• Sonuç bulunamadı

Türklerde su-çeşme-sebil

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Türklerde su-çeşme-sebil"

Copied!
23
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Resim : 1 Mehrişah sebili «Eyüp» 1800 çalıştığı zamanlara ait eski bir resim

SU-ÇEŞME.SEBİL

SEDAT ÇETİNTAŞ

Yüksek Mimar, Âbideleri Koruma Heyeti üyesi

M

lM A Rİ’nin medeniyet tarihinde ve cemi­ yet hayatında kesin bir ifadesi vardır. Meselâ, uzaktan minarelerini seyrederek

yaklaştığımız bir şehirde mutlaka bir İslâm kütlesinin yaşamış veya yaşamakta olduğunu anlar ve o şehirde

göreceğimiz kiliselerle de orada hıristiyanların varlı­ ğına inanırız. Stadyumlar şehirlerdeki spor faaliyetine delâlet eder.

Mimari bu mühim rolünü tarihin en zengin saf­ haları içinde aynı kesinlikle yapar. Meselâ, 1 9 3 8 de

Sivas’ta toprak altından çıkan Şifaiye tıp medresesini hastaneye bitişik olarak yapılmış görünce şaşmaz bir hakikat olarak anladık ki Türkler, X III üncü asır başında şeriri tababetin üstadı imişler.

İşte mimarinin bu şaşmaz ve şaşırtmaz ifadesine dayanarak tarihimizi araştırdığımız vakit çeşmelerimi­ zin, şadırvan ve sebillerimizin Türk yurdundaki çok­ luğundan da ırkımızın suya ve temizliğe ve hayırse­ verliğe düşkünlüğünü anlıyoruz.

Makalemizin mevzuu İstanbul sebilleri idi. Fakat esasta yekdiğerinden ayrılamıyan çeşmeler ve

şadır-T şadır-T - S S 0 2

(2)

Resim : 2 Sivas’ta Gökmedrese çeşmesi XIII. asır - Selçuk

vanlardan da birer parça bahsetmek mecburiyetinde olduğumuz gibi hep birlikte bunları yaratan maddi ve mânevi âmilleri de muhtasarca ve sırasiyle gözden geçirmek faydalı olacak.

Türk ruhunda ve medeni hayatında suyun değeri:

Türkün sosyal ve medeni hayatında su, maddi ve mânevi bir hayat unsuru halinde yer almıştır. Mimarisi ve edebiyatiyle birlikte yaşamış, hattâ çok kere onlara ilham kaynağı olmuştur.

Babalarımızın dilinde (su gibi aziz ol) duasının ve (su içen yılana dokunulmaz) darbımeselinin mef­ humları boş değildir. Türkler nazarında su, cidden aziz ve mukaddestir. Bir susamışa bir tas su vermek,

veya bir yol üstünde bir çeşme yaptırmak cemiyete en büyük eyilik, en yüksek mânasiyle bir insansever- liktir.

Savaş ve sefer günlerinde nehirlere at süren, tabiî ve sakin hayatında derelerin çağıltısından coşan Türk, evinin avlusunda atının dizginini çektiği vakit de, mutlaka bir akar suyun şarıltı ve parıltısından uzak kalmaya razı olamamıştır. Medresesinde okur ve oku­ turken, tapınağında Allahına kulluk ederken, hastane­ sinde hastaları tedavi ederken de onun İlâhî sesinden istifade etmesini bilmiştir.

Gerek Selçuk, gerek Osmanlı saltanatında, gerekse Anadolu’da feodal yaşamış Türk teşekkülleri tarihinde hangi iıim ve cinste olursa olsun bir mimari eser

(3)
(4)

Resim : 4 Bursa’da Yeşil Cami içindeki havuz

tanımıyorum ki onun önünde bir çeşmesi veya avlu­ sunda bir havuzu, şadırvanı veyahut da köşesinde bir sebili bulunmasın..

Konyada Karatay medresesinin {1 } salon kubbesi altında döşeme sathında basit gibi görünen bir havuz vardır. Fakat inceleyince insanı hayran bırakacak tarafları çok kuvvetlidir. Döşeme

sathından yukarı hiçbir şey yok­ tur. Döşemeden aşağı da bir karışa ancak varabilen bir de­ rinliği haiz olan bu havuza su, gizli borular veya kanallarla değil de, döşeme sathı üzerin­ den açıkta bırakılmış bir kanal­ dan gözleri, gönülleri okşıyarak gelip gider. Bu açık kanal, mer­ merler üzerine yarım üstüvane oyukluğunda, fakat tezyini, do­ lambaçlı bir desenle işlenmiştir. Buradan suyun geliş ve gidişini seyretmek bir zevktir ve bu, sadelik içinde yaratılmış bir şiir ve sanat bediasıdır.

Kayseri’de Sahibiye medrese­ sinin önünde 6 8 0 küsur seneden beri harıl harıl akan çeşmeyi yaptıran Türk büyüğü

{

2

}

evvelâ uzaklarda bulduğu nefis bir suyu buraya akıtmış, ondan sonra medresesini yaptırmıştır ki hâlâ (Makbul Suyu) adiyle anılmak­ ta olan Kayseri’nin en nefis suyudur.

Yine Kayseri’de (Huant Mahperi) adındaki bir Selçuk prenses { 3 } veya sultanının 7 0 0 sene evvel yaptırmış olduğu medresenin ortasındaki havuzdan başka, cephesinde de mütaaddit musluklardan su akmaktadır.

Sıvasta 6 70 - 127 1 de yapılmış olan £ 4 ] Gök- medresenin de avlusunda bir havuzu vardır. Cephesin­ de yer almış muhteşem çeşme ise medrese kadar eski ve kıymetlidir. { 5 } (Resim: 2)

On beşinci asırda Bursa’nın Yeşil ve Ulucamilerinin kubbeleri altında ve X V I ncı asırda Edirne’de Selimiye camisi ortasındaki fıskiyeli havuzlarda İlâhî şırıltılarla akan su sesleri güzel sesli müezzinlerin nağmelerine karışırdı (Resim 3 - 4 ) . Fakat zannedilmesin ki bu iş yalnız camilere mahsustur. 890 - 1 586 senesinde Edir­ ne’de Bayezit II. nin yaptırmış olduğu hastanede Türk hekimleri akıl ve sinir hastalarını tedavi ederken

1] İkinci Keykâvus zamanında Selçuk vezirlerinden Mir Ceiâ- lettin ismini de taşıyan Karatay bini Aptullah tarafından 649-1252 tarihinde yaptırılmış harikulade bir sanat âbidemizdir.

[2] Selçuk vezirlerinden olup Sahip Ata unvaniyle anılan Fahrettin Ali 666 - 1267 senesinde meşhur mimar Kelük bini Aptullaha >aptırmıştır.

[3] İsmi Mahperi olup «Huant ise Sultan demekmiş. [4] Bu kıymetli medreseyi de Sahip Ata Fahrettin Ali mimar Kelük bini Aptullaha yaptırmıştır.

[5İ Prof. A. Oabriel, kitabında bu medreseden bahsederken şimdiki havuzun yeni olduğunu haklı olarak söylüyor ve Selçuklu­ lar zamanında yine burada bir havuz bulunmasının ihtimali oldu­ ğunu kaydediyor. Fakat (Ne olursa olsun bina dâhilinde su cere­ yanı yapılmamıştı) diyor ve binanın cephesindeki çeşmeyi şahit gösteriyor (Monument Turc d’Anatoli - cilt: 2, sahife' 157). Ben ise bu kanaatte değilim. Bütün Selçuk binalarında olduğu gibi bunun da yapıldığı zaman ortasında bir havuzu, su cereyaniyle birlikte yapılmıştı. Hem içine su'akmıyan havuza suyu kovalarla dışardan taşımazlardı. Bu iddiada, bir mantıksızlık da vardır; hak'katta; av­ ludaki havuz medreselilere, dışardaki çeşme ise halka yapılmıştı. Binada aıaştırma yapılırsa eski su kanallarına ait izler bulunacağı muhakkaktır.

(5)

Resim: 6 Mirgün Yalısı salonunda havuz ve fıskiye, XVIII. asır

burada günün muayyen saatlerinde bir musiki heyeti gelip, büyük salonun hususi yerinde hastaları musiki ile tedavi ediyordu. Fakat binayı yapan mimar bu salonun ortasında yine bir fıskiyeli havuz yapmayı unutmamıştı. Buradan fışkıran suların daimî sesleri de hekimlere yardım ediyor ve hastalara şifa veriyordu. Bugün suyu kurumuş, fakat havuz ve fıskiyesi yerinde durmaktadır.

Suyun hususi meskenlerde, yani Türk evlerindeki rolüne gelince: İstanbul’da modern ve tazyikli su te­ sisatı başlamadan ve bu modern tesisatın henüz ulaş­ mamış olduğu şehirlerimizde her hangi bir varlıklı aile evi bulamazsınız ki onun mutlaka avlusunda bir çeşmesi, bahçesinde havuzları hattâ salonunda bir fıs­ kiyeli havuzu mevcut olmasın (Resim 5 - 6 ) .

Türk kadını, aynayı bir alet olarak kullanmış; fakat en eski zamanlardan beri temiz hüviyetinin mânevi makesini daima suda aramış, kadınlığın, in­ sanlığın, cemiyet ve aile hayatının faziletlerinde, daima suya büyük bir yer vermiş, onun şiirine ve musikisine ermiştir.

Türk eri, atının kişneyişi, eşinin billur kahkahası kadar suya da âşık olmuş ve eşsiz değerini bilmiştir.

Hulâsa Türkün tarihî âbidelerinden, eski evlerin­ den şaşmaz bir hakikat olarak öğreniyoruz ki, su; Türk cemiyet ve aile hayatında en yüksek mâna ve en geniş şümulü ile yer almış, bütün faziletleri yakından takdir edilmiş bir varlıktır.

İstanbul'da Tarihî Su Tesisatına bir bakış.

K ırk çeşm e s u l a r ı :

Türlderden evvel gerçi Bizanshlar da şehrin su işleriyle meşgul olmuşlardır. Uzaklardan şehre su getirmiş olduklarına dair, Bozdoğan kemeri kuvvetli bir vesikadır. Kırkçeşme sularını derleyip toplamış olan üstat Sinan’ın ameliyat esnasında (Kâğıthane yazularında) tahminine uygun olarak eskiden kalma birtakım mermer havuz ve olukları toprak altından

bulup çıkardığını ve bunları Kanuni Süleyman’a gös­ termiş olduğunu (Tezkeret-ül-Bünyan) yazmaktadır.

Bozdoğan kemerinin ikinci asırda Adriyen tara­ fından yapıldığı, dördüncü asırda Valens tarafından ikici defa yapılmış olduğu, yedinci asırda Avarlar tarafından tahrip olduğundan Kostantin Kopronim tarafından sekizinci asırda tamir edilmiş olduğu hak­ kında kitaplarda malûmat vardır.

Bizanshlar şehir dâhilinde büyük ve açık sarnıçlar yapmışlardı ki Altımermerde, Edirnekapı’da ve Sultan Selim’de bunları şimdi Çukurbostan diye anmakta ve bostan olarak kullanmaktayız. Bunlardan maada Yerebatan sarayı ve Binbirdirek gibi saray altlarında müstakil sarnıçlar da yaparlar, muhasara korku­ sundan buralarda gerek yağmur sularından gerekse dışardan gelen sulardan biriktirmeler vücuda getirir­ lerdi. Şehir içindeki bazı mevziî membaları da dinî birer renge bürüyerek ayazma yapmışlardı.

Fakat Türkler bu su işini daha çok ciddî düşün­ müşlerdir. Bu gibi sarnıçlara iltifat etmemiş, temizli­ ğine inanmamış, ayazmaları da rumlara istedikleri gibi kullanmaları için terk ederek dokunmamışlardır.

İstanbul’un Türkler tarafından fethi sıralarında Bizans tesisatının bakımsızlıktan harap bir hale gelmiş olduğu anlaşılmaktadır. Fakat X V I ncı asra kadar ufak tefek bazı hareketlerden maada mühim bir su hamlesine girişmiş olduklarına dair bir şey bilmiyorum.

X V I ncı asta kadar gittikçe kalabalıklaşmış olan şehrin su ihtiyacı önünde, mühim bir darlık hissedil­ mekte olduğu için Kanuni Süleyman mühim bir hamle yapmak lüzumunu hissederek mimar Koca Sinanı harekete getirdi.

Kanuni Süleyman’ın yüksek irade ve müzahere­ tiyle üstat Sinan Kırkçeşme sularını Belgrat ormanla­ rından, Kemerburgaz’dan, Eyüp sırtlarından akıtıp Eğrikapı’ya kadar getirmiştir (9 7 1-1 5 63) . Bu suyu buraya getirebilmek için hükümet çok masraf etmiş, Koca Sinan ise yüksek yerlere toprakaltı kanalları 129

(6)

Resim : 7 Eğrikapı maksemi geliş kanalı ve tevzi lüleleri

sularla dolar ki bu havuz­ daki suyun miktarı, lüle­ lerden akan sularla daimî ölçülü yani gelen suyun heyeti umumiyesi, ne kadar­ dır, bellidir .

F — Burası Y e d i k u l e semtine giden suların gidiş havuzudur ki suyunu, lüle­ lerle ölçülü olarak (D ) havuzundan alır.

G — Plânda burası yan­ daki (F ) kanalı gibi bir vaziyet göstermekteyse de (D ) havuzundan su alan (E ) havuzuna serbestçe il­ tisak peyda etmektedir ve sed gibi görülen şey, suyun yaptırarak, vadilere de çok

mühim su kemerleri inşa ederek £ l } bu mühim ve mebzul suyu şehrin surlarına yani Eğrikapı’ya kadar ge­ tirmiştir.

Bu mühim tesisat hak­ kında tarihî ve teknik müta­ lâalara girişecek değilim. Zira biraz mevzuumuz dışın­ dadır. Ancak bu suyun Eğri- kapı’dan şehre girişi ve dağı­ lışını kısaca gözden geçir­ mek faydalı olacaktır:

Kırkçeşme suyu Eyüp’te İslâmbey mahallesindeki sa­ vaktan { 2 } doğruca Eğrika- pı’daki savaklar çeşmesine gelir. Bu çeşme dışardan büyükçe bir çeşme gibi gö­ rünür. Fakat yandan bir demir kapıyla girince içerisi geniş bir oda halindedir. Evvelâ size bunun bir plân krokisini sunarak tarif ede­ yim: Plân: 1

A — Eyüp savağına doğ­ ruca gelen suyun geliş kanalı.

B — Yedikule’ye giden suyun gidiş kanalı.

C — Ayasofya ve Tah- takale’ye giden suların gidiş kanalı.

D — İlk tevzi havuzu olup bunun mermer setine sıravari dizilmiş yüz kadar bronzdan lülelerle hesaplı olarak (E ) havuzuna ve (F ) kanalına akar.

E — Bu havuz daha alçak­ ta olup birinci havuzun şed­ dine dizili lülelerden akan

Plan: 1 Eğrikapı (Savaklar çeşmesi) Kırkçeşme maksemi

üstünden bir mermer atkı [l| İstanbul rehberinde müellif Manburi, Sinan yapısı kemerlerin en mühimlerinden olan (muallâk ke­ meri için : (tarzı fenni inşasına ve üslûbuna göre) diye mııcip sebep'erle tasrih ederek bunun BizanslIlara aü olduğunu kaydetmektedir. Mimar olmıyanların bu faızda mucip sebepler göstermesi garip olmasa da hayret edilir ki apaçık çehresiyle klâsik Türk tarzına göre yapılmış olan bu mühim kemeri Sinanın yaptığı ve kuvvetli selle yıkıldığı için tekrar yapmış olduğu (tezkeret iıl-ebniye) de sarahatle yazılıdır.

[2] Savak kelimesi Tiirkçede suların dağılma yeri demektir ki XI inci hicri asırda OsmanlI diline bir hücum gösterdiği anlaşılan Arapça modası tıpkı Bıır- sa'daki Orhan Beyin yaptırdığı (Beyham) adım (Emir ham) şekline sokmuş olduğu gibi burada da (savak) kelimesini (maksem) şekline sokmuştur. Temenni edilir ki Beyoğlu taksim binası da o semt n adiyle bera­ ber (savak) ve (savak meydanı) şekillerine döndürül­ müş olsun

Resim : 8 Maksem gidiş kanalları

■a

(7)

Resim: 9 Maksem gezinti yeri ve oturma sediri

halinde yapılmıştır. Burada sular doğrudan doğruya Ayasofya kanalına akar.

H — Kapıdan buraya gi­ rilir; mermer döşeli bir ge­ zinti yeridir.

1 — İki mermer basa­ makla çıkılır geniş bir se­ dir ve oturma yeridir ki yaz mevsiminde bu sedirde otur­ mak cidden imrenilecek bir şeydir.

Gezinti yerinin havuz tarafına gelen yerlerinde sedlerde mermerden oyma iki tane tas yatağı vardır. Savakta bu güzel suya im- renenlerin havuzdan su iç­ melerini temin içindir. Fo­ toğraflarda görülüyor ki

bugün bile buralarda birer maşrapa hâlâ bulunuyor. Fakat şeddin minder ve yastıkları yerine âdi kırık san­ dalyeler konmuştur. Sedirin zemini de mermerleri sökülmüş harap bir haldedir (Resim 7, 8, 9 ).

Savağın iç duvarlarında beş tane kitabe görül­ mektedir ki bu kitabeler bize hem bu savağın tarihi hakkında kıymetli malûmat vermekte hem de bazı tarihî şahsiyetleri tanıtmaktadır.

Kitabelerin en eskisi I inci Abdülhamit zamanın­ da konmuş; birisi nesir diğeri nazım olarak yazılmış iki kitabedir ki, her ikisi de 1 2 0 1 - 1 7 8 6 tarihlidir. Nesir olarak yazılmış kitabe kapının karşısındaki du­ varda olup şu satırları ihtiva etmektedir:

(Baisi taliki levha oldur ki cennetmekân ve fir- devsaşiyan vâzu kavanini devleti Osmaniye ve müridi

âyini saltanatı lıakaniye merhum ve mağfiretnişan ebül fütuhat velmegazi essultan Süleyman Han elgazi nurullahı merkadehüma hazretleri sây ve gûşişi beliğ ve sarfı dirhemü dinarı bi deriğ ile, mahmiyeyi İs- tanbula icrayi mai zülâl hususan ve Eğrikapı maksemi in ;a ve ihdas ile ahalii İslâmbula inayet eyleyüp tan­ zimi evkaf ile nezaretini sadrazam ve düsturu devlet­ lere tefviz edip bu su yolları haraboldukça merhum ve mağfiretnişanın sülâleyi tayyibesinden ziveri tahtı saltanat olan padişahlara gerek ziyneti sadrı devlet olan vezirlere gerek şeyhülislâmı asra vâcibei zimmet olup her kim padişahandan ve vüzeradan bu su yol­ ları haraba meylettikçe tamir ve termim ederler ise mazharı duayı hayrola, sülük ettiği umurunda muvaf­ fak olsun ve mansur ve muzaffer ve âdasına galip ve dareynde aziz ve muhterem ola deyu merhum ve

mağfurun v a k fiy e ­ sinde mastur olup hilafından tehaşi ve miicanebet eyl emek vükelâ ve vüzeraya elzemi umurdan ol­ duğu vazıh ve ruşen- dir (Sene : 12 01) .

Aynı tarihli ikinci kitabe ise manzum olarak solumuzdaki karşı köşeye konmuş olup bunda da şu mısralar okunmak­ tadır:

Resim: 10 Taksim mak­ semi: önde savak, arka­ da havuzlar dairesi gö­ rülüyor. XVIII. asır

(8)

Her seherde besmeleyle açılur taksimimiz Hazret i Bay t zili Bestamidir bizim üstadımız Sahibi kanunu devlet menbaı cuyu hayır Hazreti sultan Süleyman han dehriıı âzami Ceşmesarı rahmetinde hak a n ı ab gark ede Eylemiş sîrabı lûtfu teşnegânı âlemi

Cümle akşamı hayrında bu taksimi kim miidam Teşnegâne etmede taksim abı zemzemi

Şimdi viran olmağın ferman ile su nazırı Oldu çün memur tamire bu cayi hurrem'ı Mıstafa Ağa o zatı hoşhısalii nikhuy Hazreti Ahdülhamit hanın nedimii hemdertli ihtimamı tam ile tamirine sây eyleyiip

Bezlediip makdurunu oldu bu hayre müntemi

A b veş cuşan olup tarihi ha- m em d en...

Oldu mamuru lâtif Eğrikapının m aks emi

( 1201-1 7 8 7)

Bunlardan nesir kitabeden anlaşıldığına göre bu müesseseyi yaptıran Kanuni Süleyman, vak­ fiyesinde kendisinden sonra gelen padişahları, vezir ve şeyhislâm- ları bu hayır müessesesini harap oldukça tamir etmek ve ona iyi bakmakla mükellef tutmuş ol­ duğu, birinci Abdülhamit tara­ fından bu husustaki hükümler hulâsa edilerek bir kitabe halin­ de yazdırılarak buraya konmuş­ tur. İkinci manzum kitabeyle de bizzat bu hükümlere tâbi olarak kendi yaptığı icraatını tesbit etmiştir.

Manzum kitabeden şunu da anlıyoruz ki birinci Abdülha- mit’in musahip ve nedimi olan {Mustafa Ağa} ismindeki zat, aynı zamanda su nazırı imiş, İmparatorluk tarihinde su nazırlığı Davut Ağa'dan başlıyarak hassa mimarlarının uhdesindeydi. Fakat bu kitabede mimarlık zikredilmemiştir.

Kanuni Süleyman’ın vakfiyesinden ve hükümle­ rinden bahseden nesir kitabenin altında üçüncü bir kitabe görüyoruz, bunda da 120 3 hicri tarihinde yani iki sene sonra Sultan Selim III. ün yine bu tesisat üzerinde çalışmış olduğunu bildiren şu manzume okunmaktadır:

Şehi devri kamer Sultan Selimi namdar elhak Zemanı devletinde baba vardı fitne vü cadu

(9)

Su verdi tiği adle mevcei tıak.$ı şecaatten

Nice görsün adüvvü bed m e niş handiyle' bir bubru Unutturdu sedadt şer meyi şevki sfahani

Gubarı payine muhtaç olurken didei ahu Nedimi hası Mustafa Ağa hem nazırı abı Şebinşabı cihanı hayra sevk eylerdi ol hoşgû Yapıldı fi sehiUllâh takı hayreti âlem Getirdi Kerbelâ ervahını şad etmeye bir su Tutardım kıtayı cevherle bir tarihini hatif Değil. . . Lûtfinuri Sultan Selimdir bu

( 1 2 0 3 - 1 7 8 9 )

Bu manzumede yine Mustafa Ağanın üçüncü Selim zamanında da su nazırı ve nedimi has olarak zikredildiğini görüyoruz. Fakat yine hassa mimarlığından bahis yok. Ancak (yapıldı fîsebil- lillâh takı hayreti âlem) sözünden Mustafa Ağanın bir mühim su kemeri yapmış olduğu söylenmiş oluyor. Bu noktanın mimari tarihimizin hassa mimarları bahsinde tetkiki lâzımdır.

Savak duvarlarındaki dördüncü ve beşinci kitabeler ikinci Mahmut devrine aittir. Bunların birisi ikinci Mahmut’un icraatına aittir ki bu manzumeyi de aşağıya naklediyorum:

Yaptı mevlâ yoluna bu eseri han Mahmut Âlemin Padişehi dadveri han Mahmut Döndü bir şatırı zerrin kemere bendi atik. Harcedüp su yerine simü zeri ban Mahmut Abgûn kttbbei gerdune dönüp bu maksem İki tas eyledi şemsü kameri han Mahmut Ablar kâbeyi dergâhına oldu rumal

Eyleyüp nakdile memlû kemeri han Mahmut Eyledi bezli atâ bendei dirinesine

Yani memur edüp ol muteberi han Mahmut Döndü bir veçhi letafet su yolu âyineye Sureti gamdan edüp anı beri han Mahmut Eseri ceddine lûtfiyle halâvel verdi

Zammedüp üstüne şirii şekeri han Mahmut

Resim : 12 Savağın tevzi havuzları

Nice şabanı cihan aldı eğerçi meydan Cümleden tirini sürdü ileri han Mahmut Düşmeni bâl açamaz Kafta anka olsa Açsa ger şehperi mürgu nazarı han Mahmut Su hesu kişverine verdi suhuletle nizam Çekti san rişteye abı güheri han Mahmut Lütfü ol mertebedir katrei ihsanından Ateş içre bitirir verdi teri han Mahmut

(10)

Resim : 13 Şehirler arası yollarda bir çeşme tipi

Kahu şol mertebedir ateş akar su yerine Çıkmadı kimse başa rezmde ol busrev ile Koysa bu makseme edna şer eri han Mahmut Edeli tacı zeri ziybi seri han Mahmut

(11)

Resim: 15 Edirne, Selimiye camisi avlusunda şadırvan. XVI. asır

Vermesün tab’ı safa mıhıma Allah elem Görmesiin ruyi cihanda kederi han Mahmut İzzet etti cereyan ahi giiherveş tarih Kıldı Istanbula icra sulan han Mahmut

1235 ( 1 8 1 9)

Bu uzun kitabe, Sultan Mahmud'un muasalıip- lerinden İzzet Molla (Keçeci Zade Mehmet İzzet Efendi) nin olup padişahın masraf ve himmetinden bahsediyor. Ve ayrıca bizlere bir.şey öğretmiyor. Ancak (Eseri ceddine lûtfiyle halâvet verdi - zammedip üstüne şirü şekeri han Mahmut) mısraı bir bakımdan tetkıka değer bulunmaktadır: Gerçi Osmanlı hayırse­ verlerinin çeşme veya sebiller yaptırdıkları vakit açılış resmini mütaakıp günlerce şerbet akıttıklarını ve hal­ kın evlerine testilerle şerbet taşıdıklarını biliyorsak da (şirü şeker) süt ve şeker akıttıklarını bilmiyoruz.

Hele Eğrikapı maksemi gibi bütün İstanbul’a su veren bir yerden şehre şekerli süt akıtmanın imkân dahilinde olmıyacağını düşünerek bunu şairin mecazi kanaldan medihkârlığına hamledeceğiz. Bununla beraber Osmanlı tarihinde buna benzer bazı sürpriz­ ler de yok değildir. Binaenaleyh tarihlerde bu noktayı araştırmak her halde faydalı olur.

Beşinci kitabemiz duvarda suyun iki gidiş kanalı arasından üstüne doğru konmuştur. Bu kitabe de şudur:

Tarihi berayı mevlûdu şerif:

Şehinşahı cihan Mahmut gazi hanı adalet kim Su yolunda akıttı simü zer ahkâmı mecradır O $ahin bendesi su nazırı Hamit Ağa herdem Ederdi niyeti hayri bu da terfiki mevlâdtr Su yolcular ocağı mali mevkufundan ihdası Ki yi'u elli kuru\ mevlût için tâyini inhadır

Resim : 13 a Sultan Mahmut II. sebili

(12)

Savak plânında görü­ len (C) kanalından giri­ lince buradan da doğruca Fatih'teki İtfaiye garajı civarındaki toprak altı yok­ lama yerine gelir. Buradan iki kola ayrılarak birisi doğruca Ayasofya müzesi önündeki meydanda demir kapağı gözüken toprak altı tevzi mahalline gelir; diğer kol ise Fatih’ten Tahta- kale’ye iner. Bu saydığım ana kanallar toprak altın­ dan bir insana boy vere­ cek yükseklik ve genişlikte kâgir bir tünel halindedir ki bütün geçiş yollarındaki semtlerin umumi ve hususi binalarına su tevzi eder. £ 1} Gürülüyor ki İstanbul cihetini Kırkçeşme suları baştan başa sulamıştır. Bütün camiler, çeşmeler, sebil ve şadırvanlar, hamamlar ve hattâ arzu eden bütün evler bu sudan lüle ve masura hesabiyle £ 2 } satın alarak istifade etmişlerdir.

Halkalı suyu denilen diğer bir mühim su da son­ radan Silivrikapı, Kocamustapaşa ve daha bazı semt- 1 2

1

Resim : 16 Ayasofya Mehmet I. şadırvanı. XVIII. asır

Eserde kethüdası bendei Sadık Ağa dâhil Böliikbaşı ağalar reyi bittekmil imzadır

Gerek merhum olan nazır ağa ve geçmiş ervaha Hediye her sene m eılûdu mürsel ile ihyadır

Olur ki mâhazarda naızr ağa ve bö/iikbaşı Bi-artı an kıraatle duayı hayri ıhdadır.

Olup kaydi mahallinde emanet cümle a’vana Müdamı ihtimamı sâyi bisyar ile icradır Tevessül kerdei nükte olan tarih ey sakip Bu mevlûd-un- nebiye bâdi ancak Hamit Ağadır

1 2 3 9 ( 1 8 2 3 )

Bu sonuncu kitabe binanın inşaatı veya tamiratı işi ile alâkadar olmadığı halde bize Sultan Mah- mud’un zamanında Hamit Ağa isminde biı su nazırı bulunduğunu haber veri­

yor ki bu zatın musahip Ahmet Ağa’nın oğlu Hamit Mustafa Bey olduğu anla­ şılıyor. Zaten 182 1 den 18 46 senesine kadar hassa mimarlığının Mehmet Ra- sim ve Abdülhalim isimle­ rinde görüldüğüne göre bu asırda su nazırlığı hassa mimarlığından ayrılmış ol­ duğunu anlamış oluyoruz. Şimdi kitabeleriyle bir­ likte bu güzel müesseseyi yerinde bırakarak suların gidiş kanallarım şehir içine doğru takibedelim:

Plândaki (B ) kanalın­ dan Yedikule semtine gi­ derken Yusuf Paşa mahal­ lesinde Tevekkül hamamı yanındaki yoklama yerine kadar toprak altında ser­ best bir tünel halinde ya­ pılmıştır. Buradan da Ye- dikule’ye kadar gider. Ve uğradığı semtleri bu ana yol sular.

[1] Bu malûmatı, geçen sene Eğrikapı’da maksemin en eski su yolcusu olup altmış sene sürekli hizmette bulunduğunu söyliyen 85 yaşında Yusuf oğlu Ali Türel’den almıştım. Bu adam, birkaç ay evvel ölmüş. İstanbul âbideleri tescil edilirken bir de toprak altı tesislerini gösteren haritası yapılmalıdır. Hakikatin bütün incelikle­ rine o vakit erebiliriz.

[2] Lüle, eski su ölçümüz olup aynı zamanda boru kutrunu da ifade eder ki esk' tartıya göre 30 dirhemlik (96 gramdan biraz fazladır) yuvarlak bir kurşunim geçebileceği bir delik itibariyle tâyin edilmiştir. Eczası dörde ayrılarak her birine (masura) den­

miştir.

(13)

. ^ M ^ K 'S fea b a r’: ,

Resim : 18 Sultanahmet camisi avlu şadırvanı. XVII. asır

ölçüsü 9 1, 50 X 17, 37 ebadındadır. Plânda görüldüğü veçhile yüksekten yekdiğerine bıra­ kılmış açık kemerlerden sular havuzdan havuza akarak cenup taraftaki tevzi dairesine gelir ki tarif ettiğimiz bina yalnız havuz kısmı olup asıl savak, yani tevzi dairesi bu küçük binadır. (Plân: 2)

Meydana doğru ve tramvay yoluna yakın dışardan bir türbe gibi duran bu kesme taştan yapılmış küçük binanın duvarlarına sürtünerek önünden geçtiğimiz halde çoğumuz ne olduğunu bilmeyiz. Şimdi bunun içini tarif edeyim (Resim: 10, 11, 12).

Kapalı havuzlarda süzüle süzüle buraya gelen berrak su, bu küçük binanın kapısından girdiğimiz vakit karşımıza gelen duvardaki bir mermer oluktan bol bir su halinde önün­ deki küçük bir havuza akar, bu havuzun önünde ve biraz daha aşağı seviyede iki önde bir yanda ayrıca üç havuz daha '-ardır ki birinci havuzdan bunlara sular bronz lülelerle ölçülü olarak akar. Bu son havuzların döşeme kaidelerinde şakulen delinmiş geniş deliklerin üzerine bakırdan sanatlıca yapılmış süzgeçli taslar kapatılmıştır.

Karşımızda âdeta bir masa üzerine alınmış biblo gibi mermerden tertibedilmiş bu havuz­ lardan giden su yollarını tarife geçmeden savak içindeki müşahedemizi tamamlıyalım: Solumuzda mermer basamaklarla çıkılır mer­ mer döşemeli ve mermer korkuluklu bir oturma yeri vardır. Dairenin zemini kâmilen mermer döşeli olup kapının sağındaki duvar dibine havuzlara kadar dayanmak üzere yine mer­ merden bir peyke, yani oturma yeri yapıl-lerin sularını bollaştırmış ol­

makla beraber bu suyu etüt etmiş değilim. Bununla beraber diyebilirim ki bu suyun hem miktarı, o kadar m e b z u l hem de cinsi öteki kadar mak­ bul olmadığı için Kırkçeşme suyu İstanbulıı doyuran yegâne kıymetli ve bereketli su olarak kalmıştır.

Taksim suyu:

Beyoğlu ciheti ise, 114 5 ( 17 3 3) senesinde birinci Mah­ mut tarafından Bahçeköy civa­ rında yaptırılan bentlerden alınıp Maslak denilen araziden sevk edilerek Taksim meydanın­ daki büyük savağa (maksem) gelir. Bu savak mimari ve suculuk bakımından o vakte kadar görülmedik bir ehemmi­ yet ve hususiyeti haizdir.

Bu büyük binanın içi yan- yana ikişer sıra dizilmiş yirmi dört tane kapalı havuzun bir­ leşmesinden hâsıl olan bir kül halinde dışardan toprak üstü

Resim : 19 İstanbul Sokullu camisi avlu şadırvanı. XVI. asır

s / â i " /

fi m m

i

4 t

'mim

kg1:

t

U

s

#

(14)

mıştır. Karşımızdaki oluğun kitabesinde (Maksemi Sultan Mahmut dürrü yektai cedit) tarihi yazılmış ve bu tarih 1 145 1734 rakamı ile teyidedilmiştir.

Bu kitabenin sağı ve solunda ayrıca iki büyük kitabe vardır. Bunları da okumak her halde bizim için faydalıdır. Evvelâ sağdaki:

Resim : 20 içme taslarına su dağıtmak için saplı tevzi kapları tipi

(Hâlâ mesnet arayı sadareti uzma erikepirayı vekâleti kübra veziri bihemta sahibülhayrat velhasenat devletlû inayetlû Yusuf Paşa yessirullahmatürid ve mayeşa hazretleri hasbeten lillâhi taalâ bina ve ihyasına muvaffak oldukları sebilhane ve çeşmei âbidelerine icra için Sarıyar üzerinde dutluk nam mahalde vâki Valide Sultan menbaından Kılınçpınarına gelince müruru eyyam ile külliyyen müsrifi harap ve muattal olan su

Resim : 21 Son asırlarda sebillerde tevzi maşrapası

yolların bairadeyi hümayunu şevket makrun ve bahücceti şeriye müceddeden ihya için altı buçuk ma­ sura su ihsan buyurulup mukaddema dahi hafriyle malik oldukları bir buçuk masura suya ilhakan ceman sekiz masura su ile memlû ve müreşşah hazinei âlidir. Miyahı mezkûreden müşarünileyh hazretlerinin devlet­ haneyi bihemtalarına bir masura ve kurbünde kâin çeşmei nazifelerine iki masura ve fındıklı camii şerifi kurbünde hamam ittisalinde müceddeden ihya buyur­ dukları sebilhanelerine bir masura ve çeşmei cedit­ lerine iki masura mai leziz berminvali meşruh tevzi ve taksim ve icra olundu. 1 2 0 1 ( 1 7 8 7 ) .

Soldaki kitabenin muhteviyatını da şu satır­ larda görüyoruz:

(Hâlâ derya kaptanı veziri mükerrem Cezayirli Gazi Haşan Paşa Hazretlerinin Tersaneyi âmirede

vâki Baba yokuşunda ve Kasımpaşa derununda mü­ ceddeden bina ve inşa buyurdukları çeşmehayı müte- addidelerine icra olunan yedi masura mai lezizlerinin sebat ve devamı için işbu taksimin bendinin hengâmı kaim makamı âli makamlıklarında emvali mütevafire sarfiyle duvarını terfi ve tanzim buyurduklarını ve dahi kasabayı merkume sahilinde kalyoncu asakirine mahsus kışlakı hümayuna icra olunan üç masura ve dahi işbu bin iki yüz senesi evaili tarihiyle defa bendi mezkûru temelinden zirvei âlâsına değin tamiri evvel masarifinin üçü miktarı emvali mütevafire ve rnütekâ- sire sarfiyle tecdit ve tamiri külli ile tamir buyur­ duklarına binaen mütevellisi inhasiyle bahattı hüma­ yunu şevket makrun ve bahücceti şeriye kışlakı mez­ kûr haricinde binasına muvaffak oldukları çeşmei

Resim: 22 Ahmet III. nün yazdığı tarih kitabesi (1141)

(15)

cedidelerine ve kışlakı mezkûr derununa ve sair dile­ dikleri mahalle icra buyurmaları şart' ve tâyini ile bu defa dahi on iki masura ki mukaddem ve muahhar defayı selâsede ihsanı hümayun buyurulan ceman yirmi iki masura mai lezizleri olduğunu vaktü zama- niyle beyan ve ifade zımnında işbu levha tahrir ve bu mahalle vazolundu. Sene: 1200 ( 1 7 8 6 ) .

Bu iki kitabe birinci Abdülhamit zamanında Cezayirli Haşan Paşa ve Koca Yusuf Paşa tarafından edilen hizmet mukabilinde istihkak ettikleri suyun miktar ve tevzi şartlarını göstemektedir ki bu hususta da bize mütemmim malûmat vermektedir.

Tevzi dairesinin içini lâyıkiyle görüp kitabelerini de okuduktan sonra bu savaktan suyun dağılış yolla­ rını tetkik edelim. Plânda (A ) işaretli havuzdan ayrı­ lan yol ile Kasımpaşa semti sulanır. (B ) havuzundan ise doğruca Galatasaray üzerinden Beyoğlu ve Galata semtleri sulanır. (C) Havuzu ise Tophane semti ve

Plân : 4 Sultan Mahmut türbesi sebili plân krokisi

civarını sulamaktadır. Bu her üç yol da yine evvelce tarif ettiğimiz gibi toprak altından bir kâgir tünel halinde yapılmıştır.

Yukarki bahiste Türk milletinin suya düşkünlü­ ğünden ve İstanbul şehrinde XV I ncı ve X V III inci asırlardaki iki mühim su hamlesinden kısaca bahsettik ki bundan maksadımız başlı başına bir etüt olmaktan ziyade çeşme ve sebiller mevzuumuza bir hazırlık yapmaktan ibaretti. Bunun içindir ki muhtasarca işe bir göz atmış olduk. Şimdi çeşme ve sebillerimize geçebiliriz { 1} .

Resim : 24 Sebillerde Barok devri içme taslan

İstanbul Çeşmeleri :

Esas itibariyle Türk yurdundaki çeşmeler iki sınıftır: şehir dışı çeşmeleri ve şehir içi çeşmeleri.

Şehir dışındaki çeşmeler kervan yolları ile şehir­ ler arası yollarda gerek yolcuların gerekse yolcu hay­ vanlarının su içmeleri için hayırseverler tarafından yaptırılan tek cepheli çeşmelerdir. Daimî akar lüle­ leri { 2 ] ve cephesine asılmış bir bakır tası ve yan tarafında da hayvanlar için bir veya mütaaddit uzun sulama kurnaları bulunurdu. Bugün yurdumuzdaki metruk veya işlemekte olan yollarda konak araların­ da bir veya yarım saat mesafelerde bu çeşmelerin kurumuş veya hâlâ akmakta olanlarına sık sık tesadüf olunmaktadır. (Resim: 13)

Şehir içi çeşmeleri için de İstanbul çeşmelerinden birkaç nürnune vereceğiz; fakat bundan evvel Dör­ düncü Murat zamanında İstanbul’da yapılmış bir (tahriri emlâk) mülk yazımından öğrendiğimiz dikkate değer rakamlar arasından mevzuumuzu ilgilendiren bazılarını kaydedelim:

İstanbul, Eyüp, Galata ve Üsküdar mıntakaların- da Boğaz da dâhil olmak üzere şimdiki şehir belediye hudutları içinde: 100 aded tatlı ve tuzlu ayazma,

11 ] Üsküdar cihetinden bahsetmediğimiz gibi İkinci Mahmut’un ve daha evvel ve sonraki padişahların, Valide Sultanların yaptırmış oldukları daha birçok su tesisleri vardır ki bunlardan da bahsede­ medik. Ne kadar muhtasar olııısa olsun bunlar bir makaleye sığa- maz. Kuvvetli ve şümullü etütlerle bir kitap yazmaya lâyık ve muhtaç bir mevzudur.

[2] Lüle kelimesi burada ölçü mânasına olmayıp burmasız ve daimî açık musluklara verilmiş bir isimdir.

(16)

A y a so fy a II I. A h m et çe şm es i 1 72 8

(17)

Resim: 25 Tophane Kılıç Alipaşa sebili. 1580

6 0 0 , 0 0 0 su kuyusu, 55 su sarnıcı, 3 miri karlığı £ l } , bir suyolcuhane bulunduğu gibi ayrıca 20 0 sebil ile 4 0 0 0 aded vüzera ve ulema çeşmeleri ve bundan başka 9990 aded umumi ve hususi çeşmenin tesbit edilmiş olduğu yazılıdır ki bu suretle şehirdeki çeşme yekûnu 10 390 adedini tutmaktadır £2}.

X V II nci asrın ilk yarısında gördüğümüz çeşmeler ve sebiller üzerindeki bu büyük yekûnun X IX uncu asra kadar bir misli artmış olması yanlış bir tahmin sayılamaz. İşte Türk İstanbul’un çeşmeye ve suya vermiş olduğu kıymetin insanda tereddüt bırakmıyan bir ölçüsü de budur.

Şehir çeşmeleri birkaç tip taşırlar: bazan tek cepheli olur. Bu cephe de bir veya iki gözlü olurdu. Bazan da iki cepheli ve muhtelif musluklu olur, sakaların taşıması ve yolcuların içmesi için büyüklü küçüklü gözleri ve muslukları bulunurdu. Bazan da Tophanede veya Üsküdar iskele meyda­ nında gördüklerimiz gibi müstakillen bir meydan ortasında muhteşem bir bina halinde dört cepheyi haiz ve muhtelif gözleri bulunurdu (Resim: 14). Bazan da Aksaray’daki Horhor çeşmesi veya Sultanahmet’te İbrahim Paşa sarayı yanındaki Çukurçeşmede gördüğümüz gibi bir tek cepheye dizili birkaç gözlü olabilir ve bunlar ekseriyetle zemin seviyesinden yukarı ve bazan da aşağı çukurda yapılırdı. Bazan çeşmeler bir binanın zemin katına girmiş ve sokağa yalnız cephesini vermiş olurdu. Hulâsa muhtelif tipler taşıyan bu çeşmeler­ den halk, kablariyle evlerine sakalar da eskilerden kalma bir âdet veçhile meşin elbiseler giyerek köseleden yapılmış kırbalarla su taşırlardı.

Şadırvanlar:

Şadırvanın vazife ve şekli çeşmelerden ayrıdır. Ortadaki fıskiyeden kenarı yüksek bir havuza dolan su bu havuzun kenarlarında dizili birçok küçük musluklardan akar ki bunlar su taşımak veya içmek için değil de el yüz yıkamak veya

[1] İstanbul'da bu karlıkların nerelerde bulunduğunu henüz bilmiyo rum. Fakat toprakaltı tesisatın haritası ve tescili yapıldığı zaman bunların keşfi mümkün olacaktır. Edirne’de bu karlıkların pek güzel nümuneleri mevcuttur. Bunlar, toprak altında muhkemce kâgirden yapılmış üzeri tonozlu ve küçük bir demir kapısından başka menfezi bulunmıyan binalardır. Kapıdan dar bir taş merdivenle zeminine inilir.

[2] OsmanlI tarihi : Ahmet Rasim cilt : 2, sahife : 750.

aptes almak için yapılmışlardır. Her büyük cami ile her medrese avlusunda hattâ hanlar ve ker­ vansaraylar avlusunda bunlardan birer tane bulunduğu gibi cami­ lerin iç avlularında da görül­ mektedir (Resim: 14).

Bunların da muhtelif şekil­ leri vardır: üstü açık ve kapalı olanları bulunduğu gibi etrafına mermer sütunlar dikilip bu sü­ tunlar çepçevre kemerlerle yek­ diğerine bağlanarak üzeri ayrıca geniş saçaklı bir kubbeyle örtü- lenleri de vardır ki bunların en güzel bir nümunesi Ayasofya avlusunda birinci Mahmut’un 115 3 senesinde yaptırmış oldu­ ğu nefis bir sanat eseri olan şa­ dırvandır. Fakat bu şadırvanlar, kapalı da olsa üst kısımdan mutlaka bir tel kafesli kısım bırakarak suyun temiz hava ile temasını mutlaka temin etmişlerdir. (Resim:

15, 16, 17, 18, 19)

En büyük tapınağımız olan Süleymaniye’de kala­ balık cemaatın aptes alma ihtiyacına kolaylık olmak üzere mimar Sinan’ın ilk defa düşünmüş olduğu sıra şadırvanlar ayrı bir tiptir. Bunlar asıl cami binasının yan cephelerindeki çifte kat verandaların zemin katına

Resim : 26 Gazanferağa sebili Kırkçeşme. XVI. asır sonu

(18)

Resim : 27 Sinanpaşa sebili

her iki tarafta da uzun bir su haznesi bırakarak dışar­ dan cephelerine sıravari on sekizerden otuz altı tane aptes musluğu yapmıştır. Pek işe yarıyan bu buluş ondan sonra yapılan Edirne’deki Selimiye ile Istanbul- daki Sultanahmet ve Yenicami binalarında aynen tek­ rar edilmiştir. Su yolcular ve cami hademeleri bunlara {zembil şadırvan} ismi vermişlerdir ki şadırvanlarımız arasında bir başka hususiyet arz etmektedir.

Şadırvanlar hangi tipte olursa olsun mutlaka cilâlı mermerden muslukları önünde birer oturma yeri ve aptes alanların ceketlerini asmaları için her musluk üstünde birer askı yeri bulunmaktadır.

Hekimoğlu Ali Paşa sebili­ nin kitabesinin son beytinde yine Seyyit Vehbi şu tarihi dü­ şürmüştür:

B u Ali Paşa sebilinden gel al iç mai şifa (1 1 4 6) Abı fıâki kevser oldu vakfı ebnaı sebil (1 14 6)

bu her iki mısrada da Vehbi 1 1 4 6 tarihini tekiden tekrar etmek muvaffakiyetini göster­ miştir. Yazısını Şeyhislâm Ve- liyettin Efendi yazmıştır.

İşte bugün İstanbul’un şu­ rasında burasında birer süslü çiçek sepeti gibi durmakta olan sebillerimizin şahsiyet ve hüvi­ yetini göz alışkanlığının yarat­

tığı gafletten bir aralık kendimizi alır da düşünürsek onların nefis birer sanat eseri oluşlarından ayrıca şe­ hircilik, cemiyet ve hayırseverlikte, şiir ve edebiyatta hulâsa tek ifadesiyle insanlıkta birer yeri olan ve Türklere mahsus birer medeniyet anıdı olduklarını teslim ederiz.

[l] Sultan Ahmet'in bütün arzusuna rağmen bu tarih meşe leşinde rakam ve vezin cihetinden vaziyeti bir türlü telif edemi- yerek zamanın şairlerinden bunun çaresini soruştuıduğu halde en nihayet bu telif çaresini yine Seyyit Vehbi'nin bulmuş olduğunu bir sohbet esnasında Abdülkadir Erdoğan söylemiştir.

Resim : 28 Bayrampaşa sebili Sebiller:

Sebil kelimesi Arapça maddi ve mecazi mânalarda yol demek­ tir. Bizde hayır ve iyilik yolu mânasına alınmış, bu itibarla su tevzi yerlerine (sebilhane) ve ihtisar için yalnızca sebil denmiştir.

Bu isimdeki binaların içtimai tarifine gelince; şehirlerde so­ kak halkının gelip geçerken parasız ve kolaylıkla soğuk ve temiz bir su içebilmesini temin için düşünülmüş ve yapılmış binalardır ki bu güzel mevzuu Türk mimarisine veren sebep de bu olmuştur.

Çeşme ve sebiller yapıldıktan sonra açılış törenini takibeden günlerde bazılarında haftalarca şerbet akıtılırdı. Hattâ bu şerbet akışı hiçbir tahdide tâbi tutulmadan halkın testilerle evlerine taşı­ malarına bile ses çıkarılmadığı görülürdü. Birçok sebillerin mirî karlıklarından yazın sıcak günlerinde haznesindeki suyun soğuk olması için kar muayyenatı dahi vardı.

Sebillerde çeşme ve şadırvanlarda olduğu gibi zamanın seçme şairlerine yazdırılmış çok güzel manzumeler görülmektedir. Şairler bu manzumelerde binanın yapılışına da epçet hesabiyle manzum tarihler düşürürler; bu manzumeler, zamanın yüksek hattatlarına sülüs, celi veya talik hatlarla yazdırılıp en mahir taşçı ustalarına kabartma olarak hakkettirilerek çeşme ve sebillerde mimarın proje­ sine göre kitabeler de vücuda getirilirdi.

Ayasofya’daki Üçüncü Ahmet çeşme ve sebilinin tarih man­ zumesini meşhur Seyyit Vehbi nazmetmiş, fakat son tarih beytini bizzat Üçüncü Ahmet kendisi bularak (Tarihi Sultan Ahmed’in cari zebanı lüleden = aç besmeleyle iç suyu Han Ahmed’e eyle dua) söziyle hem ( 1 1 4 1 ) tarihini düşürmüş, hem de kitabenin yazısını bizzat kendisi yazmıştır { l } . (Resim: 2 2)

(19)

Resim: 29 Turhan Sultan çeşme ve sebili 1690

Sebiller işlek sokaklar üzerinde türbe, imaret, okul veya caminin tamamlayıcı bir parçası gibi bun­ lardan birisinin cephesinde veya bir köşesinde yer al­ mışlardır. Zaten çok defa bir hayır miiessesesi kuran Türk zenginleri bunların hepsini bir araya toplamış bir manzume halinde yaptırırlardı. Bu binalar man­ zumesinin susuz bırakılacağı akla getirilemiyeceğinden münasip bir yerine bir demet çiçek gibi bir sebil ya­ kıştırılır '■e yanına bir de çeşme yaptırılırdı.

Sebillerin plânında en ehemmiyetli kısmı su tevzi salonudur; bu salon bir daire içine müselles veya murabba ezafına göre altı, sekiz veya on ikiden on altıya kadar veçheli tertibedilerek bu veçhelerin yakı­ şığına göre bir kısmı halka su içme gişeleri bırakılır, geriye kalan veçheleri sağır olarak içerde servis kıs­ mına terk edilirdi, içerdeki sağır duvarlarda bir veya daha ziyade çeşmeler yapılır, çeşmelerin temiz mer­ mer kurnalarından sebil memurları mütemadiyen saplı maşrapalarla (Resim: 20, 2 1) halkın boşalan içme taslarını doldururlardı (Plân: 3, Resim: 20, 2 1).

Cephelerdeki veçheler köşelerden birer sütun ve­ ya yarım sütun manzarası verecek dikmelerle yekdi- ğerinden ayrılır, bunların aralarındaki boşluklar bronzdan oymalı ve sanatlı par­

maklıklarla örtülür. Bu parmak­ lıkların alt kaidesinden de içme taslarının kolayca girip çıkması için gişeler bırakılır ve bu gi­ şelerde birer tane içme tası bu­ lundurulurdu. Taslar ağza götü­ rülmeye mâni olamıyacak uzun­ lukta bir ince zincirle içerden binaya bağlı bulunurdu (Resim:

23 - 24) . Bu tasların dizili ol­ duğu mermer satıh ortalama ölçüyle 1,30 metre irtifaında olup sütunların da kaidesini teş­ kil ederdi.

içme tasları, bronz veya ba­ kırdan yapılırdı ki bunların klâ­ sik sanat devrimizdeki şekilleri çok güzeldir. X V III inci asırdan

sonra bu şekiller bozulmuş, âdeta bardaklaşmaya çalışan bir maşra­ paya benzemiştir (Resim: 2 2 , 23) .

Sebillerin bazılarında servis tarafına bitişik sebilciler için bir oda dahi yapılırdı. Bunun en gü­ zel nümunesi Sultan Mahmut tür­ besi sebilinde görülür; (Plân: 4 ) arka taraftan çiftkanad bir kapı ile geniş bir mermer hole giri­ lince sağda bir muvakkithane, solda geniş bir sebilci odası ve tam ortada asıl sebilin su tevzi dairesinin kapısı gelir. Bu sebilin su tevzi salonu ampir stilinin icabı olarak tam daire şeklinde yapılmış ve müstakil kalın dorik sütunlarla yükselerek üzeri antablman kısmiyle saçağa dayanmıştır ki bunun memleketimizde başka bir ben­ zeri yoktur (Resim: 3 7, Plân: 4 ).

Şimdi İstanbul’daki bazı sebillerin kronoloji sıra- siyle bir listesini yapmak istiyorum. Şehir anıtlarının tescili işi tamamlanmış olsaydı bunların bir tekini bile unutmadan tam bir listesini yapmak mümkün olurdu. Halbuki ne bu tescil tamamlanabilmiştir, ne de şimdi bunların hepsini saymaya bir zaruret vardır. Binaenaleyh bu sebillerin mühimlerinden nümunelik olarak bazı parçalar alıyorum.

Mimari tarihimizin bölümlerine göre mevcut se­ billerimizi tasnife kalkışarak bunları ilmi bakımdan üç grupa ayırmak lâzımdır:

A — İstanbul fethinden XVI ncı asrın ikinci yarısı ortalarına kadar, yani Kırkçeşme sularının Istanbula getirilişi tarihine ( 1 5 6 3 ) kadar yapılmış olan sebiller.

B — Kırkçeşme suyu İstanbul’a aktıktan sonra XVIII inci asra kadar yapılmış olan sebiller.

C — X V III inci asır başlarından X IX uncu asır sonlarına kadar yapılmış olan sebiller.

14.3

Resim : 30 Kara Mustafa- paşa sebili

(20)

Resim: 31 Damat Ibrahimpaşa sebili « Şehzadebaşı » 1719

Böylece bir bölüm yapışıma sebep, vücudunu suya borçlu olan sebillerin bu bakımdan hususi­ yetlerini göz önünde tutarak mimari tarihimiz bakımından da sırası gelmişken bazı tahliller yapmak, bilhassa X V III inci asırda başlıyan inhitat devri mimari­ sinde şimdiye kadar konuşul­ mamış bir noktanın aydınlatıl­ masına çalışmaktır. Şimdi bu tasnife göre sebillerin hususi­ yetlerini gözden geçirelim:

A — İstanbul fethinden Kırk- çeşme sularının şehre aktığı 1 5 6 3 senesine kadar yapılmış

sebillerimiz muhakkak ki vardı. Fakat yazık ki bunlardan okurlarıma sunabilecek ve bir mimari eser denebilecek bir sebil mevcudu kalmamıştır. Bununla beraber İlmî ba­ kımdan bu ilk grupun yerini açık bırakmak ve onları fırsat buldukça araştırıp bularak yazmak bir zaruret halindedir.

B — Bu grupa mensup sebiller Kırkçeşme suları İstanbul’a aktıktan sonra yapılmaya başlıyan sebillerdir. Bu grup 1 8 inci asra kadar bize pek kıymetli sebiller bırakmıştır ki bunlardan birkaç güzel nümuneyi yapılış tarihi sırasiyle arz ediyorum:

Resim No. İsmi Semti Tarihi Sahibi Mimarı

25 Kılıç Alipaşa Topane 988 - 1580 Kılıç Ali Paşa Koca Sinan 27 Sinanpaşa Çarştkapı 1001 — 1592 Sinan Paşa Davut Ağa

26 Gazanferağa Kırkçeşme [1] ( Gazenfer Ağa ( i(Darüssüade Ağası))

Davut Ağa

Kuyucu Muratpaşa Vezneciler 1015— 1606 Kuyucu Murat Paşa Davut Ağa Sultanahmet Eyüp 1022— 1613 Ahmet I. Mehmet Ağa

Mustafaağa Eyüp 1033 -1 6 2 3 ( Mustaf Ağa ( 1 (kızlar ağası) 1

Mehmet Ağa

28 Bayrampaşa Haseki 1 0 1 4 -1 6 3 4 Bayram Paşa Kasım Ağa Sullanibrahim Ayasofya ( 1 6 4 0 - 1 6 4 8 ) Sultan İbrahim — 29 Turhan Sultan Bahçekapı 1074 — 1660 Hatice Turhan Mustafa Ağa 30 Kara Mustafapaşa Çarşı kapı ( 1 6 8 3 - 1695) Kara Mustafa Paşa

J İbrahim Ağa Amcazade Saraçhane 1 1 0 9 -1 6 9 7 A. Z. Hüseyin Paşa

Resim : 32 Sultanahmet sebili «Ayasofya» 1732 Bunlardan başka klâsik sanat

devrimize ait daha başka sebiller vardır. Bilhassa Vefa’da Def­ terdar Ahmet Paşa türbesi ka­ pısında güzel bir sebil yapıl­ mıştır ki kitabesi yok, kime ait olduğunu da henüz tesbit edeme­ dim. Merhum İzzet Kumbaracı­ lar, İstanbul sebilleri adlı ese­ l i] Bu zat İkinci Selim ve Üçüncü Murat ve Üçüncü Mehmet’e 30 sene Babüssade ağası olmuş, 1011-1602 de ölmüştür. Sebil, medresesi köşesindedir. Kitabesi yoktur. Medrese, türbe, sebil bir manzume halinde en yüksek eserleri­ mizden olduğu halde maalesef bakımsızlık yüzünden akşam sabah yıkılacağı bekle­ nebilir. Binanın Sinan, Davut ve Dalgıç Ahmet Paşa eserleri olması muhtemeldir. Çünkü binanın Sinan ekolü ile çok sıkı münasebeti bulunmakla beraber Ağanın zamanında mimarbaşılar bunlardır.

(21)

rinde buna Husrev Kethüda adı vererek 9 7 3 te yapıldığını söylüyor. Halbuki mimari ve inşai durumu bunu tekzibediyor. Çünkü Ahmet Paşa türbesi X V II nci asırda yapılmış, bu sebil ise türbeden de sonra buraya zorla yakıştırılmıştır. Binaenaleyh bu sebil XVI ncı asır malı olamaz.

C — Üçüncü olarak saydığımız bu (C ) grupu Türk mimari tari­ himizin inhitat devri eserlerini teşkil etmektedir. İnhitat devri eserlerini de aşağıda izah edeceğimiz bir sebepten dolayı iki kısma ayırmak lüzu­ mu vardır ki evvelâ bunun ilk kısım eserlerini gözden geçirelim:

Resim: 33 Alipaşa sebili «Hekimoğlu». 1732

Resim : 34 Melımetağa sebili «Dolmabahçe». 1740

Resim

No. İsmi Semti Tarihi Sahibi Mimarı

Başkadın Bayazıt 1119— 1707 Emetullah Oülnuş Sultan İbrahimpaşa Bayazıt 1 1 2 0 -1 7 0 8 Kaptan İbrahim Paşa Valide sebili Üsküdar 1121 — 1709 Emetullah Gülnuş Sultan Hatice Sultan Ayvansaray 1 1 2 3 -1 7 1 1 Hatice Sultan

31 ibrahimpaşa Şehzadebaşı 1132— 1719 Nevşehirli İbrahim Paşa

32 Sultanahmet Ayasofya 1141 — 1728 Ahmet III. Mehmet Ağa Valide sebili Azapkapı 1145 — 1732 Mahmut I. annesi Saliha S. Mehmet Ağa 33 Alipaşa Hekimoğlu 1145— 1732 Hekimoğlu Ali Paşa Mehmet Ağa

Yukarda arz ettiğim sekiz aded sebil X V III inci asırda inhitat devrinin başladığını gösteren çok kuvvetli eserlerdir ki en sonuncusunu 17 32 tarihinde yapılmış görüyoruz. Bu tarihten sonraki eserlerle bun­ dan evvelki eserler arasında oldukça göze çarpan mühim bir fark mev­ cut olduğu halde şimdiye kadar bu farkın hususiyeti mimari tarihimiz­ de konuşulmamıştır. Binaenaleyh burada bu noktayı aydınlatmaya çalışacağım.

Fotogıafilerin tetkikinden de anlaşılacağı veçhile 17 32 senesine kadar yapılan sebillerde, gerçi klâsik Türk mimarisine yabancı bir un­ surun girmiş olduğu pek açıkça görülmekte ise de, yine klâsik Türk tarzının kıymetli malzemeleri aynen ve ısrarla yaşamaktadır. Yani sivri kemerler, Türk başlıkları, düz saçaklar, başlıklar ve silmeler ve nişler­ de Türk istalâktitleri aynen yaşamaktadır. Hattâ satıh tezyinatında bazı kabartma ornumanlar yine Türk karakterini muhafaza etmektedir. Fakat 1 7 32 senesinden sonra yapılmış olan bütün binalarla beraber sebillerde de klâsik Türk sanatını yaşatan bütün motifler ve malzemeler en ufak teferruatına kadar kaybolmuş ve yerini tamamiyle Louis XV. tarzı diye

(22)

Resim: 35 Hasanpaşa sebili «Vezneciler». 1744

hususiyet ve şahsiyet kazanmış olan barok tarzı almıştır. İşte bunun içindir ki ba­ rok nüfuzu altında inhitata uğramış olan X V III inci asır eserlerimizi sanat ve çalışma hususiyetlerini tefrik etmek üzere ve kronoloji itibariyle ikiye ayırarak ilk kısalının bazı mühim nümunelerini yu­ karıya çıkardım. Şimdi de

17 32 renesinden sonra yapıl­ mış bazı sebillerimizi göste­ reyim, mukayese edilsin:

Resim No. İsmi Semti Tarihi Sahibi Mimarı

34 Mehmetağa Dolmabahçe 1 1 5 3 -1 7 4 0 Mehmet Emin Ağa Beşirağa Soğukçeşme 1158 — 1754 Kızlar ağası Beşir 35 Hasanpaşa Vezneciler 1 1 5 8 -1 7 5 4 Sadırazam Haşan Paşa

Nuruosmaniye Nuruosmaniye 1169 -1 7 5 5 Osman III. Lâleli Lâleli 1 1 7 7 -1 7 6 3 Mustafa III.

Recai Mehmet Vefa 1 1 8 9 -1 7 7 5 Recai Mehmet Efendi 36 Hamidiye Soğuk çeşme [l] 1191 — 1777 Hamit I.

Koca Yusufpaşa Fındıklı [2] 1 2 0 1 -1 7 8 7 Koca Yusuf lJaşa 16 Mihrişah Eyüp 1215— 1800 Şah Sultan

Valide sebili Fatih 1233— 1818 Nakşıdil (Mahmut II. nir. anası) Nusretiye Tophane 1241— 1825 Mahmut II.

37 Sultanmahmut Fatih 1245 - 1826 Mahmut II.

[l] Bu sebil, evvelce dördüncü vakıf ham köşesinde iken hanın inşası için oradan kaldırılarak lâyık olduğu kadirşinaslıkla şimdiki yerine getirilmiştir. İmar hareketlerimizde güzel bir misaldir.

[21 Yukarda Taksim ınaksemindeki izahatımızda okuduğumuz sağdaki kitabenin sahibi olan Yusuf Paşadır ki kitabede bu sebilhaneye bir masura su tahsis edilmiş olduğu zikredilmektedir.

(23)

Bu ikinci kısım barok tarzı sebillerimizi de görüp fotografilerde daha evvelkilerle bir mukayeseye tâbi tutarsak işaret etmiş olduğum sanat farkı açıkça görülebilir.

Bu sanat farkının sebebini eserlerden anlamak mümkün değil, fakat kronolojik olayları göz önünde tutarak tarihten öğrenebiliriz. Şöyle ki:

1 7 1 9 da Fransa sefiri olup 17 20 de avdet eden (Yirmisekiz Çelebi) Mehmet Faiz Efendi, oğlu genç Sait Efendiyi de kethüdası olarak Paris’e götürmüştü. Avdette, bu Sait Efendi İbrahim Müteferrika ile bir­ likte memleketimizde matbaacılığı tesis eden zattır ki

1741 senesinde babası gibi yine Fransa sefiri olarak ikinci defa Paris'e gitmiş, bir sene sonra dönmüştür. Ve nihayet bu zat 1755 senesinde de sadrazam ol­ muştur.

İşte baba ve oğul bu iki zatın Fransa ile temas­ ları tarihinden birkaç sene evvel memleketimizde çehresini göstermiş olan barok tam bunların temas­ larından sonra hızını artırmış, hele Sait Efendinin siyasi faaliyeti yükseldikten sonra o zamanlar Fransa- da almış yürümüş olan Louis XV. tarzı doğrudan doğ­ ruya memleketimize gelebilmişdir.

Memlekete gelen bu yabancı tarzın Türk sanat­ kârları tarafından kuvvetli bir antipatiyle karşılanmış olduğu muhakkaktır. Fakat Fransa’dan gelen yabancı mimarların yüksek bir pâye ile hassa mimarlarına ve bütün Türk sanatkârlarına sadrazamın emriyle tavsiye edilmiş olduğu ve itibarla karşılanması lâzım geldiği hakkında emirler verilmiş olduğu da muhakkaktır. Fakat buna rağmen yeni gelen yabancı mimarlar memlekete ve yerli sanat muhitine yabancı olduk­ ları, diğer taraftan da yerli sanatkârlar her şeye rağmen kendi millî sanatlarına ruhan bağlı ola­

rak çalıştıkları için ondan kolay kolay vazgeçemiye- cekleri de muhakkaktı. Binaenaleyh yekdiğerine zıt olan bu iki kuvvetin dostluk havası içinde veya bir zaruret karşısında çalışmaları neticesi olarak meydana gelen ilk Barok eserler bu şerait altında Türklükten de kuvvetli izler yaşatan barok eserler halinde mey­ dana gelmiştir.

Halbuki vakit geçtikçe yabancı mimarlar hükü­ metin muzaheretiyle kuvvetleşmişler, muhite alışmış­ lar, diğer taraftan da Fransa’dan işçiler ve artizanlar getirmişler ve ondan sonraki X V III inci asrın ikinci yarısı eserleri Türklükle hiçbir münasebet taşımıyan ve tamamiyle Louis XV. üslûbuna uygun olarak mey­ dana gelmiştir.

Yukardaki mütalâamı şimdilik kendi muhakeme­ me dayanan şahsi bir mütalâa olarak ortaya koyuyo­ rum. Umidederim ki incelemeler ilerledikçe bu müta­ lâamı çok kuvvetli tarihî vesikalara istinadettirebi- leyim.

X V III inci asrın ikinci yarısında yurdumuzda mi­ mari hareketleri kayıtsız ve şartsız olarak Avrupa’ya bağlanmıştır. Bunun en kuvvetli son şahidi de Divan- yolundaki Sultanmahmut türbe ve sebilidir. Zira bu sebil ve türbe Avrupa’daki sanat cereyanlarının yılı yılına uygun bir tezahürü olarak ampir tarzında yapılmıştır. Ampir tarzının Sultanmahmut türbesi kadar zengin ve temiz yapılmış örnekleri Avrupa’da da azdır. (Resim: 13 a- Pl an: 4)

Sultan Mahmut sebilinden sonra İstanbul’da ya­ pılan bütün eserler sebillerle birlikte artık dünya sanat tarihinde isim ve şahsiyet sahibi bir stil ifade edemediği için bunlardan hiç bahsetmeden sözü bura­ da kesiyorum.

Referanslar

Benzer Belgeler

Çokgenin kenar sayısı en az üç olmalıdır. Üç kenarı olan çokgene “üçgen”, n kenarı olan çokgene “n-gen” denir. Bütün kenarları ve bütün açıları eşit olan

VVERTHEİM asansörlerinin her üni- tesi; uzun yılların tecrübesi ile ve yapılan araştırmalar sonucunda, ka- lite ve fonksiyonda üstün, kullan- mada kolay olacak şekilde

Batıda temel başvuru kitapları arasında olan disertasyon sözlüklerinin Türkçe’de aynı ilkelerle yazılmış olanlarına rastlanılmamaktadır, ancak bazı

Ancak nükleer reaktörlerdeki patlamalar felâket değil, insan eliyle yapılan tehlikeli teknolojik yap ılarda karşılaşılan krizlerdir. Hata; insanların nükleer

Kamu İnternet Erişim Merkezleri, halk eğitim merkezleri, gençlik merkezleri, kütüphaneler, e-devlet hizmeti verecek hastane ve İŞ-KUR binaları gibi yerler, yerel

Bununla beraber 2011 yılı sonu itibariyle, Avrupa Komisyonu, çok daha kat ı yasalar için bir taslak direktif sunacak ve Avrupa Parlamentosu da bu taslağın kabul edilip

Bana şimdiye kadar adığım, bundan sonra da alacağım en değerli ödülü verdiniz, bir parkorman ödülü, sağ olunuz. Ya şar Kemal'in 8 Eylül Cumartesi günü Batman

1 bütünde …… çeyrek vardır. 2 bütünde ……