• Sonuç bulunamadı

Ulunay'a cevap

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Ulunay'a cevap"

Copied!
1
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

/

7

. / .

/ j ?

<?

/C S r

□ □ G İ T T İ K

aiMrtaMM»« ııı ~

[ J O G İ T T İ K

Ulunay a cevap

= I I :

Bu yazılar, salt Uluııay için yazılmış değildir. Böyle olsaydı, ya hiç yazmaz, «Değmez» der geçerdim, ya da bir tek yazıyla işi bitirirdim Bu yazılar bir Ulurıay’a değil, birçok Ulunay- lara onların yüzünden her gün bir parça daha Ulunaylaşmakta olanlara, bir geri anlayışa, ge­ riciliğe karşı yazılmaktadır.

Ulunay ister inansın, ister i- nanmasın. Gerek Peyami’ye, gerek Uluna’ya bu yazıları yaz­ mak istemezdim. Ama beni bu­ na onlar zorladılar İyi de ol­ du Biz bütün iç yüzümüz, kim­ liğimiz, kişiliğimizle ortaya çı­ karken, nasıl olsa önlcnemiyc- cek bir yeni — eski çatışması da, okurların gözünde bir so­ nuca bağlanmalıydı. Kafaları donuk bu eski kuşağın, ilerle­ memize nasıl engel olduklarını, «Suret-i Hak» tan görünerek özgür düşünceyi nasıl boğduk­ larını, Atatürkçülüğü, devrimle- rimizi nasıl her gün biraz da­ ha yıpratarak yok etmeye ça­ lıştıklarını gözler önüne serme­ liyiz

Şurasını açıklamam gerekiyor. Tazılarımda ikide bir «eski kuşak» tan söz ediyor, «Şark kafalıları» yeriyorum. Burada «eski kuşak» dediklerim, kimlikle­

rinde doğum, tarihleri eski o- lanlar anlamına değildir. Bu bir yaş değil, baş işidir Genç­ ler arasında da donuk kafalı­ lar olduğu gibi, yaşlılar içinde de bize örnek olacak aydın, i- leri görüşlüler vardır.

Bay Ulunay, neden ben Pe- yami ile tartışmaya girmişken, hiç yok yere araya girip, bana saldırıyor? Peyami’yi çok sevdi­ ğinden mi? Hayır .. İnanın ki, kendilerini çok iyi tanıdığım bu eski kuşak, hiçbir zaman birbirlerini sevmezler Birbir­ lerini durmadan çekiştirirler- Bir merdivenden inerken, bir basamaktan öbür basamağa a- yaklarını atıııcaya kadar, bir­ birleri için en olmayacak en a- ğıza alınmaz sözleri söylerler. Kafalarında sağlam bir düşün­ celeri, bir ilkeleri, bir inanları da olmadığı için, birbirleri için bütün söyledikleri yalan, do­ lan, iftiradır. Bütün bunları söyledikten sonra, merdivenin alt başında, o arkalarından söyledikleri kişiyle karşılaşınca ne yaparlar, bilir misiniz? Hiç yüzleri kızarmadan, ellerini, kollarını birbirine uzatıp, ses­ lerini de yapmacık bir sevgiyle titreterek,

— Aman efendiciğim, üsta­ dım... Mirim... Nur-u aynım... Hayatım, caaanım efendim...

Diye birbirlerinin boynuna a- tılır, kucaklaşır, öpüşür, birbir­ lerini öğerek, göklere çıkarırlar. Sonra da ayrılır ayrılmaz, iki­ si de birbirinin arkasından en ağır, en iğrenç dedikoduları ya­ parlar.

Ben bu kart kuşağı çok iyi tanırım. Laboratuvarda hasta­ lıklı bir kobay inceler gibi, a- ralarında bulunduğum zaman, onları inceledim.

İkisi birden bana saldıran bu Peyami ile Ulunay’ın birbirle­ rini çok mu sevdiklerini, ondan mı bana karşı birbirlerini tut­ tuklarını sanıyorsunuz? Siz on­ ların, birbirleri için neler söy­ lemiş olduklarını Milliyet Ga­ zetesinde çalışanlardan sorup öğrenebilirsiniz.

Size bir şey daha söyliyeyim mi? Ben burada Peyami’yi yer­ dikçe, Ulunay’ın yüreği yağ bağlamıştır Ulunay’ı yerdiğim zaman da Peyami içinden se­ vinmiştir. Çünkü ben, onların birbiri için düşünüp, arkadan konuşup ta, yüzyüze gelince Büyüyemedikleri gerçekleri açığa vuruyorum

Peyami için yazdıklarıma se­ vinen. bayılan Ulunay, Peyami benim için, iftira ve yalanlarla dolu o yazısını yazınca ne yap­ mıştır. biliyor musunuz? Gö­ zümle görmüş gibi biliyorum. Kafası bereli, eli tesbihli Ulu­ nay, kollarını açarak Peyami’ye koşmuş,

— Ah üstadım, kalemine sağlık ellerin dert görmesin... Habisin işini bitirmişsin. Ah efendim o ne yazıydı, hariku­ lade vallahi... demiştir. Evet, e- vet, inanın ki böyle olmuştur.

