“sanat m e fh u m u ” da asla kaybolm am ıştır. İşte K ınar Hanım:
“Tam am ı tam am ı na 43 sene olm uş. 43 senelik tiyatro artisti yim. Beni 12 yaşında s a h n e y e ç ık a r d ıla r . “K ü re k Ç o cu ğ u ” p i yesinde “K üçük Vik- tor”u oynamıştım. Bir k aç se n e so n ra ay n ı p iy e ste a n n e ro lü n e çıktım. Yirmibeş otuz yıl sonra da bu piyes te b ü y ü k a n n e ro lü b e n im d i. D ü ş ü n ü n ev v ela ço cu k , so n ra an n e ve a rd ın d an da b ü y ü k a n n e o lm u ş tu m . Y a ş lılık b u ü ç rolle in sa n ın y üzüne to k a t g ib i ç a rp ıy o r du.”
K ınar H anım dik kat ettiyseniz “43 yıl lık tiyatrocuyum ” de m em iştir. “Tiyatro ar ti s t i y i m ” d e m iş tir . O nun 1930’lard a Ay- dabir D ergisi’n e v e r diği “b e y a n a t” o dö n em in b a k ışın ı y a n sıtm a sı b a k ım ın d a n önem lidir: “S ahneyi, a ile m , h a y a tım ve im a n ım k a d a r se v e rim .”
S a h n e y i “im a n ’i k a d a r s e v e b ile n b u “artist” kadının, şu şi irsel deyişine bakın:
“E s k i ro lle rim i, kaybettiğim sevgililer g ib i k a lb im e g ö m düm . B ugün kalbim de bir sevgili mezarlı ğı var.”
Bu
muh-1929 yılı yaşanıyordu dünyada.
İstanbul eğlence yerleri bu defa
AvrupalIların akınına uğramış,
Taksim Bahçesi “ Sisters” ların
programı ile dolmuştu. 0 günler de
Beyaz Rus ve Macar dilberleri ile
dolan kafeşantanların tadını
yaşayanlar bilir..
Vay be.
teşem kadın, 60 yıl önce d ü şü n celeriyle “Aşk K abristanı” k u ra b iliy o r am a b u g ü n ü n bazı “zıpçıktı”lan, 60 saatte bir cüm le bile kuramıyor.
BÜYÜKTEN DE BÜYÜK
S ad ece K ad ık ö y ’d e k i Ma- nakyan K u m p an y asın ın değil, cü m le tiy a tr o n u n b u y ıld ızı, Kuşdili’ndeki 6 num aralı ahşap evde ölm eden önce ne dem işti biliyor m usunuz?:
“Bazı o y u n c u la rın P a ris ’e gidişleri trajik b ir vakadır. Bi zim Tolayan ve N atan da tıpkı öbürleri gibi, Paris’te hiç birşey olamazlar. Olmaları için İsta n b u l’u P aris’e g ö tü rm ek lazım dır...”
P aris’i soluyan am a h er da im İs ta n b u llu V ivet K a n e tti, oraların kabare ve varyetelerin den bahsederken, m üzik ve fi zik b e ra b e rliğ in d e n söz ed ip “O nlar Türk lokum u sever” de d i. D e m e k s a d e c e k a b iliy e t Fransa’da da yetmiyor. H em lo ku m olmayacaksın, hem de İs tan b u l hasreti çekeceksin. To layan ne işin var o zam an P a ris’te?
Ş im d i d e fte rim in H ek im - yan ve Eliza’lı bölüm lerini açı
yorum. ► ► ►
lar, C em al S a h irle r, N a şitle r “Nadide” bir yapı getirmişlerdi. Sunulanı sadece “oyun” olarak g ö re m iy o ru m . “O yun iç in d e o y u n ” sa n k i. M üzik, fizik n e ararsan vardır, derde devadan başka.
Dikran Efendi’nin “Leblebi ci H orhor”u gibi k la sik le r bir k e n a r a b ır a k ılır s a , k ü lliy e n m üthiş bir varyetedir sunulan. K am elyalar, Elizalar, H ekim - y an lar, K ın a rla r sad ece b ire r “asar-ı a n tik a ” olarak ortalığı kasıp kavurm am ışlardı. Suzan, Ö je n , A ra k s i, M eri v e S ofi.. B u n lar “Aynı sazın telleri”dir. P e ru z s a h n e d e sad ece k a n to m u söylüyordu? “Gemici Düet- to su ”sunda bugün benim hatır ladığım replik değil, iki çift bal d ırd ır. (Y um uşak k ü lh a n i Bı çakçı P e tri’nin, aşka gelip Pe- ru z’u n baldırından bir dirhem parça akşını hatırladınız mı?)
