ü Nisan 1939
Kırk yıl evvelkiler
Hususî sazendeler
Istanbulda bundan 40 yıl evvel fo nograf, o barid olunca gramofon mo dası son derecede revaç bulmuştu. Ucuz-
lıya ucuzlıya bir silindir iki çeyreğe, plâk ta Mecidiyeye kadar düşmüştü.
Seçme kişilerin gazelleri, taksim leri; istediğin takımların peşrevleri, şarkıları; opera, vals, marş parçaları nın envai; meddah, Karagöz taklid- leri... Beğen beğendiğini al...
Gel gelelim Tanburî Cemilin ko vanları yirmi beşe, otuza, diskleri li raya ve alan alana; verdikleri paraya
(halâl olsun) u basan basana... Üstadın bizzat kendisini dinlemek mazhariyeti pek nadir kimselere na sip ve müyesser, yüzünü görenler en der. Şekil ve şemailini (Orfeon) plâk larındaki resminden bilirdik.
Hazret, bir dostunun evinde gayet candan bir bezmde bulunacak; ısrar mısrar yok, içine doğacak; ondan son ra sazını eline alacak.
Geçenki yazımda söylediğim veçhi le, Meşrutiyetin ilânı senesi Tepabaşı tiyatrosunda, Manyasizade Refik be yin himayesinde verilen şahane kon serde, herkes gibi bizler de üstadın tanburunu, yaylı tanburunu, kemen- , resini, rübabını hayran hayran dinli- yebildik ve alkış tufanının araşma ka tıştık.
Rahmetli, tamamile kendine has bir tarzda, musikimizde yepyeni bir üslûb, bambaşka bir çeşni yaratanlar dandı. Kirişli ve yaylı sazlarımızda yegâneydi; viyolonselde de mahir miş.
Alâkadarlar: (Evvelâ virtüöz, sani yen bestekârdır) derlerse de birçok ları, her iki şık ta ayni kıratta olduğu kanaatindedirler.
İkinci Mahmudun kaptanpaşası ve oğlu Abdülmecidin sadrazamı olan meşhur Koca Hüsrev paşanın, evlâdı olmadığından ötürü, boyuna köleler edinerek, bunları okutup tejeyyz et- tirişi malûm. İçlerinde vezirliğe ka dar ermiş birçok zevat mevcud.
Bu meyanda bulunan ve aslen Ma car olan Mustafa Reşid efendi, Cemil beyin babasının babası. Semti Molla- gürani olan üstad, Hariciye (Umuru şehbenderi kalemi) nde kâtipken, nef sini tamamile musikiye verebilmek için memuriyetini tepmiş ve kendi âlemine çekilmiş... O şaheser beste leri, saz semaileri o günlerinin mah sulü...
Udî Ali R ifat bey, uda kimselerin erişemediği bir çığır ve âhenk vermiş lerden, eşi gelmemiş sanatkârlar dandı. Suriyede, Mısırda ona (Rabbül ud) derlermiş.
Yalnız şark değil, garp musikisinin de bütün inceliklerine vakıf. Bizim armonimize Avrupa tekniğini mezcet- mek fikrini güdenlerden; piyano da dahil olmak üezere, sazlann envamı muvaffakiyetle çalanlardan...
İstanbuldaki ud yapıcılar, bilhassa Galatadaki meşhur Manol, yalvara yakara Rifat beyi dükkânlarına çağı rırlar, göğüs tahtası yapıştırılmadan evvel udlarım muayene ettirirler, han
gisini beğenir, içine imzasını atarsa, ’• biri için beş aded sarı lira hediye
'°rmiş.
;ûr udları saraylardan, vükelâ Alarmdan, Mısırlılardan kapışan
na...
rifat bey (İstiklâl marşı) mızi eliyen, hükümetin resmen koy-
00 lira mükâfatı da (Hilâliah- terkeden bir zattır,
akıtlar şehrimizde müstesna .ip konserler vermiş olan Kadıkö- rdeki (Şark musiki cemiyeti) ni Urmuş, erkekli kadınlı hayli kıymet tar sanatkârlar yetiştirmişti. Udî Şe rif Muhiddin için: (Bu talebem beni fersah fersah geçti) diyerek tevazü ve kadirşinaslıkta bulunurdu.
Mektebi Harbiyenin emektar mual limlerinden, miralay mütekaidi ve harp malûlü, çok eski dostumuz İsmet bey merhumle, (Hale sineması) mn üs tündeki fasıl provalarında bir iki ke re bulunmuştum.
A li R ifat bey, vaktile Dahiliye ne zareti mümeyyizlerinden. İstidadı irsi; aslen Macar olan büyük babası Hur- şid paşa, Tiirkiyedeki askerî bandoları tensik ve ihya edenlerdenmiş.
Şair ve mütefekkirimiz
cnnetma-bayan için (bu talebem beni geçti) dermiş.
Devrin hususî udileri arasındaki Şe kerci Hafız Cemili de unutmıyalım. Velûd ve yaman bestekârlardandı. Şarkıları çok beğenilirdi. Muzikai hü mayuna dahil, yani mülâzim veya yüzbaşı rütbeliydi. Arzu edenlere meş ke de giderdi. K ara sakallı, kısaca boy lu, sakin, temiz bir adamcağızdı.
Şekerci denilmesinin sebebi akide, lâtilokum filân gibi şekerler satan dükkânı bulunması. Direklerarasım yürü, Lâleliye giden yola sapmayıp eczaneyi ve fırını geç, oracıkta, zan nedersem dediğim yerde şimdi de şe kerci var.
Hicazkârdan (Lâyık mı sana bu dili sevdazde yansın), hicazdan (bir iıigâh et ne olur halime ey gunca dihen) şarkıları ve isfehandan (karar etmez gönül murgu bu bağın şahende) se maisi Cemil beyin en dillerde gezen
eserlerindendi. Udî Sürür
kar Samih R ifatın ağabeysidir. Sad razam Said Halim paşanın hemşiresi Mısırlı prenses Zehra Halimle, meşhur Gazelhan Nedim beyin vefatından son ra, evlenmişti. Beş altı sene evvel rah metine kavuştu.
Udî Nevres bey pek gezgincilerden di. Ramazanlarda Şehzadebaşı, kışla rı Beyoğlu Caddeikebiri, yazları da bü tün mesireler onun.
Fesinin arkasından ensesine inen bol saçları, esmer ve zayıf siması, ye- şilimtrak gözleri, incecik boynundaki gayet dik aleretur yakası, pelerinli mak-
ferlanı, dapdaracık pantalonu, ka narya sarısı iskarpinlerde devrin şiir ve edebyiat meraklılarına çok andırır dı.
O da nazlılardan; onun udunu işite- bilenleri de parmakla göster. Ve cad dede göründü mü etraftaki ağızları dinle:
— Bak bak, Nevres bey geliyor. Şu zatın udunu dinleyemdik vesselâm. Önüne kesakçeler koysalar ahbapla rından gayri yerde çalmazmış!...
— Öyle hassas, aşk ehlî imiş ki, hem mızrap vurur, hem de hüngür hüngür ağlarmış!...
— Bazen o radde coşarmış ki fena laşarak baygınlıklar geçirirmiş!...
Uzatmıyalım, bahsini kaç kere geç tiğimiz Tepebaşı tiyatrosundaki ma- hud konserde nihayet bizler de ol haz- reti dinledik. O vakte kadarki kulak dolgunluklarımız lâf değil, baştan aşa ğı hakikatmiş. Üstad hiç duymadığı mız, tanımadığımız bir lâhin üzere sa zını dinletirken herkesi gaşyetmiş, ara da gözleri sulananlar, ağlıyanlar da olmuştu.
Bilmem nedense Nevres’in fonograf silindirlerinde, gramofon plâklarında ahenkleri yoktu, yahud da var, ben bil miyorum. O da, A li R ifat bey gibi, bir
Udî Sürür da o zamanın belli başlı simalarından ve şayanı dikkat tipler dendir. Sadrazam Kıbrıslı Kâm il pa şanın biraderi udî Şakir paşanın ha- remağalığından yetişme.
Udu, efndisinden öğrenmiş. Sonra muzikai hümayuna yazdırılmış; rüt besi de mülâzimisani.
Kübera konaklarının baş ud ustası oydu. Uzun boylu, iri dudaklı, kuzgu- ni siyah, gayet sevimli, ifrat derecede terbiyeliydi. Heran elleri biribirine ka- vuşuk, yani divan durma vaziyetinde; her söze temennah temannah üstüne. Zorla sandalyenin kenarına ilişir; ilti fatlıca kelimelere karşı kalkıp kalkıp gene yerle beraber temennahlar...
Kelâmı doğlu dürüst ve dinlenirdi. Ekseri haremağaları gibi gökyüzünden top atmaz, sed derken sepet demezdi.
Udu pratik, yani notasız motasız çalar, tellere gayet h a fif vurarak, faz la yavaştan tutturur, araya fasılalar
sokar, bu çalışı pek tesirli ve hazin
olurdu.
Erenköyü kız lisesinin edebiyat ve türkçe muallimi bay Nejad Tahsin dostumuzun uttaki nağmeleri ona andırır.
Sürür efendi haremağası ya, kızma, gelinine, karısına ud meşkettirecek ne kadar kıskanç erkek varsa hepsi onun ocağında; ustalığa pileyen pileyene, gözünün içine bakan bakana.
Şunu da ilâve edelim, adamcağız ev- lidi, bembeyaz, taptaze, çerkes bir ha nımı vardı. (Refika cariyeniz şunu de di Azad kabul etmez halayığınız bu nu dedi) diye dilinden hiç düşürmez- di.
Ağzından bir eksik olmıyan da is pirto kokusu, fakat gayet az, belli be lirsiz, edep ve terbiyesine halel getir- miyecek raddede. Herhalde evinde işi azıtanlardan, fazla kaçıranlardan ola cak ki, vefatında kırkma varmamış, vereme kurban gitmiştir.
Sermed Muhtar AIus
>ııtıttHiıııiımıtmııııtMtıtıııt»ımıııııııııııt!iııııııiiiııııııımıımi!iuifM»M
Samsun (Akşam) — Samsun merke Bu ay içinde açılma töreni yapılacak ola: tı ve nakil işleri yapılmaktadır. Yeni bir matik tesisatlı yeni santral yapılmakta v raf hatları daha esaslı bir şekilde hazırli Bina posta idaresinin her türlü ihtiy dern tesisatı havi bulunmaktadır. Resim ni göstermektedir.
İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi Taha Toros Arşivi