• Sonuç bulunamadı

Gündemdeki sanatçı:Zeliha Berksoy:Bir "Grande Dame"

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Gündemdeki sanatçı:Zeliha Berksoy:Bir "Grande Dame""

Copied!
1
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

t■ « m .' Ä 'ä V » '

16 AĞUSTOS 1993 PAZAR

-Oui ViJO

i t A *C

CUMHURIYET2

• 4»

KULTUR

G Ü N D E M D E K İ SANATÇI

ZELİHÂ BERKSO Y

ONAT KUTLAR

1961 yılının haziran ayında, Vasıf Öngören ve arkadaşlarının Frank­ furt'taki küçük evlerine bir ay süreyle konuk olduğumda tiyatroya yabancı sayılmazdım. Türkiye ve Paris’te klasik ve öncü tiyatronun önemli ör­ neklerini usta sanatçılardan izlemiş olduğum gibi Çehov’dan Beckett’e büyük yazarların kitaplarını da oku­ muştum. Vasıf Öngören, Araş Ören, Nuran O ktar ve Hitay Daycan’ın genç Alman arkadaşları ile neredeyse yirmi dört saat konuştuklan “ tiyat­ ro” ise, bana nedense biraz yabancı geliyordu. Çünkü pek iyi tanıma­ dığım bir olaydan söz ediyorlar, “ Epik tiyatro” konusunda uzun ku­ ramsal irdelemeler yapıyorlardı.

Sanat konusunda kuramsal yazı ve konuşmaların değerini hiç kuşkusuz yadsımıyorum. Ama, binlerce yıldır sanatın hiç bir kural ya da kuramı sürgit kabul etmediğini, hatta çoğu kez bunlara karşı çıkarak varolduğu­ nu da bilirim. Bu nedenle, ne yalan söyleyeyim, arkadaşlarımın konuş­ malarına kulak kabartıyor ama çok ta üstünde durmuyordum. Bir gün onlarla birlikte, gençlerin oluşturdu­ ğu bir tiyatro topluluğundan Brecht'- in “ Kuralla Kuraldışı” oyununu izle- yinceye kadar.

Bambaşka bir tiyatro anlayışı, bir

■ Z

-A. siye'nin bize

tanıttığı oyuncu,

gerçek bir sürprizdi.

Daha sahneye ilk adım

atışında bir rüzgarla

giriyor, sizi sıkıca

kavnyor, büyük

oyunculara özgü o

gizemli “matematik”le

hiçbir şeyi rastlantıya

bırakmıyordu.

oyun ve düşünce evreni karşısı- ndaydım. Şaşkınlığımın nedenlerini bu yazının çerçevesi içinde uzun uzun anlatmam zor. Ama o akşam, düşün­ celerimi özetleyen bir cümleyi sık sık tekrarladığımı hatırlıyorum: Bu tiyat­ ro, duygulara değil, “akla” sesleni­ yordu. Akıl için Platon anlamında bir “şölen-’di Brecht’in tiyatrosu.

Aradan geçen yıllarda, ilgilerim0 daha çok sinemaya yöneldi. Ama iyi oyunları izlemeyi unutmadım. İzle­ dim gerçi, ama hep bir eksiklik duy­ gusuyla. Diyordum ki içimden, ne za­ man kendi ülkemde Frankfurt'ta o beynimde şimşekler çaktıran, bana düşünmenin sonsuz olanaklarını açan, hem izleme hem de düşünme keyfi veren oyuna benzer bir şey göre­ ceğin?

1970 yılı, şimdi düşününce bizim gösteri dünyamızda sevinçli bir döne­ mi açan, birpr dönüm noktası oluştu­ ran yapıtlarla süslenmiş^ıbi gözükü­ yor. Sinemada Yılmaz Güney’in “Umut”u. Tiyatroda ise Vasıf Öngö- ren'in “Asiye Nasıl Kurtulur”u.

Vasıf, o yılın ocak ayında Ankara Birlik Sahnesi’nde oynanacak olan oyunun ilk gecesine çağrdığnda kuş7 kuyla.gittim. Çünkü hem onun, hem de tiyatrosunun göreceğin ilk oyunu idi. Ve bir şokla çıktım.

Oyunun kendisinin bende yarattığı keyfi şimdilik bir yana bırakayım. Ama “Asiye” nin bize tanıttığ oyun­ cu, gerçek bir sürprizdi. Elbette onu ilk kez izleyenler için. Daha sahneye ilk adım atışında bir rüzgarla ğriyor, sizi sıkıca kavnyor, büyük oyuncula­ ra özgü o ğzemli “matematik”le hiç bir şeyi rastlantıya bırakmıyordu. Öyle bir nokta idi ki bu, oyuncunun yeteneğini, deneyimini, bilğsini dü­ şünmüyordunuz. Oyunun her anında onun bir jest, bir mimik, bir vücut de­ vinimi, bir ses çeşitlemesi ile, bu yu- kardaki kalitelere neler eklediğni izli­ yordunuz hayranlıkla. Ve bu ekledik­ lerinin oyunun anlamı ve mesajı ile kurduğu diyalektik ve verimli ilişkiyi.

Biliyorum Primadonna sözü opera sanatçıları için kullanılır. Ben, Zelilıa Berksoy'da daha ilk akşam bir

prima-Bir “Grande Dame”

On

donna, bir “grande dame” keşfettiği­ mi düşündüm. Bir küçük yoksul ve hizmetçi kılıklı kızı da, lüks bir rande- vuevi işleticisini de rola uygun mü­ kemmel bir bayağılıkla oynarken, ar­ kada, soylu bir sa­

natçının çizğlerini ve varlığını aynı anda du­ yurabilmek. Sanırım ti­ yatro sanatının da, Brechtçi oyun tarzının da erişilmesi zor ğzi buradaydı.

1972’de Sinematek’- in Sıraselviler’deki küçük salonunda tek kişilik bir oyunun sah­ nelenmesi sırasında,

güncel nedenlerden hafifçe bulutla­ nan dostluğumuz, sonraki yıllarda onun ardarda oynadığı olağanüstü rollere duyduğum hayranlık ve sa­ natçı kişiliğni tanımaktan

duydu-m alanndan hoşlanduydu-maduydu-makla birlikte, kaliteden ödün vermeyen, incelmiş ve derinlikli anlamlarından da çok hoş­ landığını itiraf etmeliyim. Bu sözü Zeliha Berksoy için bu olumlu

anlam-nun derin bilgi, birikim ve parlak

yetenek olanaklarından ne derece

yararlanmayı bildik bilmiyorum. Ama

o,bayağılıklara, sıradanlıklara, kulis ve

iktidar hırslarına pabuç bırakmadan

bildiği yolda devam etti.

larıyia kullanıyorum.

Ataköy'de kendisinin yoktan var ettiği, Başkanj Ali Talip Özdemir’in ciddi desteği ile tiyatroseverlerimize annağan ettiği Yunus Emre Kültür

soyluluğu veren şey sanatın kendisi. Opera sanatımızın ilk ve büyük yıldı­ zlarından Semiha Berksoy, onu nere­ deyse bir sanat ortamının içine doğur­ muş.

Kadıköy’de Yoğurtçu Parkı'nın oralarda geçir- d iğ ilk çocukluk yılları­ nda bir komşu Celal Esat Arseveıı, öbürü ise Nazım’ın annesi Celile Hanım. İlk piyano ho­ cası Mithat Fennıen. İlk şan hocası Madam Lom- bardi. İlk resim hocası ise Turgut Zaim.

“ Beni çanta gibi yanı­ nda taşırdı annem” diyor, gülerek Zeliha. “ Daha üç biiçük yaşı­ ndayken Viyana'da Staatsoper’de Richard VVagner’in Göttedaemerung’- unu izledim. Dört yaşında Shakespea- re’in Yanlışlıklar komedisi’nde kilise

Çünkü kendi çıkarların için bir şey ta­ lep etmiyorsun...”

Onun tiyatro yaşamında da, tıpkı benimki gibi, ama daha derin bir şok, daha önemli bir dönüm noktası var. Brcchfin ve Helene VVeigel'in Berli­ ner Ensembie’ı ile karşılaşma.

“ Devlet Tlyatrosu’nda, konserva­ tuar sonrası geçirdiğim iki yıl hiç kuş­ kusuz bana çok şey öğretti. Ama Yö­ netim Kurulu kararıyla gönderildiğim Berlin’de, mesleğimin en önemli olayını yaşadım. Berlin’de Schillert- heater’da hospitant yani stajyer öğren­ ci olarak çalışıyordum. Genel yönet­ menimiz değerli tiyatro adamı Barlog’- tu. Her şeyden memnundum. Günün birinde Doğu Berlin’e geçip, Berliner Ensemble’da oyun seyredene kadar. Önce çok korktum. Ürktünı gördü­ ğüm şeyden. Büyüklük ve ulaşılmazlık anlamında bir ürküntü. Sonra kendimi alamayıp gitmeyi sürdürdüm. Tiyatro yönetimine başvurarak orada hospi­ tant olmayı istedim. Kabul ettiler. Orada düny am değişti. Tiy atro adına bildiğim her şeyi y eniden gözden geçir­ dim. Oy unlar, oyuncular konularında her şevi. Her gece oyun seyrediyor­ dum. Öğleden sonraları arşive gidip Brecht’in notlarını inceliyordum. He­ men Helene Weigel o sırada kanserdi. Buna rağmen düzenli olarak geliyor, provalara nezaret ediyordu. Çarpıcı bir olaydı Berliner Ensemble'da bir Brecht oyunu. Gerçeği anlatıyordu. Hani bir espiriy i dinlersin. Bir noktaya geldiğin anda, birden anlarsın espriyi

(FOTOĞRAF: FİLİZ KÜTLAR) ğum keyifle koyulaştı. 1970- 80 arası

bir çoğu ödüller alan “Lola Blau”, Genco Erkal’la birlikte “ Ezenler Ezi­ lenler/ Dimitrof”, “Taranta Babu’ya Mektuplar”, gene Genco Erkal’la “Brecht Kabare” ve Mehmet Ulusoy’- la “Kafkas Tebeşir Dairesi” şimdi anı­ larımda tiyatro sa­

natçımızın seçkin ö r­ nekleri olarak yer alı­ yorlar. 1980 sonrasının zor yıllarında da Zeliha Berksoy, gene Brecht başta olmak üzere ti­ yatronun özgürlüklere sahip çıkan, baskılara başkaldıran soylu sesini duyurmaya devam etti. “Ana’nın Yedi Ölüm Günahı” , “Asiye Nasıl

Kurtulur’, “Yaz Oyunu”, “Ben Bertolt Brecht” ve “Keşanlı Ali” ile “dorukta­ ki” yerini korudu.

Hep “soylu” diyorum. Bu “aristok­ rat” sözden ve onun ayrıcalıklı

çıııla-Merkezi'nin güzel ve aydınlık oda­ larından birinde, onun kısaca özet­ lediği çocukluk yıllarını ve ailesini dinliyorum. Eğer ülkemizde köken olarak bir soyluluktan söz edebilirsek Zeliha tam da böyle bir ailenin çocu­ ğu. Baba tarafından Cemal Paşa'ya,

anne tarafından Bahriye paşalarına dayanan bir anne ile. Kanuni Sultan Süleyman'ın kızı Hümaşah Sultan ile kocası Ferhat Paşa'ya dayana’ bir babanın kızı Zeliha. Ama ona asıl

çocuklarından biri olarak sahneye çıktım. 11 yaşınüa Devlet Tiyatrosu’- nda replikleri ol tn bir rolle Bctty Paris oyununa katıldım. Kısa buna bir ço­ cukluk denebilirse - çünkü annem bana bir çocukmuşum gibi davranmazdı- bu dönem tümüyle bir sanat ortamında geçti. Sonra da öyle sür­ dü. Bugüne kadar.”

Tümüyle anlıyorum onu. Söyleşimiz sırası­ nda sayısız telefon geli­ yor. Hepsi de kurduğu, yönettiği tiyatronun ve ordaki çalışmaların so­ runları ile ilgili. Sabırla ve bilgiyle yanıt veriyor, çözümler buluyor. Hem de ne çözümler. Çalı­ şmaların yürümesi için yapamayacağı şey, kullanamayacağı zorluk, çalmayacağı kapı yok. “An­ nem diyor ki” diyor, “sanat için oldu­ ğu zaman herşeyi isteyebilirsin. Ayıp değildir. Onurundan bir şey götürmez.

ve kahkaha patlatırsın. İşte öyle bir olay. Bjr ta/elerune. Bir keşif. Bir ay­ dınlanma. Bir şeyin başka bir şeye dö­ nüşmesi. Bir yeniden kavrama. Bil­ mem ki nasıl anlatayım...”

Uğraşmasına gerek yoktu. Anlı­ yordum.

