CUMHURİYET
(Diyorlar ki...
L .
D iy orlar ki: Ru şen ölmüş. Nasıl
olur? Onun otuz
beş yıl önceki dev cüssesi, canlılığı, hare ketli hâli gö
zümün önüne geliyor da, hasta ve nüzüllü d u ru m u n d a bile daha on beş yirmi sene yaşıyacağıııı u m d u ğum aziz dostumun ölüm üne bir tü r lü in anam ıyorum . Top a ra b a sında Kumelihisarına doğru yol alan tab u tu n iğindeki cansız vü cut. elbette o değildi. Ruşen Eş re f Pnaydtn , bu k ad ar ruhsuz, bu k ad ar kendini bırakmış, bu k ad ar ölmüş olamaz. O, bizim için hâtı r a l a r ve h âtıralardır . Zaten gerçek varlığı da h â tı ra l a r ve h â tı ra l a r değil miydi? 1954 deki bir konuş masında «Hâtıraia, iklimindeyiz ve ben kendim de bir h âtıra olmak üzereyim.» dememiş miydi?
1928 sonbaharında, bir hastalık tedavisini bitirip F ra n s a ’dan dö nüy ord um . Napoli’ye çıkmıştım, t r.purun verdiği ınoiadan faydala nıp bu Akdeniz şehrinin so kak la
rında kendi Kendime dolaşıyor
dum. Gür, sıcak t ı r ses: — Haşan Ali, Haşan Ali! ... Diye diye arkam dan m u h a b b e t le beni sarmıştı. Şimdi onsuz kal mış eşi Saliha H a rım la bindiği tenteli bir a r a b a d a ^ beni çağırı yordu. Bera ber öldük ve gemiye be ra b e r döndük A kşaro yem eğin den sonra bizim ikinci mevki gü vertesinde b u lu ş tu k Elinde bir to m ar kS.'ı ı a ı d t V apurum uz, Ak deiniz’in m ehtaplı gecesine dal mıştı. O to m ardan yaprak y aprak okumaya başladı. Ruşen'in o ku m aktan y o ru ld u ğ u n u hiç görm e dim. Meclis kâtibi, H â tır a la r yaza rı Ruşen, bü tü n öm ründe d u rm a dan yazmış, fakat yazdığından çok o kum uş tur. Diyebilirim ki okuya rak ölm üştür. Anlatıldığına göre, h ayta m ın son gününde is tiklâ l Sa vaşı H â tır a la r ın a yazdığı önsözü (yarım kalmış!...), öğle yemeğine gelen misafirlerin e okumuş. Bana, an la ttığım o gece, belki yüz sahi- fe okuduydu. Bir aralık:
— Sende içecek bir şey yok mu? Dedi. P a r i s ’ten ve iyisinden üç şişe Porto almıştım. Birini getir dim, açıp içmeye başladık. Bu o- kuduğu kısa nesir parçalarına ver mek istediği isim benim, şimdiye k ad ar yayım lam ad ığ ım gençlik şi
irle rim in dergisine koyduğum
(D am la D amla ) başlığı idi. Bunu evvelden bilm iyord u1, ö n c e yazı ları, sonra Porto ile başımı du man ladvktan sonra, o âna k ad ar sakla dığı niyetini açıkladı. Ruşen’e, o- tuz beş yıla varan dostlu ğum uzda ) verebildiğim te k hediye, bu
isim-j d ir‘
1 O güzel gecede Damla Damla
I bitmişti, üç şişe P or* *â ile bera- | ber... H attâ gece de, bitmiş)). Şimdi : D am la D a m la ’nın giiıül gürü l cağ livan kaynağı da k u ru d u , bitti. Hu, olu r mu?
«Ruşen Eşref, adını ben ve be nim gibi o devrin bütü n gençleri, Mustafa K em al ismiyle b e ra b e r duyduk, Çanakkale ka hra m anın ı, o meşhur, hattâ suçlu «Mülakat» ıy la bize ve tarih e ilk tanıta n, Ruşen E ş r e f t i r . Bu beraberlik, iki
Y a z a n :
HAŞAN - ÂLÎ YÜCEL
rasın da bastırm a vaadini verdi. Bu vasiyeti yerine ge ti r e r e k hâtırasını ku tlam ak , emelim dir, vazifemdir. sinin de ölüm lerin e k ad ar sürdü.
Basılan soıj kitabı A ta tü r k ’ün ö- lümiiııe dâirdir. Diyebilirim ki, hayatının kırk yılında onu yaşa tan A tatürk, yine bayatının son yirmi yılında onu hasretiyle d a m la dam la ö ld ü rm ü ştü r. Ne güzel hay at, ne güzel ölüm! Bu maz hariyet, Ruşen için manevi bir sa adettir . A tatürk, sanki Ruşen’de kendinin bir çok h âtıraların ı, ha yat safhalarını bize hik âye e tm ek tedir.
Ruşen E ş r e f t e görgü hâfızası pek kuvvetliydi. Bir yere girsin, biriy le veya bir kaç kişiyle konuş sun, h a tt â konuşmasın: onun fotoğ ra f hafızası olup bitenleri en doğ ru ta r a fla riv le zaptederdi. Hemen kit apla rın ın hensi bu renkli fotoğ rafla rın göz alıcı, gönül çekici b ;r dergisidir. VII. Dil K u ru lta y ın d a s a a t le r süren konuşması, b ir h â tı r a l a r kitabı değil midir? Bu k ad ar te f e rru a t, nasıl hatırd a kalır? O- nun hâfızası, böyle bir arşivdi. Buna bir de fazla d u y a rlık ve iç lilik katıldığı zaman Ruşen’i ko- lavca b u lursunuz. Kaç defa dene- mişimdir, rakam lı ta rihleri, bildi ğim olguları ve olayları ondan din lerken d ik k at etm iş im dir; hiç ya nıldığını görmedim. Bizden sonca geleceklere, onun doğru luğu için, ta rih h u z u ru n d a »anıklık ederim.
