• Sonuç bulunamadı

Balyanlar üstüne "dev" bir albüm

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Balyanlar üstüne "dev" bir albüm"

Copied!
4
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

BALKANLAR

OSTÛNE

"DEV" BİR ALBÜM

Çelik GÜLERSOY

B

ilinen bir lügat ve ansiklopedi yazarı olan Pars Tuğlacı’nın, yakın bulunduğu ermeni kaynaklan dolayısıyle, ünlü Balyan ailesi üstünde çalışmakta olduğunu, kendisinden ve yardımcı ekibinden uzun süredir duymakta idik.

Sonunda kitabın çıktığını, yayımcının “ bu dev eseri” duyuran ilânı ile, öğrenmiş olduk. Günümüz ölçüleri ile ancak üç-dört kitabın parası olan 15 binlik fiyatını ödeyip, kısa sürede okudum. Bu "kısa süre” ifadesi, bir çok şeyi en başta anlatmaya yetiyor, sanırım: Ciltli, en lüks kâğıda çok iyi basılmış gösterişli eser,

içeriği ile o kadar boş ve hafif ki, hayrete değer derecede bir düş kırıklığına yol açıyor. İnanılmaz miktardaki yanlışlıklarıyla ve gereksiz ayrıntı doldurmalarıyla, atlana-atlana okunup, kısa sürede kenara konuveriyor. Bu epeyce sert ve kesin yargımın nedenlerini üç-beş kalem halinde özetleyivermek ve eserin, bol resimlerle ve nakillerle şişirilmiş balonunu küçük bir iğne ile söndürmek, - ne yazık ki - çok kolay. Kolaylığını, şimdi bir takım gözlemlerimi alt-alta sıralayarak gösteriyorum: Yazıklığını ise, yazımın sonunda belirteceğim:

Önce eserin genel karakterleri hakkında bazı

saptamalar yapayım, sonra örnek cinsinden, bir takım olmadık bilgi yanlışlıklarını sıralarız:

1) Yazar, belli bir felsefeden yola çıkıyor: Yüzyıllar boyunca, Osmanlılann yapılarını, ermeni mimarlar ve ustalar yapmışlardır. Sayfa 6, bu başlıkla ve bu tezle yüklü. Bu inancına o kadarda bağlı ki yazarımız,daha önsözde bile, Sultanahmet Camii gibi, Mehmet Ağa’. mn anasının has sütü gibi malı olan bir şaheseri, yine bir ermeni asıllıya mâlediyor! Sonra, ancak, dipnotunda, Camiin, yüzyıl sonra onarım geçirdiği için, ermeni ustanın eseri sayıldığını okuyoruz! ( S .l ) Bu tutum hem İlmî değil, hem güzel değil, hem de doğrusu dikkat çekici! Hele şu sıralarda...

Bilimsel açıdan, Anadolu ustaları içerisinde, türk-ermeni, likyalı, karyalı ayırımı yapmaya imkân

olmadığı görüşündeyim. Özellikle OsmanlI potası, hepsini içinde eriten ve herkese damgasını basan bir uygarlık dilimidir. Bunda etnik ayırımlar yapmaya yer olmamalı.

(2)

daha işlemiş: Balyanlar o kadar sağlam yapılar yükseltmişlerdir ki, hâlâ kullanmaktayız. Bu aile, işine sadık bir meslek grubu oluşturmuş. Bu iyi. Ama aynı düşünceyi, öbür yüzüne çevirerek de kullanabiliriz: Balyan ailesi işlerini sadakatle yapmasaydı, efendileri olan padişahlar da. onlara iş vermezlerdi! Hatta daha kızarlarsa, kellelerini bile alırlardı. Bunun bol örnekleri var. Ayrıca yapıların hepsinin özenli olmadığını, bana önce rahmetli Hayrullah Örs anlatmıştı. Nitekim Malta Köşkünde, karışık moloz duvarlar bile çıkıyor!

