Resmim birçok dilden konuşuyor
Mutluluğun
resmi
Abidin
Dino
hayatını
an latıyo r
Andre Velter ( France Culture Radyosu/ Paris 1991) konuştu, Ferit Edgü yazdı, Güzin Dino özel fotoğraf arşivini açtı
Resimdeki değişiklikler,’
birçok 20. yüzyıl ressamı gibi
Dino için de söz konusu
Paris’te, La Palette’in önünde. Fotoğraf: Ara Güler. z a n la r la sü r e k li bir ilişk in iz var. Ama yalnız Fran sız ozanlarıyla de ğil. Türk ozanla rıyla da, özellikle Nazım Hikmet’le.
“Evet. Haklısınız. Öyle sanıyorum ki re ssa m d a n çok ozan dostum oldu. Bunların arasında Nazım’m, doğrusu apayrı bir yeri var dır. Bir şiirin d e , ‘M utluluğun res mini yapabilir mi sin Abidin?’ diye bir dizesi var dır. O gün bugün, bu soru sökü lüp atılması olanaksız bir biçim de bedenim e yapışmış gibidir. Tabii, şiirinde bu soruyu sorar ken, mutluluğun resmini yapa
mayacağımı biliyordu Nazım. Bu m utluluk imgesi şiirde de o la naksızdı. Yaşanan günler buna izin vermiyordu...”
-Resimlerinizde, desenleriniz de, eskizlerinizde bile, perspektif yokluğu diye adlandıracağım bir yön var. Onların önünde öyle bir duyguya kapılıyor ki insan, san ki perspektif hem var hem yok; sanki düşün içinde bir boşluk ya da gerçekliğin içinde bir çukur.
“Biliyorsunuz perspektif bir R önesans buluşudur. M odern resim, adlandırmakta güçlük çe kilen bir başka boyutu ön plana çıkarmak için perspektife sırt çe virdi.
Kuşkusuz perspektifin kuralla rı bir sistem oluşturuyordu ve va rolan dış dünyaya bağlanıyordu. Ama bu bilimsel perspektiften apayrı, düşünsel bir perspektif
daha var ki onun çizgileri bam başka. İç perspektifin dışa vuru mu bu. Bilimsel perspektif ise iş te bu iç perspektiften, yani ad- landırılamayan ama varolan bu boyuttan yoksundu.”
Doğu minyatürü
-Figür sorunu sizce burada mı düğümleniyor? Dış dünyanın a priori, dışa vurumundan tümüy le düşünsel ve iç dünyaya ait bir dünyaya geçiş nasıl oluyor?
“Doğu minyatür sanatı, özel likle Türk minyatürü, bu dış dün ya öğelerini perspektif bilgisin den yoksun olarak yansıtmışlar dır. Minyatür sanatçısı önündeki kağıdı p e rsp e k tif gereksinim i duymadan doldurmuştur.
Ama bu minyatürlerde insan lar vardır, düşsel g örünüm ler vardır. B unların tüm ü bizleri,
gerçekliği ve somutluğu olmayan bir dünyaya gönderir. İnsanlar vardır ama yüzleri pek karakter lerini yansıtmaz. Sanatçıyı ilgi lendiren renkli leke oyunlarıdır sanki. Bu açıdan da, modern sa natın başta Matisse olmak üzere birçok önemli, büyük ressam için esin kaynağı o lm u ştu r D oğu minyatürleri. Bana gelince Do- ğu’nun çekiciliği, benim için da ha çok organik bir şeydir. Çünkü ben D oğu’nun bir parçasıyım. Benim için söz konusu olan, Do ğu’nun değil Batı’nın çekiciliği dir. Ama ben kendimi Batılı de ğilmişim gibi de duymuyorum...
İki yaşama biçimi, iki uygarlık, iki kültür, iki felsefe. Bunları bir tür mutlulukla yaşadığımı itiraf edeyim. Niçin yalan söyleyeyim herhangi bir iç çatışma söz konu su olmadı benim için. İki karşı
-4
-kutbu kolaylıkla bir araya getir me y e te n e ğ im var, ku şk u su z bunda çok sayıda dil konuşma nın yardımı da oluyor.
Bu çok dillilik sanıyorum re simde de var. Resmim de birçok dilden konuşuyor. Bu tabii yalnız bana özgü bir durum değil. Baş ka ressamlar için de söz konusu. Resimdeki bu değişimler, belli dönem lerin varlığı, birçok 20. yüzyıl ressamı için söz konusu. Ama insanlar genellikle bunu sevmezler.
Bir ressam da gördükleri tek bir anlayışı görmek, hep onu an sımak isterler. Hep onu ararlar. Bu hem resim meraklıları, hem de galeriler için en kolay yoldur. Ressam içinse bu bir üsluba tut sak olmak demektir.
BİTTİ
a
'nılar defterinden
kopuk sayfalar /
7
Y A Z A N
A B İ D İ N
C
enevre kentinde ilk anımsadığım imgeler arasında, A rifin hafiften ve ısrarla burnumu ezme idmanları yapması vardır. Hiç acıtmadan kocaman yumruğu ile burnuma bastırıp “kırık bir boksör burnu” edinmem için büyük bir çaba gösterdiğini biliyorum. İp atlatır, çamaşır torbasına yumruklar attırır, “gölgeme karşı” Jack Demsey vari, kol, kafa şaşırtmacaları yaptırırdı. Neden gerek duymuştu buna? İhtimal ki sorun evde çok bol olan kız kalabalığının, beni “hanım evladı” haline getirmelerini önlemekti. Aynı mantıkla altı ya şıma bastığım sıralarda, beni küçük bisikletime bindi - rip ev halkının kaygı çığlıklarına aldırmadan Cenevre sokaklarına salması bir olmuştur. (...)
Arif malum, bunca bol konulan ele alıyor ki bir Buda heykeli nin kolları yetmez hepsini kaldırmaya. Nasılsa yetişiyor hepsine ve sıra ile: Antropoloji, sosyoloji, fizikle uğraşıyor. Yan uğraş olarak; pedagoji, teorik mimari,, aşçılık, fotoğraf, boks var.
Nasıl sezinliyorsa o yıllardan en ileri atılmaları? La Corbusi- er’yi, Mayakovski’yi, Piaget’yi örneğin? Müzik alanı annemin pi - yanosu ile sınırlı kalmıyordu. Biraz kolay tarafından da olsa bü t
tün genç kuşak, (önderliği Ekrem Reşit üstlenmişti) operet uz manı. Sabah akşam ve sık sık koro halinde operetlerden seçilmiş parçalar çınlar evlerde!
Arif dahil, “Madam Ange’in Kızı” “Boynuzlu Kont Çarları”, “Güzel Hellene” baştan sona kadar gençler tarafından bağıra çağıra ve provasız söylenen melodiler. Cemal Reşit, genç yaşma rağmen piyasada hangi opereti isterseniz size çalabilir baştan so -na. Tevekkeli değil 1930 yıllarında Ekrem’le, “Lü- küs Hayat” operetini ya ratacaklardı (Nazım Hik- met’in sözcükleri ile)!
(...) C enevre’den kal-” ma benim ta h ta kızak, kar yağar yağmaz kaydı ğım. A rifin renkli fotoğ raf aygıtları. Ali’nin boya takımları. A hm et’in ga zeteleri. Leyla’nın pasta yapm a k alıp ları da var
Cenevre Odasında.