “Hristaki Pa sajı”, şimdinin Çiçek Pasajı’na dö nüşmüştür. Sıra sıra dizilmiş mey haneler, her birinin önünde birkaç ahşap masa, masaların hepsi bir ör nek... Bu yüzden, başınızı kaldırıp da bakmaz, farklı tabelalar olduğu nu görmezseniz, hepsini devasa bir meyhane sanırsınız.
Çelik Gülersoy anlatmalı önce burayı:
“Pasajda iki ticarete yer verilmiş ti: Kova kova çiçeklerini dizen çi çekçiler. Nefis francala ve sandviç çeşitlerini sepetlere dolduran ek mekçiler... Burasının fıçılarla dona nıp, meyhanelerle dolması,
1940’lardan sonradır ve yandaki
Degüstasyon Lokantası’nın, pasaja kapı açması ve masa koyması ile başlamıştır.”
Balıkpazarı ’nın, Tarlabaşı ’ na ses lendiği yerde, Kalyoncukulluk’ta Milinski Çiçekevi’nin sahibi Grigor Petkof, eskinin Çiçek Pasajı’ndan günümüze kalan iki çiçekçiden biri sidir.
“ 1952’den beri gece gündüz Be- yoğlu’ndayım. Asıl dükkânımız, bugünkü Çiçek Pasajı’nın içindey di. Beyoğlu kapısının girişinde, sol da kuruyemişçi, mezeci ve biz. De güstasyon Lokantası karşımızday dı” diye başlar anlatmaya. Siz sor madan sürdürürde:
“ 1955’ten sonra çözülme başladı. Meyhaneler çoğaldı, çiçekçiler azaldı. İstanbul’un, kalburüstü in sanları Beyoğlu’nda otururlardı. 6- 7 Eylül ’den sonra çözülme başladı.
VE ANILAR
Beyoğlu levantenlerinden, yazar
Giovanni Scognamillo’ya
Balıkpazarı’nı sorduk:
Çocukluğunuzdaki ~ Balıkpazarı’nı anlatır mısınız?
Benim çocukluğumdan ve ilk gençliğimden bu yana Balıkpazarı mekân olarak değişmedi. Tabii, üstünün kapanması ve parke taşları dışında. Eski dükkânlar kapandı, onların yerine başkaları açıldı. Müşteri değişti. O zamanlar, Balıkpazarı'nda tezgâhtarlar arasında azınlıklar
çoğunluktaydı. Daha çok Rumlar, Yahudi tezgâhtar hatırlamıyorum.
Nerelerden alışveriş yapardınız?
Çocukluğumda, şekerlemeyi “Üç Yıldız”dan, şarküteriyi “Şütte”den alırdık. O dönemde, kasabımız “Manevvi”,
manavımız ise,
“Kazagrande”ydi.1940'lı yıllar, Balıkpazarı’nda kıtlık yıllarıydı. Savaş öncesinin bembeyaz francalasının yerini, savaş yıllarında kara kuru, simsiyah ekmekler almıştı. O zamanlar, şeker yoktu, onun yerine kuru üzüm kullanırdık. Kahve yerine de, nohut kahvesi içerdik. Hatta, bizim için tatlı, tahin pekmezden ibaretti.
Balıkpazarı’na ilişkin bir anınız?
Lise öğrencisiydim. Amerika’dan, Türkiye’ye döndürülmüş et geldi. Et, son derece yumuşaktı. Tazesi varken, neden bunu alayım’ diye, insanlar kuşkuyla yaklaşıyorlardı. Babam
Balıkpazarı’ndan satın almıştı da bu etten, hiç hoşuma
gitmemişti. Beyoğlu’nda, azınlıkların çoğunlukta olduğu dönemlerde, Balıkpazarı’nda burjuva, küçük burjuva, esnaf, işçi, küçük memur hepsi alışveriş yapmaya gelirlerdi.M
Giovanni Scogttamillo Böyle olunca, Beyoğlu’nun kıyme ti düşmeye başladı. Bu durumu dü zeltmek için, Beyoğlu’nuGüzelleş tirme Derneği bile bir şey yapa maz.Eskiden, Beyoğlu’na renkka tan insanlar vardı. 1955’ten sonra siyasi ve iktisadi nedenlerle, bura dan uzaklaştılar. O insanları artıl
A
m
t
?, fej.