Ama ikisi de hiç merak et­ mesinler, ben hurdaki yazıla­ rımla. yazabildiğim sürece, bu iki gerici kafalı yazarı sonuna değin sevindirmeye çalışaca­ ğım

Bana «kapkara ruhlu», «Mu* hammed'i, Allah’ı bilmez» di­ yen Ulunay yine benim için şöyle yazıyor:

«Doğduğu zaman babasının kulağına okuduğu ezanı belki bir daha işitmemek için kula­ ğına pamuk bile tıkamış ve pek isabet etmiştir.»

Şimdi lütfen beni dinleyiniz. Benim 85 yaşında bir babam var. Kalbinden hastadır Daha, başka hastalıkları da olduğu için yataktan kalkamaz. Ba­ bam, dinine çok bağlı bir müs- liimandır. Ama Ulunay gibi miislümanlardan değil Ağzına rakının, şarabın damlasını koy­ madığı gibi, abdestsiz yere bas­ mamış. bir rekât namazını da ihmal etmemiştir.

Ulunay yazısında babamı ka­ rıştırdığı için, ben de bunları

söylemek zorundayım. En kü­ çük bir heyecana gelmemesi i- çin çırpındığımız 85 yaşındaki babam, Uluııay’ın şu yukardaki cümlesini ve Pcyanü’niıı «ceva­ bını vereceğim» iftiralarını o- kusaydı ölebiürdi. İlerisini ge­ risini düşünmeden ulu orta ya­ zan müslümaıı Ulunay da bu­ na pek sevinirdi. İşte bu Ulu­ nay, böyle bir müslümandır.

Biz bugün bu gazeteleri, ba­ bamdan saklamaktayız.

Ulunay’la Peyami’nin kullan­ dığı silâhlara hiç tenezzül et­ miyorum Kendime, düşünceme güvenim var da ondan. Söyli- yecek sözü olanlar, iftira, ya­ lan haysiyetsizliğine düşmeden, meslek haysiyetini koruyarak da kendilerini efendice savu­ nabilirler. Onların silâhlarını kullansam, söyleyecek çok sö­ züm vardır.

Bütün gazetelerdeki fıkralara bakınız, hepsinde yazarların adı, soyadı vardır. Yalnız biri­ nin yoktur: Ulunay’ın. Bu U- lunay’m adı ne? Refi Cevat... Neden adını yazmaz? Çünkü U- lunay’a göre, Türk, alfabesiyle «Refi Ce­ vat» yazılamaz. O- nun için de fıkrala­ rında adı yok, yal­ nız soyadı vardır. Atatürk devrimi diye bildiği­ miz her ne varsa, Ulunay on­ lara karşıdır. Bir yazısında «Doğru dürüst bir mektup bile yazamadığımız bu harflerle Kuranı nasıl yazarız?» diyen Ulunay, Türk alfebesine karşı­ dır. Ama doğrudan doğruya A- rap harflerinin geri gelmesini isteyecek yüreklilikte olmadı­ ğından, şimdilik, alfabemizi ye­ tersiz bulmaktadır. Bu birinci aşamadır Arap hançeresinin «Ayın»lı, «Hemze elifli» sesleri­ ni verecek bir başka alfabeye kavuştuktan sonra, daha ileri gidecektir.

Ulunay kıyafet devrimine karşıdır. Başında bere taşır, şimdiyecek bir kez bile başına şapka giymemiştir. Beresinin yüzünden Kartal jandarma ka­ rakolunda bir gün alakonmuş- tur.

Ulunay, Atatürk devrimi diye bildiğimiz her şeye karşıdır. A- ma bunu açıkça söyleyemediği için, müzikten dile, şapkadan lâisizme değin, bütün devrim- leri yıpratmak, çürütmek için çalışmaktadır.

Ulunay’ın Mevlâna’yı şair o- larak, düşünür olarak mı sev­ diğini sanıyorsunuz? Hayır, Mevlâna onun için bir stğnak- tır. Bu sığnağın ardında geri­ ciliği savunmakta, Türk dev- rimlerini yıkmaktadır.

Mevlâna için yapılanlar «â- yin» değil de «âyin timsâli» i- miş. Şu âyin timsali» ile «âyin» in ne farkı var?

Bir büyük şair, bir büyük düşünür böyle anılmaz. Anma törenleri üniversitelerde yapı­ lır, sanat çevrelerinde yapılır- Hakkında bilimsel kitaplar çı­ karılır. Gerekirse bir de Mevlâ­ na kürsüsü kurulur.

«Âyin timsâli» diye kime, ne­ yi yutturuyorsunuz?

Sayın okurlarım, açıkça size soruyorum: Atatürk devrimle-rinden ne kaldı? Ve yine soru­ yorum: Atatürk zamanında şu Ulunay bunları yazabilir miydi? Neden bu «âyin timsâlleri» Atatürk zamanında ya k m ıy or­ du?

İnsanlar yaşayışları içinde büyük yanlışlar yapabilir, suç­ lar işleyebilirler. Bu suçların sık sık yüze vurulmasını doğru bulmam. Bunu yapanları da a- yıplarım. Ulunay’ın da büyük suçunu yüzüne vurmak iste­ mem. Ama Ulunay ve onun gi­ biler bu suçlarını sinsi sinsi iş­ lemekte direnirlerse, o zaman iş değişir

Geçen gün Çetin Alfan, be­ ni savunan bir yazısında Ulu- nay’a çattı. Kendisine,

— Teşekkür ederim ama Çe­ tin, onların diliyle konuşma- saydın iyi olurdu. İnsanın bir zaman işlediği suç yüzüne vu- rulmamalıdır, dedim.

Çetin Altan da bana şunu şöyledi:

— Onlar bu dilden anlarlar. Ben daha dünyada yokken va­ tan haini olanlar, sonra yurda dönüp bana vatanperverlik der­ si verirlerse, elbet ben de onla­ rın dilini kullanırım.

Bay Ulunay! Tüzellilik ol­ duğunuzu bir daha yüzünüze vurmak istemezdim Ama siz bugün yüzelliük de değilsiniz, bin beş yüz ellilik oldunuz- Beş bin beş yüz ellilik olmak için de durmadan çalışıyorsu­ nuz.

Eski bir hıncınızı çıkarmak için, son fecî kazada Tan Mat­ baası yıkılınca «Uğursuz bina» diye yazdınız. Bir felâketten intikam sevinci duymanız çok ayıp bir şeydi. Yurda dönüşü­ nüzden sonra o gazeteye sığın­ mış, ancak orada yazabilmiş- tiniz. Ama ben size hak veri­ yorum. Dediğiniz gibi Tan Matbaası uğursuz bir binadır ki, eski Refi Cevad’ı «Ulunay» olarak başımıza dert etti

Size bir küçük ihtar: Bana cevap verecekseniz efendice, terbiyeli cevap veriniz. Toksa, vesikalar da göstererek, tıpkı sizin dilinizle taa mütareke yıl­ larından başlarım. Ve eğer müsliimansanız, önce Tann’- dan. sonra benden af dileyiniz.

2 I

¡

: -1 2 z 2 = I z

]

: = \

î

z 2 : 3 ^ t t l I N t l I M I M I I I I I I I I I I t l I l i m i l i m i l l l l M I I I I I I M I I t l I l l l l l l l l l l l l l l l l t l I l l l l l l l l l l l l l i m i l l l l l l l l l l l l l l l l M M I l l l t l t M I l l l l l l l H l l l v *

Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Bir ara işyerinde canı sıkılınca araba­ sına atladığı gibi Sarıyer’e kadar gidip dönme­ sini, çok sevdiği eşi Selim beyin bunu anlayış­ la karşılamasını

Öykü, roman, anı, taşlama, fıkra, gezi türünde ki­ tapları yayımlanan, şiirler ve oyunlar yazan Aziz Nesin, Tür- kiye’dekilerin yanı sıra yurt dı­ şında

Lozandan Sı- vasa, 38 yaşından 46 yaşma gelince­ ye kadar saçları nasıl seyrelmiş ve ağarmış, yüzü nasıl yeni izler bağla­ mış, kaşlarının

PD tedavisi alan hastaların diyaliz öncesi koku skoru ortalama 7,2 (±1,1), diyaliz sonrası koku skoru ortalama 7,6 (±0,8) olarak saptanmış ve aradaki fark istatistiksel

Medinelilerin isyan öncesi yaptıkları bu konuşmalarla ilgili ayrıntılı bilgiler veren Taberî’nin &#34;Tarih&#34;inde yer almayan ancak daha muahhar olan

Üniversitesinde dersler veren Tanilli, Atatürk Havalimanı’nda, Cumhuriyet Gazetesi Yazan İlhan Selçuk, Yayın Koordinatörü H ikmet Çetinkaya, şair-yazar A taol B ehram oğlu

Des hom­ mes attab lé s restent im passibles, silencieux et pitto­ resques sous leur veston.. Les flèch es de Sainte-Sophie fusent telles des feux d 'a

Tiryakioğlu da, Sertoğlu da elli yıl basına hizmet verdiler, Arad gibi.... Bu basın mesleği garip