• Sonuç bulunamadı

Hükümet değişti, başbakan katili kahraman yapıldı

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Hükümet değişti, başbakan katili kahraman yapıldı"

Copied!
6
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

12

Osmanlı

hükümdarları

Mekke ve

Medine’ye her

sene hac

mevsiminde

kıymetli hediyeler

yollarlar ve bu

hediyeler 6 6 sur re

alayı” denilen bir

konvoyla giderdi.

Bu gelenek

aslında

Memlükler

zamanında

başlamış ve

asırlarca hiç

kesintisiz devam

etmişti.

■ Cengiz TOMAR

ÇARŞAMBA, 12 Şubat 2003

.(— m im r a i TARİH

CM M İ TARİH

ÇARŞAMBA, 12 Şubat 2003

13

Memlükler’in başlattığı

deve dolusu hediye geleneği

»

»* T

Uviijiîj

% _ * • \ C*

%

S t i . * .

Memlûk sürre alayı.

o

smanlı döneminde her yıl hacdan önce Mekke ve Medine'de oturan peygamber torunları ile bölgenin ileri gelenlerine, fakirlere ve hac güzergâhı üzerindeki bedevilere dağıtılmak üzere 'surre' adı verilen para ve hediyeler gönderilirdi.

'Surre alayı' Kızlarağasının nezaretinde hazırlanır ve her sene Receb ayının on ikisinde törenle İstanbul'dan yola çıkardı. Tören ilk olarak Topkapı Sarayı'nda padişahın da iştirakiyle yapılır, daha sonra yaşlı ve itimat edilen bir kişi olan 'surre emini'nin nezaretinde Beşiktaş'tan Üsküdar’a geçerdi. Burada da bir tören

yapıldıktan sonra Mekke ve Medine’ye doğru yola

çıkılırdı.

Ancak surre gönderme işi Osmanlılar'a mahsus değildi. Abbasi halifelerinden Mehdi, Mekke ve Medine halkına hediyeler gönderen ilk halifelerdendi. Yine Abbasi halifelerinden Muktedir Billah, 924 yılında bu bölgeye resmi olarak hediye ve para yollanması geleneğini başlatmıştı. Bundan sonra gelen Abbasi halifeleri de zaman zaman bölgeye hediyeler gönderdiler.

Kabe'ye örtü gönderme geleneği ise çok daha eski idi ve İslâm'ın ilk döneminden beri

yürürlükte olan bir gelenekti. Abbasiler'in Mekke'ye gönderdikleri ve sembolleri olan siyah renkli örtüye karşılık daha sonra kurulan ve başkenti Kahire olan Şii Fâtımiler de örtüler göndermeye başladılar. Özellikle Mısır'da kurulan devletler, Mekke'ye ve Medine'ye hediye göndermeye özen gösterdiler. Bunlar arasında

Türk Memlûk Devleti özel bir önem taşır.

Memlükler, 13. yüzyıldan itibaren dini sebeplerin yanısıra İslam dünyasında kendilerini kabul ettirebilmek ve Mekke şerifinin iltifatına nâil olmak gibi siyasi maksatlarla Mekke'ye ve Medine'ye surrenin ilk şekli olan 'mahmil' göndermeye başlamışlardı. Bu mahmil ahşaptan yapılmış ve üzeri değerli kumaşlarla kaplanmış bir tahtırevandı. Mahmiller, Memlûk Devleti'nde soylu Türk hanımlarının hacca giderken

kullandığı tahtırevanlara benzediğinden bu geleneği başlatanın İslam dünyasındaki ilk kadın sultan Şecerüddür olduğu rivayet edilir. Aslı olmayan bu rivayet özellikle Osmanlılar döneminde yaygınlaşmıştı.

