2 Mart 1997
KARARLI (KARARSIZ), USTA (ACEMİ), SAKİN (HIRÇIN), MUTLU (HÜZÜNLÜ), GERÇEK (DÜŞSEL) BİR DÜNYANIN SAHİBİ
_____
Âhan'ın geçmişine yolculuk
Özdemir Altan'ın ilk kez yaklaşık otuz yıl önce sergilenen 'Krallar ve Kraliçeler1 ile 'Tepegöz ve Sinek Kralının Oğlu ' serilerinin büyük bir bölümünü, Ankara Helikon Sanat Galerisi'nde, 5-31 M art tarihleri arasında yeniden görme şansına erişiyoruz. Son yıllarda 'Soyağaçları' figürleri üzerine yoğunlaşan, üçboyutlu ve kolaj çalışmalarıyla dikkati çeken Özdemir Altan'ın sanatsal serüvenini değerlendirmek açısından bu serginin önemi tartışılmaz.
Kral ve Kraliçe
Sinek Kralının Oğlu
Duygu ANLA
B
ir sanatçının 'bakış'ının tüm yaşamına yansıdığını kanıtlamak amacıyla yola çıkan biri, Özdemir Altan’a rastlarsa şanslı sayılır. Çünkü Özdemir Altan'ın mekanlarına sızdığınızda çok geçmeden yaşam tarzıyla yapıtları arasında paralellikler kurmaya başlarsınız. Üç ayrı evde, 'üçboyutlu' bir yaşam süren Özdemir Altan, hep birkaç yerde birden çalışır, düşünür, okur, uyur, uyanır. Elleri hep doludur. Her yeri tablolarıyla kaplamışür. Pekçok rengin baskın çıktığı, dikkat çekmek içinbirbirlerine dirsek attığı ortamlarda bulunması onun yapışma son derece uygundur.
60 yıl önce, henüz okula bile başlamamışken, durağan bir yüzeyin içine doğru uzun bir yolculuğa çıkan ressamın kararlı (kararsız), usta (acemi), sakin (hırçın), mutlu (hüzünlü), gerçek (düşsel) dünyasma sızdığınızda, siz de kendinizi hareket halindeki bir otobüse atlar gibi hissedersiniz.
Yapıtlan gibi gençtir kendisi de. Bu gençliğin sim belki de her daim genç tuttuğu 'tepki'sindedir. Belki de resmin sınırsızlığı ve
olanaklarının zenginliğinde... Hiç durmamış, hep farklı işler üretmiştir.
RESİMLER... EFSANELER...
Özdemir Altan'ın ilk kez yaklaşık otuz yıl önce sergilenen ’Krallar ve Kraliçeler’ ile 'Tepegöz ve Sinek Kralının Oğlu' serilerinin büyük bir bölümünü, Ankara Helikon Sanat Galerisi'nde, 5-31 Mart tarihleri arasmda yeniden görme şansına erişiyoruz. Son yıllarda 'Soyağaçları' figürleri üzerine yoğunlaşan, üçboyutlu ve kolaj çalışmalarıyla dikkati çeken Özdemir Altan'ın sanatsal serüvenini değerlendirmek açısından bu serginin önemi tartışılmaz.
Son dönemde ’Köpek Gezdirme Alanları Yaygınlaştırma Projesi’ gibi dev işlerinde rastlantının sonsuz olanaklarım sorgulayan Altan'ın, ilk kez Paris’e gittiğinde aziz ve kral resimlerinden, efsanelerden etkilenerek, klasik sanat sevgisiyle resmettiği krallar ve kraliçelerini yeniden görmek çok heyecan verici. Simetrinin egemen olduğu, kökü Antik Yunan, Hitit, Mısır sanatına, Valesquez’lere, Rubens'lere uzanan bu tablolarda krallar ve kraliçeler 'poz vermiş' biçimde dimdik
Özdemir Altan'ın mekanlarına sızdığınızda çok geçmeden yaşam tarzıyla yapıtları arasında paralellikler kurmaya başlarsınız.
resmedilmişler. Ancak Altan'ın ’mizahi’ bakışı iyice sinmiş bu tablolara ve yüzlerdeki maskeler tek tek düşmüş. Klasik sanat
yapıtlarının mükemmelliğinden kaynaklanan uzak ve ciddi duruşlarının aksine bu krallar ve kraliçeler oldukça ’matrak'!
1969 Şubat'ında bu resimler Ankara'da ilk sergilendiğinde pek de ses çıkmamış kimseden. Altan, resimlerinin en dikkat çekici özelliklerinden birinin 'ilk bakışta fazla önemsenmemek’ olduğunu kabullenmiş çoktan. Altan'la, 30 yıl önce yaptığı resimleri üzerine konuşurken, Ankara'da açılan bir serginin izleyicilerinden tepki beklemenin pek doğru olmayacağından söz ediyor: "Ankaralı izleyiciden pek tepki beklememek gerek! Ağzınızla beş kez kuş tutsanız Ankara'nm bir kulağından girer diğer kulağından çıkar."
