Yolculuk yapmayı seven,
günümüzün kendi ölçü
lerinde önemli gezgin
lerinden biri olan, gezdiği
gördüğü yerleri ‘seyahnâmel-
e r’iyle de yazıya , gözleme
döken Enis Batur, “Grî Dî
van" m ilk şiiri “Sandık”ta “Bir
kutu dolusu anahtarla çıkıyor
şiirsel yolculuğa. Bu anahtar
larla flu tarihlerin, sararmış
fotoğrafların, buruk aşkların,
günbatımı yalnızlıkların, düş
kırıklıklarının, unutulmamış
anıların kapısını açıyor bize.
GÜLTEKİN EMRE
E
nis Batur’un (1997), “Dramatik Şiirler”“Doğu-Batı D ivanı” (1988- 1996) başlığı altında “G ri D îvan”, “SeferiDîvan”, “Alaca Dîvan”, “Barok Dî van” dan oluşuyor.“G rîD îvan” (ilk basım, 1990) Gülten Akın’ın o unutulmaz iki dizesiyle açılıyor:
A h, kimselerin va kti yok/ Durup ince şeyleri anlamaya”. Enis Batur, bize, şiir lerinde “ince” şeylere yer vereceğini, bi zi benzersiz dünyalar içine çekeceğini sezdiriyor bu iki dizeyle.
Yolculuk yapmayı seven, günümüzün kendi ölçülerinde önemli gezginlerinden biri olan, gezdiği gördüğü yerleri “seyah- nâmeler”'vjte. de yazıya , gözleme döken Enis Batur, “G ri D îvan”m ilk şiiri “San d ık ” ta “ Bir kutu dolusu anahtarla çıkıyor şiirsel yolculuğa. Bu anahtarlarla flu ta rihlerin, sararmış fotoğrafların, buruk aşkların, günbatımı yalnızlıkların, düş kı- | aklıklarının, unutulmamış anıların kapı sını açıyor bize. O, kapıların ardından unutulmaz görüntüler getirecek gözümü zün önüne. Sonra da tükenmiş umutlar la, “terkediliş”[e rle, “kaybetme ve kaybol ma” duygulanyîa tanıştıracak bizi. G er çekleşmemiş karabasan düşlere, “içimi- ze/kazınm ış yolculuklar”m boşluğuna dikkatimizi çekecek.
Yaşam umutsuz değildir Yaşam tümüyle de yaşanmaz değil, he le hele umutsuz hiç değildir; “Herkesin hayatında/içindekileri unuttuğu, um du ğu, /bambaşka kutularda aranacak/eşya, söz ve Başlangıç”lann “telâşla” “ora dan/oraya” savmluşa tanıklık etmesi, “k ı rık/dökük eşyaları” çağrıştıran yüzler ga lerisinin büyülü ormanı da şürin ana da marına damgasını vurabilsin hem de “kö künden” tutunulabilirse “k ü l” olunacak
“sert/bir dönemeçten” umudun kesilme diğini dünyaya ilan ederek. Kişisel, top lumsal “Yangın'lar, hani nasıl derler, “Bü yük, ciddi bir prova gibi geçti” “hayatın içinden”. Nice badireler atlatmış, nice maratonlardan yüzünün akıyla çıkmış
“Zalim Bellek”, “geri dönmeyeceğini bil- diği/yolu ka t” ecup gider belirsizliklere
“geceye ilerleyen o telâşlı akrep’le birlik te. Kendince “G ri Tavırlar” takınarak ömür boyu “içinden avladığı/gizli anlam lar, kırılgan alayın örttüğü aerin/yara” so nunu ölüme bağlasa da, öyle ya “sinsi bir tuzaktır hayat:/Tarihler ve şehirler, insan isimleri”. İnsanın “Anlaşılmazdığıtartışı lıyor daha, kesin yargıların kolaycılığına düşme pahasına genellemelere gidilirse de sık sık. Bir kent: Hepimizin yaşamın da unutamadığımız kentler vardır:
Prag’sa, tarih de “73” ise, şairin belli bir mesafeden gözlemlerini didikleyişi, el bette şürin altın terazisinde tartılacaktır:
“Bütün o hikâyeler yüzler,/bütün o sesler ve anadiline bile aykırı h ü zü n / kafiyeleri”
insanın yüreğine çelişkili elmas küller ser perse, o kentin bağrına bir tutam tarih bı rakılması doğaldır. Yani Puşkin’in sah neye girmesini dört gözle bekleyecek ya şa gerinişiz demektir “Pugaçev Tarihiyle
t ? '
E nis Batu
Y .... ... — -.
t
dan bir kavşak kitap
I
Dj9!
9 !
?
1
B
alü
9İİV
ar
II
haşır neşir oluyorsak, “kör an- laşmazlık’Tann tarihinden el uzatır Yahya Kemal, Kavafis, Eliot, Pound, Kemal Tahir, Solzenitsin, Georges Duby:
“herkes kendi halinde yaşayıp gitseydi/ şiir zamana giydirilen kaba kuralları altüst/edem ezdi asla:” “meczûb” bir tarihle kü se barışa yaşayıp gidiyoruz ka ba saba da olsa, incelikleri ara
yıp bularak. “Sorulsa, bütün sorular ağır’
gelir dışta “Kalan”a “Sağır ve tetikte” bir yalnızlığı seçeli, kendimize başka türlü çekidüzen gerektiğini hepimiz biraz da ha fazla kavradık sanki. “Fotoğrafların “böyle bir hikâye”ye, yani tarihin bağrına durmadan dalıp çıkan, gereksinmeleri var mıdır, bilemem. Onlardaki “umudun ve arayışın” sınırına kolay kolay girilemez, ıkü “gerçekle “kurmaca” arasında me- dokunduğunu bilmeyen var mı? Üs-elik “Ç ocukluk arkadaşları ile yeniden raşka bir hayatı paylaşabilir m ı insan?”
•ieden olmasın, diyenler de olabilir,
so-a kelim elerde bezeli,
tığı: Uydurulmuş benzetilmiş, görülmüş de olabilir böylesi bir yüz: Hangimizin içinde “durmadan” “zonklayan” bir “Bü yükbaba” motifi gezinip durmuyor ki? Kimi zaman bir "Balkan” bazı şeylerin çözülüşüne bir insandan daha fazla kat kıda bulunabilir: “Tarih ve Zam an” “Ha yat ve Ö lüm ” arasında “saçma” bir gel-git olsa da yaşamlardan geride kalanlar. Bu durumun rengi “Akşam dan geceye dönen
gökyüzüne/devrilmiş büyük bir mürekkep şişesi”ni gözünüzün önüne getirin, işte o renk! Yaşa mın göbeğinde yer alan “Bir Baş ka Acı Hikâye" diyebileceğimiz öyle çok mahlzeme var ki, dibe indikçe insanın şaşkınlığı artmaz da ne olur onca yaşanmış olayın
“taşkın”ca yaşamımızı “em i”fi
karşısında Sevilmekten yorgun düşmüş
aşklar resmi geçidinde bir uçtan bir uca sürüklenmez mi insan? Kim unutabilir kimi kahramanlann “k il beyaz yüzünde”
beliren “sa f sancı yi? Ne de olsa yaşam
“m ühür”¿.üt kimi ilişkilerin gizli çekme cesi için, hem de “akik mühür"; yani “ge celeri ince duvardan/ sızan barok” “zama nın ortasında ağır çekül”. Bu da yaşamı mıza kimi zaman ağır gelen, kimi zaman acımızı sağaltan, ama hep yarım kalmış o
“Bitmemiş senfonideri çağrıştırmaz mı?
“actnm kertesi” mertebesine ermiş “sessiz liğin kutsanmış/deliliği”rideki rolünü ku sursuz oynayan biri gibi değil midir ha yat?. Sonra sıra “Pasaport"a gelir. Herke sin yaşamanda bir pasaportu yoksa da, bir pasaport öyküsüne kulak verenimiz mudaka vardır. Pasaport sözcüğü kişiye uzak düşler kurdurur uzakta yeşerecek. Kimi görüntülerle “geçmişin/sınırlı bir di lim i durmadan içiçe geçiyor”¿ot farkında
olmadan, “kelimeler ve birkaç işaret” gö rüntülere yardıma geliyordur yanıp kav- rumuş yılların içinden. Çoğunluk "göç men gövde” “kendine ttkabasa kilitli” bir yabancıdır yeryüzünde “peçeli kırk gece ye” ağan. O, nasıl olsa “ıs s ız b in ’dlırhep.
Durmadan yinelediği bir dize dizginlene- mez bir aryaya dönüşür içinin girdabın da: "Kendinle gel, kendinde kal, günü gel di, git. ” Göç, niç farkına varılmadan bir kurtuluş yıkımına da fatura çıkabilir:
“yanlış kabarmış” duygulara gönderme de yapabilir, “Sabırlı cankurtaran”a ¿a, “atak külhan damar dana erken çatlamasına da. Geme gelmez “Yokuş Aşağı” bir yaşam şöyle betimlemek yanlış olmaz sanınm:
“kelimelerin yerlerini düzeltip bırikist- ni/değişti”rince “ortaya çıkan cümle”; “acı ıslık’da kurulan derin bağ! “uzun yalnız- lık”m “ışık, k ıl ve duvar’uu aşmış, kendi ne “acımasız program” uygulamış, “çılgın ca” dönen “kaskatı zaman çarkları”na dünyasını siper ederek, “Düş gücünün bi- ley tep/'hdakileri “Arka Pencere”¿en gör dükleriyle birlikte sunuyor Enis Banır. O, yazdıklarında “eşyanın kekre kökünü ” or taya çıkarıyor, sonra “porselan fincanlar da” eşelenen geçmiş düşlerin peşine dü şüyor. Şiirlerinde 'Toz’unu alıyor tarihin. Sürgünlüklerin, sürülmelerin yıllar sonra perdesini de aralıyor dizeleriyle; kimi bi linen, kimi bilinmeyen tarihlerin, yüzle rin, biyografilerin, yaşamların, anıların, öykülerin, umutların, kırgınlıkların pe şinde başka tarihlere göndermeler yapı yor, günümüzde, yanımızda onlara da yer açıyor, unutulmaz kılıyor pastel görüntü leri, sesleri, imgeleri: “Burlington çoraplar, Edinburgh porseleni/fincandan ilk sabah çayı, erkenden garip/piyano zevkleri, her- şeyi seçip ayıkladığım /yıllar” Bir öykü böyle başlarsa arkasmı merak etmez mi siniz? Üstelik son sevgilisine “Farsça dî van” yazmaya da kalkmışsa “Y üksek ve/orta sın ıf seçkinlerin” ¿en biri. Sonra, küçük bir yorumla biten bir şiirde ortaya çıkıyor sonuç: ‘'..Bu/ülkenin unutulmuş unutkan kelimeleriyle yaşadım-aynı ha yattan geçip giderken siz. ” “A yna”dan yan sıyan bir yaşamın skandallarla, davalarla, umutsuz aşklarla, takınılan tuhaf tavırlar la bir yere dek gelen öyküsünün demle- nişine tanıklık ediyoruz. İşte bir şiire can, kan, nefes, ruh veren bit pazarından bir
“PazarSıkıntısı”na da eşlik eden nesneler panayırı: “Sedef düğmeler, hasırlı radyola rın iç./organları içre Florida’da bir otel- den/hatıra pirinç sigara tablası, kim in di/bu gözlük, bu sabrı artık dinmiş elin/çe virdiği/ çevirdiği kehribar teşbihte durmuş saat?”. Gerçekten de öyledir; herkesle ko nuşuruz da kendimizde susarız nedense. Vakitle uyuşamadığımızdan mı, her şeyin eksik oluşundan mı, unutulmayan ayrın tılar senfonisi mi, “sonsuz labirentin” gizi mi, bizi, zamanla didişmeye itiyor? H er kes kendi karanlığını kendine göre biçer. Zaman da bir külçe gibi duruyor önü müzde, yalnızca onuma ne yapacağımızı bilmiyoruz bu “Düş avcısı, şarlatan, nifak tohumu: Acı Z am anla. Çözülmesi gere ken “Şifre”dir. Maskelerle yüzleşmedir he deflenen. Başkalarının yaşadığının da far kına varılmıyor kimi zaman bellekler de yorulunca tarihin elinde. Öyle ya “Bir yan lış anlamalar zinciridir Zaman”. Düğüm çözülüyor mu acaba yavaş yavaş? “Nere de ne zaman başlıyor” bir kitaba Enis Ba tur? (Kim bilebilir bunu kendinden baş ka?) Yamt: “Başlangıcı sonra farkediyor galiba/in san: ilerlemiş bir hastalık gibidir şiir...imgeleminde yüzen/yüzler, kesitler, sanrtlarbırakıyorlaryerlerini/harflerin ve boşlukların, yarattığı pürüzlere.” “Hayat, Ölüm, Bellek” üçgeninden taşanların odaklandığı yer midir kitap: (Enis Ba tu r’un çalışkan kaleminden daha neler neler okuyacağız kim bilir!) “Bir başka K ü l D îvan1'a/kalmış olabilir bazı aykırı mevsim tohum lan:/Buruk şakrak bir M u citler Tarihi’yle yanyana gelsin/istediğim nihavent Dîvan Edebiyatı M üzesi şi iri,/.../ve ürkerek sakla.”İlığı “Bir Ölü ’nün Şiiri:’’ Bir ışık çakmasıdır, iumi bir ince sı zı gibi kendini büyüleyen ipeksi bir gö rüntü, bir kokunun kendine çekici okla- n yöneltmesi, bir sokağm büyüttüğü b ü yülü sıkıntı şairi kitaba götüren yollardan biri olabilir. Yazarken tutturamadığı
*■ lara alışmak kolay mı ? Tıkanıklığı aşmak için gecede tutturulmayan kıvamı arama lar ömründen eksilir mi hiç? “Dilin ucun da dolaşan oynak,/uçarı bir gamze sesi sanki: Yakaladığı an/kaçırdığı ayar: işin burasına gelindi mi/biraz da çaput, büyü, muska tadı: Aranan. ” Kitaba yürüyordur yol durmadan. “Gri Divan" “Karantina"
şüriyle kapanıyor. Enis Batur, bir başka sının dünyasına gelir gibi eğiliyor kendi ne: “Yoruldu’ğunu, "durmadan kendi”si
“olmaktan, /k e n d i”sindeki “başkaların dan da. ” yorulduğunu yazsa da, kim gör dü yorulan bir Enis Batur’u?. O, yazar ken kendine “cinnet ve som sabır arası tahte/ravallı”Ast, “onca mahzun coşku" se linde, "tayf dehşet ve ışık” arasında du- yumsamıştır mudaka. Sonra “Simsiyah bir çölden, buzul m avi bir gökten ge- çıp,/ ıpekböceğı düşler”e “demir” atmıştır. Onun içine gömüldüğü şey “şeytansı de finedir.” Ünlü “Pasaport” şiirinde “GriDî-
vari’a ilişkin bilgiler bizi kitaba biraz da ha yaklaştırıyor: “Soyutlama dozu yüksek şiir anlayışından öykü/lem e dozu yüksek bir şiir anlayışına geçiş için ar/ka”sında,
“belli ölçüde güven duyduğu” "bir dene yim /deposu vardı”t “aslında”: “Pasa p o r tu n öyküsüne gelince: İstiklâl Cad desinin bir köşesinde seyyar bir sahafta görmüş Enis Batur’un dosdanndan biri
"Pasaportu. “1933’de Mısır Kıratlığı ta rafından verilen pasaportun sahibi 40‘lar da İstanbul’a gelmiş, sessiz bir yaşamın ardından” böylesi bir iz bırakır “Pasaport”
sahibi ve yıllar sonra Enis Batur’un şi irinde yeniden doğar. O, “ ‘Akrep Dö nencesinden baş/layıp ‘Fugue’ uzanan bir çizgi üzerinde hem an/latı tekniklerine başvurmuş, hem de ‘sahneleme’/y ö n te m lerinden yararlan”mıştır. “Gene de, 'G ri/D îvan’ın şiirleri romanesk öğeler ve dramatik öğe/ler arasında yer yer” onu
“kıvrandıran denge sorun/lan”y\& yıllar ca uğraşır durur Enis Batur. O, o değil dir şiiri yazarken yazdığı onda biriken kendisi olduğu halde. Nice yaşamı, ayrın tıyı, görüntüyü şnrin öznesi olarak taşır ken, bir yandan da özneyi başkalarıyla paylaşmaya çalışır, başka hayatlara, baş ka geçmişlere, başka tarihlere emanet eder elindekilerle birlikte kendini. Şiir yazan o dur, şiiri oluşturan ise “öteki”dir. O ve öteki arasında gidip gelir Enis Ba tur’un kalemi, ömrü, sözciilderi, imgele ri, şiirleri, benliği, belleği.
"B ir üslup ekonomisi"
“G ri Divan” olarak vaftiz edilen kitap;
“Bir üslup ekonomisi”'dir: “mekân/sürat ilişkisi”Tİm şahlanışıdır: “dram atik/lirik”
şiirin tadında tanımıdır: “motor im dei”
biriken gövdeyi gövdeye teslim ediyor dur: Nesnelerin resmi geçididir: “1933- 1938 arası Orta D oğunun konjonktürel haritası"dır: Freud dozudur, “öte-metin”
tadıdır: Şiirlerin büyük bölümü “du-
r«wİarayaslanıyordur: “G riD îvan”, “en zor bitirilen kitap’’tır. Ama “Bir kitabı bi tirm ek zordur.”
Hangi kitap kendini hemen bitirtir ki?..
“G ri Dîvan”, “Seferi Dîvan”ı doğurur.
“G ri Dîvan” yazılırken atılır “Seferi Dî van”ın tohumları: "... ‘ Gri Dîvan’ın beşin de kurduğu”, “hazırladığı” “ikinci bir ki- tabın-bir üçüncüsü, belki bir dördüncüsü ile dahageniş bir zaman dilim i içinde ger çek boyutlarına oturacağını önce sezdiği”, “artık öngördüğü” “izlencenin yeni bölü münün-, ‘Seferi_Dîvariın çekirdek parça sı olacağı için. ” Öyleyse Enis Batur’un pe şinden çıkalım biz de “Seferi Dîvan”âaki büyülü, hummalı, efsunlu seferimize.:
“Brandenburg Kapısında”n girerek ara lıyoruz “Seferi Dîvan”m gizemli sayfala rını: Yolumuzun üstünde şekil değiştir miş, biraz hüzünlü, biraz alışılmadık, bi raz parçalanmış, didiklenmiş bir Avrupa haritasından kalanlar bizi burukça selâm lıyor: “Duvar taşları, sovyet ordusunun üniforma, postal/ve madalyaları, Deutsc he Grammophone’un taş plakları/ve bir kaç ay öncesine kadar geçerli olan sokak
tabelaları/ve kâğıt parala rı”. Tüm bu yıkımın, ha- ramenin ara sından geçip g i d i y o r u z . Y ü r ü r k e n karşılaştıkla rımıza gelin ce: “Kub-rick”in bir fil mini anımsa tan bir yapı, Reşat Ekrem
Koçuya bir gönderme, “bir İngiliz soylu sunun kaçamak aşkıyla/ Odessa’dan tek bavulla gelen kadının/intihan”; Berlin’de Savigny Platz’daki “E ntelektüel bir kah ve” & oturan bir adam; “SirBenjamin Le mis ve sevim li eşi/Lady Cynthia 1931’de satın ¿/"dıkları “Uçhisar’daki” ev. “Va rış" tır bu ne de olsa varılacağı yer kimi za man belli olmasa da, şaşırtmacalarla do lu olsa da öykünün kendisi. Kimi zaman insanlardan daha çok tanınır sokaklar, kentin pek ortalıkta görünmeyen kapalı yüzü; tarihin kol kanat gerdiği zar zor ayakta duran belleğinden çıkmaya garip
Î
jörünümler, imgeler, sesler, kokular... Yo- a çıkılınca insan sonunda kendini de bu lur, kendini de tanır kendisiyle buluşun ca, başbaşa kalınca kendine anlatacağı pek çok şeyi de olur: “İz”dir bu elbette izin alınmadan girilen yolun ucunda bek- leyipduran unutulmuş gibi aramızda ge zinip duran çekici gömüler: “çoktan kay bolmuş nişanelerle: beklenilen o meşhur“mahşer”t ulaşılır ancak.
(Enis Batur’un ‘Beyaz Siyah’ bir günü merak edenler için kısa bir mola verelim burada: Çalışan, çalışkan bir şairin bir gününe düşen gölgelerin özeti ancak şöy le olabilir “Birazdan kalkıp kravatı”m bağ layacak "saat onda katılacağı” “bir iş top lantısı için./G ünün geri kalanını gelen gi denler, telefon/görüşmeleri, yazışmalar ile geçirece”k. “Akşam, Bilar’da Bilge Karasu üzerine/bir konuşma, uzun srmüş bir gü- nün/akşamı, sonra bir arkadaş yemeği ve/eve dönüş, dün gece bıraktığı” "yer den/Baltasar Gracian’ın ‘Sakınganlık Sa natı'm /okum ayı sürdürmek ya da sabah”
masasmda yazdıklarına "göz atmak-/böy le tamamlanacak, geçip, bir gün daha,/pa ramparça akışından sert” hayatının. Son ra, bugünde birikenler bir süre mayalan dıktan sonra şiirlerde kendilerine yer be ğenecekler!)
Oysa “D üm en” kırılacaktır yaşamın gö beğine, başka çare yoktur! “Mücadele Ç ıkm azı’nüA ömür geçirenlerin solgun fotoğraflarına denk düşen şu iki dize bir ‘İstanbul Hatırası’ gibi duruyor karşımız da: "Eskiden kalbi kırıldığı için ölen ka dınlar/varmış-bomboş zamanda içi dolan kü p ” dizesi de kendi şiriini bulacaktır gü nün birinde: Sonra o üstünde çok çalışıl mış “SeferiD îvan”m “canalıcı bir evresini simgeleyen” “Goethe E vi” şiiri çıkıvere cektir karşımıza hiç beklemediğimiz bir anda. Enis Batur, bu şiirin çatısmı çatar ken “D ante’nin ‘Vita N ova’sı” önüne dü şer, yol gösterir. Şair, peşini hiç bırakma yan şu soruyu soru
yor kendine Goet- ne’nin evini gezer ken: “K im im öyley se ben? Çarptığım hangi camda/ hangi encâm, ne kadarı bi rinci tekil şahıs,/ ne kadarı benden içeri başkaları”, "Goethe Evi” şiirinin ana fik rini Johann Hein- rich Füssli’nin “Ka rabasan” (1782) tablosu oluşturu yor. (Şiirin izlediği yolu merak edenler
“Seyrüsefer D efte r i ” n d e (1997) ayrın tılı bir çem berin içinde b u lab ilirler kendilerini.) Ben, yalnızca şürin sonun daki şu yakı cı dizeye dik kat çekmek i s t i y o r u m : “K im im ben kimlerle yan yona bunca kimsesiz. ” Çoğul bir ortamın içinde yakı cı yalnızlığını yakınmadan öne çıkarıyor Goethe üzerinden Enis Batur. “Daha Son ra” sözünüşöyle sürdürüyor şair: “Ben hep böyle uzun uzun/bakıyorum fotoğraflara, ürperiyor/zamanın içinde derbeder dola- şan/zihnim ve tenim, inleyerek indi ğim /şim diki zaman sert bir sesle yırtılı yor.” Parçalayan zaman mı, parçalanan şair mi, yoksa tam tersi mi? “Fugue Sana tı üzerine çalış”ir “bir uzun kış”. Şiirlerin de onun için sıkça “fugue” göndermeler yer alıyor. Müzik ve resim Enis Batur’un nem üstünde sürekli düşündüğü, çokça yazdığı, hep etkilendiği, ufkunun çem berini sürekli genişlettiği olmazsa olmaz alanlar (Buradan “Acı Bilgi”ye (2000), ya ni “Fugue Sanatı Üzerine Bir Roman De nemesi” ne uzanmakolası elbette.) "Otel Odası, 1931” tarihin bağıma bir zıpkın gi bi saplı bir fotoğrafın, bir görüntünün, anılar yumağının, öyküsünü bulmasının müzesine kavuşmasının şiirde kendini yoklamasıdır. Şiir Edward H opper’in M adrid’deki Tnyssen-Bomemizsa Mü- zeis’nde asılı “O tel Odası, 1931” resimlin den yola çıkılarak yazıldığının da bilinme sinde yarar vardır: Tarihin bağrına dam layan hüzünler aralanırken hüznün ren gi koyulaştırılıyor tüm otel odalarına gön dermede bulunarak... "Düello”, Naba- kov’un Puşkin’in başyapıtı “Yevgeni One- gin”i İngilizceye çevirmesinin izinde yü rünürken kurulan şiirin çatısında yer alı yor “bir düellodur şiir. ” dizesi bir başka sının deneyiminden ödünç alınarak. “Bu zmana yenik bir başka zamanın görüntü ve sesleri” “Temmuz” da ayyuka çıkıyor- dur mudaka.
Gizli çekmecelerin tarihi Şu can alıcı soruyu bize mi, yoksa ken dine mi soruyor Enis Batur: “Şiirlerimi okurken aynı zamanda/uçuruma düşebi lir, /yıldırım yem işken dönebilir m iy dim/gerisin geri?" Sorunun yanıtı onun şiirini müdavimlerince biliniyordur sanı yorum. “Gidersem dönebilirim” diyorsa bir şair ardında evler, “daracık/bekârlıko- daları”, “Başkalaşım”ı yazdığı yer(ler) bı rakmış olmalı. Öyküler, öykücüklerle gı cıklanan, kurcalanan, ortaya dökülen, gü- nışığma çıkarılan, sergilenen gizli çekme celerin tarihi, gizi geziniyor apaçık Enis Batur’un şürlerinde. "Durmadan gecenin arkasına” bakan Enis Batur karanlıkların bağımdan söküp alıyor malzemesini, şi irinde ağırladığı biyografileri, kişilerin özel tarihini, gizlerini.
“Seferi D îvan”, “seferi" “damar”dır. “oyun-şiir serüveni”dâr. “anahtarın kavu- ruculuğuyla yüzyü- ze” olmadır:
“ev/yol/harita üç geni”’dir: “ait ol m a /o lm a m a /o la mama merkezi” din: “harita/yol/kaybol- ma” centrum’udur da: peşinen “gez
i n / seyyah /a y lâk utuplari'dvr. So nuç: “Tek bir ana tema: A sıl yeri ye rinde duramayış olanın şiirleri, "dır.
Sonra “Alaca Dî v a n la yüzyüze ge liyoruz. Hemen,
kitabın ilk şiiri “İçindekiler’le yüz yüze ge liyoruz sayfaları çevirirken: Bir kitabın betimlemesidir bize katılan, kılavuzluk eden bu şürden geriye kalan: “Kapak si yah sessiz olsun istiyorum/olmuyor: Adım , adı, logosu, ISBN/numarası ve be n i hep güldüren künyem .N e doğmadan önce yaptıklarım, ne de/öldükten sonra yapacaklarım hakkında/herhangi bir iz”.
Kitabın bildik düzeniyle sayfalar arasın daki yolumuzu sürdürürüz: “...Biriktiril miş boş/yüzlerin arkasında yanyarıya ör- tünmüş/hevesler, kırılgan hırslar, acı ve şüphe,/kan ve pıhtıdan soru işaretleri.” “uzun, uzaklara yayılan bir şimşek cümle si/kuruyor” “her şiirinde” Enis Batur. Her şey iki şiirin arasında gidip-geliyor sanki: Bir şiirden bir şiire geçerken kurulan köprüde ortaya çıkıyor dikkat edilmesi gereken. “Çelişkilerin,/ikilemlerin, kör düğümlerin ortasında kafasını/kaldırma dan geçtiği için hiçbirini görmemiş, / insan lar: Tanımadığı”, “görmediği” “insan lar ¡/kim senin tanışmadığı, görüşmediği, dokun madiği/yüzlerin ve gövdelerin ara sında birer duman tarihi. ” “Geçip gider”
içindekilerin içinden “dışındakiler/başka bir şaire başka bir dîvana doğru j ken ,” yol alırken: Kendiyle
da didişmesini hızım hiç kesmeden sür dürüyor Enis Batur: “öteki ben bendim belki, bu ben başkasıdır hep:” Öyle ya “Ba zı şeyler gider,/bazıları kalır. ” Peşinde “Ba zı Şeyler”i de sürükleyerek. Enis Batur şi irine bir başka gönderme, bir ipucu da
“Mastar”dan geliyor: Kendine uzaktan da, yakından da bakmayı hiç aksatmadı ğından “ters çevrilmiş dürbün”, diyor or taya koymaya çalıştıkları için. Aslında öy küyü “bulsa” da, “kursa” da işin içinde hem “kar”, hem “k e if’ olmalı, diye düşü nüyorum kimi zaman bunaltıcı gelse de yaşamın ortasında yer almak. Doğrusu da “Omurgayı kırıp gömmek, ayrıntıları gece teninde/yoklam ak, bütünü ken-
d/'riden “bile esirgemek-/şiirin kullana cağı her mastara yer etsin sustuğu” “ses, ol duğu” “gölge, tutup yitirdiği” “k ö k çekir dek.”: Şiir ordadır işte! Susulan yerde, kökün kökünde, çekirdeğin çekirdeğin de, mastarın mastarında, tenin gecesinde, gecenin gecesinde...Böylesi ancak “şim şek kavis” olarak yorumlanabilir, saptana bilir. Kendi şiirinin tutsağı mı Enis Batur? Bu soruya o da “Teğet” bir yanıt arıyor: Kendini yinelemekten her şair korkarsa, Enis Btur iki kat daha fazla korkar, çeki nir. Ama ortada “tehlikeye yakın komşu olm ak” da vardır. “Fantom Ağrı’la r yaşa tır şür insana içinde insanın tüm acılan, adan. A t layacak pe ki? “Kendiliğinden poetik olmayan bir/durum mu getirmelidir p eki şiir”? Ya nıtı Enis Batur şiirinin sıkı izleyicileri onun yazdıklarının arasından bulup çıka rabilirler. Uykunuz kaçınca gece, bir kamyon dolusu papağanın İstanbul so kaklarına dağılışındaki şüre, şiirsel öğeye takılmaz mı akimız? Ama şiir yakınlarda bir yerde kol geziyordur şairine ulaşmak için, kendini yazacak kalem arıyordur ge cenin bir saatinde. “Papağanlar, G ece’yı
yazan da çıkıyor işte, işin erbabı elbetet daha iyi bilir “Bütün motifler çok geç an lıyor/insanı” derse, çünkü “Yum ak”\ çöz mek bazen şiirseverlere de düşebilir “ağır havanın çizdiği düş haritasından”. Elinde
“cümleler” varsa, dikkat edin ona, hele
“arka”sında “keşmekeş günlerini/emziren ışıksız geceler uzuyor”sa, bütün o geçmiş
İ
are yatırılmışsa, ortaya çıkan dîvanlann üyüsü sarsmaz mı sizi de başkaları gibi? Yani “K ırk kaynaklı yankı kırıkları". Öy le ki “bir duvar öbürüne dayanmış, kör, sessiz.” Şiir ordan da boynunu uzatıyor. Hayat “Yarım Kalmış Bir A ntoloji” değil mi aslmda? Goethe ile Ahmet Haşim, Hesiodos, Mehmet Akif, Ahmet Rasim gerekiyorsa, metinler, şiirler, yazılaristi-Î
