• Sonuç bulunamadı

Enis Batur'dan bir kavşak kitap:Doğu-Batı Divanı

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Enis Batur'dan bir kavşak kitap:Doğu-Batı Divanı"

Copied!
3
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Yolculuk yapmayı seven,

günümüzün kendi ölçü­

lerinde önemli gezgin­

lerinden biri olan, gezdiği

gördüğü yerleri ‘seyahnâmel-

e r’iyle de yazıya , gözleme

döken Enis Batur, “Grî Dî­

van" m ilk şiiri “Sandık”ta “Bir

kutu dolusu anahtarla çıkıyor

şiirsel yolculuğa. Bu anahtar­

larla flu tarihlerin, sararmış

fotoğrafların, buruk aşkların,

günbatımı yalnızlıkların, düş

kırıklıklarının, unutulmamış

anıların kapısını açıyor bize.

GÜLTEKİN EMRE

E

nis Batur’un (1997), “Dramatik Şiirler”“Doğu-Batı D ivanı” (1988- 1996) başlığı altında “G ri D îvan”, “SeferiDîvan”, “Alaca Dîvan”, “Barok Dî­ van” dan oluşuyor.

“G rîD îvan” (ilk basım, 1990) Gülten Akın’ın o unutulmaz iki dizesiyle açılıyor:

A h, kimselerin va kti yok/ Durup ince şeyleri anlamaya”. Enis Batur, bize, şiir­ lerinde “ince” şeylere yer vereceğini, bi­ zi benzersiz dünyalar içine çekeceğini sezdiriyor bu iki dizeyle.

Yolculuk yapmayı seven, günümüzün kendi ölçülerinde önemli gezginlerinden biri olan, gezdiği gördüğü yerleri “seyah- nâmeler”'vjte. de yazıya , gözleme döken Enis Batur, “G ri D îvan”m ilk şiiri “San­ d ık ” ta “ Bir kutu dolusu anahtarla çıkıyor şiirsel yolculuğa. Bu anahtarlarla flu ta­ rihlerin, sararmış fotoğrafların, buruk aşkların, günbatımı yalnızlıkların, düş kı- | aklıklarının, unutulmamış anıların kapı­ sını açıyor bize. O, kapıların ardından unutulmaz görüntüler getirecek gözümü­ zün önüne. Sonra da tükenmiş umutlar­ la, “terkediliş”[e rle, “kaybetme ve kaybol­ ma” duygulanyîa tanıştıracak bizi. G er­ çekleşmemiş karabasan düşlere, “içimi- ze/kazınm ış yolculuklar”m boşluğuna dikkatimizi çekecek.

Yaşam umutsuz değildir Yaşam tümüyle de yaşanmaz değil, he­ le hele umutsuz hiç değildir; “Herkesin hayatında/içindekileri unuttuğu, um du­ ğu, /bambaşka kutularda aranacak/eşya, söz ve Başlangıç”lann “telâşla” “ora­ dan/oraya” savmluşa tanıklık etmesi, “k ı­ rık/dökük eşyaları” çağrıştıran yüzler ga­ lerisinin büyülü ormanı da şürin ana da­ marına damgasını vurabilsin hem de “kö­ künden” tutunulabilirse “k ü l” olunacak

“sert/bir dönemeçten” umudun kesilme­ diğini dünyaya ilan ederek. Kişisel, top­ lumsal “Yangın'lar, hani nasıl derler, “Bü­ yük, ciddi bir prova gibi geçti” “hayatın içinden”. Nice badireler atlatmış, nice maratonlardan yüzünün akıyla çıkmış

“Zalim Bellek”, “geri dönmeyeceğini bil- diği/yolu ka t” ecup gider belirsizliklere

“geceye ilerleyen o telâşlı akrep’le birlik­ te. Kendince “G ri Tavırlar” takınarak ömür boyu “içinden avladığı/gizli anlam­ lar, kırılgan alayın örttüğü aerin/yara” so­ nunu ölüme bağlasa da, öyle ya “sinsi bir tuzaktır hayat:/Tarihler ve şehirler, insan isimleri”. İnsanın “Anlaşılmazdığıtartışı­ lıyor daha, kesin yargıların kolaycılığına düşme pahasına genellemelere gidilirse de sık sık. Bir kent: Hepimizin yaşamın­ da unutamadığımız kentler vardır:

Prag’sa, tarih de “73” ise, şairin belli bir mesafeden gözlemlerini didikleyişi, el­ bette şürin altın terazisinde tartılacaktır:

“Bütün o hikâyeler yüzler,/bütün o sesler ve anadiline bile aykırı h ü zü n / kafiyeleri”

insanın yüreğine çelişkili elmas küller ser­ perse, o kentin bağrına bir tutam tarih bı­ rakılması doğaldır. Yani Puşkin’in sah­ neye girmesini dört gözle bekleyecek ya­ şa gerinişiz demektir “Pugaçev Tarihiyle

t ? '

E nis Batu

Y .... ... — -.

t

dan bir kavşak kitap

I

Dj9!

9 !

?

1

B

alü

9İİV

ar

II

haşır neşir oluyorsak, “kör an- laşmazlık’Tann tarihinden el uzatır Yahya Kemal, Kavafis, Eliot, Pound, Kemal Tahir, Solzenitsin, Georges Duby:

“herkes kendi halinde yaşayıp gitseydi/ şiir zamana giydirilen kaba kuralları altüst/edem ezdi asla:” “meczûb” bir tarihle kü­ se barışa yaşayıp gidiyoruz ka­ ba saba da olsa, incelikleri ara­

yıp bularak. “Sorulsa, bütün sorular ağır’

gelir dışta “Kalan”a “Sağır ve tetikte” bir yalnızlığı seçeli, kendimize başka türlü çekidüzen gerektiğini hepimiz biraz da­ ha fazla kavradık sanki. “Fotoğrafların “böyle bir hikâye”ye, yani tarihin bağrına durmadan dalıp çıkan, gereksinmeleri var mıdır, bilemem. Onlardaki “umudun ve arayışın” sınırına kolay kolay girilemez, ıkü “gerçekle “kurmaca” arasında me- dokunduğunu bilmeyen var mı? Üs-elik “Ç ocukluk arkadaşları ile yeniden raşka bir hayatı paylaşabilir m ı insan?”

