• Sonuç bulunamadı

Birkaç aşk sayfası 1:Bir esir kızın hayat hikayesi:"Yazarlarımız özel hayatlarından pek söz açmazlar. Yaşantıları kimi kitaplarına bölük pörçük girer"

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Birkaç aşk sayfası 1:Bir esir kızın hayat hikayesi:"Yazarlarımız özel hayatlarından pek söz açmazlar. Yaşantıları kimi kitaplarına bölük pörçük girer""

Copied!
1
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

26 TEMMUZ 1989* / °

V V / V

YAZILAR

T T

i

7... i

“YAZARLARIMIZ ÖZEL HAYATLARINDAN

PEK SÖZ AÇMAZLAR. YAŞANTILARI KİMİ

KİTAPLARINA BÖLÜK PÖRÇÜK GİRER"

Y a z a n : SELİM İLERİ

çizen: su za n

o k t a y

"Sami Paşazade Sezai Bey in bir esir kızın hayat

hikâyesi Sergüzeşt i edebiyatımızın belki de ilk

aşk romanıdır. En çok da Halit Ziya yı etkiler"

Bir

esir

kızn

hayal hikâyesi

T

ÜRK romanına aşk, utanşaç bir tutum la girer. Eski ş iiri­ mizde aşkın bütün yönse- meleri pervasızca dile geti­ rilmişken, düzyazı bu konu­ da kararsız, kırılgan davra­ nır. Modern edebiyatımızın ilk romancıları sakınımlı, çe­

kingen, ürkek bir üslubu tercih ederler. Batı edebiyatının büyük yazarları için

kaleme alınmış biyografilerde özel hayata geniş yer verilir. YaşamöykOsüyle eser ara­ sında bağlar kurulur. Bazen fırtınalı aşklar, ayrılık ve gözyaşı karşımıza çıkar; bazen bu acı yaşantı bir eserin sayfalarında edebi­ yata dönüştürülür. Bizim yazarlarımız ise özel hayatlarından pek söz açmazlar. Ya­ şantıları kimi kitaplarına bölük pörçük gi­ rer; kimi anı kitaplarında o da artık dedek­ tif titizliğiyle iz sürüldüğünde bir-iki gönül macerasının kırık dökük anlatımlarına an­ cak rastlanılabilir.

Samipaşazade Sezai Bey, KafkasyalI Dilber’i gerçekten tanımış mıydı? Ya da kendi evlerindeki cariye Vuslat, Dilber’in esin perisi miydi? Soruları yanıtlamak bu­ gün neredeyse olanaksız.

1858 doğumlu Samipaşazade Sezai Bey, yetişme yıllarını kışları Taşkasap’ta büyük bir konakta, yazları Çamlıca’da bir köşkte geçirmiştir. İstanbul çocuğudur. Kendisi konakları için “yüz kişiye ikamet­

gâh olacak kadar büyük ve hareketli” bir

yer diyor. Devrin aydınları orada buluşur­ lar. Namık Kemal, Recaizade Ekrem, Ebuz- ziyaTevfik yazarımızın ilk gençliğinden beri tanıdığı kişilerdir.

Sezai Bey yirmi bir yaşındayken ikinci kâtip göreviyle Londra elçiliğine atanır. Orada 1885’e kadar kalacak, edebiyat ve sa­ nat konusundaki bilgisini, birikimini bir an­ lamda derinleştirecektir. Çılgın ve abartık duygulanımların, coşkuların tutkunu Ab- dülhak Ham it’e yazdığı bir mektupta Sha- kespeare'in erişilmez ustalığını savunur. Hamit, Victor Hugo’ya hayrandır; o da uzun uzadıya Victor Hugo'yu över. Sezai, Hugo’- nun bir taklitten öteye gidemeyeceğini söyler.

Bir esir kızın hayat hikâyesi Sergüzeşt Londra dönüşü yazılır. Bu roman edebiya­ tımızın belki de ilk aşk romanıdır. En çok da Halit Ziya’yı etkiler. Halit Ziya, Sezai’­ nin Küçük Şeyler adlı öykü kitabından da etkilenecek, bu esere sayısız övgüler su­ nacaktır.

işte Sergüzeşt'te KafkasyalI Dilber yi­

ne esir olarak satıldığı Asaf Paşa Konağım­ da ilk kez Avrupai mobilya ile karşılaşır. 'Üstelik, evin oğlu Celâl resim yapmaktadır.

MODA’DA BİR KONAK

Konağın bahçesi çiçeklerle donanmış­ tır. Ağaçlar yeşil bir karanlık meydana ge­ tirir ve bahçede bir lak, küçük bir yapay göl vardır. Şöyle başınızı çevirip konağa bak­ tığınızda, pencereleri yere kadar İnen ye­ mek odasını, uzun mavi atlas perdelerin aralığından görürsünüz. Yemek odasından bahçeye baktığınızda ise uçsuz bucaksız sürüp gider çınar, kestane, zeytin ağaçları.

Konak, Moda burnu taraflarındadır. Da­ ha yüz yıl önce Moda küçük koruları, kar­ ma üslupta konakları, uzaktan gözüken Fe- ner’le resim değeri taşıyan bir görünüm yansıtır. Geniş kırlıklarında pastoral bir ha­ va eser.

Asaf Pâşa Mısır memuriyetlerinde bu­ lunmuştur. Zevcesi Zehra Hanım, Mısır ha­ nedan ailesinden gelmektedir. Ondokuzun- cu yüzyıl İstanbul’u, aldatıcı bir servet bi­ rikimi içinde, Avrupai hayatı zengin Mısır­ lı aileler aracılığıyla tanır. Duygu ve düşün­ cede ikinci elden bu ta klitçilik, git git bir egemenlik kuracak ve bir yaşama biçimi olup çıkacaktır.

Dilber’e Asaf Paşa Konağı’nda bir esi­ re davranıldığı gibi davranılmaz. Bununla birlikte cariye, halayık kurumunun insan­ lık dışı olması konaktakileri pek ilgilendir­ mez. Hanımefendi ikide birde gönül rahat­ lığıyla:

— Ne olacak! Halayık parçası! der.

Konakta salon şöminelidir. Şöminenin iki yanında mermerler, çıplak denizkızı

fi-Çevresindeki

yarım yamalak

Avrupai hayata

kapılan Dilber cariyeliğini

unutup celâl e modellik

eder. Bir gün Mısır’ın eşsiz

ecesi Kleopatra dır, bir

gün Shakespeare’ln

bedbaht kahramanı

Jullette olur

gürleriyle işlenm iştir. Üstte büyük bir ay­ na asılıdır. Önündeyse bir ayı pöstekisi ge­ lişigüzel atılı durur.

Orta yerdeki masa Louis XIV tarzıdır, çevresini ayakları ve arkalıkları yaldızla be­ zenmiş iskemleler çevirir. Yine Louis XIV bir yazıhane, çalışmak, yazıp çizmek ere­ ğinden çok, salonda bulunması gerektiği için burada durmaktadır. Roman boyunca zaten kimse de yazrhane başına geçip tek satır çiziktirmez.

Mahrem görüşmeleri simgelemesine kol kola vermiş, iç içe geçmiş, birbirleriy- le bağlantılı sırdaş kanapeler göze çarpar. Odanın köşelerinde egzotik, A frika’yı ve Hindistan’ı akla getiren süs ağaçları tava­ na kadar yükselm iştir. Süs ağaçları salon­ da bir sera, limonluk izlenimi de yaratır. Sa­ lonun zemini Anadolu işçiliğ i küçük halı­ larla kaplıdır; ne var ki m o tifli halıların üs­ tünde nadir hayvanların pöstekileri serili­ dir. Ortalıkta ne var ne yok, eski zevkle bi­ zim için yeninin bulaşık bir karmaşasıdır. Duvarlara iki büyük tablo asılmıştır. Bi­ rinde Fatih, bütün görkemi ve yüceliğiyle İstanbul’a girer. Ötekinde Napoléon şim ­ şek bakışlarıyla, kayalar üstüne çıkmış, is­ tila etmek istediği ufukları gözlemektedir. Asaf Paşa Konağı’ndaki boyunduruk altı­ na alışlar, tabloların çağrıştırdıklarından epey farklı biçimde, Dilber’de odaklana­ caktır.

BUGÜN KLEOPATRA,

YARIN JULIETTE

Çevresindeki yarım yamalak Avrupai hayata kapılan Dilber, cariyeliğini unutup,

Celâl’e modellik eder. Bir gün Mısır’ın eş­ siz ecesi Kleopatra’dır, bir gün Shakespe- are’in bedbaht kahramanı Juliette olur. Resmin inceliklerini Paris’te hissetmiş Ce­ lâl, Dilber’in kılığına kıyafetine aldanacak, ruhun yüceliğine kapılacak; konağın oğluy­ la halayığı arasında sevda rüzgârları ese­ cektir.

Cariyelerin hangi ikballere kavuştuğu­ nu pek iyi bilen Zehra Hanım, Celâl’in ba­ şına talih kuşu konmadığını fark eder e t­ mez, Dilber’i gizlice satar. Genç kıza bu kez Mısır’ın sıcak iklim i görünmüştür. Dilber orada bir zenginin şehvetine kurban olma­ ya tahammül edemeyecek, kendini N il’e atacaktır. Sular Dilber’i “hürriyetine” sü­ rükler...

İmparatorluk başkentinde sonbahardır. Ve Celâl, İstanbul sokaklarında, öncesiz sonrasız yitirdiği Dilber’i boş yere arar. “Ya­

ğıyor! Yağıyor! Durmadan yağmur yağıyor­ du!” Hep yağmur yağar. Sergüzeşt’te son­

bahar yağmur ve yalnızlıktır. İstanbul’un bu eski, karanlık, kasvetli sokaklarında Asaf Paşa Konağı’nın saltanatı, düzmece bey- soyluluğu birdenbire silinir, hazin bir ıssız­ lık dört bir yanı sarar, sonbahar aşkta ayrı­ lığı olanca çıplaklığıyla sim geleştirir.

Tantana ve debdebe yerine, yoksul, ça­ resiz, daima ihtiyar, kimsesiz, düşkün ih­ sanlar görür Celâl bu arka sokaklarda. Yağ­ mur renkli tepe camları kırılmış kapılara, kepenkleri inik dükkânlara, harap evlere yü­ rür. Yağmur her şeyi yıkar ve her şey ken­ dini örten gözbağ(arından arındıkça Dilber’­ in imkânsız aşkını söyler. O Kleopatra,

Ju-liette modeli şimdi kim bilir nerelerdedir ve ressam, sanatının en güzel modelini, esin kaynağını bir daha hiç kavuşmamak üzere kaybetmiştir. Sonbahar bir “ odalık” için bo­ yuna hıçkırır, inilder...

Sezai Bey, Sergüzeşt’ten başka roman yazmaz. Konak ism ini verdiği bir tasarısı ola ki yarım kalmıştır.

Ama Küçük Şeyler’in sayfalarına karış­ mış “ Bir Kitabe-i Sengi Mezar” Vuslat’ın acıklı serüvenine tanıklık edecektir. Kaf­ kasyalI cariye Vuslat, Sezai Bey’in baba ko­ nağında yetişmiştir. Henüz yirmi yaşınday­ ken veremden ölür. Yazarımız Vuslat’ın gü­ zelliğini, erdemlerini, duygulu yaratılışını kırgın bir söyleşiyle yansıtır. O taşın altın­ da “ b ir bahar sabahından taze olan” Vus­ lat yatmaktadır. Sezai gözyaşı döker. Vus­ lat Kafkasya’nın asil kızıdır. Ona ancak say­ gılar, sevgiler sunmak gerekir...

Sami Paşa’nın konağındaki Vuslat için bütün bilgim iz bu kadar. Ne var ki Sezai’­ ye sonbaharı, yağmurları onun sevdirdiği­ ni az çok ileri sürebiliriz. Bir manzumesin­ de yine talihsiz bir genç kızdan, onun yal­ nızlıklar içinde geçen ömründen söz açı­ yor ve “Ah ben sonbaharı pek severim” d i­ zesini söylüyor.

YAHYA KEMAL’İN GÖRÜŞÜ

Sezai 1901’de Londra’dan Paris’e firar eder. Paris’te yayınlanan Sultan Hamit aleyhtarı Şura-yı Ümmet gazetesinde istib- datı yeren yazılar, başmakaleler kaleme alır. A bdülham it’e duyduğu nefret, bir ba­ kıma edebiyatla ilin tilid ir. Uiu hakan — bir süre sonra düşük hakan olacaktır— Servet- i Fünun’da tefrika edilen, Daudet’nin Jack romanını fevkalade tehlikeli bulmuş, mec­ muayı apar topar kapatmıştır.

Sezai’nin başmakalelerini Yahya Kemal 1936’da Yakup Kadri’ye gönderdiği bir mek­ tupta, onca yıl sonra yerin dibine batıra­ caktır:

“Şura yı Ümmet’in başmakalelerini şiş­ kin şairane ahmakça bir üslupla, Sezai Bey yazardı.”

Sezai Bey, ittih a t ve Terakki Cemiyeti döneminde de başyazarlığını sürdürür. Da­ ha önceleri Paris’te şöyle atıp tutm uştur:

“Anarşist kimdir? Eğer anarşist demek hiç­ bir hükümet, hiçbir kanun tanımaz, yakar, yıkar, vurur, öldürür demekse, tekmil mem­ lekette yalnız bir anarşist vardır: Abdülha- mit! Bir gün Avrupa’yı baştan başa harp ateşi içinde bırakacak kadar tehlikeli mev­ kide bulunan bu anarşistin teslimini bütün Avrupa’dan talep etmeye bizim hakkımız vardır.”

1909’da Madrid büyükelçiliğine gönde­ rilir. Kim ileyin İstanbul'a döner, kim ileyin İsviçre’de oturur. Ama on iki yıl boyunca Madrid’de büyükelçidir. Ateşkes dönemin­ de bütün bütüne yurda döner. Konak ço­ cuğu olmasına karşın Dilber’in, evlerinde­ ki Vuslat’ın, bazı diğer bedbaht cariyelerin dramını hissetm iş bu yazar, Sergüzeşt’in en güzel sayfalarını sonbahar yağmurları­ na ayırdıktan sonra, Moda’daki evinde anı­ larıyla oyalanır, münzevi bir hayat sürer, g it­ gide sessizleşir, maddi durumu bozulur, M illet M eclisi’nden kendisine aylık bağla­ nır ve bir başına ölür.

Yurt dışındayken kedisi Serseri'yi —bu, kedinin adıdır— yanından hiç ayırmamış- tır. Serseri sabahları otel odası kapıların­ dan süzülüverir, hemen masa üstüne atlar, sırtını yükselterek ve Sezai’ye sürünerek ron ronlarla Sezai’nin etrafında dolaşır. Bri­ tanya sahillerinin azamet ve vahşetini yi­ ne Sezai Bey’le birlikte gezip tozar...

Vuslat bir daha hatırlanmış mıdır? Zaman geçer, Sergüzeşt’in değeri ko­ nusunda kuşkular belirir, yazarının roman­ tik anlatımına dil uzatılır, Dilber’i ve Celâl’i, o kaderi biraz da abarttığı söylenir; derken

Sergüzeşt büsbütün okunmaz olur...

Aynı kader yazarı da sarıp sarmalar. Se­ zai Bey’in Göksu’daki mezarı herhalde çok­ tan unutuluşlara karışmıştır...

YARIN;

PİYANODA AŞK MELODİLERİ

•İÜ?

!

¿i;!

1

i

m

m

i

m

Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

:ديهمتلا لبقأ اذل ؛ناكبم ةّيهملأا نم يهو ،ةيبرعلا مولع ناكرأ ّمهأ نم ةغلابلا ّنأ هيف ّكش لا اّمم نم مهنمو تاحفص اهنع نوبتكيو اهيف نوثحبيو انهوسردي

baş dönme: TS içindeki ikinci anlam için bir örnek: “Sistemsizliklerindeki ka- rışıklık, bilgilerini sindirememişlik de aynı baş dönmesini veriyordu.” (s. 171) bel

Hititçe bugüne kadar tespit edilen en eski Hint-Avrupa dilidir ve Almanca,İngilizce,Fransızca ve İtalyanca gibi günümüz Avrupa dilleri ile

Gölün dört bir yanını dağlar çevirmiĢ. Karlık dağlar, ulu dağlar, çırılçıplak, yeĢil, ince, yumuĢak bir halıya bürünmüĢ dağlar. Van gölü değil, Van denizi

Buna göre eserde, öncelikle Allah’ın ismi ve anlamı verilmiş, daha sonra da halkın ve ulemanın bu isimden ne anlaması gerektiği üzerinde durulmuş, son olarak da söz konusu

Göreceğimiz yerler arasında Vasa müzesi, Abba müzesi, eski şehir merkezi ve Stockholm Üniversitesini gezimizin ardından Stockholm sokaklarında dilediğinizce serbest

Kahvaltımızın ardından Küba’nın simgesi bisiklet taksilerle önce kıyıda kurulan daha sonra korsan saldırılarından korunmak için adanın iç kesimlerine taşınan

Dört kamu denetçisi (ombudsperson) cinsiyet, engellilik, cinsel taciz gibi politika alanlar ını takip etmektedirler. - Lüksemburg, Dudelange’de 1995 y ılında sadece