Prof. YAŞAR ÖNEN
Büyük filozof Leibniz'in şahsiyetinden söz edilirken, onun çok-yanlı bir düşünür olduğu bilhassa belirtilir. Fakültemiz Felsefe Enstitü sünün tertiplediği bu anma gününde, doğrudan doğruya konu ile ilgili meslektaşlarımız, büyük düşünürün teori ve öğretileri ve onun filozof şahsiyeti üzerinde duracaklardır. Biz de, çokyanlı olduğuna değindiğimiz Leibniz'in, Alman dilinin yabancı etkilerden kurtulup gelişmesi için ortaya attığı düşüncelerle, bu uğurda harcadığı çabaları belirteceğiz.
Almanya, yüzyıllar boyunca ortak bir yazı dilinden yoksun kalmış; ancak 16. yüzyıl başlarında Martin Luther, başlıca halk diline dayanan İncil tercümesi ile - şüphesiz şahsî kudret ve dil dehası sayesinde - sonra ları edebiyatın, sanatın ve bilimin dili olan Alman yazı diline ilk şeklini vermiştir. Fakat bu dil, yine Luther'in getirdiği protestanlık ile eski mezhep katoliklik arasındaki çekişmeler, köylü harpleri ve nihayet 17. yüzyılın ilk yarısında otuz sene harpleri dolayısıyle tehlikeye düşmüş, yayılıp gelişme imkânı bulamamıştır. Barok çağında Alman dili üzerin deki yabancı etki, özellikle otuz sene harpleri sırasında artmış; Almanca, başta Fransızca olmak üzere, roman dillerinin etkisi altına girmişti. Bilim dili Lâtinceydi. Üniversitede takrir dili Lâtinceydi. Luther zama nında kiliseler yanında açılan ve Almanca öğretim yapan okullar birer birer kaybolmaktaydı. XIV. Louis'nin debdebeli Fransa'sı Almanya'yı öylesine sarmıştı ki, Alman sosyal hayatının bütün kollarında "A-la-mode-Wesen" adı verilen bir hayat tarzı hüküm sürmeye başlamıştı. Özellikle dil alanında kendini gösteren bu yabancı etkiye karşı şiddetli bir reaksiyon daha asrın ilk yarısında başlamış, vatansever ve aydın Almanlar, Prens Ludwig von Anhalt-Köthen'in himayesi altında önce "Fruchtbringende Gesellschaft", sonra da çeşitli adlarla dil dernekleri kurmuşlar ve Alman dilini yabancı etkiden kurtarma savaşını açmışlar dır. Justus Georg Schottel, Harsdörfer, Moscherosch, Gueinz, Opitz gibi bilgin, dilci ve şairlerden kurulu bu dernekler, dil savaşını yürütmüş
290 YAŞAR ÖNEN
ve küçümsenemiyecek başarılar sağlamışlardı. Ancak, çoğu kez olduğu gibi, bu kurumların verimli faaliyetlerinde de yüzyılın sonuna doğru bir gevşeme başlamıştı. İşte böyle bir ortam içinde, 17. yüzyılın ikinci ya rısında ünlü düşünür Leibniz, kudretli şahsiyeti ile ortaya çıkar. Daha genç yaşındayken yazdığı küçük bir eserle Alman yazı dilinin yaşaması ve gelişmesi için gerekli prensipleri vazeder.
17. yüzyılın sonlarında ve 18. yüzyılın başında Alman bilim dilin deki iki taraflı tutumu, büyük filozofun şahsında açıkça görüyoruz. Leibniz, bir yandan Alman dilinin gelişmesi için prensipler ortaya ata rak bu dilin geleceğine ışık tutarken, pek az istisnası ile eserlerini Lâ tince veya Fransızca yazmak suretiyle, dil dâvasında bir bakıma tered düt içindeymiş gibi görünür. Hattâ Klopstock, "Gelehrtenrepublik" adlı eserinde Leibniz'e büyük değer vermekle beraber, onu yabancı dile hizmet edenler arasına dahil eder. Fakat Leibniz'in Almanca olarak yazdığı iki küçük eser okununca, Klopstock'un ona haksız davrandığı ortaya çıkıyor. Zira Leibniz'in eserlerini Lâtince ve Fransızca yazmasının, düşünce ve teorilerinin hem Almanya'da, hem de Almanya dışındaki bilgin ve aydınlar tarafından okunup anlaşılması arzusundan ileri gel diği, açıkça görülüyor.
