• Sonuç bulunamadı

Sözlü kültürde anne ve çocuk ilişkisi

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Sözlü kültürde anne ve çocuk ilişkisi"

Copied!
193
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

I

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI ANA BİLİM DALI

TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI BİLİM DALI

SÖZLÜ KÜLTÜRDE ANNE VE ÇOCUK İLİŞKİSİ

YÜKSEK LİSANS TEZİ

Danışman

Prof. Dr. Sinan GÖNEN

Hazırlayan

Feride ÇIPLAK

(2)
(3)

i

(4)

ii

(5)

iii

İÇİNDEKİLER

BİLİMSEL ETİK SAYFASI... i

TEZ KABUL FORMU ... ii

ÖN SÖZ ... viii

ÖZET ... xi

SUMMARY ... xii

KISALTMALAR LİSTESİ ... xiii

GİRİŞ ... 1

I. BÖLÜM: KÜLTÜRDE ANNE VE ÇOCUK ... 7

1. AİLE KAVRAMI ... 7

1.1. Aile Türleri ... 10

1.1.1. Çekirdek Aile ... 10

1.1.2. Geniş Aile ... 10

2. ANNE KAVRAMI ... 11

2.1. Anneye Verilen Önem ... 13

2.2. Anne Türleri ... 17

2.2.1. Statü Açısından Anne Çeşitleri ... 17

2.2.1.1. Öz Anne ... 17

2.2.1.2. Üvey Anne ... 18

2.2.1.3. Kaynana (Kayın Valide) ... 20

2.2.1.4. Sütanne ... 25

2.2.1.5. Bakıcı Anne (Dadı) ... 25

2.2.2. Duygusal Özellik Bakımından Anne Türleri ... 26

2.2.2.1. İyilik Timsali Anne ... 26

(6)

iv

2.2.2.3. Kötü Anne ... 27

2.2.2.4. Çaresiz Anne ... 30

3. ÇOCUK KAVRAMI ... 31

3.1. Çocuk Türleri ... 32

3.1.1. Zaman Bakımından Çocukluk: ... 32

3.1.1.1. Bebeklik ... 32

3.1.1.2. Çocukluk ... 36

3.1.1.3. Gençlik ... 37

3.1.1.4. Yetişkinlik ... 38

3.1.2. Statü Bakımından Çocuk: ... 38

3.1.2.1. Öz Çocuk ... 38

3.1.2.2. Üvey Çocuk ... 38

3.1.2.3. Öksüz Çocuk ... 38

3.1.2.4. Annesi ve Babası Boşanmış Çocuk ... 41

3.1.3. Duygusal Özellikleri Bakımından Çocuk ... 42

3.1.3.1. Şımartılan Çocuk ... 42

3.1.3.2. Maddî Özgürlüğüne Kavuşamamış Çocuk ... 42

3.1.3.3. Sabırsız Çocuk ... 43

3.1.3.4. Yaramaz Çocuk ... 43

3.1.3.5. Hayırsız Çocuk ... 44

3.1.3.6. Dertli Çocuk ... 46

3.2. Cinsiyeti Bakımından Çocuk ... 47

3.2.1. Erkek Çocuk ... 47

3.2.2. Kız Çocuk ... 49

(7)

v

4.1. Anne ve Çocuk Benzerliği ... 54

4.2. Anne ve Çocuğun Birbirine Olan Bağlılıkları ... 55

4.3. Anne ve Çocuk Diyaloğu ... 56

4.4. Anne ve Çocuğun Çıkarlarının Çatışması ... 59

II. BÖLÜM: ANNE VE ÇOCUK GÖZÜNDEN ANNE-ÇOCUK İLİŞKİSİ ... 61

1. ANNE GÖZÜNDEN ÇOCUK ... 61

1.1. Annenin Çocuk Özlemi (Çocuksuzluk) ... 61

1.1.1. Çocuk Sahibi Olmanın Önemi ... 61

1.1.2. Dua Ederek Çocuk Sahibi Olma ... 63

1.1.3. Destanlarda Rastlanılan Bir Motif Olarak Çocuksuzluk ... 65

1.2. Annenin, Çocuğuna Sevgisi ... 67

1.3. Annenin, Çocuğuna Dua Etmesi ve İyi Dileklerde Bulunması ... 76

1.4. Annenin, Çocuğuna Özlemi ... 79

1.5. Annenin Çocuktan Gelecek Beklentisi ... 82

1.6. Annenin, Çocuğunu Dert Ortağı Olarak Görmesi ... 84

1.7. Annenin, Çocuğunun İlk Eğitimcisi Olması ... 84

1.8. Annenin, Çocuğu Karşısında Acziyeti ... 86

1.9. Annenin, Çocuğu İçin Sıkıntılara Katlanması ... 87

1.10. Annenin, Çocuğuna Karşı Fedakârlığının Sınırlı Olması ... 88

1.11. Annenin, Çocuğunun Bakımından Sorumlu Olması ... 89

1.12. Annenin, Çocuğunu Cesaretlendirmesi ... 90

1.13. Annenin, Yaptığı Her İşte Çocuğunun İyiliğini Düşünmesi ... 91

1.14. Annenin, Çocuğunu Tehdit Etmesi ... 91

1.15. Annenin, Çocuğuna Beddua Etmesi ... 92

(8)

vi

2.1. Çocuğun Anneye Olan Sevgisi ... 94

2.2. Çocuğun Anneye Sitemi ... 97

2.3. Çocuğun Anneye Özlemi ... 102

2.4. Çocuğun Annesini Özlememesi ... 107

2.5. Çocuğun Annesinin Sözünü Dinlememesi ... 107

2.6. Çocuğun Annesinden Korkması ... 108

2.7. Çocuğun Annesinin Duasını Alamaması ... 108

2.8. Çocuğun Annesi Tarafından Unutulması ... 110

III. BÖLÜM: GEÇİŞ DÖNEMLERİNDE ANNE- ÇOCUK İLİŞKİSİ ... 114

1. DOĞUM: ... 114 1.1. Doğum Öncesi ... 114 1.2. Doğum Esnası ... 115 1.3. Doğum Sonrası ... 117 2. SÜNNET ... 126 3. ASKERLİK ... 128 4. EVLENME ... 130 4.1. Evlilik Çeşitleri ... 131 4.1.1. Severek Evlenme ... 131 4.1.2. Zorla Evlendirilme ... 132 4.1.3. Görücü Usulüyle Evlenme ... 134 4.1.4. Beşik Kertme ... 134 4.2. Evlenme Öncesi ... 135 4.2.1. Eş Seçimi ... 135 4.2.2. Kız İsteme ... 137 4.2.2.1. Başlık Parası ... 139

(9)

vii 4.2.3. Nişan Merasimi ... 140 4.3. Evlenme Esnası ... 141 4.3.1. Kına Gecesi ... 141 4.3.2. Düğün Merasimi ... 146 4.3.3. Gelin Alma ... 146 4.4. Evlenme Sonrası ... 152 5. ÖLÜM ... 153 5.1. Ölüm Öncesi ... 154 5.2. Ölüm Esnası ... 155 5.3. Ölüm Sonrası ... 155 5.3.1. Çocuğun Ölümü ... 156 5.3.2. Annenin Ölümü ... 166 SONUÇ ... 168 KAYNAKÇA ... 171

(10)

viii ÖN SÖZ

Milletleri bir arada tutan değerler vardır. Her millet, her topluluk zaman içinde oluşturdukları ortak kültürleri sayesinde varlıklarını devam ettirir. Kültür kavramı, çok geniş bir alandır ve çok farklı kavramları içinde barındırır. O alanın içinde bağlı bulunduğu milletin değerleri, inançları, gelenek görenekleri, örf ve adetleri, sanatı, edebiyatı, kısacası insanın yaşayışına dair her şey yer alır. Bu açıdan bakıldığında her toplum, diğer toplumlarınkiyle farklılık gösteren kültür hazinelerine sahiptir. Türk milletini de asırlardır ayakta tutan ve gelecek yüzyıllara taşıyacak olan şey sahip olduğu zengin kültürüdür.

Kültürleri gelecek nesillere taşıyan en önemli araç ise dildir. Dil sayesinde her türlü yaşayış, inanış, duygu açıklığa kavuşur ve somutlaşır. Bizim için de bu durum böyle olmuştur. Türk milleti, dili sayesinde ortak kültürünü devam ettirmiştir. Bu ortak kültürün dile gelmesi sanatsal bir söylemin ortaya çıkışını sağlamıştır. Böylelikle edebiyat dediğimiz sanat kendini hissettirmiş ve edebi söylemlerle kültürün taşınması etkili bir hâl almıştır.

Türk toplumu, diğer toplumlarda olduğu gibi, var olduğu andan itibaren sözlü gelenekte edebi ürünler ortaya çıkarmaya başlamıştır. En ilkel toplumlar bile doğum, düğün, ölüm gibi törenlerinde; yaşadıkları savaşlarda, göçlerde, doğal felaketlerde… kısacası hayata dair karşılaşabilecekleri her türlü olayda sanatsal bir söylem ortaya çıkarmış, duygularını bu şekilde ifade etme ihtiyacı hissetmiştir. İnsanların yaşadıkları aşk, sevgi, ölüm, ayrılık, vatan sevgisi vb. her türlü duygu sözlü gelenekte var olmuştur. Sözle ifade edilen bu duyguların ancak ulaşılabilen belli bir kısmı yazıya geçirilmiştir.

Dile getirilen bu duygu ve sevgilerin içinde en önemlilerinden biri şüphesiz anne ve evlat sevgisidir. Annelik her toplumda ve inanışta kutsaldır. Çünkü anne, hayata yani bir birey kazandıran ve o bireyi topluma gerek fizyolojik gerekse psikolojik yönden hazırlayan kutsal ve değerli bir varlıktır.

(11)

ix

Bir anne evladı için ne kadar kutsal, saygıdeğer ve sevgiye layıksa bir evlat için de annesi öyledir. Anne ve çocuk arasında karşılıklı ve içten bir sevgi vardır. Hiçbir beklenti olmadan, bir karşılık beklemeden yaşanan tek sevginin anne ve çocuk arasında kurulan bu sevgi olduğunu söylemek mümkündür. İşte iki kişi arasında yaşanan bu sevgi ve duygu karşılıklı bir etkileşimi doğurmuş, bu etkileşim de varlığını edebi eserlerde hissettirmiştir. Anne ve çocuk ilişkisi gerek sözlü gerekse yazılı edebiyatta hep var olmuştur ve var olmaya devam edecektir.