•ieden olmasın, diyenler de olabilir,

so-a kelim elerde bezeli,

tığı: Uydurulmuş benzetilmiş, görülmüş de olabilir böylesi bir yüz: Hangimizin içinde “durmadan” “zonklayan” bir “Bü­ yükbaba” motifi gezinip durmuyor ki? Kimi zaman bir "Balkan” bazı şeylerin çözülüşüne bir insandan daha fazla kat­ kıda bulunabilir: “Tarih ve Zam an” “Ha­ yat ve Ö lüm ” arasında “saçma” bir gel-git olsa da yaşamlardan geride kalanlar. Bu durumun rengi “Akşam dan geceye dönen

gökyüzüne/devrilmiş büyük bir mürekkep şişesi”ni gözünüzün önüne getirin, işte o renk! Yaşa­ mın göbeğinde yer alan “Bir Baş­ ka Acı Hikâye" diyebileceğimiz öyle çok mahlzeme var ki, dibe indikçe insanın şaşkınlığı artmaz da ne olur onca yaşanmış olayın

“taşkın”ca yaşamımızı “em i”fi

karşısında Sevilmekten yorgun düşmüş

aşklar resmi geçidinde bir uçtan bir uca sürüklenmez mi insan? Kim unutabilir kimi kahramanlann “k il beyaz yüzünde”

beliren “sa f sancı yi? Ne de olsa yaşam

“m ühür”¿.üt kimi ilişkilerin gizli çekme­ cesi için, hem de “akik mühür"; yani “ge­ celeri ince duvardan/ sızan barok” “zama­ nın ortasında ağır çekül”. Bu da yaşamı­ mıza kimi zaman ağır gelen, kimi zaman acımızı sağaltan, ama hep yarım kalmış o

“Bitmemiş senfonideri çağrıştırmaz mı?

“actnm kertesi” mertebesine ermiş “sessiz­ liğin kutsanmış/deliliği”rideki rolünü ku­ sursuz oynayan biri gibi değil midir ha­ yat?. Sonra sıra “Pasaport"a gelir. Herke­ sin yaşamanda bir pasaportu yoksa da, bir pasaport öyküsüne kulak verenimiz mudaka vardır. Pasaport sözcüğü kişiye uzak düşler kurdurur uzakta yeşerecek. Kimi görüntülerle “geçmişin/sınırlı bir di­ lim i durmadan içiçe geçiyor”¿ot farkında

olmadan, “kelimeler ve birkaç işaret” gö­ rüntülere yardıma geliyordur yanıp kav- rumuş yılların içinden. Çoğunluk "göç­ men gövde” “kendine ttkabasa kilitli” bir yabancıdır yeryüzünde “peçeli kırk gece­ ye” ağan. O, nasıl olsa “ıs s ız b in ’dlırhep.

Durmadan yinelediği bir dize dizginlene- mez bir aryaya dönüşür içinin girdabın­ da: "Kendinle gel, kendinde kal, günü gel­ di, git. ” Göç, niç farkına varılmadan bir kurtuluş yıkımına da fatura çıkabilir:

“yanlış kabarmış” duygulara gönderme de yapabilir, “Sabırlı cankurtaran”a ¿a, “atak külhan damar dana erken çatlamasına da. Geme gelmez “Yokuş Aşağı” bir yaşam şöyle betimlemek yanlış olmaz sanınm:

“kelimelerin yerlerini düzeltip bırikist- ni/değişti”rince “ortaya çıkan cümle”; “acı ıslık’da kurulan derin bağ! “uzun yalnız- lık”m “ışık, k ıl ve duvar’uu aşmış, kendi­ ne “acımasız program” uygulamış, “çılgın­ ca” dönen “kaskatı zaman çarkları”na dünyasını siper ederek, “Düş gücünün bi- ley tep/'hdakileri “Arka Pencere”¿en gör­ dükleriyle birlikte sunuyor Enis Banır. O, yazdıklarında “eşyanın kekre kökünü ” or­ taya çıkarıyor, sonra “porselan fincanlar­ da” eşelenen geçmiş düşlerin peşine dü­ şüyor. Şiirlerinde 'Toz’unu alıyor tarihin. Sürgünlüklerin, sürülmelerin yıllar sonra perdesini de aralıyor dizeleriyle; kimi bi­ linen, kimi bilinmeyen tarihlerin, yüzle­ rin, biyografilerin, yaşamların, anıların, öykülerin, umutların, kırgınlıkların pe­ şinde başka tarihlere göndermeler yapı­ yor, günümüzde, yanımızda onlara da yer açıyor, unutulmaz kılıyor pastel görüntü­ leri, sesleri, imgeleri: “Burlington çoraplar, Edinburgh porseleni/fincandan ilk sabah çayı, erkenden garip/piyano zevkleri, her- şeyi seçip ayıkladığım /yıllar” Bir öykü böyle başlarsa arkasmı merak etmez mi­ siniz? Üstelik son sevgilisine “Farsça dî­ van” yazmaya da kalkmışsa “Y üksek ve/orta sın ıf seçkinlerin” ¿en biri. Sonra, küçük bir yorumla biten bir şiirde ortaya çıkıyor sonuç: ‘'..Bu/ülkenin unutulmuş unutkan kelimeleriyle yaşadım-aynı ha­ yattan geçip giderken siz. ” “A yna”dan yan­ sıyan bir yaşamın skandallarla, davalarla, umutsuz aşklarla, takınılan tuhaf tavırlar­ la bir yere dek gelen öyküsünün demle- nişine tanıklık ediyoruz. İşte bir şiire can, kan, nefes, ruh veren bit pazarından bir

“PazarSıkıntısı”na da eşlik eden nesneler panayırı: “Sedef düğmeler, hasırlı radyola­ rın iç./organları içre Florida’da bir otel- den/hatıra pirinç sigara tablası, kim in ­ di/bu gözlük, bu sabrı artık dinmiş elin/çe­ virdiği/ çevirdiği kehribar teşbihte durmuş saat?”. Gerçekten de öyledir; herkesle ko­ nuşuruz da kendimizde susarız nedense. Vakitle uyuşamadığımızdan mı, her şeyin eksik oluşundan mı, unutulmayan ayrın­ tılar senfonisi mi, “sonsuz labirentin” gizi mi, bizi, zamanla didişmeye itiyor? H er­ kes kendi karanlığını kendine göre biçer. Zaman da bir külçe gibi duruyor önü­ müzde, yalnızca onuma ne yapacağımızı bilmiyoruz bu “Düş avcısı, şarlatan, nifak tohumu: Acı Z am anla. Çözülmesi gere­ ken “Şifre”dir. Maskelerle yüzleşmedir he­ deflenen. Başkalarının yaşadığının da far­ kına varılmıyor kimi zaman bellekler de yorulunca tarihin elinde. Öyle ya “Bir yan­ lış anlamalar zinciridir Zaman”. Düğüm çözülüyor mu acaba yavaş yavaş? “Nere­ de ne zaman başlıyor” bir kitaba Enis Ba­ tur? (Kim bilebilir bunu kendinden baş­ ka?) Yamt: “Başlangıcı sonra farkediyor galiba/in san: ilerlemiş bir hastalık gibidir şiir...imgeleminde yüzen/yüzler, kesitler, sanrtlarbırakıyorlaryerlerini/harflerin ve boşlukların, yarattığı pürüzlere.” “Hayat, Ölüm, Bellek” üçgeninden taşanların odaklandığı yer midir kitap: (Enis Ba­ tu r’un çalışkan kaleminden daha neler neler okuyacağız kim bilir!) “Bir başka K ü l D îvan1'a/kalmış olabilir bazı aykırı mevsim tohum lan:/Buruk şakrak bir M u­ citler Tarihi’yle yanyana gelsin/istediğim nihavent Dîvan Edebiyatı M üzesi şi­ iri,/.../ve ürkerek sakla.”İlığı “Bir Ölü ’nün Şiiri:’’ Bir ışık çakmasıdır, iumi bir ince sı­ zı gibi kendini büyüleyen ipeksi bir gö­ rüntü, bir kokunun kendine çekici okla- n yöneltmesi, bir sokağm büyüttüğü b ü ­ yülü sıkıntı şairi kitaba götüren yollardan biri olabilir. Yazarken tutturamadığı