TUAL YERİNE MUKAVVA
Evinin bir duvarım kaplayan ’Köpek Gezdirme Alanları
Yaygınlaştırma Projesinin karşısına oturmuş 'Krallar ve Kraliçelerden konuşurken, insan geçmişle bugün
arasındaki farkı oldukça net bir biçimde görüyor. Otuz metrekarelik alanlarda çalışan Özdemir Altan o yıllarda 28x14 santimetrekarelik yüzeylere çizmiş krallarım ve kraliçelerini: "Paris'te ne bulursam üzerine resim yapıyordum. Hatta İstanbul'dan gelen erzak kutularını söküp beş ayrı yüzeyine resim yaptım. Yerimin dar olması, tabloları İstanbul'a taşımanın zorluğu, ekonomik sıkıntılar da etkendi bunda. Ayrıca o zamanlar hep küçük resim yapılıyordu. O
zamanlar dünya öyleydi. Amerikan resmi dünyaya egemen olmamıştı henüz."
Özdemir Altan'm hayatında yıllardır değişmeyen bir şey var. O da 'hocalığı. Mezun olduğu yıldan bu yana birkaç yıllık ara hariç hep akademide ders vermiş Özdemir Altan. Öğrencileriyle de hep sıkı ilişki içinde olmuş. En büyük amaçlarından biri gençlerin ve amatörlerin işlerinden oluşan büyük bir sergi gerçekleştirip, o serginin iyi bir katalogunu yapmak. PSD'nin düzenlediği 'Genç Etkinliklerin fikir babalığını da kendisinin yaptığını söylüyor Altan: "Bu fikre sahip çıkmaları çok hoşuma gitti doğrusu. Profesyonelleşmemiş, para kazanma
hırsına kapılmamış çok sayıda genç sanatçı var Türkiye'de."
ZAMAN RESİMİ DEĞİŞTİRDİ
1960'h yıllarla bugünleri karşılaştırmasını istediğimizde, Altan eskiden ressamların daha idealist olduğunu vurguluyor: "Galeri azdı ama ressamlar daha idealistti o günlerde. Resim satılmadığı için 'sanat sanat içindi'. Bütün ressamlar, akademi hocaları, Devlet Sergisinde yılda bir resim yaparlardı. Bizim resim sergileme sorunumuz olmuyordu. Devrim Erbil, Adnan Çöker, Dinçer Erimez ve ben çok çabuk ünlendik. Koyunun olmadığı yerde keçiydik biz. Galerilerin çoğalmasının nedeni alıcısının çoğalması, dolayısıyla resmin para etmesiydi. Ama resim alıcısının ve galericilerin düzeyi ne ise resim de oraya indi. Bu yüzden çok galeri açılması ve resmin
satılması ölçüt olmuyor. Çünkü kötü resim alınıyor. Kendini yenileyen, bir dinamizme atılan yok. Güzel ve dekoratif resim sevdasına kaptırdı herkes kendini."
Geliştirdiği 'espas' kavramında Türk resminin 'yüzeye yapışık'
olduğunu iddia eden Altan; sanatçının, resmi, aslında tuvalin derinliğine yapması gerektiğini söylüyor. Bazı ünlü ressamların 'güzel resim' için fazlasıyla taviz verdiğinden, layık olduklarından daha çok değer gördüklerinden oldukça şikayetçi son günlerde: "Sanatın oluşturulmasının zorluğu karşısında sanatçı bir takım hilelere başınıruyor. Dekoratif, şık, gizemli resimler yapıyorlar. O gizemli resim yok mu hele, o Türkiye'de çok değerli. Dünya'daki büyük sanatçılara bir bakın. Piccasso'ya, Miro'ya, Matisse'e, Bauhaus'a bir bakın. Onların sanatında böyle özelliklere rastlamazsınız. Gerçeküstücülükte bir parça görünse de gizemli öğelerin doğrudan doğruya sanatsalhğa, espasa döriiştüğünü görürsünüz. İnsanlann kestirmeden kalbine girip de onlara bir şeyler yutturmak için yapılmamışlar kesinlikle."
1989'dan bu yana 'Soyağaçlan'nın peşine düşen Özdemir Altan, ileride bu figürleri sürdürmeye devam edip etmeyeceğini bilmiyor. Farklı bir döneme geçse de daha uzun yıllar üretkenliğinden hiçbir şey
kaybedeceğe benzemiyor.
İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi Taha Toros Arşivi