Uzun süre Mısır'da görev yapan Evliya Çelebi, meşhur Seyahatname'sinde Kâbe'ye örtü ve çeşitli hediyeler gönderme geleneğinin 1250 yılında

tahta çıkan Şecerüddür tarafından başlatıldığını

kaydeder. Ancak dönemin Memlûk kaynaklarında böyle bir bilgi bulunmadığı gibi, bu geleneği ilk olarak 1266 yılında Memlûk Sultanı Baybars'ın başlattığı kaydedilir. Baybars'ın, Moğollar'ın

1258'de Bağdat'ı işgal ederek halifeyi katletmeleri sonucunda hilafeti 1261 'de Mısır'da tekrar kurduğu göz önüne alınırsa, bu daha doğru olmalıdır. Zaten sadece 80 gün tahtta kalbilen ve bu sırada Haçlılarla uğraşan bir sultanın bu işi yapması mümkün görünmemektedir. Herhalde bütün bunlar Memlûk Devleti'nde hacca giden soylu hanımların tahtırevan kullanmaları ve mahmillerin de bu tahtırevanlara benzemesi sebebiyle geleneği başlatanın bir hanım olduğu varsayımından kaynaklanmış, Osmanlı

kaynakları da bunu Memlüklerin hanım sultanı Şecerüddür'e atfetmişler ve efsane günümüze

(2)

ÇARŞAMBA, 12 Şubat 2003 J

lE Ö nM j TARİH

Sürre devesi İstanbul'dan Mekke'ye gitmek üzere yola çıkıyor.

üy;

fi-1

Sİw •

a l I ğjjjİ.an

* ;

***

~

"

m

Devenin, gidişi gibi

dönüşü de tantanalıydı

Resmi olarak mahmil gönderme geleneği 20. yüzyılın başlarına kadar devam etti. Mısır’dan gönderilen mahmilin yanısıra Suriye, Irak ve \ömen’den de mahmil yollanırdı. Ancak, Memlükler döneminde başkent Kahire - olduğundan, Mısır mahmilinin itibarı daha

fazlaydı. Osmanlı döneminde ise İstanbul'dan gelen mahmil ve surre alayı büyük itibar görürdü. Ancak Kahire'den de mutlaka bir mahmil

gönderilirdi.

Memlûk tarihçilerinden Kalkaşendi, Mısır'dan yollanan mahmullerin Memlükler'in sembolü olan sarı renkte ipekten yapılmış ve dörte köşe ahşap bir iskelete giydirilmiş bir çadır olduğunu yazar. Üst kısmı piramit şeklindedir, üzerinde gümüşten yapılmış alemlere benzeyen bir tepelik vardır.

17. yüzyıldan sonra mahmillerin üzeri işlemeli siyah kumaşlarla kaplandı. Dört tarafında aşağıya doğru sarkan püsküller olan mahmilin ön

tarafında Osmanlılar döneminde padişahın tuğrası işlenmişti.

D

e

İÇİN TÖREN

Mısır halkı mahmili süslemekte birbirleriyle yarışırlardı. Bu mahmiller çok önceden hazırlanır ve yılda iki defa Kahire sokaklarında dolaştırılır, Kahire halkı bu kutlamalara katılırdı. Kâbe’nin Mısır’da dokunup işlenen örtüsü ise özel bir deve ve kervanla taşınırdı. Ancak bu gelenek

mahmilden çok daha eskiydi ve İslam'ın ilk dönemlerine kadar uzanırdı.

Mahmil kervanı, 'emir-i hac' yani o yılın hac kervanına reislik eden devlet yetkilisi

başkanlığında Kahire Kalesi'nin altındaki mahmil için özel olarak inşa edilmiş yerden yola çıkarılırdı. Mahmil kervanının şehir turu Kahire sur kapılarından olan Bâbu'n-Nasr'dan başlar ve şehrin kuzeyinde eğlencelerin yapılacağı alana kadar, Kahire halkı, alimler ve sufilerden oluşan grup eşliğinde binbir tantana ile yol alırdı. Mahmili taşıyan ve kervanın önünde giden deveye binilmez, sadece yularından çekilirdi. Mekke'ye ulaşan mahmiller halk tarafından

