c
M em et F u a t’tan n efis b ir N âzım H ik m e t b iy o g rafisi
t t
-
-s O
ıer an döviişmelkten gagasının rengi aidlir'
V EC İH İ T İM U R O G L U
Y
azınımıza unutulmaz katkılarda bulunmuş Memet Fuat’m “ Nâzım
Hikmet” adlı yapıtını okudum bu
aylarda. Aylarda diyorsam, şaşmayın, Nâ- zım’ın yaşamöyküsü, şiiri, dünya görüşü ve kişiliği, bir baloma, başkişisi Nâzım olan bir roman gibi anlatılmış. Her sayfada karşılaş tığım ada ve belgeye kavuşmaya çalıştım. Bunlarla da yetinmedim, büyük bir dikkat le kullanılmış kavramları da araştırdım. Ör neğin, birçok toplumsalcı arkadaşımız,
' şlamak' __ ılaşınca
yet döneminde, işçi sınıfının durumuna lasın Atatürk’ü, işçi sınıfını dışlamakla suçlarlar. Böyle bir kavramla karşılaşınca, Cumhuri-eğildim. Çünkü, ben, işçi sınıfı olmadan, toplumsalcı bir düzen kurulamayacağı ka nısındayım. Kuşkusuz, her toplumda, işçi nısındayım. k u ş k u s u z, ner toplumda, işçi
(ouvriere) olarak algılayacağımız bir top lum katmam olmuştur. Köle de, artık ürün üreten bir emekçidir, ama işçi değildir. Iş-lum katmam olmuştur. Köle de, artık ürün
ama işçi ı
çi, her şeyden önce, işçi sınıfına bağlı olan, işgücünü, özgürce ve ücrede satan, aldığı ücrete karşılık olarak işgücünü satın alanın el koyduğu bir “ artıürün” üreten emekçi dir. Önu, sınıfsal varlığıyla, ancak kapita list toplumlarda görebiliyoruz. Geçmiş sı nıflı toplumlardaki emekçilerden farkı, emeğini özgürce satmasıdır. Köle ya da ser- fin emeği özgürleşmemiş emektir. Memet Fuat’m saygm yapıtını okurken, bunları da düşündüm. Daha doğrusu, bana, bunlan düşündürdü. Üretim araçlarının mülkiye tinden yoksun kılınmış, bu yüzden, yaşaya bilmek için, emeğini satmak zorunda kal mış işçi sınıfının salt nicel olarak değil, ni tel olarak da değerlendirilmesi gerektiğini, Nâzım’m, bu konuda nasıl bir çaba göster diğini, bu yapıtta, somut olarak gördüm.
NHosz'un şiiri
Yazan ya da okuru kıvrandırmadan, kar-şılıldı anlayış içinde buluşturmaya çalışan, çağımızın Polonyah şairlerden Czeslaw Mi- losz’un “Büyü” adlı bir şnrini anımsıyo-rum. Bu şiir, Türkçeye çevrildi mi, çevril medi mi bilmiyorum. Şürin tümü de, bel leğimde değil. Şu anda, şiirin tümünü ve ye rini arayıp bulmaya da çalışmayacağım. Belleğimde kalanıyla yetineceğim. Çünkü, söylemek istediklerime, belleğimdekiler, yeterli katkıda bulunacak görünüyor. Mi- Iosz’un(1911 doğumlu) şiiri şöyle başlıyor:
Güzeldir insanın usu
Kendini beğenmiş ve yenilmez Ne demir parmaklıklar
ne dikenli teller Ne de yakılm ası kitapların
ne de sürgünlüğün şansı vardır Ona karşı utkukazanabilecek Dilde evrensel düşünler kurar Yazdım ellerimize büyük harflerle:
GERÇEK VE A D ALET Sonra küçük harflerle:
ZULÜM VE YALAN
Memet Fuat’m Nâzım Hikmet’i, 20 Kasım 1901 günü
Selanik’te başlayan ve 3 Haziran 1963’te Moskova’da sona eren
onurlu bir yaşamın görkemli bir romanı. Yapıt, Nâzım
Hikmet’in ruhsal yapısını, olaylara ve durumlara göre
davranışlarını, dünya görüşünü oluşturan iç ve dış çevreleri bir
bütün olarak yansıtmaktadır.
Memet Fuat’m yapıtında, 29 Mart 1938 günü, ünlü Harb Okulu Davasında verilen kara rın niteliği aydınlanıyor: Yalan
üzerine yapılan zulüm. Fevzi
Çakmak’ın buyruğunda yürütü len duruşmalar, “ gerçek” i araş tırmaya yönelik hiçbir iz taşımı yor. Bu mahkemenin tutanakla rım okuduğunuzda, tek bir “ ger
ç e k le karşılaşıyorsunuz: “ G er çek, etkin gücün buyruğudur. O etkin güç, yazık ki, ulus kavramına çok ya bancı, yurtseverliği, saltanatseverlikle ka rıştıran Fevzi Çakmaktır.” Adalet, bu ger
çeğin önünde köleleşmiş, hukuk öksüzleş- miştir. Memet Fuat’m Nâzım Hikmet’i, 20 Kasım 1901 günü Selanik’te başlayan ve 3 Haziran 1963’te Moskova’da sona eren onurlu bir yaşamın görkemli bir romanıdır. Bu yapıta, roman gözüyle bakmamın nede ni, Nâzım Hikmet’in ruhsal yapışım, olay lara ve durumlara göre davranışlarını, dün ya görüşünü oluşturan iç ve dış çevreleri bir bütün olarak yansıtmasmdandır. Nâzım, bu yapıtın başkişisi olarak seçilmiş sanki. İkinci, üçüncü dereceden kişilerin küçük geçmişleri de (kısa değil) yansıtılıyor. Örne ğin, Devrim’in ilk günlerinde tanıştığı Prof. Ahmet Cevat Emre, masasındaki Kayseri li İsmail Hakkı Bey, karısı Rahime Hanım, ZinetuUah Nuşirevan adlı Türkiyeli Tatar, savaşta tutsak olup kendisini devrim için de bulan ve komünist olan Kadir Başçavuş, tabur imamıyken tutsak olan ve kendisini komünistlerin içinde bulan Abdurrahman Hoca, küçük geçmişleriyle, kimlikleriyle, iki üç cümleyle çizilmiş ıralarıyla, gerçek birer roman kişileri gibi işlenmişler. Hele, Mareşal Fevzi Çakmak’ın ilkel bilgi düze yini, bağnazlığım, kişilik zaaflarım, Cumhu riyet’e bir türlü ıs Ulamadığını anlatan 1938 Mart’ında, Bursa’da, Çelik Palas’tâki ye mek!... Bu bölümde, Nizamettin Nazif’in dürüst kişiliğini, Ali Fuat Cebesoy’un zayıf lığını, Şükrü Kaya’nın kurnaz, içinden pa zarlıklı, ikiyüzlülüğünü okuyoruz. Çok us taca çizilmiş kişiler, roman kişileri gibi iş lenmişler.
Nâzım gerçeğine ulaşmak
Birçok dilde, Nâzım Hikmet’in yaşamöy- küsünü, şiirini ve ideolojisini araştıran-ve yazan araştırmacılar olmuştur. Bunlardan birkaçım görmüştüm. Hiçbirisi, Nâzım’m ruhsal yapışım, kişiliğini dikkate alarak, Nâ zım gerçeğine ulaşmak gibi bir yöntemi kul lanmamıştır. Memet Fuat, olanaklar elver diğince, resmi kayıtlardan, kendisine ve Pi- raye Hanım’a yazılmış mektuplardan, Vâ- lâ Nurettin’in yazdıklarından, Kemal Ta hir’le yazışmalardan, belge olarak yararlan mış. Belgenin bulunmadığı yerde, yirmi yıl Nâzım’la birlikte, bir evde yaşamış olmanın tanıklığına dayanmış. Bunlar da yetmeyin ce, Nâzım’m yazılarına, şiirlerine başvur muş. Kuşkusuz, kimi durumlarda, belgeler, öznel biçimde yorumlanıyor. Yapıtı roman laştıran öğelerden biri de bu.
Yapıtta, en önemli bölümlerden biri de, Nâzım’ın komünist mi, hümanist mi oldu-mış. Nâzım’la yapılan görüşmelerden, onun hakkında yazılanlardan, şiirlerinden, özel söyleşilerden yararlanılarak ortaya konmuş. Bu biçemin seçilmesi, yapıtın ko lay okunmasını sağladığı gibi, Nâzım’m ki şiliği ve şiiri üzerine çalışmayı düşünenle re, büyük biı
İkinci Düny:
ya’da “ sosyalist hümanizm” in celenirken, Fransa’da, “ komü
nizm, hümanizma değildir” gibi
kesin bir yargı, keskin bir ideolo jik öğe olarak ileri sürülüyordu. Kaynağında, komünizm, hüma nizmden çok farklı bir şeydi, ama komünizmde de, hümanist bir öz bulunuyordu. “Hümanizm” , salt Rönesans boyunca süren bir seç kinler ideolojisi değildir. Tarihte, böyle yer almasının nedeni, Rö nesans dönemi sanatçılarının ve düşünür lerinin, kavrama özel bir değer vermeleri ve toprak kölelilğine etkin biçimde karşı çık malarıdır. Rönesans düşünürleri ve sanat
ları, C karşı çıkt
bir dönemine özgü bir öğreti gibi algılan mıştır. Oysa, hümanizma, bir öğreti değil dir. insan onuruna saygı gösterilmesi, insa nın esenliğine, çok yanlı gelişmesine elve rişli toplumsal yaşam koşullarının yaratıl ması temeline dayanan görüşlerin genel adıdır. Hümanizmadan, bir düşünce dizge si olarak söz etmek, oldukça zordur. Her toplumda, bireyin özgürlüğünü savunan insanlar olmuştur. Hatta, yönetime karşı, bireyin özgür varlığını savunan kimseler, bu tutumlarından dolayı, Tann’nın buyru ğuyla öldürülmüşlerdir. M Ö 2000’lerde, Mısırlı rahip Ankhu’nun bozuk düzenden akman şu şiiri, neredeyse toplumsal bir ümanizmayı içeriyor.
yat bü
Yaman bir acıyla kıvranıyorum durma dan:
Yoksullar, zengin karşısında güçsüz... Ne acıklı bunu görüp de haykırmamak. Ama anlamayanlara dil dökmek daha acı, İnsan, sesini yükseltmeyegörsün. Başlıyor gerçekleri bilmeyenlerin öfkesi. Bugünlerde herkes sırf kendini dinliyor; Kendinden başkasına inanan yok. H iç ilişki kalmadı gerçekle söz arasında.
(Çeviren: Talat Sait Halman) Demek, köleci bir toplumda da, ezilmiş insana yapılan baskıya karşı çıkan insanlar olabiliyor. Hatta, efendinin en yakın bağla şığı bir rahip bile, düzenden yakınabiliyor. Burjuva hümanizması, “ özgürlük, eşitlik,
kardeşlik” kavramlarının içini doldurmuş
tur başlangıçta. Burjuvalar, insanların ken di doğal özlerini geliştirme hakkım, soylu lara karşı, büyük bir özveriyle savundular. N e ki, siyasal iktidara oturduktan sonra,
bu en ince duyarlıklarım yitirdiler. Kayna- nda, bu insanseverliğin kusurları vardı, sanın doğal özünü geliştirme hakkını sa vunduklarından, kuramlarına, “ Doğal H u
kuk Kuramı” adı verilmişti. Buna karşın,
toplumun emekçi katmanlarına yukarıdan bakıyorlardı. Mülkiyetin özüne ilişkin her hangi bir değişimden söz ettirmiyorlardı.
ğun, geçim, sağlık, eğitim sorunları çözüm lenmiş insanlar için sözkonusu olabileceği gerçeği göz ardı edilmişti. Burjuva hüma nizmi, özel mülkiyet ve bireycilik kökeni ne oturmuştur. Ama, toplumsalcı (sosya list) hümanizm, gerçek insan sevgisine sa hiptir. Tüm eşitsizliklerin kaldırıldığı, da ha doğrusu, eşitsizliklerin kalıntılarının b i le kalmadığı, adaletin tüm koşullarıyla sağ landığı, herkesin yeteneğine ve herkese ge reksinimine göre ilkesinin yerleştiği, tüm bireylere uyıunlu gelişme olanaklarının ha zırlandığı toplumsalcı hümanizm, hüma nizmin en yüksek aşamasıdır.
Nâzmı'ın "komünist" kavramı
Nâzım, böyle kökeni olan, özdeksel ko şullan bulunan bir komünizmin savaşımı nı veriyordu. Memet Fuat, Nâzım’m ko münist olduğunu söylediğini belirttikten sonra soruyor: “ Bizim insanımız, komü
nistlikten ne anlıyor?” Bu sorunun yanıtı
nı, halk arasmda yapılan karalama örgele rim e (motif) göre yanıtlıyor: “ M oskof ca
susluğu, dinsizlik, imansızlık, allahsızlık, vatan hayınlığı, karıların ortak kullanılma sı, ayaktakımınm yönetime getirilmesi, ı, işçi sınıfının diktatör- farının ortak mülkiyetine, ulusal gelirin gereksinimlere göre bölüştü- rülmesine dayalı toplumsal düzeni savun mak.” Bu tanımların hiçbirisi, Nâzım ’m “komünist” kavramına sığmaz. Nâzım, bir
kez, “Yârin yanağından gayri” şeylerde or taklık istiyor. Bir de, sanırım, “işçi sınıfı
diktatörlüğü ile ulusal gelirin gereksinime göre dağıtımı” kavranılan, halka çok ya
banadır. Belki, küçükburjuva sınıfının mü rekkep yalamışhğı kıt olan kesimlerinde bu sözler söylenir. Birer kavram olarak, onla rın zihinlerinde, henüz durulmamış, aydın lanmamış olarak bulunurlar. Halkın ara smda düşünülen komünizm, daha çok, ka rıların ortak kullanılması ve dinsizliktir. Dinciler, herkesten çok din ve mezhep ay rılığı güderler, ırk ayrımı yaparlar, ama ka tim konusunda ikiyüzlüdürler. Tarih, bu ayrımların kavgalarıyla doludur. Nâzı m in komünizmden anladığı şudur: “ Üretim
araçlarının kamulaşması (devletleştirilme si değil), kimsenin kimseyi sömürmeme si, sınıfsız bir toplum yapısı oluşması, ırk, soy, din, dil, ulus, aile ayrımları gözetilme den bütün insanların eşit tutulması, herke sin birlikte çabşıp birlikte üretmesi, tek tek bireylerin tüm gereksinimlerinin kar şılanması, insanların her bakımdan özgür olması, her türlü baskıcı gücün ortadan kaldırılması.”
Sovyetler Birliği’nde böyle bir toplumsal düzen kurulamamıştı. Zaman zaman, top lu kıyımlara da rastlanıldı. Toplumsalcmk adına özgürlükler kısıtlandı, Marks’a iha net edilcu. Bu yüzden, Nâzım, onlara “fa
şist” diyordu.
Nâzım’ı anlamak isteyenler, önce “ iyi
lik” kavramı üzerinde durmalılar. Onun
inancı da, kavgası da, arkadaşlarıyla ve ka nlarıyla ilişkileri de, bu kavramın yörünge sinde değerlendirilmelidir. Memet Fuat, yapıtında, iyi bir insanın yaşamöyküsünü okuyacağımızı söylüyor. Bu iyi insanın ilk şiirlerinden son şürlerine değin, tüm şür serüveni anlatılıyor. Türkçe dizede, Türk şiirinin iç ve dış yapılarında büyük bir de- işimi yapan bu büyük şairin yeteneğini, ilk ez Yahya Kemal Beyatlı sezmiş. Nâzım’ın
“ Samiye’nin K edisi” adlı ilk şiirlerinden
birisini göstermişler ona. “Sen” demiş Yah ya Kemal, “ Bu uyuz kedi için böyle bir şi- ■
ğiŞJ
ke:
S A Y F A 14 C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I 5 9 2
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi