G
ÜMRÜK idaresi memurlarından Nurettin Tango ren’in evinde sabaha
karşı birden bire vefat
etmiş olduğu haberi er- tesi günü kahvede duyulunca, kah
venin sahibiyle beraber bütün
müşterilerini tarifi imkânsız bir
hüzün, bir keder kapladı. Nurettin Tangören tam on beş seneden be ri her sabah hanesinden çıkar çık maz bu kahveye gelir, daima otur duğu sol taraftaki baş köşeye ge çerek o günün (Cumhuriyet) ga zetesini okuya okuya kahvesini i- çer, akşam üstü daire dönüşü tek rar uğrar ve bu sefer arkadaşlarla dört veya altı kol iskambil oyna
madan gitmezdi. Bu. İstanbulun
fakirce ve uzakça bir mahallesinde temiz, eski ve ufak bir kahve idi. İçinde bir yabancıya nadiren rast lanabilir. daimî müdavimlerini ma
hallenin eski kafadarlarından on
beş yirmi kişi teşkil ederdi. Bunlar da tam bir kadro halin
de bu akşam gelmişlerdi. V e hiç
birinin ağzını bir müddet bıçak aç madı. Sanki cenaze- ikindiye' doğru toprağa verilmemiş de dükkânda, yanlarında imiş gibi konuşmaktan değil, hızlı bir harekette bulunmak
tan bile çekiniyorlardı. Kahvenin
çayla kahveyi hazırlamakla mükel lef insanı olan kahveci Saim G ür- soy cay veya kahve emirleri karşı sında gûya bu emirleri başkası ye
rine getirecekmiş gibi «Çay birrî
Kahve barla diye bağırarak âdeti
veçhile işin fiyakasuja gitmiyor,
kahve veya çayı Sessizce yahut bar dağa koyup müşterinin önüne ya vaşça bırakıyordu.
,— Hay gidi Nurettin bey hay! ( Mekânı cennet olsun!
— Yahu, nur içinde yatsın, daha dün gece burada idi be! Biçarenin nezlesi bile yoktu!
— Hattâ her zamandan daha sıh hatliydi. Başının ağasından da şi kâyet etmiyordu.
— Vali biçare vah! Ah, kadınların dedikleri gibi yalan dünya, bir var mış bir yokmuş dünyası!
— Allah biliyor ya, inanamıya- cağım geliyor.
— İstediğin kadar inanma bira der! Cenazesini kendimiz son m e kânına üç dört saat önce götürdük bıraktık!
Yeniden bir sükût oldu ve l
kûtu son kerevetin tam orias
oturmakta bulunan şişman, kpa
boylu, burnu biraz çarpuk, gözleri biraz patlak ve ellilik bir adam bo zarak kendi kendine söylenir gibi konuşmağa koyuldu:
— Yahu, mekânı cennet olsun, üç dört gün bile yatakta yatmadan gidiverdi. Dün gece hepimiz gibiy di de bu gece toprağa girdi! Öyle ya, daha dün gece hepimiz gibiy di, hattâ tavla oynadıktı da yenil- diydi. Bir okka üzümüne oynadık
tı, hatarlıyorsunuz ya! »Hamdici-
ğim, yarın sabah manav İhsandan alır, evine bırakırım.» dediydi. Sa baha çıkamadan öldü. Sakın bor cunu eda edemeden öldüğü için
â--h ir ette ceza görmesin? Haremine
söylemek bilmem icabetmez mi? — Y ok canım, sen helâl ettikten sonra hiç bir şey terettüp etmez!
__ A , yüz bin kere helâl olsun Bir okka üzümü mü
düşüneceğim-İşte merhumun vefakâr kahve arkadaşları bu şekilde cümlelerle teessürlerini izhar ediyor, mütalâa larda bulunuyorlardı. Fakat bu ö - lüm mevzuu üzerinde konuşulacak fazla birşey yoktu ki! Nurettin Tangören hiç bir hastalık geçil - meksizin, uykusunda ruhunu tes
lim edivermişti. Bir eski evden
başka mal bırakmıyordu. Evlâdı ve yafan akrabası da bulunmadığı için tek mirasçısı, orta yaşlı, ebdestin- de namazında bir kadın olan karı sıydı. Yani zihinlerin bu anı, bu hiç
beklenmedik ölüm dolayısiyle kor kunç faraziyeler kurarak avunma sına, cinayetler, zehirlemeler tasav vur edip ürpermesine imkân ola mazdı. Olamayınca da söz sermaye si çabuk tükendi, eve gidip uyumak saati ise bir türlü gelmediği için, bir kısım istemiye istemiye altı kol kâğıda oturdu, bir kısım da etrafa,
şeyi re geçti. Kahve sahibi saim
Gürsoy:
— Nesine oynuyorsunuz beyler?
diye soranca oyuncular «Kahve
sine! Kahvesine!» dediler./ Zaten de zoraki oynuyorlardı ya! Hepsi nin zihni, bu gece soğuk topraklar da ilk defa uyuyacak olan sevgili
arkadaşlarında idi. Vakıa zavallı
Nurettin efendinin nüfusunu dü
zelterek elli beşe inmiş olduğu,
yoksa altmışı geçkin bulunduğu
söylenirdi ama, muhakkak ki sıh hatçe fazla bir şikâyeti yoktu. B öy le ansızın ölüp gideceği hiç kimse nin hatırın;, gelmemişti. •
Zatına mahsus köşede ve kahve fincanlariyle çay bardaklarının ta yakınında yer alıp bil türlü ean- lanmıyan oyunu seyreden kahveci Saim birdenbire dedi ki:
— Ne dersiniz baylar, bendeni zin âcizane bir teklifim var. Nuret tin Tangören bu kahvenin en eski müşterilerinden okluğu gibi cüm lenizin de sevgili bir dostunuzdu.
İşte ecel kendisini alıp götürdü.
Ruhu için arifane bir mevlut okut mamızı teklif ediyorum!
Hazır bulunanların hiç değlise birkaçı bu teklifi memnunlukla
te-lâkki etmemiş olabilirlerdi. Fakat hiç bir red, hattâ itiraz olmadı. Bi lâkis: «Hay hay! Münasip'« sesleri duyuldu. Sade oyunu seyredenler den biri, içlerinde elinin sıkıiığiyîe bilhassa maruf bulunup demin Nu rettin efendinin sabaha yetişeme- den ölümü sebebiyle manav İhsana uğrayıp kendisine alamadığı bir okka üzüm için âhirette hesap ver mesi ihtimaliyle endişeli görünen, bu üzümü dul karışma aldırtmağı düğünmüş olan Haindi Borlu kah veciden sordu:
— BÎF'mevlût kaça okuttuı-ula- bilir, ne tahmin edersin?
— O nazlı, o süzük gözlü Necmi
Rıza’ya okutturacak değiliz ya!
Her türlü masrfa dahil, etsin de
yirmi lira etsin!
Bu cevabı veren kahveci Saim Gürsoy hazır bulunanları etrafına göz gezdirip hesap ettikten sonra ilâve etti: «Burada on altı kişisiniz, bir de ben, on yedi eder. On yedi lira ile mükemmel bir mevlut oku turuz!
Kahvecinin izahatı üzerine yeni bir söz söyliyen, yeni bir şey £oran olmamıştı. Bu hal herkesçe kabul
sayıldı. Ayın ortalarına gelinmiş
bulunmasına rağmen birer lira,
belki daha fazlası, çaresiz, verile cekti. Ve oyun devam etti. Herkes sakît ve mütefekkir, oyunsa eski sinden cansız ve neşesizdi. Oyna yanlar esneye esneye oynuyorlar,
seyredenler daha çok esniyorlar
dı. Teklif yapılalı siması biraz dü şünceli görünen Hamdi Borlu bir
denbire başını kaldırdı ve hazuunu bir kere tetkikten sonra dedi ki:
__ Beyler, benim de bir tekli
fim var!
Kahveci de dahil olduğu halde
birkaç kişi «Nedir?>> diye sordular.
Birkaç kişinin yüzünde de Daha
ne çıkacak?» şeklinde tefsiri müm kün bir endişe belirdi.
— Oyunu (kaptı kaçtı) ya çevi rin ve mevluduna oynayın. Kaybe den merhumun ruhuna rnevlut o - kutsun. Ecri de onun olsun!
Seyirciler arasında ' Kabul! Mü nasip!» sesleri yükseldi ve oyun cular, başları biraz eğik, bu sesle re karşı bir itirazda bulunamadılar. Sanki dilleri tutulmuştu!
Altı oyuncu boyun eğip razı ol mak zonanda kaldılar.
Ve oyuna birdenbire bir hara
ret, bir hayat, bir ateş geldi. Artık oyunculardan hiç biri elindeki kâ ğıtlara bakarken esnemiyordu: Bir kahvesine oyun oynarken bir lira vermek taahhüdü altına girmişler di; şimdi de bu (kaptı kaçtı) ya hut (habeş) oyunundan yüzlerinin akıyle çıkmak yahut da tam oh y e di lirayı —mevludun o kadara çı kacağı kat’iyetle malûm bulunma dığına göre belki daha da fazlası nı— vermek ihtimaliyle karşı kar şıya değil miydiler!?.. Oyun devam
ettikçe artık asabileniyorlar, bir
birlerini mızıkçılıkla itham
ediyor-beklenmedik ölüm dolayısiyle kor kunç faraziyeleı- kurarak avunma sına, cinayetler, zehirlemeler tasav vur edip ürpermesine imkân ola mazdı. Olamayınca da söz sermaye si çabuk tükendi, eve gidip uyumak saati ise bir türlü gelmediği için, bir kısım istemiye istemiye altı kol kâğıda oturdu, bir kısım da etrafa,
seyire geçti. Kahve sahibi saim
Gürsoy:
— Nesine oynuyorsunuz beyler?
diye sorunca oyuncular "Kahve
sine! Kahvesine!» dediler. Zaten
de zoraki oynuyorlardı ya! Hepsi nin zihni, bu gece soğuk topraklar da ilk defa uyuyacak olan sevgili
arkadaşlarında idi. Vakıa zavallı
Nurettin efendinin nüfusunu dü
zelterek elli beşe inmiş olduğu,
yoksa altmışı geçkin bulunduğu
söylenirdi ama, muhakkak ki sıh-] hatçe fazla bir şikâyeti yoktu. Böy le ansızın ölüp gideceği hiç kimse nin hatırına gelmemişti.
Zatına mahsus köşede ve kahve fincanlariyle çay bardaklarının ta yakınmda yer alıp bir türlü can- lanmıyan oyunu seyreden kahveci Saim birdenbire dedi ki:
— Ne dersiniz baylar, bendeni zin âcizane bir teklifim var. Nuret tin Tangöi'en bu kahvenin en eski müşterilerinden olduğu gibi cüm
leniz n de sevgili bir dostunuzdu.
İşte ecel kendisini alıp götürdü.
Ruhu için arifane bir rnevlut okut mamızı teklif ediyorum!
r «
<
» t
ihtiyata daha muvafık bularak a- vağa kalktı.
İki üç kişi: Nereye yahu? Oyun bitmek üzere» dediler.
— Neticeyi artık yarın öğreni
rim. Birden mideme bir sancı geli verdi. Gittikçe de artıyor! Bir an evvel gidip istirahat edeyim.
Bu izahatı verdikten soma kapı
dan süzülür gibi çıkıp gitmişti. O zaman, arkasından bakarak, masa başında kalan iki oyuncudan biıi ^ söylendi:
— Midesine sancı girmiş! Zaten hastalıklı cılız B...un birdiir. İster misin bu gece de bu herif kuyruğu titretsin? Yarın gece de bu pe... in mevlut kazığını yiyelim!
JÜ~J,
\ r j jr * .
y
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Ta h a To ros Arşivi