TRO ve RA
G
eçen haftaki makaleyi rad yomuzdaki sahne hakkında bazı düşünce ve dileklerimizi söy lemek, buna başlamadan önce de sahne ve radyo piyesleri ve sah ■ ne ve radyo aktörlüğü üzerinde konuşmak kararı ile bitirmiştik. Bu konuşmağa şimdi başlarken bu işin bir tarihçesini vermek, y a ni radyonun tekemmülü ve inki şafı piyes temsilini hangi tarih ten itibaren temin eder oldu,’ ve bizim radyomuzda piyes ne zaman danberi oynanıyor, rakamla bil dirmek şüphesiz ki, münasip o- lurdu. Fakat esefle itiraf edece ğim ki, her ikisi hakkında da ke- f ' hiç bir .şey bilmiyorum. İnsan bir miiddettenberi alıştığı şeyleri daima mevcutmuşlar gibi sanarak onl arsız yaşadığım unutuveriyor. Bu cihetle, radyo sahnesinin dün yadaki ve bizdeki mazisi hakkın da hiç bir şey söyliyemeksizin, piyeslerine ve aktörlerine gele lim..Radyo piyesi diye, ancak müstakil kaidelere tâbi olarak yazılması gerekli bir şey var mı dır ? Ben şahsan radyo piyesi diye bir şey olduğuna değil de, her sah ne eserinin radyoda temsil edile- miyeceğine kaniim. İçinde pek büyük facialar geçen, adamlar öl dürülüp en korkunç kasırgalar çı kan, kütle halinde ah ve vahlar, eninler yükselen, yani eşhası da pek kalabalık şeyleri radyodan dinlemeğe razı olamıyorum. Üze rindeki düğmeyi çevirdiğim için odamın içine dolan bu seslerin sa hipleri, bazan bana 03de geliyor ki, üçer santimlik fakat bütün â- zaları tamam mahlûklar halinde, o eşyanın mika camından veya kumaş kısmından birer birer dı şarı fırlıyarak ortaya dolacaklar ve küçük kedim üstlerine hücum edip hepsinin hakkından gelecek. Bazan da, böyle bir ihtimal hatı rıma gelmemekle beraber, bütün ev-1 matem ve feryatlarda birlikte •gök gürlemelerinin ve şiddetli fır tınaların tamamile bir oyun oldu ğunda o kadar kat'î bir emniyet içinde kalıyorum ki: “— Yok i- aanmıyorum! Bir düğmeyi çevir diğim için bunlar oldu, ters çevi rince de her şey yok olur ve oda na mutlak yalnızlık ve sessizlik avdet eder. Beni bu derecede ür kütüp dehşetlere düşürmek ister ken biraz gülünç oluyorsunuz!”
diyorum. Halbuki, sahnede ak tör önümüzde, bizim gibi etile ke- miğile bir canlı mahlûk halinde iztırap çeker, ağlar ve inlerse inanmıyor muyuz; bazan (sefil oldum) diye üstündeki paçavra ları gösteriyor, acıyoruz; bazan (yersiz ve yurdsuz, çöllerde kal dım) diyor, yahut (dağ başların da muhakkak ölümü bekliyorum) diyor ve o zaman yine yalancı gök gürültülerini sahih sanıveri- yoruz. Hakikî gibi bir rikkate, merhamete, dehşete düşüyoruz. Etrafımızda yüzlerce kişinin de ayni ruh haleti içinde bulunma ları, bizim bu hisleri uzun birer müddet için muhafaza etmemizi temin ediyor. Halbuki radyoda ki aktör, bütün kudreti, bu keli me caizse silâhı, sesinde olarak bizi kazanmak mecburiyetindedir. Başka hiç bir imkâna sahip de ğildir. Bülbül şakırtısından gök gürlemelerine kadar o yapmacık, uydurma sesler, hemen daima bir fayda değil, yalanı ve sahteyi ha tırlatan birer ihtardır.