Dahası son 1 yüzyılda, yani çöküntü döneminde OsmanlI padişahları bazı azınlık ailelerini zengin etmişlerdir. Devletin darphanesi bir Ermeni ailesine, mobilya alımları bir öbürüne, Saraya mücevher satışında neredeyse Tekel hakkı, bir Musevi’ye bırakılmıştır. Bu imtiyazlardan, o ailelere ne derece övünç payı çıkmalıdır. Padişahlarımız başkalarını da bu kadar ihsana boğup, bu denli ayrıcalıklar tanısalardı, çöküntü döneminde bile, Ermeni'den gayri unsurlar kendilerini gösterebilirlerdi.

2) Eserde tarihsel terminoloji diye bir şey yok. Padişah çocuklarına, hatta veliahd'lara "Paşa" denilmesi, uzmanlık literatürünü bırakınız, gazete yazılarında bile affedilmez. (S. 316).

3) Çalışmanın temel konusu. Balyan Ailesi olmak ve onların yaptıklan eserleri, ancak dolayısıyle, belki sadece birer liste, veya en çok özet halinde vermek gerekirken (yani kitabın başlığı ve adı bunu böyle ilân ederken), içeriği daha kapsamlı, ve gazete ilânlarında gösterildiği gibi "dev ve anıtsal”

tutulmak istenmiş ve bu mimar ailesinin yaptıkları işler, başlıca İstanbulda olduğu için, bir cins imar kütüğü, yazılmak arzusuna kapılınmış. Ama bu alanda yazarın doğal olarak yetersizliği nedeniyle, nefesi çok çabuk tükenerek, kitap kocaman ve renkli bir balona dönüşmüş: Bahse konu edilen yapılar hakkında verilen bilgiler o kadar

küçümencik ki, genelde ya üç. ya beş satırla sona eriyor. Bu bir kaç satın yazmak için baş vurulan kaynaklar, yetersiz diyemeyeceğim, o kadar çocuksu ki, iki broşür, bir makale ile sınırlı kalıyor. Böylesini bugüne kadar hiç görmemiştik. 4 ) Her yapı için verilen iki satırlık bilgiden sonra, ona

nisbetle çok uzun tutan birer mimarî bölüm var. Bunu da, baştaki bir nottan öğrendiğimize göre, değerli karı-koca mimarlar, Batur ailesi kaleme almış. Bu tutum için de bir kaç şey söylenebilir: - Bu cins bölümler, yazardan başka bir kişi

tarafından yazıldı mı, ancak esere göre ayrıntı veya tamamlayıcı miktarda kaldığı zaman, bir not ile açıklamasının yapılması yeterli görülebilir. Yoksa bu kitapta olduğu gibi, bu bölümlerin uzunluğu, kitabın kendi hacmini aşıyorsa, artık ortada , ortak bir yapıt bahis konusu

demektir, ortak çalışmanın sahipleri de, içerde bir

notla geçiştirilemez, kitabın kapağında gösterilir. - Bu kitabın kapağında ise, Pars Tuğlacının adından

başka bir isme rastlamıyoruz. Bir de, bir taş heykel fotoğrafı tüm kapağı kaplıyor ki,

Balyanların koca-koca yapılarından biri dururken bu ayrıntının neden dolayı "agrandize" edildiğini, önce anlayamadım. Sonra farkettim ki, bu bir "pars" tasviridir. Dişlerini göstererek, pençesini uzatmış olan figür, yazann hem adını, hem de azmini ve gücünü simgeliyor galiba. Buna da bir diyeceğimiz olamaz. Herkes kendisine yakıştırdığı sembolleri seçip, kitabının kapağı yapabilir. Ama, sevimli Batur çifti için de uygun bir resim ve simgenin kapakta bulunmasını, okur olarak istemek durumunda kalıyoruz. Çünkü eserin büyük kısmı, onlar tarafından kaleme alınmış. - İkişer satırlık tarihî bilgilerden sonra, her yapının

