f
1
Siüab önünde
Anadolu yaylasının saıı enginlik leri ortasında büyük ve sevinçli bir halk kalabalığı... Lir ucunda uzun bir ilk tren... Bu Itaîababğa unutulmaz r.'kiler söyliyen bir ses, hep ayni ses: her defasında daha coçgun, daha mu zaffer, daha haldi...
Bu manzara bundan üç yıl önce gene böyle güneşli bir günde Kayse ri ovasında idi... Şimdi Sivas ovasın da... İki genç ve özlü hatipten sonra işte İsmet Paşa... Güneş bu yüze ne kadar yaraşıyor... O, kâğıtlarının des tosini düzeltirken zihnimden şunlar geçiyor: bir Anadolu köyünün ekin leri içinde., genç bir paşa: “ bir ku mandanın cn doğru duygusu hesap tır” diyor ve önünden geçen treni se yrediyor... Bu hızlı şeye bir rüya gö rür gibi uzun uzun bakarak ekinleri lif işuyor... Demiryolları düşüncesinin belki ilk doğuş aru, ileri ki siyastinin belki ilk belirtisi...
Mudanya mütarekesinden sonra Lozana giderken kompartimanda:
“ Kaç yaşındayım, tahmin et” diye so ran sivil kıyafetli baş murahhas.. Ge ne kendi: “ 38 yaşındayım” dedikten sonra pencereden dışarı bakıyor!... Birkaç gün sonra karşılaşacağı yaşlı başlı, adii sanlı Avrupa diplomatları nı görmeden önce içinden bir muka yese anı mı geçiriyor?
Çan kayayı saran diz boyundaki kar ortasında küçük bir evde bir ge ce, başının arkasını duvara dayaya rak sessiz ve düşünceli oturan Lozan muzafferi başvekil... Muhataplarına arasıra: “ bize zaferi temin eden en büyük amillerden biri de elimizde ka lan bir avuçluk demiryolu idi” .. Bu na benzer formül gibi cümleler...
Bilhassa şu seziş, hakikati şu çıp lak görüş, inananın şu en yüksek te zahürü: Ben Sıvasa varacağım, gene itirazcılar bulunacak... Sivas şehrin de lokomotif dümanıl... Enfes şey, enfes...” diye gülümseyerek dizine vuruyor ve gene susup düşünüyor....
Kay seriye giderken: zorluklar ye
nip tahakkuk ettirdiği emelinin yo lu üstünde belki de ilk istirahat ge cesi...
Şimdi de burada.... Lozandan Sı- vasa, 38 yaşından 46 yaşma gelince ye kadar saçları nasıl seyrelmiş ve ağarmış, yüzü nasıl yeni izler bağla mış, kaşlarının arasındaki düşünce çizgileri buraya gelen şu demiryol- lar gibi nasıl derinlenmiş ve bir elin parmakları gibi olmuş.. Kaç ömürlük bir iş görmüş!... Üzgün bir gününde muterizlerine verdiği cevaptan sonra dirseklerini kürsüye dayayıp çenesini avuçları içine alarak: “ Nerede ağar dı bu saçlar, nerede ağardı?” diye soruşu tekrar aklıma geliyor... Şu gü neş, şu ova, şu demiryollar, şu kala balık, ;u askerler, şu şimdi sayacağı işler, hepsi hepsi: “ bende, bende!” diye cevap yerecek, onu koruyacak, onu sevecek, onu sevindirecek gibi oluyor... Bir insanı bir memleket ve bir millete, bir memleket ve bir mil leti bir insana bağlıyan sebepler ne dir anlıyorum... Milletinin cömert kaynağından aldığı imkân ve hızla büyüttüğü, dal budak saldırdığı bu çelik ağacın başında Paşa ne anlata cak?
Nutku da yaptığı yol sağlamlığın
da idi: çelik kuvvetinde bir mantık tan doğan çelik parlaklığında bir ta- lâkat!... Başarıcı bir fikir, madde ol muş bir vaiua üzerinde işte böyle ap aydınlık bir; ispat ile konuşabilirdi. Bu nutuk,, nşesafeyi yenen galibin sözü idi. yeddiği şeye basa basa bu kazançtan sonra bile etrafındakilere hâlâ: “ Bu mesafe ejderini tamami ile öldürmeden, dinlenmiyeceğim, çünkü rahat ederr.iyeceksîniz” diyecek ka dar yorgunîııksuzdul... Üzerlerinde sürat mikyası hâlâ öküz ve beygir yürüyüşünü aşamamış eski yolları... Kağnıların, mandaların, beygirlerin, merkeplerle insanların hep birikirleri ne ayak uydurarak hep birarada yürü dükleri eski yolları görmüş olanlar yenilenin ne olduğunu daha eyi an larlar. Bir vilâyetten bir vilâyete geç mek için üzerlerinde geçirilen vakit, bir kıt’adan bir kıt’aya aşmak için lâzım gelen vakitten daha fazla olan bu yollarda on yıl önce: “ Ne kadar lüzumlu olursanız olun. Başka mem leketlerdeki sürati, refahı düşündük çe bugünkü vaziyetinizle siz bana Türk milletinin böğrüne saplanmış bir hançer gibi göründünüz. Türkle- ri de siz eskitiyorsunuz. Sizi eskiten, üzerinizde çekilmiş cefaları çocukla
rına bir masal gibi nakleden Türk nesli hâlâ gelmiyecek mi? O mukad des nesil nerede?” diye soruyor, a- rıyorduk... Meğer o mukaddes nesil o zaman bu uzak,'uzak gurbet köşe sinde çuval kumaşından bir ispor el bisesi içinde bazı akşamlar ağır ağır dolaşan, göğsünde bir kuvvet ve gu rur tılısımı gibi taşıdığı altın imtiyaz madalyası, Çanakkale muzafferiyeti hatırası günün son aydınlıklarında usul usul parıldayan Mustafa Kema lin ruhunda imiş, onun iradesinden doğacakmış. İsmet, türk mühendisle ri, türk kabiliyetinin bütün defineleri hep onun karihasında imiş!... işte o- nun o zaman gezinip düşündüğü bu ıssız kırda şimdi İsmet Paşa dinmi- yen alkışlar, nidalar, sevinç yaşları, muzika sesleri arasından geçiyor, kurdeleyi kesiyor, bir hizada üç tren düdük öttiire öttüre, beyaz ve siyah dumanları biribirine sarmaş dolaş ola ola takın altından geçiyor. Masal artık o eski yollar; hakikat işte o za man masal sandan şu demir beden ler!... Herkes sevinç, içinde; anlıyo rum o ihtiyar, bu sabah, bir ordu kumandanına niçin: oğlumu bile kur ban etsem azdır... Eski yollar sinsiîe
mizi de, bizi de az mı yedi bitirdi?.” demişti. Alıyorum, saçı sakalı bem beyaz o uzun boylu ihtiyar kör, bir ' elini kızının omzuna dayayarak, bil etinde de uzun bir asa tutarak istasi- yona niçin gelmişti. Gözlerinin gör mediği şeyi kulakları ile bir çeşme sesi dinler gibi dinliyordu... Kuru ve kıraç toprağa bir hark salınca toprak onu nasıl emer de canlanırsa hıza ve rahata asırlardır susamış şu Anadolu halkı da bu yolu öyle benimsiyordu. Bunlardan kimi vagon pencerelerine: Türk ayranı buyrun! buyrun! diye bardaklar uzatıyor, kimi lokanta va gonun kapısından içeri: yesin paşam, helâl olsun! diye kestiği kurbanı zorla atıyor. Kimi, bakraçlarla getir diği yoğurdu daha vermeden tren kalkınca: zarar yok ötede inerim. Yaya dönerim. Şimden keri yürüye cek değiliz ki, binip binip gideceğiz” diyordu....
Halk bu yolla hangi devrin geldi ğini, 30 ağustosun, kendisini nelere kavuşturduğunu bu.sevinçle anlıyor ve anlatıyordu.
Göğe kabaran tozlar içinde, oto mobil, muzika, asker adımı uğultu ları arasında akşamleyin Sıvasa girer
ken düşünüyordum ki: Nesiller gelip geçecek, bu yollar bu ovalarda bar- karar olacak. Çeşmeden içen nasıl hayrat sahibini anarsa bu yoldan ge çen de Mustafa Kemali, İsmeti hasre kadar öyle anacak.... Bütün bü yolda çalışmış olanlar, Süleyman Sırrı, Behiç, Recep, bütün değerli mühen disler, dağ başlarını, ıssız ovaları, kimsesiz gurbetleri diyar edinmiş, bu fen eri türkler, yorulmadan caî n türk amelesi gözümün önüne büyük bir abidenin muhtelif çehreleri ve eap beleri gibi geliyordu. Türk Cumhuri yetinin Anadolu toprağına attığı bu çelik imzayı o hayranlıkla görüyor dum....
Sıvasın üstünde hava fişekleri renk renk nurdan çiçeklerini açmağ? başlamıştı. Her yalıdan muzika sesle ri duyuluyordu. Fener alayı, donaımş tak, hükümet meydanını benek be ri duyuluyordu.Fener alayı, don' tnış lan lise binasına gittikçe esmer.eşen bir heybet veriyordu. Kavaklar, o vakit ki durakta hâlâ nöbet bakliyen mızrakları andırıyordu...
Riişen Eşref
: 'İM ^
Taha Toros Arşivi