Leibniz'in Alman dili ile ilgili olarak yazdığı eserlerin ilki, 1683 te kaleme aldığı "Ermahnung an die Teutschen ihren Verstand und Sprache besser zu üben samt beigefügtem Vorschlag einer Teutschgesinnten Gesellschaft", 1696 da yazdığı ikinci küçük eserin adı da "Unvorgreif-liche Gedanken betreffend die Ausübung und Verbesserung der deutschen Sprache"dir.
Leibniz, bu küçük eserlerinde ana dile gereken önemin verilmesi için kararlı teşebbüslerde bulunur ve Alman dilinin gelişmesi için ciddi ve ilmî teklifler yapar, bunları yaparken de Barok devrinin diğer men supları gibi, ana dil Almancanın tarihî değerine, eskiliğine ve temiz kal mış mazisine dayanır: "Stecket also im Teutschen Altherthum und son
derlich in der teutschen uralten Sprache, so über das Alter aller Griechischen und Lateinischen Bücher hinauff steiget, der Ursprung der europäischen
Völker und Sprachen = Avrupa kavimlerinin ve dillerinin kökü eski
çağda özellikle kadim Almancadadır. Öyle ki, bütün Yunan ve Lâtin eserlerinden daha ileriye gitmek gerekir."
Leibniz, en yüksek seviyede tanıdığı Almancanın kendi zamanında ne kadar bozulduğunu da esefle görüyor ve "Ermahnung" da " .. .es sey
leider dahin kommen, dass man vielleicht, weil Teutschland stehet, nie darin unteutscher und ungereumter redet = . . . Almanya ayakta kaldığına göre,
dilini kurtaralım, yabancı ağızlarla yakışıksız ve yersiz konuşmıyalım" diyordu.
Leibniz, Alman dilinin bu düşüş ve bozuluşunun nedenlerini, uzun yıllar süren harplerde, belirli ve istikrarlı bir Alman başkentinin bulun mayışında ve mezhep ayrılıklarında görür. "Ermahnung" da örnek dil olarak 16. yüzyıl dilinin, özellikle Luther'in İncil'inin dilinin ele alınabile ceğini ileri sürer. Öte yandan, adından bahsetmemekle beraber, Barok devrinin büyük mistiklerinden Jacob Böhme'nin dilindeki açıklık, sa delik ve tabiîliğe de işaret ederek, vakit vakit kendisinin de öyle yazmayı düşündüğünü ve özlediğini söyler. Yine bu eserinde, millî şuurun uyan masında ana dilin önemli bir faktör olduğunu belirterek, Almanların dillerini her türlü yabancı etkiden kurtarmalarını tavsiye eder: " .. .Bes
ser ist ein Original von einem teutschen als eine Copey von einem Franzosen = Bir Almanın kendi bulduğu şey, Fransızdan alman kopyadan çok
daha iyidir" diyerek, vatandaşlarının Fransız modasından ve yabancı taklitçiliğinden vazgeçmelerini ister: " . . . andere mögen besser schwaetzen,
besser singen, bessere Verse machen, keine Nation hat die Dutschen in Erkenntnis der Natur und Proben der taetigen Kunst übertroffen = Var
sın başkaları daha iyi şeylerden bahsetsin, daha güzel şarkı söylesin veya şiir yazsın! Hiçbir millet gerçek taibiatı tanımada, amelî (tatbikî) sanat larda Almanları geçememiştir."
Leibniz gibi bir düşünür ve bilgin için dil meselesinde önemli diğer bir sorun da, Almancanın bilim dili olarak durumu ve bu konuda neler yapılabileceği idi. Burada amaç (Thomasius ve daha sonra Klopstock'un benimseyip tatbik ettikleri gibi), Alman dilinde, özellikle bilim dilindeki Lâtince hâkimiyetini kırmaktır. Filozof, Alman dilinin, gerek madenci lik, avcılık, denizcilik gibi maddî kültürle ilgili alanlarda, gerekse konuş ma dili olarak gelişmiş ve zengin olduğu kanısındadır. Ona göre eksik olan husus, bu dilde abstre düşüncelerin, alışkanlıkların, sanatın, heye-yecan ve hislerin, gelenek ve idare ile ilgili birçok tabirlerin, birçok manevi değer ve özelliklerin ifadesinde güçlük çekilmesidir. Maalesef bilginler, aydınlar ve saray mensupları ya Lâtince, yahut da diğer ya bancı dilleri kullanmakta ve bunu zaruretle değil, istekle yapmakta dırlar. Geniş kitle ise, bu dilleri konuşup okumak ve anlamaktan çok uzaktır. Leibniz, Alman dilinin bilhassa felsefe alanında yeterli bir dil
292 YAŞAR ÖNEN
olduğunu ileri sürer. "Vortragsweise der Philosophen" adlı bir yazısında Almancanın en abstre (yüksek) felsefî düşünceleri ifade için bir mihenk taşı olduğunu belirtir. "Was sich im guten Deutsch sagen lässt, daran ist
etwas. Wo die deutsche Sprache ganz schweigt, da ist es auch mit den Gedan ken schlecht bestellt. = İyi bir Almanca ile anlatılabilen her şey bir
değer taşıyor demektir. Alman dilinin sustuğu yerde ise, fikirlerde bir bozukluk olması icabeder." (Biraz mubalâğalı ve gururla söylenmiş gibi görünen bu sözler, Alman kelime hazinesinin zenginliği ve kelime teşkil imkânları gözönüne alınırsa haklı sayılabilir.)