Ruşen. Saliha Hanımdan önce
Tevfik F ik r e t ’e, ondan sonra Mus ta fa K em al'e âşık olm uştur. Bu üç aşkı, bütü n ömrünce dev am etti. H er üç sevgiliyi her üç sevgiliye karşı savunm uştu r. Bu kolay bir iş değildi. Bu üç sevgilinin de çetin mizaçları, kıs kançlıkları, be lirli, h a t t â köşeli şahsiy etleri v a r dı. Onun seven, sevgisine b ağ la nan yum uşak ru h u , bu güç bağ daşmayı başarıy la verine getirmiş tir. A t a tü r k ’ün sofrasında Tevfik F ik ret, daim a h ü r m e t görm üştü r. Onu çok kere d âvet ettir ip ora ya getirten, Ruşen'di. Ç ünkü R uşen’in mesele çıkar an değil, meseleleri erite n bir hali vardı. En çok bu ta rafını sevmişi ıdir. Nitekim bu h â li d ir ki, onu y u rt ta ş l a rı k ad ar y a b a n c ıla r tarafın d an da sevilme bahti yarlığ ına erdirm iştir, ö l ü m ü nü d u y d u k la r ı zaman M acaristan’ -da, F ra n s a ’da, In g iltere’de, hele Y unanistan'da ona ağlıyacak pek çok dostu vardır.
Ruşen Eşref edebiyat ta rih im iz de yalnız h âtıra yazarlığiyle mi kalac ak ? H ayır! «Diyorlar ki», bizde cid di röportajların b aşlan gıcıdır. H attâ ondan so nrakiler
onu bugün de geçememişlerdir.
B ü tü n b i r devrin önde gelenl eri ni söyletmek, h a tt â hazan dam arın a basıp kızdıra rak söyletmek, hiçbir yazılarında arık la m a d ık la rı m a h rem İnanışlarını açığa v u r d u r m ak, Ruşen'in fikir ta rihimize ba ğışladığı, değer biçilmez b ir a rm a ğanıdır. iki yıldır, bu eski, fakat eskimeyen kitabı üstünde çalıştı. Oııa uzun bîr m uk ad d em e yazdı ye bana, Iş Bankası y ayım la rı
a-Ruşen, yerdi, içerdi ve söylerdi. Ruşen neşeydi, hayattı. Yerken iyi ve bilhasa çok yerdi. Hele içer ken çok içer ve çok iyi içerdi.
Söylerken, yalnız manzum ve
m ensur söylemez; nağmeli ve â- henkli de söylerdi Davudi sesiyle okuduğu şa rkıları, şimdi işitiyor gibiyim, A t a t ü r k ’ün em riy le yaz m aya ve te rtip edilmeye m em ur edildiğimiz ilkokul okuma kitap ları için A nkaradaki evinde yap tığımız ı c çok k*ıe sabahladığ ı mız uzun g*-re>frde onun h ayat ş a r t l a n olan bu üç vasfını bir a- rada görür, u y k usuzluğum uzu duy mad an çalışırdık. O, Çocuklar için şiir yazm aya bayılırdı. Yeni oku m aya başlamış bir ilkokul öğren cisi saflığiyle bu şiirleri bize o- kur, bir daha bir daha okurd u. Sonra tecessüsle yüzümüze b a k a r dı. Takdirimizi k a h k a h a l a rla gös terirdik. O da sevinçle ve bizimle be ra b e r gülerdi.
Şimdi, ilk Dil K u ru lt a y ın a ha zırlandığımız sıralarda Dolmahah- çe sarayın dan güneş doğarken çı kın T a k sim ’de Camlı gazinoya ge lişlerimizde, Ali C anip’le be ra b e r o nun heybetli nargile leri nasıl bö- plird ettikle rini gözümün önüne re- ti riv o ru m . A ta tü r k sofrasının di siplinli ve h e r an dik katli olmaya
m ecbur eden havasından kopup
başıboş bir duygu ile otu rduğu m uz bu kahve iskemlele rinde ne h ür, ne keyifli idik. Biri iri, biri ufak bu iki dostun narg ile içişle rini neşeyle s eyrederken birini ve zir kavuğu, ö b ü rü n ü kâtibi sari giyle onaltıncı asırdan kalm ış iki eski T ü rk gibi görürdüm , ikisinin ile böyle görü nüşle ri sebepsiz de ğildi ; hayali m deki bu kıyafetleri, ikisinin de mazimize bağlılıkla rın
dan doğuyordu. Rüşen) geçmişe
sa vgıh bir devrimci idi. Hiç b ir zam an eskiden kalm ış hiç b ir de ğerimizi in k â r etm em iştir. Rah met. onun bakı olsun!...
Ah, hep böyle güzel anları, hep onun ta tlı ve canlı h â tı ra l a rın ı an la flaydım!... K ale mim, şimdi, üs tü n e son veda su yu dökülm üş ıs lak bir k a ra toprağ a batıyor. Bı ra k ay ım , orada kalsın!
Taha Toros Arşivi