İSTANBUL 13
edemiyor. Annesi Şişliliymiş. Bir yanımda Ermeni kızı, bir yanımda Rum kızı dermiş anlatırken gençli ğini, “Hilda diye bir kız çalışmıştı bende. Kız, kalktı Atina’ya gitti. İs tanbul’un havasım Atina’da bula mamıştı. Atinalıları bayağı, köylü buluyordu. Orada, Türkiye’den gi denlerin mahallesi ayrıymış. Pek çok kez gidip geldi buraya. Oraya gidenler çok mağdur olmuşlar.”
Balıkpazan’nın en eski balıkçı dükkânında balıkçılık yapan Bilge Özyurt (Dükkânının girişinde boy dan boya çirozlar asılı), “Eskiden burada, Rumlar, Ermeniler vardı. Esnafın çoğu Rumdu” diyor:
-Onlarla aranız nasıldı?
-Çok iyiydi. Bizim Rumlarla hiç ayrı gayrımız olmamıştır.
-Onlardan neler öğrendiniz? -Mesela, birçirozyapmasını, son ra lakerda. Şimdi, ne çiroz ne laker da kültürü kaldı. Bakın, şu an sezon ölü. Palamut olsun, torik olsun tadı tuzu olmaz. Ne yapayını, soruyorlar, biz de arkamızdaki dolapta tek tük tutuyoruz.
Ya gidenler?
Balıkpazan’m 30-35 yıldır tanı yan Bilgi Usta, koca bir kalkanı ke serken, geçmişi kopuk kopuk anla tıyor:
“Rum arkadaşlarımız Atina’ya gittiler, isimlerini hatırlayamattı. Gelirler, burada kucaklaşırız, özlem gideririz. Hatta, bir tarihte, bir tane si geldi, kalkan ısmarladı. Parasını da ödedi. ‘Sonra geleceğim’ dedi. Ama, hanımı geldi, balığı aldı. Adamcağız ölmüş, hasretini çektiği yerde.”
Üzeri, fiberglasla kapatılmış olan Balıkpazarı, yaz günlerinden birini yaşıyor. Balıkpazarı’nda balıklar, soyları soplarıyla bilinir. Lüfer, çi nekopun babasıdır. Çinekopun irisi ne sarıkanat, ufağına yaprak denilir. Kofana, çinekopun dedesi, akya da, lüferin babasıdır. Şimdi, lüfer zama nı değil, tablalarda fazla balık yok. Yine de, çipuralar, karagözler, kal kanlar, tekirler, fener balıkları ve yaz balığı sardalya hepsi de Ege’den, Akdeniz’den geliyor. Fiyatları hiç de ucuzdeğil. En ucuzu, M armara’da hâlâ ısrarla direnen istavrit. O da, 250 bin lira. Ya İstakoz? Onlar da tablaların süsü.
“İstakozun fiyatı nedir?” ' Bilgi Özyurt, gülümsüyor. “Bir İstakoz ortalama 1.5-2 kilo gelir. Kilosu 1.5 milyon.”
“Bakın, Beyoğlu eski özelliğini kaybetti.” Yerinden kalkarak, uzak taki balıkçı dükkânlarını gösteriyor. “Bir biziz balıkçı burada. Bir de Tuncer. Ötekilerinin hepsi Erzin canlIdır. Balıktan anlamayanlar, ba lıkhaneye gidip, işçi olarak çalıştı lar. Derken, bu dükkânların sahiple ri oldular. Ama denize düşseler«-Bir soluklanmak, açlığınızı gidermek için midye tavacıya buyurun...
Balıkpazarı ’ııın girişindeki çiçekçiler Sait Faik ’in yazdıklarıyla anılıyor... nereden bulup getireceksiniz. Kimi
ölmüş, kimi başka yerlere gitmiş.”
Pasajlar...
Milinski Çiçekevi’ni, Grigor Pet kof’un, kayınpederinin babası Rus ya’dan geldikten sonra kurmuş. Çi çeği, önceleri sokakta satarlarmış.
1926’da, Pasaj’in içinde yer tutmuş lar. “Şimdi” diyor Petkof, “Hiçbiri yok. Yalnızben kaldım. Hepsi öldü ler.”
Sahne Sokak, Çiçek Pasajı’nı geçtikten sonra, “kolunu Avrupa Pa- sajı’na atar”. Pasaj, bir süre boş kal dıktan sonra, şimdilerde yeni sure tiyle görücüye çıkmıştır. Her yer pı rıl pırıl, yerler mermer döşeli. Dük kânların çoğu boş, yeni sahiplerini bekliyor. Önceleri dükkânı Avrupa Pasajı’nda (Aynalı Pasaj olarak da biliniyor) olan düğmeci Şiran San
cılar, “Aynalı Pasaj’ın sahipleri, bir kaç yıl önce burayı restore ettirece ğiz deyip, pasajı boşalttılar. Bir sü re kapalı kaldı burası. Sonra resto rasyona başladılar. Olmaz olay dı.Geriye, bu tarihi yapıdan, dük kânlarla, üst kattaki imalathaneleri birbirinden ayıran heykeller kaldı. Orası, bana kalırsa Balıkpazan’nın ruhuydu. Şimdi, o ruh kayboldu” di,- ye anlatıyor pasajın kısa tarihini.
Yeni pasajın sakinlerinden butik sahibi SemiramisKözberi,“Ben ki mim bi I iyor musunuz” diye soruyor önce. Bilmiyoruz. “ Benim Hilton girişinde butiğim vardı” diye başlı yor kendi sorusunu yanıtlamaya: “Oranın imajı pahalıdır diye bura ya geldik. Kiralar da fena değil, bir deneyelim dedik.”
Semiramis Hanım da, her eski İs tanbullu gibi geçmişi anlatmadan
14 İSTANBUL
maazallah, boğulurlar. Geçen gün, Kumkapı’daki halde bir tanesi deni ze düşüyor, yüzme bilmiyor, öbürü de atlıyor denize, kurtarayım diye, o da bilmiyor yüzmeyi.”
Balıkpazan’ndaki balıkçıların vitrinlerinde, paketleriçinde somon füme, istavrit çirozu, balık yumurta ları , turna havyan, hamsi ançuez, ta ramalar, sanki eski Balıkpazan’nın ruhunu canlı tutmak için, alesta sıra lı sıralı duruyorlar.
Sultan Abdülaziz’den bu yana, nefes alıp veren Balıkpazan, yeni ts- tanbul’dan da izler taşıyor. Tinerci çocular, tiner parası için, gözlerine kestirdiklerine yapışıyorlar. Hiç de az olmayan züccaciyelerin önünde, İstanbul’un her köşesinde görmeye alıştığımız mutfak gereçleri, üst üs te konmuş televizyonlar aynı filmi gösteriyorlar. Eskice bir filmde, Ka dir İnanır, gazete kâğıdına sarılmış rakısını, genç sevgilisi Sevtap Par- m an’a veriyor. Acemi bir öpüşme sahnesi. Kadir İnanır’m, 5-6
figüra-Butik sahibi Semiramis Közberi. m paldır küldür merdivenlerden aşağı yuvarlaması...
Züccaciyecinin hemen yanıba- şmda bir midye-tavacı. Tavanın ba şında, besbelli yeni İstanbullu yüz ler. Dükkânın içi, cephesi silme, baştan aşağı bildik kırmızı karolar la kaplı. Masaların başında, ne söy lendiğini kolay anlayamayan dalgın, yorgun birazda İstanbul şaşkını ko mi çocuklar. Her kebapçıda rastla yacağımız türden masalara oturmuş kulağı küpeli, saçı bağlı, güleç yüz lü delikanlılar, postallı genç kızlar. Beyoğlu’nda sayıları gitgide çoğa lan kitapçıları dolaştıktan sonra, bir bira ve iki çöp midye-tavayla yor gunluklarını gideriyorlar.
İstiklal Caddesi Sahne Sokak’tan girdiğiniz Balıkpazan, Tarlabaşı’na kadar devam ediyor. Balıkpaza- rı’nın önemli bir kolu da, meyhane leriyle ünlü Nevizade Sokağı. So kakta yer alan, Kadir'in yeri. Cum huriyet Meyhanesi, Teras, Çağlar,
Demgâh, İmroz ve Boncuk Resto ran gibi yerlerin sahiplerinin başı, yeni Refah Partili Belediye Başkam ile dertte. Çünkü, meyhanelerin önüne masa çıkarılması zaman za man yasaklanmış.
Krepen çarşısı...
B alıkpazan’mn, unutulmaması gerekli mekânlarından biri de eski adı Krepen olan, Aslı Han Pasajı. “Krepen”, Fransızca bir sözcük. Ayakkabıcılar anlamına geliyor. Ancak, şimdi burada bir tek ayakka bıcı bile yok. Eskinin, “nezih” mey hanelerini de unutmamalı. Şimdi Balıkpazan, Nevizade Sokağı’na taşınan meyhanelerin yerinde, sa haflar, gazete bayileri, parfümeri dükkânları, iplikçiler, düğmeciler yer alıyor.
Balıkpazarı’nın en önemli yapıla rından, Üç Horan Ermeni Kilisi- se’ni geçince, Balıkpazarı’nın can damarlarından Duduodaları Soka- ğı’na giriliyor.
Bu sokakta neler yok ki.. Kelle pa- çacılar, kapı eşiklerinde maaile oy naşan kediler, ciğerciler, yetmiş yıl lık şekerlemeciler, şarküteriler, ce naze levazımatçıları, tek tük çiçek çiler...
Sonra, Balıkpazarı’nın köklü müesseseleri, Üç Yıldız, Şütte ve Saraylar. Her akşam bozulup, her sabah yeniden dizilen tezgâhlar. Tezgâhlarda, mercan turplar, fındık kadar domatesler, Çin turpları, ye ni yetme cici ambalajlar içerisinde sunulan brokoliler. Öte yanda, ince belli çay bardakları, mesir macunla rı, midye dolmalar ve çiğköfte.
Besbelli, eski İstanbullu, hâlâ es ki İstanbul’unda yaşayan beyaz saç- lı hanım, yıllardır alışveriş yaptığı Giorgio Kazagrande’ye ait manav da, çantasını dolduruyor.
Giorgio Kazagrande’nin ailesi, dedesinin babası zamanında yerleş miş İstanbul’a. İstanbullulevanten mahcup, pek konuşmak istemeyen biri. Ne ki, komşusu Yani Özkoç, öf keli mi öfkeli:
“Kabalaştı kabalaştı insanlar. Na sıl kabalaştılar anlatayım. Bir gün bir müşteri geldi, manava. Giorgio Kazagrande yazısını tabeladan oku yarak, ‘Bu adam ismi mi be?’ dedi. Daha ne diyeceksin ki!”
Gösterdiler, şimdi tabela, dükkâ nın içinde, görünmez bir yerde ası lı duruyor.
Yine de, “Beyoğlu bir âlemdir, Beyoğlu yaşayan, cıvıldalayan, kay naşan, rahatlayan, gülen, eğlenen, yalnızlığa çare bulan, hem şıkır şı kır, hem koku gibi, buram buram ışıklı nefis bir caddedir” diyor, “Be yoğlu” adlı röportajında Sait Faik. “Beyoğlu’suzbir İstanbul düşünüle mez.”
Ya, Balıkpazar’sız bir Beyoğlu? Düşünebilir misiniz?-^
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi