• Sonuç bulunamadı

İslam öncesi Türk sanatında bazı hayvansal ve bitkisel kültür ögeleri

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "İslam öncesi Türk sanatında bazı hayvansal ve bitkisel kültür ögeleri"

Copied!
90
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

İSLÂM TARİHİ VE SAN’ATLARI ANA BİLİM DALI

TÜRK-İSLÂM SAN’ATLARI BİLİM DALI

İSLÂM ÖNCESİ TÜRK SAN’ATINDA BAZI HAYVANSAL VE

BİTKİSEL KÜLTÜR ÖGELERİ

YÜKSEK LİSANS TEZİ

DANIŞMAN

Yrd. Doç. Dr. Mustafa YILDIRIM

HAZIRLAYAN Sümeyya ÇELİK 044246021003

(2)

İ

ÇİNDEKİLER

İÇİNDEKİLER... II ÖNSÖZ ...III KISALTMALAR... IV ÖZET ... 1 ABSTRACT... 2 GİRİŞ... 3 I. BÖLÜM... 4

I.A.İSLÂMÖNCESİTÜRKDEVLETLERİ ... 4

I.A.1.ASYAHUNDEVLETİ... 4

I.A.2.GÖKTÜRKLER ... 6

I.A.3.II.GÖKTÜRK(KUTLUĞ)DEVLETİ ... 7

I.A.4.UYGURLAR ...10

I.B.İSLÂM’DANÖNCETÜRKLERİNDİNLERİ ...12

I.B.1.GÖKTENGRİ ...12

I.B.1.1.ŞAMANİZM...12

I.B.2.BUDİZM ...14

I.B.3.MANİHEİZM ...15

II. BÖLÜM ...17

II. İSLÂM ÖNCESİ TÜRK SAN’ATINDA BAZI HAYVANSAL VE BİTKİSEL KÜLTÜR ÖGELERİ ...17

II.1.KARTAL ...18

II.2. AT...22

II.3.GEYİK...26

II.4.EJDERHA-YILAN ...29

II.5.KOTUZ(BOĞA,ÖKÜZ,İNEK) ...33

II.6.KURT ...35

II.7.ARSLAN ...38

II.8.KAPLAN ...40

II.9.KOÇVEKEÇİ ...41

II.10.KAPLUMBAĞA...43

II.11.RUMİ...44

II.12.AĞAÇ ...47

II.13.NİLÜFERÇİÇEĞİ(LOTUS) ...51

III. DEĞERLENDİRME...54

IV. BİBLİYOGRAFYA...55

(3)

ÖNSÖZ

Güzelin yansıması olan sanat, onu ortaya koyanların ve ait olduğu çevrenin dünya görüşünü yansıtır. Kaygıları, ilgileri, kutsal ile olan bağlantıları, belli yaşam biçimini, davranışları, kısaca medeniyete ait ne varsa hepsini sanat açıklar.

İnsanoğlu tarih boyunca meskenlerinde, şehirlerinde, yaptığı eşyalarda güzeli hedefleyerek yaşamıştır. Bu istek en ibtidai topluluklarda bile varola gelmiştir.

Çalışmamız İslâmiyet’ten önceki Türk sanatındaki bazı hayvansal ve bitkisel motifler olduğu için özellikle Hunlar, Göktürkler, Uygurlar hakkında bilgiler verilmiştir. Orta Asya denen uçsuz bucaksız bir coğrafyada medeniyet kuran Türkler yüzyıllar boyunca çeşitli Türk devletlerine ev sahipliği yapmıştır. Tarih öncesi çağlardan günümüze kadar meydana getirilen sanat eserlerini barındırarak Türk Sanatı’nın son derece ilgi çeken eserlerini bize farklı bir şekilde sunmuştur.

Orta Asya Türk Kültür ve Sanatı’nı ortaya koymak oldukça güç bir konudur. Çünkü konu ile alakalı kaynaklar oldukça sınırlıdır. Çalışmaya dâhil ettiğimiz konular sanat eserlerinde en fazla kullanılan hayvan ve bitki motifleridir.

Bu konuyu hazırlamamda ve kaynak konusunda bana yardımcı olan danışmanım Yrd. Doç. Dr. Mustafa YILDIRIM Bey’e, hocalarım Doç. Dr. Ahmet ÇAYCI Bey’e, Doç. Dr. Ahmet Saim ARITAN Bey’e ve Dr. Sami BAYBAL Bey’e teşekkürlerimi bir borç bilirim. Ayrıca yine kaynak temininde benden maddi ve manevi yardımlarını esirgemeyen sevgili kardeşim Hüseyin ÇELİK’e ve Derya YILMAZ Hanımefendiye de şükranlarımı sunarım.

(4)

KISALTMALAR

a.g.e. :Adı geçen eser

a.g.m. :Adı geçen makale

a.g.t. :Adı geçen tez

AÜDTCFD : Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Dergisi AÜİFD :Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi

C. :Cilt

Çev. :Çeviren

MEB :Milli Eğitim Bakanlığı

M.Ö. :Milattan önce

M.S. :Milattan sonra

s. :sayfa

S. :Sayı

TDV :Türkiye Diyanet Vakfı

t.y. :Tarih yok

(5)

ÖZET

İslam öncesi Türk sanatında bazı hayvansal ve bitkisel kültür ögeleri adlı çalışma yaptık. İslam öncesi Türk sanatında hayvansal figürler ön plana çıkmaktadır. Çünkü toplumda hayvanlar önemli bir yer arz ediyordu. Mitolojilerinde, inançlarında hayvanlar kurtarıcı, yol gösterici olarak görülüyordu.

Tezimiz iki bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde İslam öncesi Türklerin (Hunlar, Göktürkler ve Uygurlar) siyasi tarihleri ve dinsel inançları hakkında bilgi verilmiştir (Şamanizm, Budizm, Maniheizm).

İkinci bölümde yani tezin esas kısmında 10 adet hayvansal figür ve 2 adet bitkisel motifle birlikte Rumi figürü ele alınmıştır. Bu motif ve figürler tek tek ele alınıp, Hun, Göktürk ve Uygur mitolojilerinde, dinsel inançlarında ve günlük hayatlarında ne anlama geldiği ve neyi ifade ettikleri belirtilmiştir. Ayrıca kültürler arası etkileşim de göz önünde bulundurularak Orta Asya coğrafyasında Türkler’e komşu olan Çinlilerin kültürü ve sanatları hakkında da bilgiler verilmiştir.

Tezin son bölümünde ise çalışmamızı görsel malzeme ile desteklemek için fotoğraf ve çizimlerden yararlanılmıştır.

(6)

ABSTRACT

The work called tne members of some animals and vegetables cultures was done at the Turkish Art before Islam. Animal figures come to the fore at the Turkish Art before Islam. Because, animals were presenting an important place in society life. In their Mythologies, beliefs animals were showed as savior and leader.

The thesis consists of two chapters.

In first chapter, political histories and religious belief (Shamanism, Buddhism, Manichaeism) was given about knowledge of Turks before Islam (Huns, Kokturks and Uighurs.)

In second chapter, at the base part, ten animals figures and two vegetables motifs, in addition to this Rumi figure was dealed with. This motif and these figures were indicated dealing with one by one what it means and what it expresses in Huns, Kokturks and Uighurs their mythologies, religious beliefs and daily lifes. Also the knowledge was given about cultures and arts of Chinese who being neighbour of Turks in Middle Asia geography by being considered intercultures interaction.

In the last chapter of the thesis, photos and drawing were benefited from top rop up visual materials.

(7)

GİRİŞ

İslâm öncesi Türk Sanatında bazı hayvansal ve bitkisel kültür ögeleri adlı tez çalışmamızın temelini figürler ve semboller oluşturmaktadır. Çalışmamız iki ögeden meydana gelmektedir. Giriş kısmında konunun tanımı, amacı ve sınırları belirtilmiştir.

Birinci bölümde Türk Devletleri’nin tarihsel gelişimi ve dini inançları hakkında bilgiler verilmiştir. İkinci bölümde ise; on tane hayvansal figür, bir tanede bitkisel motif tez çalışmamıza dahil edilmiştir. Ayrıca tezimizde hayvansal figür olarak değerlendirilen Rûmi hakkında bilgiler verilmiştir. Kullanılan figürlerin ve motiflerin dini içeriklerine, mitolojik unsurlarına yer verilerek döneme ait kazı buluntuları da teze ilave edilmiştir.

Ayrıca çalışmamızın en sonunda konuyu görsel olarak desteklemek için çizimlere ve fotoğraflara yer verilmiştir.

Bu araştırmanın genel amacı; dönemin kültürel mirasını tanımak, eserlerde kullanılan figürlerin ve motiflerin ne anlama geldiğini veya neyi temsil ettiğini açıklayarak, Türk Kültürüne azda olsa bir katkıda bulunmaktadır.

Konuyu sınırlı tutmamızın nedeni, İslâmiyetten önce Türk Sanatı’nın geniş bir konu olmasıdır. Birde bu döneme ait araştırmaların ve kaynakların az olması konuyu sınırlı tutmanın diğer bir nedenidir.

(8)

I. BÖLÜM

I.A. İSLÂM ÖNCESİ TÜRK DEVLETLERİ I.A.1. ASYA HUN DEVLETİ

Asya Hun Devleti’nin kuruluş tarihi kesin olmamakla birlikte Eski Çin tarihçileri M.Ö. XIV-IV yüzyıllarında bazen büyümüş, bazen parçalanıp küçülmüş bir Hun Devleti’nin varlığından söz ederlerdi.1

Hun kelimesi Türkçe’de “insan, halk” anlamına gelmektedir. Hun Devleti’nin merkezi, Orhun ve Selenga şehirlerinin kaynak havzası Ötüken ormanıdır.2

Hunlar’ın ekonomisi büyük ölçüde hayvancılığa dayanıyordu. Tarım yok denecek kadar az idi. Hayvanlardan elde edilen ürünler, onların uzun süre geçinmelerine yetmiyordu. Çin, tarım ürünlerinin bolluğu bakımından zengin bir ülke idi. Bunu fark eden Hunlar gözlerini Çin’in üzerine çevirdi. Bu durum sonu gelmez Hun-Çin mücadelesine yol açarak, Çin’in büyük meselesi haline geldi. Hun akınları, Çin’e büyük zararlar vermiş ve Çinliler sınır boylarında yaşayamaz olmuşlardı. O güne kadar kendi kabuğunda yaşayan Çinliler, kendilerine devamlı saldıran Hunları tanımak zorunda kaldı. Bunun neticesinde Çin’in dünya görüşü büyük ölçüde değişti. Çünkü Çinliler, kendilerine benzemeyen ve kendilerinden olmayan kavimleri barbar sayıyorlar, onlar hakkında bilgi sahibi dahi olmak istemiyorlardı.3 Çinliler Hun akınlarını durdurabilmek için “Çin Seddi” adıyla anılan dünyanın en büyük savunma sistemini M.Ö. 569-307 yılları arasında meydana getirdiler.4 Bu sed ile birlikte ilk defa devlet sınırı fikri doğarak gelişti. Bu surların Çinliler’e hem ekonomik hem de güvenlik bakımından çok faydası olmuştu. Hun akınlarını durdurabilmek için kendi içlerinde reformlar yaptılar. Çinli komutanlar yapılan her seferde düzenli raporlar yazarak, imparatora teslim ettiler. Bunun neticesinde de Çin yıllıkları meydana geldi.5

M.Ö. 210 yılında Hunlar’ın ilk bilinen hükümdarı Tuman (Teoman)‘dır. Kaynaklarda Teoman hakkında da pek fazla bilgi verilmemiştir. Yalnızca oğlu Mete ile arasında geçen krizden bahsedilir. Mete çocukluğundan beri iyi bir ortamda yetişmiş ve ata

1 Salim Koca, “Büyük Hun Devleti”, Türkler, C.I, Ankara 2002, s.687. 2 İbrahim Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, Ankara 1977, s.40.

3 Salim Koca, a.g.m., s.688.

4 Zeki Velidi Togan, Umumi Türk Tarihine Giriş, C.I, İstanbul 1981, 3.baskı, s.40. 5 Salim Koca, a.g.m., s.689.

(9)

binmenin, kılıç kullanmanın ve ok atmanın bütün inceliklerini öğrenmişti. Çocukluğundan kurtulur kurtulmaz Çin’e yapılan akınlara katılmaya başlamıştı.6

Mete, Teoman’ın ilk eşinden doğmuş en büyük veliahttır. Teoman’ın ikinci eşi kendi çocuğunun veliaht olmasını istemiştir. Bunu da açıkça değil de komplo ile yapmaya çalıştılar. Teoman’ın kurduğu komplo amacına ulaşamamış Mete tam zamanında kaçarak ölümden kurtulmuştur. Onun gösterdiği başarı sadece kendinin değil, devletin ve milletin itibarını kurtarmıştır. Babası komplo meselesini unutturmak için onu ödüllendirme yoluna gitmiş fakat Mete olayı unutmamıştır. Babasıyla arasındaki bağlar koparak kaderleri ayrılmıştır. Mete babasına karşı yaptığı darbede başarılı olmuş ve devletin başına geçmiştir.7

Mete tahta çıktıktan sonra Hun devletinin doğusunda bulunan Tunghulara (Moğollar) ağır bir darbe indirdi. Bu darbe ile Moğol dünyası tamamen ezilmiş, doğuda Hunlar’ın önünde hiçbir engel kalmamıştır. Mete Tunghular’dan sonra eski düşman Yüeçiler’e saldırdı. Yüeçiler Hunlar’ın güneybatı komşusu idi. İpek yolunun önemli bir kısmı Yüeçilerin elinde idi. Yüeçiler zengin ve kültürlü bir kavimdi. Mete, Yüeçilerin bulunduğu yerin değerini iyi anlamıştı ve yaptığı seferlerde onları yıprattı. Toptan darbe indirmeyerek ordusunu zayi etmedi. Çünkü önünde Çin gibi büyük bir güç bulunuyordu.8

Mete, Doğu ve Batı’yı güvenlik altına aldıktan sonra Çin’e doğru yöneldi. Amacı Hunlar’ın daha önce Çin’e kaptırmış olduğu Kuzey Çin’deki otlakları geri almaktı. Çünkü at ve koyun besleyen kavim için bu otlaklık önemli bir yer teşkil ediyordu. Zayıf halde bulunan Çin, bu otlaklıkları bu saldırılar neticesinde Hunlar’a kaptırdı. Bu durum ise Mete ile Çin imparatorunun karşı karşıya gelmesini kaçınılmaz kıldı. Çinliler Hunlar’a savaş açtılar. Mete onları yıldırma ve yıpratma taktiği ile Çin ordularını hem maddi hem de manevi bozguna uğrattı. Mete, Çin’in kalabalık bir ülke olduğunu biliyordu. Kendi toplumunu Çin’in baskın kültürüne karşı koruma siyaseti izledi. Mete’nin milli siyaseti Çin’i savaş gücü ile baskı altına almak, devletin ve halkın ihtiyaçlarını vergi ve ticaret yoluyla Çin’den sağlamaktı. Yani Mete’nin politikasında Çin’i ele geçirip, idare etme düşüncesi yoktur.9

M.Ö. 197. yılında Çin imparatoru ile Mete anlaşma imzaladı. Anlaşmaya göre; 1. Kuzey Çin toprakları Hunlar’a bırakılacaktı.

2. Her yıl Çin Mete’ye ipekli kumaş, şarap, pirinç ve diğer yiyecek maddelerinden mümkün olduğu kadar çok miktarda gönderecekti.

6 Nicola D. Cosmo, “Hun İmparatorluğunun Kuruluşu ve Yükselişi”, Türkler, C.I, Ankara 2002, s.710. 7 Salim Koca, a.g.m., s.692.

8 Salim Koca, a.g.m., s.695-696.

(10)

Mete ile Çinlilerin yapmış olduğu bu antlaşma uzun yıllar devam etti.10

Mete’den sonra Hun saltanatı 202 yıl gibi uzun bir süre devam etti. Mete Orta Asya’da dağınık halde yaşayan Türk boylarını bir bayrak altında birleştirdi. 26 tane büyük ve küçük devleti ortadan kaldırdı. Tarihte ilk defa onlu askeri teşkilatını kurdu. M.Ö. 174 yılında Mete öldü. Geride büyük bir devlet bıraktı. Mete’den sonra yerine oğlu Ki-ok geçti. Çin’e karşı babasının izlediği politikayı aynen uyguladı. Çin’i baskı altında tutarak onlardan yıllık vergi aldı. Çin’li bir prensesle evlendi, sonra Yüeçiler’e yönelerek onlara ağır bir darbe indirerek Yüeçileri göçe zorladı. Yüeçiler göç ederek, bugünkü Afganistan topraklarında Kuşan Devletini kurdular. Bunun neticesinde Hunlar İpek Yolunun tamamına sahip oldular.11

Ki-ok'tan sonra Türk imparatorluğu zayıflamış, Hunlar'a bağlı pek çok kabile ayaklanmıştır. Çinliler ise bu ayaklanmaları fırsat bilerek, ülke içerisinde kargaşa çıkarmıştır. M.S. 93 yılında Büyük Türk Hakanlığı Doğu ve Batı diye ikiye ayrılmıştır. Her iki kısımda aynı hanedanlığa ait prensler tarafından yönetilmiştir. Doğu Hunlular Çin ve Siyenpilerin nüfusuna geçerek, Kuzey Hunlarla kardeş kavgasına düşmüştür. M.S. 156 yılında Kuzey Hunlular yıkılmıştır. Böylece Hun iktidarı yıkılarak Hunlular Avrupa’ya doğru göçtüler.Orta Asya’da kalan bazı Türk boyları Göktürk Devleti kurulana kadar orada dağınık halde yaşadılar.12

I.A.2. GÖKTÜRKLER

Göktürkler, Orta Asya’da, Hun İmparatorluğu’ndan sonra “Türk” ismiyle kurulan ilk resmi devlettir.13

Göktürkler, Avarlara bağlı olarak Altay dağlarının doğu eteklerinde, anane-vi san’atları olan demircilikle uğraşıyorlardı. Juan-juan devletine, yani Avarlara silah imal ediyorlardı. Devletin kurucusu kabul edilen Bumin, Avarlara karşı ayaklanan Tölesleri bastırınca, hükümdara eş değerde olduğunu göstermek için, onun kızıyla evlenmek istedi. Bumin’in bu arzusu reddedildi. Bunun üzerine Bumin, Batı Tabgaç Wei prensesi ile evlendi. Avar devletini çökerttikten sonra14 M.S. 552 yılında Ötüken’i merkez yapıp Göktürk devletini kurdu.15

10 Salim Koca, a.g.m., s.701. 11 Salim Koca, a.g.m., s.703.

12 Yılmaz Öztuna, Başlangıçtan Zamanımıza Kadar Büyük Türkiye Tarihi, C.I, İstanbul 1983, s.58-59. 13 Kemal Göde, Türk-İslâm Kültür ve Medeniyet Tarihi, Isparta 1997, s.19.

14 İbrahim Kafesoğlu, a.g.e., s.79. 15 Zeki Velidi Togan, a.g.e., s.47.

(11)

Devletin doğu kanadını alan Bumin Kağan, Yabgu unvanına sahip oldu. Devletin batı kanadını ise kardeşi İstemi Kağan’a bıraktı. Bumin, hükümdarlığının birinci yılındayken vefat etti. Yerine oğlu Mukan Kağan geçti.16 Bu arada İstemi Kağan, Sasani ipek yolundaki kervan ticaretini engelleyici tutumu kırmak için mücadeleye girişti. Bu amaçla 568 yılında Bizansla ticari ve askeri işbirliği yaptı.17 İstemi Kağan, Sasani hükümdarı Anuşirun ile anlaşarak kızını ona verdi. Böylece bir Türk prensesi ilk defa Sasani sarayına gelin oldu. Böylece İstemi Kağan’ın Batı kanadındaki siyaseti mühim neticeler doğurdu.18

Mukan Kağan, emrindeki kuvvetlerle kısa zamanda, Tanrı dağlarını, Altayların ve Isık Gölü’nün batısını hâkimiyetine aldı ve devleti muazzam bir genişliğe ulaştırdı. 552 yılında Mukan Kağan öldü. Ötüken’de tertiplenen büyük bir cenaze törenine Çin ve Sasani gibi komşu devletler katıldı. Mukan Kağan’dan sonra yerine kardeşi Ta-po geçti.19 Ta-po, budizmi kabul edip, Budist rahipleri himaye etti. Memlekete Budist tapınağı yaptırıp, Buda heykeli diktirdi. Ancak Göktürkler hiçbir zaman Budizm’i sürekli din olarak kabul etmeyerek Gök Tengri inancını devam ettirdiler.20

İstemi Kağan 576 yılında öldürüldüğünde yerine oğlu Tardu geçti. İstemi Kağan’ın vefatından sonra devlet içinde çatırdamalar meydana geldi ve Doğu Göktürkler ve Batı Göktürkler diye ikiye ayrıldı.21 Göktürk imparatorluğu zayıfladıktan sonra, Çinliler Türkler üzerine baskı kurarak, Doğu Göktürk Devletini 647 yılında yıktılar.22

I.A.3. II. GÖKTÜRK (KUTLUĞ) DEVLETİ

İkinci Göktürk devleti, Doğu Göktürk’ün il soyundan gelen Kutlug tarafından kurulmuştur. Çin’e karşı yapılan bağımsızlık savaşları onu yıldırmamıştır. Kendinden önce yapılan bağımsızlık savaşlarına nazaran daha planlı davranarak. II. Göktürk devletinin temellerini atmıştır. Çin sınırından uzaklaşarak, bağımsızlığını Kutluğ Kağan ilan etmiştir. Çin tarafından hapsedilen Tonyukuk onların elinden kaçarak, Kutluğ Kağan’a sığınmıştır. Kutlug Kağan’ın yanında yer alan Tonyukuk, yaptığı planlarla devleti sağlam temellere oturtmuştur. Bundan sonra Göktürkler günden güne kuvvetlenerek, Orhun ve Selenga

16 İbrahim Kafesoğlu, a.g.e., s.80.

17 Gudıaşvılı Davıd, “576-683 Yıllarında Göktürkler’in Bizans’a Karşı Seferlerine Dair”, IV. Türk Kongresi,

Ankara 2002, s.216.

18 İbrahim Kafesoğlu, a.g.e., s.83. 19 İbrahim Kafesoğlu, a.g.e., s.84.

20 Mehmet Aydın, “Göktürkler de Dini Hayata Bir Bakış”, IV. Türk Kongresi, Ankara 2002, s.208; Bertold

Spuler, “Göktürkler’in Dini ve Kültürü Hakkında Mülahazalar”, VIII Türk Tarihi Kongresi, C.II, Ankara 1976, s.660.

21 Ahmet Taşağıl, Gök-Türkler, Ankara 1993, s.35.

(12)

havalisinde dağınık halde bulunan Türk boylarını tekrar bir bayrak altında topladı. Çin’e elçi gönderilerek Çinlilerle savaşılmıştır. Kaynaklarda Kutlug Kağan’ın Çin’e 17 kez savaş açtığı yer almaktadır. 691 yılında hastalanarak vefat etmiştir. 692 yılında Kapgan devletin başına geçerek, ağabeyi döneminde yapılan genişleme siyaseti onun zamanında da devam ettirmiştir. Kapgan döneminde Türk toplulukları tamamen hâkimiyet altına alınmıştır. Kaynaklarda Çinlilerin en fazla korktuğu hükümdar olarak tanınmıştır. Tonyukuk yazıtlarında Bögü olarak zikredilen Kapgan adı fatih anlamına gelmektedir 23

Kapgan Kağan vefat ettikten sonra yerine oğlu Bilge Kağan geçti. Bilge Kağan tahta çıktığında Oğuz boyları arasında ayaklanma çıktı. Oğuzların bazı boyları Çin’e göç etti. Bilge Kağan, Çin ile daha dostane ilişkiler kurmaya başladı. Çin’e elçi ve hediyeler gönderdi. Eski Türk geleneğine uygun olarak Çin’den prenses istedi ve Bilge Kağan’ın Çin’den prenses isteği kabul edilmedi.24

Bilge Kağan’ın tahta çıkmasına yardımcı olan kardeşi Kültigin, dönemin en önemli askeri komutanlarından birisidir. Kültigin, ömrünün büyük bir kısmını harp meydanlarında geçirmiştir. Bilge Kağan’ın tahta çıkmasına ayaklanan Oğuzlara karşı pek çok sefer düzenleyerek onları bastırmıştır. Kaynaklarda 701 yılında Kültigin’in öldüğü rivayet edilir. Kültigin’in ölümü Bilge Kağan için büyük kayıp olmuştur.25 Bilge Kağan kardeşi Kültigin’in ölümünden sonra, Çin’e elçi göndermiştir. Çinliler Bilge Kağan’ın acısını hafifletmek için uzun süreden beri istediği prensesi göndermek için Bilge Kağan’a söz verdiler. Bilge Kağan, prenses ile evlenemeden, Kağan vezirlerinden Mey-la-çue tarafından zehirlenmiştir. Bilge Kağan II. Göktürk Devleti’nin sonuncu ve büyük hükümdarıdır. Bilge Kağan milletini ve devletini düşünen müşfik tabiatlı bir hükümdar olarak görülmüştür.

II. Göktürk devletinin önemli simalarından biri de Yoluğ Tigin’dir. Onun icraatı kültür alanındadır. Türk tarihinin ilk müspet yazılı kaynaklarında en önemli olan Kültigin ve Bilge Kağan adına dikilen yazıtları kaleme alan Yoluğ Tigin’dir. Bundan dolayı Türk tarihinin “İlk Türk tarihçisi”dir.26

Bilge Kağan’dan sonra devletin başına geçen hükümdarlar yönetimde etkili olamamışlardır ve Göktürkler, Çin’in ve diğer Türk boylarının baskısıyla yıkılmıştır.27

23 Ahmet Taşağıl, “Göktürkler”, Türkler, C.II, Ankara 2002, s.31,32.

24 Akdes Nimet Kurat, “Göktürk Kağanlığı”, Türkler, C.II, Ankara 2002, s.71. 25 Akdes Nimet Kurat, a.g.m., s.71-72.

26 Akdes Nimet Kurat, a.g.m., s.74. 27 Akdes Nimet Kurat, a.g.m., s.76.

(13)

Orhun Abideleri, Bilge Kağan döneminde meydana getirtilmiştir. Bu anıtlar Kültigin Bilge Kağan ve Tonyukuk olmak üzere üç yazıttan oluşmaktadır.

Kültigin Abidesi (732), Kağan olmasında ve devletin kuvvetlenmesinde birinci derecede rol almış bulunan kahraman Kültigin’e karşı Bilge Kağan’ın duyduğu minnet duygusunun sanatkârane ifadesidir. Kültigin abidesi kaplumbağa şeklinde bir kaide üzerine oturtulmuştur. Yazıt keşfedildiği zaman devrilmiş vaziyette bulunmaktadır.28 Bilhassa, yazıt

rüzgara maruz kaldığı için tahripler ve silinmeler meydana gelmiştir. Yazıtın yüksekliği 3,75 metredir. İtina ile oyulmuş, bir çeşit kireç taşı veya saf olmayan mermerdir. Anıt dört cephelidir. Batı cephesi Çince’dir. Diğer üç cephesi ise Türkçe’dir. Yazı cetvelden çıkmış gibi düzgün, muntazam, güzel bir şekilde yazılmıştır. Satırlar yukarıdan aşağıya ve sağdan sola doğru istif edilmiştir.29

Bilge Kağan Abidesi 734 yılında, Bilge Kağan’ın ölümünden sonra oğlu tarafından 735 yılında babası adına diktirilmiştir. Kültigin abidesinin bir kilometre uzağındadır. Bilge Kağan Abidesi hem devrilmiş, hem de parçalanmıştır. Tahribat ve silinti çok fazladır. Şekil ve tertip olarak Kültigin abidesine benzemektedir. Batı cephesi Çince’dir ve hemen hemen silinmiş vaziyettedir. Abideyi Yoluğ Tigin yazmıştır.30

Tonyukuk Abidesi, 720-722 yılında Tonyuluk tarafından yaptırılmıştır. Diğer iki abidenin doğusundadır. Abide dört cepheli olup iki taş halindedir. Birinci taş daha büyüktür ve yazıları daha itinalıdır. İkinci taş ise daha küçük ve yazısı itinasızdır. Bu yazıtta yazılar soldan sağa doğru istif edilmiştir.31

Her üç yazıtın özelliği, milli duyguların çok güzel bir şekilde ifade edilmiş olmasıdır. Bu eşsiz abideler Orta Çağ’da erişilmez hitabet sanatıyla Türk varlığını, dolayısıyla kültürünü aksettiren yegâne şahitlerdir. Abidelerde, Göktürk Kağanlığının tarihi, sınırlı görüşlerle belirtilmiş olup birinci kağanlık devri çok az açıklanmıştır. Bilge Kağan ve Kültigin abidelerinin yazarı Yoluğ Tigin’dir. Tonyukuk abidesinin yazarı ise kendisidir. Bu yazıtların dikilmesi, en eski Türk ananelerine bağlılık ve hürmetten ileri gelmiştir. Abidelerin muhteviyatın da Türk milletini yok etmek üzere Çinlilerin yaptığı entrikalar, savaşlar ve felaketler, zaferler anlatılmaktadır. Türk milletinin aynı hatalara tekrar düşmemesi için bir tavsiye niteliği taşımaktadır.32

28 Nejat Diyarbekirli, Oktay Aslanapa, Türk Tarihi II, Ankara 1977, s.175. 29 Muharrem Ergin, Orhun Abideleri, İstanbul 1972, 16.baskı, s.9. 30 Muharrem Ergin, a.g.e., s.10.

31 Muharrem Ergin, a.g.e., s.11.

(14)

I.A.4. UYGURLAR

Uygur adının etimolojisi hakkında çeşitli görüşler vardır. Uygur, şahin gibi hızla hücum eden orman halkı, uymak, yapışmak ve kendi kendine yeti anlamlarına gelmektedir. Ayrıca Uygur kelimesi akraba, müttefik manalarını da ifade etmektedir.33

Çin kaynaklarında Uygurlar, Hunlar’ın nesilleri olarak geçmektedir. Uygurlar Göktürkler’in hâkimiyeti altında yaşıyorlardı. Göktürk Devleti zayıfladığı sırada 742-743 yıllarında Uygur, Karluk ve Bamil boyları birleşip Göktürk Devletini yıktılar ve Basmil idaresinde yeni bir kağanlık idaresi kuruldu. Uygurlar doğu, Karluklar ise batı yabguluğunu teşkil ettiler. 744 yılında Uygur kağanı, Kutluğ Bilge Kağan Basmilileri mağlup ederek, hâkimiyetini ilan etti.34

Bağımsızlıklarını kazandıktan sonra Uygurlar, topraklarını genişletmeye başladılar35 ve Çin’e elçiler yolladılar. Bilge Kağan’dan sonra devletin başına geçmek için iki kardeş arasında Toy Bilge Tutuk ve Mayun Çor arasında mücadeleler başladı. Moyun Çor ağabeyini ortadan kaldırdıktan sonra, Tengri’den Balmış İl Etmiş Bilge Kağan ünvanını alarak Uygur devletinin başına geçti ve Ötüken’i merkez yaptı.36

Mayun Çor, sert karakterli ve askeri idareyi sağlayan kimse idi. Mayun Çor’un yapmış olduğu seferler kısımlara ayrılır:

1. Batı Seferi: Karluk ve Türgişler'e karşı yaparak onları hâkimiyeti altına aldı.

2. Kuzey Seferi: Çiğil adı verilen farklı bir Türk kavmine yapılarak bu kavim mağlup edilmiştir.

3. Oğuz Seferi.

4. Çinlilere olan askeri ve siyasi münasebetler, 751 yılında Talas muharebesinde yenilen Çinliler karışıklık içindeydi. Bu durumdan kurtulmak için Uygurlardan Çinliler yardım istedi. Uygurlar da Çinliler’e yardım ederek, ülkede meydana gelen isyanları bastırdılar.37 Çin imparatoru, Uygurlar’a şükran borcunu ödemek için kızını Mayun Çor’a gelin gönderdi. Bundan dolayı Mayun Çor, Çin’e elçi ve pek çok hediye gönderdi. Mayun Çor, çok zeki ve kendisine itimat edilen, kabiliyetli bir hükümdardı.38

33 Sadettin Gömeç, Uygur Türkleri Tarihi ve Kültürü, Ankara 1997, 2.baskı, s.13.

34 Gülşen Çandarlıoğlu, “Uygur Devletleri Tarihi ve Kültürü”, Türkler C. XIII, Ankara 2002, s.193-194. 35 Ahmet Taşağıl, “Uygurlar”, Türkler C.II, Ankara 2002, s.217.

36 Sadettin Gömeç, a.g.e., s.25-28. 37 Gülşen Çandarlıoğlu, a.g.m., s.195-196. 38 Sadettin Gömeç, a.g.e., s.44.

(15)

Mayun Çor da öldükten sonra yerine küçük oğlu Bögü Kağan geçti. Bögü Kağan birçok Uygur geleneğini değiştirdi. Kağan kendini halktan ayırarak sarayda oturmaya başladı. Bögü Kağan, Çin başkentinde Maniheizmi tanıyarak benimsediği bu dini tebaasına anlatmak için yanında dört Maniheist papazlarını götürdü. Bundan sonra Maniheizm Uygur devletinin resmi dini kabul edilerek39 birçok mani mabedi inşa edildi. Halk arasında Maniheizm yayıldı. Mani dininin Türk toplumunda yararları olduğu gibi zararları da olmuştu. Özellikle Türk fütuhat ruhunu öldürerek Uygurlar şehir hayatının rahatına alıştı.40

Maniheizm tüccar ve şehirlilere hitap eden bir dindir. Bu dinde, hayvansal ürünlerin yenmesi ve içki içilmesi yasaklanmıştır. Uygurlar bu dine girdikten sonra ilim ve sanat faaliyeti olmuştur.41 Çünkü Maniheizm de sanat önemli bir yer arz etmektedir. Mani ünlü bir ressamdır. Mani’nin sanat duygusu ve ressamlık istidadı dinine damgasını vurmuştur. Maniheist metinlerin hepsi beyaz kâğıt üzerine dikkat ve düzenli bir şekilde güzel bir yazı ile yazılmıştır. Bununla da yetinilmemiş, bu el yazmaları minyatürlerle süslenmiştir.42

Bögü Kağan’ın Maniheizm’i tercih etmesi halkını yerleşik hayata geçirerek Budist Çin’in etkisini ortadan kaldıracaktı. Bu dinin kabulünden sonra Bögü Kağan bir adım atarak, Çin de Maniheizm yayılması için teşebbüste bulundu. İmparatordan Mani tapınaklarının kurulmasın istedi ve bunun üzerine Kağan’ın emri kabul edildi.43

Tun Boğa Tarkan 779 yılında Bögü Kağan’ı öldürerek Alp Kutluğ unvanı ile kağan oldu. Bundan sonra Kağanlar onun soyundan geldi. Tun Boğa öldürüldükten sonra yerine oğlu Kut Bulmuş Bilge Kağan geçti. İki yıl süren hükümdarlığı döneminde Tibetliler’in işgal ettiği başkent kurtarıldı. Kağan, bu olaydan sonra zehirlenerek öldürüldü. Bundan sonra gelen Kağanlar siyasi anlamda pek başarı gösteremediler.44 Tibetliler’le araları açıldı ve savaş meydana geldi. Tibetliler Uygular‘ın ellerindeki sahaları işgal etti. Uygurlar bu çatışmalardan pek fazla etkilenmese de, 820’lı yıllarda çöküşe geçti. Uygur Kağanlığını Kırgızlar çökertti. 840 yılında Kırgızlar Ordu Balık’a saldırdı. Hayvanlardaki salgın hastalıklar, açlık, sert kış koşulları gibi doğal felaketler Uygur Devletini yıktı. Bunun neticesinde Uygur kabileleri Kuzey Moğolistan’dan pek çok yöne doğru göç ettiler. Bunlardan başlıcaları Büyük Çin seddine doğru, Kansu ve Doğu Türkistan’a doğrudur. Doğu Türkistan’a göç eden Uygurlar

39 L.Ligeti, Bilinmeyen İç Asya, Ankara 1986, s.252. 40 Sadettin Gömeç, a.g.e., s.44.

41 Bahaeddin Ögel, “Uygur Devletinin Teşekkülü ve Yükseliş Devri”, Belleten, C.XIX, s.359. 42 L.Ligeti, a.g.e.,, s.259.

43 Ahmet Taşağıl, “Uygurlar”, s.219. 44 Ahmet Taşağıl, a.g.m., s.220.

(16)

850-860 yıllarında, 500 yıl sürecek Uygur Koçu Krallığını kurdular. Kansu bölgesine göç eden Uygurlar ise Ganzhou krallığını kurdular.45

I.B. İSLÂM’DAN ÖNCE TÜRKLERİN DİNLERİ I.B.1. GÖK TENGRİ

I.B.1.1. ŞAMANİZM

Şaman kelimesi Türkçe bir kelime olmamakla birlikte, Tunguzca’dan Türkçe’ye geçmiş bir kelimedir. Tunguzca’da şaman kelimesi dilenci, rahip, keşiş anlamlarına gelmektedir.46 Şamanizm dar anlamda Sibirya ve Orta Asya’ya özgü dinsel bir olgudur.47

Türk kavimleri Şamanlarına umumiyetle “kam” demişlerdir. Kam, Türkçe’de kâhin, şair anlamlarını ifade etmektedir. Ayrıca kam, tabip, âlim, filozof manalarına da gelmektedir.48

Şaman, ayinlerinde, ruhlarla insanlar arasında bağlantı kuran bir vasıtadır.49 Bu nedenle Orta Asya topluluklarında dini ve sihri hayat şaman etrafında şekillenir.50

Şamanlık mesleği öğrenmekle elde edilmemektedir. Şamanlık babadan oğula geçer. Hiç kimse şaman olmak istemez, şaman olacak kimseye kendinden önceki şaman ataları musallat olur ve onu kam olmaya zorlar. Ata ruhu musallat olan kişi bundan kurtulmaya çalışır, eğer şamanlığı kabul etmezse deli olur. Genellikle şamanlar sinirli ve melankolik adamlardır. Bir ailede çocuklardan biri şamanlık istidadı gösterirse aile bunun önüne geçmeye çalışır. Çünkü Şaman’ın kazancı az olur. Çoğu zaman şaman ücretsiz ayin yapar.51

Şamanlığa aday olan kişi iki farklı şekilde eğitilir: 1. Rüyalar ve kendinden geçme ile52

2. İhtiyar ve tecrübeli bir şaman, ona ata ruhların adlarını, okunacak duaları, silsiledeki büyük kamların ve tanrıların şecerelerini, ayin ve törenlere ait kaideleri öğretir. Sonra usta şaman çırağını yanına alıp yolculuğa çıkarak dağa tırmanırlar. İnsanlara çile çektiren hastalıkları usta şaman çırağına gösterir. Sonra eve dönerler. Genç şamanın bütün yakınları toplanıp “kam baksı toy” denilen ayini yaparlar. Bu ayin ihtiyar şamanın nezaretinde genç

45 Ablet Kamalov, “Uygur İmparatorluğu”, Türkler C.II, Ankara 2002, s.230. 46Hikmet Tanyu, “Şamanizm”, Türk Ansiklopedisi, C.XXX, Ankara 1981, s.22. 47 Mircea Eliade, Şamanizm, (cev. İsmet Birkan), Ankara 1999, s.22.

48 Saadettin Buluç, “Şaman”, İslâm Ansiklopedisi MEB, C.XI, İstanbul 1970, s.312. 49 Abdulkadir İnan, Tarihte ve Bugün Şamanizm, Ankara 1972, 2.baskı, s.72. 50 İbrahim Kafesoğlu, a.g.e., s.252.

51 Abdulkadir İnan, a.g.e., s.72. 52 Mircea Eliade, a.g.e.,, s.32.

(17)

şaman tarafından yapılır. Bu ayinde genç şaman çok zaman davul yerine asa yahut küçük bir yay kullanır. Şaman kıyafetleri giydirilir ve ihtiyar şaman çırağının ağzına tükürür. Artık genç şaman gerçek kam sıfatıyla ayin yapmaya başlar.53

Şamanlar genellikle zeki, hayalperest ve şair ruhlu insanlardır. Ayin esnasında büyük vecd içinde kendinden geçip yer ve gök alemlerinde gördüğü garip varlıkları, acayip hadiseleri teferruatıyla anlatan şaman, ayıldıktan sonra hiç bir şey hatırlamamaktadırlar.54

Her şamanın kendine ait özel bir ruhu veya ruhları olduğuna inanılırdı. Bu yardımcı ruhlar arasında boğa, toy, kartal ve sığın yer alırdı. Bu yardımcı ruhlar devamlı onun yanında yer alırdı ve onun emrinde olurdu.55

Şamanların kendilerine ait gizli bir dili bulunurdu. Şaman hayvanların dilini özellikle kuş dilini bilmek zorundaydı. Çünkü bu sayede doğanın gizemini bilir ve gelecekten haber verirdi. Şaman kuş dilini yılan yiyerek öğrenirdi. Hayvanların seslerini taklit ederek yani kuş gibi çığlık atarak, öküz gibi böğürerek, koyun gibi meleyerek, yer altı ve yer üstünde şaman, özgürce dolaşırdı.56

Şamanizm’ de iki türlü şaman bulunmaktadır: 1. Ak Şamanlar

2. Kara Şamanlar

Ak Şamanlar şaman cübbesi ve külahı taşımazlar, davul kullanmazlardı. Kötü ruhlara ve karanlık Tanrısı Erliğ’e ayin yapmayarak, kanlı kurban vermekten sakınırlardı. Gündüzleri ayin yaparlar. Beyaz renkte elbise giyinirlerdi. Aydınlık Tanrısı “Ülgen” için tören düzenlenirdi. Ak şamanlar kara şamanlar kadar iş görmezlerdi. Genellilikle Buda rahiplerine benzerlerdi.57

Kara şamanlar ise yalnız yeraltının korkunç ruhunu temsil eden “Erlik” ve ona bağlı olan kötü ruhlar için tören yaparlardı. Mavi renkli elbise giyinirlerdi. Erliğ’e, kanlı kurban sunarak, insanları onun kötülüğünden korumaya çalışırlardı.58

Kadınlar temiz sayılmadıkları için Ak şaman olamazdı. Ancak kara şaman olabilirlerdi. Çoğu zaman Ülgen adına yapılan törene katılmazdı. Aslında kadın şamanlar

53 Abdulkadir İnan, Tarihte ve Bugün Şamanizm, s.76; Eliade, Şamanizm, s.143. 54 Saadettin Buluç, a.g.m., s.312.

55 Mircea Eliade, Şamanizm, s.116-117. 56 Mircea Eliade, a.g.e.,124-126. 57 Abdulkadir İnan, a.g.e., s.84. 58 Saadettin Buluç, a.g.m.,s.313.

(18)

kuvvetli kamlardı. Gelecekten en iyi haber veren onlardı. Gördükleri rüyalar çıkar ve kehanetleri tahakkuk ederdi.59

Görüldüğü gibi Şamanizm dinden ziyade sihir ve büyü karakteri taşımaktadır. Türklerin Gök Tengri inancı içerisinde Şamanizm bir gelenektir.

I.B.2. BUDİZM

Buda M.Ö. 503 yılında Hindistan’ın kuzey doğusunda doğmuştur. Hindistan Racasının oğludur. 19 yaşında bir prensesle evlendirilir. 29 yaşına geldiği zaman, dört ayrı unsurun etkisinde kalmıştır. Bunlar: Bitkin bir ihtiyar adam, hasta, ölü ve acıdan rahatsızlık duymayan yumuşak tabiatlı zahid . Buda kendisinin ve bütün insanların yaşlanacağını ve hastalanacağını ve öleceğini düşündü ve insanın sadece kendisini feda etmesiyle sükûta ereceğine inanır. Bu nedenle babasının tahtını, karısını ve yeni doğmuş oğlunu bırakır. Saçlarını kestirir. Bir rahip kıyafeti giyinerek kurtuluşun yolunu aramaya başlar ve kendini ebedi problemleri çözmeye vererek inzivaya çekilir. 7 yıl süren çileli hayatında günde tek susam tohumu ve bir pirinç tanesiyle yaşar. 35 yaşındayken Bodhi denilen incir ağacının altında hayatının sırrını çözer ve insanlara tenasüh çemberinden kurtulmanın yolunu ilan eder60

Buda keşfettiği bu inancı insanlara yaymak istedi ve ilk vaazını geyik parkında beş arkadaşına verdi. Beş keşiş arkadaşı Buda’ya inanır ve üstadı yücelterek Budist topluluğun ilk üyesi oldu. Bundan sonra Buda’nın ömrünü gerçeği yaymakla ve dinine adam toplamakla geçirdi.61

Buda’nın öğretisi dört soylu hakikat içinde özetlenir: 1. Bütün varlıklar aracıya sebep olur.

2. Acının nedeni, arzu ve tutkulardır.

3. Arzu ve tutkuların kaynaklarının kurutulmasıyla acı sona erdirilir.

4. Arzuların ve tutkuların kaynakları kurutacak olan sekiz katlı soylu yolun uygulamasıdır. Bu yol ise, Doğru ve Tam görüş, Doğru ve Tam anlayış, Doğru ve Tam konuşmak, Doğru ve Tam aksiyon, öldürmemek, verilmeyeni almamak, yanlış konuşmamak,

59 Abdulkadir İnan, Tarihte ve Bugün Şamanizm, s.89-90.

60 Hüseyin G. Yurdaydın, Mehmet Dağ, Dinler Tarihi, Ankara 1978, s.133-134.

61 Felician Challage, Dinler Tarihi, (çev. Semih Tiryakioğlu), İstanbul (t.y.), s.66; Günay Tümer, “Budizm”,

(19)

alkol ve içki kullanmamak, doğru tam hayatı kazanma yolları, doğru ve tam çaba uygulamak, doğru ve tam farkındalık, doğru ve tam uyanıklık.62

Budizm öğretisinde herhangi bir Tanrı anlayışı bulunmamaktaydı. Onlara göre hidayet, benliği feda ederek ızdıraptan kurtulmaktı. Yani tenasüh çemberinden kurtulmaktı. Ölüm canlıyı dünyadan kurtarmıyordu. Çünkü tenasüh buna mani oluyordu. Vücudun yok oluşu yeni bir vücudun var oluşunu zorunlu kılıyordu. İnsanın ruhu, öldükten sonra başka bir hayvanın cesedine geçebiliyordu.63 Buda’ya göre insan bu esaretten ancak Nirvana’ya

ulaştığında kurtulabilirdi. Nirvana kelime olarak sönmek, dinmek anlamına gelmektedir. Yani hırs, nefret ateşlerinin söndürülmesidir. Nirvana’ya ulaşanlar dünya üstü zevke ulaşırlar. Buda 80 yaşında vefat etti ve Nirvana’ya ulaştı.64

Buda’nın öğretisinin ne zaman Türkler arasında yayılmaya başladığı kesin olarak bilinmemektedir. Ancak Çin kaynakları azda olsa Türkler’in Budacılık ile ilişkileri konusunda bilgi vermektedir. Türk kavimlerinin başında Uygurlar gelmektedir. Ancak Uygur Türklerinden önce Hunlar ve Göktürkler arasında azda olsa ilgi görmüştür. Göktürk Hakanı Bumin oğlu Mukan Kağan, Budizm’e inanmıştır. Orta Asya’da Budacılığı benimseyip bu dinden yaptıkları çevirilerle, zengin bir edebiyat birikimini Uygurlar oluşturmuştur. Uygurların merkezi Hoço kentidir. Hoço kentinde yerleşik zengin bir medeni kültürü var olduğu bilinmektedir. Bu bölgede Çinliler ve Hint Avrupa boyları yaşıyordu ve bu bölgede Budacılık yaygın idi. Bu kültürle etkileşime giren Uygurlar Budizm’i benimseyerek, şehirlerine mabet inşa ettirdiler. Özellikle Budist mabetlerinde ki freskolar üzerinde Buda’nın resimleri görülmektedir.65

I.B.3. MANİHEİZM

M.S. III. yüzyılda Mani tarafından kurulmuş bir dindir. Bu dinin ilk merkezi Mezopotamya’dır. Daha sonra bu inanç sistemi İran’da yayılmıştır. Mani’ye göre hak dinler peygamberler tarafından bildirilmiştir. Bu peygamberler arasında Adem, Buda, Zerdüşt ve İsa bulunmaktadır. Mani kendisini son peygamber olarak görmüştür.66 Mani’nin başlıca arzusu eski çağ bilgelerinin buyruklarını kaynaştırarak evrensel nitelikte bir doktrin oluşturmaktır.

62 Cengiz Erengil, Budizm, İstanbul 2004, s.40-46.

63 Ekrem Sarıkçıoğlu, Başlangıçtan Günümüze Dinler Tarihi, Isparta 1999, 2.baskı, s. 145. 64 Ekrem Sarıkçıoğlu, a.g.e., s.147; Cengiz Erengil, a.g.e., İstanbul 2004, s.47.

65 Walter Ruben, Eski Metinlere Göre Budizm, (çev. Lütfi Bozkurt), İstanbul 1995, s.15-15. 66 Hüseyin G. Yurdaydın, Mehmet Dağ, a.g.e., s.102-103.

(20)

Mani felsefesinde, düalizm mevcuttur. Mani dinine göre madde tamamıyla kötü, ruh ise tamamıyla iyidir.67

Maniheizm’e göre Tanrı ulûhiyet, nur, güç, bilge gibi dört kudrete sahiptir. Yüce Tanrı ile birlikte tüm ışık alemi “hayat ağacı” olarak tasavvur edilir. Karanlık Tanrısı ise bazen yılan başlı, ejderha, kuş kanatlı, yabani hayvan ayaklı bir canavar olarak tasavvur edilir. Onun etrafında sayısız kötülükler vardır. 5 kötülük âlemi bulunur. Bunlar duman, ateş, rüzgâr, su ve karanlıktır. Ayrıca bu âlemde maddeyi sembolize eden ve sayısız dallarda savaş, şiddet, kan ve her türlü kötülük fışkıran ölüm ağacı mevcuttur. Işık Tanrısı ve ışık âlemi ise beş ilahi özelliğe sahiptir. Bunlar akıl, düşünce, idrak, bilgi ve temkinden ibarettir. Ayrıca bu âlemde sevgi, iman, sadakat, iyilik ve hikmet bulunur. Yüce Tanrı bu ışık alemiyle birlikte bir hayat ağacı olarak tahayyül edilir.68

Maniheizm’in kurucusu Mani, Zerdüşt dini rahipleri tarafından 273 yılında onu çarmıha germişlerdir. Maniliğe ait bütün eserler tahrip edilmiş ve ortadan kaldırılmıştır. Buna rağmen Maniheizm, Çin’den İspanya’ya kadar yayılmıştır. Özellikle Uygurlar bu dini benimseyerek bu dinle alakalı pek çok eser ortaya koydular. Musiki ve resim onun vasıflarındandır. Özellikle Uygur Mani minyatür sanatı İran ve Hind minyatür sanatının da ceddi olmuştur.69

67 Felicien Challage, Dinler Tarihi, (çev. Semih Tiryakioğlu), İstanbul (t.y.), s.103,

68 Ekrem Sarıkcıoğlu, Başlangıçtan Günümüze Dinler Tarihi, Isparta 1999, 2.baskı, s.132; Şinasi Gündüz,

“Maniheizm”, TDV, İslâm Ansiklopedisi, C.XXVII, Ankara 2003, s.575.

(21)

II. BÖLÜM

II. İSLÂM ÖNCESİ TÜRK SAN’ATINDA BAZI HAYVANSAL ve BİTKİSEL

KÜLTÜR ÖGELERİ

Orta Asya’nın en orijinal ve uzun ömürlü eseri Bozkır San’atı dır.Bu sa’nat göçebe milletler tarafından icra edilmiş ve kolay işlenen eşya üzerine nakşedilmiştir. Mesela maden üzerine oyma ve kabartmalar; halılar; keçe ve deri işleri; nakışlar mücevherli takımlar gibi eserlerde temayüz etmiştir.

Göçebe san’atında hayvan figürleri kendini göstermiştir. Bu figürler eserlere hareketli bir şekilde aktarılmıştır.

İslâm öncesi Türk sanatında Türklerin İslâm’dan önceki dinleri Gök-Tengri dininin bir geleneği olan Şamanizm, Budizm ve Maniheizim çok fazla etkili olmuştur. Türklerin bu inançları, onların kültürlerine yansıyarak sanatları bu doğrultuda gelişmiştir. Özellikle “hayvan üslubu” dediğimiz eğilimle dikkat çekici bir yön kazanır. Hun sanatında karşımıza çıkan bu üslup geniş bir hayvan âlemi ile bunların çeşitli malzemelerde ve değişik karakterlerde yansıması görülmektedir. Arslan, kurt, kaplan, boğa, at, kartal, koyun, keçi gibi hayvanlar at koşum takımlarında, kılıç kabzalarında, eğerlerde, keçe örtülerinde, halıda, insan cesetlerinde karşımıza çıkmaktadır. Mahiyetini koruyucu, tılsımlı ve süsleyici semboller olarak özetleyebileceğimiz “hayvan üslubu” hayvanlara karşı duyulan inançlara farklı bir şekilde tasvir edilmesidir.

Türkler de atalar kültü dediğimiz bir gelenek meşhurdur. Bu gelenekte ataların tasvirleri yapılıp saklandığı bilinmektedir. Yapılan bu tasvirler genellikle zoomorfik kökenlidir. Töz(ruh) diye adlandırdığımız bu figürler kartal, ejderha, at, kurt gibi hayvanlardan yapılmıştır. Bu nedenle Asya Hun hükümdarı Mete kendi soyunu ejderhaya dayandırdığı, Göktürklerin ise Aşina diye adlandırılan bir kurttan türedikleri kaynaklarda geçmektedir. Hayvan simgelerinin kullanılmasının nedeni, kullanılan hayvanların bir gücü temsil etmesinden dolayıdır. Hükümdarlar veya devletler kendilerinde bulunan gücü hayvan figürleriyle bağdaştırmışlardır.

(22)

II.1. KARTAL

Omurgalı kuş türünden olan kartal yırtıcı bir hayvandır. Uzun kanatlı, sağlam yapılıdır. Ayakları parmaklarına kadar tüylerle kaplıdır. Genellikle beyaz ile siyah karışık esmer renktedir .70

Türklerin milli sembollerinden olan kartal, Türk sanatı ve kültür tarihinde dini, astrolojik, hukuki bir sembol olmuştur. Kartal ve benzeri yırtıcı kuşlar şamanist tasavvur ve törenlerde, bu kuşlara mühim sembolik anlamlar yüklenmiştir.71

İskitlere ait kılıç kabzalarında, silahlarda, tokalarda, ahşap ve maden eşyaların üzeride kartal ve avcı kuşlara tesadüf edilmektedir.72

Hunlara ait I. Pazırık Kurganı’ndan çıkartılan bir eğer örtüsü üzerinde kartal ile grifon mücadele sahnesi verilmiştir. Noin Ula Kurganı’nda ise kartal-geyik mücadelesi, yünlü bir kumaş üzerine aplike şeklinde işlenmiştir.73 (Resim-1)

Avrupa Hun Devleti’nde kartal en yüksek Gök Tanrısı olarak kabul görmüştür. Kadın ve erkek mezarlarında ve çeşitli eşyalar üzerinde kartal ve yırtıcı kuş figürlerine rastlanılmıştır.74 Atilla’nın kalkanı üzerinde kartal arması görülmekle birlikte onun zamanında kartal devlet arması kabul edilmiştir.75

Bugünkü Moğolistan’da, Orhun Anıtı çevresinde bulunmuş olan Kültigin’e ait taç üzerinde, kanatlarını iki yana açmış görkemli bir kartal figürü bulunmaktadır.76 (Resim 2) Bu kartal arması kulaklı ve boynuzlu kartal şeklinde gösterilerek, büyük bir kudreti sembolize etmektedir.77

Uygurlara ait Hoton levhalarında, Uygur hükümdarının elindeki kadehin üzerinde (yarı silik olduğu için tam seçilemeyen) kara renkli avcı bir kuş tasvir edilmiştir.78 M.S. VIII

70 Meydan Larousse, “Kartal”, C.VII, İstanbul 1969, s.41

71 Yaşar Çoruhlu, Türk Sanatının Anahatları, İstanbul 2002, s.153.

72 Gönül Öney, “Anadolu Selçuklu Mimarisinde Avcı Kuşlar, Tek ve Çift Başlı Kartal”, Malazgirt Armağanı,

Ankara 1972, s.158.

73

Nejat Diyarbekirli, Hun Sanatı, İstanbul 1992, s.129.

74 Gönül Öney, “Anadolu Selçuklu Mimarisinde Avcı Kuşlar, ….”, s.158-159. 75 Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojisi, C.I, Ankara 1993, s.592.

76 Zühre İndirkaş, “Orta Asya’dan Anadolu’ya Türklerde Taç Geleneği”, Türkler, C.IV, Ankara 2002, s.152;

Lumir Jısl, “Kül-Tigin Anıtında 1958’de Yapılan Arkeoloji Araştırmalarının Sonuçları”, Belleten, Ankara 1963, s.395.

77 Oktay Aslanapa, “Türkler’de Arma Sanatı”, Türk Kültürü, Ankara 1964, S.40; Yaşar Çoruhlu, “Kültigin’in

Baş Heykelinin İkonografik Bakımından Tahlili”, Mimar Sinan Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Dergisi, S.1. İstanbul 1991. S.124; Yusuf Çetindağ, “Türk Kültüründe Hayvan Ve Bitki Motiflerinin Seyri”, Türkler, C.IV, Ankara 2002, s.173.

78 Emel Esin, “Kuşcu Türk Sanatında Atlı Doğancı İkonografisi”, Orta Asya’dan Osmanlıya Türk Sanatında

(23)

asırda Uygurlara ait Hoço Mabedinin tavan kısmında alçı üzerine boyama şeklinde çift başlı kartal figürü görülmüştür.79

Kartal motifi Göktürklerin bir kolu olan Şato Türkler’inde mühim bir yer teşkil eder. Savaşçı bir kavim olan Şatolar, Çinliler tarafından tehlikeli görüldüğü için dağlara yerleştirilmiştir. Şatoların önemli hükümdarlarından olan Li-koyung’un maceracı ve çok iyi nişancı olduğu, hatta ağaç altında yatarken dahi ağacın yapraklarını okla düşürdüğü belirtilmektedir.80 Onun fevkalade nişancı olması kartala benzeyebilir. Çünkü kartal da çok iyi

bir nişancıdır. Mitolojide sadece kartal yuvasında doğan kişilerin iyi bir nişancı vasfına sahip olabileceği düşünülmektedir.

Yine kartalla alakalı olarak farklı bir efsanede şamanist unsurlar görülmektedir. Çok önceleri ne hastalık ne ölüm varmış; fakat zamanla ruhlar yeryüzüne çıkıp insanlara kötülük getirmeye başlamışlar. Bunun üzerine Tanrı, insanlara yardım etsin diye gökten bir kartal göndermiş. Kartal yeryüzüne inince insanlarla anlaşıp, birleşmek istemiş, fakat insanlarla kartal birbirlerinin dilini anlamamışlar. Kartal Tanrı’nın yanına dönüp, Tanrıya yeryüzünde olan bitenleri anlatmış. Daha sonra Tanrı kartala yeryüzüne inmesini ve orada karşılaştığı ilk insanla yaşamasını söylemiş. Bunun üzerine kartal kanatlarını açıp yeryüzüne inmiş ve ağacın altında uyuyan bir kadınla karşılaşmış. Daha sonra bu kadınla yaşamaya başlamış ve kadın kartaldan gebe kalmış. Ayı ve günü dolan kadının bir erkek çocuğu olur. Çocuk zamanla büyüyerek yeryüzünün en büyük atası ve şamanı olur.81

Yakutlara ait mitolojide de kartala ait motiflere rastlanır. Onlara göre ilk şaman dünyaya kartal tarafından indirilmiştir. İnanışa göre, şaman olacak çocuğun ruhunu kartal yer. Şaman bir kayın ağacı veya karaçam bulunan bir ormana doğru uçarak, bu ağaçlardan birine konar. Yumurtlar ve yumurtadan bir erkek çocuk çıkar. Çocuğu vahşi hayvanlardan koruyarak büyütür. Büyüyen bu çocuk ilk kam olur.82 Yakut Türklerinde önemli bir yere sahip olan kartalın, şehirlerin ortalarına dikilen sırık üzerinde, ağaçtan yontulmuş figürü bulunurdu. Sırığın tepesinde bulunan bu kuşa “gök kuşu” adı verilirdi. Bu kuş çift başlı şekilde yapılırdı ve sırık dünyanın direği olarak tasavvur edilirdi. Sırık göğe kadar uzanırdı. Bu gök sırığı sembolik olarak yedi ve sekiz dallı yapılırdı. Sırığın her bir dalı göğün katlarının temsil ederdi. Sırığın tepesinde bulunan kartal, kırmızı renge boyanırdı. Gök kuşunun oturduğu katta, Tanrı, ruhlar ve Tanrı’nın çocukları dolaşırdı. Çoğu zaman bu ruhlar kuş şeklinde

79 Gönül Öney, “Anadolu Selçuklu Mimarisinde Avcı Kuşlar, …”, s.159. 80 Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojisi, C.I, Ankara 1993, s.585-586. 81 Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojisi, C.I, Ankara 1993, s.597.

(24)

uçarak yeryüzüne iner yeni bir çocuk doğacağı zaman, çocuğun ağzına ruh üflerdi. Öyle anlaşılıyor ki, bu çift başlı kartal, kuş şeklindeki ruhların koruyucusu idi. Mitolojide yer alan “Gök Direği” şeklinde tasavvur edilen sütun “Hayat Ağacı”nı temsil etmektedir.83(Resim-3)

Yakutlarda kuş gibi tasavvur edilen ruhlar daha ziyade kartal şeklindedir. İlkbahar ve güz mevsimlerinin meydana gelmesi kartalın temsil ettiği ruhun iradesine bağlıdır. Kartal bir defa kanadını sallarsa buzlar erimeye başlar, ikinci defa sallarsa ilkbahar meydana gelmektedir. Kartal yakut geleneğinde güneşin ve Gök Tanrı’nın sembolü sayılmıştır.84

Onlara göre en korkunç ant kartal adıyla içilen yemindir. Kartal adıyla yok yere yemin edenlerinin ocağının söneceğine veya neslinin kesileceğine inanılmıştır. Yakutlardan biri evinin yanında kartal görse, ona et ziyafeti vermek zorundadır. Herhangi bir kişi yanlışlıkla kartal öldürse, şamanı çağırır ve tören yapılarak kartal bu ayinle kaldırılır. Kısır kadınlar kartala başvurarak ondan çocuk isterlerdi. Bundan sonra dünyaya gelen çocuğa kartaldan türemiş denirdi.85 Şamanist kurban ritüelinde, kartal mühim bir unsurdur. Bu törenlerde şaman davuluna vurarak, manzum dualar okur ve bildiği bütün ruhları çağırır. Kartal çağrılan bu ruhlar arasındadır. Çünkü kartal Tanrı kuşudur. Şaman bu törenlerde yanında kartal tüyü ve kartal pençeleri bulundurur.86 Ayrıca şaman davullarında gezegenleri sembolize eden rozetler görülür ve bu rozetler kuş şeklindedir. Ayinlerde şamanın giydiği elbise kuşu sembolize ederek, şaman bu kuşun yardımı ile gökyüzüne veya yeraltına seyahat eder. Mezar taşlarında görülen kuşlar ölünün gökyüzü seyahatinde ona rehberlik eder. Şamanlara göre her insanın koruyucu bir ruhu vardır. Kartal da koruyucu ruhlar arasında görülmüştür. Bundan dolayı silahlarda görülen kartal figürü koruyucu ruh anlamına gelmektedir. Tuğlarda kullanılan kartal figürleri kudret ve asalet sembolü sayılmıştır.87

Göğün rakipsiz hâkimi olan kartal sonsuzluğun sembolü sayılmıştır. Kartal sadece uçan kuşlar için değil, yeryüzündeki diğer hayvanlara da korku vermektedir.88 Kartal avcı kuş olması itibariyle doğancı olarak kullanılırdı. Erkek kuşlar avcı olarak yetiştirilirdi. Avcı kuşların ak renkte olması, soğuk iklime ve yedikleri hayvanın renginin açık olmasına bağlanmaktaydı.89 Genellikle avcı yetiştirilen kuşlar hediye olarak komşu ülkelere

gönderilirdi.90

83 Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojisi, C.I, Ankara 1993, s.598

84 Abdülkadir İnan, Tarihte ve Bugün Şamanizm, Ankara, 1972, 2.baskı, s.46. 85 Abdülkadir İnan, a.g.e, s.119.

86 Sadettin Buluç, “Şaman”, MEB, İslâm Ansiklopedisi, C.X, İstanbul 1970, s.315. 87 Gönül Öney, “Anadolu Selçuklu Mimarisinde Avcı Kuşlar, ….”, s.167-168.

88 Bahaeddin Ögel, “Türklerde Kartal ve Kartal Arması”, Türk Kültürü, Ankara 1972, s.592 89 Emel Esin, “Kuşcu Türk Sanatında Atlı Doğancı İkonografisi”, s.170-171.

(25)

Kartal figürlerin bazen ikili mücadele sahnesi şeklinde verildiği görülmektedir. Bu mücadele sahnelerini oluşturan hayvanlardan biri kartal, diğerleri ise geyik, boğadır. Göksel karakter arz eden yani güneşi simgeleyen kartal, zaferi içinde barındırır. Yersel karakterli hayvanlar (geyik-boğa) zayıflığı, yenilgiyi ve edilgenliği temsil eder. Yüceltilen göksel hüviyetli bu hayvanlar kabile arasında birer töz veya ongun kabul edilmiştir.91

Çift başlı kartalların mitolojide ve sanat eserlerinde kullanılmasının iki nedeni bulunmaktadır:

1. Gücünün, kuvvetinin ve fevkaladeliğinin artması için çift başlı şeklinde kullanılmıştır.

2. Simetrik mevcudiyetten dolayı.92

Ayrıca çift başlı kartalların sivri kulaklı çizilmesi şaman kültüründen kaynaklanmaktadır. Figürlerdeki kulaklar puhu(Kısa bacaklı, tıknaz vücutlu bir baykuş türü kuş) kulağı olduğunu ortaya koymaktadır. Çünkü Altay Şamanizmin’de en önemli varlığın, yaratıcı Tanrı ile insanlar arasında ilahi aracı olan ve onları kötü ruhlara karşı koruyan puhudur. Şamanın, hastalık yapan kötü ruhları kovalaması, yani hasta çocukların iyileşmesi için puhu beslediği bilinmektedir. Puhu kartaldan farklı olarak, kısa bacaklı, tıknaz vücutlu olmasıdır. Şamanizm’de kutsal kuşun kartal-puhu karışımlı olmasının diğer anlamı ise şu şekildedir: Bilindiği üzere bin metre yükseklikten tarladaki fareyi görecek kadar dünyadaki mahlûklar arasında en keskin göze sahiptir. Ancak bu hâkimiyet yalnız gündüze inhisar etmekte ve geceleri gökyüzünün hükümranlığı kartalın tam bir benzeri olan ve ayrıca yüzlerde metre uzaklıktan kıpırdayan bir farenin sesini dahi duyabilen puhuya geçmektedir. Şamanizm bu iki kuşu birleştirerek gece ile gündüze hâkim olan kutsal bir figür ortaya koymuştur.93

Türk geleneğinde kartalın astronomik(Hem büyüklüğü hemde göksel bir varlık oluşu ifede eder) boyutu vardır. Hun mezarlarında bulunmuş çok önemli üç kartal resmi astronomik semboller ifade etmektedir. Bu kartal kabartmalarının altındaki ay ve yıldızlar göğü temsil ederken, ters konmuş yıldızlar gece ve gündüzü temsil etmektedir. (Resim-4) Eski Türklere göre gece ile gündüz göğün üzerinde durmadan döner ve gece kapladıktan sonra karanlık oluşmaktadır. Hun mezarlarında bulunmuş bu kabartmada dünya üzerinde dönen, siyah ve beyaz renkli kartal görülmektedir.94

91 Ahmet Çaycı, Anadolu Selçuklu Sanatında Gezegen ve Burç Tasvirleri, Ankara 2002, s.99. 92 Bahaeddin Ögel, “Türklerde Kartal ve Kartal Arması”, s.217-218

93 Sargon Erdem, “Çift Başlı Kartal ve Anka Üzerine”, Sanat Tarihi Araştırmaları Dergisi, S.8, İstanbul 1994,

s.73-74.

(26)

Kartal, Moğol geleneğinde, Türk etkisiyle gelişmiştir. Bu yırtıcı kuşlar, Moğollarda da av için kullanılıyordu. Samimiyet, cesaret ve yiğitliğin sembolü olarak görülüyordu.95

Yine Türk geleneğinde, yırtıcı bir kuşun güvercin yakalayıp yemesi, hükümdarın ölmesine işaret etmekteydi.96

Türklere ait fal kitabı Irk Bitig de(uygurca yazılmış bir fal kitabı) kartal ve kartal cinsi kuşların iyiliğin habercisi olarak görüldüğü işaret edilmiştir.97

Kartal gücü, kuvveti temsil etmekle birlikte ariflik ve bilgelik anlamlarını da içermektedir.98

II.2. AT

At; omurgalı, memeli, toynaklı,otçul bir hayvandır. Binme ve yük çekmede kullanılır.99

Türk kültürünün en önemli unsurlarından biri olan at Türkler’in günlük hayatlarında çok fazla yer işgal etmiştir. Türkler atı ehlileştirerek, atın etinden, sütünden, kılından, derisinden faydalanarak, onu binmede ve yük taşımada kullanmışlardır. At, maddi ve askeri gücünün dışında yuğlarda(eski türklerde ölü gömme töreni), şölenlerde, sporda ve temsili alanlarda tezyini ve plastik sanatlarda, efsanelerde kullanılmıştır.100 İskit geleneğinde güneşe at kurban edilmektedir. Onların tapındıkları biricik ilahları güneştir. Ona atlarını kurban ederler ve bu surette ilahların en süratlisine fani mahlûkatın en süratlisini takdim ettiklerine inanılmaktadır.101 İskitler’e ait buluntular arasında at koşum takımları önemli bir yer işgal

eder. Ayrıca at ve geyik maskelerine de tesadüf edilmiştir.102

Türkler’de, özellikle de Hunlar da at yetiştiriciliği ön plandadır. Çinliler, Türkler hakkında “Türklerin hayatı ata bağlıdır” demişlerdir. Onlar yabani atları kement atarak evcilleştirip, Orta Asya’nın soğuk ve sert iklimi olan platolarında diğer yabani atlarla yarıştırmışlardır.103 Bozkır atı kolay yorulmayan bir at olmakla birlikte bunda binicisinin ustalığının da payı vardır. Yine Çin kaynaklarında Türkler’in atları fevkalade kabiliyetli olup güzel bir yapıya sahip oldukları yer almaktadır.104 Midilli adı verilen ve oldukça küçük yapıya

95 Yaşar Çoruhlu, Türk Sanatında Hayvan Sembolizmi, İstanbul 1995 s.81

96 Emel Esin, “Tuğrıl ve Sungur”, Türk Sanatında İkonografik Motifler, İstanbul 2004, s.231. 97 Yaşar Çoruhlu, a.g.e., s.80.

98 Gönül Öney, a.g.m., s.171

99Meydan Larousse, “At”, C.1, İstanbul 1969, s.790.

100 Şükrü Elçin, “Türklerde Atın Armağan Olması”, Türk Halk Edebiyatı Araştırmaları, Ankara 1988,

s.142-143.

101 İlhami Durmuş, “İskit Kültürü”, Türkler, C.VI, Ankara 2002 s.19. 102 İlhami Durmuş, a.g.m., s.23.

103 Emel Esin, “Türk Sanatında At”, Türkler, C.IV, Ankara 2002, s.258. 104 Faruk Sümer, Türklerde Atçılık ve Binicilik, (y.y.) 1983 s.11.

(27)

sahip olan bu atların kuyruğu ve yelesi gür şekildedir. Bunların erkek olanları üç yüz elli kilo, dişileri ise üç yüz kilo civarındadır. Türk kültüründe atlı olmayan göçebe olmamaktadır. Ailelerin ekonomileri at sayılarına göre belirlenerek, yalnız 1 atı olanlar fakir, 50 veya 100 atı olanlar zengin sayılmaktadır.105

Türkler’in güneşte gözlerinin kamaşmaması ve göz ağrılarına karşı at kılından gözlük yaptıkları kaynaklarda geçmektedir.106

At, Türkler için ani baskınlarda komşu sınırları aşarak haraç toplamayı mümkün kılan, süratli bir şekilde yer değiştirmede ise önemli bir vasıta olmuştur. İnsanla beraber savaşa katılmış, kaderini sahibinin kaderine bağlayan bir yaratık sayılmıştır.107 Türkler atın ve demirin vurucu gücü sayesinde oralarda hâkimiyet kurmuştur.108

Asya Hun Hükümdarı Mete, sembolize ettikleri renkler nedeniyle çeşitli renklerdeki atları dört yöne, demirkırı donlu atları doğuya, kırmızı atlar güneye, beyaz atları batıya, siyah atları ise kuzeye göndermiştir. Göktürk metinlerinde beyaz renkli atlardan bahsedilmektedir. Kültigin’in yürüttüğü bütün seferlerinde beyaz renkli ata bindiği belirtilmektedir. Vezir Tonyuluk’un boz ve yağız renklerde atları olduğu rivayet edilmektedir.109

Rus hükümdarı Çar I. Petro’nun koleksiyonu arasında bululan ve M.Ö. V. yüzyıla tarihlendirilen bir örnekte arslan-at mücadele sahnesi verilmiştir. Bu sahnede, at ve ona saldıran arslan görülmektedir. Her iki hayvanda bellerinden 180° kıvrılmıştır. At saldırının şiddetiyle yere çökmüş ve sanatçı atın ölümün sembolize temek için arka ayaklarını havaya kaldırmıştır. Saldırgan ise hiddetle, doğada yaşadığı şekliyle, avının boynuna sarılmıştır. Avcının vücudundaki kıvrılma ise kedigillerin vücutlarının esnekliğini sembolize etmektedir.110 (Resim-5)

Türk geleneğinde, at süsü de önemli bir yere sahiptir. Atın baş kısmına giydirilen zırha, kıl ve tüyden yapılmış bir tuğ geçirilmiştir. Gemler içinde aynı tarzda yapılmış süsler asılmıştır. Savaşlarda atları, ölümlerden ve yaralanmalardan korumak için zırhlarla örtmek en

105 Jean-Paul Roux, Orta Asya Tarih ve Uygarlık, (çev. Lale Arslan), İstanbul 2001 s.49. 106 Hüseyin Namık Orkun, Eski Türkler’de Evcil Hayvanların Tarihçesi, Ankara 1954, s.13.