Bütün bunlar gösteriyor ki, Leibniz, Almancanın bilim, sanat ve irfan diyebileceğimiz "Bildung" dili olarak kuvvetli ve yeterli bir dil olduğuna samimiyetle inanmıştır ve yurttaşlarını da inandırmaya çalış mıştır.
Almancanın geleceği hakkında kafasını yoran her aydın, Alman diline serbest bir yol açılmasını ve onun bilim dili olması zaruretini düşü nüyordu. Leibniz de bunu anlamıştı. Fakat diğerleri gibi yalnız bu zarureti anlayıp ifade etmekle kalmamış, önce Alman dilinin tarihî değerini, zenginliğini meydana çıkarmak, sonra da bu dilin gelişip mü-kemmelleşmesi için neler yapılması lâzım geldiğini, Alman dilinin bilim ve sanat dili olması için gerekli prensipleri (ortaya koymuştur). "Er mahnung" adlı eserinde ileri sürdüğü prensip ve gösterdiği yolları iki noktada toplamak kabildir:
1) Bir dil akademisi kurulması teklifi. Küçük eserin sonuna eklediği bu teklifte akademinin adı "Teutschgesinnte Genossenschaft"tır.
" . . . so were dies meine unvorgreifliehe Meinung, es sollen einige
wolgemeinte Personen zusammen treten und unter höherem Schutz eine teutschgesinnte Gesellschaft stiften = Bu benim mütevaziane
düşün-cemdir. İyi niyet sahibi insanlar bir araya gelmeli, yüksek himaye al tında bir dernek kurmalıdır". Zira Leibniz'e göre akıl, bilgi ve güzel konuşma bilhassa dilde belirir. Ana dil, ruhun tercümanı, bilimin ko-ruyucusudur. Düşündürücü, faydalı ve sevilen eserler Almanca yazıl malıdır ki, bu suretle yabancı dillerin Almanca üzerindeki etkisi kalksın. Leibniz, kurumun yayınlıyacağı eserlerin yalnız yüksek tabakaya veya aydın sınıfa hitap etmemesini, halkın, hattâ kadınların bundan fayda lanmasını ister. Böylece gençliğin yetişmesine, gerçek bilgilerin tanınıp sevilmesine ve sayılmasına imkân verilecektir.
Her hangi bir alanda, bilhassa önemli, derin ve geniş bir bilgiyi veya güzel bir konuyu yaymak istiyenlerin, bu işi ana dilde yapmaları sayesindedir ki, ana dil gelişir. Leibniz'in tekrar tekrar üzerinde durduğu bu düşünceler, Winckelmann ve Herder tarafından benimsenmiş ve temiz bir Almanca ile yazma temayülleri başlamıştır. Ve bu eserler, şüphesiz herkes tarafından sevilip benimsenmiştir.
Leibniz'in dil devrimi anlayışı mutedil olarak vasıflandırılabilir. O ne aşırı tasfiyeciliğie, ne de körü körüne yapılan maymun taklitçiliğine taraftardır. Nitekim kurulmasını tavsiye ettiği dil akademisinin aşırı tasfiyeci olmamasını bilhassa belirtir. Gösteriş düşkünü, mubalâğalı tasfiyecilere "Un bouillon d'eau claire = Sırf sudan ibaret çorba is-tiyenler" diye hitabeder.
Yeni kurulacak dil kurumu, mevcut yazı dilini ulaştığı seviyeden aşağı düşürmemeli, ama öte yandan klâsik bir dil olarak taşlaşıp kalıp laşmasını da önlemelidir. Kurum, dili yeni ve kupkuru kurallara da sımsıkı bağlamamalıdır. Ona göre, sanatta olduğu gibi Alman yazı dili de tabiîliğe, halk diline ne kadar yakın olursa o nispette tutunup, mükem melliğe ulaşma imkânını bulur. Gerçekten Almancanın Luther, Goethe, Bismarck gibi büyük üstadları, dildeki üstün başarılarını tabiî olan halk diline kulak vermiş olmalarına borçludurlar.
Leibniz'in ikinci önemli tavsiyesi de şudur: "Eşyaya hâkim olabil mek için onu yakından tanıyıp bilmek gerekir. Dilde de bir şeyler ya pabilmek için onun aslını, mevcut hazinelerini yakından ve iyi tanımak icap eder". Şu halde o, dilin menşeinin ve tarihî gelişmesinin, mevcut hazinesinin araştırılması işini de ikinci bir ödev olarak dil kurumuna verir. "Sprachpflege"nin (Leibniz'in deyimi ile Untersuchen, Verbessern
und Auszieren = Dili araştırma, düzeltme ve süsleme) ilk şartı, dili
yakından tetkik ile onun esasını, kökünü ortaya çıkarmaktır. Bu söz lerle Leibniz, her şeyden önce çeşitli sözlüklerin yapılması gerektiğini anlatmak istiyor. O, bütün Alman kelime hazinesini tesbit edecek olan bu sözlükleri üç kısımda mütalâa eder:
1 . Kısım kendi deyimi ile "Sprachbrauch" dur. Bu eser, Alman yazı ve konuşma dilindeki bütün kelimeleri içine alacaktır. 2. Kısım uDer Sprachschatz"dır. Bu sözlük, meslekî ve özel dillerin kelime hazine lerini tesbit edecektir. 3. Sözlük ise "Der Sprachquell", yani lehçeler sözlüğüdür. Bu eserde bir kelimenin Felemenkçe, İngilizce, İskandinav
294 YAŞAR ÖNEN
dilleri, Eski Gotça, Eski Saksonca ve Eski Frankça gibi akraba dillerdeki şekillerini içine alacaktır. Bugünkü anlamda bir nevi etimoloji sözlüğü olacak bu sözlük de diğerleri gibi genel dilin zenginleşmesine yardım edecektir.
Leibniz, Alman gramerinin esaslı bir düzeltmeye muhtaç bulundu ğunu ve bu işi de gene "Deutschgesinnte Gesellschaft"ın yapması gerek tiğini kabul eder. Ancak, gramer meselesini pek âcil görmez; bir kelimenin "das Urteil" mı, yoksa "die Urteil" mı; "die Wörter" mi, yoksa "die Worte" mi; "rufen" fiilinin geçmiş zamanının "rufte" veya "rief" şek linde olması lâzım geldiği hususunun şimdilik bekliyebileceği kanısın dadır. "Dergleichen Fragen können etwas warten und ohne Gefahr auf
die lange Bank geschoben werden = Bu gibi sorunlar biraz bekliyebilir,
hiçbir sakınca olmadan geciktirilebilir". Leibniz'e göre asıl önemli olan cihet, maddî, manevî kavramları ifade edecek kelimenin gün ışığına çı karılması, herkes tarafından bilinmesi, anlaşılmasıdır. Bu da ortak ve geniş bir kelime hazinesi ile mümkündür. İşte bu maksatla o, çok büyük sözlükler yapılması üzerinde ısrarla durur.
Bütün bu izahlardan anlıyoruz ki, Leibniz, Alman dilinin gelişmesi için gerekli hususların, sorunların hepsi üzerinde durmuştur. Alman milletine, bilginlere ve aydınlara birçok tavsiye ve tekliflerde bulunmuş, fakat aynı zamanda bu tavsiye ve tekliflerin nasıl gerçekleşeceğini, ne gibi bir yol tutulacağını açık, faydalı ve kesin olarak göstermiştir.
Luther, şüphesiz Alman yazı dilinin doğmasında önderdir. İncil tercümesi eşsiz bir eserdir. Fakat Luther, dil meselelerini ele alıp onları işliyen ve yol gösteren bir mürşit olmamıştır. Ona Alman yazı dilinin babası derler. Fakat o, Alman yazı dilinin ilk kurucusudur. 17. yüzyılın aydınları, bilginleri dil dâvasının ustaları, kalfalarıdır. Büyük düşünür Leibniz ise, bu işin yüksek mimarı olmuş ve dil hakkındaki düşüncelerini kutsal bir emanet olarak 18. yüzyıla devretmiştir. 18. ve 19. yüzyıllarda doğan çeşitli dil akademileri ve cemiyetleri, fakat özellikle 1961 de ta mamlanan Grimm Kardeşlerin "Büyük Alman Lûgati", onun düşünce, tavsiye ve teklifleriyle özlemlerini en geniş ölçüde gerçekleştirmiştir.