Fakat buna mukabil radyo aktörlüğünün bazı kârları da in kâr edilemez. Sahnedeki aktör gi bi hareketlerini, tavırlarını tayin için çalışmağa mecburiyeti yok, elini kolunu idareyi düşünmiye- cek. Bundan başka çılgm aşklar ilham etmiş sevgili rolünde çir kin ve geçkin kadın olmak imkâ nına, Jönprömiye rolünde saçsız ve göbeği taşkın adam olmak hürriyetine sahip. Tek bir mükel lefiyeti, tek bir mecburiyeti var; Güzel sesli olacak, türkçeyi pü rüzsüz söyliyecek ve söylediği şeylerle bizi alâkalandıracak, so nuna kadar sürükliyecek. Sahne de mizansen ve dekor vardır, ak törün ve aktrisin maddi şekilleri nin verdiği alâkalar sesle ve şive 'le paylaşılmaktadır. Mikrofon ! başında ise yalnız kulağımızla pi
yesi takip ederiz; sesin kötü ve âdi nevini unutturacak ve bir ke- limenin yanlış ve fena telâffuz e- dilmiş bulunduğunu farkettirmi- yecek hiç bir şey yoktur. Şu hal de, sesin güzelliği ve konuşmanın kusursuzluğu radyo aktörü için elzem iki unsurdur, ve onun için, hemen hemen her şey, bu iki un surdan ibarettir.
Keza muharrir de ancak ku lağa hitap ettiği için lisanına da ha çok dikkat etmek mecburiye tindedir. Çünkü sahnede piyesi nin muvaffak olmasına hizmet e- den şeylere, filân aktörün hiddet Sahnesinde kolunu fevkalâde bir
heybetle uzatışından dekordaki bilmem hangi muvaffakiyetli ve müessir tertibe ve falan aktrisin veda sahnesini oynarken omuzla rını sallayışındaki bitap hüzüııe kadar, namütenahi yardımcı un surdan istifade edemeyecektir. Pi yes muharririne ııisbetle ruha da ha çok nüfuz edecek, alâkayı esir edecek şekilde konuşmakla, ko nuşturmakla mükelleftir.
Radyo temsilinde her şeye ses hâkim olduğuna ve onunla bildirildiğine göre de, sayısız in sanın sesini ancak kulağımızın ha fızası ile ayırd edemeyiz. Bundan dolayı eşlıas sayısının yüksek ol masından çekinmek lâzımdır. He le radyo aktörleri kılık kıyafet de ğiştirmesi ve makiyaj sayesinde bizi aldatamıyacakları ve ses da ha az değiştirilebilir bir vasıta ol duğu için, ayni oyuncuya bir tem şilde ancak bir rol vermeğe dik kat etmek pek yerinde bir ihti yattır.
Şimdi artık radyomuzdaki temsillere geçelim ve ilk makale- i deki bazı sözlerimizi tekrar ede
rek diyelim ki, radyo sahnemiz hiç şüphe yok -ki, Türkiyede ti yatro anlayış ve zevkini hem yük selten, hem tatmin eden, hiç de ğilse bunları yapmağa en mukte dir bulunan yerdir. Çünkü diye rek ikinci bir cümle ilâve etmeğe lüzum var mı? Biliyoruz ki, dev let merkezinde kurulan, tiyatro henüz oluş halindedir, geçen yıla 1
'/n
kadar senede ancak bir kaç tem sil verebilmişti, İstanbul Şehir Ti yatrosu dünyanın hiç bir resmî sahnesinde kaydedilmemiş uzun lukta tatiller yapmaktadır ve îz- mirde kurulduğu müjdesini aldı ğımız Şehir Tiyatrosunun kapıla rını ne zaman açacağı'1, ve kim lerle neler oynanacağı malûm bu lunmamaktadır. Raşit Rıza’nın kumpanyasından en derme çat ma tulûat heyetlerine kadar da- | ğılıp birleşen, gezip dolaşan hey etlere gelince, bunların hiç birinin yarın nerede olacakları da, kim lerden terekküp edecekleri de ma lûm değildir. Malûm ve muhak kak olan şey, hep ayni şeyleri, külfetsiz ve zahmetsiz, oynayıp gittikleridir. Radyonun ise aşağı yukarı istikrar bulmuş bir kad rosu, kemal Tözem ve Saime Ar- ciman gibi kuvvetli unsurları var, her hafta - şimdi koran pazar skeçleri hariç - temsil veriyor, hemen daima telif piyes oynadığı na göre de başka yerlere kabul e- dilmiyen, yahut eserinin ismi de ğiştirilerek ve kendi adı anılmı- yarak kabul edilen Türk muhar riri, radyoeviııde ismini tanıt mak ve sanatını tasdik ettirmek için geniş bir imkâna sahip bu lunmaktadır. Öyle ise neler yap malıdır ki, radyo temsilleri mem leketin her tarafına sanat zevk ve anlayışını bihakkin götürsün ve memlekette güzel ve kuvvetti bir takım eserler yazılmasında d âmil olsun. Bu hususta şu temeı: niler izhar edilebilir:
Evvelâ radyonun aktör kad rosu kâfi değildir. Mevcudu a rt tırmak ve arttırırken kuvvetli unsurlar temin etmeğe bilhassa çalışmak lâzımdır. Halkevlerinin temsil kollarında pek müstait gençler bulunduğu söyleniyor, tu lûat heyetlerinde heder olan ka biliyetler olduğu da muhakkak tır. Temsil kolundaki sanatkârla ra on kişi, hiç değilse üç, dört sanatkâr ilâve etmek lâzımdır, w , ’«»•lığım Şehir -Tiyatrosunun şah - nesile değil,- bir Mısır yolculuğu nun gazete sütunlarındaki
intiba-I lam dan hatırlayabildiğimiz intiba-I, Ga- lip’ten de bu sahne işlerinde isti fade etmek temenniye lâyıktır.