Eyüp Sabri Paşa, Osmanlılar döneminde Mısır mahmilinin Mekke'ye gelişini şöyle anlatır:

'Mısır mahmili karayolu ile Medine'ye uğramaksızın Mekke’ye gelirdi. Emir-i hac bu mahmilin Mekke'ye ulaşacağı günü önceden bildirirdi. Haberi alan Mekke halkı, mahmilin şehre gireceği gün Hicaz valisi tarafından gönderilen muhafızlarla karşılamaya çıkarlar ve mahmili şehir meydanına getirirlerdi. Bu esnada top ve tüfek atışlarıyla kutlamalar yapılır, kösler çalınırdı. Mahmil, hac dönüşü büyük kutlamalar eşliğinde tekrar Kahire'ye gelir, şehrin en büyük meydanına ulaştığında top atışlarıyla karşılanırdı.'

19. yüzyılda Mısır'a seyahat eden ve 'Doğu'ya Seyahat' adıyla meşhur bir eser büyük bir sevinçle karşılanır ve şaşaalı törenler yapılırdı. Mekke sokaklarında dolaştırılan mahmil daha sonra hacılarla birlikte Arafat'a g ö tü r^ i^ ü .

O

NCE DEVE, SONRA TREN

Osmanlılar dönemi boyunca İstanbul'dan gönderilen mahmilin yanısıra Kahire'den de mahmil gönderilmesine devam edildi. Osmanlı sultanının yolladığına 'Mahmil-i Hümâyun', Mısır Hıdiv'inin yolladığına ise 'Mahmil-i Mısri' denirdi. Surre alayı 1864 yılına kadar katır ve develerle gönderilirken, bu tarihten sonra deniz yoluyla da yollanır oldu. Hicaz Demiryolu'nun yapımından sonra ise trenle gönderildi.

19. yüzyıl başlarında Mekke'nin Vehhabiler tarafından işgali sonrasında mahmil bir süre

yazan Gerard de Nerval ise Kahire

mahmilinin dönüşünü renkli bir şekilde tasvir eder:

’Mahmil’in dönüşü Mısır'daki en önemli kutlamalann yapılmasına sebep olur. Mahmilin biraz uzağında hacıların dinlenmesi için her renkten binlerce çadır kurulur. İnsanlar şevkle ve sesli bir şekilde dualar okurlar ve salavat getirirler. Bu esnada prensleri ve soyluları orada atları üzerinde ve şık elbiseleriyle görebilirsin. Öğleden sonra Kahire Kalesi'nden toplar atılır. Kalabalık sevinç çığlıkları atar, dualar okur. Kösler yani davullar mahmilin Kahire yakınlarına ulaştığım haber verir. Sufiler başları kuş tüyleriyle süslenmiş develeriyle bu törenlere liderlik ederler.’

gönderilemedi. Ancak Vehhabiler'in yenilmesinden sonra bu âdet tekrar işlerlik kazandı ve özellikle Kavalalı Mehmed Ali Paşa döneminde Mısır mahmili eski itibarına kavuştu.

Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra Suud ailesi yönetimi ile Mısır hükümeti arasında mahmil konusunda anlaşmazlıklar çıktı. 1926 yılında bu anlaşmazlık çatışma noktasına ulaştı. Kahire'de yayınlanan el-Ahram Gazetesi'nde 24 Temmuz

1926 günü 'Hicaz'da Mahmil'e refakat eden Mısırlı askerler ile Suud kuvvetleri arasında çatışma çıktı. Bir Mısırlı subay ve üç asker yaralandı. Suudlardan ise 25 kişi öldü' şeklinde bir haber vardı.

Bu çatışma iki devlet arasında diplomatik krize sebep olmuş ve olay Kahire'deki Suud elçisinin özür dilemesine kadar iki devlet arasında

gerginlik yaratmıştı. Ancak bu hadise yüzyıllarca süren geleneği de sona erdirdi ve Mısır’dan kutsal topraklara bir daha mahmil yollanmadı.

(3)

C teSJ TARİH

ÇARŞAMBA, 12 Şubat 2003

15

TUHAF SAYFALAR

Hatıralarını yazdı

ama kendi adını sakladı

Hatıra kitapları, her devirde ilgi çektiler. Bir taraftan yazarının kendini savunması olarak görülürken, diğer taraftan da ilgili oldukları dönemin saklı kalmış olaylarına ışık tutmaları yüzünden hep merak uyandırdılar.

Bu şekildeki eserlerden biri de, 1864'te ve 1865'te peşpeşe iki cilt halinde yayınlanan ve Sultan Üçüncü Selim dönemini neredeyse bütün ayrıntılarıyla anlatan hatırattı. Üzerinde yazarının ismi bulunmayan eserin tam adı 'Sultan Selim-i Salis asrı vekayiine ve müteferruatına dair asr-ı mezkur ricalinden ve eshab-ı dikkatten bir zatın tarihte esas olan mübalağa ve ıtra ve müdahene ve riyadan mücanebet mes'elelerine riayetle kaleme almış olduğu tarih-i nefisdir' idi. Yani 'Yazarın yazıp çizdiği herşey doğrudur, içerisinde mübalâğa ve palavra yoktur' deniyordu.

İstanbul'da Ceride-i Havadis Matbaası'nda basılan iki cild, her biri 110'dan toplam 220 sayfaydı. Meçhul yazar, kitabı kaleme alış sebebini anlattığı birkaç sayfalık önsözden sonra, dönemin olaylarının perde arkasını sayfalara döküyordu. Osmanlı ordusunun ve donanmasının kara, deniz harekâtlarından tek tek bahsediyordu. Bu arada, başta Sultan Üçüncü Selim, Dördüncü Mustafa ve İkinci Mahmud olmak üzere olayların kahramanı olan kişilerin kısa hayat hikâyeleri ile ölüm sebepleri de anlatılıyordu.

Eserde isimleri geçen devlet adamları arasında elçiliklerde görev alan ve dışişleri bakanlığı müsteşarlığı görevine kadar yükselen tanburi Mahmud Raif Efendi, Üçüncü Selim'in sır kâtibi kemankeş Ahmed Efendi, başkesedar Yusuf Paşa, Reisülkiittab yani Dışişleri Bakanı Safi Efendi,

A . ¿ılLJL—. ^ A j f ¿tl 'ij' jÇJu ^ (jÂi jjf i ^

A

ts# Jf> jUl

4r ^ i t i A' ^

NEREDEN NEREYE

Çırak

mektebi

yetimler

okulu oldu

Bostancıbaşı Şakir Bey ve Bahriye Nazırı Hacı İbrahim Efendi vardı.

Kitabın bir başka özelliği de, Sultan Üçüncü Selim'in tahttan indirilmesinden sonra yaşanan gelişmeleri ve Alemdar Mustafa Paşa'nm saray

baskınını bütün ayrıntılarıyla anlatmasıydı.

İstanbul’da 1863'te 'Cemiyet-i Tedrisiye-i îslamiye' adı altında bir dernek kuruldu. Derneğin gayesi, Kapalıçarşı ve civarındaki kunduracı, kuyumcu ve hakkak gibi esnaf çıraklarıyla işçi ve küçük memur ailelerinin çocuklarına hem okuma yazma öğretmek, hem de meslek sahibi yapmaktı.

Teklif, sonraki senelerde Maliye Nazırı olan Yusuf Ziya Bey tarafından yapılmış ve çarşı esnafı arasında olumlu karşılanmıştı. Dernek idaresinde parasız eğitim verecek olan okullardan biri, Bayezit Simkeşhane'deki 'Valide Mektebi', diğeri ise Aksaray'da 'Ebubekir Paşa Mektebi’ adı altında açıldı. Ne var ki, bu okullar M aarif Nazırı Münif Paşa tarafından kısa bir süre sonra kapatıldı. Başlangıçta eğitim tarzı o dönem için modern sayıldığından tepki çekmekle beraber, böyle bir okulun gerekliliği anlaşılınca, birkaç yıl sonra babasız ve maddi durumu kötü olan çocukların gidebilecekleri bir eğitim kurumunun açılması karan alındı.

Sultan Abdülaziz'in yardımıyla Fatih, Çarşamba'da yangın yeri artığı büyük bir arsa satın alındı ve 1868'de okulun temelleri atıldı. Planlarını Ohannes Kalfa'nın çizdiği bina aynı zamanda İstanbul'un ilk çok katlı taş yapılarından biriydi. 1873'te tamamlanan binada, derslere 15 Haziran 1873 günü başlandı.

'Darüşşafakatü'l Îslamiye' adındaki okul ilk mezunlarını 15 Temmuz

1880'de verdi. İkinci Abdülhamid devrinde kurucu derneğin elinden alınarak M aarif Nezareti’ne bağlandı. İkinci Meşrutiyet'in ilânından sonra M aarif Nezareti'nden ayrılan okul bu defa 'Darüşşafaka'yı Bitirenler Cemiyeti’ne bağlı hale geldi.

Öğretim programına jimnastik ve askerlik derslerini alan, kendi ders kitabını kendisi bastıran ilk okul Darüşşafaka Lisesi'dir. 1953’te yapılan düzenlemeyle iç tüzüğü yenilenen okul,

1970'ten itibaren karma eğitime geçti. 1980'lerin sonunda Maslak'taki modern binasında eğitim vermeye başlayan Darüşşafaka Lisesi'nin Çarşamba'daki eski binası, birkaç yıl önce Ziraat Bankası'na verildi. Bir asırdan fazla zaman çocuk cıvıltılarıyla dolup taşan yapı, bugün geleceğinden habersiz boş duruyor.

■ Burak ÇETİNTAŞ

(4)

5

ÇARŞAMBA, 12 Şubat 2003

nrnmra TARİH

ramrası

ÇARŞAM BA, 12 Şubat 2003

17

Hükümet

değişti,

başbakan

katili

kahraman

Sadrazam Mahmud

Şevket Paşa, 1913'tebir

suikaste kurban gitti.

Ittihad ve Terakki Partisi

suikastten haberdardı

ancak bunu Paşa'dan

gizlemişti. Bununla da

kalmayıp bu olayı

muhaliflerini susturmak

için kullandı ve

suçlunun yanında pek

çok suçsuz da

cezalandırıldı. Ancak

Ittihadçılar'm Birinci

Dünya Savaşı'ndan

sonra ülkeyi terk

etmesiyle devir de

değişti, kahramanlar

’hain', katiller

'kahraman' ilân edildi.

Öyle ki, Mahmud

Şevket Paşa'nın

katillerinden birinin

annesine vatana hizmet

maaşı bile bağlandı.

■ Mustafa Biroi ÜLKER

yapıldı

^ l^ ttih a d ç ıla r ’ın 23 Ocak 1913 tarihinde yaptıkları Babıâli baskını sonrasında Savunma Bakanı Nazım Paşa öldürülüp Sadrazam Kâmil Paşa da sadaretten uzaklaştırılınca, Mahmud Şevket Paşa, sadrazamlıkla beraber Savunma Bakanlığı’na da tayin edilerek yeni bir hükümet kurmuştu.

Ancak bu hükümet döneminde büyük bir felâket yaşandı: Sonucu Osmanlılar açısından çok ağır olan Balkan Savaşı’yla, imparatorluk fiilen bitti.

Mahmud Şevket Paşa sadrazamlığını bu şartlar altında sürdürürken, bir yerlerde

öldürülmesi için planlar yapıldı. 11 Haziran 1913 günü Çarşıkapı'dan Bâbıâli'ye doğru arabasıyla giderken önüne çıkan bir cenaze sebebiyle duraklayınca suikastçilerin açtığı ateş sonucu ağır yaralandı. Vücuduna beş kurşun isabet etmiş, kurşunlardan biri bir gözünden girip beynine kadar ilerlemişti. Paşa'ya, Savunma Bakanlığı Sağlık İşleri Reisi İsmail Besim Paşa ile Dr. Süleyman Numan Bey müdahale ettilerse de bir faydası olmadı ve kısa bir süre sonra vefat etti. Yanında bulunan yaveri İbrahim Bey ve uşağı Kasım Ağa da olay yerinde ölmüşlerdi. Mahmud Şevket Paşa’ya suikast yapılacağı, daha önceki Küçük Said Paşa kabinesinde Denizcilik Bakanı ve Savunma Bakam vekili olan Hurşid Paşa tarafından kurbana 23 Haziran

1912'de bir mektupla ihbar edilmişti.

'Mahmud Şevket Paşa'yı

katletmesinden dolayı idam edilmiş olan Muhib Bey'in annesi Emine Meveddet Hanım'a Hidemât-ı Vataniyye tertibinden maaş tahsisi hakkında kararname. 29 Eylül 1920. (Takvim-i Vekayi ile neşir ve ilanı: 4 Ekim 1920. Numara: 3972) Madde 1: Mahmud Şevket Paşa'nın katledilmesi hadisesinden dolayı idam edilmiş olan Muhib Bey'in annesi Emine Meveddet Hanım’a, Mülkiye Emeklilik Sandığı'ndan verilen tahsis edilmiş beş yüz otuz altı guruşdan başka Hidemât-ı Vatâniyye tertibinden beş yüz guruş tahsis kılınmıştır.

Madde 2: Bu kararname Resmi Gazete'de neşredildiği tarihten itibaren geçerlidir.

Madde 3: Bu kararnamenin

uygulanmasında Maliye Bakanı görevlidir. Meclis-i Umumi'nin toplantısında kanunlaşması teklif olunmak üzere bu kararnamenin yürürlüğe girmesini emreyledim. 29 Eylül 1920, Mehmed Vahideddin.

Sadrazam ve Dışişleri Bakam Damad Ferid, Şeyhülislâm Nuri, İçişleri Bakanı Reşid Mümtaz, Denizcilik Bakanı Ahmed Hamdi, Ticaret ve Ziraat Bakanı ve Milli Eğitim Bakanı Mehmed Hadi, Vakıflar Bakanı Hilmi, Savunma Bakanı Hüseyin Hüsnü, Şûra-yı Devlet Reisi Rıza Tevfik, Adalet Bakanı Rüşdü, Maliye Bakanı Nazif, Bayındırlık Bakanı Zeki (Düstur, İkinci tertib, cilt: X I I , sahife. 282).

(5)

ÇARŞAMBA, 12 Şubat 2003

imana

tar

İ

h

Ç eçen istan 'd an gelip B ağdat'ta p aşa olm uştu

Suikastten yaklaşık bir sene önce haberdar olan Mahmud Şevket Paşa ihbarı ciddiye almamış, hatta Hurşid Paşa'ya 'Her söylenene inanmayınız' demişti. Paşa'nın öldürüleceğini bilenlerden biri de İstanbul Merkez Kumandanı Büyük Cemal

Paşa'ydı ama İttihad ve Terakki Partisi, parti m e s a ile r i açısından bu olayı Paşa'dan gizlemişti.

I

damdan

sonra

sürgün

Suikaste karışanlar hemen yakalandılar. 22 Haziran 1913 tarihli Divan-ı Harp kararı uyarınca Damat Salih Paşa, Albay Fuat, Yüzbaşı Kâzım, Muhib Bey, Ziya, Topal Tevfik, Şevki, Mehmet Ali, Abdullah Safa ve Cevat'ın da bulunduğu

suikastçiler idam edildiler. Diğer sanıklardan üçü 15, ikisi ömürboyu hapis cezasına çarptırıldı. Sanıkların yedisi ise beraat etti.

Mahmud Şevket Paşa'nın katlinden sonra sadrazamlığa Said Halim Paşa tayin edildi. Bu olayı fırsat bilen İttihad ve Terakki Partisi olayla ilgisi olmayan muhaliflerini bile susturmak için suikasti bahane etti. Olayın hemen sonrasında İstanbul Muhafızlığı tarafından bir bildiri

yayınlanmış ve sıkıyönetim kurallarına uyulması istenmiş, aksine davrananların şiddetle

cezalandırılacağı duyurulmuştu. 19 Haziran 1913 tarihli ikinci bildiriyle 107 kişi Sinop'a sürüldü. Sürgünlerin 19’u gayrimüslimdi. Diğer 88 kişi ise aralarında Refii Cevat Ulunay, Refik Halid Karay ve Mustafa Suphi'nin de yer aldığı, İttihad ve Terakki karşıtı tutumuyla bilinen Hürriyet ve İtilâf Partisi mensuplarıydı.

H

ükümet

karari

İ

le

İktidarda olan İttihad ve Terakki Partisi, suçluların yanında suçsuzları da cezalandırdığı için halkın tepkisini çekti. İdam edilenlerin

yakınları da çok zor durumda kalmıştı ve Emniyet Umum Müdürlüğü Siyasi Kısım Müdürü Muhib Bey'in ailesi de bunlar arasındaydı.

Ailenin kötü giden talihi, İttihadçılar'ın Birinci Dünya Savaşı'nın ardından ülkeyi terk etmesinden sonra değişti. Artık hükümet üzerinde

Basra mutasarrıflarından Çeçen asıllı Kethüdazâde Süleyman Bey'in oğlu olan Mahmud Şevket Paşa, 1856'da Bağdat'ta doğdu. Okul arkadaşları tarafından 'Bağdadlı Şevket' veya 'Arap Şevket' diye bilinirdi.

Kurmay Yüzbaşı olarak Harp Okulu'nda öğretmenlik yaptı. Önce Alman Kampofner Paşa'nın, daha sonra da Von der Goltz Paşa’nın maiyetinde çalıştı. 1891 ile 1896 yılları

arasında top ve silahlarla ilgili inceleme ve araştırma yapmak için Almanya’da bulundu.

1895'te, tuğgeneralliğe yükseldi.

Almanya'da yoğun çalışmaktan dolayı sinir hastası oldu ve istifa ederek yurda döndü.

1897'deki Osmanlı-Yunan harbine hastalığı sebebiyle kabul edilmedi. Daha sonra

Tophane’de göreve başlayan Paşa, Mayıs 1901'de korgeneralliğe terfi etti. 1901’de Hicaz

demiryolunun Mekke-Medine arasındaki bölümündeki telgraf hattının yapılmasına memur edildi. Bu vazifesinde Mekke Şerifi Avnürrefik ve Hicaz Valisi Ahmed Ratib Paşa'nın engellemeleri yüzünden başarılı olamayarak geri döndü. 1905'te orgeneralliğe yükselerek Kosova valiliğine tayin edildi. Valiliği sırasında bölge Makedonya olayları, Bulgar ve Sırp çetelerin saldırıları, İttihat ve Terakki'nin faaliyetlerinden dolayı karışık bir durumdaydı. 1908 Ağustos'una kadar bu

görevde kaldı.

İkinci Meşrutiyet'in ilânından sonra Hareket Ordusu’nun başında İstanbul'a gelerek

sıkıyönetim ilan etti. Mayıs 1909'da Birinci, İkinci ve Üçüncü Ordular Genel Müfettişliğine tayin edildi. Daha sonra sırasıyla İbrahim Hakkı Paşa ve Küçük Sait Paşa'nın kurduğu kabinelerde Savunma Bakanı oldu.