Buradaki çalışmanın konusu ise sözlü kültürdeki anne ve çocuk ilişkisidir. Sözlü kültürün edebiyata yansımış hali anonim, yani sözlü halk edebiyatıdır. Bu tezde, anne ve çocuk ilişkisine sözlü kültürde yer alan örnekleriyle yer verilmeye çalışılmıştır.

Çalışmanın yapılırken anne ve çocuk ilişkisinin yer aldığı anonim halk edebiyatı ürünleri incelenme yoluna gidilmiştir. Mümkün olduğunca çok örneğe ulaşılmak amaçlanmıştır. Ulaşılan bu örnekler daha önce başka araştırmacılar tarafından derlenen örneklerdir. Yazıya geçirilen sözlü edebiyatın bu ürünlerine basılı ve yazılı kaynaklardan ulaşılmaya çalışılmıştır. Kaynaklarda yer alan “anne, ana, çocuk, evlat, oğul vb.” kavramlar tespit edilmiş ve bu kavramların bulunduğu örnekler tez konusu bakımından değerlendirilip yorumlanarak yerini almıştır. Ele alınan metinlerin bazıları annenin, bazıları çocuğun, bir kısmı ise üçüncü bir kişinin ağzından dile getirilen ürünlerden oluşmaktadır. Verilen örneklerin bazen tam metni bazen de bir kısmı yer almıştır. Birbirine benzer örneklerden bir veya birkaçına yer verilmiş, bu örneklerden çıkarım yapma yoluna gidilmiştir.

Çalışma üç ana bölümden oluşmaktadır.

İlk bölümde aile, anne ve çocuk kavramları, toplumun bakış açısı üzerinden açıklanmaya gidilecektir. Bu kavramlar çeşitlendirilerek açıklanacak, ilgili örnekler ilgili başlık altında yer alacaktır. İkinci bölümde anne ve çocuk ilişkisi incelenecek, konular annenin ve çocuğun bakış açısından değerlendirilecektir. İki farklı bakış açısı tarafından değerlendirilecek bu ilişki açıklama, örnek ve yorumlarla yerini alacaktır. Üçüncü bölümde geçiş dönemleri sırasıyla doğum, sünnet, askerlik, evlenme ve ölüm

(12)

x

olmak üzere beş kısımda tez konusu bakımından incelemeye alınacaktır. Yine bu bölümde de ilgili örneklere yer verilerek açıklama ve yorumlama yoluna gidilecektir. Son bölümde ise çalışma genel bir değerlendirmeye alınarak sonuç kısmıyla tamamlanacaktır.

Bu çalışmamda; tez konusunun belirlenmesi aşamasında, tezin yazım sürecinde desteklerini hiçbir zaman esirgemeyen; rehberlik, tavsiye ve eleştirileriyle bana yön veren; karşılaştığım her türlü teknik ve teorik problemde çözüm önerilerinde bulunan ve beni her zaman cesaretlendiren, engin bilgi ve tecrübelerinden yararlandığım kıymetli hocam ve tez danışmanım Prof. Dr. Sinan GÖNEN’e sonsuz teşekkürlerimi sunarım.

Teknik yönden ve yöntem açısından karşılaştığım her türlü zorlukta yanımda olan, desteğini her zaman hissettiğim kardeşim Arş. Gör. Beşir BABAYİĞİT’e; yüksek lisans eğitimimin her aşamasında yanımda bulunan, bu sürecin tamamlanması için hiçbir desteğini esirgemeyen, aynı zamanda meslektaşım eşim Hasan ÇIPLAK’a; sevgileri ve varlıklarıyla güç aldığım canım yavrularım Sümeyye ÇIPLAK ve Sıla ÇIPLAK’a; manevi telkinleriyle bu tezin ortaya çıkması konusunda beni cesaretlendiren kardeşim Funda KÜYÜK’e; eğitim hayatımın her aşamasında desteklerini yanımda hissettiğim yegâne varlığım ailemin bütün üyelerine,

Teşekkürlerimi borç bilirim.

Feride ÇIPLAK Konya, 2019

(13)

xi ÖZET

Türk milleti, zengin kültürü sayesinde varlığını devam ettirmekte olan bir toplumdur. Dil aracılığıyla taşınan bu zengin kültür birikimine anonim (sözlü) halk edebiyatı ürünlerinde rastlamak mümkündür. Bu ürünlerin sözlü gelenekte; dilden dile, nesilden nesile aktarılıp sonradan yazıya geçirildiği bilinmektedir.

Sözlü kültür, insanların yaşayışına ve birbirleriyle iletişimine dair birçok farklı konuyu içinde barındırır. İnsanın dünyaya gelmesine vesile kılınan kadın, kadına annelik vasfı kazandıran çocuk ve bu etkileşimden meydana gelen anne-çocuk ilişkisi her zaman saygıya değer bir durum olarak görülmüştür. Bu çalışmada anne ve çocuk ilişkisi sözlü kültür bağlamında ele alınmıştır.

Çalışma yapılırken anne ve çocuk arasındaki bu kutsal ve saygıdeğer ilişki, sözlü edebiyata ait farklı türlerde inceleme kapsamına alınmıştır. Üç ana bölümden oluşan bu çalışmada anne ve çocuk ilişkisine; toplum, anne ve çocuk gözünden farklı alt başlıklar altında yer verilmiş, geçiş dönemlerinde bu ilişki ayrıca irdelenmiştir.

Çalışmanın ilk bölümünde anne, çocuk, aile kavramlarının tanımlamaları yapılarak bu kavramların türlerine değinilmiştir. Aynı bölüm içinde, anne ve çocuk ilişkisi toplum gözünden değerlendirilmeye alınmıştır. İkinci bölümde anne ve çocuk ilişkisine sırasıyla, annenin ve çocuğun gözünden bakılmış, bu iki bakış açısına farklı alt başlıklar eklenerek konuya açıklık getirilmiştir. Çalışmanın üçüncü bölümünde ise geçiş dönemleri, anne ve çocuk ilişkisi bağlamında inceleme altına alınmıştır. Her üç bölümde de ele alınan konulara; farklı örnek, açıklama ve yorumlamalarla yer verilmiştir. Tezin sonuç kısmında tezin geneli değerlendirilerek yorumlanma yoluna gidilmiştir.

Bu çalışmayla; anne ve çocuk ilişkisinin sözlü kültürdeki yerini tespit etmek ve bu ilişkinin önemini anlamak amaçlanmıştır.

(14)

xii SUMMARY

The Turkish nation is a society that continues its existence thanks to its rich culture. This rich cultural accumulation carried through language can be found in anonymous (oral) folk literature works. It is known that these works in oral tradition has been transferred from language to language, from generation to generation and transcribed later on.

Oral culture contains many different subjects about people's way of living and their communication with each other. The woman who has been conducive in the birth of human being, the child who gives the woman the qualification of motherhood, and the mother-child relationship resulting from this interaction have always been regarded as a meritorious case. In this study, the relationship between mother and child is discussed in the context of oral culture.

During the study, this sacred and respectable relationship between mother and child was scrutinized in different types of oral literature. In this study, which consists of three main parts; the relationship between mother and child is handled under different headings with the perspectives of the society, mother and child. This relationship is studied additionally in transition periods.

In the first part of the study; the concepts of mother, child and family are defined and the types of these concepts are mentioned. In the same part, the relationship between mother and child is evaluated from the perspective of society. In the second part, the relationship between mother and child is studied from the eyes of the mother and the child, respectively. Then, subtitles are added to these two perspectives to clarify the issue. In the third part of the study, transition periods are examined in the context of mother and child relationship. In all these three parts; these aforementioned issues are given together with different examples, explanations and interpretations. In the conclusion part of the thesis, the thesis in general was evaluated and interpreted.

The aim of this study is to determine the place of mother and child relationship in oral culture and to understand the importance of this relationship.

(15)

xiii

KISALTMALAR LİSTESİ

C Cilt

ÇHS Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına Dair Sözleşme

Çev Çeviren

Dn Dipnot

DTCF Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi

Ed Editör

http Hyper Text Transfer Protocol

https Secure Hyper Text Transfer Protocol

K Kaynak KK Kaynak kişi m Madde s Sayfa S Sayı TDK Türk Dil Kurumu TCK Türk Ceza Kanunu TMK Türk Medenî Kanunu

TRT Türkiye Radyo Televizyon Kurumu

vb Ve benzeri

vd Ve diğerleri

vs Ve sair

Y Yıl

(16)

1 GİRİŞ

Türk toplumunun çok geniş ve zengin bir kültüre sahip olduğu bilinmektedir. Orta Asya’da başlayan ve günümüze kadar devam eden süreçte kültürümüzün zenginliği sözlü icra ortamlarında varyantlarıyla kendini hissettirmeye, var olmaya devam etmiştir.

Kültür, TDK tarafından “Bir topluma veya halk topluluğuna özgü düşünce ve sanat eserlerinin bütünü” (www.tdk.gov.tr) olarak tanımlanan bir kavram olarak karşımıza çıkar. Bir toplumun kültürü belli bir zaman içinde ortak değerler aracılığıyla oluşur. Bu kavram o toplumun yaşayışını, inançlarını, örf ve adetlerini, törenlerini yansıtması bakımından geniş bir alanı içinde barındırmaktadır. Türk toplumu, İslamiyet öncesi sözlü gelenekten bugüne değin oluşturduğu zengin bir kültür hazinesine sahiptir.

İnsanlığın yeryüzü macerasıyla başlayan ve tabiatla iletişim haline gelmesiyle ilk ürünlerini vermeye başlayan ve kişinin kendini ve çevreyi algılamasıyla yeni biçimler almaya başlayan kültür, insanların coğrafî dağılım bölgelerine göre farklılık göstermeye başlamıştır. Kültürle ilgili değişik tanımlama ve açıklamalar yapılsa da bu kavramının tanımlamalarında bazı ortak noktalar olduğu görülür. Buradan hareketle; farklı yaşam biçimi, tarihi, dünya görüşü, dili, dini ve benzeri ortak değerlerin toplamının o milletin millî kültürünü oluşturduğu düşüncesine gitmek mümkündür (Ersoy, 2004: 102-110).

Kısaca ifade etmek gerekirse bir milletin ortak değerlerinin millî olma vasfıyla birleşmesiyle kültür kavramının ortaya çıktığını söylemek mümkündür.

Kültüre dair var olan her şeyin yansımasına, sözlü kültür ortamında rastlamak mümkündür. Bu açıdan bakıldığında sözlü kültür “Bir milletin hayatında, fertlerin sözlü ve yazılı geleneklerinde yer alan kabulleriyle, müştereklik gücüne erişen ve millî kimliği oluşturan maddî ve manevî faaliyetlerin bütünüdür.” (Yıldırım, 1998: 38, Ersoy, 2007: 102-110’dan) olarak tanımlanmaktadır.

(17)

2

Sözlü kültürde yazılı bir metin olmadığı için bu kültürü yaşatan ve dile getiren ürünlerin, insanların belleğinde yüzyıllarca yaşayarak ve çeşitlenerek varlığını koruduğu görülmektedir. Sözlü geleneğin kültürü taşıma misyonuyla ilgili Jack Goody, “Sözlü gelenek, kültürel aktarımın bütün yükünü taşımak zorundadır.” (Goody, 2009: 128) diyerek sözlü kültüre güçlü bir anlam yükler. Devamında ise gelenekle ilgili şu açıklamayı yapar: “Gelenek” kelimesi -geniş anlamıyla nesiller arası iletişimde, doğrudan olduğu kadar dolaylı olarak da tek bir nesilde de olsa sözde bir sürekliliğe işaret eder. Daha sınırlı anlamıyla ise “gelenek”, edebî geleneği ya da edebî geleneğin, halk hikâyesi, efsane, türkü, bilmece ve atasözü gibi sözlü taraflarını kapsayan bir kavramdır. Bu sözlü taraflar, bazen, yazılı olan anlamında kullanılan “literate” kelimesi ile karışmamaları için, kalıplaşmış sözlü biçimler olarak da adlandırılırlar.” (Goody, 2009: 128).

O halde sözlü kültür ve geleneği araştıran bir bilim olarak folklor yani halk bilim kavramı karşımıza çıkmaktadır.

Folklor kavramı yerine halkiyat, halk bilgisi, budun bilgisi, halk bilimi gibi kavramların kullanıldığı görülmektedir.

TDK, folklor yerine halk bilimi ifadesini kullanarak şu tanımı yapmıştır: “Bir ülkede yaşayan halkın kültür ürünlerini, sözlü edebiyatını, geleneklerini, törelerini, inançlarını, mutfağını, müziğini, oyunlarını, halk hekimliğini inceleyerek bunların birbirleriyle ilişkilerini belirten, kaynak, evrim, yayılım, değişim, etkileşim vb. sorunlarını çözmeye, sonuç, kural, kuram ve yasaları bulmaya çalışan bilim dalı, folklor, halkiyat.” (www.tdk.gov.tr)

Folklorun “Soyut ve somut verilere dayalı; halk sanatı, giyim-kuşam, halk dansı, hak tiyatrosu, halk inancı, halk hekimliği, halk dili (argo gibi), halk lakâpları yanında halk şiiri, mezar yazılarına, ninnilerden sayışmacalara” değin bu alanlar ve bu alanlarla ilgi çalışmaları kapsadığı bilinir (Dundes, 1997: 76, Güzel ve Torun 2015: 67’den).

O halde folklor kavramı bir milletin kültürünü yansıtan bir bilim dalı olarak literatürde kendine bir yer edinmiştir. Folklorün yansıması olan, sözlü kültürde

(18)

3

yaşayan ürünlerin varlığını, anonim halk edebiyatının kapsamında sürdürdüğü bilinmektedir. Kim tarafından oluşturulduğu bilinmeyen, sonradan yazıya geçirilen ürünlerin yer aldığı edebiyat, sözlü yani anonim halk edebiyatı olarak bilinir. Bu edebiyat sözlü kültür içinde doğar, gelişir ve varlığını devam ettirir. Elçin bu edebiyatla ilgili şunları söyler: “…Bu sebeple doğuş hususiyetleri ne olursa olsun, anonim ve kolektif karakter taşıyan mahsullerle: Efsane, destan, masal, hikâye, atalar sözü, fıkra, türkü, bilmece, mâni, ninni, ağıt, ‘köy ortaoyunu’ dediğimiz temsilleri; meddah, karagöz ve ortaoyununu hatta kuklayı ‘Halk Edebiyatı’ adı altında topluyoruz.” (Elçin, 2013:4).

Açıklamalar doğrultusunda folklorün yani halk biliminin, bir toplumun sözlü kültürünü oluşturan değerlerini ifade ettiğini söylemek mümkündür.

Görülüyor ki sözlü halk edebiyatı; yaşayışımızı, örf ve âdetlerimizi, inanışlarımızı, değerlerimizi kısacası kültürümüzü, millî duygu ve benlik çerçevesi dahilinde, tüm samimiyetiyle gelecek nesillere yansıtan ve taşıyan bir edebiyattır.

Sözlü kültür, içinde çok geniş bir konu yelpazesini barındırmaktadır. İnsana ve topluma dair her şey bu yelpazenin içinde yerini tek tek almıştır. Doğum, ölüm, savaş, ayrılık, kahramanlık gibi durumlar; sevinç, korku, özlem, yaşama sevinci, öfke, vatan hasreti gibi duyguların hepsi insanla birlikte var olan, varlığını devam ettiren olay ve durumlardır.

İnsanoğlu her dönem ve toplumda birbirleriyle etkileşim ve iletişim halinde yaşamak durumundadır. İnsanların birbirleriyle olan bu ilişkileri ise her zaman farklı duyguların ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Bu ilişkilerin belki de en anlamlısı anne ve çocuk arasında oluşan ilişkidir. Anneyle çocuk arasında kurulan bu ilişki güçlü bir sevgi bağının kurulmasını sağlamış ve bu bağ, sözlü gelenekte her alanda yerini almıştır. Mânilerde, türkülerde, halk hikâyelerinde, ağıtlarda, masallarda vb. annenin çocukla, çocuğun anneyle ilişkisi her dönemde dile getirilmeye değer bir konu olarak görülmüştür.

İnsanın var olmasına sebep, anne kılınmıştır. Bir insanı dünyaya getirmekle yükümlü varlık annedir. Toplumumuzda anneye bakış açısı her zaman saygıya değerdir.

(19)

4

Anneye, İslâmiyet ayrı bir önem atfetmiştir. Nitekim bazı ayet ve hadislerde annenin kutsallığı üzerinde durulmuş, anneye saygı göstermenin gerekliliği dile getirilmiştir. İsra Suresi, 23 ve 24. Ayet’te şöyle ifade edilir: “Rabbin, sadece kendisine kulluk etmenizi ve anne babanıza iyi davranmanızı emretti. Onlardan biri veya ikisi senin yanında yaslanırsa onlara öf bile deme! Onları azarlama! İkisine de gönül alıcı güzel sözler söyle. Onlara merhametle ve alçak gönüllülükle kol kanat ger. ‘Rabbim! Onlar nasıl küçüklükte beri şefkatle eğitip yetiştirdilerse şimdi sen de onlara merhamet göster’ diyerek dua et.” (www.diyanet.gov.tr) Bu ayetlerde anne ve babaya hürmet etmenin, onlara saygı ve sevgiyle davranılmasının gerekliliği üzerinde durularak onlara verilen önem dile getirilmiştir.

Dilimize yerleşmiş olan “Ana hakkı, Tanrı hakkı.” sözü, annenin hakkının ne kadar önemli olduğunu ifade etmektedir. Kaldı ki bizi yaratan Tanrı’yla annelik hakkı eş değerde görülmüştür. Bu açıdan düşünüldüğünde bir evladın annesinin hakkını ödemek için ne derecede hassas davranması gerekliliği de öngörülmektedir. Evlat, annesinin yaptıkları karşısında onun hakkını ödemek için türlü iyiliklerle, saygı ve hürmetle davranmalıdır.

Anne insanoğlunun yaratıldığı andan itibaren saygı ve hürmete her zaman layık görülmüştür. Neşet Ertaş’ın ifade ettiği gibi: “Analar insandır, biz insanoğluyuz.” (Köse, 2018: 41).

Çocuk sahibi olmak bir kadına annelik vasfını yükler. Çocuk; annenin gözünden kıymetli, sevilen, şefkat beslenen ve mutluluğu için çaba harcanan kişidir. Çocuğun anneye annenin çocuğuna güçlü bir sevgi bağı ile bağlandığı bilinen bir gerçektir.

Çocuk sahibi olmak hem ailenin hem de toplumların devamlılığı adına arzu edilen bir durumdur. Ayrıca çocuk sahibi olmak aile birlikteliğini güçlendiren, eşler arası sevgi bağını arttıran, yuvayı yuva yapan, aidiyet ve aile olma kavramlarının sağlamlığını arttıran, kadına annelik gibi anlamlı bir vasıf yükleyen, erkeğe baba misyonunu ve gücünü veren çok güçlü bir olgudur. Bu bağlamda, evlenen çiftler tarafından her zaman çocuk sahibi olmak arzu edilen bir durum olarak karşımıza çıkmıştır. Çocuk sahibi olamayan çiftelerin evlat sahibi olmak için gerek inanç

(20)

5

düzeyinde gerekse tıbbî anlamda her türlü yola başvurdukları da şahit olunan bir durumdur.

Nitekim, anne ve çocuk ilişkisi farklı disiplin alanları tarafından incelenmeye ve araştırmaya değer bir konu olarak görülmüştür.

Bu tezde, anne ve çocuk ilişkisi, sözlü kültür bağlamında incelenme altına alınacaktır.

Çalışmanın ilk aşamasında anonim halk edebiyatı ürünlerinin yer aldığı kitap, makale ve dergilere gerek basılı gerekse internet üzerinden ulaşılma yoluna gidilmiştir. Mümkün olduğunca farklı kaynaklara ulaşmak hedeflenmiştir. Bu kaynaklarda yer alan örnekler anne ve çocuk ilişkisi bağlamından incelenmeye tâbi tutulmuştur.

Yapılan bu çalışma üç ana bölümden meydana gelmektedir. İlk bölümde, kültürde anne ve çocuk ilişkisinin varlığı değerlendirme altına alınacaktır. Anne ve çocuk ilişkisine toplum tarafından bakış nasıldır, toplum bu ilişkiye nasıl bir anlam yüklemektedir, sorularının cevabı verilmeye çalışılacaktır. Bu aşamada; aile, anne ve çocuk kavramları ayrı ayrı tanımlama ve açıklama yoluna gidilecektir. Bu açıklamalar yapılırken yine aile, anne ve çocuk çeşitleri üzerinde alt başlıklar halinde durulacaktır. Konunun başlıklarıyla ilgili toplanan örneklere, her başlık altında ayrı ayrı yorumlamalarla birlikte yer verilecektir. Nihayetinde anne ve çocuk ilişkisine toplum gözünden bakış ayrı bir başlık altında konu bakımından tasnife tâbi tutularak irdelenecektir.

İkinci bölümde anne ve çocuk ilişkisine annenin ve çocuğun gözünden olmak üzere iki farklı pencereden bakılmaya çalışılacaktır. Bu doğrultudan hareketle önce annenin çocuğuna, devamında çocuğun annesine karşı beslediği duygular, edindiği misyonlar, yaşadığı durumlar farklı başlıklar altında incelenmeye tâbi tutulacaktır. Yine her başlık altında konuyla ilgili örneklere ve bu örnekler üzerinden yorumlamalara yer verilecektir.

Üçüncü ve son bölümde anne ve çocuk ilişkisi geçiş dönemlerinde irdelenmeye çalışılacaktır. Burada hayatın önemli dönemlerine yer verilecektir. Sırasıyla doğum, sünnet, askerlik, evlenme dönemleri incelenme altına alınacaktır. Bu olaylarda, anne-

(21)

6

çocuk ilişkisini yansıtan sözlü ürünlere yer verilecektir. Bu edebî ürünler, diğer bölümlerde olduğu gibi farklı örnekler şeklinde ve yorumlanarak yerini alacaktır.

Çalışma, sonuç kısmında yapılan değerlendirmeyle son bulacaktır.

Hazırlanan bu tezde; sözlü kültürde yaşayan anne ve çocuk ilişkisinin, anonim halk edebiyatı ürünlerine yansıyan örnekleri üzerinden, çıkarımlara varılarak edebiyat dünyasına kazandırılması amaçlanmıştır.

(22)

7

I. BÖLÜM: KÜLTÜRDE ANNE VE ÇOCUK

1. AİLE KAVRAMI

Bir toplumu ayakta tutan temel yapı ailedir. Türk toplumunda her dönemde aileye çok önem verilmiştir. Ailenin birlikteliği ve devamlılığı için hassasiyet gösterilmiştir. Savaşlarda, göçlerde, yaşanılan her türlü zor şartlarda bile ailenin bütünlüğü önemsenmiştir.

Ailenin kesin ve evrensel tanımını yapmak, sosyolojik, coğrafik ve ekonomik farklılıklar göz önüne alındığında pek olası görülmemektedir. Ailenin bilinen en basit tanımı, birbirine kan bağı ile bağlı bireylerin oluşturdukları bir grup olarak yapılabilir.

Görevleri yönünden aileye üç değişik açıdan bakılabilir. Aile, her şeyden önce, eşlerin duygusal ve cinsel gereksinimlerini karşılayan yasal bir birliktir. Aile, ortak amacı, çıkarları, inançları, kuralları olan bir insan kümesidir. Aile, çocukların beslenip bakıldığı ve eğitildiği bir ortamdır (Yörükoğlu, 2002: 125).

Birleşmiş Millet Örgütü’nün tanımına göre, “Aile kan, yasa ve evlilik yolu ile birbirlerine belirli derecede akrabalıkları bulunan hane halkı üyelerinden meydana gelir.” (http://www.un.org.tr/humanrights/tr/)

Aile, toplumun en küçük temel sosyal kurumu, yapı taşıdır. Ailenin bütünlüğü, bireylerinin kişilik özellikleriyle yakından ilişkilidir. Sorumluluklarını bilen, anlayışlı, birbirine sevgi ve saygıyla bağlı bireyler birbirine daha sıkı bağlı olur. Bu bireylerin birbirlerine oldukları kadar, topluma karşı da önemli sorumlulukları bulunur. Fertler birleşerek toplumu oluşturmaktadır. Aileyi oluşturan bireylerin sağlıklı, huzurlu olması, toplumun sağlıklı ve huzurlu olmasını sağlar. Anayasamızın 41. maddesinde, “Aile, Türk toplumunun temelidir ve eşler arasında eşitliğe dayanır.” ibaresiyle ailenin önemi belirtilmiştir. Yani cinsiyet ayrımı yapılmaz.

(23)

8

“Aile (anne, baba; varsa, kardeşler) nin bünyesi, bu bünyeye dahil olan ilk yakınlar (dede, nine, hala, amca dayı) çocuğun ben’inin oluşmasında ilk büyük etkileri yaparlar. Ailede yaşatılan güç odağı (otorite); sıra, sevgi ve saygıya bağlı statü ve rol benimsetici unsurlar, çocuğun ve gencin ben’i için, “benzeştirici iç modeller” dir. Bu iç modellerin bir başka yönü de ailenin ulaşılması, elde edilmesini hedef saydığı statü ve rol konusundaki telkinleridir. İnsan, ben’indeki özgüven duygusunu, sahip olma hissini, statü ve rol konusundaki hedeflerin türü ve şiddetini, aile içi model ve telkinler yoluyla genişletecek, değişmelere uğratacak, olumlu ve olumsuz tepkiler görecektir.” (Tural, 1992: 61).

“Aile, kavramı genel geçerliliği olan ve sosyal grup ile aile fertleri arasındaki ilişkileri içeren ve aynı zamanda âdetleri, örfleri, görenekleri ile gelenekleri bulunan kültür unsurlarını içerisinde taşıyan bir birimdir, hatta bir sosyal sistemin adıdır” (Nirun, 1994:17).

Çocuk nasıl bir ailede doğmuşsa o ailenin özelliklerini alacaktır. Kötü özelliklere sahip bireylerin bulunduğu bir ailede doğup büyüyen bir bireyle iyi özelliklere sahip bir ailede yetişen birey arasında farklılıklar olacaktır. İyi ailenin özelliklerini Ergün Yıldırım şöyle sıralamıştır:

“-İyi aile meşru temelle kurulmuştur. Toplumsal normlar ve değerlere uygun evliliklere dayanır.

- Bireyler arası iletişim güçlüdür.

- Ortak çatı altında biten yaşam, ortak ilişkilere devam eder. - Az ya da çok demeden yardımlaşmanın sürekliliği vardır. - En sevinçli ve en üzüntülü anlarda duygular yoğun paylaşılır. - Bireyler arasında güven ve sükûn vardır.

- Birbirini önemseyen ilişki tarzı geçerlidir. - İş tartışmaları ve sorunlar küçüklere taşınmaz. - Politik tartışmalar çocuklara yansıtılmaz

(24)

9

- Anne-baba, başka aile çocuklarıyla çocuklarını rekabete sokmaktan kaçınır. - Kardeşler arası rekabetten kaçınılır ya da tek bir çocuğa yoğunlaştırılmaz. - Çocuğun iyi eğitim alması kadar iyi arkadaşlar kazanmasına da dikkat edilir. - İyi komşular ve iyi bir sosyal çevrede yerleşmeye önem verilir.” (Yıldırım, 2002 :46).

“Türk Atasözleri ve Deyimlerinde Aile ve Akrabalık Anlayışı” adlı çalışmasında Nevin Güngör Ergan, Türk atasözleri ve deyimlerinin Türk kültürünün ve toplumunun ürünleri olduğunu ifade eder. Aile bütünlüğü ve ailedeki rollerle ilgili şu atasözlerine yer verir:

“Evi ev eden avrat (kadın), yurdu şen eden devlet”. “Kadın erkeğin eşi, evin güneşidir”.

“Kadının düzdüğü evi Tanrı yıkmaz, kadının bozduğu evi Tanrı yapmaz.” “Kadın var ev yapar, kadın var ev yıkar”.

“Kadınsız ev olmaz”.

“Dişi kuş yapar yuvayı, içini, dışını sıvayı sıvayı” “Baba nasihatı tutmayan pişman olur”.

“Baba oğlunun fenalığını istemez”. “Çocuklu ev pazar, çocuksuz ev mezar”. “Çocuksuz kadın meyvesiz ağaç gibidir”. “Çocuk evin meyvesidir”.

“Oğlanı kızı olmayan avrattan, eski hasır yeydir”. “Evlâdı olmayanda merhamet olmaz” (Ergan, 2006: 10).

O halde bir çocuğun yetişmesinde ailenin rolünün çok önemli olduğu söylenebilmektedir. Çocuk ilk öğrenmelerini ailede yapacak sonrasında hayata bu öğrendiklerini temel alarak devam edecektir.

(25)

10

Çocuğun yetişmesinde Türk aile yapısına bakıldığında anne faktörü babaya göre daha etkilidir. Baba geleneksel aile yapısına göre evin geçimini sağlamakla yükümlü bireydir. O yüzden edebi eserlere bu ilişkinin anne-çocuk bağlamında yansıması babaya kıyasla daha fazladır.

1.1. Aile Türleri

1.1.1. Çekirdek Aile

Çekirdek aile, en genel tanımıyla anne, baba ve çocuktan oluşan bir kurum olarak bilinmektedir. Zamanla bu kavram anne- çocuk birimini temel alarak daha geniş bir kapsama ulaşmıştır. “O halde çekirdek aile, bir ya da daha fazla anne, baba ve bağımlı bir çocuktan oluşan, üvey anne-baba, üvey kardeş ve evlatlık çocukları da içerebilen bir grup.” (Haviland vd. 2008: 475) olarak ifade edilebilmektedir.

Teknolojinin gelişmesi ve köyden şehre göçün yaygınlaşmasının, geniş aileden çekirdek aileye dönüşü gerekli kıldığı, böylelikle Türk aile yapısında bu anlamda değişikliğe gidildiği görülmektedir.

1.1.2. Geniş Aile

Geniş ailenin, “Birbirleriyle akrabalık ilişkisi içinde olan iki veya daha fazla çekirdek ailenin daha büyük bir grup olarak birlikte yaşaması.” (Haviland vd. 2008: 477) şeklinde tanımlandığı görülmektedir. Eski tarım toplumlarında ailedeki erkek birey eşini kendi ailesine getirmesi yönünde bir gelenek yaygındır. Erkeğin, eşinin ailesinin yanına yerleşmesi de olabilen ancak kültürümüzde nadir rastlanan durumlardan biridir. Böylelikle ailenin büyüme ve genişleme yoluna gidildiği görülmektedir. Bu durumun, bir alenin içinde anne, baba, dede, babaanne, anneanne, yeğen, hala, teyze, amca gibi akrabalık bağı olan kişilerin bir arada yaşaması gerekliliğini ortaya çıkardığı görülmektedir.

Geleneksel kesimde akrabaların, birbirleriyle olan ilişkilerinde farklı rollere büründüğü bilinmektedir. Bu anlamda akrabalar, çocuğun eğitiminde etkin bir rol

(26)

11

oynar. Çocuk yetiştirme konusunda ve çocuğun terbiyesinde akrabaların da çocuğu eğitmesi ve denetlemesi karşılaşılan bir durumdur (Tezcan, 2008: 77).

Geniş aile şeklinde yaşanması ve akrabalık ilişkilerinin varlığı sözlü kültürde varlığını hissettirmektedir.

Çocuğun yetişmesinde dayının, emminin, dedenin farklı rollerinin olduğu aşağıdaki ninnide örneklendirilmiştir:

Dandini dandini dayısı bakar, Yanına yağlık emmisi takar, Ağzına şeker babası eker, Cebine harçlık dedesi döker, Yesin oğlum nenni!

Yesin de büyüsün nenni! (Demir-Demir, 2010: 111) Aşağıdaki ninnide yine akrabalardan bahsedilmektedir: Ninni ninni uyuyasın

Uyuyup da büyüyesin Teyzen ayakkabı almış

Tıpış tıpış yürüyesin (Artun, 2015 :44)

2. ANNE KAVRAMI

Anne; geleceğin mimarı, soyun devamını sağlayan, saygıdeğer, kutsal kişidir. “Cennet annelerin ayakları altındadır” sözü toplumumuzda anneye verilen değeri açıkça göstermektedir. Anne kavramını Türk Dil Kurumu (TDK), çocuğu olan kadın, ana, valide diye tanımlamıştır (www.tdk.gov.tr). Yani anne olmanın koşulu bir çocuk dünyaya getirmektir.

(27)

12

Kur’an-ı Kerim’de anneyle ilgili Mücadele Suresi, 2. ayete bakmak gerekir: “İçinizden karılarına zıhâr yapanların karıları asla onların anaları değildir. Onların anaları sadece, kendilerini doğuran kadınlardır. Gerçek şu ki, onlar çirkin ve asılsız bir söz söylüyorlar. Şüphesiz Allah affedicidir, bağışlayıcıdır.” Bu ayette, anne çocuğu doğuran kadındır, denilerek anneliğin tanımı açıkça yapılmıştır.

Annelik kavramına eski toplumlardan beri kutsallık atfedilmiş ve annelerin çocukları ile arasındaki soy bağının önemi dolayısıyla annenin iffetine yönelik iftiralar Sümerlerden günümüze cezalandırılagelmiştir (Babayiğit, 2018a: 319-327). Annenin iffetine yönelik iftiralar İslamiyette “kazf (zina iftirası)” olarak anılmakta (Babayiğit, 2018a: 317), günümüzde ise hakaret suçu kapsamında değerlendirilmektedir (Babayiğit, 2018a: 380-383).

Annelik kavramıyla ilgili; psikolojik, hukuki, biyolojik vb. farklı alanlarda çeşitli tanımlama ve açıklamalar yapılmıştır:

Biyolojik anlamda; Prof. Dr. Muammer Bilge, Fizyolojide Hormonlar Bilgisi isimli kitabında annelik kavramını şöyle anlatır: “Gebelik, döllenme ile başlayan, doğum ile sona eren ve 280 günlük bir süreyi kapsayan bir kadınlık fonksiyonudur. Bu fonksiyon gerçekleştirilirken kadında bedensel ve ruhsal bir dizi değişim meydana gelerek, onu ‘kadın’lıktan ‘anne’liğe taşır. Kadının anne haline dönüşmesi biyolojik, ruhsal ve toplumsal bakımdan, bir evrim basamağından daha yüksek bir evrim basamağına çıkıştır. Bu yükseliş, kadınlık fonksiyonları ve cinsel içgüdü ile başlar, annelik içgüdüsü ve ona bağlı olarak gelişen annelik fonksiyonları ile devam eder.” (Bilge, 1979, Yavuzer, 2010:16’dan).

Hukuki anlamda düşünülecek olursa anne dünyaya bir kişi getiren kişidir. Medeni Hukukta kişi, haklara ve borçlara sahip olabilen, haklardan yararlanabilen varlığı ifade etmektedir. Ana rahmindeki cenin doğum aşamasını tamamlamak ve doğumun hemen sonrasında yaşamak koşuluyla hukuken gerçek kişilik kazanmış olur. Gerçek kişilik tam ve sağ doğum ile başlar. Diğer bir ifadeyle kişiliğin kazanılabilmesi için doğumun tamamlanmış olması ve çocuğun sağ doğmuş bulunması gerekir. Türk Medeni Kanunu (TMK) m. 28’e göre, “Kişilik, çocuğun sağ olarak tamamıyla doğduğu anda başlar ve ölümle sona erer.”. Çocuğun sağ doğmasından kasıt, ana rahminden tamamen ayrıldıktan sonra bir an bile olsa

(28)

13

yaşaması demektir. TMK m. 28/II hükmüne göre, “Çocuk hak ehliyetini, sağ doğmak koşuluyla, ana rahmine düştüğü andan başlayarak elde eder.”. Bu hükümden anlaşıldığı üzere, çocuk sağ doğmak koşulu ile doğumdan önceki zamanda hak ehliyetine sahip olmaktadır. Örneğin, sağ doğmak kaydıyla ana karnındaki çocuk mirastan yararlanır (TMK. m. 582).

Yukarıdaki tanımlama ve açıklamalarda annelik kavramına verilen önem açıkça görülmektedir. Bu önem, dilimize de günlük kullanımda sıkça karşımıza çıkan bazı kelimelerle varlığını gösterir: Ana dil, tabiat ana, anayol, toprak ana, anayasa, ana fikir, anaokulu, anavatan, anapara, ana kucağı vb. Ana kelimesi bu örneklerde görüldüğü gibi bir kavramın, durumun, yerin en önemli kısmını açıklamak için kullanılır.

İçinde doğup büyüdüğümüz aileye de çoğu zaman “ana ocağı” denir. Çünkü bir evi ev yapan, yuva yapan anadır.

Yemek adlarına dahi anne kavramı yansımıştır. Analı kızlı diye bilinen yemek anne-çocuk iletişimini anlatan güzel bir örnektir.

Hatta bazen şaşkınlık ve korku durumlarında farkında olmadan “Anaa!” diye söylenir. Bazen de çok korkulduğunda “Anne!” sözcüğü bir çırpıda ağızdan çıkar. Yani dilin refleks halinde ilk söyleyeceği kelimenin yine “ana” olduğu görülmektedir.

2.1. Anneye Verilen Önem

Her toplumda olduğu gibi bizim toplumumuzda da anne, saygı duyulan önem verilen bir varlıktır. Kendisine atfedilen kutsallık sebebiyle Türk toplumunda saygı ve değer görmeyi hak eden kişidir.

Nitekim Kur’an-ı Kerim’de geçen şu ayet anneliğin önemini ve anneye iyilikle davranılması gerekliliğini ifade eder:

"Biz insana ana ve babasına karşı iyi davranmasını tavsiye etmişizdir. Annesi onu, güçsüzlükten güçsüzlüğe uğrayarak karnında taşımıştı ... "Lokman, 31/14 (www.diyanet.gov.tr)

(29)

14

Şu atasözü, annenin yerini kimsenin tutmayacağını özetler:

Anadan olur daya (dadı), hamurdan olur maya: “Hiçbir dadı annenin yerini tutamaz. Hamurun mayası yine kendisindedir. Demek ki bir işi kusursuz yapabilmek için özüne uygun en iyi araç kullanılmalıdır. Derme çatma araçlarla yapılan işten iyi sonuç alınmaz.” (Aksoy, 1988: 145) olarak açıklanmıştır.

“Kadına verilen değer ve onu üstün tutma her zaman ön plandadır. İslâmî Devir Türk Destanlarında da böyledir. Eski Türk Yazıtlarında da Türk Kağan ve kumandanlarının başarılarının annelere, kadınlara bağlanmış olması da bunun bir ifadesidir: ‘Umay teg ögüm katun kutınga inim Köl Tigin er ad bultı.’ (Umay gibi annem hatunun kutu sayesinde kardeşim Köl Tigin erkeklik yigitlik adını elde etti.) Költigin Yazıtı Doğu 31. satır.” (Şen, 2003: 125).

Türklerin Yaratılış Destanı’nda kadın kavramı önemli bir yer tutar.

İslamiyet’in kabulünden önceki destanlarda karşılaştığımız kişiler, belirli dönemlerde toplumun inandığı temel değerleri simgelerler. Sosyal bakımdan da anlamlıdırlar. Böylece toplumun sosyal koşullarını, düşünce yapısını, gelenek ve göreneklerini anlamak daha kolaylaşmaktadır. Kadının konumu da böyledir. Türk toplumunda kadın, bazen aile reisi ama her zaman Türk evinin direği; erkeğin vefalı arkadaşı, en önemlisi de Türk çocuklarının annesidir. Bu görev, kadına büyük değer sağlamış; destanlarda ilahi bir varlık, dişi bir Tanrı gibi düşünülmüştür. Yaratılış Destanı'nda Tanrı'ya dünyayı yaratma fikrini veren Ak Ana'dır (Şen, 2003: 123).

Banarlı bu destanla ilgili şunları söylemektedir: “…Türk yaratılış masalında Allah’ın hayâlinde canlanıp ona ilham veren kadın için gerek dünyâ, gerek Türk sanat ve tefekkürü hareketsiz kalmıştır.” (Banarlı, 1972: 13). Bu söylemden hareketle bir destanda Tanrı’ya bile emir verme gücüne sahip olan biri vardır, o da kadındır. Bu açıdan değerlendirildiğinde kadının yani anne olma misyonunu elinde tutan varlığın önemi bir kez daha karşımıza çıkmaktadır.

Destanın özeti şu şekildedir:

“Daha hiçbir şey yokken, Tanrı Kayra Han'la uçsuz bucaksız su vardı. Ay, güneş, toprak yoktu. Tanrı Kayra Han'ın canı sıkılıyordu. O, yalnızlık içinde iken su

(30)

15

dalgalandı. Ak Ana Akine, Tanrıya "Yarat!" dedi, yine suya gömüldü. Bunun üzerine Kayra Han, kendine benzer bir varlık yaratarak "Kişi" adını verdi. Kayra Han'la Kişi, sonsuz suyun üzerinde iki siyah kaz gibi rahatça uçmaya koyuldular. Ancak Kişi, kendisini yaratandan daha yüksekte uçmak istedi. Ama uçamadı. Suya düştü. Boğulmak üzereyken Tanrı'ya yalvardı. Kayra Han "Yükselt!" emrini veri. Kişi batmaktan ve boğulmaktan kurtuldu. Tanrı Kayra Han, dünyayı yaratmayı düşündü. Kişi'ye, "Suya dal, toprak çıkar!" emrini verdi. Fakat Kişi bu sefer de kötülükler düşündü. Toprağın bir kısmını ağzında sakladı. Kendine göre bir yer yaratacaktı. Avucundaki toprağı su yüzüne serpince Tanrı, toprağa "Büyü" emrini verdi. Bu toprak dünya oldu. Fakat bu emirle Kişi'nin ağzındaki topak da büyümeye başladı. Kişi, Tanrı'ya yalvardı. Tanrı "Tükür!" buyurdu. Kişi'nin ağzından dökülen ıslak toprak yeryüzüne serpildi. Yeryüzünde tepecikler oluştu. Buna kızan Tanrı, Kişi'yi kendi aleminden kovdu ve ona Erlik (Şeytan) adını verdi. Yerde dokuz dallı bir ağaç bitti. Tanrı her dalın altında ayrı bir adam yarattı ve "Dokuz millet olsun!" dedi. Erlik bu insanları kıskandı. Onları kötülüğe sürükledi. Erlik yeniden lanetlendi. Toprak altındaki karanlıklar aleminin üçüncü katına sürüldü. Tanrı kendisi için de göğün on yedinci katında bir nûr alemi yaratarak oraya çekildi. İnsanların büsbütün başıboş kalmaması için onlara da Gök Oğul'u (Maytere) gönderdi. Erlik, Kayra Han'ın katına çıkmak istedi. Gök Oğul'u, Tanrı'ya bunun için yalvarmaya razı etti. İzni koparan Erlik, kendisi için gökler yaptı. Kendisine bağlı olanların oluşturduğu kötü ruhlarla birlikte, gökle yer arasındaki dünyada yaşayan insanlardan daha iyi bir hayat sürüyordu. Bu durum Kayra Han'ın canını sıktı. Erlik'in dünyasını yıkmak için kahraman Mandişere'yi gönderdi. O, güçlü mızrağıyla vurarak korkunç şimşek ve gökgürültüleri arasında bu dünyayı parça parça etti. Bu parçalar, insanlar için yaratılan ilk dünyanın üzerine düştü. Eski düz dünya engebeli bir hal aldı. Tanrı, Erlik'i yeniden cezalandırdı. Onu yerin en alt katına sürdü. Dünyanın sonuna kadar orada kalmasını emretti. Göğün on yedinci katında kendisi, yedinci katında Gün Ana, altıncı katında Ay Ana oturmaktadır.” (Turan, 1998: 46,47).

Bu destanla ilgili olarak Ali Yakıcı görüşlerini şu şekilde ifade etmiştir: “Görüldüğü gibi, bu destanda ve diğer versiyonlarında kadının önemli bir yeri vardır. Burada Tanrı Kara Han’a “yarat” emir ya da ilhamını veren, bir kadın olan Ak

(31)

16

Ana’dır. Birçok dünya milletinin destanında ikinci sınıf bile olamayan, aşk ve şehvet unsuru olarak kabul edilen, hatta bazılarında tanrıların oyuncağı olan kadın, Türk yaratılış destanlarında Ak Ana, Ülgen, Umay, Güneş vb. olarak görülebilmektedir. Bu sebepledir ki, Türkçe’nin kelimelerinde, bazı dillerin “masculin- feminin”, “müzekker-müennes” yaklaşımlarında olduğu gibi erkeklik-dişilik ayırımı görülmemektedir. Türkçe, kanaatimizce, birçok dile nasip olmayan bu insanî ve medenî özelliğini, Yaratılış destanlarında ortaya koyduğu, dünyanın yaratılışı da dahil her alanda “erkek-kadın” birlikteliği düşüncesinden dolayı elde etmiştir.” (Yakıcı, 2003:413,414).

Yakıcı, buradaki görüşlerinde Türklerde kadının ne denli önemli bir yere sahip olduğunu söylerken konuya değişik bir bakış açısı getirmiştir. Birçok dilde görülen kelimelerde dişillik-erillik ayrımının Türkçede olmadığını ve buna sebep olarak da Türklerde kadın-erkek ayrımının olmadığını, kadına da erkekler kadar eşit değer verilmesini göstermiştir. Kadın erkek eşitliğinin dilimize yansımasını bu şekilde açıklamıştır.

Dede Korkut Hikâyeleri’ne baktığımızda annenin hikâyelerde önemli bir yeri vardır. Dede Korkut’un hemen hemen her hikâyenin sonunda ettiği duada “Ak bürçekli ananın yeri cennet olsun” ifadesi de anaya verilen önem ve değeri açıkça göstermektedir (Ergin, 2018).

Dede Korkut hikâyelerinde anne kavramı önemli bir yer tutar. Bu hikâyelerde geçen anne ve çocuk ilişkileriyle ilgili bazı araştırmacılar şunları söyler:

Anne ile çocukların, baba ile çocukların birbirleriyle olan ilişkileri Dede Korkut’ta bir sistematik içinde yer alır. Ahlaki kavramlar ve Oğuz geleneği bu sistematiği belirleyen en önemli öğeler olarak karşımıza çıkar (Savkan, 2014: 89-103).

“Metinlerde oğulun anasına, ananın oğluna bağlı oluşunun örnekleri sıklıkla görülmektedir.” (Üstünova, 2008: 141).

(32)

17 2.2. Anne Türleri

2.2.1. Statü Açısından Anne Çeşitleri

2.2.1.1. Öz Anne

Çocuğu doğuran kadın, çocuğun öz annesidir. Çocuğun öz annesiyle aynı yuvada büyümesi hem çocuk hem de anne açısından olumlu bir durumdur. Çocuğun, öz anne şefkati ve sevgisiyle büyümesi hayatının her aşamasında bir güç ve güven kaynağı olarak varlığını hissettirecektir.

Nitekim bu durumun olumlu yönleri sözlü kültürümüze de yansımıştır.

Analı kuzu, kınalı kuzu: “Her işi yolunda giden veya annesi sağ olan çocukların mutluluğunu anlatan söz” biçiminde açıklanan bir deyimdir (www.tdk.gov.tr). Bu deyimde, annenin çocuğuyla birlikte hayata devam etmesinin verdiği mutluluk ifade edilmeye çalışılmıştır. Annenin varlığı, çocuk için bir güç ve her türlü sıkıntıda yanında hissettiği bir dayanaktır.

Aşağıda, mâni kâfiye düzenindeki bir bilmeceden, bir dörtlük alınmıştır. Burada ağaç ve orman arasındaki ilişki anne ile yavrusu arasındaki ilişkiyle benzerlik kurularak verilmiştir:

Ordusu var ülkesi var Ordusunun gölgesi var Faydası çok gömleği yok

Yavrusu var annesi var (Ağaç-Orman) (Kaya, 2014: 595)

Aşağıda ise gelin olup giden bir kızın öz annesine seslenilen bir türkünün kavuştak kısmı yer almaktadır:

Kız anası kız anası Başında mumlar yanası Kız anası kız anası

(33)

18 2.2.1.2. Üvey Anne

Üvey anne, TDK tarafından “Öz olmayan anne, analık, üvey ana, cicianne.” (www.tdk.gov.tr) olarak tanımlanmıştır. Öz anne kavramında öz, kan bağı ile bağlı olan anlamını taşır. O halde üvey anne çocuğu doğuran anne olmayıp bakımıyla yükümlü olan annedir denilebilir. Annenin ölümü veya anne-baba ayrılığı sonrası babanın başka bir kadınla evlenmesi üvey anne faktörünü meydana getirir. Anne-baba ayrılığı veya anne ölümü söz konusu olmasa bile birden çok evlilik yapmış erkeklerin ailelerinde üvey annenin varlığı görülmektedir. Bu durumda çocuklar için, kendi anneleri dışında babalarının evlendiği diğer kadınlar, üvey anne kategorisinde değerlendirilebilmektedir. Anadolu’da üvey anne yerine “analık” kavramı da kullanılır.

Toplumumuzda bir babanın farklı eşlerden olan çocukları için “baba bir ana ayrı” deyimi kullanılmaktadır.

Masallarda üvey anne çokça karşılaşılan bir tiptir. Üvey annenin kötülüğü sembolize ettiği görülmektedir. Çocuklara eziyet etmesi ve onlara kötü davranması masallarda sık rastlanan bir durum olarak bilinir. Bazı masallarda “üvey anne” kavramının “dev karısı” kavramıyla karşılandığı görülmektedir. Aşağıda bir kesiti alınan masalda bu durum örneklendirilmiştir:

“Hemen içeri girmiş, dişlerini yülemiş, oğlan da arkasından bir bakmış ki, dev gadın dişlerini yülüyor! Gadının gendisini yiyeceğini annamış. Hemen ayakkabısını aldığıynan gaçmış. Dev garısı bakmış ki, oğlan gaçıyor, o da hemen arkasından goşmuş. Oğlan ata binmiş, gaçmaya başlamış. Bu dev gadının da bir uçan terazisi varımış. Terazisine binmiş. O gaçmış, bu guvalamış, o gaçmış, bu guvalamış.” (Şimşek, 2001: 132).

Kendi öz çocuğuna karşı iyiliğin ve şefkatin sembolü olan annenin bu olumlu hasletlerinin yanında üvey evladına kötülükle muamele etmesi anne için tezatlık arz eden bir durumdur. Bu durumda bir anneyi, iyi ve kötü diye nitelemek yanlış olur. Kendi öz evladı için iyi olarak nitelendirilen bir anne, üvey evladının gözünde kötü bir annedir. Annenin üvey çocuklarına karşı sergilediği bu tavrı, kendi öz evlatlarını koruma ve kollama adına yaptığı düşünülebilir. Aşağıdaki masalda bu konuyla ilgili

(34)

19

olarak annenin kendi çocuklarına iyi davranmasına rağmen üvey çocuklarına kötü davranması anlatılır:

“İki Kardeş ile Tın Tın Kabak: Bir varmış, bir yokmuş. Bir zamanlar bir köyde bir baba ve iki çocuğu yaşarmış. Çocukların annesi ölünce adamcağız çocuklarla kalakalmış. Baba bin bir zorlukla çocuklarını büyütmeye çalışmış; onlara hem babalık hem annelik yapmış. Ancak bir türlü başarılı olamamış, sonunda canından bezmiş. Her geçen gün sabrı tükenen adam, çocuklarına bir anne gerektiğini düşünerek evlenmeye karar vermiş. Nihayet, yakın bir köyde bir çocuğuyla yaşayan dul bir kadın bulmuş ve onunla evlenmiş. Bir gün, bir ay derken üvey anne kendi çocuğuna iyi, diğerlerine kötü davranmaya başlamış.” (Alay, 2005: 191).

Aşağıdaki deyimde analık konusu yer almaktadır:

Analık eliyle vermek: “Çok az vermek” (Aksoy, 1988: 573) olarak açıklanan deyimde yine “analık yani üvey anne” kavramı karşımıza çıkar. Öz anne gibi olmayan analık, çocukla ilgili kısıtlamalara gider. Verdiği şeylerde cimri davranır. Anadolu’da analığın çocuğa karşı kötü davrandığı çok bilinen ve anlatılan özelliklerindendir

Kötülüğüyle bilinen üvey anneye aşağıdaki manzum atasözünde beddua edilmektedir:

Ögey ana,

Ocağa yana. (Gönen, 2006: 232)

Yine başka bir atasözünde durum şöyle ifade edilir:

Analık fenalık (kara yamalık): “Üvey ana fenalık sembolüdür. (Beyaz giysiye yamanmış kara bir yama gibidir.)”. (Aksoy, 1988: 144-399) Bu söz ve Aksoy tarafından yapılan yorum dikkat çeker. Masallarda da sık sık karşımıza çıkan ve kötülüğün sembolü olan üvey anne, kötülüğüyle burada da karşımıza çıkar. Öz annenin yerini hiçbir kimse tutamaz.

Üvey annenin kötülüğü ve bencilliği bu kez aşağıda verilen fıkrada karşımıza çıkmaktadır:

(35)

20

Bir gün Hoca’nın üvey anası babasıyla birlikte irili ufaklı balık pişirirmiş. Hoca da onları kapının arasından gözetip dinlermiş. Üvey annesi babasına: - “Şimdi Hoca çıkar gelir. Bu iri balıkları sedirin altına gizleyelim. Ufakları açığa çıkarıp Hoca ile beraber yiyelim. Hoca gittikten sonra da irileri çıkarıp yiyelim.” demiş. Hoca da o sırada yanlarına gelmiş. - “Gel oğul! Balık yiyelim.” diyerek ufak balıkları ortaya getirmişler. Hoca hemen bir balık alıp kulağına götürüp tutmuş. Babası sormuş:- “Oğlum, niye öyle edersin.” Hoca: - “Balığa bir şey sordum.” demiş. Babası- “Ne sordun?” deyince Hoca: - “Yunus peygamberi yutan balık nasıldı?” diye sordum demiş. “O dedi ki: Ben bilmem ama sedirin altında benden büyük balıklar var, sen onlara sor.” demiş.” (Boratav, 2007: 188).

Aşağıda ise gelin olup giden bir kızın öz annesine seslenilen bir türkünün kavuştak kısmı yer almaktadır:

Kız anası kız anası Başında mumlar yanası Kız anası kız anası

Hani bunun öz anası (Artun, 2011: 5-6).

Aşağıdaki manzum atasözünde üvey annenin kötülüğüne baba evinde, kayın ananın kötülüğüne de evlendiğin kişinin evinde rastlanıldığı ifade edilmiştir:

Ata evindé ögey ana,

Ér evindé kayın ana. (Gönen, 2006: 232)

2.2.1.3. Kaynana (Kayın Valide)

Kaynana, “Kocaya veya kadına göre birbirlerinin annesi, kayınvalide, hanımanne.” olarak tanımlanmaktadır (www.tdk.gov.tr). Kadın veya erkek evlendiklerinde eşlerinin annesini de anne olarak görmelerinin ve onlara da “anne” diye hitap etmelerinin toplumuzda kabul gören bir davranış olduğu bilinmektedir.

Buna rağmen gelinle kaynana genellikle birbirleriyle anlaşamayan kişiler olarak bilinmektedirler. Sözlü kültür incelendiğinde kaynana genellikle olumsuz

(36)

21

özellikleriyle karşımıza çıkmaktadır. Kaynana geline kötülük yapandır. Nitekim aradaki ilişkiye kaynana gözünden bakıldığında da gelin hakkında olumsuz ve kötü özellikler söz konusudur. Sonuç olarak kaynananın gelini, gelinin de kaynanayı sevmediği yorumuna gidilebilmektedir.

Kaynana ve gelinin anlaşamamaları ve birbirlerini sevmemeleri durumu aşağıda gelinin kaynanaya söylediği taşlama tarzındaki mânilerle örneklendirilmiştir:

Kaynana şeytan karı Dilini soksun arı Oğlun beni seviyor

Derdinden çatla karı (Yardımcı, 2015: 22) *

İki pınar yan yana Ben istemem kaynana Olursa görüm olsun

Elbet gider bir yana (Yardımcı, 2015: 22) *

Kaynanam kara testi Beni oğluna kesti Kesti ise ne oldu

Akşam bağrına bastı (Yardımcı, 2015: 22) *

Bağda erik kaynana Dişin gedik kaynana Oğlun çerez getirmiş

Sensiz yedik kaynana (Kaya, 2014: 110) *

(37)

22 Bahçelerde lahana

Kıydım koydum sahana Hiç ömrümde görmedim

Böyle gâvur kaynana (Artun, 2012: 23)

Aşağıdaki mânide gelinin kaynanasına beddua ettiği görülmektedir: Bahçelerde büyürüm

(Ben) görümcemden güzelim Kaynanam verem olsun

Oğlun alır gezerim (Aydın, 2011: 136)

Aşağıdaki mânide yine gelin, kaynanasının öldüğüne değil yanan odunlara üzüldüğünü dile getirerek kaynanasına olan sevgisizliğini dile getirmektedir:

Duvar dibinde kazık Kaynanam öldü yazık Öldüğüne yanmam ama

Giden oduna yazık (Artun, 2012: 23)

Kaynana da gelin için olumsuz duygular içindedir. Bu zıtlaşmalar şu mânilere yansımıştır:

Gözleri patlak gelin Çenesi hırtlak gelin Seni mezar kaçkını

Suratsız hortlak gelin (İspirli, 2004: 19-33). *

Çürük gelin ne derdin Gelin değil kedersin Yoğurda zehir koydum

(38)

23 Yesin yesin gebersin (İspirli, 2004: 19-33). *

Bahçe çapa istiyo İşçi para istiyo Düşük çeneli gelin

Çamdan sopa istiyo (İspirli, 2004: 19-33). *

Çayırda ot yolarım Parmağıma dolarım Çok söyleme kaynana

Saçlarını yolarım (Kaya, 2014: 111) *

Başı saçaklı gelin İpten kuşaklı gelin Dün geldin adam oldun

Leylek bacaklı gelin (Kaya, 2014: 111) *

Serdim dama kilimi Tut kaynana dilini Akşam oğlun gelince

Kırar kambur belini (Artun, 2012: 23)

Aşağıdaki mâni örneğinde ise gelin kaynanasını yerip oğlunu, yani eşini övmektedir.

Gökte yıldız yüz altmış Mevlâ’m neler yaratmış

(39)

24 Anası çölden çöpten

Yâri aslan yaratmış (Kaya, 2001: 34-48).

Aşağıdaki örnekte ise bu kez kaynanasına olan öfkesini, damat dile getirmektedir. Tıpkı gelin kaynana arsındaki anlaşmazlık gibi bu kez erkeğin, eşinin annesi ile aralarının iyi olmadığı ve birbirlerini sevmedikleri görülmektedir. Bu durum aşağıdaki mâni örneğinde mübalağa yapılarak dile getirilmiştir:

Kaynanayı ne yapmalı Kaynar kazana atmalı Yandım damat dedikçe Altına odun atmalı

Bazı örneklerde anne, damat için bir tehdit unsuru olarak görülmüştür. Aşağıdaki “Müdahele” adlı fıkrada bunu görmekteyiz:

“Fadime ve Temel çok sıkı bir tartışma yaşarlar. Fadime çok sinirlenir ve annesine gideceğini söyler. Temel, karısının gitmesine ses çıkarmayınca Fadime hemen şöyle söyler: ‘Annemi de alup celeceğum’.” (Erşahin, 2012: 72).

*

Aşağıdaki manzum atasözü örneğinde gelin ile kaynana karşılaştırılmıştır: Ananın dediği dağa taşa,

Gelinin dediği gele başa. (Gönen, 2006: 231) *

Gelin ile kaynananın geçimsizliğini ve onların farklı ve zıt davranışlarını konu alan farklı bir manzum atasözü de aşağıda örneklendirilmiştir:

Gelin övünür,

(40)

25 2.2.1.4. Sütanne

TDK bu kavramı, “Bir çocuğun, annesi dışında sütünü emmiş olduğu kadın, sütana, sütnine.” (www.tdk.gov.tr) olarak açıklar. Sütanne, çocuğu doğurmadığı halde onu emziren kadındır. Süt emen çocukla sütanne arasında da güçlü bir bağ ve karşılıklı sevgi gelişir. Anadolu’da yaygın bir gelenek olan sütannelik Hz. Muhammed’in doğduğu zamanlarda da Arabistan’da uygulanmaktadır. Peygamber Efendimiz’in de küçükken Hz. Halime’ye süt emmesi için verildiği bilinmektedir. Hz. Halime’ye içten bir sevgi besleyen Hz. Peygamber’in kendisine öz annesi gibi hürmet ettiği bilinir (Algül, 1986: 21-24).

Süt kardeşlerin birbirleriyle evlilikleri söz konusu olamaz. Sütannenin de çocuk üzerinde hakkı olduğu için, askere gidilirken eli öpülür, evlenirken izni alınır. Evlenilecek kızın sütannesi varsa erkek tarafı sütanneye “süt hakkı” öder. Sütanneye çocuklar emdikleri sütü helal ettirmek için onun isteklerini yerine getirmeye çalışırlar. Bu anne evlat ilişkisi ikinci kuşakta da devam eder. Annenin veya babanın sütannesine bu anlamda “sütnene” denir. Bunlara karşılık miras adına bir etki söz konusu olamaz (Tezcan, 2008: 81-82).

Aşağıdaki mânide süt kardeşin öz kardeşle bir olmayacağına değinilmiştir. Anne ve babanın aynı olması gerektiği vurgulanmıştır:

Halınan haldaş olmaz Yârinen yoldaş olmaz Ana baba bi olmayınca

Südünen kardaş olmaz (Şenel, 2002: 40, Atlı, 2013: 762’den) 2.2.1.5. Bakıcı Anne (Dadı)

“Evlerde çocuğa bakan kimseye dadı denir.” (www.tdk.gov.tr) Anne bazı sebeplerden ötürü gün içinde çocuğunun yanından ayrı kalmak zorunda olabilir. Bu zorunluluğun sebepleri genellikle annenin çalışması olmakla birlikte annenin hasta olması veya başka bir nedenle evden uzaklaşmak durumunda kalması olabilir.

(41)

26

Bunların yanında yetiştirme yurtlarında yaşayan çocukların bakımını da bakıcı anneler üstlenmektedir.

2.2.2. Duygusal Özellik Bakımından Anne Türleri

2.2.2.1. İyilik Timsali Anne

Anne iyiliği ve şefkati temsil eder. Çocuğu için her türlü iyiliği yapmak için kendisi zorluklara katlanmayı bile göze alır. Kalbi evladının sevgisiyle dolar.

Aşağıdaki atasözünde teşbih sanatı kullanılarak anne kalbinin bir dağ çiçeğine benzetildiği görülmektedir:

Ana üréyi,

Dağ çiçéyi. (Gönen, 2006: 227)

Dede Korkut hikâyelerinde anne iyilik ediminin önemli bir görüntü seviyesi olarak yer alır. İnsanı, doğuran, koruyan, yardım eden bir değerler bütünüdür. Bir iyilik imgesi olan anne, evladının bireyselleşme sürecini tamamlamasına yardımcı olan ve onun geleceğe taşınmasını sağlayandır (Şahin, 2009: 297–298).

Dede Korkut’ta geçen bir hikâye olan “Dirse Han Oğlu Boğaç Han Destanı”nda da Dirse Han’ın karısının iyi bir eş olmanın yanı sıra iyi bir anne olduğu da ifade edilir:

“Dirse Han’ın hanımı iyi bir eş olduğu kadar iyi bir annedir de. Boğaç gibi önemli bir evlat yetiştirmiştir. Dirse Han’ın aksine çevresindekilerin sözüyle hareket etmek yerine aklıyla hareket etmiş ve oğluna her zaman güvenmiştir. Kırk yiğidin dolduruşuna gelen Dirse Han oğlunu öldürmeye kalkışmıştır. Ancak anası oğlu için anlatılan yalan hikâyeye inanmaz ve onun peşine düşer. Sonunda oğlunu bulur ve iyileştirir. Dirse Han’ın eşinin bir diğer özelliği de affedici olmasıdır. Boğaç Han’a yaptıklarına karşın kocasını affeder ve onun “Kırk yiğidin” elinden kurtulması için de elinden geleni yapar. Görüldüğü gibi bu ideal tipteki kadın sabırlı, anlayışlı, fedakâr, akl-ı selim ve yapıcıdır.” (Uyumaz, 2012: 117-118).

(42)

27 2.2.2.2. Fedakâr Anne

Anne çocuğu için her türlü fedakârlığa katlanır. Annenin hamileliğiyle başlayan, bebeğin doğumuyla süren ve çocuğun hayatının diğer dönemlerinde devam eden zorlu süreç annenin fedakârlığıyla başarılı bir şekilde atlatılır.

Annenin hamileyken karşılaştığı fizyolojik zorluklar, bebeğin doğumu esnasında yaşadığı sancılar annenin katlandığı fedakârlıkların bazılarıdır. Bebeğin doğumuyla birlikte farklı sıkıntılarla karşılaşan anne çocuğuna duyduğu sevgisiyle bunların hepsinin üstesinden gelme gücünü göstermektedir.

Aşağıdaki manzum atasözünde çocuk yetiştirirken annenin çektiği zahmet ve sonrasında babanın aldığı mükâfata değinilmiştir:

Ana çeker zahmeti,

Baba alır rahmeti. (Gönen, 2006: 227) 2.2.2.3. Kötü Anne

İyiliğin ve şefkatin sembolü olarak bilinen anne nadir de olsa evladına yaptığı kötülüklerle karşımıza çıkmaktadır. Nasıl ki iyi veya kötü bir insan şeklinde nitelendirdiğimiz kişiler varsa aynı durum anne bağlamında da çok az da olsa rastlanılan bir durumdur. Annenin fıtratı gereği çocuğuna sevgi ve şefkatle, iyilikle yaklaşması normal kabul edilirken tam tersi özellikler sergilemesinin pek kabul görmeyen bir durum olduğu söylenebilir.

Halk yaratmalarında genellikle üvey anne kötülüğün sembolü olarak bilinir. Üvey annenin üvey evlada kötülük etmesi çok sık karşılaşılan bir durumdur. Özellikle masallarda sıkça örneklendirildiği görülmektedir.

Bazı masallarda kötülük yapan öz anne konu edilir:

“Telaş içindeki kadın evdeki yiyeceklerin bittiğini görünce öfkelenerek çocukların hepsini ocağa süpürüverir. Biraz önce yüzlerce çocuğu olan kadın yine çocuksuz kalır.” (Özçelik, 1993: 641, Şen, 2008: 65’ten).

(43)

28

Aşağıdaki atasözünde verilen çoğu örneklerin aksine anneye yılan benzetmesi yapılarak annenin kötü olunduğundan bahsedilmiştir. Evli bir kişi tarafından söylenen bu sözde kişi, eşini överken annesini yeren bir tutum sergiler. Anne kötü olmamasına rağmen oğlu tarafından kötü bir benzetmeye maruz kalmış olmaktadır:

Ana yılan, Sözü yalan, Karı çiçek,

Sözü gerçek. (Gönen, 2006: 227-327)

Genel halk anlatılarına bakıldığında anne her zaman iyiliği, güzelliği, merhameti, sevgiyi, özellikle çocuğu için hiçbir fedakârlıktan kaçınmayan bir tipi temsil ederken bazı halk hikâyesinde genele zıt bir durum söz konusudur. Annenin kendi çıkarları uğruna evladına kötülük yapabileceği nadir de olsa, olumsuz fakat karşılaşılabilecek bir durumdur.

Aşağıda bu konuyla ilgili bir halk hikâyesine yer verilmiştir:

Melik Şah ile Güllü Han Hikâyesi: “Konya Geylani hükümdarı Adil Şah'ın oğlu Melik Şah ile Yemen padişahının kızı Güllü Han’ın aşklarını anlatır. Derviş kılığında dolaşan Hızır’ın yardımı ile Adil Şah’ın bir erkek çocuğu olur. Hızır, adını Melik Şah koyduğu bu çocuğun büyüyünce Yemen padişahının kızı Güllü Han'a, Güllü Han’ın da Melik Şah a âşık olmasını sağlar. Aşkını saz çalarak babasına açıklayan Melik Şah onun vakitsiz ölümü üzerine tahta çıkar. Soma da sevgilisine kavuşmak üzere annesiyle birlikte yollara düşer. Yolda misafir oldukları bir pehlivanla anlaşan annesi Melik Şah'ı yok etmek ister. Niyeti pehlivanla evlenmektir. Melik Şah'ı kolay kolay sağ dönülmeyecek yerlere gönderirlerse de Hızır'ın sağladığı güçle her işi başarır. Hatta Kırk Haramilerin elinde esir bulunan Hind padişahının kızı Çeşminaz’ı da kurtararak ülkesine gönderir. Annesi, Melik Şah'ın başındaki üç beyaz kılı kopararak tılsımını bozar, gözlerini oyar. Pehlivan tarafından bir kuyuya atılan Melik Şah bir bezirganın yardımıyla buradan çıkar ve Kırk Haramilerin elinden kurtardığı Hind padişahının kızı Çeşminaz’ın yanına gider. Çeşminaz’ın sarayının bahçesindeki kuşların yardımıyla gözlerine kavuşur. Geri dönerek annesini ve pehlivanı aslanlara yem eden Melik Şah, Yemen'e gider. Oradan Güllü Han'ı ve

Referanslar

Benzer Belgeler

Öğrenciler seçmeli ders gruplarından yalnızca birer adet ders (GK’dan 1, MB’den 1 ve AE’den 1 ders) seçeceklerdir.. Okul Öncesi Öğretmenliği 3.Sınıf (2018 ve

• Sağlık Bakanlığı, Ana Çocuk Sağlığı ve Aile Planlaması Genel Müdürlüğü. Kavramsal Açıdan Sağlık. Anne Çocuk Sağlığı. Yüksek Ateş Şikayeti İle Hastaneye

• Gebeliğin ilk 10-12 haftasında fetüs, annenin tiroid hormonu düzeyine bağımlıdır. • Fetal beyin gelişimi için tiroid

(KAYNAK: 2011 İSTANBUL, MARMARA VE YILDIRIM BEYAZIT ÜNİVERSİTELERİ, “BEBEK VE BEŞ YAŞ ALTI ÖLÜM ARAŞTIRMASI 2012”; TÜRKİYE HALK SAĞLIĞI KURUMU; DSÖ WORLD

gerçekleştirilmesi için yeterli sağlık hizmetlerinin sunulabileceği sağlık merkezlerinin de önemi göz

Ancak Çocuğun anneden sonra en çok iletişim kurduğu birey olan baba ile kurulan iletişim de aynı şekilde anne ile kurulan iletişim gibi çocuğun gelişimi açısından

«Eğitim: Belli bir amaca yönelik olan ve olmayan, kurallı ya da kuralsız gerçekleştirilen, fakat her durumda çocuğun isteyerek ve hoşlanarak yer aldığı, fiziksel,

Gebe ve emzikli kadın, bebek, çocuk ve adolesanların beslenmesi konularını içeren Anne ve Çocuk Beslenmesi kitabının, çocukların büyüme, gelişme ve eği- timinde