’ Büyük Brecht oyuncumuz ve •şarkıcımız Zeliha Berksoy'u o hem başdöndürücü bir keşif ve serüven keyfi veren hem de ağır bir çalışma ve uğraş gerektiren Berlin yıllarında ka- : zandı Türk Tiyatrosu.'

Sonraki yıllarda onun derin bilgi, birikim ve parlak yetenek olanakları­ ndan ne derece yararlanmayı bildik bilmiyorum. Ama o, bayağılıklara, sı- radanlıkiara, kulis ve iktidar hırsları­ na pabuç bırakmadan bildiği yolda devam etti. Bir süre önce bir dertleş­ me anında bana, bulunduğu yerin yö­ neliminde olmanın ona hiç bir şey ifa­ de etmediğini söylemişti. Yoktu böyle hırsları. Bir sanatçıydı o. Asıl işi sev­ diği oyunlarda ilginç karakterleri canlandırmaktı. Eğer şimdilerde koca bir kente dönüşen Bakırköy- Ataköy yöresinde Adile Naşit Kültür Merkezi ile başlayan. Aziz Nesin Sahnesi ile sü­ ren ve Baruthane'deki olağanüstü Y'unus Emre Kültür Merkezi'ne ula­ şan çabaya yıllarını vermişse bunun amacı, genç kuşaklara sanatla, tiyat­ ro ile “daha yaşanabilir dünya”yı ar­ mağan etmek içindi. Sanatçıların gö­ nüllerindeki eserleri sahneye koyma­ ları. oynamalım, gençlerin yetişmesi ve çevre halkının ucuzluğa kaçmayan gerçek ve öncü yapıtları görmesi için­ di.

Bunun huzuru içindeydi.

Benim bir kaygım yok. Bu seçkin sanatçıya, bu “Grande Dame"a hay­ ran olmaya, onu alkışlamaya devam edeceğim. Onun varlığından ve yaptığı işlerden, açtığı sahnelerden huzursuz, rahatsız olanlar düşünsün. Uykusu kaçanlar onlar olsun.

“Show coos on r>,„— ...

/

980 sonrasının zor yıllarında da

Zeliha Berksoy, gene Brecht başta

olmak üzere tiyatronun özgürlüklere

sahip çıkan, baskılara

başkaldıran soylu sesini

duyurmaya devam etti.

seçkin

sanatçıya, bu “Grande

Dame’"a hayran olmaya,

onu alkışlamaya devam

edeceğim. Onun

varlığından ve yaptığı

işlerden, açtığı

sahnelerden huzursuz,

rahatsız olanlar

düşünsün.Uykusu

kaçanlar onlar olsun.

Referanslar

Benzer Belgeler

Osmanlı sanat tarihine önemli katkılarda bulunmuş bir bilimadamı olarak kabul edilen Prof.. Goldfrey Goodwin’in “A H istory o f O

Ekim ay› boyunca Jüpiter ufkun üzerinde giderek alçal- d›¤› için, ay›n sonlar›na do¤ru Merkür’le yak›n görünür konu- ma gelecekler.. Jüpiter, Merkür’e göre çok

Baz› Kuiper Kufla¤› kuyrukluy›ld›zlar›n›n kim- yasal yap›s›n›n, Oort Bulutu kuyrukluy›ld›zla- r›n›nkiyle benzeflmesi, baz› kuyrukluy›ld›zla- r›n çok

İstanbul Belediyesi Park ve Bahçeler Müdürlüğü İzmir Hayvanat Bahçesinden iki aslan yavrusu satın al­ mıştır, Aslanlar, bugünlerde İstanbul’a getirilerek

özal ve Demirel, hâlâ birlikte masaya oturup ortak imza yolunu açık tutuyorlarsa, Karadeniz Ekonomik İş­ birliği Bölgesi anlaşmasına ek bir madde koyarak,

Genç yazar ve ozanların yapıtlarım basmakta hiç duraksamayan Semih L ü tfi, Nazım H ikm et, N ecip Fazıl, gibi yazarlarımızın ilk kitaplarını

Süleyman Hayri Boiay tarafından Mehmet A kif'in fikri şahsi­ yeti hakkında yapılan konuşmadan sonra Akif’in Hacettepe kampüsü içinde bulunan ve daha önce

İnfeksiyöz bovine keratokonjunktivitisin tedavisinde subkonjunktival yolla florfenikol uygulamasının sefuroksim sodyuma oranla daha etkili olduğu saptandı.. Anahtar