Suikastte öldürülmesinden sonra İstanbul'da Okmeydanı'ndaki Abide-i Hürriyet Tepesinde toprağa verilen Mahmud Şevket Paşa cesareti az, ihtiyatı fazla bir kişiliğe sahipti. Almanca, Fransızca ve Arapça bilen Paşa İttihadçı değildi ama onları desteklerdi. '93 Harbi' diye

adlandırılan 1877-1878 Osmanlı-Rus

savaşından sonra Alman askeri teşkilatına göre yeniden yapılandırılmaya çalışılan Osmanlı Ordusu'nda yetiştirilen subaylar arasında zekâsı, çalışkanlığı ve teorik bilgisi ile tanınmıştı.

Balkan Savaşı sırasındaki tutumu ve Alasonya Ordusu Komutanlığını kaçınılmaz yenilgiyi hesap ederek kabul etmeyişi yüzünden sık sık eleştirildi. Özellikle silahlar konusunda olmak üzere askeri konularda yayımlanmış kitap ve makaleleri bulunan Mahmud Şevket Paşa’nın en önemli eserleri 'Osmanlı Teşkilât ve Kıyâfet-i Askeriyyesi' ile 'Kuruluşundan Zamanımıza Kadar Osmanlı Ordusu' isimli kitaplarıdır.

İttihadçılar'ın düşmanı olan Hürriyet ve İtilâf Partisi'nin sözü geçiyordu. Devir değişmiş, kahramanlar hain, katiller kahraman olmuştu. 29 Eylül 1920 tarihli bir kararname ile Mahmud Şevket Paşa'nın katillerinden Muhib Bey'in annesi Emine Meveddet Hanım'a 'Hidemât-ı Vataniyye' yani 'vatana hizmet' maaşı bağlandı.

Bu konudaki karanâme, Tanzimat'tan sonra Osmanlı Devleti'nde kabul edilen kanun, nizâmnâme ve diğer hukuki mevzuatı bir araya getiren külliyat olan Düstur'da ve zamanın resmi gazetesi 'Takvim-i Vekayi'de yayınlandı.

Hükümet değişmiş, sadrazam katili vatan kahramanı olmuştu.

(6)

/*',

a

u>¿. y. V

^ ( ¿ f , ' . y .

Referanslar

Benzer Belgeler

Konferansta sunulan bildirileri genel olarak şu başlıklar altında topla- mak mümkündür: elektronik (dijital) sözlük bilimi (digital lexicography), genel amaçlı

İnsan Mikrobiyom Projesi için ilk etapta insan vücudunda mikroorganizmalarca zengin olan beş farklı bölge hedef alındı; burun, ağız, deri, sindirim sistemi ve

hamit'in 1890 yılında Fransız yazarı Pierre Lo- ti ye armağan ettiği üzeri pırlantalı elmaslar­ la süslemen altın sigara tabakası satışa çıkarıldı • Misel PERLMAN -

ARS Sanısı: Ters sa¸cılım d¨on¨u¸s¨um¨u y¨ontemiyle integrallenebilen do˘grusal olmayan bir kısmi t¨urevli diferansiyel denklemin simetri indirgemesiyle elde edilen

Komplike olmayan üriner sistem infeksiyon- larında (ÜSİ) etken olarak başta Escherichia coli (%80- 85) ve Staphylococcus saphrophyticus (%5-10), daha az sıklıkla da

Özet: Bu yaz›da, ifltahs›zl›k, halsizlik, kilo kayb› ve kar›n a¤r›s› ile baflvuran, yap›lan bat›n BT'sinde pankreas bafl›nda, korpusun- da ve pankreas

Bunu belki unuturum, gökyüzünden bir leke gösteren pencereyi unutacak mıyım, ka­ rar veremedim; ama Edip Cansever’i, bi­ ricik Armağan’ı, yaz akşamlarını,

İngiliz Independent gazetesinde yayımlanan bir rapora göre, günümüzde yaygın biçimde kullanılan kimyasallar, insanlar dahil olmak üzere balıktan memelilere kadar