O zam anlar sahnede sadece y e te n e ğ in e d eğ il, fiz iğ in e de g ü v e n e n “B o ra z a n c ıb aş ı”dır. M untazam şekli şem ail ile se yirciyi m üzik eşliğinde “cane- v i”n d e n v u rm a k g erek ir. De kor, mimik, aksiyon, repkk gibi u n s u r la r m ü z ik li, d a n s lı b ir “m u h tev a”ya böylece u laşm ış tır. U laşm ıştır am a o tem eldeki Gözlerimi tek rar kapasam , Jo
an Bee’nin “Broadway Kızları” acaba bir varyete program ı ile arz-ı e n d a m e d e r m i? Ya da “Bembeyaz R us” varyeteci Tat yana bir Şark Halısı’nda gözle rini k in b ü rü m ü ş b ir en g erek yılanı gibi sü rü n ü r mü?
İşte “geçm işten m uzdarip” ve bilhassa o zam anın kadınla rına “m üptela” biri olarak, on ları hep arayıp durm uşum dur. O s a h n e le rin ta m m a n a sı ile “familya”sım teşkil eden Fasul- yacıyan, M ın ak y an B inem ec- yan, Hekimyan, Güllü Agop ve d iğ e rle rin in b ıra k tığ ı tem ele, Totolar, S ururiler, R aşit Rıza-ba “İk in c i B ir H a y a t”ı orada
yaşıyordum . Geçmiş, rüyaları mı en can akçı ve göz kam aştı rıcı renkleri ile boyuyor ve da yanılmaz güzelkği ile yanıbaşı- m a gekyordu.
NEREDE ONLAR?
Je a n e tte Mac Donald’ın si yah jartiyerini düşünüp rüyala rım a “Avrupai bir çehre” verdi ğim olm uştur. Biraz Litvanya kanı taşıy an “Kamçılı K adın” Luba M eroff u da varyeteci k a dar, ilişilm ez bir “G randüşez” olarak tahayyül etm işim dir.
Şimdi bırakınız gerçeği ya şamayı, düşlerim iz bile yasaklı. m ıştım o derin çocukluk uyku
larından...
Ne z a m a n k i, k a d ın la r b ir bıçak gibi kestiğinde geceleri m i, d o lu p d o lu p b o şalıy o rd u düşlerim . O ne m üthiş harem di yarabbim ? N am ütenai zera- fet tim sali “m ü n e w e r ”lerd en tu tu n da en “şu h ” kahkaları ile o r ta lığ ı k ır ıp g e ç ir e n “Ş e n D ul”la ra k a d a r k a d a r h e rk e s oradaydı. Ama düşlerim de en m üm taz yeri “Varyete Çiçekle ri” üe sinem a ve tiyatro yüdız- larına ayırıyordum.
İn san ın rüyalarında da ya şad ığ ı k a n a a ti, b e n d e dah a o zam anlar hasıl olm uştu. Gali-ru m d u . İkinci A bd ü lh am id ’in
“İstibdat Devri” diye adlandırı lan dönem inde, bu m ekanların sayısı daha da artm ıştı.
Tohum lan burada serpilen. M eşru tiy et ve C u m h u riy e t’in ilk varyete çiçekleri, hafızam a n a k ş e d ilm iş d u ru y o r. Y ak ın dönem derseniz, o n lan n yeşil lenip, dallanndan koparıldıkla- n n d a, bendeniz henüz kovboy- cu lu k oynayan b ir “P ek o sb il” çocuğu idim.
Daha Paul Viıjini bile oku m am ış ve N urten’e ilk şiirleri mi de yazm am ıştım . “Fahriye A bla” gibi k o m şu la n n da pek fa rk ın d a d eğ ild im . U yanm
a-I
sta n b u l'd a ilk ka- I b a re tü r ü n d e k i " I k a f e ş a n t a n l a r ı n I açılıp çoğalması n- da, S u lta n A bdü- laziz’in ince politikası önem li yer kaplar.İ m p a r a to r iç e O je n i ile “Resm iyetin dışına çıkan” m u h abbetleri ve Avrupa izlenim leri, k o n u y a “E ğlencelik” ola ra k b a k m a sın d a rol o ynam ış
ola b ilir Am a asıl sebep politi kadan kaynaklanır.
Bu tü rd ek i m ekanların po litik d ü şü n ce dışındaki in san ları b a ğ rın a b asm ası, saray ın aray ıp da b u lam ad ığ ı b ir
du-O dönemin varyete yıldızları biraz etli butluydu.. Şimdikiler gibi kalça kemiğinin tamamı görünmezdi incecik kumaşların altında.. Hem beyaz hem de balık eti güzeller yakıyordu yürekleri..
Geçmiş Za m a n O lu r ki
Makyajları ve kılıkları _ zamane kızlarına komik gelebilir ama 1920'li yılların eğlencelerini yaşayanlar bilir.. Kimse Rus asıllı Tatyana hanım (sağda) gibi göz süzemezdı.. Kimse o dilberler gibi kıkırdayamazdı..
den haberi yok..
“En iyi tiradımı geçmişim zooo, bir tragedyada neden güler bun lar?” diye soyunma odasına giden sanatçı, aynaya bakınca bıyıklı ha line görecektir. Ertesi akşam Eliza yoktur ve Halit Bey tarafından ev den binbir rica ile getirilecektir. Böylece bıyık meselesi tatlıya bağ lanır ama bu sefer de “Süleyman Nazif Vakası” çıkacaktır. Hoca lo casında bütün haşmeti ile oturmuş piyesi seyretmektedir. Birden ikin ci perdenin ortasında Liza ile Ro- sa’nın karşılıklı tiradını, gümbür gümbür sesi ile kesecektir: “Yeter yahu yeter, ne uzun söz bunlar böyle..” Hocanın yaylım ateşine, sahneden gelen cevap şudur: “Ya zınızı köşenizde yazınız üstad”. Va kanın kahramanı Eliza’nın omuz ve göğüs akşam ı etli budludur. Sahnenin dışında yüzünde boya nın zerresini bile göremezsiniz. Su
ratım eski sistem yumurtaya boya yıp, hıyar kabuğu ile beslemez. Kı- nar’la Eliza o zamanlar ayda 15 al tın maaş alan iki “m egastari’dır. Muhsin (Ertuğrul), Galip (Arcan) ve Behzat (Butak) beylerin aldığı ise sekizle on arası değişmektedir.
Madam Hekimyan’ı fizik ola rak değil de icra-i sanat olarak bir nebze hatırlatır. Hekimyan kara- kaşlı ve kıvırcık saçlıdır:“Hekim- yan ile Binemciyan, Manakyan’ın Tiyatrosu’nda mütemadiyen karşı karşıya arzı endam eylemişler, ahlı otlu göz süzüşler, kalbi bastıra bas- tıra iç çekişler, bimecal (güçsüz) di- züstü düşüşler ve tatlı tatlı cana kı yışlarla, en hissi ve en zarif arka daşlık modelliği etmişlerdir.” Ser- met Muhtar Bey daha sonra, He- kimyan’a da şöyle bir portre gönde recektir: Hekimyan Hanım ı tiyat ro harici görmeyin. Sokakta rastla dınız mı ya Pangaltılı bir piyano ustası ya Gedikpaşalı bir ev kadım ► ► ► Eliza Binemecyan’m, “Foto
Aigle” tarafından tabedilen fotogra- fisine bakılırsa, sikleri ağır olmakla beraber, mütenasip bir vücuda sa hiptir.