uzun-uzun mimarî özelliklerini vermek, ancak yapı ortadan kalkmışsa bir değer taşır. Bunlarınsa büyük çoğunluğu çok şükür durduğuna ve pek çok renkli resimleri de kitapta her açıdan verildiğine göre, artık, kemerler nasıldı, kaç kubbesi vardı gibi ayrıntılara girilmesine, zorunluluk yoktur. Neden bu yola gidilmiş, açıklaması kolay: Eserlerin tarihini yazabilmek, her biri için belki yıllan alacak yorucu çalışmalara bağlıdır ve hemen hepsi eski harflerle yazılı kaynakları, bir yandan bilmeye, öbür yandan da onlan okuyabilecek, çözebilecek, bilgi temeline ve deneyimlere bağlıdır. Bu zorluğu dolayısıyle de, şimdiye kadar doğru-dürüst kimse tarafından yapılamamıştır. Elde ancak bir kaç monografiden başka bir şey yoktur. Yazar bu üç-beş bilimsel çalışmadan bile habersiz olarak, bir tane değersiz gazete kesintisini kendisine kaynak yapmış, ötesini iki mimarın kendisine hazır verdiği, “yapı stili özelliği” bölümü ile, doldurmuş. 5) Yapıların tarihi hakkında, iki satırdan biraz daha

uzunca bilgi verilen bazı bölümlerde de, başka yazarlardan, olduğu gibi makaslamalar yapıldığı, hayretle gözlemleniyor. Bunu rahatlıkla yazabilecek durumda kaldım, çünkü Malta Köşkü hakkında verilen bölüm, benim bir monografimden (satır-satır) aktarmadan ibarettir. Yukanda değindiğim gibi, buna da ilk kez tanık oluyoruz. Yazarlar arasında, esinlenmeler, kaydırmalar, çok görülmüştür. Ama böylesi ilk defa oluyor, sanınm. Şimdi, eserin ana yapısının içeriğini böylece belirledikten ve işin adını koyduktan sonra, kaş-yarma, göz çıkarma cinsinden, sayısız bilgi yanlışlarının kısa bir listesini vereyim: Kısa dedim, çünkü kitabı şöyle bir gözden geçirdikten sonra, fazlasına gerçekten hacet kalmıyor:

1- Dolmabahçe Sarayı ile Çırağan, eski kaynaklarda, birbirine karıştınlmış olarak, "Beşiktaş Saray-ı Humâyunu” olarak geçer. Daha doğrusu, bu isim, kimi kaynaklarda, her iki saray için kullanılır. Bunu

(3)

ancak uzmanları, coğrafya özelliklerine ve yapı içinde geçen olaylara bakarak ayırabilirler. Bunu yapamayanlar ise, birinin hakkındaki bilgiyi öbürüne mâlederek, yazar dururlar. (Tipik örnek: Gönül Aslanogiu-Evyapan: Türk Bahçeleri Kitabı). Pars Tuğlacı, bu konuda Evyapan'dan da daha hazırlıksız olduğu için, tam bir yanlışlık fırtınasının içine düşmüş, koca-koca çamları devirip durmuş. Bir basit örnek vereyim: Çıragan Sarayının şimdiki bina yapılmazdan biröncekinin durumunu yansıtan gravürleri, hem Dolmabahçe Sarayına ait bölümde veriyor (S. 18 ve 20), hem Çıragan Sarayı

bölümünde! (S.60-61). O bölümlerde yayınlanan öbür resimlerle, bunların, hiç bir benzerliğinin olmadığını farkedecek vakti de olmamış.

