• Sonuç bulunamadı

Eyüpsultan [Eyüp Sultan] Türbesi

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Eyüpsultan [Eyüp Sultan] Türbesi"

Copied!
6
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

YAZAN: ERDEM YÜCEL

• M

I SLAM âleminin önemli ziyaret yerle- 1 rinden biri olan Eyüp, cami, mescit, medrese, hamam, türbe vesairenin yanı- sıra birer belge niteliği taşıyan mezar taşlan ile tarihimize ışık tutmaktadır.

Eyüp camii minarelerinden yükselen ezan seslerinin duyulabi Idiği yerlerde gömülü bulunanların kabir azabı çek- miyeceği ve ayrıca Allah nazarında da makbul kullar olacağı inancının Müslü- manlar arasında yerleşmesi, burada gö­ mülmek isteğlpi en son kutsal arzu hâ­ line getirmiştir. Bu yüzden Eyüp, bin­ lerce mezar ve çok sayıda da türbe ile kaplanmıştır.

Bizans çağında Cosmidiun diye isim­ lendirilen bu yerin ilgi çekici bir coğra­ fî durumu vardır. Karşı kıyıda bir za­ manların meşhur Kâğıthane deresi, Ha- liç'in meydana getirdiği kıvrım ve « Y ı­ lan Adaları» diye isimlendirilen küçücük adacıklar... Eskiden kasabanın içerisin­ den İslâmbey, Düğmeciler ve Kurukavak derelerinin birleştiği Eyüpsultan de­ resi geçerek Haliç'e dökülürdü. Biraz i­ leride de İplikhâne deresi vardı. Zaman zaman taşarak Eyüb'ü su altında bıra­ kan bu dereler kurumuş, üstleri örtül­

müştür. Evliyâ Çelebî, İstanbul'un en mâmur köşelerinden biri olarak söz et­ tiği Eyüp'ten şöyle bahseder: «Eyyûb şehri, İstanbul'un batı tarafındadır. İs­ tanbul'a bitişik olup arasında asla boş arazi yoktur. Baştanbaşa mâmurdur. Fa­ kat başka hükümettir. Fâtih kanununa göre 500 akça mevleviyettir. 700 parça köye hükmü geçer. Yirm i altı nâhiye nâ- ibi vardır. Adâlet üzere senelik on bir kuruş geliri olur. Başka subaşısı ve mü­ tevellisi vardır. Bu şehrin dört tarafında sur yoktur. Kuzey tarafı İstanbul idare- sindedir. Karşı tarafı deniz karşısında bir şehirdir. 9800 kadar saray ve ev var­ dır. Haliç boyunca, Zâlpaşa câmiinden Kâğıthane yolu üzerinde Civan Kapıcı- başı sarayına kadar 3000 adımdır. Yine Zâlpaşa'dan, İdris köşküne kadar üç bin adımdır. Yine Zâlpaşa'dan Nişânca'ya ve Topçular'a kadar üç bin adımdır.» EBÂ EYYÛB EL-ENSÂRÎ'NİN GELİŞİ

İstanbul'u ele geçirmek için birbiri ardına devam eden akınlardan birinde, Peygamber'in Medine'ye hicretinde evin­ de misafir kaldığı sahabeden Alemdâr-ı Nebî, Ebâ Eyyûb el-Ensârî'nin burada

(2)

&

İslâm âleminin Önemli ziyaret

yerlerinden olan Eyüp, adını

Hz. Ey yuh el-Ensârî’den alır

şehit düşmesi kasabanın ruhanî bir hü­ viyete bürünmesine sebep olmuştur.

Asıl ismi Halid bin Zeyd olan Ebâ Ey- yûb el-Ensarî Müslümanlığı ilk kabul e­ denlerdendi. Ayrıca Müslümanlar ara­ sında da itibarı son derece yüksekti. Bu yüzden Emevî halifelerinden Muaviye' nin oğlu Yezid, İstanbul'a 668-669 yıl­ larında yaptığı bir sefere, o zamanlar 85 yaşını aşkın Ebâ Eyyûb el-Ensârî'yi de katmıştı. Onunla birlikte bu seferde Yezidoğlu Abdullah, ibni Zübeyr gibi ta­ nınmış sahibeler de bulunuyordu.

Ebâ Eyyûb el-Ensârî altı ay süren ku­ şatma sırasında ölmüştür. Ölümü hak­ kında birtakım söylentiler vardır. Ku­ şatmanın en şiddetli ânında surların di­ binde başına isabet eden bir taş veya bir okla şehit olmuştur. Başka bir söy­ lentiye göre ishale tutulmuş, yüksek a­ teşten ölmüştür. Ayrıca kuşatmanın u­ zadığından ve bir ara mütareke bile ya­ pıldığından söz edilir. Bundan faydala­ nan Ebâ Eyyûb el-Ensârî de yanına aldı­ ğı birkaç Müslüman ile şehre girmiş, A- yasofya'yı ziyaret etmiş, dönüşte Eğri- kapı'dan dışarı çıkarken bir kısım halk

ile askerin hücumuna uğrayarak taşla şehit edilmiştir.

Ebâ Eyyûb el-Ensârî öleceğini daha önceden sezmişti. Yakınlarına öldüğü zaman surların yakınına gömülmesini, mezarının üzerine hiç bir iz bırakılma­ masını, sadece içeriye küçük bir işare­ tin konmasını vasiyyet ederek şöyle de­ mişti: «Peygamberimizin hadîs-i şerifin­ de de belirttiği gibi şehir er geç islâmın eline geçecektir. O mübarek sefere işti­ rak eden askerler benim mezarımın ye­ rini bilmesinler, benim kemiklerim on­ ların çizmeleri, atlarının nalları altında sarsılsın, bu suretle ben de onlara işti­ rak etmiş olayım.»

Gerçekten İstanbul'un fethi sırasında bu yerde Fâtih Sultan Mehmed ordugâh kurdurmuş ve muhteşem bir resmigeçit yaptırmıştır.

KABRİN BULUNUŞU

Bu kuşatmadan sekiz yüz yıl sonra, 1453'de İstanbul'u fetheden Fâtih Sul­ tan Mehmed, Ebâ Eyyûb el-Ensârî hak­ kında söylenenleri biliyor, makamını bu­ larak orada bir Türk sitesi kurmak isti­ yordu.

(3)
(4)

İslâm âleminin en büyük ziyaret yer­ lerinden biri olan bu kabrin bulunuşu hakkında da birtakım söylentiler vardır.

İstanbul'un fethini takip eden günler­ den birinde Okmeydam'nda Fâtih Sul­ tan Mehmed ile beraber olan Ak Şem- seddin Haliç kıyılarında, surlara yakın nurlu bir yeri işaret ederek aranan me­ zarın orada olduğunu söylemiştir. Erte­ si gün padişah ile birlikte oraya giden Ak Şemseddin eline aldığı iki çınar da­ lını biraz aralıklı olarak yere dikmiş, «işte, Ebâ Eyyûb el-Ensârî'nin kabri bu­ rasıdır» demiştir.

Mezarın bulunuşu ile ilgili bir başka söylenti biraz daha değişiktir. Bir gün Fâtih Sultan Mehmed ile beraber sur­ ların dışında dolaşan Ak Şemseddin, «Müjdeler olsun, Resulullah'ın alemdâ- rı Ebâ Eyyûb el-Ensârî burada gömülü­ dür» diyerek sık bir fundalığa girmiş­ tir. Bundan sonra seccadesini yayarak iki rekât namaz kılmış, selâm verip sec­ dede uykuya dalmıştır. Orada bulunan­ lar, «Efendi, Ebâ Eyyûb el-Ensârî'nin mezarını bulamadığı için utancından uy­ kuya vardı» demişlerdir. Fakat, Ak Şem­ seddin secdeden başını kaldırmış, kan çanağına dönen gözlerini padişaha çe­ virmiş, şöyle demiştir:

— Hikmet-i Hudâ seccâdemizi Eyyûb el-Ensârî'nin kabri üzerine döşemişler. Emir buyurun hemen şurayı kazsınlar...

Bunun üzerine orada bulunanlardan birkaç kişi Ak Şemseddin'in seccâdesi- nin altını kazmaya başlamıştır. Üç zirâ derinliğe ulaşıldığında yeşil somâkiden dört köşe bir taş meydana çıkmıştır. Bu­ nun üzerinde de Kûfî bir yazı ile «Hâzâ kabr-i Ebâ Eyyûb el-Ensârî» yazılı imiş, Bu taş kaldırılınca altında kefen içeri­ sinde elinde tunç bir mühür tutan saf­ ranla boyalı Ebâ Eyyûb el-Ensârî'nin vü­ cudu ile karşılaşılmıştır. Bunun üzerine taş .hemen yerine konmuş, tevhid ve tez- kîr ile üzeri toprak doldurulmuştur.

EYYÛB'UN TÜRBESİ

Ebâ Eyyûb el-Ensârî'nin makamı belli olunca Fâtih Sultan Mehmed üzerine bir türbe ve onun kıble yönüne de bir cami yapılmasını emretmiştir. Böylece h. 863 (1453) yılında yaptırılan türbe bir çok ilâvelerle günümüze en iyi şekilde gel­ miştir. Sekizgen bir plâna göre, köşele­ ri yarım sütunlarla takviye edilerek kö- feki taştan inşâ edilen türbe merkezi bir kubbe ile örtülmüştür. Bugünkü du­ rumundan oldukça farklı ve daha sade bir görünümü olan türbeye I. Sultan Ah­ med, III. Sultan Ahmed, III. Sultan Se­ lim ve II. Sultan Mahmud çeşitli ilâve­ ler yaptırmıştır. Bunun sonucu olarak Fâtih Sultan Mehmed'in esas yapısı ku­ zey ve güney yönlerindeki ek bölümler arasında sıkışıp kalmıştır.

Bugün türbeye cami ile müşterek bir avludan girilmektedir. Bu avlunun orta­ sında ise demir parmaklıklar içerisine alınmış, ihtiyar bir meşe ağacı dikkati çekmektedir. Söylentiye göre bu ağaç Ebâ Eyyûb el-Ensârî'nin mezarını tâyin ederken Ak Şemseddin'in diktiği küçük dal parçası imiş. Buraya dikilen ikinci dal zamanla büyümüş, gelişmiş, fakat camiin ikinci yapımı sırasında kesilmiş­ tir. III. Sultan Selim'in yaptırdığı ve dört tarafına Barok üslûpta birer çeş­ menin ilâve edildiği, bu parmaklıkta o­ nun Mevlevî muhibbi olduğunun işareti sikkeler bulunmaktadır. Halk arasında yaygın bir inanca göre evlenme çağına gelip henüz kısmeti çıkmayan kızlar «Kısmet Çeşmeleri» diye tanınan bu çeş­ melerden su içince lülelerini açık bıra­ kırlarm ış. Böylece akan sular gibi kıs­ metlerinin açılacağı düşünülürmüş...

I. Sultan Ahmed zamanına kadar ori­ jinal şekli ile gelen türbeye birtakım ek­ ler yapılmıştır. Bu arada avluya bakan cephe İznik çinileri ile kaplanmış, giri­ şin yanına bronz şebekeli bir hâcet pen­ ceresi ilâve edilmiştir. Üzerinde «Allah hû lâ ilâve illallah el melîk-ül Hakk-ı mübîn» yazılı hâcet penceresinin

(5)
(6)

keleri ziyaretçilerin devamlı surette el sürmelerinden ötürü pırıl pırıl parla­ maktadır.

Nişancı Ahmed Paşa, türbeye bitişik bir sebil yaptırmış, III. Sultan Selim geniş bir saçaklık ilâve ettirmiş, giriş kapısı üzerine de III. Sultan Ahmed za­ manında yapının esaslı onarım gördüğü­ nü belirten Arapça bir tamir kitabesi yerleştirilmiştir.

Yuvarlak kemerli bir kapıdan tür­ benin sofa diye isimlendirilen bölümüne girilmektedir. Hemen girişte I. Sultan Ahmed'in haremağası Şeyhülharem El- hâc Mustafa Ağa'nın mermer sanduka­ sı yer almaktadır. Sofada çeşitli devir­ lere ait zengin çini örnekleri bir araya toplanmıştır. Burada X V I. yüzyıldan başlayarak X IX . yüzyıla kadar tarihlen- dlrilen İznik ve Kütahya çinileri görül­ mektedir. Mavi-beyaz, fîrûze, yeşil ve mercan kırmızısı renklerinde değişik kompozisyonlar bir araya getirilmiştir. Genellikle üslûp birliği ile dekoratif bir şekil âhengi yoktur. Piyasada mevcut ör­ nekler bir araya toplanmıştır. Bu yüz­ den benzerlerine Topkapı Sarayı, Yeni- cami hünkâr kasrında rastlanan son de­ rece güzel örneklerin yanı sıra hiçbir ö­ zelliği olmıyan parçalara da rastlanmak- tadır. Burada küçük bir hücre içerisin­ de I. Sultan Mahmud'un Topkapı Sara- yı'ndan gönderdiği «Nakş-ı kadem-i saâ- det» (Hz. Peygamber'in ayak izi) mu­ hafaza edilmektedir. Hücrenin üzerinde de h. 1144 (1731) tarihli tâlik yazılı bir kitâbe yerleştirilmiştir.

Sandukanın bulunduğu yere Sofa'dan iki basamakla çıkılmaktadır. Önde al­ çak ve iki kanattan meydana gelen se­ def kakınalı bir parmaklık, bunun ar­ kasında da oldukça ağır demir kapılar yer alır.

Türbenin ortasında Ebâ Eyyûb el-En- sârî'nin sandukası vardır. Sanduka III. Sultan Sellm'in yaptırdığı Barok üslûp­ taki oymalı gümüş bir şebeke ile kuşa­ tılmıştır. Bunun üzerinde de gümüş ka­

bartma olarak Amme, Fâtiha sureleri ile tâlik yazılı bir kitâbe bulunmaktadır.

Sandukayı örten atlas örtüyü h. 1233 (1819) yılında türbeyi tamir ettiren II. Sultan Mahmud hediye etmiştir. Bu ör­ tünün üzerindeki yazıları da devrin ün­ lü üstâdı Hattat Râkım Efendi ile padi­ şahın kendisi yazmıştır.

Sandukanın ayak ucunda mermer bi­ lezikli bir kuyu vardır. Bir söylentiye göre bu kuyu kabrin keşfi sırasında var olan pınara ait bulunuyormuş. Aynı za­ manda üzerine de I. Sultan Ahmed za­ manında h. 1016 (1607) da tamir edil­ diğini belirten sülüs yazılı bir kitâbe yerleştirilmiştir.

Osmanlı padişahları türbenin içerisi­ ni kıymetli hediyelerle âdetâ bir müze hâline getirmiştir. Sultan İbrahim san­ dukanın baş ve ayak ucuna büyük ölçü­ de gümüş şamdanlar koydurmuştur. Kandillikte asılı değerli 36 adet buhur­ dan ve zemzemiye III. Sultan Ahmed'in hediyesidir. Ayrıca koyu siyah zemin ü­ zerine altın Sırma ile kelime-i tevhid işli on dört perde kelimenin tam anlamı ile bir sanat eseridir. Bu perdeler Ravza-i Mutahhara için yapılmış, fakat Birinci Dünya Savaşı'nın patlak vermesi üzeri­ ne yerine götürülemiyerek buraya kon­ muştur.

Eyyub Türbesi Türk yazı sanatı yö­ nünden de üzerinde durulması gereken pek çok eseri ihtiva eder. Ancak kıymet­ li yazmaların bir kısmı Evkaf Nazırı Hay- ri Efendi zamanında Evkaf-ı Islâmiyye Müzesi'nin kuruluşu sırasında oraya kaldırılm ıştır. Bunun yanısıra bugün de türbede değerli yazı örneklerine rast- lanmaktadır. Burada III. Sultan Ahmed' in, II. Sultan Mahmud'un ve Mustafa iz­ zet Efendi'nin çok güzel yazıları vardır. Ayrıca II. Abdülhamid'm hocası Hattat Celâleddin Efendi'nin kabrin Ak Şem- seddin tarafından bulunuşunu anlatan sülüs levhası, Fâtih Sultan Mehmed'in tuğrası da görülmeye değer eserler ara­ sındadır.

65

Referanslar

Benzer Belgeler

Anadolu fotoğraf­ larını, Anadolu sıcaklığını, dünya­ nın en çok satan dergilerinin kapa­ ğına ışınlar.... D erken, tüm bu dalgalanmalar ve tartışmaların

Bu birikimi sağlamak için önce gerçek hayattaki nokta, doğru, düzlem gibi varlıkları so- yutlayıp kuramsal kavramlar olarak düşünmek ve sonra idealize edilmiş bu

layan Anlı 1933 yılında Batı akımlarım ilk defa Türkiye’ye getiren D Grubu ku­ rucularına katıldı, Ressam, 1947 yılında Paris’e gitti.. Paris’te Jean

Bu billur gibi ses Boğaz kıyılarını yalayarak titreye titıeye sularda sö nerken, biz duygularımızı aydan bile kıskanır gibi gözlerimizi yumar, kendi mizden

Sergiyi gezerken, onun yaptığı şair Abdülhak Hâmid ’in portresi bana bunlan düşündürdü. Süleyman Nazif’in, şair-i âzam diye nitelendirdiği

Ama Günefl enerjisiyle çal›flan oto- mobillerin yavafllamak için normal otomobillere göre daha az güce ihtiyac› oldu¤u için frenler daha küçük. Bunlardan baflka bisiklet

Bu yıl Taner Öykü Yarışması Seçici Kurulu çok güç bir gö­ revle karşı karşıyaydı.. Yedi yüze yakın kısa, uzun öykü gönde­ rilmişti yurdun dört

fiimdiye kadar bilim adamlar› böceklerin sokmad›¤› kiflilerin vücut kokular›nda baz› kimyasal maddelerin eksik oldu¤unu düflü- nüyorlard›.. ‹flte Rothamsted