Tiyatro muharrirliği 40 yılı aş m ış H alit F ah ri Bey (Ozansoy) Yüksekkaldırım’ı çiğnemişlerden dir. Eliza’dan söz ettiği sıralarda Galata Kulesi’nin karşı sokağında ki, eski ismi “Kmanto” olan bir Al man Dansivonunda yatıp kalkıyor
du. Geceleri ya Garden Bar ya da San Susi Birahanesi’nde demlenen bu eski kurt, zaman zaman Fransız Tiyatrosundaki Darülbedayi tem sillerine takılır. Ç ünkü yazdığı “Kendim Bil” oyunu burada sahne lenmektedir. zOyununun son per desinde aktör Muhavvit Bey ile Eli za öpüşmektedir. Her halde sıkı bir öpüş olmalı ki, uyanık Muhavvıt’in yan bıyığı Eliza’mn yüzünde kalır. Millet yerde ama Eliza’mn bir
şey-veya Samatyalı bohçacı bir mada ma sanırdınız. 40 hanesini aşmış, kırkbeşi de geçip, elliye merdiven dayamış bir dudu. Cami yıkık fa kat mihrap yerinde. Gelgelelim o hınzır sahneye ayak bastı mı, dal yan endamlı, şipşirin bir tazecik olup çıkıverirdi. Meşhur piyesler deki rolü için bir iki gün evvel iç melere mi giderdi, yoksa Bursa’da “Eşek Terleteri’e mi girerdi, orası bilinmez. Göğüssüz, davlumbazsız, adeta narin bir kız gibi kulisten çı kardı.
MÜTAREKE’VE SONRASI
1929 yılı yaşanıyordu. İstanbul eğlence yerleri bu defa Avrupalıla- nn akımna uğramış, “Taksim Bah çesi”, “Sisters”ların programı ile dolmuştu.
“Dolli Sisters”, “Golden Sıs- ters” ve “Andy Sisters” idi bu kar deşler. Varyete programlan, “Uya nış” gibi “münevver” çevrenin de yayınlannda ele alınıyor ve “sanat sal” eleştiriler yapılıyordu. (Uyanış No: 38,22 Ağustos 1929)
Jenni Golden, İstanbul'daki programlan sırasında Langalı To- ma’ya abayı yakmıştı. Torna, “Gol den Sisters"ların küçüğünü “Şima le çevirdiğinde”, çarşafı Pera’da, ef karı da “Londra B irah an esin d e dağıtan bir bıçkındır. Ülfet, sohbet ve muhabbete aşina ama zeberdest bir pırpın hayta. Şimdilerde böyle- lerine “fırlama” diyorlar ama bu sözcük pek oturmuyor. Gurbet el de avlanan Jenni, yaralı bir kuş olarak, Meryem Ana kandilinin önünde başını öne eğip, dualar okuyacaktır: “Anapafson teemu tinpshi tis dulisu” Litz’in La Kam- panellası’nı terennüm etmiş, bu hakiki Frenk kızının dualan kabul olunmuş olmalı ki, “S.S Costanza gemisinin birinci mevkii kamarası bu defa neşeli ve şakrak bir bülbül sesi ile inleyecektir. Torna, kardeş lerle aynı kamarayı paylaşıp "Bu kalkışta görünmez ne bir mendil, ne de bir kol” gibi “Yahyavari” ser-
7pnislerde hnlıınm a7 Akdeniz
su-Şevkiye May.. Dönemin sıkı magazincisi Yedigün dergisi AvrupalI yüzlerle rekabet edebilecek güzellikte bulduğu Şevkiye Hanım'ın resimlerini yerli yersiz basar ve altına mutlaka bir iki güzel söz yazardı..
kırında bir gece yansı “yahu ışık da yok, karanlıkta gözgözü görmüyor” diye yatağı kardeşlerle, “kardeş kardeşe” paylaşacaktır. Oh kekah, gel keyfim gel...
