A.©)
t* \A
)
1
Etrafımda tehlikenin sezflme-diğinl gördüğüm vakit bana bir te lâştır gelir. Kelimelerimin bile si niri tutar. Bir türlü yazıma yer- leştiremem. Tehlike ne kadar bü yüse ve yaklaşsa, eğer anlaşıldığına inanırsam, yalnız soğukkanlılığıma değil, eyimserliğime de kavuşu rum. Çünkü uyanıklar bu memle kette iradelerini birleştirince, hiç bir savaştan zafersiz çıkmıyacağı- ; miza şüphe etmem.
İrtica yoktur da, falan parti halk ' efkârım bulandırmak için «— Var
dır!» mı? diyor, yoksa vardır da,
j filân parti halk efkârım oyalamak I için: «— Yoktur!» mu diyor. Kü
çük ve gündelik politikacıların o- yununu bırakalım. Bizzat demok rasiyi, haklarımız ve hürriyetleri mizle insanca yaşamaklığımızı teh- did eden tehlike, Tanzimat’tan 1951 yılının bu mart ayma kadar hiç bir zaman yok olmamıştır. Mesele, bü tün Türk çocuklarını müsbet bil giye dayanan ilkokul eğitiminden geçirmek, ve bu iş bitmedikçe ka ra kuvvete fırsat vermemek, onu halkın Tanrı sevgisini ve mukad desat bağlılığım sömürmekte ser best bırakmamaktan ibaretti. Ge ne de öyledir.
Demokrasi kayıdsız şartsız millî hakimiyet demekse, Fransız ana yasasının neden bir krallık partisi kurulmasına ve tac edebiyatının seçim politikalarında kullanılma sına izin vermediğini acaba kendi kendimize nasıl izah ediyoruz? Acaba, komünist olup olmamak sa dece Türk milletinin bileceği bir iş olduğuna göre, Türkiyede komü nistliği, nasıl bir mantığa dayana rak, kanun dışı ediyoruz?
Çünkü Fransa insan hak ve hür riyetlerinin tam teminatını Cum huriyet rejiminin kararlılık bulma sında görmüştür. Komünizm ise nerede iktidara gelirse insan hale ve hürriyetlerini temelden yıktığı için, ve Kominformun emrinde çalışan bu partiler vatansız olduğu için, bir takım demokrasiler, hak ve hürriyet ve yurd düşmanlığım meşru saymayı ve halkı onlarm fesadına bırakmayı doğru bulma mışlardır.
Türkiyenin tarihi tenlikesi, bu memlekette ilim ve tecrübe ve te fekkür serbestliğini kurulmaktan, bu memleket müesseselerini yeni çağ şartlarına uymaktan alıkoyan, otokratik ortaçağ rejiminin zindanı içinde havasızlıktan boğuluncaya kadar Türk milletinin yakasım bı- rakmıyan kara kuvvettir. Demok rasi yaşamak isterse, kara kuvvete hukuk veremez.
* * *
, ‘ Çok zaman geçti, sanıyoruz. Bazı şehirlerimizin bir takım semtlerin- 1 de ve bazı «zavahir» de öyledir. Fakat halkın yandan çok fazlası hiç okumamıştır ve halk çocukları nın büyük bir çokluğu ilkokul ter biyesi almamıştır. Bundan başka Sultan Hamid devri henüz sağdır. İkinci Meşrutiyet, Birinci Dünya Harbi, inkıraz ve mütareke devirle ri henüz hayattadırlar. Kapanan medreselerden çıkmış olanlar, he nüz, memleketin her köşesinde halk yığmlannın başucundadırlar. İnkılâb, pusular ve tuzaklarla çev rilmiş haldedir.
Bir fark varsa, Türk kurtuluşu- . nun bu memlekette ilim ve tecrü be ve tefekkür serbestliği kurul masına, bu memleket müesseseleri- nin yeni çağ şartlarına uymasına bağlı olduğuna İnananların, inkı- iâbcı ve aydınların Tanzimat’tan- beri hiç bir vakit görülmedik bir nisbette artmış olmasıdır. Medre seler kapanmış olduğu için de, ir ticaın mektebsiz kalmasıdır.
Eğer biz bir kaç yıldanberl (hız) verdiğimiz ilkokul seferberliği ta mam oluncaya kadar, bütün Türk I çocukları müsbet bilgiye dayanan
«
O H B E T L E R
[
Yazan:
Fatih Rtfkt
ilkokul terbiyesinden geçinciye kadar, kendüiğinden göçüp giden eski şeriatçilerin nesli tükeninciye kadar, sıkı durursak, meseleyi hal- letmişizdir.
Sıkı durmazsak, hiç bir mesele halledilmemiştir.
* * *
Mesele din meselesi değildir. Bu memlekette dinisizlik diye bir ha reket olmamıştır ve olamaz. Halk ibadetlerinde ve inanışlarında hür olmuştur ve olacaktır. Çocuklarına İslâm terbiyesi verecektir. Diyanet işlerini kadrosu içinde tutan dev let, bu meselede, vicdan serbestliği prensipini esas tutarak, halka ko laylık gösterecektir. Evkafı kadrosu içinde tutan aym devlet, halkın camilerine bakacaktır. Din burada biter.
Oııdan sonra şeriat gelir. O, to taliterdir. Medenî kanunların ye rine fıkhın konmasını ister. «Taad düdü zevcat» ister. Büyük Millet Meclisinden «kanun vâzı’lığı» yet kisinin alınmasını ister. Bunları sağlamak, inkılâbın yıkılmasına bağ İldir. İnkılâblan yıkmak ister.
Ne kadar taviz verirseniz, doy maz. Hiç bir siyasî parti, tavizcilik te kendinden daha ileri gidenle ya rışa çıkamaz.
Yobaz, hoca demek değildir. Biz de bilgin hocalar vardır. Medreseli dirler. Fakat onlar da yobazlıkla savaşa kalktıkları vakit «protes tan» veya «gâvur» lâkabları almış lardır. Size iki küçük misal vere yim:
Bütün yobazlan sınıftan döndüre döndüre yüz yıl okutacağına şüphe olmıyan bir fazıl hocamıza, İlâhiyat Fakültesine neden fıkıh dersinin konmadığını sormuştum: «— Kur’an iki kısımdır, dedi, bir kısmı Pey gamberimiz hükümet kurduktan son ra nâzil olmuş âyetlerdir, ki, Hicaz âşiretlerinin o zamanki şartlar için de nasıl idare olunacaklarım gös terir. Bu şartlar bugünkü cemiyet lere uymaz. Biz cemiyetimizi o za manki Hicaz aşiretleri iptidailiğine götürmedikçe, sırf bu hükümler® dayanan fıkhı yürürlükte tutama» yız.»
Bir başka medreseli hoca bundan
80 yıl önce diyordu ki: «Edebî kai delere dayanarak arabî ibarelerden hüküm çıkarmak, siyaset ve idare usullerini Kur’ anda, hadiste ve ü-, lema sözlerinde aramak doğru de ğildir. Kur’an ne diyor? Milkte ada let ediniz, hakkı yerine getiriniz, diyor, işte bu kadardır bu! ibadet bahsini dünya muamelâtından ayı rıp ayrıca tedvin etmek lâzımdır. Meselâ yazı gibi meseleler (1) u- mur-u - dünyeviyedendir, onları ihtiyaca göre değiştirmekte muh tarız.» Ve tekkeciliğin, dervişliğin İslâm memleketlerini medeniyetçe, sanatça, ticaret, iktisad ve imarca geri bıraktığını söyliyerek: «Tekke ve zaviyeyi İslâm âlemine sokan bir hıristiyandır. Dervişliğin aslı ra- hibliktir,» der.
Biz burada hakikî medrese bilgin lerinin söylediklerini tekrarlıyo ruz. Gene bu âlimlerden biri: «Ya rım fakih din yıkar,» diyor. İnsaf ediniz, yarım fakih din yıkarsa, som yobaz medeniyeti de, kültürü de, milleti de, devleti de yıkmaz mı? Yıkmamış mı?
Türk köylerinde yıllardanberi mektebler açıyoruz. Bu mekteblere Cumhuriyet devrinde yetiştirdiğimiz gene öğretmenleri yolluyoruz. 14 mayısa kadar bütün köyler:
— Bize de mekteb açınız, bize de öğretmen yollayınız, diyorlardı.
Şimdi:
— Alınız bu öğretmenleri! Bize sarıklı yollayınız. Çocuklara Arab yazısı öğretiniz, diyenler köylüler midir? Fesadlaruıda serbest kalan kara kuvvet ajanları köylü vicda nım yeniden bunaltmışlar ve onu tekrar dalâlete doğru sürüklemiş lerdir.
Eğer, kara kuvvet bu serbestliği bulmasaydı, köyler mekteb ve öğ retmen istemekte devam edecekler, biz de açmağa güç yetişecektik.
Kur’anın ancak talimle okuna bileceğini kim bilmez? Bu ise bir yazı meselesi değildir. Arabca li sanı Arab için bir yazı meselesidir. Arabca lisanını anlamıyan Türk
(1) Lâtin alfabesi meselesi o za man da münakaşa edilmiştir.
için, arabcayı yeni yazımızla oku mak şüphesiz daha kolaydır. Kur an, yazılı inmemiştir, Peygamber hayatta iken de yazılmış değildir. Yazıyı bir din meselesi haline so kanlar da ,kapkara cahil değiller de nedir?
* * *
Tanzimattanberi yüzde bir, yüz de beş, yüzde on veya on beş, kü çük bir azlık garb kültürü alırız. Türk milletinin kurtulması şartı, muasırlaşmasında, müsbet bilgiye dayanan ilk okul terbiyesinden geç meşinde, müesseselerimizin yenileş tirilmesinde ve otokratik karak terden sıyrılmasında olduğunu bi liriz. Ama hiç bir zaman hep bir araya toplanıp hiç olmazsa yirmi otuz yıl süren bir işbirliği yapma mışız, bu işbirliğini sağlayabilecek
istişareli bir rejim aramamışızdır. Ya padişahm etrafında birbirimizi kıskanarak, ya partiler içinde ve dışında birbirimize düşerek: «— Hür riyet... Hürriyet!...» diye ayakla nırız. Hürriyeti, irtica alır ve mem leketi yeniden geriye doğru sürük ler.
Partiler, hâlâ, ya inkılâb, ya irti ca partisidirler. Yahud içlerinde bu iki kısma ayrılmışlardır. Küçük ve gündelik politika esnafına, din ve mukaddesat adı altında halk vicda nını sömürmek kolay gelir. Her bi ri, ne kadar aydın olsa da, ayn ayn kara kuvvet nüfuzu üstünde tu
tunmağa kalkar. Bu nüfuz, şu son devirde olduğu gibi, kaynaksız bı rakılmış olsa dahi, sindirilmiş olsa dahi, bizim siyasî hırslarımızı sö mürerek yavaş yavaş doğrulur, a- yağa kalkar ve kendisinde, 1951 martından Tanzimata kadar, bütün teceddüd ve yeni nizam çağının he sabım görmek cesaretini bulur. Bu cesareti ona biz veririz.
* * *
Hikâye pek sadedir. Fakat bugün, Türkiyenin karışmasından ve kar gaşa içinde yıkılarak kendi eline düşmesinden başka bir dilediği ol- mıyan Moskof, bu yıkıcılığın için dedir. Binbir maska İle içindedir. Şeriat dergilerini neşredenler a- rasmda sicilli dolandırıcılar vardır. Şeriatçilik; bazı yayın vasıtaları için, sürüm ve ticaret kaynağı ol muştur.
Yalnız size bir şey haber vereyim: Kominform bir mesele çıkardı mı, onu yatıştırmak mümkün olmıyan şartlan ile beraber çıkarır. K o r e ji yatıştırabiliyor muyuz? Yatıştırabi - Ur miyiz?
Moskof, tecavüz ederek bir mem- • leketi almağa kalkışmanın harb de mek olduğunu bilir. Elinden kaçır dığı Tito Yugoslavyasma bile teca vüz etmez. Fakat gene Moskof, yı kılan bir memleketin, âdeta bilmek sizin, hissetmeksizin, kucağına düş mesi bir harb tehlikesi olmadığını da bilir. İram nasıl kendine doğru sürüklediğini görüyoruz. İrandaki bir kaçı şuurlu, kalanı şuursuz a- janlan «Fedayam İslâm» adını ta şıyor.
Türkiyede hiç bir parti İçin din meselesi yoktur. İrtica, karayobaz- lık ve şeriatçilik meselesidir. Bun- lann sınırlarını çizmek, bir iki sa atlik bir meseledir.
Ya dini, kayıdsız şartsız, politi kaya, seçimlerde, yaymlarda, heı türlü şekli İle politikaya âlet etmey men edersiniz. Vâizlera hutbelerin’ yazılı verirsiniz. Müftilere öğrete ■ çeklerini bir bir tesbit edersiniz camie siyaseti sokmazsınız. Yahud
Yahud, bütün insan hak ve hür riyetleri içinde olarak, demokrasi batar. Artık ondan sonra istibdaç mı gelir, düşman mı gelir, tesadü fün bileceği bir şeydir bu...
* * *
İrtica var, o muhakkak... Faka' ben size sorayım: Bazı şehirleri mizin bir takım semtlerinin dışındı inkılâb var mı?