(2)

*■ lara alışmak kolay mı ? Tıkanıklığı aşmak için gecede tutturulmayan kıvamı arama­ lar ömründen eksilir mi hiç? “Dilin ucun­ da dolaşan oynak,/uçarı bir gamze sesi sanki: Yakaladığı an/kaçırdığı ayar: işin burasına gelindi mi/biraz da çaput, büyü, muska tadı: Aranan. ” Kitaba yürüyordur yol durmadan. “Gri Divan" “Karantina"

şüriyle kapanıyor. Enis Batur, bir başka­ sının dünyasına gelir gibi eğiliyor kendi­ ne: “Yoruldu’ğunu, "durmadan kendi”si

“olmaktan, /k e n d i”sindeki “başkaların­ dan da. ” yorulduğunu yazsa da, kim gör­ dü yorulan bir Enis Batur’u?. O, yazar­ ken kendine “cinnet ve som sabır arası tahte/ravallı”Ast, “onca mahzun coşku" se­ linde, "tayf dehşet ve ışık” arasında du- yumsamıştır mudaka. Sonra “Simsiyah bir çölden, buzul m avi bir gökten ge- çıp,/ ıpekböceğı düşler”e “demir” atmıştır. Onun içine gömüldüğü şey “şeytansı de­ finedir.” Ünlü “Pasaport” şiirinde “GriDî-

vari’a ilişkin bilgiler bizi kitaba biraz da­ ha yaklaştırıyor: “Soyutlama dozu yüksek şiir anlayışından öykü/lem e dozu yüksek bir şiir anlayışına geçiş için ar/ka”sında,

“belli ölçüde güven duyduğu” "bir dene­ yim /deposu vardı”t “aslında”: “Pasa­ p o r tu n öyküsüne gelince: İstiklâl Cad­ desinin bir köşesinde seyyar bir sahafta görmüş Enis Batur’un dosdanndan biri

"Pasaportu. “1933’de Mısır Kıratlığı ta­ rafından verilen pasaportun sahibi 40‘lar­ da İstanbul’a gelmiş, sessiz bir yaşamın ardından” böylesi bir iz bırakır “Pasaport”

sahibi ve yıllar sonra Enis Batur’un şi­ irinde yeniden doğar. O, “ ‘Akrep Dö­ nencesinden baş/layıp ‘Fugue’ uzanan bir çizgi üzerinde hem an/latı tekniklerine başvurmuş, hem de ‘sahneleme’/y ö n te m ­ lerinden yararlan”mıştır. “Gene de, 'G ri/D îvan’ın şiirleri romanesk öğeler ve dramatik öğe/ler arasında yer yer” onu

“kıvrandıran denge sorun/lan”y\& yıllar­ ca uğraşır durur Enis Batur. O, o değil­ dir şiiri yazarken yazdığı onda biriken kendisi olduğu halde. Nice yaşamı, ayrın­ tıyı, görüntüyü şnrin öznesi olarak taşır­ ken, bir yandan da özneyi başkalarıyla paylaşmaya çalışır, başka hayatlara, baş­ ka geçmişlere, başka tarihlere emanet eder elindekilerle birlikte kendini. Şiir yazan o dur, şiiri oluşturan ise “öteki”dir. O ve öteki arasında gidip gelir Enis Ba­ tur’un kalemi, ömrü, sözciilderi, imgele­ ri, şiirleri, benliği, belleği.

"B ir üslup ekonomisi"

“G ri Divan” olarak vaftiz edilen kitap;

“Bir üslup ekonomisi”'dir: “mekân/sürat ilişkisi”Tİm şahlanışıdır: “dram atik/lirik”

şiirin tadında tanımıdır: “motor im dei”

biriken gövdeyi gövdeye teslim ediyor­ dur: Nesnelerin resmi geçididir: “1933- 1938 arası Orta D oğunun konjonktürel haritası"dır: Freud dozudur, “öte-metin”

tadıdır: Şiirlerin büyük bölümü “du-

r«wİarayaslanıyordur: “G riD îvan”, “en zor bitirilen kitap’’tır. Ama “Bir kitabı bi­ tirm ek zordur.”

Hangi kitap kendini hemen bitirtir ki?..

“G ri Dîvan”, “Seferi Dîvan”ı doğurur.

“G ri Dîvan” yazılırken atılır “Seferi Dî­ van”ın tohumları: "... ‘ Gri Dîvan’ın beşin­ de kurduğu”, “hazırladığı” “ikinci bir ki- tabın-bir üçüncüsü, belki bir dördüncüsü ile dahageniş bir zaman dilim i içinde ger­ çek boyutlarına oturacağını önce sezdiği”, “artık öngördüğü” “izlencenin yeni bölü­ münün-, ‘Seferi_Dîvariın çekirdek parça­ sı olacağı için. ” Öyleyse Enis Batur’un pe­ şinden çıkalım biz de “Seferi Dîvan”âaki büyülü, hummalı, efsunlu seferimize.:

“Brandenburg Kapısında”n girerek ara­ lıyoruz “Seferi Dîvan”m gizemli sayfala­ rını: Yolumuzun üstünde şekil değiştir­ miş, biraz hüzünlü, biraz alışılmadık, bi­ raz parçalanmış, didiklenmiş bir Avrupa haritasından kalanlar bizi burukça selâm­ lıyor: “Duvar taşları, sovyet ordusunun üniforma, postal/ve madalyaları, Deutsc­ he Grammophone’un taş plakları/ve bir­ kaç ay öncesine kadar geçerli olan sokak

tabelaları/ve kâğıt parala­ rı”. Tüm bu yıkımın, ha- ramenin ara­ sından geçip g i d i y o r u z . Y ü r ü r k e n karşılaştıkla­ rımıza gelin­ ce: “Kub-rick”in bir fil­ mini anımsa­ tan bir yapı, Reşat Ekrem