orsa yanyana gelebilirler elbet. Mava- ovski, Şostakoviç, Meyerhold, Rodçen- ko 1929’da Moskova’da bir resim çektir-1*• mislerse, bunu Enis Batur’un görmeme si düşünülebilir mi? Bu resim kend şiiri ni yazdırmaz mı ona? Şiir sürer kendi tar lasını ardında sorular da bırakır, yaşan mış, yaşanmamış “gamlı” göçmenlik duy gulan da, “nereye nereden” gidildiğinin gizini de. "iğneli/bir ıssızlık kap’ladı içi mi Stefan ile Eliza’nın hazin ölümlerinin derin öyküsü. Yves Bonnefoy öyle söyle miş ama kaç şaire denk düşüyor şu yakı cı söz: “insanın kendi şiirine bir başkasıy mış/gibi bakması neredeyse olanaksız”mı dır gerçekten? Bu şu mu demek, ‘insanın kendi yaşamına bir başkasıymış gibi bas ması neredeyse olanaksızdır’ ? Aklının bir köşesinde bu ağır sözle “Şiirin karşı ke fesinden/seslenen sessizliği görü’ yor Enis Batur “Alaca Dîvan”da da. Dünyasına, şiirine kaynaklık edenlere de selam ve saygılarını yollamayı ihmal etmiyor Enis Batur “Harita”sini oluşturduğu yolda: Halid Ziya, Reşat Nuri, Hüseyin Rah- mi’nin dışında “Yesari’den Suat Derviş”e
uzanan çizgide kitaplar dünyasında ken dine sağlam kaleler edinmesi hiç bitmiş midir Enis Batur’un? Bu da soru mu ya ni? Onun devirdiği, gördüğü, dokundu ğu, edindiği, peşine düştüğü kitabı say mak olası mı? O nun el aldığı ustalan bu kadar değil elbette; Cahit Külebi, Ahmet Kutsi Tecer, Ahmet Muhip Dıranas üç geninden Edip Cansever’le Behçet Ne- catigil’e odaklanması onun başyapıtları arasında yer alacak dîvanlanmn yolunu açmamış mıdır? “The Way They Live Now" şiiri onun yetişme, gelişme, bilgi lenme, “anafor”un göbeğine yerleşme, anarşist tavırlarla bezenme, geleceğe çen tik kertme döneminin yangınlı anılarını kavurup koyuyor peşine takılanların önüne.
Ayakta kalabilmek
Şiirleri üzerinde yolculuğumuzu yorul madan, merakın ateşini düşürmeden ge zinip dururken başka kitaplarına da gön dermelerde bulunuyor ya Enis Batur, iş te o kitapları da yanımıza almamız ge rektiğini anımsatıyor sanıyorum bu udu gezinin damakta bıraktığı tadı ölçmek is tercesine: Bir başına şiirimizdeki benzer sizliğini koruyan “Opera”ya (1996) çak şırken masasında “Horaius’un şiirleri”
duruyormuş, “kör bir yankı”dır yazgının kulağına fısıldadığı şiirlerine ilişkin. Ta rifidir çatışmaların ortasından yenik de olsa ayakta kalabilmeyi başaran. Kimi şa irlerin şiirleri zamanın sağır, kör, vurdum duymaz girdabından başarıyla geçergelir günümüze. H er yazılan tarihin bağrına çakılan bir çivi değil midir? Çivi paslanır sa, düşerse suç tarihte midir? Enis Batur bu konularda başkalarından daha fazla düşünmüş bir şairdir ki şiirlerinin çatısı nı hep sağlam çatmayı, zaman duvarına daha az toslamayı hedeflemiştir, bilen bi- kyor, gören görüyor bunu, bu durumu: Enis Batur’un bu konudaki düşünceleri ne kulak verelim mi şimdi de? . ..Bir elin le yaz öbürünle/kus, bu bölünmeye daya namaz bünye,/ben k i ikiye bölündüm hep.../bir etimle yazıp ötekiyle silerken de/bir elimle yazıp ötekiyle de yazar ken/nereden bakılırsa gene de bütündüm "
onca yapıt, onca emek boşuna mı okurun önünde kuyruğa giriyor bunca yıl? Enis Batur’u sessizce dinlemeyi sürdürüyo ruz:
“...Karşımda geçm ek/istem ediğim bir köprü, içinde/sönaürmek istemediğim bir ateş,” Bu ortamda şiirlerindeki insanla rın, öykülerin, olayların, düşlerin hiçbi rinin doğru olmadığını söylese de, o, kur maca metin/şiirler okurun belleğindeki
f
erçekçikk yerine oturalı kaç yıl oldu. iurmacanm da gerçekle dirsek teması yok mu yani? Ama bilinen hiç mi bir şey yok yazdıklarında? Kerim Sadi’nin “par- makizi", Hikmet Kıvılcımlı’nın “gözlük leri”, ressam “M ihri hanımın yorgun pa leti", “Cari Berger’in keman” yayı, “Salih Z e k i’nin pergeli, /R esneli Niyazi’nin tü fe k kayışı” '“Şeyh’in özel nota sehpası", "Ahmet E k e n in ” "Galata H anı”, “Hüseyin R A h m i’nin” "yün şişeleri”, “C e m in ” “ağızlığı”, tarihçi Mahmut Kemal îbnüle- min’in “sahici hayaletinin yatımda daha pek çok ince ayrıntı onun dîvanlarını bes leyen çanakçı imgeler, görünümler, fotoğ raflar, izler, yankılar olarak şiirlerinde yu valanmış okurla dertleşiyorlar. Bunca yo rulmaz detayın arasında "Vasiyet”ine de vakit ayırıyor Enis Batur: “H âlâkitap oku nuyorsa ve basılıyorsa/hâlâ yazdıklarım: elindeki kitaptan/göreceğim yanlış kurul muş bütünlüğüm/doğru bırakılmış bir ek sikten beni/o halimle o an acıtm asın” O, beğenmediği “evreni yeniden" kurma yo lunda eline ne geçtiyse kullanmıştır şiirin de, yazdıklarında. “Odadaki” “İ k i kişi”dir aslında Enis Batur: “birini artık/hep oda”sm da bırakır, öteki “kalır”, “Dışar- da”dır. “beyaz maskeler,/şaşkın neşe, rüz gâr gibi geç”iyor şiir dünyamızdan. Bir ya nıyla kenefini zor frenleyen, bir yanıyla atı lımı engelleyen, durmadan kendisiyle di dişerek, kendine engel olmak isteyen ken dinin elinden sıyrılarak yol alıyor şiirimiz de, yazın dünyamızda. Bir itiraf daha on dan: “kendinden kopa kopa, “uzaktaki bir noktaya doğru” çekile çekile, içinden “ge çen ekseni” yoklaya yoldaya varıyor hedef lediği hedefin zirvesine.
“Alaca Dîvan”, düş/kurmaca/harita sa cayağında hayata teğet ömürlerin izidir; izinsiz girilen gizemdir; tarihteki oyun, oyundaki tarihtir; biyografilerdeki sökük
ler, söküklerdeki biyografilerdir; vasiyeti sağlam zemindir; kitapla yoğrulu kitaptır; ‘alaca’ düş, ‘alaca’ yükseliştir.
Enis Batur şiirin bir başka durağı “Ba rok D îva n la sürdürüyoruz turumuzu ta rihin, parçalanmış hayatların, kırgın yü reklerin en dibine: “A rs”ın dizelerinden elini ateşten hiç çekmeyen bir şairle karşı karşıya olduğumuzu bir kez daha gösteri yor bize: “İşte arz işte talep”, işte “kâse”ü n de toplananlar. O, işine sadık bir “k u l”dur, ayrıca işinin “su lta n id ir da. Yaptığı hep en iyi yapmaya çalışan Enis Batur a cuk oturuyor “k u l’l v k da,”sultan’lds. da. Me rakının peşine takılınca insan, ‘gör başına neler gelir’ dense de merak, aslında “Kö türüm duygular kuyusu!”dur. “firâri bir
«Cin sarıp sarmaladığı şiire ulaşmanın bir yolu da meraktan geçmez mi şairin "Ça dır" ma ulaşmak için? Yatılı okul düşlerin, geçmişin penceresinden apansız giriverir çadır madır dinlemeden; Demokrat Par- ti’nin ileri gelenlerinin mahkemelerini ço cuk gözüyle, kulağıyla izleme/dinleme dö neminin ardından idam kararları da tari he imza atarken, kendi iskemlesine vuran politikacıların ipte sallanışını okur d ha yal edebilir bir şiirin dizeleıinde. Boğdu rulan padişah kardeşleri “Cülüs”a hizmet eder mi? Yıldırım Beyazıt, Aksak Timur arasından da şiir çıkar elbette. Fatin Rüş tü, başlıbaşına bir tarih, öyleyse şiir vardır arkasında. Sarayın “müezzinbaşı”
kandır-macasma dayanamayıp Hacı Kirâmi Efendinin kendini bahçedeki dut ağacı na asması dağlan da hüzne boğmuş olma lı. “1910”da denize atılan binlerce köpe ğin ağlayışını kim anımsayacak şimdi? Halil Faiz Efendi’den şu iki dize günümü ze dek gelmiş: “inci gibi dizermiş taştan sert kelimeleri tutup yumuşatarak", bir kış gecesi neden kenefini öldürdüğü bâlâ an laşılamamış olsa da; “Kirişbane”de, baba sının yanında kimsenin göremediği şiiri ni yazıp dururmuş yıllardır. Lavta ustası Hristaki kemençe üstadı Vasili’nin ölü münün ardından, “onbeş ağustos gecesi, bindokuzyüzondört,” “evinin en üstkatın- dan/bırakmış gödeşini sivri bahçe parmak lıklarına”, “ağzında son, karağâr şarkı ”ç
İntiharların ardında yatan büyülü soru nun peşine ustaca takılıyor Enis Batur.
“A tta r’la Konuşma”dan kim kazançlı çı kıyor, diye sormaya gerek var mı? “dîva ne dîvan”m sesi nereden gelecek Attar’m sesi, gizi, eli olmadan? “İz” sürmeyi sür dürürken “doğrulanmış hiçbir şey/ Tarih için yitm iş sayılmaz”, diyen Walter Ben- jamin’in ardında bıraktıklarıyla karşılaş mamak olur mu? Şairin işi, tarihin sileme diklerini, “Onları boşlukta boşluğa oyup susmak” değil midir? Kim biliyor şimdi
“Dört roman yazmış Süreyya M ehm et Bey”in yazdıklarını, “nerede Küller/şimdi neredeler?” Kazığa çakılma tekniği tüyle ri ürpertecek denli görsel, ama şiirde
onun da yeri var! Konar göçerler mi, göç menler mi ardlarında bırakarak tarihleri ni bir başka tarihin içinde yeniden yarat mak için kendilerini aşarlarken çölü, son yolcu yolda son nefesini verince “ağır bir ko ku kap”lar “bütün k e n ti.” “Sema” da toplanır, bir belleğin “im gelem ende “En güçlü belgeler", güçlü sonsuz falların ka pıları hep açık kalır yazgının uzattığı bo yuna. Hangi şairin serveti değil lu şiiri Enis Batur’un olmasın! “Güneşe yaz”sa
“sönecek/bir gün, geceye y az s a “yıldızla rın arasında/nokta, virgül, soru işareti: Ka ranlık cam gibidir,/parlar ve kırılır diyor”
içinden “karanlık bir ses-/bir tek susku ka lıyor elin"de, bir de tek “Servet”! “Kaska tı alfabe”si. Bununla açtığı “Perde’l er zin cirinde “rivâyet’le ı, kayıp “Elyazmalart”, “giz dolu taş’lar, “şüpheler arasmd sürdü rülen gezginlik, “Salıncak”ta “bocalayan bir göç”, öyle ya “ölüm ve dirim, biri açık, öbürü kapalı/iki hece.” de düğümlenmiş her şey; Enis Batur bu şiirleri yazmasay- dı kim anımsayacaktı “bir vakitler yaşa mış, işe koşmuş efsane”y\? Bu şiirleri yaz dığı zaman “kırkiki” yaşındadır Enis Ba tur. “kestirdiği sikken in /b ir yüzünde”ki
“silahlan" şunlardır: “Papirüs, tüy ve m ü rekkep”. Silckenin öteki yüzünde “kefele ri denk/bir terazi” vardır. Onun dilinde
“mutlaka bir protesto” mührü hazır bek- liyordur ne olur ne olmaz, diye diye! “Bir Gırnate Efsanesi” de olabilir, “Mala
ğa’da’l d “Güneş”in batışı da, “Sökülmüş, Tamamlanmış, Uç Taşyazısı” da “Digenis”
şiiri de, değil mi “B a ro kD îva n in içinde yiz, şiirin tam göbeğinde! O göbekte eğer Octavio Paz “Beyaz” demişse, siz Mallar- me’nin “Beyaz” adlı simsiyah şiirini anla yacaksınız. Hangi renk olursa olsun “bir tek kırlangıç/getirmez!''miş bahan, biliyor muydunuz? “başlangıç/bütünün yansın dan çoktur.”, öyleyse “ana işleri” de “yan işler besler” tarihin bağrına daldınp elini sür çıkarmak için. Kimi zaman kendisi bilge gibi şürinde varlığım sezdiren, kimi de bir başka bügenin bilgeliklerini akta ran Enis Batur, Roma dönemi şairlerinin anlatım katma yükseliyor “Barok Dî van” daki şiirlerini. Bu kitapta “Yaklaşık bin yıllık bir zaman diliminde” gezdiriyor bizi Enis Batur: “M Ö 650 ile M S 350 ara sı”. Şöyle de diyebiliriz, “Toz”unu alıyor Enis Batur şürleriyle tarihin, efsanelerin, destanların, izlerin: Anadilinin ona “sun duğu müebbedisuskudan başka” gideceği bir başka yurdu yok onun. “Bir ail" kur muş ki Enis Batur, “içinden çıkamazsın”,
öyle sarıp sarmalar okuru:
“Barok Dîvan”, “Greko-Latin parçala-
n"dır: Bir dönemeçtir: “Rivayeti gerçekten ayıran çizgi”Air.
(Peki Goethe’nin “Batı-Doğu Dîvan”!y- la (1819” benzerliği var mı Enis Batur’un
“Doğu-Batı D îvaninin? H er şey 1812’de Viyanalı Doğubilimci Toseph von Ham- m er’in îranh şair H aiız’ın (1320-1389)
“Hafız Dîvanı”m Almancaya çevirmesiy le başlıyor ve bu büyük ‘dîvan’ büyük şa irin gözlerini açtığı gibi, bakışlarının Do- ğu’ya yönelmesini de sağlıyor. Goethe, 1814 ilkyazında okuyor bu çeviriyi. Aynı yılın haziran ayında yazıyor divanının ik şürini. 1914 sonyazına dek süren Rhein- Main gezisi sırasında yazmayı sürdürür divanın şürlerini. Bir ‘seyahatnâme’ özel liği de taşıyan “Batı-Doğu Dîvanı”nda yer alan şiirlerin ana kaynağını Marianne von Willemere karşı beslenen duygular oluş turuyor. Şiirdeki ‘Suleika’ figürü, Mari anne, ‘Hatem ’ ise Goethe’nin kendisidir. On iki bölüm lük “Batı-Doğu Dîvanı” Ba tı ve Doğu dinleri, şairlik uğraşı, duygu ve sezgiler, yaşam deneyleri, insanın yapağı hatalar, dünya nimetleri, bir kadına duyu lan derin sevgi ve konulan ele alır.
’'Dram atik Ş iirle r"
Peki Enis Batur’un "Doğu-Batı Dîva-
«z”yla G oethe’nin “Batı-Doğu DîvanT’m
karşılaşürmak doğru mu? Bence böyle bir karşılaştırmaya gerek yok. O rtada bir esinlenme var, o kadar! Enis Batur, tarih ten, hayatın bağrından, kitaplardan, bel gelerden, nesnelerden, objelerden, anılar dan, fotoğraflardan, mektuplardan, gö rüntülerden, kendinden, biyografilerden, ölümlerden, intiharlardan, gezilerden, unutulmaz aşklardan söküp alıyor şürle rini ve dört dîvanın omurgasını “gizil ro m anesk” bir yapıya oturtuyor. Enis Batur, Türk şürinde üstünde çok fazla çalışılmış (8 yıl), tüm ince ayarlan, tüm bıçaksırtı dengeleri iyi ayarlanmış benzersiz bir ya pıt, çaıpıcı “Dramatik Şiirler" sunuyor şi- irseverlere “Doğu-Batı Dîvanı”yla.)
“Barok Dîvan”m son şüri “Kıyamet Su re siy le kapatıyorum “Doğu-Batı Dîva n i n i n kapağım: “Git, meleğin tuttuğu k i tabı al/ve yu t onu: Ağzında bal tadı/bıra- kacak önce, içinde ağrılar,/kıvranacakstn sana yerleşen/harfler, heceler, cümlelerle- / geçmişse hakikat kanına, tohum /tutm uş sa organlarında/ Gövden/için yepyeni bir çekirdek, acı/bir meyve, sarmaşık ve sü rekli/bir yükseliş: Hayat böyle erir, yavaş yavaş açılır önündeki/siyah üstüne siyah ufuktan/daha da siyah ötesi: git,/meleğin tuttuğu kitabı al.”
“meleğin tuttuğu kitabı al”maya gidiyo rum:
Kitabın adı:
“Doğu-Batı D îva n i. . ■
“Doğu-Baö Dîvanı”/ Enis B atur/ Şiir/ Yapı Kredi Yayınlan/ Mart 1997/ İstan b u l/ 289 s.
S A Y F A 1 0 C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I 6 0 4
İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi Taha Toros Arşivi