• Sonuç bulunamadı

İRAN'DA TV'DE YAYINLANAN ÇİZGİ FİLMLERİN İLKOKUL ÖĞRENCİLERİNİN EĞİTİMİNE ETKİSİ

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "İRAN'DA TV'DE YAYINLANAN ÇİZGİ FİLMLERİN İLKOKUL ÖĞRENCİLERİNİN EĞİTİMİNE ETKİSİ"

Copied!
147
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Bu bölümde araştırmanın problem durumu, amaçlar, önemi, sayıltılar, sınırlılıklar ve tanımlar açıklanmıştır.

1.1. Problem

İnsan doğduğu günden itibaren yaşam boyu bir şeylerle iletişim içerisindedir. Her düşüncemizin, davranışımızın ve ilişkimizin ardında isteyerek ya da istemeden alıp verdiğimiz mesajlar vardır.

İletişim örgütü yaşam içerisinde, bireyin günlük pratiklerini sürdürmesini gerekliliği ve zorunluluğu olarak ortaya çıkan sosyal bir olgudur (Öcal, 2000:291).

Etkili iletişimin sırlarından birisi göndericinin, farklı ilgi alanları olan, gittikçe daha fazla uzmanlaşan ve ancak ortak ilgi alanları nedeniyle bir araya gelen insan topluluğuna seslenme durumunda olduğunun bilincine varmasıdır (Becer, 1997:16).

Televizyonda yayınlanan çizgi filmlerin yararlı ve zararlı olanların ayrımı yapılmadan bir çok kanalda çocuklara sunulmaktadır. Çocukların izlediği programların içeriğinin neler olduğu araştırılarak, olumsuz etki verebilecek konular ayıklanmalıdır. Bunların dikkate alınmadığı takdirde çocukların eğitimi açısından zarar vericidir (Köşker, 2005:2)

En yaygın biçimde, “insan kişiliğini besleme süreci” ve “insan sermayesine yapılan yatırım” , en genel anlamda; “istendik davranış oluşturma ya da istendik davranış değiştirme süreci” olarak tanımlanan eğitim, toplumun süzgeçten geçirilmiş değerlerin, ahlak standartlarının, bilgi ve beceri birikimlerinin yeni nesillere

(2)

aktarılması ile ilgilidir. Bu anlamda eğitim, “bireyi, istendik nitelikte kültürleme süreci”dir (Senemoğlu, 2002: 7).

Çocukların gelişimi ve eğitiminde, televizyonun bir çok yönden olumlu ve olumsuz etkileri vardır. Televizyonda yayınlanan çizgi filmler ise bütün çocukların en çok izledikleri yayınlardır.

İlk eğitimini aileden alan çocuğa, duygusal, bilişsel ve fiziksel gelişimini tamamlarken, istendik ve kasıtlı olarak verilmek istenen davranışlar onun gizli güç ve yeteneklerinin ortaya çıkması, onu iyi yetişmiş bir birey olarak topluma hazırlama, ancak önceden hazırlanmış bir program çerçevesinde, planlı ve amaçlı olarak eğitim ve öğretim veren, toplumsal bir kurum olan okul ortamında gerçekleştirilmektedir. Okul çağında bulunan çocuğun ilk okul döneminde aldığı temel eğitim onun gelecekteki okul hayatında ve öğretimini tamamlayıp hayata atıldıktan sonraki toplumsal yaşantısında başarılı olup olmayacağını büyük ölçüde etkilemektedir. (Köşker; 2005: 3).

Günümüzde çocuklar, günlük yaşamları içerisinde çok uzun süreler boyunca televizyona maruz kalmaktadırlar (Bağlı, 2002: 1).

Görüntüsel bir iletişim aracı olarak çizgi filmin temel potansiyeli, karmaşıklığı açıklığa kavuşturarak, görünmez olanı görselleştirerek çabuk ve özlü bir öğretim sağlamada yoğunlaşmaktadır (Güler, 1989: 168).

Çizgi filmde konu gerçekçi bir yaklaşımla verilebildiği gibi, karikatürize edilerek, esprili bir biçimde sunulabilmektedir. Böylece öğretim süreci sevimli hâle dönüştürülerek öğrenme isteği arttırılabilmektedir. Ayrıca rengin ve sesin devreye girmesiyle akılda kalıcılığı artmakta, aynı zamanda görerek ve işiterek etkin bir öğrenme sağlanabilmektedir. Çizgi filmlerin diğer bir işlevi bilgilendirmektir. Çizgi filmlerde konunun sunumunda, kullanılan bilgilendirici niteliktedir. Soyut kavramların bir anlamda somutla verilmesi çocukların öğrenmesine neden olmaktadır (Güler, 1989: 169).

Televizyon kanallarının fazlalaşması ile hafta arası sabah kuşağında erken saatlerde çizgi filmler yayınlanmaktadır. Çocuklar seyrettikleri çizgi filmlerdeki

(3)

kahramanları model olarak seçmektedirler. Çizgi film kahramanlarının özelliklerini, günlük yaşamlarına oyunlarına yansıtmaktadırlar (Yavuzer, 1991: 234).

İlkokul dönemi çocuklar için, Çizgi filmdeki kahramanlara tapma ve taklit etme çağıdır. Çocuk televizyonda seyrettiği çizgi film kahramanlarının konuşmalarını, davranışlarını taklit etmektedir (Kocaoluk, 1987: 647).

İlkokul çağında olan çocuklar, televizyonda yayınlanan çizgi film kahramanlarının özelliklerini, kendilerine model alarak yaşam ve oyunlarına yansıtırlar. Televizyonda yayınlanan çizgi filmlerdeki karakterlerin, hareket ve davranışlarını örnek alarak, olumlu ve olumsuz dürtülerini harekete geçirmektedir. Özellikle olumsuz yönde etkilenen çocuklarda saldırgan davranışlar gözlenmektedir (Köşker, 2005: 4).

Şiddet ve kan dolu çizgi filmlerin ekranlarda boy göstermesi kamuoyunun tepkisini çekince, dövüşen insanların yerini kontrolündeki robotlar veya yaratıkların alması gibi bir çözüme gidilmiştir (Dedeal, 1999: 19).

Çocuk güce özendiği, kuvvet aradığı için yapımcı onun bu ihtiyacından yola çıkarak güçlü saldırgan problemlerini kaba kuvvetle çözen sempatik, sihirli ve tükenmez güçleriyle her şeyin üstesinden gelen medya kahramanlarını yaratmaktadır. Önemli olan güçlü, silahlı olmaları ve problemleri şiddet yoluyla çözmeleridir. Bu tarz mesajların sıklığı, kahramanların sevimlilikleri ile birleşince bir de iyi kalpli oldukları vurgulanınca çocuğun bunlara öykünmemesi için bir sebep yoktur (Çetin, 1999: 16).

Günümüzde çizgi filmler her açıdan dikkat çekici durumda olsa da şiddet içerikli olması çocukları olumsuz yönde etkilemektedir. Çizgi filmlerdeki kahramanlardan, onlardan etkilenip aynılarını yaşantılarına uygulayan çocuklar vardır. Bu açıdan gösterilen çizgi filmlerin konusu ve içeriği çocukların yaşantılarında örnek alabilecekleri şekilde olmalıdır.

Çocuklar severek izledikleri çizgi filmlerden, farkında olmadan pek çok bilgiyi öğrenmektedir. Birçok yararlı uğraş için çocuklar teşvikle yönlendirilmektedir. Okumak, resim yapmak, spor yapmak gibi davranışlara teşvik edilmektedir (Çelenk, 1995: 105-106).

(4)

Eğlence ve bilginin olduğu bir çizgi film, hem eğitici hem de çocukların ilgi ve merakını arttıracak biçimde olabilir. İlkokul aşamasındaki çocuklar çizgi filmlerle birçok konuda eğitici bilgilere yer verilerek, çocukların dikkatini daha çok çekerek, olumlu yönde yönlendirilebilirler. İzledikleri çizgi filmler ileriki yaşantılarında da etkili olabilir.

Bu sebepten dolayı “İran’da televizyonda yayınlanan çizgi filmlerin ilkokul çocuklarının eğitimine etkisi” araştırmanın problemi olarak belirlenmiştir.

1.2. Araştırmanın Amacı

Araştırmanın temel amacı; İran’da TV’de yayınlanan çizgi filmlerin ilk okul öğrencilerine etkisini, öğretmenlerin, velilerin ve ilk okul 1.-5. sınıf öğrencilerinin görüşlerine göre incelemektir.

Bu amac doğrultusunda aşağıdaki alt amaçlara yanıt aranmıştır.

1.2.1. Alt Amaçlar

1. Öğrenci velilerinin bireysel özellikleri nasıldır?

2. Televizyondaki çizgi filmler izlenme durumları nasıldır? a) Öğrencilere göre izlenme durumları nasıldır?

b) Öğretmenlere göre izlenme durumları nasıldır? c) Öğrenci velilere göre izlenme durumları nasıldır?

3. Öğrencilerin çizgi film izleme durumları sınıf seviyelerine göre farklılık göstermekte midir?

4. Öğrencilerin çizgi film izleme durumları yaşadığı sosyal çevreye göre farklılık göstermektemidir?

5. Öğrencilerin çizgi film izleme durumları öğrencilerin cinsiyetine göre farklılık göstermekte midir?

(5)

a) Öğrencilere göre etkileme durumları nasıldır? b) Öğretmenlere göre etkileme durumları nasıldır? c) Öğrenci velilere göre etkileme durumları nasıldır?

7. Televizyonda yayınlanan hangi tür çizgi filmler daha çok izlenmektedir?

a) Öğrencilere göre daha çok hangi tür izlenmektedir? b) Öğretmenlere göre daha çok hangi tür izlenmektedir? c) Öğrenci velilere göre daha çok hangi tür izlenmektedir?

1.3. Araştırmanın Önemi

Bu araştırma; İran’da televizyonda yayınlanan çizgi filmlerin, ilkokul öğrencilerinin eğitimine etkisinin incelenmesi açısından önemlidir. Bu araştırma; görsel iletişimin arttığı günümüzde çocuklara yönelik televizyon programlarının içeriğinde olan çizgi filmlerin; bilgi edindirmede, yaratıcılıklarını geliştirmede, duygu ve düşüncelerini ifade etmede ve eğitimlerinde etkili olabileceği fikrinden yola çıkarak daha olumlu sonuçlar vermesi açısından eğitmenlerine ve ilgilenenlere yardımcı olacağı düşünülmektedir. Bu konuyla ilgili araştırma yapmak isteyenlere kaynak olması bakımından da bu araştırma önem taşımaktadır.

1.4. Sayıtlılar

1. Seçilen örneklem evreni temsil etmektedir. 2. Kullanılan araç uzman kanısına göre geçerlidir. 3. Anketi, cevaplayanlar doğru cevaplar vermiştir.

(6)

1.5. Sınırlılıklar

Bu araştıma;

1. İlkokul öğrencileri, velileri ve öğretmenlerini kapsamaktadır.(6 okul, 263 öğrenci, 263 veli ve bu öğrencilerin öğretmenleri)

2. Tahran şehri ile sınırlıdır.

2. Farsça ve Türkçe kaynaklarla sınırlıdır.

3. Öğrenciler, veliler ve öğretmenlere yapılan anket soruları ile sınırlıdır. 4. Eğitim Bilimleri Enstitüsünü tanıdığı bir yıl normal ve bir yıl ek süre ile sınırlıdır.

1.6. Tanımlar ve Kısaltmalar

1.6.1. Tanımlar

Film: Sinemacılıkta, bir oyunun bütününü taşıyan şerit veya şeritlerin bütününe denir.(Köşker, 2005: 8-9).

Çizgi Film: Tek tek resimleri ya da hareketsiz nesneleri gösterim sırasında hareket duygusu verebilecek şekilde düzenlemek ve filme aktarma işlemi olarak tanımlanmaktadır.(Can, 1996:3)

Algı: Bir ya da birden çok duyu organının beyinde kaydettiği bir uyarının yorumlanmasına denir.(San,1979: 42).

Görsel Algı: Göz önündeki nesnelerin duyu organları yoluyla alınan izlenim işleminin göz ile ayırt edilmesi işlemine “görsel algı” adı verilir.(Köşker, 2005: 8-9).

Canlandırma (animasyon): Hayat vermek, hayati kazandırma, ihya etmek. canlandırmak ressam tarafından çalışıp canlandırılan resim ve objelerin sinema makinesi ile oynatılmasıdır.(Atan,1995: 5)

(7)

Çocuğun ilkokul Çağı: Çocuğun aile ortamından çıkıp, dış dünya ile daha iç içe olduğu dönemdir (son çocukluk dönemi) .(Köşker, 2005: 8-9).

Gelişim: Genetik faktörlerle, çevre faktörleri ile ve iç güdülerle yönlendirilen, değişimler kompleksidir. (Ataç, 1991: 6)

Öğrenme: Tekrar ya da yaşantı sonucu meydana gelen, kalıcı davranış değişikliği olarak tanımlanır.(Köşker, 2005: 8-9).

Televizyon: Kelime anlamı uzaktakini görmedir. Televizyon alıcısı ise, elektromanyetik dalgalar halinde olan ses ve görüntüyü, insanın duyabileceği bir hale getirir. Böylece insan uzaktan gönderilen bir mesajı ses ve görüntü halinde alır.(Tayfur,2004:85).

Teknik: Bir sanat, bir bilim, bir meslek dalında kullanılan yöntemlerin hepsidir.(Köşker,2005: 8-9).

1.6.2. Kısaltmalar

b.k.z.: Bakınız

a.g.e.: Adı geçen eser TV: Televizyon Ç. F.: Çizgi film Çev. Çeviren

(8)

BÖLÜM II

KURAMSAL ÇERÇEVE VE İLGİLİ ARAŞTIRMALAR

2.1. Kuramsal Çerçeve

2.1.1. İran ve Tahran

İran; kuzeyde Azerbaycan, Ermenistan, Hazar denizi ve Türkmenistan; batıda Türkiye ve Irak; doğuda Afganistan ve Pakistan ve güneyde Basra körfezi ve Umman deniziyle sınırlıdır. 1.648.195 km2 yüzölçümüyle Ortadoğu’nun en büyük ülkelerinden ve dünyanın 17. ülkesi sayılan İran’ın doğu ve güney kesimleri düzlük ve çöl iken, kuzey ve batı kesimleri dağlıktır (Meded, 2007).

İran 7744 km.lik kara ve deniz sınırına sahiptir ki, onun 2/3’si kara ve 1/3’i denizdir. Ülkenin büyük bir kısmı dağlıktır ve deniz düzeyinden yaklaşık 100 metre yüksektedir. Elborz dağlarında bulunan Demâvend zirvesi 5671m. yükseklikle İran’ın en yüksek zirvesidir (Nazari, 1989: 17).

Nüfusunun çoğunluğu Müslümanlardan oluşan İran’da Şii ve Sünni olmak üzere iki önemli mezhep bulunmaktadır. Şiiler İran’ın her noktasına dağılmışken, Sünniler daha çok sınır eyaletlerde, yani Gülistan (Türkmenler), Beluçistan ve Kürdistan ilinde yaşamaktadırlar. Gayrı-Müslimlerin nüfusu ise, İran’ın %1’ini oluşturmaktadır. 1986 yılı sayımlarına göre, Hıristiyanlar (Ermeniler ve Süryaniler) ülke nüfusunun %0.3’ünü; Museviler %0.05’ini teşkil eder. Mecusilerin nüfusu ise yaklaşık 21,400 kişidir. Bunların dışında Bahayi, Sing Hindu gibi dinlerin de İran’da bulunduğu bilinmektedir (Nazari, 1989: 65-67).

İran bulunduğu coğrafyadan dolayı tarihin çok eski dönemlerinden beri doğu-batı ticaretinin geniş yolları üzerindedir. Tarihî İpek Yolu Türkistan üzerinden İran’ın iç ve kuzey (Azerbaycan) kesimlerinden Anadolu’ya veya Karadeniz

(9)

kıyılarına çıkar. Kuzeybatısındaki Tebriz, Rey, Salmas gibi yerleşim yerleri orta ve yeni çağlar içinde önemli ticaret ve nüfus canlılığına sâhiptir.

Yer altı zenginliklerinin – birkaç maden türü, çıkan petrolün çoğu hariç – önemli bölümü kuzey ve batı kesimlerindedir. Nüfusun büyük çoğunluğu orta ve kuzeybatı kesimlerinde toplanır (Palacıoğlu 2003).

2006 yılında yapılan sayımlara göre, İran’ın nüfusu 70 milyon 49 bin 262 kişidir. Nüfusun %49.1’i kadın ve %50.9’u erkeklerden oluşan İran’ın %68.4’u şehirlerde, %31.5’i köylerde ve %1’i ise göçebe olarak yaşar (İran Statistik Merkezi). Nüfusunun çoğunluğu (yaklaşık %85’i) Türklerden ve Farslardan oluşan İran’da Türkmen, Beluç, Kürt ve Arap gibi etniklerin bulunması ülkeye dil açısından da zenginlik kazandırmıştır.

İran, idarî bölünme açısından “ostan” adlanan 30 ilden oluşmaktadır. Aşağıda illerin adı alfabetik olarak gösterilmiştir:

• Batı Azerbaycan • Buşehr • Çaharmahal-Bahtiyari • Doğu Azerbaycan • Erdebil • Fars • Gilan • Gülistan • Güney Horasan • Hemedan • Huzistan • Hürmüzgan • İlam • İsfahan • Kazvin • Kirman • Kirmanşah

• Kohkiluye ve Boyer Ahmed • Kum • Kuzey Horasan • Kürdistan • Loristan • Mazenderan • Merkezi • Razavi Horasan • Semnan • Sistan ve Beluçistan • Tahran • Yezd • Zencan

(10)

1925 yılında Türk Kacar hükümetinin yıkılışıyla Pehlevî rejimi İngilisler tarafından iş başına getirildi ve 1979 İran İslâm Devrimine kadar devam etti. 1979 yılında İran İslâm Cumhuriyeti rejimi kuruldu ve günümüze değin devam etmektedir. Her üç silsilenin başkenti Tahran olmuştur.

Tahran çok genç bir şehirdir. 1876 yılında sâdece bir köy olan Tahran, Ağa Muhammed Han Kacar tarafından başkent olarak seçildi, böylece şehirleşme başlamış oldu. Yaklaşık 100 yıl önceye kadar Tahran başkent olmasına rağmen bazı diğer İran şehirlerinden daha küçüktü. Öyle ki, Rey şehrinin bir kasabası olarak geçiyordu. Şimdi o şehir Tahran’ın bir bölgesi olarak tanınmaktadır.

Kacar hanedanından sonraki devletlerin merkeziyetçi yaklaşımlarından dolayı diğer eyaletlerden göç alması sonucunda şu an en büyük İran şehri ve Ortadoğu’nun en büyük kentlerinden biri olarak tanınmaktadır.

1979 İran İslâm Devriminden sonra ülke nüfusuna paralel olarak şehrin nüfusu 2.5 kat artmış ve 14 milyona yaklaşmıştır.

Şehir, Elborz dağlarının eteklerindeki bir platoya kurulmuş olduğundan ve çevresinde nehir, göl, deniz gibi su kaynağı bulunmadığından (başta hava kirliliği olmak üzere) ciddî ekolojik sorunlarla boğuşmaktadır. Şehri ciddî şekilde etkileyen hava kirliliğinin bir sebebi de Tahran’ın dünyaca meşhur trafik problemidir. Çevre yollarının görece geç yapılması ve yetersiz oluşu, şehirdeki toplu taşımacılığın tekerlekli taşıtlarla yapılması; kullanılan araçların eskiliği buna sebeptir (wikipedia).

2.1.2. İran’da Eğitim Sistemi

2.1.2.1. İran’da Eğitim Sisteminin Genel Yapısı

İran’da eğitim sistemi ilkokul, ortaokul, lise ve yüksek öğretim (üniversite) olarak dört ayrı aşamada yapılmaktadır. İlkokul beş yıllık bir süreyi kapsar ve okula başlama yaşı 7’dir. Ortaokul 3 yıllıktır ve 3. yıldan sonra lise eğitimi başlar. Liseler düz ve mesleki olarak iki türlüdür. Eskiden dört yıl süren lise eğitimi 1992-1993 yılından yürürlüğe giren ve 1996-1997’den itibaren ülke çapında uygulamaya geçen değişikliklerin ardından lise eğitimi dört yıldan üç yıla indirilmiş ve dersler

(11)

üniversitelerde olduğu gibi kredi şeklinde sunulur. Fakat, üniversite eğitimine devam etmek isteyen öğrenciler hazırlık dönemi olarak iki yarı yıl daha öğrenim görmek zorundalar. Lise mezuniyet belgesi ise, lise üçüncü yılın sonunda verilmektedir. Yapılan bu değişikliğin en önemli nedeni ülkede genç nüfusun hızlı artışı ve aynı zamanda öğrencileri mesleki liselerde okumaya teşvik etmektir. Bunun yanı sıra, lise eğitiminin dört yıldan üç yıla düşürülmesi eğitim bütçesinde ciddî bir tasarrufa sebep olmaktadır (Nucumi, 2005).

İran anayasasının eğitimle ilgili 30. maddesine göre, devlet, lise son sınıfa kadar tüm eğitim olanaklarını bedava olarak halkın hizmetine sunmak ve ülke ihtiyaçlarının giderilmesi amacıyla yüksek öğrenim imkanlarını sağlamaya çalışmakla yükümlüdür (Anayasa 2001).

İran’da değişik dillerin bulunmasına ve kullanılmasına rağmen eğitim dili sâdece Farsçadır. Anayasanın 15. maddesinde “etnik ve yerel diller”in okullarda Farsçanın yanı sıra öğretimi öngörülmüşse de, günümüze kadar yürürlüğe girmemiştir. 16. maddede Kuran dili olması ve Farsçayla karışmış olduğu gerekçe gösterilerek, ortaokul birinci sınıftan lise son sınıfa kadar Arapça öğretimi zorunlu kılınmıştır (Anayasa, 2001).

2.1.2.2. İlkokul Sistemi

Türkiye’de olduğu gibi İran’da da okula başlama yaşı 7’dir. İlkokul eğitimi 5 yıllık bir süreyi kapsar. İran yasalarına göre, kız ve erkek okulları ayrı olmalı veya farklı saatlerde yapılmalıdır. Dolayısıyla, karma okullar bulunmamaktadır. Öğretmenler hem kadın, hem de erkek olabilir. Eğitim yılı İran takvimiyle “mehr” ayının 1’inde yani, 23 eylülde başlar ve haziran aynın ortalarına doğru sona erir. Öğrencinin geçemediği derslerin telafisi için her yılın ağustos ayında tekrar sınava girme hakkı tanınır, geçemediği durumda aynı sınıfta tekrar eğitim almak zorundadır. İlkokul 5. sınıfı başarıyla bitiren öğrenci ortaokula başlayabilir. İlkokula ait ders kitapları ülkenin Eğitim Bakanlığı tarafından karşılanır (Nucumi, 2005).

(12)

2.1.3. İlkokul Çocuğunun Gelişim Özellikleri

Bu çağ, çocukluk döneminin sonu ile gençlik döneminin başlangıcı arasındaki süreçtir. Erkek çocuklar için hemen hemen ergenlik öncesi dönem, kız çocukları için ergenlik başlangıcıdır.

Okul çağı çocuğu aile yuvasından çıkıp, dış dünyaya açıldığı, toplumsal çevreye iyice karıştığı çağdır. İlköğretim yıllarını içine alan bu dönem, ergenliğin ilk belirtilerinin başladığı on ikinci yaşta son bulmaktadır (Yörükoğlu, 1980: 54).

İlköğretim çağı döneminde, çocuğun ana baba ile olan ilişkisinin yanı sıra öğretmen ve arkadaş çevresi ile olan ilişkileri de önem kazanmaktadır. Ana babanın aktardığı kuralların yanında, çocuğun kendi belirlediği, benimsediği değer yargıları vardır. Çocuk kim olduğunu keşfetmekte ve bireysel kimlikleri gelişmektedir (Yavuzer, 2000: 44).

Orta çocukluk boyunca çocukların okuma, yazma ve sayısal işlem yetenekleriyle, dünyayı anlama ve mantıksal düşünme tarzında önemli ilerlemeler görülmektedir.bu dönemde, anne babayla kurulan uyumlu bir ilişki yanında okul başarısı yaşamsal öneme sahiptir. Psikososyal ve ahlaki gelişim hızla ilerlemekte, duygusal ve toplumsal uyum sürecinde aile ilişkilerinin niteliği etkili olmaya devam etmektedir.(İnanç, 2005: 93)

Bu dönemde konuşma yeteneği ve kelime hazinesi oldukça gelişmiştir. Kız ve erkek çocuklar kendi aralarında gruplaşarak oynarlar. Bir yandan yaşıtlarıyla bir arada olmak, diğer yandan grup içinde sivrilme, üstünlüğünü kanıtlama çabası vardır (Aral, 2001: 30).

Bu dönemde, benlik kavramı önem kazanır. Genç, çocukluğunda dışa dönük olan antenlerini, kendi içine çevirmeye başlar. Duygularını inceler, bedenini inceler. Nasıl bir kişiliğe sâhip olduğunu düşünür. Ne olmak istediği konusunda kafa yormaya başlar. Bunlar benlik arayışının belirtileridir. Kendisini aşağıda görmekle (beceriksiz- yetersiz ve değersiz), yücelmek arasında gel gitler yaşar (http://www Tevfikfikret-ank.k12.tr/rehber/b_ergen.asp,2004:1).

(13)

2.1.3.1. Duygusal Gelişim Özellikleri

Normal gelişim gösteren tüm insanlar aynı temel duygulara sâhiptirler. Duyguların yaşama uyum sağlama fonksiyonları vardır. Duygular, değişik durumlar ve deneyimlere tepki olarak ortaya çıkar ve her insan belli bir durum karşısında farklı şeyler hissedebilir ve tepkisini farklı bir şekilde ortaya koyabilir. Duygular, insan olmanın en önemli unsurlarıdır. Duygular sosyal bağların kurulmasında temel rolü üstlenir. Bu nedenle de, çalışmacılar insan davranışının sosyal ve duygusal boyutlarının ne kadar iç içe geçmiş olduğunu vurgulamak için “sosyal duygusal“ terimini benimsemişlerdir. Bazı araştırmacılar mutluluk, şaşkınlık, korku, kızgınlık ve üzüntü gibi bazı temel duyguların yaşamın ilk birkaç haftasında bile var olduğunu ve bunun bebeğin yüz ifadelerinden açıkça görülebildiğini belirtmektedirler (San Bayhan 2004: 217).

Çocukların duygusal gelişimi onların çeşitli duyguları nasıl kazandıklarını ve bu duyguları kendilerine, anne babalarına, diğerlerine nasıl ifade ettiklerini belirlemektedir. Duygular çocuğun yaşamını sürdürmede, iletişim kurmada ve davranışlarını yönlendirmede önemlidir. Hyson ve Izard’a göre (1985) duyguların bir bölümü öğrenilmiştir. Bebekler, annelerinin duygusal durumundan ve duygularını dışa vurma biçimlerinden etkilenmekte, ayrıca annelerinin duygusal durumlarını gösteren belirli yansıtma biçimlerini de taklit etmektedirler. Anneyle bebek arasındaki iletişim kanallarının açık olması, içsel duyguların dışavurumunu artırmaktadır (İnanç, 2005:219).

Izard’a göre duygusal ifadelerin biyolojik boyutları da vardır. Ayrıca bebeklerin duygusal ifadeleri ve davranışları onların daha sonraki yıllarda geliştirecekleri kişilikleri konusunda da ipucu sağlamaktadır. Biyolojik yapı, duygusal gelişimin sınırlarını ve genel çerçevesini sağlamakta, çevresel etkiler ise bu gelişimi uyarmakta ve şekillendirmektedir (Çeçen, 2002).

2.1.3.2. Bilişsel Gelişim Özellikleri

Biliş terimi, içsel zihin sürecini tanımlamaktadır. Zihin içindeki birçok şeyi kapsayan geniş bir terimdir. Biliş başlığı altında birçok alan girmektedir. Örneğin;

(14)

dikkat, algı, bellek, dil gelişimi, okuma ve yazma, problem çözme, akıl, yaratıcılık vb. Psikoloji tarihinin ilk 50 yılında bebeklerin ve çocukların davranışlarını ve duygularını irdelemenin anlamsız olduğuna inanılıyordu. Ancak, James Mark Baldwin böyle düşünmüyordu. Baldwin’in bebeklerin ve çocukların bilişsel gelişimini dönemler hâlinde açıklayan bir teorisi vardı. Baldwin hâlâ kullanılan “döngüsel tepki“, “akamodasyon“, “adaptasyon“ terimleriyle bilişsel gelişimini tanımladı. Fakat bu fikirleri destek görmedi. Piaget’e göre bilişsel gelişim, beynin ve sinir sisteminin olgunlaşmasıyla bireyin çevresine adapte olmasına yardımcı olan deneyimlerinin bir birleşimidir. Bunu da insanların kalıtsal benzerliğe sâhip olmasına ve birçok çevresel deneyimi paylaşmasına bağlamaktadır. Bilişsel gelişimin amacı; soyut şekilde akıl yürütme, varsayımsal durumlar hakkında mantıksal düşünme, kuralları karmaşık ve daha yüksek yapıda örgütlemedir. Piaget’e göre bilişsel gelişim, organizmanın doğumundan ölümüne kadar farklı basamaklardan geçerek düzenli olarak niteliksel bir değişim içine girmesidir. Piaget, gelişimin bu ilerlemesini yaşlara ayırarak incelemiştir. Yaşlara ayırmasının amacı her yaş basamağının kendine özgü niteliksel özelliklerinin olmasıdır. O zihinsel engelli olan çocukların daha yavaş gelişim göstermekte olduğunu ya da bilişsel gelişim döneminin en yüksek noktasına ulaşmada başarısız olabildiklerini ifade etmiştir (San Bayhan, 2004: 37-38).

Uyum sağlama çocukların kavrayışlarını değiştiren yeni bir bilgiyi alabilmek için kendi düşünce yapılarını ona uygun hâle getirmeleri sürecidir. Piaget çocukların birbirini takip eden iki yolla uyum sağladıklarını söylemiştir. Bunlar özümleme ve uyum sağlamadır. Özümleme, yeni bir bilgiyi var olan şemaları kullanarak algılama ya da bu şemalar içine yerleştirme anlamına gelmektedir. Uyma, eski şemalar işe yaramadığında yeni şemalar yaratarak yeni bilgilere uyum sağlamayı içermektedir (İnanç, 2005: 147-148).

2.1.3.3. Fiziksel Gelişim Özellikleri

Fiziksel gelişim, beden ve fiziksel görünüşteki değişme kadar psiko-motor becerilerdeki gelişimi de kapsamaktadır.

(15)

Bedensel gelişim (fiziksel) boy, ağırlık ve hacimde artışın yanı sıra vücudun sistemlerinin kendilerinden beklenen fonksiyonları yerine getirecek duruma gelmelerini de kapsar. Devimsel gelişim ise bireyin vücudunu kontrol altında almada gösterdiği becerinin artmasıdır. Diğer bir deyişle, devimsel gelişim, zihin-kas koordinasyonuna dayalı davranışların gelişimidir. Devimsel gelişim için duygu organları kas ve sinir sistemleri koordineli olarak çalışmak durumundadır (Senemoğlu, 1999: 18).

Büyüme ve gelişme yaşamın başlangıcından sonuna kadar devam eden dinamik bir süreçtir. Gelişimin bedensel, zihinsel, duygusal ve toplumsal yönleri vardır. Bu yönler birbirini sürekli etkilemektedir. Bedensel gelişim, bütün bir gelişimin temelini oluşturduğu için, gelişimin öteki alanları üzerinde önemi bulunmaktadır. Sağlıklı bir gelişim sağlıklı bir beden gerektirir (İnanç, 2005: 99).

2.1.4. Eğitimin Tanımı ve Süreci

“Eğitim kavramı kişilere göre farklı algılanıp tanımlanmaktadır. Örneğin, Aristo eğitimi, bireyin ahlakî davranışlar kazanma aracı olarak görürken, Çiçero, insan zihninin disipline edilmesi, Dekart aklı doğru kullanmasını öğrenmek Rousseau, doğuştan insanda bulunmayan ve yetişkinler tarafından kazandırılan her şey olarak tanımlamışlardır. Kant da insanın eğitim sayesinde insan olabileceğini ileri sürmüştür“ (Şişman, 2006: 5).

“Eğitim bireyin davranışlarında kendi yaşantısı yoluyla ve kasıtlı olarak istendik değişme meydana getirme sürecidir“ (Sönmez, 2006: 11).

“Eğitim insanın doğumundan ölümüne kadar devam eden önemli bir süreçtir. Bu süreç insan içindir. İnsan yaratılan varlıklar içerisinde en üstün olanıdır. İnsan bu kadar önemli ise, eğitim de aynı derecede önem taşımaktadır. Aynı zamanda insan durağan bir varlık değildir. Daima kendini yenileyen, daha iyiye gitmek isteyen bir varlıktır. Bunu da ancak eğitimle gerçekleştirebilecektir“ (Taşpınar, 2006: 2).

“Bireyi; ilgi, istek ve yetenekleri doğrultusunda ve pozitif düşünceye dayalı olarak, toplumun bilgi, değer ve davranış ilkeleri yönünde biçimlendiren, barış,

(16)

özgürlük ve toplumsal adalet ideallerine bağlı ve demokrasi bilincine sâhip, çağdaş teknolojinin gerektirdiği meslekî bilgi ve beceriyle donatılmış yurttaşlar yetiştiren, ülke kalkınmasını ve gelişmesini doğrudan etkileyerek geleceği belirleyen ulusal ve evrensel değerleri uyum içinde kaynaştıran psikolojik, sosyo-kültürel ve ekonomik yaşamın vazgeçilmez bir sürecidir“ (Bostancıoğlu, 2001: VI).

Eğitim;

“Yetişkinler tarafından yeni yetişenlere, sosyal yaşama hazırlamak için yapılan bir etkidir.

Yeni yetişen kuşakların, toplumsal yaşama hazırlanırken gerekli bilgi, beceri ve kişilik kazanmalarıdır.

Olgunlaşmaları için çocuklara yardım etmektir. Toplumu ayakta tutabilmek ve değerlerin yetişmekte olan nesle aktarılmasıdır. Toplumun kültürel muhtevasını kuşaktan kuşağa aktaran bir süreçtir“ (Şişman, 2006: 6).

Genel anlamda eğitim bireyde davranış değiştirme sürecidir (Ada,2006:5). Eğitim, kişinin, içinde bulunduğu toplumda geçerli olan ve olumlu değer taşıyan yeteneklerini, tutumlarını ve diğer davranış şekillerinin geliştirilmesini sağlayan süreçlerin tümüdür

2.1.4.1. Eğitimde Görsel Algı

İnsan, çevresiyle olan ilişkisinin büyük bir bölümünü görsel olarak sağlamaktadır. İletişim araçlarıyla kapsamları genişletilen anlatım biçimlerinin her türünün izlendiği günlük yaşamda, görsel algılama büyük yer tutmaktadır (İnce, 1991: 2).

İnsanın dünyaya geldiği toplum içinde sağlam ve sağlıklı olarak yaşayabilmesi, büyüyüp gelişmesi için; fizyolojik, sosyal ve psikolojik ihtiyaçlarının dengeli olarak karşılanması ile mümkün olmaktadır. İlk insan, beslenme ve korunma ihtiyaçlarını gidermek için çevresini incelemiş, araştırmış, kendisine gerekli besinleri, onların kaynaklarını, yaşamasını kolaylaştıran ya da zorlaştıran şeylerin neler olduğunu öğrenmeye başlamıştır. Bu arada aralarında yaşadığı diğer insanlarla

(17)

işaret ve sesler yardımıyla iletişim kurma yollarını da geliştirmeye başlayan birey, öğrendiklerini başka insanlara ve kendi çocuklarına da öğretme çabasına girmiştir. İnsanların, kendi öğrendiklerini başkalarına da öğretme çabasında olmaları ise eğitim denilen sürecin ortaya çıkmasını sağlamıştır (Çilenti, 1984:4).

Görme konuşmadan önce gelen bir eylamdir. Çocuk konuşmaya başlamadan önce görür ve görmeyi öğrenir. Görme duyumuz, görme işlevinin paralelinde bir öğrenme aracıdır. Görerek algılanan nesne ve şekilleri tanımlanır ve mesaj alınabilir. Çocukluktan başlayarak ömür boyu süren öğrenme süreci içinde, görme eylemi ile insan çevresindeki işlem mantığını algılar ve soyut kavramlardan somut değerlere ulaşır. İnsan ve nesnel dünya arasında gerçekleşen görme eylemi, ışığın nesneler üzerine düşmesi ve göze yansımasının bir görüntü olarak sinir sinyallerini ile beyne iletilmesi olarak tanımlanabilir. Fiziksel bir etki ile gerçekleşen bu eylem görsel algılamanın birinci basamağını oluşturur. Görüntünün estetik etkilerinin çözümlenmesi ile oluşan anlamlandırma, ikinci bir sürecin gerçekleşmesini oluşturmaktadır. (Can, 1996:92).

Duyu organlarımız aracılığı ile bedensel alandan ya da dış çevreden toplanan uyaranın uyandırdığı tepkiye “duyum“, bir ya da birden çok duyu organının beyinde kaydettiği bir uyaranın yorumlanmasına da “algı“ denilmektedir (San, 1979: 42).

Algı, görme duyularımızın duyusal uyarıların anlamlı deneyimlere çevrilme süreci olarak gerçekleşmektedir. Algılama sürecinin özellikleri; ışık, ses gibi değişik uyandırmalardan doğan deneyimler ya da algılar arasındaki ilişkilerden çıkartılabilir (İnce, 1991: 54).

Bilgisayar teknolojisindeki gelişmeler görsel ve ses unsurlarını-metin, müzik, resim, çizgi film ve video- kolayca işleyebilir hâle getirerek bu imkanları bireysel kullanıcı düzeyinde hizmete sunmuştur. Eğitim ortamında geleneksel anlatım metodları yerine değişik ifade biçimleri birbirlerini engellemeyecek şekilde anlamlandırılarak kullanılması önerilmektedir. Görsel malzemenin insanlar arasındaki iletişimde büyük kolaylıklar sağladığı bilinmektedir. Yüzlece ciltlik bilgi bir belgesel filmle ifade edilebilmektedir. Görsel malzemenin gücü “bir resim bir

(18)

kelimeye bedeldir“ özdeyişiyle daha iyi vurgulanabilmektedir. Görsel malzemeler; dikkati çekme, güdülme, bilgi kaynağı olma, soru sorma, öğrenmeyi somutlaştırarak anlamlı kılma ve bilgi organizasyonuna yardımcı olma amaçları doğrultusunda kullanılabilmektedir. Sadece metin veya sembol gibi tek bir ifade şekliyle sunulan bilgileri anlamakta zorluk çeken bireye görsel unsurlar yardımcı olabilir. Çünkü görsel açıklamalar, bilginin ortaya çıkardığı ilişkilerin somut olarak resimsel ifadeleridir. Çevreyi algılamada ve çevre ile ilgili bilgilere anlam vermede, zihinsel olarak kolay algılanabilen görsel malzemeler tercih edilebilir (Akpınar, 1999: 61-62).

Görsel algı, ilk çocukluktan itibaren sürekli gelişme durumundadır. Çocuk, dünya ile ilişkisini görsel algılarına dayanarak oluşturmaktadır. Gelişim düzeyindeki çocuk; kendi kişiliği ile dış dünyayı, sübjektiv olanla objektiv olanı da birbirinde açıkça ayırmamaktadır. Dil ve kavramlar yoluyla görsel olaylara bir çözüm getirerek bu farkları da yavaş yavaş algılayabilecektir (Özdil, 1979: 51).

Çocuklar görsel algılamadaki yetenekleri sayesinde okumayı, yazmayı ve hesap yapmayı öğrenmektedirler (Arıkök, 2001: 15).

İnsanın beş duyusu öğrenme ve eğitim sürecinde etkin bir şekilde kullanılmaktadır. Beş duyu organının kullanılmasında değişik yollar izlenebilmektedir. Çizgi film görme ve işitme duyusunu kullanma açısından bu değişik metotlardan en etkinlerinden bir tanesi olarak ele alınabilir.

Beş duyunun en etkin şekilde kullanılması öğretimde daha kalıcı ve etkili olmasını sağlamaktadır. Gerek öğretici gerekse öğrenen açısından beş duyunun kullanılması ve beş duyunun tümüne hitap edilmesi önemlidir. Beş duyunun öğrenme üzerine etkisi aşağıdaki gibi belirtilmektedir (Küçükahmet, 1997: 44):

Görme duyusu %75, işitme duyusu %13, dokunma duyusu %6, koklama duyusu %3, tat alma duyusu %3.

Beş duyu organının eğitim öğretim üzerine etkisine bakıldığında görme ve işitme duyusunun toplam olarak %88 gibi yüksek bir veriye ulaştığı görülmektedir. Olaya çizgi filmin eğitim amaçlı kullanımı açısından bakıldığı zaman her iki duyu

organının da hitap eden çizgi filmlerin eğitim öğretim sürecinde kullanılmasının faydalı olabileceği de ortaya çıkmaktadır.

(19)

Görsel ve işitsel duyu organlarına hitap eden materyallerin kullanımı görsel ve işitsel araçların kullanımını görsel algı açısından gerekli kılmaktadır. Öğretici ve eğitim öğretim açısından bakıldığında en basit slayt makinelerinden bilgisayar kontrollü projeksiyon makinelerine kadar değişik türde araç bulunmaktadır. Genel olarak bu araçlar şu amaçlarla kullanılmaktadır (Küçükahmet, 1997: 151):

-Zamandan tasarruf etmek

-Belli bir fikrin göz önünde canlanmasını sağlamak -Karmaşıklığı basite indirmek

-İşlemleri basitleştirmek

-Öğretimi canlı ve açık hâle getirmek -İlgi ve dikkati yoğunlaştırmak -Öğrenme arzusu yaratmak

-Konu üzerinde pratik yapma imkanı sağlamak -Öğretimi zenginleştirmek.

2.1.5. İletişimin Tanımı ve Süreci

İletişim bir mesaj taşıma özelliği ile birbirine bağlanmış olaylar zinciri olup, üretme, iletme ve mesaj alma süreçlerini kapsar (Yücel, 1998: 1)

Başka bir deyişle iletişim, gönderen ya da alıcı olarak adlandırılan iki insan ya da insan grubu/kitlesi arasında gerçekleşen bir duygu, düşünce, davranış ve bilgi alışverişidir (Becer, 1997:11).

Sözcük olarak Türkçedeki kullanımı yeni, kavram olarak eski olan iletişim değişik etkileşimleri, anlamları karşılamak için kullanılır. Mesaj alışverişi anlamında iletişim tüm canlılar dünyasında gözlenir. İletişim insanlar arasında simgeler aracılığı ile duygu, düşünce ve bilgi alışverişidir. İletişim, insan yaşamının tüm etkinlikleri ile ilgili olduğundan her zaman her yerde vardır (Zillioğlu, 1996:21).

(20)

İletişim, insanın doğumundan ölümüne kadar yaşamın içerisinde olan bir süreçtir. Sözlü ya da sözsüz, insanlar bir şekilde birbirleriyle iletişim içerisindedirler. İletişim yaşamımızın öyle ayrılmaz bir parçasıdır ki her düşüncemizin, davranışımızın ve ilişkimizin ardında isteyerek ya da istemeden alıp verdiğimiz mesajlar vardır.

İnsanoğlunu yazı dilinin gelişmesinden çok önce konuşma diline sâhip oldu. Böylece kültürü yaşatıp yaşatabildi. Avcı, toplayıcı insan yaşayış biçimine gereklerine uygun bir dile, bildirişim diline sâhipti. Konuşma dili yanında çentik, yontu, resim gibi anlatım araçlarından yararlanıyordu. Başka toplulukların kendi yaşam bölgesine ya da avın nerede bulunduğunu bildirme gibi durumlar dışında uzaktan haberleşmeye gereksinimi yoktu. Böylesi durumlarda duman, ses, özel işaretler ve haberci yeterli oluyordu. Üretim ve yerleşik düzene geçişin belli bir aşamasından sonra üretimde artık yaratma, ticaret ve yönetim sistemlerinin ortaya çıkıp gelişmesi ile birlikte ulaşım ve iletişimde köklü değişiklikler ortaya çıktı. Toplum içinde aynı mekânı paylaşanlar yine yüz yüze konuşma ile iletişim kuruyorlardı, ancak merkezî yönetimlerin kurulması ve ticaretin güçlenmesi ile uzaktan iletişim ve ulaşım olanaklarının gerçekleştirilmesini de önemli kıldı. Merkezî yönetimler hem kendi iktidarlarını güçlendirecek hem de toplumsal düzeni sağlayıp işletecek ulaşım ve yazı gibi iletişim tekniklerinin gelişmesini özendirip denetlediler (Zillioğlu, 1996:52-53).

“İletişim, yaşamımızın öylesine ayrılmaz bir parçası ki, her düşüncemizin, her davranışımızın ve ilişkimizin ardında isteyerek ya da istemeyerek alıp verdiğiniz iletiler var. Günümüzde insanların uyku dışında kalan zamanlarının çoğunu başkalarıyla ilişkiler içinde geçirdiği, yalnız kalınan zamanlarda radyo, televizyon, gazete, kitap gibi araçlardan yararlandığı göz önüne alınacak olursa, iletişimin hayatımızda ne kadar yer aldığı anlaşılır.” (Altıntaş, 2001: 2).

Sözcükler kullanılarak iletişim kurmanın yanı sıra fotoğraf, resim ve çizimle de iletişim kurmak mümkündür. Birçok durumda bu unsurlar yazılı anlatımdan daha güçü etkiler yaratabilir (Sillars, 1996: 16).

(21)

İletişim, yalnız sözlü ve yazılı ileti ve dilden ibaret değildir. İleri doğru uzatılmış yukarı dönük bir avuç, çatılmış kaşlar, kısık gözler, konuşurken araya konan mesafe, yakaya takılan kırmızı bir karanfil, üst konumda bulunan bir kişinin toplantıya herkesten sonra gelmesi, bir karikatür, bir resim başka iletişim kodlarının örnekleridir. Başka bir deyişle konuşmalarımız ve yazılarımızın yanında jestlerimiz, mimiklerimiz, giyim-kuşamımız vb. iletişim biçimlerinden sayılır. Böylece insan için anlam yükleyebildiği her şey iletişimdir. Bunu özetlemek istersek, iletişim; duygu, düşünce ya da bilgilerin akla gelebilecek her türlü yolla başkalarına aktarılması ve mesaj alış verişidir (Altıntaş, 2001: 2).

İletişim yoluyla elde edilen kültürel birikim yeni teknolojinin geliştirilmesine neden oldu. İletişimini biçimi ve içeriği kültürel oluş ve gelişime göre belirlenerek değişir. Aynı zamanda kültürel oluş değişiminin temelinde de iletişim gelişmesi yatar. İletişim tasarımcıları, mesajın iletilmesinde en etkili kanalın hangisi olduğunu saptamak durumundadır. Mesajın gönderileceği kanalın özelliklerine uygun biçimde hazırlanması ise çözümlenmesi gereken ikinci sorundur (Köşker, 2005: 12-13).

İletişim kaynaktan hedefe bilgi veya anlamların aktarılmasıdır. İnsanın kendini sosyal bir varlık olarak ifade etmesi için iletişime ihtiyaç duyulur. İnsan, çevresiyle iletişim kurarak yaşar. Onun her davranışı, konuşması, susması, duruşu ve oturma biçimi, kendini ifade etmesidir; yani çevresine mesaj iletmesidir. İletişim, bilgi üretme, iletme ve algılama sürecidir. İletişimin asıl amacı anlaşılabilir mesajların gönderilmesi ve karşı tarafın tutum ve davranışlarında değişiklik yapmaktır (Tutar, 2003: 7).

Bir mesajın görülüp hatırlanabilmesi için sık sık tekrarlanması gerektiğine inanılır. Bu yüzden birçok iletişim aracından da yararlanma yoluna giderler. Gerçekten de tekrar, başarılı bir iletişim oluşturmada anahtar sözcüktür (Becer, 1997: 14-15).

İletişim bir kişiden diğerine anlamların iletilmesidir. Anlam iletme bir ihtiyaçtan kaynaklanır. Davranışları ortaya çıkaran ihtiyaçlardır. İnsanlar gizlemeye alışsalar da, onların davranışlarından, karşılamaya çalıştıkları ihtiyaçları anlamak zor

(22)

değildir. Davranışla ihtiyaç arasındaki söz konusu ilişki nedeniyle, iletişim kurma biçimimizi, içinde bulunduğumuz toplumun değer yargıları belirler. Bu yönüyle temel ihtiyaçları bakımından büyük ölçüde benzerlikler bulunsa da, ikincil davranışlar bakımından iletişim kurma biçimimizi kültürel ve kişilik özelliklerimiz belirler. Böylece içinde bulunduğumuz toplumda iletişim kurmadaki temel amacımızı kendimiz ile toplumsal çevre arasında uyumlu bir ilişki kurmaktır (Tutar, 2003: 43).

“İletişim bilginin, düşüncelerin, duyguların, becerilerin vb. simgeler kullanılarak iletilmesidir. İletişim bir anlam arama çabası olup, esasen simgeler aracılığıyla bir kişiden ya da gruptan diğerine bilginin, fikirlerin veya duyguların iletimidir. Toplumsal açıdan ise, iletişim, mesajlar aracılığıyla gerçekleşen toplumsal etkileşimdir“ (Tayfur, 2004: 17).

İletişim organı hedef kitlesini iyi tanımak zorundadır. İletişim organı ya da göndericinin bilmesi gereken başka bir noktada; hedef kitlenin neyi okuduğu, neyi izlediği ve neleri inandırıcı bulduğudur. İletişim sürecinin son aşaması göndericinin mesajın hedef kitle tarafından alınıp anlaşıldığı konusunda bilgilenmesidir.

Bir iletim sürecinin tamamlanabilmesi için gönderilen mesajın okunması, anlaşılması ve harekete geçirici olması gerekir (Becer, 1997: 16).

2.1.5.1. Kitle İletişim

Kitle kavramı klasik kullanılış biçimiyle; toplumsal bakımdan farksız, heterojen, birbirleriyle bağlantısız, sınıf cinsiyeti ve ırk bakımından kesin farklardan yoksun, geniş bir nüfusu ifade etmektedir (Işık, 2000: 33).

Kitle iletişimde kitle kavramı izleyicilerin sosyal, siyasal ve ekonomik bakımlardan belirsiz ayırt edilemeyen kişiler kümesi olduğunu ima eder. Kitleden kapalı olarak bahsedilen insanlar, geniş izleyici, okuyucu ve seyircidir (Erdoğan, 1994: 242).

Kitle iletişimi, kamuya, kitlelere yönelik ileti üretimi ve dağıtımının kurumsallaşmış biçimlerini anlatır. Geniş ölçüde işlev gören kitle iletişim aslında iş

(23)

bölümü, basın, film, bant kaydı ve fotoğraf gibi karmaşık araçlardan ibarettir. İletişim, kendi içinde göreceli olarak az farklılaşmış bir topluluğa yönelik bilgi ve anlatım aktarımı diye de tanımlanır. Aynı zamanda haber verme, eğitim, propaganda, reklam gibi çok değişik işlevler taşıyan kitle iletişimi, mesajın bir ya da daha çok kitle iletişim araçları (gazete, radyo, televizyon, sinema vb.) aracılığıyla geniş ve bilinmeyen bir kitleye iletilmesidir ki, bu da temelde tek yönlü bir iletişimdir (Tayfur, 2004: 25-26).

Kitle iletişim, uzmanlaşmış grupların heterojen ve farklılaşmış izleyicilere sembolik içerik yaymak üzere teknolojik aygıtları (basın, radyo, film vb.) hizmete soktuğu kurum ve tekniklerden meydana gelir (Quall, 1997: 16).

Kitlesel iletişim süreci; mesaj etki alanı, kanal, parazit geri bildirim ve çevre koşulları gibi unsurları içermesi nedeniyle diğer iletişim süreçlerine oldukça benzer. Kitle iletişimin hedeflediği insan kümesi, genişliği ve anonim yapısıyla diğer izleyici kitlelerden ayrılır. Kitle iletişiminde gönderici ve alıcılar birbirlerini gerçekten tanımazlar. Kitle iletişimde kullanılan mesajlar birçok insana bulaşama, etkileme ve kabul görme amacına yöneldiklerinden genel niteliklere sâhiptirler. Kitle iletişiminde diğer iletişim türlerine göre oldukça gecikmiş bir geri bildirim söz konusudur. Buna karşın, kitlesel medya oldukça geniş ve heterojen bir alıcı kitlesine bilgi ve deneyimlerin hızlı bir biçimde aktarımını olanaklı hâle getiren iletişim araçlarıdır (Becer, 1997: 26-27).

Kitle iletişim kavramı; günlük kullanımda bazen kitle iletişim araçlarıyla aynı anlamda kullanılmaktadır, fakat kitle iletişimi, kitle iletişim araçlarının kendisine ve kullanılan teknolojiyi aşan, iletişim sürecinin kendisini de kapsayan bir terimdir (Öngören, 1995: 75).

Kitle iletişim araçları her zaman halkın gözleri önünde olduğundan bunların işleyişleri hakkında kanısıyla daha dikkatli entelektüel değerlendirmeler arasında sürekli bir etkileşimdedir (Alemdar, 1997: 21).

(24)

2.1.5.2. Grafik İletişim

Grafik iletişim, resim, fotoğraf, sembol ve değişik türdeki çizimler aracılığı ile oluşturulan bir iletişim şeklidir (Sillars, 1996:208).

Grafik görsel olarak algılanan şeylerle yani görüntülerle ilgili kavramdır. İletişim ise her türlü bilginin insanlar arasındaki alışverişidir. Bu durumda grafik iletişim, görüntülerden oluşan bilgilerin değiş tokuşu olarak tanımlanabilir (Becer, 1997: 29).

Uluslararası yol işaretleri ve emniyet sembolleri grafik iletişimin ne kadar etkili olduğunu gösteren örneklerdir. Bu tür semboller, yazılı anlatım kullanılmadığı için her milletten insanlar tarafından da kolayca anlaşılabilir (Sillars, 1996: 208).

İletişim yöntemi ya da aracı, farklı gereksinimlere bağlı olarak değişebilir. Örneğin; bazı durumlarda yeterli olmasına karşın konuşmak sınırlı bir iletişim yöntemidir. Sözlü iletişim sırasında sık sık yanlış anlaşılmalar olmakta, düşünceler kolaylıkla unutulabilmektedir. Bir düşünce ya da kavramın kaydedilmesi için, grafik iletişim sisteminin kurulmuş olması gerekir. Gelişmiş ya da gelişmekte olan toplumlarda grafik imgeler önemli ve sürekli bir yere sâhiptirler. Yazılar, resimler ve fotoğraflar başlıca grafik iletişim araçlarıdır. Bir mesajın açık, ekonomik ve estetik bir yolla iletilmesi, grafik iletişimin başlıca amacı ve başarı kriteridir. Grafik iletişimin ekonomik olması demek, mümkün olan en az sayıda görsel imgenin mümkün olan en yüksek sayıda bilgiyi aktarabilmesi demektir. Bu aynı zamanda iletişimin de temel kurallarından birisidir. Her grafik unsur, mesajın etkisini artıracak biçimde tasarlanmalıdır (Becer, 1997: 28-29).

Görsel unsurlar, tasarım yüzeyleri içinde ve birbirleri arasında tasarım ilkeleri doğrultusunda bir ilişkiye girerler. Görsel unsurların kenar ve eksenleri aynı hizaya getirilebilir, ya da sıraya konulabilir. Görsel unsurlar, göze bir hareket kazandırırlar. Tasarım yüzeyi içinde birbirine yakın unsurlar kendi aralarında bir ilişkiye girerek grup oluştururlar. Böylelikle okuyucu hangi başlığın hangi illüstrasyona ait olduğunu rahatlıkla algılar. Benzer boyutlara, biçimlere, renklere, tonlara, yönlere ya da dokulara sâhip görsel unsurlar da birbirleri arasında anlama

(25)

dayalı bağlantılar kurarlar. Görsel unsurlar arasında kurulacak bu tür ilişkiler, tasarım içinde bütünleştirici bir rol oynar. Demokratik bir toplumda bilgiler; kitap, gazete, dergi, afiş, broşür ve diğer görsel araçlarla okuyucu ya da izleyici kitlesine ulaşır. Daha özlü bir ifadeyle; modern insanın bütün hayatî etkinlikleri, grafik imgelerle iletişim kurabilme yeteneklerine bağlıdır (Becer, 2000:29-30)

2.1.5.3. Televizyonla İletişim ve Çocuk

Kitle iletişim araçlarından biri olan televizyon, gelişmekte olan tüm ülkeleri etkisi altına alan bir iletişim aracıdır.

Televizyonun üç işlevi olarak benimsenen haber, eğitim ve eğlence tüm yayın ve programların temelini oluşturur. Televizyon programının konusu araştırmalarla, gözlemlerle ortaya çıkar. İzleyici ancak, araştırılmış değerlendirilmiş, ayaklanmış ve düzenlenmiş bir konuyu izlediğinde ondan alacak şeyler bulabilir (Ursavaş,1997:32).

Televizyon, bir olguya ilişkin görüntü ve sesin elektromanyetik dalgalar ile iletilmesi ve bunların iki boyutlu, sesli, siyah beyaz ya da renkli olarak izlenmesine olanak sağlayan bir sistemdir. Bu durum, televizyonun en önemli özelliği olan görsel-işitsel, başka bir değişle göze ve kulağa aynı anda seslenen iletişim olduğunu göstermektedir (Güler, 1992: 110).

Günümüzde görsel ve işitsel etkinliği nedeniyle çok sayıda kişiye ulaşan en güçlü iletişim aracı olarak televizyonun en önde gelen işlevleri arasında eğlendirici ve öğretici niteliği sayılabilir (Can, 1995: 77).

İletişim en basit bağlamda, üç öğeye dayanmaktadır. İletiyi gönderen, iletiyi alan ve bu ikisi arasında iletinin gönderilmesinde kullanılacak bir iletişim kodlaması, bir ileti olarak belirlenebilir. İletiyi gönderene kaynak, alana hedef kitle, iletişimde gönderilen bildirime de ileti denmektedir (Oskay, 1997: 16). Çizgi film açısından konu ele alındığında kaynaktan alınan ileti (mesaj) kanal vasıtasıyla (çizgi film) hedef kitleye (çocuk) ulaştırılmaktadır.

(26)

İnsan hayatının bir parçası olan iletişim doğumdan itibaren başlar. Yeni doğan bebek ilk iletişimini annesiyle kurar, açlığını ve ıstırabını ve ihtiyacını ağlayarak belirtir. Ağlamak bebeğin kendi ifade biçimi, anneyle iletişim çabası olarak değerlendirilebilir (Yörükoğlu, 2000: 32).

Çocuk dış dünyayı algılama için gözlerini kullanır ve dış dünyadaki olayları daha çok görme duyusuyla algılamaktadır. Bu nedenle bir çocuk için öğrenme eylemi gördüğünü taklit etmektir denebilir. Televizyon ise görüntülü mesajlarla bu duyu organına hitap eden etkin bir uyarıcı konumundadır (Can, 1996: 68).

Çocuklar da büyükler gibi öncelikle onların kişisel deneyimleri ve konumlarıyla ilgili olan konuları öğrenirler ve tanıdık olmayan konuların öğrenilmesi onlar için zordur. Bunu açıklamak gerekirse, şunu söyleyebiliriz ki, çocuklar duygu yoluyla ilgilendikleri bir konuyu kolaylıkla öğrenirler. Mesela eğer programlar eğlendirici olursa verilen mesajı daha hızlı ve kolay alabilecektir (Filetson, 1998: 36).

Çocuk ve televizyon arasındaki bağı incelerken iki konunun göz önünde bulundurulması gerekir:

1. Çocuklar neden televizyon izlerler ve televizyonun onların üzerinde ne gibi etkileri vardır;

2. Televizyonda çocuklara yönelik programların dili nasıl olmalıdır. Birinci soruya yanıt olarak dünyanın değişik yerlerinde yapılan araştırmaların ortak sonuçlarını şöyle özetleyebiliriz:

a) Bir eğlence aracı olarak çocukların televizyona kolaylıkla ulaşabilmesi, b) Hayatın sınırlarını geçebilmek ve büyüklerin yaşamıyla ilgili daha fazla

bilgi edinebilmek;

c) Programlardaki kahramanlarla özdeşleşerek hayatın günlük gerçeklerinden uzaklaşabilmek,

d) Televizyon aracılığıyla aile veya arkadaşlarla bir araya gelebilmek,

e) Televizyon programlarının seçilmesi aile üyelerinin yaşı, cinsiyeti, zekası, zevki ve inancı ile sıkı bir ilişki içindedir.

(27)

f) Toplumla tam olarak uzlaşamayan çocukların televizyon izleme oranı daha fazladır ve daha çok şiddet içerikli yayınlar tercih edilir.

g) Televizyon programlarının çocuklar üzerindeki etkisi, programların türü, çocuğun kişiliği, çocuğun daha önceki deneyimleri ve ortama bağlıdır. h) Bir konunun televizyon programlarında tekrarlanması onun etkileme

gücünün artmasına neden olabilmektedir.

i) Televizyon çocukların eğitimine yardımcı olur. Tembel çocukların daha çok televizyon izlemesi ise, aile ilişkilerindeki sorunlar, ortamla uyumsuzluk vb. etkenlerden kaynaklanır.

Televizyon programlarının diliyle ilgili aşağıdaki konular önemlidir: a) Kullanılan cümlelerin ve verilen mesajların basit olması,

b) Birçok bilgiyi tek bir cümleye sığdırmaktan kaçınmak,

c) Kelimelerin veya gramer unsurlarının tekrarlanması cümlenin zor anlaşılmasına sebep olur.

d) Müphem cümlelerin kullanılmasından kaçınılmak (Zebihi, 2004: 38-41). Sinemanın çocuğun psikolojik ve sosyal gelişiminde bir uyarım kaynağı olduğu belirlenmiştir. Çocuk ancak yedi yaşında filme dikkatini vermeye başlar. Oynatılanın az çok ne olduğunu ve filmin gerçek olmadığını anlayabilmektedir (Yavuzer, 1998: 232).

Çağımızın yetişkinler ve çocuklar için en etkili “iletişim aracı” olan televizyon bu gücünü sözeli (sesi) görüntüyle desteklemesinden, düşünceden önce duygulara hitap etmesinden dolayı elde etmektedir. “Gün içinde yaklaşık 7-8 saatin bu tarz bir mesaj bombardımanını, izlemeye ayrılmış olması, ona doğal olarak, bireyin nasıl davranacağına, neyi seçeceğine etki eden bir otorite olma hakkını da kazandırmaktadır. Olaya çocuk açısından bakıldığında kişiliği “henüz gelişmekte olan” bir canlının gelişimine dahil etme durumu söz konusu olmaktadır. Bu olgu, çocuğun gelişimine olumlu katkılar yapabileceği gibi son derece olumsuz katkılar da yapılabilmektedir (Can, 1996: 69).

(28)

Çizgi filmlerin kitleye ulaştırıldığı en yaygın yolun televizyonlar olduğu düşünüldüğünde, çocukla iletişim kolaylıkla kurulmakta ve çocuk eğlenmekte, öğrenmekte, amaç doğrultusunda hazırlanan çizgi filmlerle eğitilebilmektedir. Trafik eğitiminden, diş sağlığına kadar çok değişik aşamalarda istenen ve amaçlanan davranış tarzları geliştirilebilmektedir. Denetimsiz ve uzman eğitimcilerin olurundan geçmeyen yapımlar çocuğa zarar verebilmektedir.

“İletişim araçları bir bilginin, görüşün ya da davranışın yayınlanması süreci olarak ele alındığından önde gelen işlevleri arasında şunlar yer almaktadır; haber verir, aydınlatır, eğitir, eğlendirir, mal ve hizmetlerin tanıtılmasını sağlar, toplumun ufkunu gözletir, inandırır, harekete geçirir, kuşaktan kuşağa kültürel geçişi sağlar, dikkati odaklaştırır (Can, 1996: 70).

Çizgi filmlerin çocuklarla iletişim bağlamadaki etkisi bilinmektedir. Prof. Dr. Leyla Ahmedoğlu’na göre, “eğitim bir iletişim sürecidir. İletişimde bulunmaksızın eğitim yapmak imkansızdır.” Olaya bu bağlamda bakıldığı zaman sağlıklı eğitim sürecinin ön koşulu olarak doğru ve sağlıklı iletişim kurma zarureti ortaya çıkmaktadır. Çizgi filmlerin çocuklar üzerindeki etkisi de dikkate alınarak, eğitim öğretimde uygun uyarıcılar olarak kullanılması yararlı olabilecektir.

“İletişim, bir bilginin, bir görüşün ya da bir davranışın yayınlanması süreci olarak tanınmaktadır. Televizyonun önde gelen işlevleri arasında eğlendirici ve öğretici nitelikleri sayılabilir. Televizyon görsel ve işitsel duyulara yönelik etkili bir kitle iletişim aracı olması nedeniyle olumlu hizmetlerinin yanı sıra, iyi değerlendirilmediği takdirde olumsuz sonuçlara da neden olmaktadır. Televizyon olumlu bir uyarı kaynağı olmasının yanında aile içi ve dışı toplumsal etkileşimi en alt düzeye indirdiğinden, çocuğun sosyal gelişimine olumsuz etkisi vardır. İlk çocukluk dönemlerinden itibaren çocuklar, kendilerine model olarak seçtikleri televizyondaki dizi kahramanlarının özelliklerini günlük yaşamlarına ve oyunlarına yansıtmaya başlarlar. Bu film kahramanlarının; “Danri sevimli dev, çık ortaya”, “Atom karınca geliyor iş başında!”, “Ormanlar Kralı Tarzan Aaaa!...” gibi sloganlarını oyunlarına yansıtırlar (Yavuzer, 1998: 234).

(29)

Çizgi filmler; gerek televizyonlarda, gerekse diğer sunum ortamlarında çocukları önemli ölçüde etkileyen ve onlarla kusursuz bir iletişim kuran ana unsur olarak belirmektedir.

2.1.6. İran’da Televizyon Kanalları, Yabancı Uydu Kanalları ve Çizgi Film CD’leri

İran’da uydudan yayınlanan kanalların dışında tüm kanallar devlet kanalı olup, özel kanal bulunmamaktadır. Biri “ostan”, yani il kanalı olmak üzere toplam 8 televizyon kanalını izlemek mümkündür. Onlardan biri “Haber”, biri “Kuran”, biri “Amûzeş” (eğitim) ve diğerleri “Kanal 1”, “Kanal 2”, “Kanal 3”, “Kanal 4” olarak adlandırılır. “Kanal 1” ve “2” değişik programlar, “Kanal 3” daha çok spor programları, “Kanal 4” bilim, sanat, filim ve “Kanal 5” daha çok ait olduğu ilin haberlerini içermektedir. “Kanal a” eğitimle ilgili programları içerirken; “Kanal Kuran” adından da anlaşıldığı üzere Kuran eğitimi ve din bilgilerine ait programlar yayınlar. Adı geçen kanallardan sâdece kanal 1, 2 ve 5’te (il) çocuk programları ve çizgi film yayınlanır. Çocuk programının günlük yayın saati kanal 1’de ortalama 4 saat (iki saat sabah, iki saat akşam); kanal 2’de ortalama 3 saat (2 saat sabah, 1 saat akşam); kanal 5’te ortalama 2.5 saattir (1 saat sabah, 1.5 saat akşam). Kanal 1 ve 2’nin çocuk programlarının büyük bir kısmını çizgi film oluşturur. Oysa kanal 5’te daha çok çocuk filmleri, kukla oyunları ve çocuk yarışmaları yayınlanmaktadır (Hesabi, 2006). İran resmî devlet kanallarında eğlence programlarının yok denecek kadar az olması İran seyircilerini yabancı uydu kanalları ve yurt dışından genelde opozisiyon tarafından yayınlanan televizyon kanallarına yönlendirmiştir. Yabancı kanallardan en çok Türkiye uydu kanallarının izlendiği bilinmektedir. Bunun en büyük sebeplerinden, Türkçenin İran halkı tarafından daha kolay anlaşılması; Türkiye Türkçesinin Azerbaycan Türkçesine yakınlığı ve Farsçayla olan ortak kelimelerin bol olması, aynı zamanda Türkiye kanallarında çeşitli ve eğlenceli programların bulunmasıdır.

Genellikle Amerika’dan ve daha çok opozisiyon güçleri tarafından yayınlanan Farsça kanallar ya tamamen siyasî (NITV kanalı gibi) veya tamamıyla müzik ve film kanalı (PMC, İran Muzik, Pen, Tapeş kanalları gibi)dır. Bu kanallarda

(30)

çocuk programlarına, hele çizgi filme yer verilmez. Türkiye kanallarında en çok atv, kanal D, Show ve Kral kanalları izlenirken, diğer yabancı kanallardan Vox, Viva, Magic ve bazı Arap kanalları (MBC gibi) izlenir. Üç MBC kanalından üçüncüsü sâdece çizgi film yayınlar. Bu kanaldaki çizgi filmlerin dili çoğu zaman İngilizcedir ve bazen Arapça altyazı verilir.

İran’da özellikle de, araştırma alanımız olan Tahran kentinde televizyonda yayınlanan çizgi filmlerin yanı sıra çizgi film CD’lerine de büyük ilgi gösterilmektedir. Teknolojinin hızla evlere kadar nüfuz etmesi sonucunda çizgi filmlerin izlenmesinde sağlanan kolaylıkla birlikte; çocukların istedikleri veya ailelerinin uygun buldukları çizgi filmler, istedikleri saatte ve miktarda izleme olanağı da sağlanmış bulunuyor. Gözlemlerimizde çizgi film CD’lerinin yalnız çocukları eğlendirmek-oyalamak amacıyla değil, aynı zamanda yabanı dil öğrenimine yardım olarak da kullanıldığı tespit edilmiştir. İran’daki çizgi film CD’leri esasen Farsçadır. Fakat, onların orijinal dilde de CD’lerini kolaylıkla bulmak mümkündür. Yabancı dillerden doğal olarak İngilizcenin önde geldiği ve çocukların İngilizce öğrenmesinde çizgi film CD’lerinin de öneli rol oynadığı bilinmektedir.

Çocukların ve ailelerinin en çok hangi çizgi filmleri tercih ettikleri konusunda çalışmamızın ilgili bölümlerinde gereken bilgi verilmiştir.

2.1.7. Çizgi Filmin Dünyada ve İran’da Tarihsel Gelişimi

19. Yüzyılın başlarında resimleri hareket ediyormuş gibi gösteren bazı oyuncaklar çizgi filme temel teşkil edecek nitelikte olduğu bilinmektedir. İki resim bir birini peşi sıra gözün önünden geçerek, “thaumatrope” adı verilen bu oyuncakla gözde hareket hissi elde edilmiştir. 1832’de Joseph Plateau adlı bir Fransız yaptığı biraz daha gelişmiş bir oyuncakta ayna yardımıyla hareket oluşturabilmekteydi. Aynı ilkelere dayalı “zoetrope”, “Praxinascope” olarak adlandırılan oyuncaklar geliştirilmiştir. Bir kaide üzerinde dönen ve çevresinde eşit aralıklarla açılmış göz delikleri bulunan silindir biçiminde bir araç geliştirilmişti. Bant üstüne çizilmiş ve silindirin içine yerleştirilmiş olan resimler izleniyordu ve silindirin çapının büyüklüğüne göre, canlandırma süresi uzamaktaydı. Pierre Devignes tarafından

(31)

geliştirilen bu araç, değişik resmin bantlarını da kullanma imkanı sunmaktaydı (İnanç, 1981: 11).

“Emile Reynaud’un yarattığı “praxiinascope” ise, “zoetrpe”un daha gelişmişi idi.

Yalnız göz delikleri yerine, silindirin ortasına bir sıra ayna konulmuştu. Araç döndüğünde, aynalara bakan seyirci, hareket eden resimleri görüyordu. Reynaud bu buluşunu bir çeşit projektör ile birleştirerek 1892’de Paris’te dünyanın ilk sinema salonunu açtı; “Theatre Optique”. Her biri birkaç dakika süren gösterilerini burada 1900 yılına kadar sürdürdü.” (İnanç, 1981: 41).

Bilinen anlamda görüntüyü ilk kez Hollandalı alim Picher Van Muschenbock’un çizdiği sanılmaktadır. 1936 yılında yel değirmeninin çalışmasını tasvir eden bir slaytlar dizisi çizilmiştir. 1881’de Beale ve Hughes, Cnoreutoscope adlı araçlarıyla canlandırma sinemasında gelişme yaşanmıştır. Reynaund yaptığı çalışmalarda fil üzerine el çizim tekniğiyle 10-15 dakikalık canlı filmler yapmıştır. Reynaund, sinemanın ortaya çıkmasından önce ilk canlandırma filmlerini gerçekleştirmiştir. İlk canlandırma filminin 1905 yılında İspanyol Segondo De Chomon’un yaptığı “The Electric Hotel” olduğu sanılmaktadır. 1907 yılında ise, J. Steart Blackton uzun çalışmalarından sonra “Büyülü Dolmakalem” filmini hazırlamıştır. Canlı film çalışmaları Avrupa ve Amerika kıtasında birbirinden bağımsız olarak gelişmiştir (Çelenk, 1995: 5, 8-9).

Canlandırma filminde kullanılan tek kare çekimin ilk uygulaması, Amerikalı James Stuart Blackton tarafından gerçekleştirilmiştir. Blackton, 1907’de çektiği “The Perili Otel” filminin bazı sahnelerinde, alıcıyı, her seferinde bir görüntü alacak şekilde çalıştırarak, hareketsiz nesneyi kendi kendine hareket eder duruma getirerek tek kare çekim uygulamasını gerçekleştirmiştir (İlgaz, 1998: 10).

James Stuart Blackton tarafından gerçekleştirilen bu uygulama, canlandırma filminin ilk büyük yaratıcılarından sayılan Emile Cohl tarafından geliştirilerek kullanılmıştır (İlgaz, 1998: 10). Bu teknikten yararlanan Emile Cohl ilk çizgi film denemelerini 1908’de gerçekleştirmiştir. Beyaz kağıt üstüne siyah renkli çöpten

(32)

adamlarını filme alarak ama projeksiyonda negatif film kullanarak siyah fon üstünde hareket eden beyaz figürler elde etmeği başarmıştır (İnanç, 1981: 41).

İlk sinema seyircileri için bu çöp adamların perde üzerindeki hareketleri, sinema büyüsünün yeni bir bölümünü oluşturur. Cohl’un ilk filmi bir dakika 57 saniye süren 36 metre uzunluğundadır. “Fantasmagorie” ikinci filmi 80 m. uzunluğunda “Maskaranın Kabusu”dur. 1980’den 1918’e kadar yarısından fazlası Amerika’da olmak üzere 400 film çevirmiştir. Yalnız çalıştığı için resimlerde en aza indirgenmiş şematik bir çizgi görülür (Ilgaz, 1998: 11-12).

Aynı dönemde Amerikalı Windsor Mac Cay, Cohl’un tekniğini geliştirerek “Gertie the Trained Dinasaur / Eğitilmiş Dinozor Gertie” adlı filmiyle onu izlemiştir ve seyircilere çizgi filmi sinemanın bir parçası olarak benimsetmeyi başarmıştır (İnanç, 1981: 11-12).

Windsor Mac Cay 10 bin resimlik “Dinosor”dan sonra 12 bin resimlik filmler yapmaya başlamıştır. Daha sonra büyük emek ve çaba gerektiren 25 bin resimlik “Lusintania’nın Batışı” filmini gerçekleştirmiştir (Ilgaz, 1998: 11-12). Aynı yıllarda birçok çizgi film sanatçısı ve çizgi film ortaya çıkmıştır.

1914’te de Ear Hurd saydam sayfalar kullanma suretiyle hareketli resimleri geliştirmiştir. Hurddan sonra, sesin ve rengin işe katılmasına dek, hareketli resim tekniğinde hiçbir yenilik olmamıştır. 1913-1917 döneminde, çeşitli Amerikan karton dizilerinin (yani 3-4 kareden oluşan çizgi öykü) oluştuğu görülmektedir. John R. Bray “Colonel Heezalier / Albay Heezalier”, Ben Harrison ve Manni Gould “Krazy Kat”, Pat Sullivan “Felix The Cat / Kedi Felix”, Max ve Dave Fleischer kardeşler “Coco The Clown / Soytarı Koko”yu yaratmışlardır (Ilgaz, 1998: 12).

Çizgi film (1908-1917) on yıl içinde seyircinin merakla incelediği bir “teknik harika” olmaktan çıkıp keyifle benimsediği yeni bir eğlence türü olarak ortaya çıkmıştır. Sanatçıların çizdiği tipler basit ve konuşmalar kahramanların ağızlarından çıkan diyalog balonlarına yazılmasına rağmen gelişmişler, kişilik kazanmışlardır (İnanç, 1981: 12).

Kitle tarafından benimsenen ve kitleyi etkileyen bu çizgi öyküler, çok başarılı olmuşlardır. Öykülerin hayvan kahramanları yaşayan film yıldızları kadar ün

(33)

kazanmış, zamanının günlük gazeteleri düzenli olarak maceralarını izletmişlerdir. Bu kahramanlar için besteler yapılmış, şarkılar düzenlenmiştir. “Felix The Cat” için konulu bir şarkı bestelenmiştir (Ilgaz, 1998: 12-13).

Cohl’un Amerika’ya göçmesiyle, Fransa’da duraklama dönemine giren animasyon sanatı, Sovyetler Birliği’nden göç eden Ladis Las Starevitch’in çalışmalarıyla yeniden canlanmıştır. Sanatçı ana yurdunda başladığı kukla filmlerini, “Brek Rasnaya Liukadina / Güzel Liukadina”, 1912 Ruslan, “Ludmilla-Ruslan” ile “Ludmilla-1915” vb. Fransa’da devam etmiştir. Sesli sinemanın çıkışına değin sürdürdüğü çalışmalarında daha çok La Fontaine’in masallarını canlandıran, “Les Grenouilles Qui Demandent un Roi / Kendilerine Hükümdar Arayan Kurbağalar 1923”, “La Cigalee et la Fourmi / Ağustos Böceği İle Karınca 1927” vb. gibi yapıtlar vermiştir (Ilgaz, 1998: 13).

Sesli filmlerin yapılmasıyla çizgi filmlerde de büyük gelişmeler görülmüştür. 1923’te kurulan Walt Disney, 1928’de ilk sesli “Miki Fare” filmlerini, sonra “Vakvaka Kardeş” ve “Saçma Senfoni” dizilerini ve sonra da ilk uzun çizgi film “Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler”i yapmıştır. Bunları birçok ülkede gösterilen ve büyük başarı kazanan “Pinocchio”, “Fantasia”, “Dumbo”, “Bambi”, “Kül Kedisi”, “Peter Pan”, “101 Dalmaç Yalı”, “Leydinin Aşkı”, “Alice Harikalar Diyarında” gibi filmler izlemiştir. Bu yıllarda çizgi film büyük bir aşama kaydederek, konusu, müziği, renkleri, desenleri ile çok sevilen bir sanat dalı hâline gelmiştir. Walt Disney’in hayvan tiplerine insan karakteri vererek gerçeğe uygun bir biçimde hareketlendirmesine karşılık, aynı yıllarda bazı sanatçılar daha stilize tipler, gerçekçi olmayan hareketlendirmeler kullanarak değişik yorumlar getirmeğe ve yeni teknikler aramaya yönelmişlerdir: Norman Mc Laren, Alex Alexieff, Claire Parker gibi (İnanç, 1981: 42).

“1950’den sonra, televizyon, bu yeni animatörler için baş yönlendirici olmuş ve çizgi film yapımlarında çok büyük bir artış görülmüştür. Halkın beğenisini kazanan bu filmler, özel televizyon kurumları için yapılmış olan reklam filmlerinden sağlanan maddî olanaklarla gerçekleştirilmiştir. Bu durum daha sonra, 1970’lerin başında uzun metrajlı çizgi filmlerin yapımını hızlandırdı ve bu konuda yeni bir çığır açılmış oldu. Örneğin; “Asterix”, Japonya’da Tezuka’nın “-Bin Bir Gece Masalları”,

(34)

Amerika’da Steve Krantz ve Ralph-Bukshy’nin “Fritz-the Cat”, İngiliz-İtaliyan ortak yapımı “Ünlü Silahşörler” gibi (Ilgaz, 1998: 15).

50’li yıllarda Tahran ilk kez neonla tanıştı ve Tahran geceleri renkli ışıklarla süslenmeye başladı. Neonun koyu renklerinden oluşan nakışlar duvarlarda, sinema girişlerinde, kentin yüksek binalarında ve mağazaların vitrininde kendini gösterirdi. Işıkların harekti halkı sinemaya ve mağazalara davet ediyordu. Tahran’ın Lâlezar mahallesi bu ışık oyunlarının merkezine çevrilmişti. En basit hareketli geometrik tasarımlardan, yürüyen adam gibi daha mükemmel sahnelere kadar değişik görüntüler vardı. 60’lı yıllarda da renki neonlar gecelerin sessizliğini rengareng ışık oyunlarının hareketliliğine dönüştürüyordu. Yapılan her bir neon tabela İran’da gerçek animasiyonun başlangıcıydı. Mürteza Momayyez bir kişinin içecek içmesini neonla tasarlayarak İran animasiyonu ve reklamcılığının başında gelenlerden biri oldu.

1956-1961 yıllarında İsfendiyar Ahmediye (ressam), Cafer Ticaretçi (subay ve karikatörist), Perviz Usanlu (yönetmen), Petros Palyan ve Esedullah Kefafi gibi sanatçılar Kültür Bakanlığı nezdinde Animasiyon İdaresini açmayı başardılar. Daha sonra Çekoslovakya’da yönetmenlik eğitimi görmüş olan Nusretullah Kerimi de onlara katıldı ve bu sanatçılar birkaç diğer gençlerin yardımıyla İran’ın ilk çizgi filmlerini yaptılar (www.irananimation. com/starting.asp).

Şu anda Tahran’ın altı değişik ilmî merkezinde animasiyon eğitimi verilmektedir:

1. Tahran Hüner Üniversitesi

2. Çizgi Film Denemeleri Merkezi (Çocuk Düşünce Gelişimi Merkezine bağlı)

3. Farabî Üniversitesi

4. Radyo-Televizyon Fakültesi 5. Sinema-Tiyatro Fakültesi

6.Terbiyet-i Müderris (Pedagoji) Üniversitesi (www.irananimation. com/instruction_centers.asp)

(35)

2.1.8. Çizgi Film Canlandırmasında Kullanılan Araç-Gereçler

Çizim Gereçleri: Çeşitli kalemler, boyalar, fırçalar vb. gereçler kullanılmaktadır. Bilgisayar çalışmalarında baskı makineleri boyanın direkt kullanımını azaltmaktadır.

Standart Delikli Kağıt, Pim ve Zımba: Genellikle A4 boyutlarında beyaz kağıtlar, bir zımba ile delinmiş olup, bu deliklere tam oturan pimlere takılır.

Zımba ve pim ölçüleri uyumlu olmalıdır. Genellikle animasyon firmaları pim üreten makinelerle pimleri de kendileri hazırlayabilirler.

Asetat: Petrol kökenli saydam tabakalar aynı zımbayla delinmiştir. Kağıtlara çizilen resimler bu malzemeye kopya edilir ve arkadan boyanır. Bilgisayar destekli çalışmalarda asetat kullanımı azalmaktadır.

Işıklı Masa: Çizgi film yapımının en temel aracıdır. Resimler çizilirken tek tek ayrı kağıtlar kullanmak gerekir. Ancak her resim aynı çerçeveye çizilmelidir. Işıklı masanın ışık geçiren çizim alanının üstünde sabit bir pim bulunur, kağıtlar bu pime takılır. Çizer ışıklı masa yardımıyla çizdiklerini üst üste koyduktan sonra görerek kontrol edebilir, bir önce çizdiğine göre bir sonra çizdiğini belirler.

Kamera, Işık: Çizgi film tek kare motoruna sâhip, düşey olarak sabitlenmiş ve altında standart pimi takılı bir çekim yüzeyi olan kamera ile çekilir. Kullanılan ışık kaynağı çekim yüzeyini homojen aydınlatacak içinde iki yanda 45 derecelik açıdadır. Bu aşamada da bilgisayarların devreye girmesiyle çekim yerine tarayıcılarla resimler bilgisayara aktarılarak özel programlarla ve efektlerle montajları ve hareketlendirmeleri sağlanmaktadır.

Tek Kare: Kameranın temel özelliğidir. Normal film kamerasından bu özelliğiyle ayrılır. Her dekanşöre basışta yalnızca bir poz film çekilmesini sağlar. Saniyede 24 kare, 35 mm filmin projeksiyondan bir saniyede geçen kare sayısıdır. Bu rakam televizyonda 25 karedir. Çekimde 24 kare = 1 saniye olarak hesaplanır.

Referanslar

Benzer Belgeler

 Uluslararası Pınar Çocuk Resim Yarışması’nı kazanan 12 öğrenciye, ayrıca aşağıda detayları bildirildiği üzere, 2022 yılı Haziran ayı içerisinde Ödül

Öğrencinin, içeriğin ana alanlarında sağlam bir bilgi ve anlayışı vardır ve süreçler ve becerilerde yeterli bir başarı düzeyi yakalamıştır.. D -

2.2.8 Bölge sergisi aşamasına geçen öğrenciler tarafından e-bideb başvuru sisteminden alacakları başvuru izleme belgesi, muvafakatname ve bilimsel etik ve proje

波定位,受影響的範圍接受局部麻醉。下一步是將光纖經由導管導入靜脈,並移向將被

yaygınlaştırmak ve teşvik etmek, geleceğin bilim insanı olma potansiyeline sahip öğrencileri erken yaşlarda keşfedip var olan yeteneklerine katkı sağlamak amacıyla

Sınıf öğretmeni değişen ilkokul öğrencilerinin bu değişime ilişkin duygusal tepkileri ile ilgili olarak ilkokul öğrencilerinin söylemleri üç tema altında

kimlik numarasına tanımlı ARBİS şifresini alan ve kaydını tamamlayan lise proje yarışması için proje sahibi öğrenci, ortaokul proje yarışması için danışman