107 Nejat Diyarbekirli, “Türk Sanatının Kaynaklarına Doğru”, Türk Sanatı Tarihi Araştırma ve İncelemeleri, S.I.

, Ankara 1969, s.145.

108 İlhami Durmuş, a.g.m., s.15.

109 Emel Esin, “Türk Sanatında At” Türkler, C.IV, (çev. Banu Bektaş, İbrahim Özçelik) Ankara 2002 s.128; W.

Eberhard, “Beygir Yetiştirme Hakkında Malumat”, Ülkü, (y.y.) 1940, s.172; Ahmet Caferoğlu, “Türk Onamastiğinde At Kültü”, Türkiyat Mecmuası, C.X, (y.y.) 1953, s.202.

(28)

önemli mesele olmuştur. Kültigin’in bindiği atlarından birinin zırhına yüzden fazla ok isabet ettiği kaynaklarda belirtilmektedir.111

At Uygurlar’da, Çin ile yapılan ticaretle en önemli ihraç malı sayılmıştır. Uygurlar, Çin’den her yıl 100.000 ata karşılık 100.000 top ipek almışlardır. Bu takas Çin maliyesine çok pahalıya mal olarak; Çinliler: “Barbarlar doymak bilmez bir şekilde ipek kazancına nail oluyorlar, biz ise onların atlarını almak mecburiyetinde kalıyoruz.” şeklinde ifadeler kullanmışlardır.112

Günlük hayatta at ile iç içe olan Türkler’in sanatlarına da at figürleri yansımıştır. Hunlara ait olduğu belirtilen IV. Pazırık Kurganı’nda çıkartılan halı bordürünün dışarıdaki en genişinde kimine binilmiş, kimi de sürülen 28 at figürü yer almaktadır. Aynı kurgan içerisinde hem at iskeletine hem de at maskelerine tesadüf edilmiştir.113 Türk geleneğinde atlar kurban edilerek sahibiyle birlikte gömülmüştür. I. Pazırık Kurganı’nda Lahit odasının dışında sopa ile vurulup öldürülen at iskeletlerine ve eğerlere rastlanılmıştır.114 Atların ölen kişiye öteki dünyada hizmet edeceği veya ölüm sembolü olarak cesedi öteki dünyaya taşıyacağına inanılmıştır.115 Türklerin bu şekildeki inançları Şamanizm’den ileri gelmektedir. Şamanlıkta, atın gökler düzeyindeki güneş ülkesinden geldiğine dair inançlar mevcuttur.116

Altaylarda ve Güney Rusya ovasındaki kurganlarda pek çok at kadavraları çıkartılmıştır. Kurganlarda tesadüf edilen at cesetlerinde dört özellik ön plana çıkar:

1. Atların ölü ile beraber gömülmesi

2. Atların kuyruk ve yelelerinin kesik oluşu (Resim-6)

3. Atların hepsinin aygır olması, Türk şaman geleneğinde, ayin ve merasimde yalnız erkek hayvan kullanılmaktadır. Dişi hayvan kurban edilmemektedir.117

4. Atların kulaklarında hangi boydan geldiğine dair nişanların görünmesi, Türk kavimlerinde, vurulan nişanların hangi boy ve kabileye ait olduğunu göstermektedir.118

111

Ahmet Caferoğlu, a.g.m., s.203.

112 Faruk Sümer, Türklerde Atçılık ve Binicilik, (y.y.) 1983, s.10.

113 Fuat Tekçe, Pazırık Altaylardan Bir Halının Öyküsü, Ankara 1993, s.122-124. 114 Yaşar Çoruhlu, “Hun Sanatı”, Türkler, C.IV, Ankara 2002, s.58.

115 Yaşar Çoruhlu, Türk Resim Sanatında Hayvan Sembolizmi, (Basılmamış Doktora Tezi), İstanbul 1992, s.137. 116 Fuat Tekçe, a.g.e., s.124.

117 Abdülkadir İnan,”Altaylar’da Pazırık Hafriyatında Çıkartılan Atların Vaziyeti Türklerin Defin Merasimi

Bakımından İzahı”, Türk Tarih Kongresi, İstanbul 1943, s.149; Yaşar Çoruhlu, “Selçuklu Sanatında Görülen Kuyruğu Düğümlü At Tasvirlerinin İkonografik ve İkonolojik Mahiyeti”, VI. Milli Selçuklu Kültür ve Medeniyeti

Bildirileri, Konya 1997, s.228.

118 Nejat Diyarbekirli, Hun Sanatı, İstanbul 1972, s.77; Abdülkadir İnan, “Epope ve Hurafelerin Önemi”,

(29)

Dolu dizgin koşan atın sırtında ok atan biniciye engel olmasın diye atların yelesinin kesilmesi bir Orta Asya geleneğidir. Atların kuyruğunun kesik ve bağlı olması bir yas geleneği119 olmakla birlikte savaş sembolüdür.120

Altay Türklerinde kurban edilmek üzere atlar seçilirdi. Bu kurban geleneği, Tanrı Ülgen(Altay mitolojisinde Göktanrının yerini alır) adına düzenlenirdi. Kurban ritüelinin ilk bölümünde tören yapılacak yer belirlenir, oraya çadır kurulur ve kayın ağacı dikilerek ak ve beyaz atlar tören yapılacak yere getirilirdi. Atın arkasına fincan konur, fincan yere düştüğünde fincanın ağzı yere gelirse Tanrı’nın kurbanlık atı beğenmediği, fincanın ağzı yukarı gelirse kurbanı beğendiği düşünülürdü. Kurban töreninde şaman göğe çıkma hareketi yaparak, davuluyla ruhları çağırırdı. Daha sonra şaman kurbanı yıkardı. Dualar okunarak kurban kesilir ve kurbanın eti pişirilip törende bulunanlara dağıtılırdı. Atın derisi ise bir sırığa bağlanırdı. Kam tekrar davuluna döner. Ruhları çağırır (Bu arada atın ruhu şamanın yanında yer alırdı.), göğün katlarını aşarak son katta bulunan Tanrıya, kurbanı takdim ederdi.121 Şamanı göğe çıkardığı için atlar genellikle kanatlı şekilde tasavvur edilirdi.122 Eski Türk geleneğinde, kâinattaki temiz-pak şeyler Tanrı Ülgen’e aittir. Yani Ak renk Tanrı Ülgen’in işaretidir. Bu nedenle Altay Türkleri kurbanlık atları, genellikle beyaz renkli atlardan seçerlerdi.123 Türk geleneğinde atın rüzgârdan yaratılmış olduğu inancı hâkimdir. Şaman bu dünyadan öteki dünyaya geçiş yaparken, şaman’ın elinde at başlı sopa bulunurdu. Muhtemelen şamanın elindeki at başlı sopa şamanın yardımcı ruhlarından biri olmalıdır.124

Uygurlarda at sembolizmi, Budist unsurlardan etkilenerek devam etmiştir. Budizm’e göre at kutsal bir hayvandır. Özellikle beyaz renkli at Buda’nın sembolüdür. Budistlere göre at havada uçabilen bir yaratık olarak kabul görmüştür.125

Renk sembolizmi açısından, dünyanın dört yönü, dört hayvanla temsil edilmiştir. Uygurlarda doğu: (mavi-yeşil) ejderha, batı: (ak) pars, güney: (kızıl) saksağan, kuzey: (kara) yılandır.126 Ancak bazı kaynaklarda atların güneyin sembolü olduğu belirtilmektedir.127

119 Fuat Tekçe, a.g.e., s.127-128; İbrahim Kafesoğlu, “At”, II. Uluslar Arası Osmanlı Öncesi, Türk Kültürü

Kongresi Bildirileri, Ankara 1989, s.165. .

120 Yaşar Çoruhlu, a.g.t.,, s.138.

121 Mehmet Alparslan Küçük, “Altay ve Güney Sibirya Bölgesindeki Türk Topluluklarının Dini İnanışları” Dini

Araştırmalar, C.V, S.23, Ankara 2005, s.200.

122 Yaşar Çoruhlu, Türk Sanatının Anahatları, İstanbul 2002, s.140-141.

123 Mireli Seyidov, “Gök, Ak ve Kara Renklerinin Eski İnançlarla Alakası” Türk Dünyası Araştırmaları, (çev.

Orhan Yavuz), S.52. İstanbul 1988, s.38.

124 Eyüp Akman, “Türk Kültüründe ve Azerbaycan Destanlarında At”, Kastamonu Eğitim Dergisi, C.XI,

Kastamonu 2003, s.233-248,

125 Yaşar Çoruhlu, a.g.t., s.146-147.

126 Annemarie Van Gabain, “Renklerin Sembolik Anlamları”, AÜDTCFTD, (çev. Semih Tezcan), C.III, Ankara

Referanslar

Benzer Belgeler

1879 yılında Altay Ruhani Misyonu’nun idarecisi olan Arhimandrit Vladimir Şorya ve Askiz’deki bozkır dumasını ziyarete geldiğinde İoann onunla birlikte tercüman olarak

- Aybars Pamir, “Türklerin Geleneksel Dini Şamanizmin Orta Asya Eski Türk Kamu Hukukuna Etkisi”, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 2003, C. - Aybars Pamir,

Başlıklı yazının bütün haklarını Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi'ne verdiğimizi, Makalenin içerdiği bütün görüşlere aynen katıldığımızı,

Ancak geyik her ne kadar Türklerin av kültüründe önemli bir yere sahip olsa da koruyucu, yardımsever ve kutsal sayılmasından dolayı tarihte kimi zaman Türk hükümdarları

“Türk resim sanatının başlangıç sürecinden itibaren Güzel Sanatlar akademilerinde akademik desene hangi açıdan katkısı vardır?”“Türk resim sanatında

Eda ÇİFTÇİ, Bir Mizah Girişiminin Çocuk ve Ebeveyninin Ameliyat Öncesi ve Sonrası Anksiyetesini Azaltmaya Etkisi: Hastane Palyaçoluğu, Zonguldak Bülent Ecevit

Ceylan, Nicetas Khoniates’in Sublaion kalesinden bahsetmemesini temel bir noktaya yerleştirip Bizans ordusunun Gümüşsu’ya uğradığı ile ilgili

備急千金要方 養胎第三 {半夏湯} 原文