Koçuya bir gönderme, “bir İngiliz soylu­ sunun kaçamak aşkıyla/ Odessa’dan tek bavulla gelen kadının/intihan”; Berlin’de Savigny Platz’daki “E ntelektüel bir kah­ ve” & oturan bir adam; “SirBenjamin Le­ mis ve sevim li eşi/Lady Cynthia 1931’de satın ¿/"dıkları “Uçhisar’daki” ev. “Va­ rış" tır bu ne de olsa varılacağı yer kimi za­ man belli olmasa da, şaşırtmacalarla do­ lu olsa da öykünün kendisi. Kimi zaman insanlardan daha çok tanınır sokaklar, kentin pek ortalıkta görünmeyen kapalı yüzü; tarihin kol kanat gerdiği zar zor ayakta duran belleğinden çıkmaya garip

Î

jörünümler, imgeler, sesler, kokular... Yo- a çıkılınca insan sonunda kendini de bu­ lur, kendini de tanır kendisiyle buluşun­ ca, başbaşa kalınca kendine anlatacağı pek çok şeyi de olur: “İz”dir bu elbette izin alınmadan girilen yolun ucunda bek- leyipduran unutulmuş gibi aramızda ge­ zinip duran çekici gömüler: “çoktan kay­ bolmuş nişanelerle: beklenilen o meşhur

“mahşer”t ulaşılır ancak.

(Enis Batur’un ‘Beyaz Siyah’ bir günü merak edenler için kısa bir mola verelim burada: Çalışan, çalışkan bir şairin bir gününe düşen gölgelerin özeti ancak şöy­ le olabilir “Birazdan kalkıp kravatı”m bağ­ layacak "saat onda katılacağı” “bir iş top­ lantısı için./G ünün geri kalanını gelen gi­ denler, telefon/görüşmeleri, yazışmalar ile geçirece”k. “Akşam, Bilar’da Bilge Karasu üzerine/bir konuşma, uzun srmüş bir gü- nün/akşamı, sonra bir arkadaş yemeği ve/eve dönüş, dün gece bıraktığı” "yer­ den/Baltasar Gracian’ın ‘Sakınganlık Sa­ natı'm /okum ayı sürdürmek ya da sabah”

masasmda yazdıklarına "göz atmak-/böy­ le tamamlanacak, geçip, bir gün daha,/pa­ ramparça akışından sert” hayatının. Son­ ra, bugünde birikenler bir süre mayalan­ dıktan sonra şiirlerde kendilerine yer be­ ğenecekler!)

Oysa “D üm en” kırılacaktır yaşamın gö­ beğine, başka çare yoktur! “Mücadele Ç ıkm azı’nüA ömür geçirenlerin solgun fotoğraflarına denk düşen şu iki dize bir ‘İstanbul Hatırası’ gibi duruyor karşımız­ da: "Eskiden kalbi kırıldığı için ölen ka­ dınlar/varmış-bomboş zamanda içi dolan kü p ” dizesi de kendi şiriini bulacaktır gü­ nün birinde: Sonra o üstünde çok çalışıl­ mış “SeferiD îvan”m “canalıcı bir evresini simgeleyen” “Goethe E vi” şiiri çıkıvere­ cektir karşımıza hiç beklemediğimiz bir anda. Enis Batur, bu şiirin çatısmı çatar­ ken “D ante’nin ‘Vita N ova’sı” önüne dü­ şer, yol gösterir. Şair, peşini hiç bırakma­ yan şu soruyu soru­

yor kendine Goet- ne’nin evini gezer­ ken: “K im im öyley­ se ben? Çarptığım hangi camda/ hangi encâm, ne kadarı bi­ rinci tekil şahıs,/ ne kadarı benden içeri başkaları”, "Goethe Evi” şiirinin ana fik­ rini Johann Hein- rich Füssli’nin “Ka­ rabasan” (1782) tablosu oluşturu­ yor. (Şiirin izlediği yolu merak edenler

“Seyrüsefer D efte­ r i ” n d e (1997) ayrın­ tılı bir çem­ berin içinde b u lab ilirler kendilerini.) Ben, yalnızca şürin sonun­ daki şu yakı­ cı dizeye dik­ kat çekmek i s t i y o r u m : “K im im ben kimlerle yan­ yona bunca kimsesiz. ” Çoğul bir ortamın içinde yakı­ cı yalnızlığını yakınmadan öne çıkarıyor Goethe üzerinden Enis Batur. “Daha Son­ ra” sözünüşöyle sürdürüyor şair: “Ben hep böyle uzun uzun/bakıyorum fotoğraflara, ürperiyor/zamanın içinde derbeder dola- şan/zihnim ve tenim, inleyerek indi­ ğim /şim diki zaman sert bir sesle yırtılı­ yor.” Parçalayan zaman mı, parçalanan şair mi, yoksa tam tersi mi? “Fugue Sana­ tı üzerine çalış”ir “bir uzun kış”. Şiirlerin­ de onun için sıkça “fugue” göndermeler yer alıyor. Müzik ve resim Enis Batur’un nem üstünde sürekli düşündüğü, çokça yazdığı, hep etkilendiği, ufkunun çem­ berini sürekli genişlettiği olmazsa olmaz alanlar (Buradan “Acı Bilgi”ye (2000), ya­ ni “Fugue Sanatı Üzerine Bir Roman De­ nemesi” ne uzanmakolası elbette.) "Otel Odası, 1931” tarihin bağıma bir zıpkın gi­ bi saplı bir fotoğrafın, bir görüntünün, anılar yumağının, öyküsünü bulmasının müzesine kavuşmasının şiirde kendini yoklamasıdır. Şiir Edward H opper’in M adrid’deki Tnyssen-Bomemizsa Mü- zeis’nde asılı “O tel Odası, 1931” resimlin­ den yola çıkılarak yazıldığının da bilinme­ sinde yarar vardır: Tarihin bağrına dam­ layan hüzünler aralanırken hüznün ren­ gi koyulaştırılıyor tüm otel odalarına gön­ dermede bulunarak... "Düello”, Naba- kov’un Puşkin’in başyapıtı “Yevgeni One- gin”i İngilizceye çevirmesinin izinde yü­ rünürken kurulan şiirin çatısında yer alı­ yor “bir düellodur şiir. ” dizesi bir başka­ sının deneyiminden ödünç alınarak. “Bu zmana yenik bir başka zamanın görüntü ve sesleri” “Temmuz” da ayyuka çıkıyor- dur mudaka.

Gizli çekmecelerin tarihi Şu can alıcı soruyu bize mi, yoksa ken­ dine mi soruyor Enis Batur: “Şiirlerimi okurken aynı zamanda/uçuruma düşebi­ lir, /yıldırım yem işken dönebilir m iy­ dim/gerisin geri?" Sorunun yanıtı onun şiirini müdavimlerince biliniyordur sanı­ yorum. “Gidersem dönebilirim” diyorsa bir şair ardında evler, “daracık/bekârlıko- daları”, “Başkalaşım”ı yazdığı yer(ler) bı­ rakmış olmalı. Öyküler, öykücüklerle gı­ cıklanan, kurcalanan, ortaya dökülen, gü- nışığma çıkarılan, sergilenen gizli çekme­ celerin tarihi, gizi geziniyor apaçık Enis Batur’un şürlerinde. "Durmadan gecenin arkasına” bakan Enis Batur karanlıkların bağımdan söküp alıyor malzemesini, şi­ irinde ağırladığı biyografileri, kişilerin özel tarihini, gizlerini.

“Seferi D îvan”, “seferi" “damar”dır. “oyun-şiir serüveni”dâr. “anahtarın kavu- ruculuğuyla yüzyü- ze” olmadır:

“ev/yol/harita üç­ geni”’dir: “ait ol­ m a /o lm a m a /o la ­ mama merkezi” din: “harita/yol/kaybol- ma” centrum’udur da: peşinen “gez­

i n / seyyah /a y lâk utuplari'dvr. So­ nuç: “Tek bir ana­ tema: A sıl yeri ye­ rinde duramayış olanın şiirleri, "dır.

Sonra “Alaca Dî­ v a n la yüzyüze ge­ liyoruz. Hemen,

kitabın ilk şiiri “İçindekiler’le yüz yüze ge­ liyoruz sayfaları çevirirken: Bir kitabın betimlemesidir bize katılan, kılavuzluk eden bu şürden geriye kalan: “Kapak si­ yah sessiz olsun istiyorum/olmuyor: Adım , adı, logosu, ISBN/numarası ve be­ n i hep güldüren künyem .N e doğmadan önce yaptıklarım, ne de/öldükten sonra yapacaklarım hakkında/herhangi bir iz”.

Kitabın bildik düzeniyle sayfalar arasın­ daki yolumuzu sürdürürüz: “...Biriktiril­ miş boş/yüzlerin arkasında yanyarıya ör- tünmüş/hevesler, kırılgan hırslar, acı ve şüphe,/kan ve pıhtıdan soru işaretleri.” “uzun, uzaklara yayılan bir şimşek cümle­ si/kuruyor” “her şiirinde” Enis Batur. Her şey iki şiirin arasında gidip-geliyor sanki: Bir şiirden bir şiire geçerken kurulan köprüde ortaya çıkıyor dikkat edilmesi gereken. “Çelişkilerin,/ikilemlerin, kör­ düğümlerin ortasında kafasını/kaldırma­ dan geçtiği için hiçbirini görmemiş, / insan­ lar: Tanımadığı”, “görmediği” “insan­ lar ¡/kim senin tanışmadığı, görüşmediği, dokun madiği/yüzlerin ve gövdelerin ara­ sında birer duman tarihi. ” “Geçip gider”

içindekilerin içinden “dışındakiler/başka bir şaire başka bir dîvana doğru j ken ,” yol alırken: Kendiyle

da didişmesini hızım hiç kesmeden sür­ dürüyor Enis Batur: “öteki ben bendim belki, bu ben başkasıdır hep:” Öyle ya “Ba­ zı şeyler gider,/bazıları kalır. ” Peşinde “Ba­ zı Şeyler”i de sürükleyerek. Enis Batur şi­ irine bir başka gönderme, bir ipucu da

“Mastar”dan geliyor: Kendine uzaktan da, yakından da bakmayı hiç aksatmadı­ ğından “ters çevrilmiş dürbün”, diyor or­ taya koymaya çalıştıkları için. Aslında öy­ küyü “bulsa” da, “kursa” da işin içinde hem “kar”, hem “k e if’ olmalı, diye düşü­ nüyorum kimi zaman bunaltıcı gelse de yaşamın ortasında yer almak. Doğrusu da “Omurgayı kırıp gömmek, ayrıntıları gece teninde/yoklam ak, bütünü ken-

d/'riden “bile esirgemek-/şiirin kullana­ cağı her mastara yer etsin sustuğu” “ses, ol­ duğu” “gölge, tutup yitirdiği” “k ö k çekir­ dek.”: Şiir ordadır işte! Susulan yerde, kökün kökünde, çekirdeğin çekirdeğin­ de, mastarın mastarında, tenin gecesinde, gecenin gecesinde...Böylesi ancak “şim­ şek kavis” olarak yorumlanabilir, saptana­ bilir. Kendi şiirinin tutsağı mı Enis Batur? Bu soruya o da “Teğet” bir yanıt arıyor: Kendini yinelemekten her şair korkarsa, Enis Btur iki kat daha fazla korkar, çeki­ nir. Ama ortada “tehlikeye yakın komşu olm ak” da vardır. “Fantom Ağrı’la r yaşa­ tır şür insana içinde insanın tüm acılan, adan. A t­ layacak pe­ ki? “Kendiliğinden poetik olmayan bir/durum mu getirmelidir p eki şiir”? Ya­ nıtı Enis Batur şiirinin sıkı izleyicileri onun yazdıklarının arasından bulup çıka­ rabilirler. Uykunuz kaçınca gece, bir kamyon dolusu papağanın İstanbul so­ kaklarına dağılışındaki şüre, şiirsel öğeye takılmaz mı akimız? Ama şiir yakınlarda bir yerde kol geziyordur şairine ulaşmak için, kendini yazacak kalem arıyordur ge­ cenin bir saatinde. “Papağanlar, G ece’yı

yazan da çıkıyor işte, işin erbabı elbetet daha iyi bilir “Bütün motifler çok geç an­ lıyor/insanı” derse, çünkü “Yum ak”\ çöz­ mek bazen şiirseverlere de düşebilir “ağır havanın çizdiği düş haritasından”. Elinde

“cümleler” varsa, dikkat edin ona, hele

“arka”sında “keşmekeş günlerini/emziren ışıksız geceler uzuyor”sa, bütün o geçmiş

İ

are yatırılmışsa, ortaya çıkan dîvanlann üyüsü sarsmaz mı sizi de başkaları gibi? Yani “K ırk kaynaklı yankı kırıkları". Öy­ le ki “bir duvar öbürüne dayanmış, kör, sessiz.” Şiir ordan da boynunu uzatıyor. Hayat “Yarım Kalmış Bir A ntoloji” değil mi aslmda? Goethe ile Ahmet Haşim, Hesiodos, Mehmet Akif, Ahmet Rasim gerekiyorsa, metinler, şiirler, yazılar

isti-Î

orsa yanyana gelebilirler elbet. Mava- ovski, Şostakoviç, Meyerhold, Rodçen- ko 1929’da Moskova’da bir resim çektir-1