Paris’te vaziyeti garanti altına aldıktan sonra, gayet hoş ve deruni bir Leh Yahudisi ile ceviz kırınca işler sarpa sarar. Gerisi, temposu yüksek, gerilimli bir “Stefan King hikayesi” olur çıkar. Torna, Leh dil beri ile Londra'da yatağa, Jenni’de Türkçeleştirirsek, “Ölürsem kabri me gelme” diyerek sedyeye yata caktır. Akim kalan bir intihar te- ' şebbüsü işte. 1930’lar hem bu tür varyeteciler, hem de endazesi ye rinde operetçiler sunmuştur. Pera Palas’daki yatağına banknotlar se rilen Zozo Dalmas’m adına yapılan
“Sante” sigarasını oradaki Istan-
Ergun HICYILMAZ
Bunun iki sebebi mev cuttur efendim. Ayıp ol masın diye Bursa Havlu-
su ’na sarılan naftalin kokulu ‘Yerli yapım”,iç kıyafetin yerini, bu “İt hal” malları alamazdı. Çünkü bu “çeyiz”” an layışı ile bağdaşmıyor du. Evliliğe hazırlanan tazelik çağındakiler, bü yüklerin nezaretinde bu çeyizlikleri bir güzel işler lerdi. Doğrusu bu ya, sütbe- yaz keten ya da patiska do nun göbek lastiği altına işle nen, minicik ve “maviş” bir çiçekle, onlar daha bir çiçek olurlardı. Bu hiç bir kam panya gerekmeden oluşan “kendi donunu kendin tük” anlayışı hem cumbalı evler deki isimsiz kalçaları, hem de efka rı umumiyeyi sarmıştı. İç görünüş te geleneksel “çeyiz” anlayışı birin ci sebeptir. İkincisi ise hem iktisat hem de sıhhat bakımından gayet ehven oluşudur. Her türlü takviye yi, gayr-i sıhhi ve gavur icadı olarak telakki etmek ve bu yüzden mev cut endam ile oynamayı zul addet mek de gözden uzak tutulmamalı dır. Bizim taraf bu vaziyette iken gayr-i müslüm takımının bila istis na Avrupa takıp takıştırdığı sanıl masın. Örtodoks, Katolik, Protes tan, Musevi de olsalar OsmanlInın birer parçalarıdır. Geleneklerini Ösmanlı adaptasyonu ile sürdürür ler. Ama iş eğlence hayatına geldi
mi değişir. Baloz, meyhane, kafe- şantan gülleri günün en son moda şarkılarım söylerler, çarpıcı kıyafet lerle varyeteye çıkarlar. Vücutları operasyonla değil, kadınlıkla geril miştir. Gazetelerin gazete olduğu yıllardan kalan bir haberi okudu ğumda, ta o zamanlara gittim gel dim. Aynen takdim ediyorum:
“Madam Zozo” erkanıyla bir likte Büyükada’da tenezzüh yapar- kene, eşekle bir tura çıkmıştır. Bu esnada inatlaşan eşek, kapaklan mış ve Zozo Hanımefendiyi üstün den atmıştır. Kralıçamızm rahatsız lığı möhim olmayıp, zaten etraftan koşanlar tarafından ilk müdahelesi yapılmış ve gayet nazikane eller ta rafından eczaneye götürülerek, pansumanı sarılmıştır. Ada mülki amiri bu hususta ne düşünüyorsu nuz mealindeki bir soruyu şöyle ce vaplandırmıştır: “Kaza çok şükür ki, ucuz atlatılmıştır. Bayan Zozo düşerkene sıpanın kulağına yapış- masa, vaka daha vahim bir netice alabilirdi. Affınıza sığınırım, bacak- / larda evet bacaklarda birkaç çürük' hasıl olmuştur. Bayan Zozo maruz kaldığı kazayı kısa bir
vakit sonra atlatacak tır.” O ve onlar bu kaza ları atlatm ışlardır. Ya geçm işte gizem dolu kazalara uğrayan diğer leri ne olacaktır? Çün kü, varyete kazalarımn izi pek kolay silinmiyor efendim.
bullular bana gönderdiler. İçi bitti, “p a k e t”i kaldı yadigar. M üthiş Rumcası ile oyun gücünü Yunanlı lara da kabul ettiren Şevkiye Ha nım meşhur “İkonom Grubu” ile A tina’da sahneye çıkmıştı. Yani anası Mari Ferha, babası meşhur Şevki Bey olan Şevkiye May... Peki bu varyeteciler ne giyerdi? Cevap mufassal olacaktır. Mayer, Trink ya da Baker gibi mağazalar Doktor Russel marka kaşkorse ve mabadı kamilen saran bu donları satmak için ter dökerlerdi. Devrin en mute na dergisi “ŞebbaF’deki resimli iç çamaşırı kampanyası yıllarca sür m üş am a “cavalacivoz’Tar, “ko- ket”ler ve “müstamel”ler ile gözü- pek “varyeteci”ler dışında, poposu nu bu “alingirli” donlara teslim eden pek çıkmamıştı.
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Ta h a To ro s Arşivi