Piyeslere geçeceğiz. Niçin bu piyesler hemen daima henüz ol gunlaşmamış kalemlerin mahsul lerinden ibaret kalıyor? Bu, sa dece az para verilmesinin bir ne ticesi mi? Piyes yazmağa verece ğimiz zamanı başka bir yazıya tahsis edince servetler kazanmı- yacağımıza göre, bunun sebebi an cak ücretin azlığı olamaz. Şu se bepler çarelerde birlikte hatırıma geliyor:
a — Muharrir eserinin red dedileceğini düşünüyor ve redde decek adamın salâhiyetinde çok tereddüdü, şüphesi vardır. Hak lı haksız şöhretine kani muharrir bundan dolayı eser vermiyor. Rad yoda piyesleri kabul eden veya redden bir makam bulunmalı ve o makamı işğal eden kimse tanın mış bir kimse olmalıdır.
b— Kabul edilmiş ve oynan ması kararlaşmış eserler hakkın da radyo evvelden biraz alâka u- yandırmalı, şimdi yapıldığı gibi oynanacak eserin - taşıdığı imza ne olursa olsun - ancak oynanıl mak üzere iken bildirilmesi kâfi sayılmamalıdır.
c —- Kabul edilmiş eserlerin ancak bir kere oynatılmaları mu harrirde fazla dikkat ve itina he vesi bırakmamaktadrr. Oynıyan- larda ancak bir kere oynıyacak- ları rollede nüfuz edecek, bu rol leri bihakkin başaracak kadar zaman, imkân ve tabiî olarak he ves bulmamaktadırlar. Yani rad yo temsilleri heyetinin mutlaka muayyen bir repertuvarı bulun malıdır. Her nasılsa kabul edilmiş ve ilk temsilleri muvaffakıyetsiz- liğe uğramış talihsiz piyesler da ima olabilir. Fakat her muharrir eserini hazırlarken, onun beğenil - diği takdirde arada bir olsun tek rar edileceğine kanaat beslemeli, ona göre çalışmalıdır. Kaldı ki, radyoeviııin birer kere oynayıp çekmecelere doldurduğu piyesle rin salâhiyet sahibi kimseler ta rafından elenerek kıymetleri üs- i, tünde ittifak edilen eserlerden böyle bir repertuvar vücude geti rileceği kararlaşmış olduğunu ve bu (incelemeleri) yapacak zatla rın seçilmiş bulunduklarını da ga liba bir yılı aşkın bir zaman önce j duymuştum. Temenni edelim ki, yakında bu incelemelerden neti celerde
alınsın.-avdet etmek muvafık olacağına hükmediyorum. Çünkü, bu vâdide bir hayli şey söylemek emelinde- yiın. Evvelâ tiyatro piyesi ile rad yo piyesi arasında ayrılık bulu nup bulunmadığını ve eğer varsa bu farkların neler olduklarını söy lemek, Sonra da sahne aktörlüği- le radyoda aktörlük arasındaki farkları araştırmak istiyorum. Ve bundan sonra tök radyomuzdaki temsillerin kıymet ve ehemmiyet lerini arttırmak için neler yap mak kaTıil ve lâzım olduğu üzerin de konuşmak emelindeyim. Bu son nokta' üzerinde şimdiden şu nu söylemek-isterim ki, artık sa de büyük merkezlerimizde yayıl makla kalmayarak uzak kasabala rımıza da girmiş ve pek mütevazi evlerde dahi yer almış bulunan radyomuzda güzel ve kuvvetli e-