(3)

*• mislerse, bunu Enis Batur’un görmeme­ si düşünülebilir mi? Bu resim kend şiiri­ ni yazdırmaz mı ona? Şiir sürer kendi tar­ lasını ardında sorular da bırakır, yaşan­ mış, yaşanmamış “gamlı” göçmenlik duy­ gulan da, “nereye nereden” gidildiğinin gizini de. "iğneli/bir ıssızlık kap’ladı içi­ mi Stefan ile Eliza’nın hazin ölümlerinin derin öyküsü. Yves Bonnefoy öyle söyle­ miş ama kaç şaire denk düşüyor şu yakı­ cı söz: “insanın kendi şiirine bir başkasıy­ mış/gibi bakması neredeyse olanaksız”mı­ dır gerçekten? Bu şu mu demek, ‘insanın kendi yaşamına bir başkasıymış gibi bas­ ması neredeyse olanaksızdır’ ? Aklının bir köşesinde bu ağır sözle “Şiirin karşı ke­ fesinden/seslenen sessizliği görü’ yor Enis Batur “Alaca Dîvan”da da. Dünyasına, şiirine kaynaklık edenlere de selam ve saygılarını yollamayı ihmal etmiyor Enis Batur “Harita”sini oluşturduğu yolda: Halid Ziya, Reşat Nuri, Hüseyin Rah- mi’nin dışında “Yesari’den Suat Derviş”e

uzanan çizgide kitaplar dünyasında ken­ dine sağlam kaleler edinmesi hiç bitmiş midir Enis Batur’un? Bu da soru mu ya­ ni? Onun devirdiği, gördüğü, dokundu­ ğu, edindiği, peşine düştüğü kitabı say­ mak olası mı? O nun el aldığı ustalan bu kadar değil elbette; Cahit Külebi, Ahmet Kutsi Tecer, Ahmet Muhip Dıranas üç­ geninden Edip Cansever’le Behçet Ne- catigil’e odaklanması onun başyapıtları arasında yer alacak dîvanlanmn yolunu açmamış mıdır? “The Way They Live Now" şiiri onun yetişme, gelişme, bilgi­ lenme, “anafor”un göbeğine yerleşme, anarşist tavırlarla bezenme, geleceğe çen­ tik kertme döneminin yangınlı anılarını kavurup koyuyor peşine takılanların önüne.

Ayakta kalabilmek

Şiirleri üzerinde yolculuğumuzu yorul­ madan, merakın ateşini düşürmeden ge­ zinip dururken başka kitaplarına da gön­ dermelerde bulunuyor ya Enis Batur, iş­ te o kitapları da yanımıza almamız ge­ rektiğini anımsatıyor sanıyorum bu udu gezinin damakta bıraktığı tadı ölçmek is­ tercesine: Bir başına şiirimizdeki benzer­ sizliğini koruyan “Opera”ya (1996) çak­ şırken masasında “Horaius’un şiirleri”

duruyormuş, “kör bir yankı”dır yazgının kulağına fısıldadığı şiirlerine ilişkin. Ta­ rifidir çatışmaların ortasından yenik de olsa ayakta kalabilmeyi başaran. Kimi şa­ irlerin şiirleri zamanın sağır, kör, vurdum­ duymaz girdabından başarıyla geçergelir günümüze. H er yazılan tarihin bağrına çakılan bir çivi değil midir? Çivi paslanır­ sa, düşerse suç tarihte midir? Enis Batur bu konularda başkalarından daha fazla düşünmüş bir şairdir ki şiirlerinin çatısı­ nı hep sağlam çatmayı, zaman duvarına daha az toslamayı hedeflemiştir, bilen bi- kyor, gören görüyor bunu, bu durumu: Enis Batur’un bu konudaki düşünceleri­ ne kulak verelim mi şimdi de? . ..Bir elin­ le yaz öbürünle/kus, bu bölünmeye daya­ namaz bünye,/ben k i ikiye bölündüm hep.../bir etimle yazıp ötekiyle silerken de/bir elimle yazıp ötekiyle de yazar­ ken/nereden bakılırsa gene de bütündüm "

onca yapıt, onca emek boşuna mı okurun önünde kuyruğa giriyor bunca yıl? Enis Batur’u sessizce dinlemeyi sürdürüyo­ ruz:

“...Karşımda geçm ek/istem ediğim bir köprü, içinde/sönaürmek istemediğim bir ateş,” Bu ortamda şiirlerindeki insanla­ rın, öykülerin, olayların, düşlerin hiçbi­ rinin doğru olmadığını söylese de, o, kur­ maca metin/şiirler okurun belleğindeki

f

erçekçikk yerine oturalı kaç yıl oldu. iurmacanm da gerçekle dirsek teması yok mu yani? Ama bilinen hiç mi bir şey yok yazdıklarında? Kerim Sadi’nin “par- makizi", Hikmet Kıvılcımlı’nın “gözlük­ leri”, ressam “M ihri hanımın yorgun pa­ leti", “Cari Berger’in keman” yayı, “Salih Z e k i’nin pergeli, /R esneli Niyazi’nin tü­ fe k kayışı” '“Şeyh’in özel nota sehpası", "Ahmet E k e n in ” "Galata H anı”, “Hüse­

yin R A h m i’nin” "yün şişeleri”, “C e m in ” “ağızlığı”, tarihçi Mahmut Kemal îbnüle- min’in “sahici hayaletinin yatımda daha pek çok ince ayrıntı onun dîvanlarını bes­ leyen çanakçı imgeler, görünümler, fotoğ­ raflar, izler, yankılar olarak şiirlerinde yu­ valanmış okurla dertleşiyorlar. Bunca yo­ rulmaz detayın arasında "Vasiyet”ine de vakit ayırıyor Enis Batur: “H âlâkitap oku­ nuyorsa ve basılıyorsa/hâlâ yazdıklarım: elindeki kitaptan/göreceğim yanlış kurul­ muş bütünlüğüm/doğru bırakılmış bir ek­ sikten beni/o halimle o an acıtm asın” O, beğenmediği “evreni yeniden" kurma yo­ lunda eline ne geçtiyse kullanmıştır şiirin­ de, yazdıklarında. “Odadaki” “İ k i kişi”dir aslında Enis Batur: “birini artık/hep oda”sm da bırakır, öteki “kalır”, “Dışar- da”dır. “beyaz maskeler,/şaşkın neşe, rüz­ gâr gibi geç”iyor şiir dünyamızdan. Bir ya­ nıyla kenefini zor frenleyen, bir yanıyla atı­ lımı engelleyen, durmadan kendisiyle di­ dişerek, kendine engel olmak isteyen ken­ dinin elinden sıyrılarak yol alıyor şiirimiz­ de, yazın dünyamızda. Bir itiraf daha on­ dan: “kendinden kopa kopa, “uzaktaki bir noktaya doğru” çekile çekile, içinden “ge­ çen ekseni” yoklaya yoldaya varıyor hedef­ lediği hedefin zirvesine.

“Alaca Dîvan”, düş/kurmaca/harita sa­ cayağında hayata teğet ömürlerin izidir; izinsiz girilen gizemdir; tarihteki oyun, oyundaki tarihtir; biyografilerdeki sökük­

ler, söküklerdeki biyografilerdir; vasiyeti sağlam zemindir; kitapla yoğrulu kitaptır; ‘alaca’ düş, ‘alaca’ yükseliştir.

Enis Batur şiirin bir başka durağı “Ba­ rok D îva n la sürdürüyoruz turumuzu ta­ rihin, parçalanmış hayatların, kırgın yü­ reklerin en dibine: “A rs”ın dizelerinden elini ateşten hiç çekmeyen bir şairle karşı karşıya olduğumuzu bir kez daha gösteri­ yor bize: “İşte arz işte talep”, işte “kâse”ü n ­ de toplananlar. O, işine sadık bir “k u l”dur, ayrıca işinin “su lta n id ir da. Yaptığı hep en iyi yapmaya çalışan Enis Batur a cuk oturuyor “k u l’l v k da,”sultan’lds. da. Me­ rakının peşine takılınca insan, ‘gör başına neler gelir’ dense de merak, aslında “Kö­ türüm duygular kuyusu!”dur. “firâri bir

«Cin sarıp sarmaladığı şiire ulaşmanın bir yolu da meraktan geçmez mi şairin "Ça­ dır" ma ulaşmak için? Yatılı okul düşlerin, geçmişin penceresinden apansız giriverir çadır madır dinlemeden; Demokrat Par- ti’nin ileri gelenlerinin mahkemelerini ço­ cuk gözüyle, kulağıyla izleme/dinleme dö­ neminin ardından idam kararları da tari­ he imza atarken, kendi iskemlesine vuran politikacıların ipte sallanışını okur d ha­ yal edebilir bir şiirin dizeleıinde. Boğdu­ rulan padişah kardeşleri “Cülüs”a hizmet eder mi? Yıldırım Beyazıt, Aksak Timur arasından da şiir çıkar elbette. Fatin Rüş­ tü, başlıbaşına bir tarih, öyleyse şiir vardır arkasında. Sarayın “müezzinbaşı”

kandır-macasma dayanamayıp Hacı Kirâmi Efendinin kendini bahçedeki dut ağacı­ na asması dağlan da hüzne boğmuş olma­ lı. “1910”da denize atılan binlerce köpe­ ğin ağlayışını kim anımsayacak şimdi? Halil Faiz Efendi’den şu iki dize günümü­ ze dek gelmiş: “inci gibi dizermiş taştan sert kelimeleri tutup yumuşatarak", bir kış gecesi neden kenefini öldürdüğü bâlâ an­ laşılamamış olsa da; “Kirişbane”de, baba­ sının yanında kimsenin göremediği şiiri­ ni yazıp dururmuş yıllardır. Lavta ustası Hristaki kemençe üstadı Vasili’nin ölü­ münün ardından, “onbeş ağustos gecesi, bindokuzyüzondört,” “evinin en üstkatın- dan/bırakmış gödeşini sivri bahçe parmak­ lıklarına”, “ağzında son, karağâr şarkı ”ç

İntiharların ardında yatan büyülü soru­ nun peşine ustaca takılıyor Enis Batur.

“A tta r’la Konuşma”dan kim kazançlı çı­ kıyor, diye sormaya gerek var mı? “dîva­ ne dîvan”m sesi nereden gelecek Attar’m sesi, gizi, eli olmadan? “İz” sürmeyi sür­ dürürken “doğrulanmış hiçbir şey/ Tarih için yitm iş sayılmaz”, diyen Walter Ben- jamin’in ardında bıraktıklarıyla karşılaş­ mamak olur mu? Şairin işi, tarihin sileme­ diklerini, “Onları boşlukta boşluğa oyup susmak” değil midir? Kim biliyor şimdi

“Dört roman yazmış Süreyya M ehm et Bey”in yazdıklarını, “nerede Küller/şimdi neredeler?” Kazığa çakılma tekniği tüyle­ ri ürpertecek denli görsel, ama şiirde

onun da yeri var! Konar göçerler mi, göç­ menler mi ardlarında bırakarak tarihleri­ ni bir başka tarihin içinde yeniden yarat­ mak için kendilerini aşarlarken çölü, son yolcu yolda son nefesini verince “ağır bir ko ku kap”lar “bütün k e n ti.” “Sema” da toplanır, bir belleğin “im gelem ende “En güçlü belgeler", güçlü sonsuz falların ka­ pıları hep açık kalır yazgının uzattığı bo­ yuna. Hangi şairin serveti değil lu şiiri Enis Batur’un olmasın! “Güneşe yaz”sa

“sönecek/bir gün, geceye y az s a “yıldızla­ rın arasında/nokta, virgül, soru işareti: Ka­ ranlık cam gibidir,/parlar ve kırılır diyor”

içinden “karanlık bir ses-/bir tek susku ka­ lıyor elin"de, bir de tek “Servet”! “Kaska­ tı alfabe”si. Bununla açtığı “Perde’l er zin­ cirinde “rivâyet’le ı, kayıp “Elyazmalart”, “giz dolu taş’lar, “şüpheler arasmd sürdü­ rülen gezginlik, “Salıncak”ta “bocalayan bir göç”, öyle ya “ölüm ve dirim, biri açık, öbürü kapalı/iki hece.” de düğümlenmiş her şey; Enis Batur bu şiirleri yazmasay- dı kim anımsayacaktı “bir vakitler yaşa­ mış, işe koşmuş efsane”y\? Bu şiirleri yaz­ dığı zaman “kırkiki” yaşındadır Enis Ba­ tur. “kestirdiği sikken in /b ir yüzünde”ki

“silahlan" şunlardır: “Papirüs, tüy ve m ü­ rekkep”. Silckenin öteki yüzünde “kefele­ ri denk/bir terazi” vardır. Onun dilinde

“mutlaka bir protesto” mührü hazır bek- liyordur ne olur ne olmaz, diye diye! “Bir Gırnate Efsanesi” de olabilir, “Mala­

ğa’da’l d “Güneş”in batışı da, “Sökülmüş, Tamamlanmış, Uç Taşyazısı” da “Digenis”

şiiri de, değil mi “B a ro kD îva n in içinde­ yiz, şiirin tam göbeğinde! O göbekte eğer Octavio Paz “Beyaz” demişse, siz Mallar- me’nin “Beyaz” adlı simsiyah şiirini anla­ yacaksınız. Hangi renk olursa olsun “bir tek kırlangıç/getirmez!''miş bahan, biliyor muydunuz? “başlangıç/bütünün yansın­ dan çoktur.”, öyleyse “ana işleri” de “yan işler besler” tarihin bağrına daldınp elini sür çıkarmak için. Kimi zaman kendisi bilge gibi şürinde varlığım sezdiren, kimi de bir başka bügenin bilgeliklerini akta­ ran Enis Batur, Roma dönemi şairlerinin anlatım katma yükseliyor “Barok Dî­ van” daki şiirlerini. Bu kitapta “Yaklaşık bin yıllık bir zaman diliminde” gezdiriyor bizi Enis Batur: “M Ö 650 ile M S 350 ara­ sı”. Şöyle de diyebiliriz, “Toz”unu alıyor Enis Batur şürleriyle tarihin, efsanelerin, destanların, izlerin: Anadilinin ona “sun­ duğu müebbedisuskudan başka” gideceği bir başka yurdu yok onun. “Bir ail" kur­ muş ki Enis Batur, “içinden çıkamazsın”,

öyle sarıp sarmalar okuru:

“Barok Dîvan”, “Greko-Latin parçala-

n"dır: Bir dönemeçtir: “Rivayeti gerçekten ayıran çizgi”Air.

(Peki Goethe’nin “Batı-Doğu Dîvan”!y- la (1819” benzerliği var mı Enis Batur’un

“Doğu-Batı D îvaninin? H er şey 1812’de Viyanalı Doğubilimci Toseph von Ham- m er’in îranh şair H aiız’ın (1320-1389)

“Hafız Dîvanı”m Almancaya çevirmesiy­ le başlıyor ve bu büyük ‘dîvan’ büyük şa­ irin gözlerini açtığı gibi, bakışlarının Do- ğu’ya yönelmesini de sağlıyor. Goethe, 1814 ilkyazında okuyor bu çeviriyi. Aynı yılın haziran ayında yazıyor divanının ik şürini. 1914 sonyazına dek süren Rhein- Main gezisi sırasında yazmayı sürdürür divanın şürlerini. Bir ‘seyahatnâme’ özel­ liği de taşıyan “Batı-Doğu Dîvanı”nda yer alan şiirlerin ana kaynağını Marianne von Willemere karşı beslenen duygular oluş­ turuyor. Şiirdeki ‘Suleika’ figürü, Mari­ anne, ‘Hatem ’ ise Goethe’nin kendisidir. On iki bölüm lük “Batı-Doğu Dîvanı” Ba­ tı ve Doğu dinleri, şairlik uğraşı, duygu ve sezgiler, yaşam deneyleri, insanın yapağı hatalar, dünya nimetleri, bir kadına duyu­ lan derin sevgi ve konulan ele alır.

’'Dram atik Ş iirle r"

Peki Enis Batur’un "Doğu-Batı Dîva-

«z”yla G oethe’nin “Batı-Doğu DîvanT’m

karşılaşürmak doğru mu? Bence böyle bir karşılaştırmaya gerek yok. O rtada bir esinlenme var, o kadar! Enis Batur, tarih­ ten, hayatın bağrından, kitaplardan, bel­ gelerden, nesnelerden, objelerden, anılar­ dan, fotoğraflardan, mektuplardan, gö­ rüntülerden, kendinden, biyografilerden, ölümlerden, intiharlardan, gezilerden, unutulmaz aşklardan söküp alıyor şürle­ rini ve dört dîvanın omurgasını “gizil ro­ m anesk” bir yapıya oturtuyor. Enis Batur, Türk şürinde üstünde çok fazla çalışılmış (8 yıl), tüm ince ayarlan, tüm bıçaksırtı dengeleri iyi ayarlanmış benzersiz bir ya­ pıt, çaıpıcı “Dramatik Şiirler" sunuyor şi- irseverlere “Doğu-Batı Dîvanı”yla.)

“Barok Dîvan”m son şüri “Kıyamet Su­ re siy le kapatıyorum “Doğu-Batı Dîva­ n i n i n kapağım: “Git, meleğin tuttuğu k i­ tabı al/ve yu t onu: Ağzında bal tadı/bıra- kacak önce, içinde ağrılar,/kıvranacakstn sana yerleşen/harfler, heceler, cümlelerle- / geçmişse hakikat kanına, tohum /tutm uş­ sa organlarında/ Gövden/için yepyeni bir çekirdek, acı/bir meyve, sarmaşık ve sü­ rekli/bir yükseliş: Hayat böyle erir, yavaş yavaş açılır önündeki/siyah üstüne siyah ufuktan/daha da siyah ötesi: git,/meleğin tuttuğu kitabı al.”

“meleğin tuttuğu kitabı al”maya gidiyo­ rum:

Kitabın adı:

“Doğu-Batı D îva n i. . ■

“Doğu-Baö Dîvanı”/ Enis B atur/ Şiir/ Yapı Kredi Yayınlan/ Mart 1997/ İstan­ b u l/ 289 s.

S A Y F A 1 0 C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I 6 0 4

İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

備急千金要方 肺臟方 -積氣第五 原文

Buna karfl›l›k baflka baz› uzmanlar da, daha önce keflfedilen re- simli ma¤aralarda insan kemiklerine rastlanmad›¤›n›, ayr›ca yeni keflfedilen ma¤aradaki iskeletler-

Şeyh Mehmed el-Cudi Efendi (Atpazari'nin en büyük oğlu olup vefatı üzerine İstanbul'daki makamına halife ·oldu. Babasının vefatında 18 ya§ın­ daydı), Seyyid

Abdülhaınid'in oğlu olan Osnıanlı Şehzadesi Mehmed Selim Efendi'nin Beyrut'un sahil kasabası olan Cünye'deki sarayında bulunan ki­ taplığından çıkmıştır.

Amacım, birbiriyle ay­ nı düzlemde buluşma şansı olmayan ya da doğada, güncel yaşamda yan yana gör­ me şansımız olmayan ayrıntıları yan yana getirmek?. Herhangi bir

Bu çalışmada belirlenen değerler (dikey sapmanın en yüksek mutlak değeri 4°, ortanca değeri kadınlarda 2° ve erkeklerde 2,5°) sağlıklı Türk genç erişkinler için

Bulgular: Formaldehit uygulanan sıçanlarda GSH-Px, SOD, CAT, XO ve MDA düzeylerinde kontrol grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı bir artışın olduğu tespit

Orada, büyük idare adamı ve askerin ya­ nında, büyük ilim adamı Türk milletine lâyık şerefli başarılardan sonra, yan yana yatıyor­