• Sonuç bulunamadı

Celil Oker'in romancılığı

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Celil Oker'in romancılığı"

Copied!
346
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI ANABİLİM DALI

TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI BİLİM DALI

CELİL OKER’İN ROMANCILIĞI

Gökçe ALİEFENDİOĞLU

144201001008

YÜKSEK LİSANS TEZİ

DANIŞMAN

Dr. Öğr. Üyesi Sena KÜÇÜK

(2)
(3)
(4)

Hayatımdaki en değerli varlıklar olan

Sevgili Annem Meryem Aliefendioğlu’na ve

Sevgili Babam Akif Aliefendioğlu’na ithafımdır…

(5)

i

T. C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

Bilimsel Etik Sayfası

Öğr

encin

in

Adı Soyadı GÖKÇE ALİEFENDİOĞLU

Numarası 144201001008

Ana Bilim / Bilim Dalı TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI/TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI Programı Tezli Yüksek Lisans Doktora

Tezin Adı CELİL OKER’İN ROMANCILIĞI

Bu tezin proje safhasından sonuçlanmasına kadarki bütün süreçlerde bilimsel etiğe ve akademik kurallara özenle riayet edildiğini, tez içindeki bütün bilgilerin etik davranış ve akademik kurallar çerçevesinde elde edilerek sunulduğunu, ayrıca tez yazım kurallarına uygun olarak hazırlanan bu çalışmada başkalarının eserlerinden yararlanılması durumunda bilimsel kurallara uygun olarak atıf yapıldığını bildiririm.

(6)

ii T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

Yüksek Lisans Tezi Kabul Formu

Öğr

encin

in

Adı Soyadı GÖKÇE ALİEFENDİOĞLU

Numarası 144201001008

Ana Bilim / Bilim Dalı TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI/TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI Programı Tezli Yüksek Lisans Doktora

Tez Danışmanı DR. ÖĞR. ÜYESİ SENA KÜÇÜK

Tezin Adı CELİL OKER’İN ROMANCILIĞI

Yukarıda adı geçen öğrenci tarafından hazırlanan CELİL OKER’İN ROMANCILIĞI başlıklı bu çalışma 12/06/2019 tarihinde yapılan savunma sınavı sonucunda oybirliği/oyçokluğu ile başarılı bulunarak, jürimiz tarafından yüksek lisans tezi olarak kabul edilmiştir.

(7)

iii

ÖN SÖZ

1999 yılında Kaktüs Kahvesi Polisiye Roman Yarışması’nda birinci olan Celil Oker (1952-2019) Türk edebiyatına polisiye roman yazarı olarak devam eder. Edebiyatın hikâye, roman, şiir ve deneme gibi birçok türünde eser vermiş bir isim olan Oker, Türk edebiyatına ilk kez 1981 yılında Yarın dergisinde yayınlanan hikâyeleri ile giriş yapar. 90’lı yıllardan itibaren ölümüne kadar polisiye roman türünde eserler yazar.

1960’lı yıllardan 1980’li yıllarda durağan bir dönem geçiren polisiye roman türü, 1990’lı yıllarda hareketlenmeye başlar. Günümüzde tanınmış çoğu polisiye roman yazarlarının ortaya çıkışı bu döneme rastlar. Kaktüs Kahvesi’nin düzenlediği yarışmanın ardından birçok yazarın, polisiye roman türünde eserler verdiği görülür. Dönemin hem öncülerinden olan hem de bu yarışmanın birincisi olan Celil Oker’in adının akademik çalışmalarda zikredilmesi fakat hakkında detaylı bir incelemenin yapılmaması sonucunda böyle bir çalışma yapmaya karar verdik.

Özellikle birinci el kaynak ve metinlere dayandırmaya çalıştığımız tezimiz giriş, dört bölüm, sonuç, kaynakça ve dizinden oluşmaktadır.

Çalışmamızın “Giriş”ini “Roman Kavramı, Tarifi ve Çeşitleri” ve “Polisiye Roman Kavramı, Tarifi ve Türk Edebiyatında Polisiye Roman” başlıklarıyla iki bölüm hâlinde ele aldık. Birinci bölümde roman kavramanın tarifi ve ana hatlarıyla çeşitlerinden bahsettik. İkinci bölümde ise polisiye roman kavramı ve tarifi üzerinde durduk. Daha sonra Türk edebiyatındaki polisiye romanlardan ve yazarlardan ana hatları ile bahsettikten sonra sözü Celil Oker’e getirdik.

Birinci bölümde, başta kendi konuşmaları ve yazılarından olmak üzere, eşinin, çocuklarının, yakın çevresinin ve farklı kaynakların sunduğu bilgilerden yararlanarak sanatçının; doğumu, çocukluğu, eğitim hayatı, askerliği, evliliği, ailesi, çalışma hayatı ve ölümü çerçevesinde hayatını ayrıntılı bir biçimde inceledik.

İkinci bölümde, Celil Oker’in sanat hayatını ve sanat anlayışını mevcut kaynaklardan ve kendi ifadelerinden yola çıkılarak detaylı bir şekilde incelemeye

(8)

iv çalıştık. Burada yazarın sanatla ilgili görüşlerini “Sanat Hayatı” ve “Sanat Anlayışı” başlıkları altında ele aldık.

Üçüncü bölümde Oker’in eserleri üzerinde durarak bunları genel itibarıyla belirtmeye çalıştık. “Roman”, “Hikâye”, “Şiir”, “Tiyatro” ve “Diğer” adlı başlıklardan oluşan bu bölümde, üzerinde daha sonra ayrıntılı olarak durduğumuz romanlarından genel itibarıyla, hikâye, şiir, tiyatro ve diğer eserlerinden de gerektiği ölçüde bahsettik.

Dördüncü bölümde ise, Oker’in romancılığını ayrıntılı bir şekilde ele alıp incelemeye gayret ettik. Bu bölümde öncelikle Oker’in, “Roman Anlayışı” başlığı altında romancılığına değindik. İlk önce yazarın romanlarının özetlerini verdik. Daha sonra “Romanlarında Yapı” başlığı ile romanların kurgusal yapılarını incelendik. “Romanlarında Şahıs Kadrosu” başlığıyla bütün romanlarında adı geçen figürlerin özelliklerine göre sınıflandırıp analizlerini yaptık. “Anlatım Teknikleri” başlığının alt başlıkları olarak “Tasvir Tekniği”, “Anlatma-Gösterme Tekniği”, “Özetleme Tekniği”, “Geriye Dönüş Tekniği”, “Montaj Tekniği”, “Diyalog Tekniği”, “İç Diyalog Tekniği”, “İç Monolog Tekniği”, “Leitmotiv Teknik”, “Metinlerarasılık” yer alır. Ardından sırasıyla “Anlatıcı ve Bakış Açısı”, “Zaman”, “Mekân” ile “Dil ve Üslup” başlıkları bulunmaktadır.

“Sonuç”ta, Celil Oker’in romanları ve romancılığına dair ulaştığımız yargıları ana hatlarıyla belirterek, Türk edebiyatındaki yerini tespit etmeye çalıştık.

“Kaynakça”da yararlandığımız bütün kaynak künyelerini varsa soyadı-ad, yoksa eser adına göre alfabetik olarak sıraladık.

Çalışmaya eser ve şahıs adları “Dizin”i de ilave edilmiştir. Eser adları italik, şahıs adları düz yazılmıştır. Dizinde Celil Oker gibi çok sık tekrar eden isimlere yer verilmemiştir.

Celil Oker’in, Türk edebiyatında yeterince ele alınmamış olması bizleri bu konuyu akademik bir ortamda çalışma ve açıklığa kavuşturma düşüncesine sevk etmiştir. Yukarıda bahsettiğimiz durumlardan ötürü ve yazım aşamasında oluşabilecek bazı teknik sorunlardan dolayı bir takım eksik ve kusurlarımızın

(9)

v bulunabileceğini peşinen kabul ederek, bunlara hoşgörü ile yaklaşılacağını ümit ediyoruz.

Kendine özgü duruşu ve tarzıyla önem arz eden Celil Oker’in romancılığı hakkında hazırladığımız bu çalışma ile Türk kültür, sanat ve edebiyatına bir nebze de olsa katkı sağlayabilmek bizi mutlu edecektir.

Tezimin hazırlanma aşamasında benden güler yüzünü ve sabrını esirgemeyen, kendisini aradığım en yoğun zamanlarında dahi telefonlarımı cevapsız bırakmayan ve bu çalışmamın başından sonuna kadar beni gönülden destekleyen değerli danışman hocam sayın Dr. Öğr. Üyesi Sena KÜÇÜK’e teşekkürü bir borç bilirim.

Yakın zamanda babalarını kaybetmenin üzüntüsü içinde olmalarına rağmen tezim için destek veren Ali OKER Beyefendi ile Can OKER Beyefendi’ye ve yöneltmiş olduğum her soruya büyük bir sabırla cevap veren yazarın değerli eşi Sevtap OKER Hanımefendi’ye çok teşekkür ederim.

Çalışmamın başlangıcından sonuna kadar manevi desteklerini üzerimde hissettiğim değerli hocam sayın Doç. Dr. Bedia KOÇAKOĞLU’na, sevgili dayım Nazım AKSOY’a ve sevgili yengem Zekiye AKSOY’a; araştırmalarım süresince sık sık istişare yaptığım değerli arkadaşlarım Beyma Cansu BOZAL ile Avukat Özge ŞAHİN’e; dostlukları ve manevi desteklerinden dolayı Mehtap GÜMÜŞ’e, Tuğçe APAYDIN’a ve Sevda SAĞIR ÇAĞIRAN’a teşekkürlerimi ifade ederim.

Sonsuz destekleriyle beni hiçbir zaman yalnız bırakmayan, eğitim hayatım boyunca da daima koca bir çınar gibi gölgelerinde güvende olmamı sağlayan kıymetli annem Meryem ALİEFENDİOĞLU’na, kıymetli babam Akif ALİEFENDİOĞLU’na ve değerli ağabeyim Gökmen ALİEFENDİOĞLU’na teşekkürlerimi sunarım.

Son olarak çalışma zamanlarımın bölünmemesi için her türlü fedakârlığı gösteren ve manevi desteğini benden esirgemeyen değerli nişanlım Erdal ÇAKMAK’a çok teşekkür ederim.

(10)

vi

T. C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

Öğ renci ni n

Adı Soyadı GÖKÇE ALİEFENDİOĞLU

Numarası 1442010010008

Ana Bilim / Bilim Dalı TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI/TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI

Programı Tezli Yüksek Lisans Doktora

Tez Danışmanı DR. ÖĞR. ÜYESİ SENA KÜÇÜK

Tezin Adı CELİL OKER’İN ROMANCILIĞI

ÖZET

Türk edebiyatının önemli isimlerinden olan Celil Oker, başta roman olmak üzere hikâye, tiyatro, şiir, deneme türlerinde eserler vermiş çok yönlü bir şahsiyettir. Yakın dönem Türk Polisiye roman yazarlarına öncülük yapan Oker, ortaya koyduğu çalışmalarında estetik kaygı da gözeterek Türk toplumunun tarihî, millî ve kültürel değerlerini öne çıkarmıştır.

Bu çalışma hayatı, eserleri ve sanatı ekseninde ele alınan yazarın romanları incelenerek romancılığının Türk edebiyatındaki yerini ve romanlarının belli başlı özelliklerini tespit etmeyi amaçlamaktadır. Edebiyatımıza polisiye roman yazarı olarak adım atan Celil Oker’in 1999 yılında ilk romanı yayınlanır. Toplamda dokuz roman kaleme almıştır. Bu romanlarının tamamı da polisiye roman türünde yazılmıştır.

Oker hakkında -mümkün olduğu ölçüde birincil kaynaklar ve metinler tercih edilerek- gazete, dergi ve internet yayınlarında çıkmış birçok yazı ve söyleşiden faydalanılarak hazırlanan bu çalışmada, yazarın yayınlanmış bütün romanları ayrıntılı bir şekilde tanıtıldıktan sonra romanlarının içerik ve biçimlerine dair incelemeler yapılmıştır. Yalnızca Türkiye’de değil Almanya, Hollanda, İspanya ve Yunanistan’da da okur kitlesi olan Oker’in Türk edebiyatında polisiye romancılara öncülük etmesinin altını çizerek ve romancılık anlayışında izlediği yöntemi geliştirerek korumasını da belirterek onun özgün bir yazar olduğunu ortaya koyduk.

Roman taşıdığı özellik itibarıyla kaynağını gerçek hayattan alan bir türdür. Bu nedenle de Celil Oker, kendi roman anlayışında da bu görüşü benimser ve eserlerinde olay örgüsünden mekâna, kişilerden zamana kadar pek çok roman unsurunu gerçekçi bir şekilde düzenlemiştir. Kurgu ve gerçeklik arasında mantıklı bir denge tutturan yazar, kişilerin tanıtımı ile anlatımında ve mekânların tasviri ile zaman algısında yaşadığı döneme tanıklık eden izleri yansıtmıştır.

(11)

vii

T. C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

Öğ

renci

ni

n

Adı Soyadı GÖKÇE ALİEFENDİOĞLU

Numarası 144201001008

Ana Bilim / Bilim Dalı TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI/TÜRK DİLİ VE

EDEBİYATI

Programı Tezli Yüksek Lisans Doktora

Tez Danışmanı DR. ÖĞR. ÜYESİ SENA KÜÇÜK

Tezin İngilizce Adı CELIL OKER’S NOVELISM

SUMMARY

Celil Oker, one of the significant names in Turkish Literature, is a sophisticated person who produced works in the field of poetry, stories, theater, essays and especially novels. As a leading recent era crime novelist Oker highlights historical, cultural and national values of Turkish society as well as paying regard to aesthetics.

This study aims to determine major characteristics of his novels, his role in Turkish Literature as a novelist by studying his novels, life and art. Oker steps into Turkish Literature as a crime novelist. His first novel was published in 1999. He wrote nine novels in total which are all in the genra of crime.

This study examines his novels' content and style making use of many articles and interviews which were published on newspapers, magazines and on the net as well as introducing all of his novels in detail. Original resources and texts were preferred as soon as possible in the process. We determined that Oker who has readers not only in Turkey but also in Germany, Netherlands, Spain and Greece is a genuine writer emphasizing that he maintained and improved the method he followed in novel writing and pioneered novelists in Turkish crime literature.

Novels use real life as a resource by nature. Thus Celil Oker adopts this opinion in his novels. Accordingly he organizes characters, story arc, places and time in a realistic way. He balances fiction and reality logically. He presents traces which bear witness to the time he lived in by intoducing the characters in his own wording and by describing places in a way which determines time perception.

(12)

viii

İÇİNDEKİLER

Bilimsel Etik Sayfası ... i

Yüksek Lisans Tezi Kabul Formu ... ii

ÖN SÖZ ... iii ÖZET ...vi SUMMARY ... vii İÇİNDEKİLER ... viii KISALTMALAR ... xii GİRİŞ ... 1

a. Roman Kavramı, Tarifi ve Çeşitleri ... 1

b. Polisiye Roman Kavramı, Tarifi ve Türk Edebiyatında Polisiye Roman ... 5

1. CELİL OKER’İN HAYATI ... 14

1.1. DOĞUMU VE ÇOCUKLUK YILLARI ... 14

1.2. EĞİTİM HAYATI ... 16 1.3. ASKERLİĞİ ... 18 1.4. EVLİLİĞİ VE AİLESİ ... 18 1.5. ÇALIŞMA HAYATI ... 19 1.6. ALDIĞI ÖDÜLLER ... 22 1.7. ÖLÜMÜ ... 23

2. CELİL OKER’İN SANATI ... 24

2.1. SANAT HAYATI ... 24

2.2. SANAT ANLAYIŞI ... 31

3. CELİL OKER’İN ESERLERİ ... 33

3.1. ROMAN... 34

3.2. HİKÂYE ... 38

3.3. ŞİİR ... 38

3.4. TİYATRO ... 39

3.5. DİĞER... 39

4. CELİL OKER’İN ROMANCILIĞI ... 41

(13)

ix

4.2. ROMANLARI ... 49

4.2.1. Çıplak Ceset ... 49

4.2.2. Kramponlu Ceset ... 54

4.2.3. Bin Lotluk Ceset ... 60

4.2.4. Rol Çalan Ceset ... 66

4.2.5. Son Ceset ... 72

4.2.6. Bir Şapka Bir Tabanca ... 76

4.2.7. Yenik ve Yalnız ... 81

4.2.8. Ateş Etme İstanbul ... 85

4.2.9. Sen Ölürsün Ben Yaşarım ... 90

4.3. ROMANLARINDA YAPI ... 93 4.3.1. BÖLÜMLENDİRME ... 94 4.3.2. OLAY ÖRGÜSÜ ... 107 4.3.2. GERİLİM UNSURLARI ... 120 4.3.2.1. ÇATIŞMA ... 120 4.3.2.1.1. ÇIKAR ÇATIŞMASI ... 120 4.3.2.1.2. AİLE İÇİ ÇATIŞMA ... 123 4.3.2.1.3. SÖMÜREN-SÖMÜRÜLEN ÇATIŞMASI ... 125 4.3.2.1.4. PATRON-İŞÇİ ÇATIŞMASI ... 126 4.3.2.2. DÜĞÜMLER ... 127

4.3.3. SON SAHNE/ÇÖZÜM SAHNESİ ... 129

4.4. ROMANLARINDA ŞAHIS KADROSU ... 135

4.4.1. FONKSİYONLARI AÇISINDAN ŞAHISLAR ... 135

4.4.1.1. MERKEZÎ FİGÜR ... 135

4.4.1.1.1. Remzi Ünal ... 135

4.4.1.2. NORM FİGÜR ... 146

4.4.1.3. YAN FİGÜRLER ... 151

4.4.1.4. FON FİGÜRLER ... 157

4.4.2. SOSYAL DURUMLARINA VE MESLEKLERİNE GÖRE ŞAHISLAR ... 161

4.4.2.1. İŞ ADAMLARI – İŞ KADINLARI ... 161

4.4.2.2. FUTBOLCULAR ... 170

(14)

x 4.4.2.4. POLİTİKACI ... 172 4.4.2.5. DOKTORLAR ... 173 4.4.2.6. HEMŞİRELER ... 176 4.4.2.7. ÖĞRENCİLER ... 177 4.4.2.8. ÖZEL KORUMA/ŞOFÖR ... 180 4.4.2.9. EĞİTİMCİ ... 183 4.4.2.10. SEKRETERLER/ASİSTANLAR ... 184 4.4.2.11. DİĞER... 186

4.4.3. TİPLERİNE GÖRE ŞAHISLAR ... 192

4.4.3.1. ZENGİN TİPİ ... 192 4.4.3.2. MAFYA TİPİ ... 193 4.4.3.3. KATİL TİPİ ... 200 4.4.3.4. HARİS - ÇIKARCI TİP ... 204 4.5. ANLATIM TEKNİKLERİ ... 208 4.5.1. ANLATMA-GÖSTERME TEKNİĞİ... 209 4.5.2. ÖZETLEME TEKNİĞİ ... 214 4.5.3. TASVİR TEKNİĞİ ... 215 4.5.4. GERİYE DÖNÜŞ TEKNİĞİ ... 218 4.5.5. MONTAJ TEKNİĞİ... 220 4.5.6. DİYALOG TEKNİĞİ ... 224 4.5.7. İÇ DİYALOG TEKNİĞİ ... 226 4.5.8. İÇ MONOLOG TEKNİĞİ ... 228 4.5.9. LEİTMOTİV TEKNİK ... 231 4.5.10. METİNLERARASILIK ... 232

4.6. ANLATICI VE BAKIŞ AÇISI ... 234

4.7. ZAMAN ... 246 4.8. MEKÂN ... 259 4.9. DİL VE ÜSLUP ... 275 4.9.1. DİL ... 275 4.9.1.1. DİL UNSURLARI ... 275 4.9.1.1.1. Deyimler ... 276 4.9.1.1.2. Atasözleri ... 277

(15)

xi

4.9.1.1.3. Yöresel Sözler ... 278

4.9.1.1.4. Terimler ... 280

4.9.1.2. ARGO/KÜFÜR /KABA ve AYIP SÖZLER ... 281

4.9.2. ÜSLUP ... 286

4.9.2.1. ÜSLUP TÜRLERİ ... 286

4.9.2.1.1. Avam Üslubu ... 286

4.9.2.1.2. Düşünce Üslubu ... 287

4.9.2.1.3. Hiciv Üslubu ... 288

4.9.2.1.4. Nesnel Tasvir Üslubu ... 292

4.9.2.1.5. Plaza Dili Üslubu ... 293

4.9.2.1.6. Yalın Üslup ... 294 SONUÇ ... 297 KAYNAKÇA ... 305 İNTERNET KAYNAKLARI ... 312 DİZİN ... 313 Özgeçmiş ... 328

(16)

xii

KISALTMALAR

A. E. İ. : Ateş Etme İstanbul A. Ü. : Atatürk Üniversitesi

Bkz. : Bakınız

B. L. C. : Bin Lotluk Ceset

B. Ş. B. T. : Bir Şapka Bir Tabanca

C. : Cilt

Ç. C. : Çıplak Ceset

Çev. : Çeviren

Doç. Dr. : Doçent Doktor

Dr. Öğr. Üy. : Doktor Öğretim Üyesi

Hzl. : Hazırlayan

K. C. : Kramponlu Ceset

Prof. Dr. : Profesör Doktor R. Ç. C. : Rol Çalan Ceset

S. : Sayı

s. : Sayfa

S. C. : Son Ceset

S. Ö. B. Y. : Sen Ölürsün Ben Yaşarım

TDEKVTAS : Türk Dünyası Edebiyat Kavramları ve Terimleri

(17)

xiii

TDK : Türk Dil Kurumu

TDV : Türk Diyanet Vakfı

TDVEA : Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi vb. : ve benzeri/benzerleri

vd. : ve diğeri/diğerleri

vs. : vesaire

(18)

1

GİRİŞ

a. Roman Kavramı, Tarifi ve Çeşitleri

Gelmiş geçmiş tüm toplumlar birbirleri ile iletişime geçmiştir. İster sözlü (şifahen) ister yazılı olsun insan daima bir şeyleri anlatma, aktarma ihtiyacı içinde olmuştur. Bu anlatma ihtiyacı beraberinde anlatılan şeyi dinleyen kişiyi etkileme isteğini de meydana getirmiştir. Sözünü etkili kılarak dinleyicisinde hayranlık bıraktırma arzusu insanoğlunu sanata, edebiyata yöneltmiş, bu eğilimin neticesinde anlatma işlemi daha da ileri noktalara taşınmıştır. Böylece olaylar olduğu gibi nakledilmek yerine karşı tarafı etkilemek adına anlatıma heyecan verecek şekilde süslenmiştir. Bu durum masal, destan, fıkra, hikâye gibi pek çok edebî türün ortaya çıkıp gelişmesine katkı sağlamıştır. Zamanın ilerlemesi sonucu nasıl ki medeniyetler gelişip büyümüşse anlatım da o eksende gelişmiştir. Süreç içinde destan, masal gibi sözlü edebiyatın ürünleri yerini hikâye ve roman bırakmıştır.

Kurguya dayalı diğer anlatım türlerine göre en yeni olma özelliğine sahip olan roman, kapsamlı yapısı sebebi ile çağın pek çok sorunundaki estetik durumu edebiyata taşıyan ve irdeleyen bir türdür (Ecevit, 2000: 92).

Roman kelimesinin bazı sözlüklerde yer alan ilk anlamları “nesir olarak

yazılmış uzun hikâyeye verilen ad.” (TDVEA, 1990: 340); “hayatın gerçeğin kaynağını almasına karşın kurguya dayalı bir gerçeklikle ve anlatım tekniklerinin yardımıyla organik bir parça-bütün ilişkisi gerçekleştirilerek oluşturulan uzun nesir.” (TDEKVTAS, 2006: 159); “genellikle insanların başından geçenleri, insan ilişkilerini ve durumlarını, toplumsal olay ve olguları gerçeğe uygun bir biçimde ya da kurmaca bir yapı içinde ve geniş oylumlu olarak anlatan bir yazınsal tür.” (Püsküllüoğlu, 2015: 113);

“düzyazıya dayanan, genellikle insanların serüvenlerini, iç dünyalarını,

toplumsal bir olay ya da olguyu, insan ilişkilerini ve değişik insanlık durumlarını öykülemeyi amaçlayan bir anlatı türü” (Özdemir, 2014: 296)

olarak görülür. Türk Dil Kurumu’na ait olan sözlükte ise “insanın veya

(19)

2

ve tutkularını çözümleyen, kurmaca veya gerçek olaylara dayanan uzun edebî tür.” (TDK, 2011: 1982) olarak açıklanır. İslam Ansiklopedisi’nde “zamanı, mekânı, olayları ve kişileriyle gerçek hayata ve kurguya dayanan, çok çeşitli anlatım tekniklerinin kullanıldığı edebî eser türü” (Okay vd., 2008: 160) olarak

tanımlanan romanın genel anlamda gerçek veya gerçekliğe dayanan olayların uzun solukta anlatımı manası çıkmaktadır.

Modern zamanın anlatım türü olan roman, ortaya çıktığı günden itibaren pek çok düşünürün üzerine söz söylediği ve yorum yaptığı bir kavram olmuştur. Halide Edip Adıvar’a göre “hikâye, dram, şiir, hatta yazı sanatının

bütün unsurları ihtiva eden insanı ister tek, ister her tarafından birden kavrayan en hudutsuz sanattır.” (Adıvar, 1993: 272-276.); Mehmet Kaplan’a göre “hayatı her cephesiyle geniş olarak kavrayan ve her şeyi bir bakış,

değişme ve gelişme olarak his ve idrak eden bir duyuş ve görüş tarzının ifadesidir.” (Kaplan, 1994: 362) ve Cemil Meriç’e göre ise “yaşayan, değişen, bin bir kılığa giren bir türü herhangi bir tarife hapsetmek budalalık” (Meriç:

2013: 132) olarak görülen romanın tarifinde bir kesinlik yoktur. Abdülhak Şinasi Hisar da

“yazar, nazım olarak değil, düzyazı olarak yazarsa, yazdığı

tiyatroda oynanmak için değil, okunmak için olursa ve düzyazı şiir, gezi yazısı, anı, günlük, tarih, eleştiri, özdeyiş, her hangi türlü bir deneme, kısaca edebiyatın az çok bilinen öteki türlerinden birinde olmazsa ve en aşağı bir küçük cilt tutabilecek uzunlukta olursa, bu yazdığına roman deniliyor.” (Hisar, 1964: 99)

diyerek romanın ne olduğunu açıklamaya çalışır. Ancak “romanın ne

olmadığını söylemek ne olduğunu söylemekten çok daha kolaydır.” (Hisar,

1964: 99) yorumu ile Meriç gibi romanın kesin tanımının yapılmasının zorluğundan bahseder. Yukarıda adı geçen Türk edebiyatının önemli isimlerinin roman kavramı üzerine yaptıkları bu açıklamalar, kavramın tarifinin sınırını tamamlayacak özellikte değildir. Nurullah Çetin’e göre de birçok eleştirmen ve kuramcı bu konu hakkında görüşlerini beyan etmiştir fakat

(20)

3 kuşatıcı ve kapsayıcı bir tanıma ulaşamamışlardır. Çetin bu konu hakkındaki görüşlerini “romancının beş duyusu yoluyla doğrudan doğruya veya dolaylı

olarak hayatında yankı bulmuş yaşantı, bilinç, zekâ, hayal, düşünce, duygu gibi ögeleri sanatsal bir bağlam içinde yeniden kurduğu yapay bir âlem” (Çetin,

2008: 66) olarak belirtir. Selçuk Çıkla romanın en az okuru kadar “girift” ve anlaşılması zor olduğunu söyler ve tarifinin de hâlâ netlik kazanmadığını, yapısından kaynaklı müphem bir tanımının olduğunu şu sözleriyle açıklar:

“Romanın hacminin sınırlarının nerede başlayıp nerede bittiği,

temel orijininin nereden geldiği, hangi dönemde ortaya çıktığı, roman yazarının sanat anlayışının değeri veya geçerliliği, anlatıcı ve bakış açısının yazarla ilişkisinin muğlaklığı, kişi ve olayları gerçekçi olarak verip verememenin boyutları gibi daha birçok konuda hep farklı düşünceler hâkim olmuştur insanlar arasında.”

(Çıkla, 2010: 104).

Türk edebiyatına Batılı kaynaklar aracılığıyla giren roman sözcüğünün kökeni Türkçe değildir. Roman kelimesinin kökeni Latince “lingua romana”, Fransızca “romanz” sözcüğüne dayanır (Migner, 1970: 12). “Romanice” ise, Latince’de Romalıların tarzında ve Latince’ye göre gibi anlamlara gelir. “Romania” kelimesi, Romalıların fethettikleri topraklar, Romalıların toprakları anlamlarına gelmektedir. Bu topraklar üzerinde yaşayan halka da Roman denilmektedir. Roman halkının konuştuğu dile ise “lingua romana” denir. Bu dil Romane dillerinin kaynağıdır ve kökeni 9. yüzyıla dayanmaktadır. “Lingua romana” dili, Latincenin Romalıların fethettiği diğer topraklardaki farklı dillerin kaynaşmasından doğmuştur. Kısacası büyük topraklara sahip Roma devletine mensup halkın konuştuğu dildir. Latin ordusu Asyalı, Afrikalı gibi yabancılardan ve cahil Latinlerden oluştuğu için fethedilen bölgelerdeki halklar, Latinceyi bu eğitimsiz Latinlerden ve yabancılardan bozuk bir şekilde öğrenirler. Ortaya çıkan yeni dil ise “lingua romana” dilini meydana getirir. Roma İmparatorluğu’na bağlı olan halkların kullandıkları halk Latincesi olan “lingua romana” ile kaleme alınmış manzum veya mensur eserlere de “roman” denilmiştir. 12. yüzyıldan itibaren “roman” sözcüğü bir dil adı olmaktan öte

(21)

4 zamanla edebî bir tür adı olarak anılmaya başlanmıştır. 14. yüzyıldan sonra, manzum serüven romanlarının saray edebiyatındaki karşılığı hâline gelir. 15. yüzyılda mensur olarak yazılan şövalye romanlarının adı olur (Çetin, 2008: 64-65). Fatih Tepebaşılı ise roman kavramı hakkında şunları söyler: “Daha 13.yüzyılda roman kelimesi, Latince dışında, yani halkın diliyle yazılmış metinler anlamında kullanılırdı. Birkaç yüzyıl süren bir sürecin sonunda kelime, anlam daralmasına uğradı ve 17/18. yüzyıldan itibaren şimdiki anlamında kullanılmaya başlandı.” (Tepebaşılı, 2001: 45).

Kelimenin kökeninden anlaşılacağı üzere Batı kaynaklı olan bu tür, destan devrinin bitmesine sebep olmuştur. Blakenburg, Hegel ve Lucaks’ın da belirttiği gibi, 17. yüzyıldan itibaren destan türünün misyonunu, roman üstlenir. Türün ortaya çıktığı ilk dönemlerde manzum özelikler görülür. Bunun nedeni Avrupa halkının Roman dilini öğrenmelerine rağmen okuma-yazmalarının olmamasıdır. Romansları halka ulaştıran kesim, okuma-yazma bilen din adamları yani rahiplerdir. Bu yüzden de romansların içeriği kilise kontrolündedir. Romansın aktarıcıları olan din adamları bu türü kilisenin çıkarlarını gözeterek kullanmışlardır. Özellikle halkın Haçlı Seferlerine ilgisini arttırmak amacıyla halkın dinî duyguları istismar edilerek inşa edilmiş romanslarda kahraman şövalyeler kilise için yaşar, savaşır ve ölürler. Kilisenin himayesinde olan romanslara kadın ve aşk konuları kesinlikle dâhil edilmez. Daha sonra Rönesans’ın etkisiyle yerli romanslara kadın ve aşk da girmeye başlar. Romanslara aşk ve kadının girmesiyle epik hava yerini lirizme bırakır. Böylece bugünkü romanın temeli atılır (Özgül, 2010: 10-12, 13).

Ortaya çıktığı 17. yüzyıldan 21. yüzyıla kadar sürekli devinim sürecinde olan roman, muhtevası itibarıyla sınıflandırılmıştır. Sazyek’in Roman

Terimleri Sözlüğü’nde sanatın bir kolu olan romanın alt türlerinden bazıları

şöyle sıralanmıştır: Aşk romanı, belgesel roman, bilimkurgu romanı, biyografik roman, çocuk romanı, dönem romanı, fantastik roman, gerilim/korku romanı, köy romanı, macera/serüven romanı, panoramik roman, polisiye/dedektif roman(ı), psikolojik roman, siyasi roman, tarihî roman, tezli roman, töre romanı, ütopya romanı (Sazyek, 2015: 319-320).

(22)

5 Çalışmamızda ele aldığımız yazar Celil Oker’in romanları da yukarıda sıraladığımız bazı roman çeşitleri arasında yer alan polisiye/dedektif romanlarına dâhildir. Bu nedenle Oker’in romanlarının daha sağlıklı anlaşılabilmesi için Türk edebiyatındaki polisiye/dedektif romanlarından ana hatlarıyla bahsedeceğiz.

b. Polisiye Roman Kavramı, Tarifi ve Türk Edebiyatında Polisiye Roman

Kaynağı Batı’ya dayanan polisiye roman, başlarda mystrey literatür (gizem edebiyatı) olarak anılmıştır. İlerleyen zamanlarda da suspense (şüphe, gerilim) ve crime/criminal (suç) gibi ifadeler kullanılmaya başlanmıştır (Kakınç, 1995: 18-19). Orijinali “crime story”, “crime novel” olan polisiye romana, “cinâî roman” veya “suç romanı” gibi adlandırılmalar da yapılmıştır (Çetin, 2008: 227). Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi’nde “çoğu zaman bir

cinayetle ilgili esrarın polis veya dedektif tarafından aydınlatıldığı hikâye”

(TDVEA, 1990: 225) olarak tanımlanan polisiye roman için Rasim Özdenören “geçmişte kalmış bir olayın neliğini, aslını ortaya çıkarmaya teşebbüs” (Özdenören, 2018: 150) etmek diye açıklamıştır. Emin Özdemir de “serüven

romanları gibi, polis ve casusluk romanlarında da okurların korku, merak, heyecan… gibi duyguları kamçılanır” (Özdemir, 2007: 275) şeklindeki

ifadeleriyle türün sahip olduğu aksiyon özelliğinden bahseder.

Polisiye romanları tanımlayanlar, ne olduğunu tarif edenler türü kendi aralarında “kara roman”, “geleneksel dedektif romanları”, “polis örgütü romanları”, “cinayet romanları”, “gangster öyküler”, “casusluk öyküleri”, “psikolojik gerilim öyküleri”, “suspense romanları” ve “hard-boiled romanları” gibi kategorilere ayırırlar. Bazı eleştirmenlere göre bu sınıflandırmada belirgin sınırlar bulunur ve polisiyenin olmazsa olmazı olarak dedektif unsurunu görürler. Yapılan sınırlamalarda, bir başka görüş için de mutlaka cinayetin işlenmesi gerekir. Ancak Üyepazarcı’ya göre polisiye romanın en önemli iki öğesi vardır. Bunlar da “suç” ve “muamma”dır. Kısaca polisiye roman “ana

(23)

6 2008: 25-26). Seval Şahin de “suç” kavramının polisiye romanda önemine değinerek şu sözleri sarf eder: “(…) Önemli olan bir suç eyleminin kurguda yer

almasıdır. Dolayısıyla cinayetten yalan söylemeye kadar birçok suç unsurunun yer aldığı bir metni kolaylıkla suç edebiyatı içine sokmak mümkündür.” (Şahin

vd, 2013: 7).

Polisiye romanın kökenleri de türün çıkış yeri olması hasebiyle Batı’da görülür. 1841 yılında Edgar Allan Poe tarafından yazılan The Murders in the

Rue Morgue (Morgue Sokağı Cinayeti) adlı eser, türün ilk örneğidir

(Üyepazarcı, 2008: 41). Poe’ya kadarki süreçte polisiyenin Sofokles’in

Oedipus’undaki polislerin anılarından, 1773’teki The Newgate Calender’daki

hikâyelerden ve yapılan infazların halk arasında konuşulmasından etkilendiği açıktır. Fakat Edgar Allan Poe, “suç-suçlu-araştırmacı üçgeni”ni ilk oluşturan kişi olarak görülür (Şahin, 2017: 11). Polisiyenin popüler bir tür olmasına katkı sağlayan ise, II. Abdülhamid’in de çevirilerini yaptırtıp severek okuduğu,

Sherlock Holmes’un yazarı Arthur Conan Doyle’dır (Üyepazarcı: 2008: 74;

Mandel, 1996: 39). Özellikle Amerika ve İngiltere’de gelişen türün temelinde okuma yazma oranının çoğalması, bundan ötürü boş zamanı olan orta sınıfın gelişmesi ve dedektiflik kurumunun meydana çıkması yatar (Symons: 1994: 50; Üyepazarcı, 2008: 39).

Agahta Christie, G.K. Chesterton, Anthony Berkeley (Francis Iles), Dorothy Sayers, Earl D. Biggers, J. Dickson Carr, S.S. Van Dine, Ellery Queen, Margery Allingham, Rex Stout, Erle Stanley Gardner, Mignon B. Eberhard, Nicholas Blake, Raymond Postgate, Frances ve Richard Lockridge gibi isimler, polisiye romanların İngiltere’de “Altın Çağ”ını yaşadığı Birinci ve İkinci Dünya Savaşları arasındaki dönemde yetişmiştir (Mandel, 1996: 42-43). Türün ilk örneğine Amerika’da rastlanmış olsa da gelişimi İngiltere’de olmuştur. Bu döneme dâhil edilebilecek tek Amerikalı yazar olan Mary Roberts Rinehart’tır (Üyepazarcı, 2008: 100).

1920’li yıllarda hard-boiled adı verilen sert dedektif tarzı Amerika’da ortaya çıkar. Ardından 1930’ların sonu 1940’ların başı gibi yeni bir gelişme

(24)

7 olur. Önceki dönemin tersine, polis teşkilatına olan uzaklık ortadan kalkar, dedektifin yerine polis geçer. (Mandel, 1996: 55). Özellikle İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra kesin çizgileri değişmeye ve gelişmeye başlayan polisiye türün bir alt türü olarak kara roman tarzı ortaya çıkar. Mike Hammer karakterinin yaratıcısı Mickey Spillane adlı yazar, 1947 ve 1951 yılları arasında bu tarzda eserler vererek 40 milyonluk bir satışa imza atmıştır (Landrum, 1999: 14). Üyepazarcı’nın “hareketli roman” olarak adlandırdığı “casus romanı” ise İkinci Dünya Savaşı’nın olduğu yıllarda meydana gelmiştir (Mandel, 1996: 81). Günümüzde ise “polisiye türünün büyük ölçüde

melezleştiği ve içinde farklı öğeleri barındırmaya başladığı” (Atalay, 2014: 17)

gözlemlenmektedir. Türün çeşitlenmesi, bir karmaşıklığa yol açtığı düşüncesine neden olmuştur ve bazı eleştirmenler tarafından polisiye romanlar tenkit edilmiştir. 160-180 yıllık bir geçmişi olmasına rağmen kendini kabul ettirmekte güçlükler yaşamıştır. Bazıları “hoşça vakit geçirme, oyalanma aracı” diyerek tanımlamış, bazıları da günlük yaşantıdaki sıkıntılardan uzaklaşmak için “kaçış yolu” olarak görmüş ve edebiyatın dışında tutmuşlardır (Gezer, 2006: 6-7). Ancak Kurthan Fişek “İyi Polisiye İyi Edebiyattır” başlıklı makalesinde, türün satışlarının dünyada rekor kırdığını hatırlatarak edebiyattaki “kaçış”ın sanatta da var olduğunu savunur ve yapılan dışlayıcı eleştirilere topyekûn karşı çıkarak cevap verir:

“Polisiye romanların dünya ölçeğinde peynir-ekmek gibi

kapışılması iki temel nedenle açıklanabilir. Bir kere, kim ne derse desin iyi polisiye iyi edebiyattır. İkincisi, sanatın her türlüsü gibi, genelde edebiyat, özelde de polisiye romanlar kaçıştır, kaçışçıdır. (…)

Şiire çok yüce bir değer biçen Matthew Arnold vaktiyle şöyle demişti: ‘Şiiri bize hayatı yorumlayıp tanıtan, bizi teselli edip ayakta tutan en büyük güçtür.’ Bir yandan ‘yorumlayıp tanıtmak’, beri yandan ‘teselli edip yaşatmak’ işlevleri edebiyatın yapışık ikizleriyse, o zaman, aynı şey polisiye romanlar için de söz

(25)

8

konusudur. Bizlere ‘kaçış’ olanağı sağlayan yalnızca edebiyat mı? Hiç değil… Çoğu şeyin dönülüp de ikinci kez bakılmaya değmediği bir dünyada ünlü ressamların yapıtlarını, tekrar-tekrar bakılsınlar, diye duvarlarımıza, müzelerimize asmıyor muyuz? Onca anlamsızlığın, tutarsızlığın, başıbozukluğun egemen olduğu bir dünyada, anlam, tutarlık ve dirlik-düzenlik simgesi olan klasik müziği dinlemek için konser salonlarını, pikaplarımızı, teyplerimizi ‘sığınak’ olarak kullanmıyor muyuz?” (Fişek, 1985: 3).

Edgar Allan Poe’dan sonra gelen örneklerin, türü edebî olmaktan alıkoyan özellikler taşıdığı görülse de günümüzde, postmodern yaklaşımın polisiyeyi de edebî eserler arasına dâhil ettiğinden bahseden Tacettin Şimşek polisiye romanı “edebiyatın üvey evladı” olarak niteler. Ancak yine de polisiye romanın insanın merak duygusunu tatmin eden başarısından söz eder (Şimşek, 2010: 529, 530). Sosyolojinin ve psikolojinin araştırma sahası olan polisiyeyi roman türüne dâhil etmeyen eleştirmenler, polisiye romanların edebî olup olmadığını irdeler. Bu tartışmaların olması bile türün varlığının yadsınmaz gerçeğini ortaya koyar. Ayrıca Üyepazarcı da polisiye romanların okuma oranını artırdığını ve bu sayede edebiyat alanına katkı sağladığını savunur:

“Bence kitap eziyet çekmek için değil, keyif almak için okunmalıdır.

Okuyucunun bir kitabı okuduğunda ondan alacağı keyif, bütün diğer öğelerden önemlidir. Bu durum, yine bana göre, bütün kitaplar hatta ‘ciddi’ denilen bilimsel yapıtlar için bile geçerlidir. Yazarlar okuyucunun bu tartışılmaz hakkını kabul etmek zorundadır. İyi bir polisiye roman kadar da bu okuma keyfini veren yapıt türü pek azdır.” (Üyepazarcı, 2008: 19).

Türk edebiyatının ünlü isimlerinden biri olan Suut Kemal Yetkin’e göre polisiye romanı her şeyden önce mantık ve akıl yürütme oyunudur. Dikkati çeken yanının, çözülmesi güç bir problem karşısında okurun zihnini çalıştırmaya zorlaması olduğunu söyler. Ancak sonuçtan sebebe giden bir

(26)

9 kurgu sıralaması olan polisiye romanı sadece bir muhakeme oyunu olarak görmeyen Yetkin, kötülükle iyiliğin mücadelesi şeklinde değerlendirir:

“Katil ile polis arasındaki sessiz, çetin boğuşma gerçekte kötülükle

iyiliğin çarpışmasıdır. Sonunda zaferi kazanan daima bu sonuncusudur. Polis hafiyesine gösterilen sempatinin de bir sebebi belki budur.” (Yetkin, 1985: 9).

Yetkin de Üyepazarcı’nın ve Fişek’in bahsettiği gibi iyi bir polisiye romanın edebî ürünler içine dâhil edilmesi gerektiğini savunur. İnsan duygularına ilgi gösteren, estetik kaygı gözeten ve iyi bir dille yazılmış olan polisiye romanların bugün güvenilir edebiyat tarihlerinde bulunduğunu belirtir (Yetkin, 1985: 9).

Türk edebiyatında önemli bir yeri olan, romanları ve romancılığı hakkında pek çok çalışma hazırlanan Ahmet Ümit, suç ve cinayet kavramlarının geçtiği metinleri çok daha eskiye dayandırarak türün geçmişindeki zenginlikten bahseder. Böylece suç-suçlu-cinayet kavramlarının etrafında şekillenen polisiye romanı, kurgusal olarak monoton olmakla suçlayıp dışlayanlara karşı aşağıdaki satırlarla savunur:

“Klasik polisiyenin başlangıcı olarak 19. yüzyılın ortaları

gösterilir. Oysa, suçu ve cinayeti anlatan metinlerin tarihi çok daha gerilere, tarihin başladığı günlere uzanır. Suç, insanoğlunun bir varoluş biçimidir. Gerçekten de cinayeti ya da sonuçlarını anlatan ilk metinler, günümüzden binlerce yıl önce yazılmıştı. Hitit saray cinayetlerinin sonuçlarını konu alan Telipinu Fermanı ya da Sophokles’in ünlü yapıtı Kral Oidupus gibi. Bu metinlerin içinde Eski Ahit’te Kâbil ile Hâbil bölümünde anlatılan cinayet öyküsü en çarpıcı olanıdır. Bu hikâye sadece çarpıcı bir mesel olmaktan çıkmış, suçu ya da cinayeti anlatan yazara kolay kolay değişmeyecek/değiştirilemeyecek bir model olmuştur.” (Ümit,

(27)

10 Polisiyenin başlangıcından itibaren geçirdiği devinimler, aslında tekdüze olamamak için verdiği savaştır. Daima eleştiri oklarının yöneltildiği klasik kurgu metotlarının da zamanla gelişerek orijinal yapıtların ortaya konması, türün edebî sahada gelişerek kalıcılığa ulaşacağını ispatlar. Ayrıca suç ve suçlu kavramlarının ekseninde gelişen polisiye roman, aslında üst perdede romanın amacı olan çağın sorunlarını estetik boyutuyla edebiyata taşıması anlayışına hizmet eder. Şöyle ki, roman türleri incelendiğinde her birinin gerçek hayattan yansıttığı bir sorunsalı vardır. Kurgu ile gerçeklik arasında sağlanan bir denge bulunur. Tekin’e göre de “romanın biri hayata biri edebiyata açılan kapıları vardır” (Tekin, 2012: 11). Bu bağlamda polisiye romanlar da kurgusu itibarıyla hem hayata hem de edebiyata kapısını açar. Bu hususta Türk edebiyatı içinde de önemli yazarların çeviri ve telif eserler meydana getirmesi, polisiyenin yerinin sağlamlaşması için kayda değer bir adımdır.

Türkiye’deki ilk telif polisiye roman Ahmet Mithat Efendi’nin Esrâr-ı

Cinâyât adlı romanıdır. Eser 1884 yılında yazılmıştır. Aslında Türk

edebiyatında ilk polisiye roman Ahmet Münif tarafından 1881 yılında kaleme alınmıştır. Ancak bu eser Ponson de Terrail’in Paris Faciaları adlı eserinden yapılan bir çeviridir. 1884 ve 1928 yılları arasında 417 çeviri, 357 telif ve 33 tane de yazarı bilinmeyen/çeviri-telif eser olup olmadığı anlaşılamayan eser vardır. 1910 yılından sonra telif eserlerde önemli artış olmuştur. Bu dönemin ünlü yazarları Ebussüreyya Sami, Hüseyin Nadir ve Server Bedi müstear adıyla Peyami Safa’dır (A. Şahin, 2013: 43, 44, 47).

Harf İnkılâbı’ndan itibaren 1960’lı yıllara kadar telif ve çeviri olarak polisiye romanlar yazan birçok Türk yazar olmuştur. Bunlardan bazıları ve eserleri şöyledir:

Cemil Cahit Cem: Ateşli Bir Delikanlı (1931), Tenasül Hayatımız (1940),

Yedi Kilitli Kapı (1945), Paris Esrarı (1945), İkinci Dünya Harbinde Hainler ve Casuslar (1947);

Selami Münir Yurdatap: Asılamayan Adam-Maskeler Aşağı (1941),

(28)

11 (1927), Şöhret Uğrunda (1927), Vatan Kurtaran Aslan (1940), Arsen Lüpen

Gangsterler Arasında (1944);

Ziya Çalıkoğlu: Altı Numaradaki Kadın (1944);

Murat Akdoğan: Başaraman Orhan Çakıroğlu’nun Maceraları dizisi (1930’lu yıllarda);

Afif Yesari: Tren Yolu (1949), Hafta Tatili (1954);

Peyami Safa: Kral Faruk’un Elmasları (1955), Cingöz Recai (1924); Hüseyin Nadir: Fakabasmaz Zihni (1922)

Kemal Tahir: Kanun Benim (1954), Kahreden Kursun (1954), Merhaba

Sam Krasmer (1957), Derini Yüzeceğim (1955), Ecel Saati (1955) Kara Nâra

(1955), Kıran Kırana (1955);

Aziz Nesin: Düğümlü Mendil (1955); Nazım Hikmet: Yeşil Elmalar (1936); Vâlâ Nurettin: Tuzaktaki Kaplan (1951),

Münir Süleyman Çapanoğlu: Siyahlar İçinde (1916), Karacakoncolos

(1916);

İskender Fahrettin Sertelli: Öldüren Kadın (1933), Casus Mektebi (1931); İlhami Sefa: Saraylının Kızları (1955), Bir Aşkın İntikamı (1955), Yeşil

Babanın Tesbihi (1944);

Ziya Şakir: Macera Peşinde (1943), Yere Batan Cinayeti (1943), Büyük

Macera (1945);

Esat Mahmut Karakurt: Ankara Ekspresi (1946), Son Tren (1954);

Peride Celal: Sönen Alev (1938), Ben Vurmadım (1941), Dar Yol (1949),

(29)

12 Hüseyin Rahmi Gürpınar: Kesik Baş (1942);

Halide Edip Adıvar: Yolpalas Cinayeti (1937); Ziyad Ebüzziya: Karanlıkta Bir Çığlık (1945);

Cevat Fehmi Başkurt: Valide Sultanın Gerdanlığı (1954);

M. Cahit Gündoğdu: Şeytan Saklambaç Oynuyor (1945), Kızıl Çember (1944), Doktor Vrangel (1945);

Vedat Örfi Bengü: Londra’daki Kan İzleri (1944), Sarı Odanın Esrarı (1944), Krap Fabrikalarında Bir Fransız Casus (1945);

Nihal Karamağaralı: Esrarengiz Çorap (1962), Ölüm Gemisi (1963); Aydın Arıt: Sapıklar (1959), Siyamlı İkizler (1953);

İlhan Engin: Kaderden Kaçamazsın (1955);

H.Cemal Beydeşman: Katillerini Arayan Ölüler (1956);

Refik Halit Karay: Dişi Örümcek (1953), Yer Altında Dünya Var (1953),

İki Cisimli Kadın (1955);

Zuhal Kuyaş: Kraliçe’nin Şamdanları (1940’lar), Kartal Yuvası (1959),

Sonuncu Oda (1970);

Erhan Bener: Loş Ayna (1960), Anafor (1993);

Pınar Kür: Bir Cinayet Romanı (1989), Cinayet Fakültesi (2006);

Çetin Altan: Rıza Beyin Polisiye Öyküleri (1985) (Üyepazarcı, 2008: 134).

1960’lı yıllardan 1990’lı yıllara kadar telif polisiye romanlarda önemli bir artış olmaz. Bu yıllarda Vural Sözer (Yosmalar Feneri, 1957; Cesetler

Merdiveni, 1963), Bedirhan Çınar (Ateşle Oynayanlar, 1954), Yahya Bayındır

(30)

13 yazarı olarak başarıyı yakalamış isimler değillerdir. Ancak döneme ismini yazdıran Murat Davman tiplemesinin sahibi Ümit Deniz (Ölüm Perdesi, 1957;

Casuslar Savaşı, 1966; Yalvarırım Yetişin, 1959; Sessiz Harp, 1960; Kanlı Kolyeler, 1962)dir (Üyepazarcı, 2008: 135).

1990’lı yıllar ise polisiye romanların çıkış yaptığı ve önemli yazarların ortaya çıktığı bir dönemdir. Başta Ahmet Ümit (Çıplak Ayaklıydı Gece, 1992;

Bir Ses Böler Geceyi, 1994; Sis ve Gece, 1996; Tapınak Fahişeleri Başkomser Nevzat 2, 1997; Agatha'nın Anahtarı, 1999; Kar Kokusu,1998; Patasana, 2000 Şeytan Ayrıntıda Gizlidir, 2002; Kukla, 2002; Beyoğlu Rapsodisi, 2003; Başkomser Nevzat, Çiçekçinin Ölümü, 2005; Kavim, 2006; Ninatta'nın Bileziği,

2006; İnsan Ruhunun Haritası, 2007; Olmayan Ülke, 2008; Bab-ı Esrar, 2008;

İstanbul Hatırası, 2010; Başkomser Nevzat 3: Davulcu Davut'u Kim Öldürdü?,

2011; Sultanı Öldürmek, 2012; Beyoğlu'nun En Güzel Abisi, 2013; Elveda

Güzel Vatanım, 2015) olmak üzere Tamer Ay (Metruk Zamana Seyahat, 1992; Marsyas’ın Cesetleri, 1992), Ümit Kıvanç (Bekle Dedim Gölgeye, 1989); Gaib Romans, 1992; Yalnız Olmuyor, 1995; Siyah Makamı, 1997), Erhan Aykol,

Hasan Doğan (Kayıp Adada Cinayet, 2001), Engin Geçtan (Kırmızı Kitap, 1993; Dersaadet'te Dans, 1995; Bir Günlük Yerim Kaldı, İster misiniz?, 1997;

Kızarmış Palamutun Kokusu, 2001; Tren, 2004; Seyyar, 2005; Kuru Su, 2008; Zamane, 2010; Mesela Saat Onda, 2012), Rıza Kıraç (Cin Treni, 2000; Senin İçin Değil, 2004; Londra’da Hoş Cinayet, 2016; Düşmüş Erkekler Masalı,

2005; Araf'ta Bir Melek, 2006; Komşumun Uzun Kızıl Saçlı Sevgilisi, 2004;

Ucuz Ölüm, 2018), Reha Mağden (Yazgıların Tableti, 1999; Cehennemde Bir Şehit, 2000), Birol Oğuz (Siyah Beyaz, 1999; Siyah Mavi, 2001), Celil Oker,

Piraye Şengel (Ay Çöreği, 2006; Gölgesiz Bir Kadın, 1994; Hayat Tutulması, 2005; Acıbadem Ve Sınırlarına Kısa Gezintiler, 2010; Cenin ve Ceset, 2014), Nihal Taştekin (Kertenkelenin Uykusu, 2000; Yağmur Başlamıştı, 2006;

Karganın Güldüğü, 2005), Armağan Tekdöner (Ceza Kuşağı, 2001; Tahsin Bey Ekvator’da, 2000; Dans Yarışması, 1999; Çırak, 1999), Yıldırım Üçtuğ

(Çapraz Ateş, 2001; Şah-Mat ve Ölüm, 2000) gibi isimler bu yıllarda polisiye roman türüne ivme kazandırmışlardır. (Üyepazarcı, 2008: 135). Ayrıca

(31)

14 Mehmet Murat Somer (Jigolo Cinayeti, 2005; Holding Şampanya Üçlemesi 1, 2005; Peygamber Cinayetleri, 2013; Huzur Cinayetleri, 2013; Peruklu

Cinayetler, 2013; Buse Cinayeti, 2013; Podyum, 2007; Ajda’nın Elmasları,

2007; Kader’in Peşinde, 2009; Pembe Tütülü Amiral, 2012)’i ve Cenk Eden’i de bu yıllara dâhil edebiliriz. Bu bağlamda bizim de çalışmamızın konusunu, 1999 yılından sonra eserler vermeye başlayan Celil Oker’in polisiye romanları ve romancılığı teşkil etmektedir. Nurullah Çetin’in ve Seval Şahin’in açıklamalarına göre de 1990’lı yılların hareketlenmesini sağlayan isimlerden biri olan Celil Oker, Kaktüs Kahvesi Roman Yarışması’nda birinci olmuş bir yazardır. Tespit edebildiğimiz kadarıyla, Oker’in ilk romanı Çıplak Ceset ile Alman yazar Petra Hammesfahr’ın Der Puppengräber adlı romanı karşılaştırılarak yapılan bir yüksek lisans tezi bulunmaktadır. Ayrıca yazar ve eserleriyle ilgili birkaç tane de makale literatürde yer almaktadır. Bunların yanı sıra polisiye roman türü ile ilgili pek çok akademik çalışmada yazarın adı ve romanları da zikredilmektedir. Çalışmanın amacı hakkında detaylı araştırma yapılmamış olan Celil Oker’in romanlarının ve romancılığının Türk edebiyatına olan katkısı ve önemi ortaya konarak söz konusu boşluğu doldurmaktır.

1. CELİL OKER’İN HAYATI1

1.1. DOĞUMU VE ÇOCUKLUK YILLARI

Yıldız Teknik Üniversitesi İnşaat Mühendisliği’nde eğitim almış ve Karayollarında çalışmış Kayserili Mehmet Oker ile Kırşehir’de Kız Meslek Lisesi’nden mezun olmuş Aysel Ünal Oker ‘in oğlu olan Celil Oker, Kayseri’de 14 Eylül 1952 yılında dünyaya gelmiştir. Celil Oker’in göbek adı olan Remzi, dedesinin adıdır. Üç çocuklu bir ailenin tek erkek evladı olan Oker’in kız kardeşleri de Kayseri TED Koleji’nden mezun olmuştur. Üniversite eğitimlerinden sonra kız kardeşlerinden biri Eskişehir’de bir lisede İngilizce öğretmenliği yapmıştır. Diğer kız kardeşi ise Erciyes Üniversitesi’nde

1 Celil Oker’in hayatıyla ilgili bilgilerin yer aldığı bu bölümü oluştururken Buluşma

(32)

15 okutman olarak çalışmıştır. Eşi Sevtap Oker, Celil Oker’in ailesi hakkında şu sözleri sarf eder:

“Kayseri’de ilk buzdolabını kendilerinin aldığını söylerlerdi. Kocaman

bir Ford arabaları varmış ve epey gezerlermiş.” (Sevtap Oker ile kişisel

iletişim, 25 Mayıs 2019).

Babasının arzusu ile gittiği Talas’taki bir Amerikan okulunda eğitim gören Celil Oker’in çocukluğu da bu yatılı okulda geçer. Yazar, çocukluktan itibaren edebiyat ve sanata meraklı olduğunu ve yazmaya ortaokul yıllarında başladığını çocukluk yıllarına ait bir anı ile anlatır:

“Son sınıfta –o zaman reklam yazarlığı diye bir mesleğin

olduğunu bile bilmiyorum- yazmakla ilgili bir iş yapma eğilimim vardı. Onun da alanı, olsa olsa gazeteciliktir diye düşündüm. Başka bir şey bilmiyordum. Ortaokuldayken mahalleden arkadaşları örgütleyerek, mahallenin duvar gazetesini çıkardık. Şimdi Türkiye’nin hatırı sayılır ressamlarından Mahmut Karatoprak bizim gazetenin grafik tasarımcısıydı. Logosunu o yapmıştı. Bir arkadaşımızın babasına çerçeveli askı yaptırıp ağaca asmıştık. Sokağın ortasında, duvar gazetesi ama ağaçta dururdu gazetemiz. Her sayı kilidi açardık, yazıları koyardık, kitlerdik. Ve kenara çekilir, bakkalın yanına soteye yatıp kaç kişi bakıyor diye sayardık. Fotoğraflarını biz çekerdik. Yazılarını biz yazardık.

Birlikte fotoroman da çektik. Rock grubu da kurduk, her şeyi yaptık canım. Şahane bir çocukluk yaşadım yani.” (Buluşma, 2012: 41).

Çocukluk yıllarından itibaren eline geçen kitapları okuyan Celil Oker, okumaya meraklı yapısının lise yıllarında da dikkat çekmesi üzerine okulun kütüphanesinin anahtarı ona emanet edilir. Böylece istediği kitaba rahatça ulaşabilmiştir.

(33)

16

1.2. EĞİTİM HAYATI

Celil Oker, Kayseri’deyken 11 yaşında bitirdiği mahalle ilkoklundan sonra Talas Amerikan Ortaokulu’nda eğitim almaya başlar. Bu okulda eğitim alması babasının hayalidir. Yazar, babasının onu burada okutmak istemesinin ne kadar çok olduğunu şöyle ifade eder:

“Herhalde benim Talas’a gitmemin, bir Amerikan okulunda eğitim

görmemin ve öyle devam etmemin gerekçesi, babamın karayolcu olmasıydı. 1950-1960 yılları arasında, karayolları Türkiye’nin en batıya bakan kurumlarından biriydi. Babam Kayserili olduğu için doğduğumdan itibaren beni o okula yollayacağını kafasına koymuş. Daha ben kundaktayken okulu ziyaret edip beni bir sıraya oturtmuş ve ‘Sen burada okuyacaksın,’ demiş. Nihayetinde ben de oraya gittim ve ilk günden itibaren bir başka yaşam tarzıyla, bir başka dünyayla tanıştım.” (Buluşma, 2012: 41).

Oker, bu okul kapandıktan sonra lise eğitimi için Tarsus’a gider. Talas’taki okulun kapanmasıyla ilgili yaşadığı anı hem onun için hem de okul için özel bir ayrıntıdır:

“İlginç olan şu, Talas’ın resmen son mezunu benim. Biz son sene,

kapanma meselesinden dolayı iki sınıf okuduk. Orta ikiler ve üçler. Hazırlıklar ve birinci sınıflar bizden önce Tarsus’a gitmişti. Dolayısıyla yeni ‘sıpa’lara ağabeylik yapma hevesimiz kursağımızda kaldı, çünkü onlar yoktu. (Gülüyor) O senenin sonunda bizim sınıftan herkes mezun oldu, bir tek ben coğrafyadan ikmale kaldım. Orta ikiden de üç dört çocuk vardı, ikmale kalmış. Yaz sonunda sınav olmak için okula gittik. Sonuçları açıklarken müdür çıkıp okudu: ‘Bilmem kim bu, bilmem kim şu, onlar geçti.’ Sonra kağıdı kapadı, cebine koydu döndü gitti. ‘Sör, ben, ben?’ dedim. Döndü ve ‘5’ dedi. Dolayısıyla Talas’tan en son mezun kişi sıfatıyla Tarsus’a intikal ettim.” (Buluşma, 2012: 41).

(34)

17 Talas Amerikan Oratokulu’nda başlayan gazetecilik faaliyetlerine Tarsus’ta da devam eden Oker, burada ilk hikâyelerini kaleme alır:

“Önce yazıları el yazısıyla yazıp duvara yapıştırıyorduk. Sonra

gazete gibi olmasına karar verdik. Gazete olunca haberleri, köşe yazıları, tefrika hikayeleri ve çeşitli bölümleri olur. El yazısı veya mürekkepli kalemle yazılmış gazete olmaz. Daktilo ile yazılır, mizanpajı olur. Böyle yan yana üç tane A4 konmaz. Biz gazetesini Turgut Bademli ile üstlendik. Daktiloyla dizdik haberleri, köşe yazılarını. Okulun en merkezi yerinde duruyor. Problemsiz çıkardık gazeteyi. Sansür yok. Sansür teşebbüslerini de püskürtüyoruz. İlk kurgu denemelerimi orda yaptım. Tefrika halinde polisiye öyküler yazdım gazeteye.” (Buluşma, 2012: 41).

1971 yılında mezun olduğu Tarsus Amerikan Koleji’nden sonra Boğaziçi Üniversitesi’ne girmiştir. Bu okulu sekiz yılda bitiren yazar, üniversiteye nasıl kayıt olduğunu eğlenceli bir şekilde anlatır:

“Seçenekler çok değil. Benim de böyle mühendislik falan

okuyamayacağım belliydi. Robert Kolej ise, hem ayrı bir sınav yapıyor hem lise hocalarından tavsiye istiyor hem de lisedeki not ortalamasına bakıyor. Dolayısıyla ben oturduğum yerden ‘Herhalde Robert Kolej’e giremem,’ diyordum. Fakat tam sınava gireceğim yıl, Robert Kolej Boğaziçi Üniversitesi’ne dönüşmeye karar verdi. Koşullar değişti. Ben de denemek için gittim. Hem İstanbul’u da görmemişim, bir göreyim dedim. Cağaloğlu’nda Kayserililerin bir oteli var. Hâlâ duruyor, oraya geldik. Bebek otobüsünü bulduk, Boğaziçi’ne gideceğiz ve sınav için kayıt yaptıracağız. Üniversite’ye geldik, o yokuştan çıktık arkadaşımla. Bir baktım, rektörlüğün yanından çıkan bir merdiven yukardan aşağıya insan dolu, kayıt için. ‘Ben bu kuyruğu beklemem,’ dedim. Fakat boşuna gelmiş olmayalım, gezelim, görelim diye, kuyrukta bekleyenlerin yanında sıyrılıp yukarıya futbol sahasına çıktık ki,

(35)

18

orta mahşer yeri gibi. O gün üniversitenin açılış günüymüş. Ve ben orada, dolaşıyorum. Aa, ne göreyim, sağım Tarsuslu, solum Tarsuslu. Herkes ağabey. Biri ‘Ne arıyorsun burada?’ dediğinde, ‘Ya ağabey güya kayda geldim, ama kayıt kuyruğu çok uzun, vazgeçtim,’ dedim. ‘Gel peşimden,’ dedi. Başka kapıdan aldı beni, hoop bir takım merdivenlerden dolaşıp bir masanın önüne geldik, ‘Bunun da kaydını yap,’ dedi. Hemen nüfus kağıdını verdik. Sınava girme kartını aldım. Sınavı da kazanınca Boğaziçi’nde kaldım.”

(Buluşma, 2012: 41-42).

Oker, 1971 yılında kayıt olduğu Boğaziçi Üniversitesi’nde İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde okur. Üniversitede okurken okulun tiyatro kulübüne katılır ve amatör olarak tiyatro ile ilgilenir. Ayrıca bu dönemlerde çeşitli dergilere de hikâyeler yollar. Bölümünü çok seven yazar 1979 senesinde mezun olduktan sonra öğretmen olmayı hiç düşünmediği için formasyon eğitimi almaz. Ancak yıllar sonra eğitim camiasına adım atar ve Bilgi Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olarak derslere girer.

1.3. ASKERLİĞİ

Türk ve Dünya Yazarları Ansiklopedisi’nde yazar olarak çalışmaya

başladıktan bir buçuk iki yıl sonra askere gider (Buluşma, 2012: 42). 1984 yılında Burdur’da 4 ay olarak yaptığı askerliği ile alakalı ayrıntılı bilgiler mevcut değildir.

1.4. EVLİLİĞİ VE AİLESİ

Sevtap Öztan ile 1980 yılında evlenen Celil Oker, “Yapayalnız Bir Kuş” adlı şiirini de evlenmeden önce eşi Sevtap (Öztan) Oker için yazmıştır. Sevtap (Öztan) Oker, işletme eğitimi almasına rağmen düzeltmen, editör, muhabir ve yazar olarak pek çok yayın organında çalışmıştır. Ali ve Can adında iki oğlu vardır. Ali Oker, 1982 yılında dünyaya gelmiştir. Hâlâ Fransa’da Reims Champagne-Ardenne Üniversitesi’nde psikoloji dalında yardımcı doçent olarak çalışmaktadır. 1993 yılında doğan Can Oker ise hâlihazırda İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’ndeki Dilbilimi Bölümü’nde öğrencidir.

(36)

19

1.5. ÇALIŞMA HAYATI

1980 yılında evlenen Celil Oker, 1985 yılına kadar düzenli bir işte çalışmaz. Ara sıra çevirmenlik yaparak kendisinin ve ailesinin geçimini sağlar. 1982 yıllında girdiği Adam Yayınevi’nde yaklaşık iki yıl editörlük yapar. Yine bu yıllarda Mehmet Ali Aybar ve Behice Boran’ın genel başkanlıklarını yaptığı Türkiye İşçi Partisi’nin İşçi Kültür Derneğinde etkin bir şekilde yer alır. Ancak oğlu üç yaşına gelince düzenli bir iş araması gerektiğinin farkına varır ve Anadolu Yayıncılık’ın çıkardığı Türk ve Dünya Yazarları Ansiklopedisi’nin yazım aşamasında bulunur:

“80’de evlendim. 85’e, oğlum üç yaşına gelip yuvaya gidene kadar,

bekarlık mı, evlilik mi çok fark etmeyen, mesai dışı işlerde çalışan, dolayısıyla çok çalışmayan biriydim. Bana sorduklarında çevirmenim diyordum ama çalışmazsan, çeviri yapmazsan aslında çevirmen değilsindir. Ne zaman ki Ali üç yaşına geldi, anaokuluna gitmesi lazım, onlar da her ay para istiyorlar. O zaman çalışmaya başladım. Eşimle sıkı bir kavga ettik bir akşam. Mali durum, para pul… Ben de kavganın sonunda ona dedim ki, ‘Tamam giderim iş bulur, gelirim.’ Ertesi sabah kalktım Maslak’ta Anadolu Yayıncılık’a gittim. Anadolu Yayıncılık Türk ve Dünya Yazarları Ansiklopedisi’ni çıkarıyor. Başında Taha Parla hoca var, Boğaziçi’nden. Ve çalışanların yarısı benim arkadaşlarım. Aynı Boğaziçi’ne girerken yaşamış olduğum gibi, salona bir girdim, herkes benim gibi adamlar. Gittim Taha Hoca’ya ‘Bana da iş verin,’ dedim. ‘Peki yarın gel,’ dedi. Ben de akşam eve gittim, ‘İş bulduk’ dedim. Bu iş dünyanın en şahane işi, çünkü madde yazıyorsunuz. Şefimiz Taciser Belge, Murat Belge’nin o zamanki eşi. Herkes benim arkadaşım. Kimse kart falan basmamızı istemiyor, başımızda duran yok. Alt katta, danışmanlardan biri şair, çevirmen ve bilim adamı: Cevat Çapan. Öbürü Mehmet Fuat.”

(37)

20 Daha sonra askerlik görevini yapmak için bu işten ayrılan yazar, askerlik dönüşü reklam camiasının arasına katılır.

“Askerden dönüşte bir dolu reklamcı arkadaşım vardı. ‘Şu reklam

yazarlığı işine bir bakayım,’ dedim. O sırada Markom isimli reklam ajansı adam arıyordu. Başvurdum ve işe alındım. Reklam bilgisi sıfır, marka falan lafı hiç yok ortada. O dönemler öyleydi, zaten okulu yok. Nasıl öğrendim? Yine şans! Patron, yani kurucularından biri Haluk Mesci idi. Haluk Mesci, o kuşakta üniversiteyi bitirdikten sonra, direkt reklama geçen ilk insan. Kafaya koymuş ve başka bir şey olmadan reklamcı olmuş. Tüm reklamcılık tarihinde önemli isimlerden biri. Reklam konusunda her şeyi ondan öğrendim, benim ustam bu anlamda odur. Orada iki yıl falan çalıştım. Beni ilgilendiren bir fiyasko sonucu da istifa ettim. Bir ilan yapmıştık. İlan çıkıp geldiğinde bir baktık ki imza yok. Adres bile yok. Ben atlamışım. Üstelik yabancı dergide yayımlanıyor. O dönem büyük maliyet. Bu ilanın namusu benden sorulduğu için, istifa edip gittim.” (Buluşma, 2012: 42-43).

Markom isimli reklam ajansından ayrıldıktan sonra tekrar ansiklopedi

yazarlığına geri döner. Ana Britannica adlı ansiklopedinin yazım aşamasında yer alır:

“İşsiz olan adam ne yapar, çıkar eski iş yerlerine gider. Ben de

kalktım yine ansiklopediye gittim, adamlarım orada. Orada on dakika-yarım saat otururken bir çocuk geldi, ‘Nazar Bey seninle görüşmek istiyor,’ dedi. Nazar Büyüm hem ansiklopedinin yayıncısı, Adam Yayıncılık ve Anadolu Yayıncılık’ın, hem de Merkez Ajans’ın patronu. Gittim, ‘Hoşgeldin, ne oldu?’ dedi. ‘Nazar Bey istifa ettim,’ dedim. ‘Gel burada çalış,’ dedi. O sırada Ana Britanica’yı çıkarmayı düşünüyordu. O şansı verdiği için büyük ve saygı ve sevgiyle anıyorum. Böylece Merkez Ajans’ta işe başladım.”

(38)

21 Oker, “Böyle bir isim olamaz Türkiye’nin gelmiş geçmiş en kötü reklam

ajansı adı.” (Buluşma, 2012: 43) diyerek tanımladığı ve Emre Senan ile başka

iki arkadaşının daha ortak olduğu Reklamcılık Ticaret adlı ajansta, Babasının ölümüne kadar, 1999 yılına kadar yazarlık yapar:

“Üniversiteden arkadaşım Emre Senan ve iki arkadaşla daha birlikte

kendi ajansımızı kurduk. Böylelikle, bir anda reklam ajansının ortağı oldum. Orada 1999 yılına kadar ağırlıklı olarak yazarlık işini yürüttüm.” (Buluşma,

2012: 43).

1999 senesinde kendi ajansındaki hisselerini devredip buradan ayrılır. Önce yarı zamanlı daha sonra da tam zamanlı Bilgi Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olarak çalışmaya başlar. Ayrıca Bilgi üniversite’sinde yarı zamanlı çalıştığı dönemlerde Galatasaray Üniversitesi’nde de bir yıl kadar çalışır. Yazar, kendisini hocalığın daha çok mutlu ettiğini düşünerek 1999 senesinde ortağı olduğu reklam ajansından ayrılır:

“Ajansta çalışırken, İstanbul Bilgi Üniversitesi’nden Aydın Bey,

Haluk Mesçi aracılığıyla beni çağırdı. Problem şu: Üniversiteye ilk alınan öğrenciler üçüncü sınıfa gelmiş. Üçüncü sınıfta Copy Writing (Reklam metni yazımı) diye bir ders var ama bu dersi verecek adam yok. ‘Sen verir misin’ dediler, ‘olur’ dedim. Ve bir yıl yarı zamanlı o dersi verdim. (…) 2000 yılında da tam zamanlı olarak Bilgi’de çalışmaya başladım.” (Buluşma, 2012: 43).

Yazar, reklamcılık sektöründe çalışırken maddi açıdan daha rahat yıllar geçirmesine rağmen hocalık yaptığı dönemlerde daha mutlu olduğunu söyler. Öğrencilerine ve hocalık mesleğine gönülden bağlıdır (Yetişen, 2015: 56). Bilgi Üniversitesi’nde Reklam Yazarlığı ve Reklamcılık Tarihi derslerini vermiştir. Aynı üniversitenin bünyesinde haftasonları Yaratcı Yazarlık Atölye’sinde görev almıştır. Oker, son yıllarında yüksek lisans öğrencileri için de dersler vermiştir. Büyük bir özveri ile çalıştığı kurumda öğrencileri tarafından saygı ve sevgi ile anılan yazar için değerli eşi Sevtap Hanım şunları söyler:

(39)

22 “Öğretmeyi, anlatmayı, hiç bıkmadan her türlü soruyu ayrıntısıyla

cevaplamak için gösterdiği çabayı, ayırdığı zamanı kişisel olarak ben biliyorum ve inanıyorum ki onu sevmeyen hiçbir öğrencisini bulamazsınız.”

(Sevtap Oker ile kişisel iletişim, 25 Mayıs 2019).

“Hiçbir zaman hiçbir meslektaşı, hiçbir öğrencisi için kötü bir söz

söylediğini duymamışımdır. Dedikodu yapmaz, şikâyet etmez ve birçok insan gibi egosunu asla ön plana çıkarmaz. Birçok insanın kendini olduğundan daha akıllı, daha yetenekli daha bilgili sandığı ya da öyle olduğunu düşünmeleri için kendilerini çok iyi pazarladıkları bu dünyada çok alçakgönüllü bir insandı. Genç yazar adayları fikrini almak için yazılarını verdiğinde onlara teknikleri için yapabilecekleri şeyleri anlatır, anlatımlarındaki hataları hiç bıkmadan gösterir ve sonuna kadar cesaretlendirirdi. Söylediği şuydu: Bir kitap için kişisel fikrimi iyi olmuş, kötü olmuş diye belirtmem. Bu hem emeğe saygımdan hem de bir eleştirmen olmayışımdan. Bunu yapacak insanlar ayrı. Onların eleştirileri bir yana kitap basıldıktan sonra asıl eleştirmenler okurlardır. Onlar beğenmişse iyi bir iş yapmışsındır. Onun cesaretlendirmesi, yüreklendirmesi sayesinde pek çok kitap yazılıp basılmıştır.”

(Sevtap Oker ile kişisel iletişim, 25 Mayıs 2019).

1.6. ALDIĞI ÖDÜLLER

1999 yılında Kaktüs Kahvesi Polisiye Roman Yarışması’nda birinci olur. Birincilik kazanan romanın adı Çıplak Ceset’tir.

“Gençliğimde çok sıkı polisiye roman okuruydum. Bunun üzerine

doktora, tez versem, veririm. Yine gençliğimden, edebiyat mevhumu iyi kötü var. Reklam yazarı olduğum için ha babam yazmayı biliyorum. Yani ilham filan gerekmiyor. Bir şeyle yazacaksan, yazarsın. Ben yazamadım demek yok reklamcılıkta, iyi olur kötü olur, ama yazacaksın. Tabii ki son yetiştirdim ve son gün postaya verdim. Ondan sonra bekle bekle. Sonra bir telefonla sen kazandın

Referanslar

Benzer Belgeler

• Considering the general population, 3% of living babies have at least one congenital anomaly at birth although genetic factors consist of the major part of these anomalies, it

Düşük riskli Türk gebe kadınlarda ilk trimester glikolize hemoglobin ve açlık glukozu abortusu öngörmede?.

Kollenkima canlı, kloroplast, tanin ihtiva edebilen, az veya çok uzamış ve çeperlerinde farklı kalınlaşmalar olan, primer çepere sahip, üzerlerinde basit geçitler

F: apikal delta ve pulpa birleşimini ortaya çıkaran şiddetli periodontal ligamnet hasarı olan kırıklar..

Meyve bahçesi ve fidanlıklarda nisan ortalarından itibaren ilk çıkan yapraklar kontrol edilir, yaprak başına ortalama 4 veya daha fazla canlı larva düşüyorsa ve

Sert jelatin kapsüller içine doldurulacak maddeler, herhangi bir seyreltmeye gerek göstermeyecek miktarda iseler küme dansiteleri hesaplanıp, ona göre hangi kapsül

Sert jelatin kapsüller içine doldurulacak maddeler, herhangi bir seyreltmeye gerek göstermeyecek miktarda iseler küme dansiteleri hesaplanıp, ona göre hangi kapsül

Sert jelatin kapsüller içine doldurulacak maddeler, herhangi bir seyreltmeye gerek göstermeyecek miktarda iseler küme dansiteleri hesaplanıp, ona göre hangi kapsül