2- Sayfa 34'de Nusratlye Kasrının (şimdiki Mâlûl Gaziler Yurdu) ll.Mahmut tarafından yine bir Balyan'a 1826 yılında yaptınldıgı yazılı. Halbuki bu konuda bilinen, 1855'de Abdülmecid tarafından yabancı mimar Smith'e yaptınlmış olduğudur. İki olasılık var: Ya 1826'daki yapı

1855’de yıktırılmıştır, o zaman resim olarak şimdiki yapı yaymlanamaz, ya da Smith bilgisi yanlıştır, o takdirde bunun kesin kaynaklarla çürütülmesi gerekirdi.

3- Sayfa 4 6 ’da, Tophanedeki değişik yapılar, tek başlık ile verilmiş. Halbuki Müşirlik binası ayrı. Topçular Kışlası ayrı, Top Arabacıları Kışlaları, tamamen ayrı yapılardır, hem yerleri, hem de yapılış tarihleri farklıdır. Nitekim en baştaki resim, Arabacılar kışlası değil, müşirlik Kasrı. Bu yapıyı, 1956'da aklı erer yaşta olanlar bile

hatırlar.

4 - Sayfa 138’deki resim, Dolmabahçe Sarayına ait değil, Ayasofyadaki yanan Adliye Sarayının salonu. Sahne olduğu olay, bir Meşrutiyet toplantısı ama, birinci değil de, İkincisi! Arada da 33 yıl var.

5 - Sayfa 156'da şehrin tek kaynağı olarak Kırkçeşme suları zikrediliyor. Halbuki Halkalı ve Taksim suları şebekeleri de vardı.

6 - Sayfa 194'de Ihlamur Kasrını Abdülmecid'in, eski sahibinden satın alarak yaptırdığı yazılı. Halbuki ondan çok önce lliAhmed, sahibinin başını kestirerek, araziye el koymuş

bulunuyordu. Prof.Cavid Baysun bunu yazalı 25 yıl oldu. Mesirenin havuzu da, (resmi yayınlanan). Kasrın bahçesinde değildi, epey açığındaydı. 7- Sayfa 232'de, Çubuklu Hıdiv Kasrının yapılış tarihi olarak, 1873 yılı ve sahibi olarak da, İsmail Paşa veriliyor. Bu da olamaz. İsmail Paşanın yalısı Emirgânda idi. Buradaki Hıdiv, Abbas Hilmi

Paşa’dır. Yapılış tarihi de, 20. yüzyılın ilk yıllarıdır. İki Hıdiv arasında, çeyrek yüzyıl fark vardır.

8- Sayfa 264'de Çağlayan Kasrı diye başlayan başlık altında verilen on satırlık bilgilerin de, tümü yanlış. Acaba hangisini düzeltmeli? Resimleri yayınlanan yapıların hepsinin adı "Çağlayan" değildi. Kimisi Perdeli Köşktü, kimisi İmrahor. Yapıların hepsi bugünkü askeri ağaçlığın içinde değildi. Açıklarındaki binalar, bugün bile duruyor. Hele bir sayfa sonra, İmrahor'un, "Yıldız Sarayı kompleksini oluşturan yapılardan olduğu" bilgisine ne demeli? Bu, zavallı Kâğıthane İmrahor Kasrı, Yıldız Sarayı bölümünde bir kez daha Yıldız binası diye veriliyor! (S.310). Yıldızda böyle bir düz çayırlık ve dere olamaz, oradan uyansa ya, yazarımız!

7- Sayfa 268'deki gafın da, hesaba kitaba gelir yanı yok: Yıldız Camiini Abdülhamid nasıl 1866'da yaptırır? O tarihde henüz, Abdülaziz Padişahtır. Yıldız Camn'nin yapılışı, neredeyse yarım yüzyıl sonradır. Bu hikâye de, bizim babalarımızın bile hatırladığı, gözönünde geçmiş bir iş.

Sanırım bu listeyi uzatmak gerekmez. Bunlar benim şöyle beş-on dakikada eseri karıştırırken gözüme çarpanların bir kısmı. Sabırlı biri otursa, bunun elli mislini bulacak.

Şimdi yazımın sonunu bağlayayım; Başlarda, "yazık olmuş” dedim. Şundan dolayı; Ermeni kaynaklarına yakın olan yazar, oturup sadece Balyan ailesini işlese ve çalışmasını onunla sınırlasaydı, çok yararlı bir iş yapmış ve büyük bir boşluğu doldurmuş olacaktı. Koca bir tarih yazmaya soyunup, hiç yetkili olmadığı bu alanda devirmedik çam

bırakmayınca, eserinin ermeni mimarlar hakkındaki kısmına da, bilimsel olarak güvenirliliği zedelemiş. Koca kitap ağırlığını yitirerek, böyle çocuksu bir renkli albüm haline dönüşmüş.

Konuya bakış açısı da, bilimsel ve toplumcu olmaktan çok, "azınlıkçı" ve "kayınmcı". Bu da. rahatsızlık veren bir özellik olmuş.

Eserin bu karakterlerinin, iki değişik sonuca yol açacağını tahmin etmek zor değil: Bilim çevreleri böyle bir albümü "kaynak eser" olarak hiç bir zaman saymayacaklar, üstüne lâf edilmesini bile gereksiz bulacaklar. Bana oranla sağda bulunan kültür ve sanat çevreleri ise, Sultanahmet Camii hakkındaki iddialar gibi bölümlerini ele alarak, daha ağır eleştirilerde bulunabileceklerdir.

"Dev eser" ilânları ve iddialarından sonra, işin adını koymayı, bir aydın sorumluluğunun gereği saydığım için, ben kendi hesabıma oturup bu yazıyı yazdım *

(4)

Bir karşılaştırma...

önce V. Murat olayı, var. A li Suavi’nin Çır ağan Sarayını basıp, üç aylık eski padişahı tekrar tahta çıkarma girişiminin bir trajediyle sonuçlanması üzerine, Murat Efendi ve annesi, Abdülhamid tarafından, o gün her yanı kana bulanan Fer’iye Sarayından çıkarılmışlar ve bir süre Malta Köşkün­ de tutulmuşlardır (1 1 ).

Murat Efendinin şehzadeliğinde de Malta Köşkü’ne kapatıldığını bildiren kaynaklar vardır. Bunu yazan kişinin, Şehzade’ye masonluğu kabul ettiren Beyoğlulu Frenk doktor olduğu göz önüne alınırsa, bilginin doğruluğuna inanılabilir (1 2 ).

Sonra Mithat Paşa’nm ve yakm-uzak çevresinin yargılanması günleri ge­ liyor.

Abdülaziz’i tahttan indiren kadro içinden Abdülhamid’in seçtiği ve uygun gördüğü bu kişiler birer-birer tutuklanarak Yıldız Sarayına getirtilm işler­ di. Günümüzde yaygın ve yanlış bir bilginin aksine olarak, bunlar Çadır Köşkünde toplanmışlar ve orada sorguya çekilmişlerdi ama, yargılanma­ ları orada değil, bu Malta Köşkünün yakınında kurulan bir çadırda olmuş­ tu. Çadır Köşkü de adını bu olaydan ve çadırdan almaz. 1881 yılındaki bu tutuklanma ve yargılanmadan önce de yapı, bu adı taşır. O zaman, çadıra mimarî bakımdan da hiç benzemeyen o Köşkün adı neden dolayı Çadıradır, ayrı bir inceleme konusu. Yargılama çadırı, Malta Köşkünün üst yanında bir düzlüğe kurulmuş, çevresi parmaklıkla çevrilmişti. Üstü güzel bir per­ de ile örtülü, yeşil renkli büyük bir çadırdı bu (1 8 ).

... Mithat Paşa için de öyle olmuş, Malta Köşkünün merdiven­

lerinden inip çıkmalar, yargısını baştan vermiş özel mahkemenin karşısı- na gidip gelmeler, üç gün içinde bitivermişti.

Gülersoy, Çelik: Yıldız Parkı ve Malta Köşkü, s. 10, 12, 14, 15. Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu Yayınları. 1. Baskı 1980 - 2. Baskı 1983 - İstanbul

Çamlar içinde uyuyan yapı, kimi zaman acılı, hareketli, kimi zaman te­ lâşlı ve kaygılı, nice günler ve haftalar yaşamıştır, önce V. Sultan Murad olayı var. A li Suavi’nin Çırağan Sarayı’nı basıp, üç aylık eski padişahı tek­ rar tahta çıkarma girişiminin bir trajediyle sonuçlanması üzerine, Murat Efendi ve annesi, Abdülhamid tarafından, o gün her yanı kana bulanan Feridiye Sarayı’ndan çıkarılmışlar ve bir süre Malta Köşkü’nde tutulmuş­ lardır. Murat Efendi’nin şehzadeliğinde de Malta Köşkü’ne kapatıldığını bildiren kaynaklar vardır. Bunu yazan kişinin, Şehzade’ye Masonluğu ka­ bul ettiren Beyoğlulu Frenk doktor olduğu göz önüne alınırsa, bilgisinin doğruluğuna inanılabilir. Sonra Midhat Paşa’nm ve yakm-uzak çevresinin yargılanması günleri geliyor. Abdülaziz’i tahttan indiren kadro içinden Abdülhamid’in seçtiği ve uygun gördüğü bu kişiler birer-birer tutuklana­ rak, Yıldız Sarayt’na getirtilmişlerdi. Bunların yargılanmaları Malta Köş- kü’nün yakınına kurulan bir çadırda olmuştu (1881). Yargılama çadırı Malta Köşkü’nün üst yanında bir düzlüğe kurulmuş, çevresi parmaklıkla çevrilmişti. Üstü güzel bir perde ile örtülü, yeşil renkli büyük bir çadırdı. Sanıkların ve sayılan özenle az tutulan basın ve kordivlomatiğin yerleri aynlmıştı. Üç gün süren yargılama sonunda Midhat Paşa mahkûm oldu ve Taif’e sürüldü._____________

Tuğlacı, Pars: Osmanlı Mimarlığında Batılaşma Dönemi ve Balyan Ailesi, İstanbul 1981, s. 297.

Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

• Düşük rezervli fetuslarda vücudun alt bölgelerine giden kan akımının azalması ve beyine giden kan akımın artışı bu bölgelerden dönen ve venler. vasıtasıyla

Düştüğüm yolun taşlarıyla döşedim bedenimi Yalnızlığın kiriymiş tırnaklarımın arasında biriken Uçsuz bucaksız bir bozkırın sarı nefesinde. Duydum zamanın

Sahi bu kalabalığa nasıl oldu bu kadar alışmam Sürekli alışmam/. Bir

Toplam işsizler içerisinde uzun süreli işsizlerin oranı en yüksek olan ülkeler sırasıyla Slovakya, Romanya, Almanya ve Polonya’dır. Romanya hariç bu

UZUN, Acoustic Correlates Of Focus In Turkish, Sözlü Sunum, 16th International Conference On Turkish Linguistics, 01 Eylül 2012, 03 Eylül 2012.. ERGENÇ, Türkçede

Bu makalede, YOnetim Bilgi Sisteminin ne olup ne olmadrfmr ortaya koymak agsmdan, tincelikle sistem yaklagrm ve bilgi sistemleri kavramlar ele ahnacaktrr.. Konuya iligkin

SANAYI SEKTÖRÜ BÜYÜK ÖLÇEKLİ KURULUŞ TÜRKİYE PETROL RAFİNERİLERİ ANONİM ŞİRKETİ (TÜPRAŞ). PLASTIK VE KAUÇUK ÜRÜNLERI

Pongpudpunth M, Demierre MF, Goldberg LJ: A case report of inflammatory nonscarring alopecia associated with the epidermal growth factor receptor inhibitor